Dostoyevski ve İslam

Rus edebiyatının en ünlü isimlerinden Dostoyevski'nin İslam'a bakışı.

Başkiristan Devlet Üniversitesi'nden (BGU) Doçent Doktor Valentin Vasilyev Borisov ile Dostoyevski'nin İslam'a bakış açsını ve romanlarındaki İslami karakterleri yansıtma şekilleri üzerine yapılan söyleşi.


Fyodr Mihayloviç Dostoyevski'nin mirasını "Rus ideolojisinin" temel taşıyıcısı ve "kurtarıcı Ortodoksluğun istisnai" mümessili olarak görmeye alışanlara "Dostoyevski âlemi" ve "İslam âlemi" ibarelerinin beraber zikrolunması dahi şoke edebilir. Ancak derinlemesine incelendiği zaman büyük Rus yazarı ve düşünürünün tefekkür dairesinin daha geniş olduğu anlaşılıyor. Doğrudur, o Rusya için heyecanlanıyor ve onun büyük olmasını hayal ediyordu. Doğrudur o Hıristiyan inancını taşıyordu. Ancak tüm bunlara rağmen hakiki Müslüman ile konuşmanın da onun için önemli olduğu anlaşılıyor. Bundan başka o İbrahim (a.s) dininin birliğinin derinliğini idrak etmekteydi. Onun gözlemleri günümüzde de güncelliğini kaybetmiyor. Bu konuda Başkiristan Devlet Üniversitesi'nin Rus Edebiyatı Anabilim Dalı'dan Doçent Valentin Vasilyev Borisov ile bir söyleşi yaptık. - Dostoyevski'yi herkes "vatansever" birisi olarak biliyor. Siz nasıl düşünüyorsunuz, böyle düşünmek ne kadar doğrudur ve o gerçekten İslam dinine derinden ilgi duyuyor muydu? Dostoyevski'nin manevi âlemi okullarda öğretilen kemikleşmiş dar görüşlerden ve onun hakkındaki oluşmuş düşüncelerden çok daha geniştir. Onun düşünceleri her zaman arayış içerisinde idi. Çok geniş hayat tecrübesine sahip idi. Ona ölüm cezasının verildiğini ancak son anda aniden af olunduğunu hatırlayalım. Dostoyevski, Rus cezasının ne olduğunu yeterince idrak ediyordu. O aşağılanmış, rezil rüsvayı edilmiş insanlarla da hikmet sahibi insanlarla da temasta oluyordu. Aynı zamanda döneminin yöneticileri ile de konuşuyordu. İslam ile derinden ilgileniyordu. Çünkü Müslümanlar ile beraber yaşama tecrübesini edinmişti. Genç Dostoyevski'nin dokuz sene Asya'da yaşadığının unutulmaması gerekiyor. Önce Omsk'da katorgada (Çar Rusya'sında ceza evlerinde ve sürgünde ceza gören mahpuslar için verilen ağır işler) sonra dört sene Semaipalatincki'de yaşamıştır. Fyodr Mihayloviç'in Asya'da bulunduğu yıllarda ona en yakın ve en değerli olan insan döneminin meşhur şarkiyatçısı (şu anda da çok meşhurdur), mükemmel insan Çokan Çingisoviç Valihanov idi. Bilindiği gibi o Fyodr Mihayloviç'ten daha gençti. Ancak yine de İslam Kültürü ve diğer doğu dinleri özellikle de Budizm hakkında bizzat Valihanov ona birçok şey anlatmıştı. İki büyük insanın –Rus ve Kazak edebiyatının klