T a r a f s ı z D e ğ i l i z

Yükselen Milliyetçilik mi, lümpenlik mi?

Yükselen Milliyetçilik mi, lümpenlik mi?

Son dönemin en sık sorulan sorusu: 'Milliyetçilik yükseliyor mu?' Türkiye'de kaç tür Milliyetçilik var? İşte merak edilen soruların cevabı.



Son dönemin üzerinde en çok tartışılan kavramı milliyetçilik. Akademisyenler işin teorik, siyasiler ideolojik boyutuyla toplumda dalga dalga yayılan milliyetçilik ve ulusalcılık rüzgarının bir tarafından tutmaya çalışıyor; ancak herkesin milliyetçilik kavramına yüklediği anlam farklılaşıyor.

AKŞAM, milliyetçiliğin neredeyse tüm karargahlarını tek tek dolaştı. Onlarca kişiyle konuştu. Herkes, milliyetçiliğin tanımını kendisine göre yaptı. "Milliyetçilik yükseliyor mu?" "Nereye yol alıyor" sorusunu ele aldı. Milliyetçilik, çok boyutlu, farklı tarihsel kökleri ve farklı görüntüleri olan bir kavram. Atatürk milliyetçiliği-ulusalcılık, Türkçülük-Turancılık-Ülkücülük, etnik milliyetçilik...

Ülkücü hareket, 30'lu yıllardan bu yana bir dönüşüm ve ayrışma yaşıyor. Türkçülük ve Turancılıkla yola çıkan, kimi zaman iktidar ortağı, kimi zaman sokakların silahlı gücü haline gelen, mahkeme kapılarında, cezaevlerinde yeri olan bir hikaye... Hilal bıyıklı, beyaz çoraplı, bıçkın ülkücülerin yerini siyah takım elbiseli, her daim tıraşlı, tertemiz beyaz gömlekliler alsa da giyim tarzını çok aşan ideolojik ve toplumsal dönüşüm yaşanıyor. Yalnızca Türk milliyetçiliği değil, etnik milliyetçi akımlar da öne çıkıyor. Bu akımlar, karşıtlıklarıyla birbirlerini besliyorlar.

MİLLİYETÇİLİK YARIŞI

Genel seçime gidilen süreçte siyasi parti liderlerinin kampanyalarının odağına yerleştirdiği mesajlar, bir "milliyetçilik" yarışına dönüştü. 3 Kasım 2002 seçiminden önce seçim kampanyalarını "en büyük Avrupa Birliği taraftarı biziz, AB'ye en hızlı entegrasyonu biz sağlarız" mesajı üzerine kuran siyasi aktörler, ne oldu da 4 yıl içinde yörüngesini bu yöne çevirdi?

Uzmanlara göre, toplumsal yapıdaki dönüşümün izlerini sürerken, dış politikada 50 yıllık yargıları alt üst eden sorunları dikkate almamak olanaksız. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri dış politikasında "güçlü partner" yaklaşımına büyük önem veren Türkiye, soğuk savaş sonrası dengenin bozulduğu, tek kutuplu dünyada stratejik ortağı ABD ile en önemli kırılmalardan birini yakın tarihte yaşadı. Türkiye'nin Irak'a asker göndermesinin önünü açan 1 Mart 2003 tezkeresi, TBMM'ye takıldı. ABD, Türkiye'den umduğu desteği bulamadan son yılların en büyük askeri operasyonunu Ortadoğu'da gerçekleştirdi. Süleymaniye'de Türk askeri timinin başına çuval geçirilmesinin Türk halkında yarattığı travma, ABD'nin Kıbrıs Barış Harekatı sırasında uyguladığı ambargo ve haşhaş ekim yasağını bile aşan boyutlara ulaştı.

ABD'nin Kürt federe devletinin kuruluşu için gösterdiği çaba, değer yargılarını kökten değiştirdi. Türk halkı, aynı süreçte benzer bir düş kırıklığını AB ile ilişkilerde yaşadı. AB'ye tam üyelik sürecinin yarattığı "refaha kavuşma" havası, 17 Aralık 2004 sabahında yerini bir düş kırıklığına bıraktı. 40 yılı aşkın süredir devam eden Kıbrıs sorununun çözümü için referandumda Türk tarafının verdiği "taviz"e karşın AB'den beklenen kararlar çıkmazken, üyelik süreci ucu açık, sonu belirsiz bir serüvene doğru yola çıktı.

AB organlarının, raporlarındaki bazı ifadelerle "Kürtçe anadilde eğitim, Alevilerin azınlık sayılması, Ermeni soykırımı iddialarının tanınması, Ruhban Okulu'nun açılması" gibi talepleri, bu konuda duyarlılık gösteren kesimler üzerinde büyük yankı buldu. AB'nin bu yaklaşımı, ülke içinde etnik yapıların ve azınlıkların, kimlikleri üzerinden siyaset yapmalarını da besledi.

DİASPORANIN ETKİSİ...

Ermeni diasporasının soykırımın tanınması yönündeki çalışmaları da milliyetçilik/ulusalcılık alevini körükledi. Ülke içinde de "milli kabarmayı" yeşerten birbirinden bağımsız süreçler yaşandı. Bunlardan belki de en çarpıcı olanı, Abdullah Öcalan'la ilgili gelişmelerdi. Milliyetçi taban, devletten bu konuda beklediği geleneksel reflekse uygun adımları göremedi. Üstelik, aynı dönemde iktidar ortağı olan MHP, bu sürece ortak oldu. Kuzey Irak'ta özerk yönetimin alt yapısının oluşması ve bu hareketin Türkiye içinde de destek bulması tepkiyi ateşleyen bir başka süreç oldu. Türkiye'ye dönük tehditlerin her zamankinden fazla olduğu düşüncesi, halkta milliyetçi yaklaşımı güçlendirdi.

"HEPİMİZ ERMENİYİZ"DEN "HEPİMİZ TÜRKÜZ"E

Ayrıca, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesinde "Türklüğü aşağılamak" suçlamasına hedef olan aydınlara yönelik tepkiler, sağduyulu kesimleri tedirgin etti. Orhan Pamuk, Elif Şafak gibi aydınlara dönük tehditler ve ardından Hrant Dink suikastı, konunun gelebileceği boyutu ortaya koydu. Dink'in cenaze törenindeki "Hepimiz Ermeniyiz" sloganları, yansımasını "Hepimiz Türküz" sloganıyla buldu. Bir başka tarafta, "Milli mücadele" ve "Kuvayi Milliye" kavramlarını sahiplenen "ulusalcı" oluşumlar, Türkiye genelinde pıtrak gibi çoğalarak dernek şubeleri açtı.

Bazı değerlendirmelere göre, aslında milliyetçilik değil "siyasal devletçilik" güçlendi. Bu görüşün sahipleri, devlet iktidarı içindeki dengelerin değiştiğini savundu. Buna göre, AB'ye uyum yasaları ve küresel yapılanmaların etkisiyle güçlü devlet yapısı zayıfladıkça devlet kendini korumak için ideolojik araçlara başvurdu. Bunu savunan kesimler, 2002'de aşırı milliyetçiliğin öncelikli tehditler altında kabul edildiği Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin (MGSB) 2006'da yenilenen halinde artık bu tehdit algılamasının geri sıralara itilmesine de dikkat çekti.

Türkiye'de milliyetçi akımlar üç ana yatakta ilerliyor. MHP, BBP gibi öteden beri milliyetçi damarı temsil eden "geleneksel milliyetçiler." Bunu, 1990'ların sonundan itibaren bazı sol partilerdeki yeni arayışların yansımasını gösteren "ulusalcılar" izliyor. Çıkış noktalarını Cumhuriyetin kuruluş felsefesine bağlıyorlar. Bu kesimin yaklaşımı, Anayasal vatandaşlık üzerinden "Atatürk milliyetçiliğini" destekleyen görüşle paralel bir yol izliyor. Bunun hemen paralelinde yol alan üçüncü kanat ise, çoğunlukla emekli subayların "milli mücadele" söylemiyle geliştirdikleri "neo-milliyetçiler"den oluşuyor...

Değişen konjonktür milliyetçiliği tetikliyor

Son dönemin üzerinde en çok tartışılan kavramı milliyetçilik. Akademisyenler işin teorik, siyasiler ideolojik boyutuyla toplumda dalga dalga yayılan milliyetçilik ve ulusalcılık rüzgarının bir tarafından tutmaya çalışıyor; ancak herkesin milliyetçilik kavramına yüklediği anlam farklılaşıyor.

AKŞAM, milliyetçiliğin neredeyse tüm karargahlarını tek tek dolaştı. Onlarca kişiyle konuştu. Herkes, milliyetçiliğin tanımını kendisine göre yaptı. "Milliyetçilik yükseliyor mu?" "Nereye yol alıyor" sorusunu ele aldı. Milliyetçilik, çok boyutlu, farklı tarihsel kökleri ve farklı görüntüleri olan bir kavram. Atatürk milliyetçiliği-ulusalcılık, Türkçülük-Turancılık-Ülkücülük, etnik milliyetçilik...

Ülkücü hareket, 30'lu yıllardan bu yana bir dönüşüm ve ayrışma yaşıyor. Türkçülük ve Turancılıkla yola çıkan, kimi zaman iktidar ortağı, kimi zaman sokakların silahlı gücü haline gelen, mahkeme kapılarında, cezaevlerinde yeri olan bir hikaye... Hilal bıyıklı, beyaz çoraplı, bıçkın ülkücülerin yerini siyah takım elbiseli, her daim tıraşlı, tertemiz beyaz gömlekliler alsa da giyim tarzını çok aşan ideolojik ve toplumsal dönüşüm yaşanıyor. Yalnızca Türk milliyetçiliği değil, etnik milliyetçi akımlar da öne çıkıyor. Bu akımlar, karşıtlıklarıyla birbirlerini besliyorlar.

MİLLİYETÇİLİK YARIŞI

Genel seçime gidilen süreçte siyasi parti liderlerinin kampanyalarının odağına yerleştirdiği mesajlar, bir "milliyetçilik" yarışına dönüştü. 3 Kasım 2002 seçiminden önce seçim kampanyalarını "en büyük Avrupa Birliği taraftarı biziz, AB'ye en hızlı entegrasyonu biz sağlarız" mesajı üzerine kuran siyasi aktörler, ne oldu da 4 yıl içinde yörüngesini bu yöne çevirdi?

Uzmanlara göre, toplumsal yapıdaki dönüşümün izlerini sürerken, dış politikada 50 yıllık yargıları alt üst eden sorunları dikkate almamak olanaksız. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri dış politikasında "güçlü partner" yaklaşımına büyük önem veren Türkiye, soğuk savaş sonrası dengenin bozulduğu, tek kutuplu dünyada stratejik ortağı ABD ile en önemli kırılmalardan birini yakın tarihte yaşadı. Türkiye'nin Irak'a asker göndermesinin önünü açan 1 Mart 2003 tezkeresi, TBMM'ye takıldı. ABD, Türkiye'den umduğu desteği bulamadan son yılların en büyük askeri operasyonunu Ortadoğu'da gerçekleştirdi. Süleymaniye'de Türk askeri timinin başına çuval geçirilmesinin Türk halkında yarattığı travma, ABD'nin Kıbrıs Barış Harekatı sırasında uyguladığı ambargo ve haşhaş ekim yasağını bile aşan boyutlara ulaştı.

ABD'nin Kürt federe devletinin kuruluşu için gösterdiği çaba, değer yargılarını kökten değiştirdi. Türk halkı, aynı süreçte benzer bir düş kırıklığını AB ile ilişkilerde yaşadı. AB'ye tam üyelik sürecinin yarattığı "refaha kavuşma" havası, 17 Aralık 2004 sabahında yerini bir düş kırıklığına bıraktı. 40 yılı aşkın süredir devam eden Kıbrıs sorununun çözümü için referandumda Türk tarafının verdiği "taviz"e karşın AB'den beklenen kararlar çıkmazken, üyelik süreci ucu açık, sonu belirsiz bir serüvene doğru yola çıktı.

AB organlarının, raporlarındaki bazı ifadelerle "Kürtçe anadilde eğitim, Alevilerin azınlık sayılması, Ermeni soykırımı iddialarının tanınması, Ruhban Okulu'nun açılması" gibi talepleri, bu konuda duyarlılık gösteren kesimler üzerinde büyük yankı buldu. AB'nin bu yaklaşımı, ülke içinde etnik yapıların ve azınlıkların, kimlikleri üzerinden siyaset yapmalarını da besledi.

DİASPORANIN ETKİSİ...

Ermeni diasporasının soykırımın tanınması yönündeki çalışmaları da milliyetçilik/ulusalcılık alevini körükledi. Ülke içinde de "milli kabarmayı" yeşerten birbirinden bağımsız süreçler yaşandı. Bunlardan belki de en çarpıcı olanı, Abdullah Öcalan'la ilgili gelişmelerdi. Milliyetçi taban, devletten bu konuda beklediği geleneksel reflekse uygun adımları göremedi. Üstelik, aynı dönemde iktidar ortağı olan MHP, bu sürece ortak oldu. Kuzey Irak'ta özerk yönetimin alt yapısının oluşması ve bu hareketin Türkiye içinde de destek bulması tepkiyi ateşleyen bir başka süreç oldu. Türkiye'ye dönük tehditlerin her zamankinden fazla olduğu düşüncesi, halkta milliyetçi yaklaşımı güçlendirdi.

"HEPİMİZ ERMENİYİZ"DEN "HEPİMİZ TÜRKÜZ"E

Ayrıca, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesinde "Türklüğü aşağılamak" suçlamasına hedef olan aydınlara yönelik tepkiler, sağduyulu kesimleri tedirgin etti. Orhan Pamuk, Elif Şafak gibi aydınlara dönük tehditler ve ardından Hrant Dink suikastı, konunun gelebileceği boyutu ortaya koydu. Dink'in cenaze törenindeki "Hepimiz Ermeniyiz" sloganları, yansımasını "Hepimiz Türküz" sloganıyla buldu. Bir başka tarafta, "Milli mücadele" ve "Kuvayi Milliye" kavramlarını sahiplenen "ulusalcı" oluşumlar, Türkiye genelinde pıtrak gibi çoğalarak dernek şubeleri açtı.

Bazı değerlendirmelere göre, aslında milliyetçilik değil "siyasal devletçilik" güçlendi. Bu görüşün sahipleri, devlet iktidarı içindeki dengelerin değiştiğini savundu. Buna göre, AB'ye uyum yasaları ve küresel yapılanmaların etkisiyle güçlü devlet yapısı zayıfladıkça devlet kendini korumak için ideolojik araçlara başvurdu. Bunu savunan kesimler, 2002'de aşırı milliyetçiliğin öncelikli tehditler altında kabul edildiği Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin (MGSB) 2006'da yenilenen halinde artık bu tehdit algılamasının geri sıralara itilmesine de dikkat çekti.

Türkiye'de milliyetçi akımlar üç ana yatakta ilerliyor. MHP, BBP gibi öteden beri milliyetçi damarı temsil eden "geleneksel milliyetçiler." Bunu, 1990'ların sonundan itibaren bazı sol partilerdeki yeni arayışların yansımasını gösteren "ulusalcılar" izliyor. Çıkış noktalarını Cumhuriyetin kuruluş felsefesine

bağlıyorlar. Bu kesimin yaklaşımı, Anayasal vatandaşlık üzerinden "Atatürk milliyetçiliğini" destekleyen görüşle paralel bir yol izliyor. Bunun hemen paralelinde yol alan üçüncü kanat ise, çoğunlukla emekli subayların "milli mücadele" söylemiyle geliştirdikleri "neo-milliyetçiler"den oluşuyor...

KİMLERLE KONUŞTUK

TÜM yönleriyle milliyetçilik kavramını ele aldığımız "Paylaşılamayan Milliyetçilik" yazı dizisinde, MHP'den DYP'ye BBP'den DTP'ye tüm siyasi partilerin görüşlerine yer vermeye çalıştık. Prof. Mümtaz'er Türköne, Doç. Erol Göka ile milliyetçiliği ele aldık, MHP Kongresi'nde illegaliteyi ilan eden eski Ülkü Ocakları Başkanı Azmi Karamahmutoğlu ile ülkücü gençleri konuştuk. Ermeni Patriği Mesrop Mutafyan'a yükselen milliyetçiliği ve azınlıkların durumunu sorduk. Milliyetçi camianın entelektüellerinden Dr. Mustafa Çalık'tan milliyetçiliğin tanımını aldık. Yazar Tanıl Bora milliyetçilik-şiddet ilişkisini ele alırken, popüler kültür üzerine yazıları ile tanınan akademisyen Levent Cantek ile milliyetçilik-popüler kültür ilişkisini masaya yatırdık. Yeniçağ Gazetesi Yazarı Yavuz Selim Demirağ ile MHP-BBP karşılaştırmasını yaptık.

Siyasi devletçiliğin şampiyonu Baykal

"Türkiye'de yükselen, milliyetçilik değil, lümpenlik. Bir toplumsal anomi yani kuralsızlık hali, hayalleri ile gerçekler arasında yaşadığı uçurum iyice açılmış bir gençlik var. Bunlar o uçurumu kapatmak için milliyetçi gibi görünüyor. Ortaya çıkan şey, toplumsal şizofrenin yansıması.
Toplum değişiyor. Özellikle gençler sıkıntıdalar, oradaki basıncı, huzursuzluğu milliyetçilik olarak nitelendiriyoruz. Devlet iktidarı içerisinde dengeler değişiyor. Soğuk savaş döneminin güvenlik devleti artık varlığını sürdüremiyor. Kendini korumak için de ideolojik araçlara müracaat ediyor. Başvurduğu ideolojik araç, devletçilik. Türkiye'de siyasal devletçilik yükseliyor. Bunun şampiyonu da Deniz Baykal. CHP, bazı aşırı sol kendini sol olarak niteleyen veya Atatürkçü olarak niteleyen Kuvayi Milliye dernekleri. Türkiye'nin kurtuluş savaşı şartlarında bulunduğunu söyleyip illegaliteyi teşvik edenler var.
Yeni ulusalcılık denen ideoloji, milliyetçilik değil siyasal devletçilik ve oradaki siyasal devlet de soğuk savaş döneminde irileşmiş büyümüş, hegemonyasını oluşturmuş. O hegemonya sona erdiği için böyle bir tepki var. Tepkisel bir devletçilik bu. Bu aynı zamanda özel harbin ideolojisi, kontrgerillanın ideolojisi. Psikolojik savaşın ideolojisi. Ama bunların toplumda bir karşılığı yok. İşsizlikten canı sıkılan emekli askerlerin hobisi gibi duruyor Türkiye'de."
Doçent Doktor Erol Göka - Irak'ın işgalinden sonra her şey değişti

"Yükselen bir şey var. Buna milliyetçilik denebilir mi bilmiyorum. Bu akımın yükselmesinde, iki nedenle dış dinamikler belirleyici oldu. Bu dinamiklerden biri AB, diğeri ABD. Irak'ın işgalinden sonra Türk halkı AB'nin küçük bir güç olduğunu, ona güvenilemeyeceğini anladı. Çünkü işgal sırasında AB dağıldı. Birlik ülkelerinden İngiltere ve İtalya, işgale her anlamda destek verdi.
AB üyesi ülkelerin büyük bir bölümü ise kerhen destek verdi. Bunun üzerine Türk halkı AB'yi sildi. Diğer güçlü partner olan ABD, Irak'ın işgalinin ardından bizden yana olmadığını gösterdi. Özellikle Kürt devletine destek verirmiş gibi bir pozisyon ortaya çıkınca toplum bundan çok rencide oldu ve sahipsiz kaldı. Böylece, "Türkiye ayakta kalacaksa güçlü partner ile kalır' tezi zedelendi. Toplumda 'Kendi ayaklarımız üzerinde durmaktan başka şansımız yok' havası yaratıldı. Türkiye'de bu akımın yükselmesinin nedeni özetle budur."

Volkan Yanardağ/Akşam

--
Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır.

http://dava-vatan.blogspot.com/
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.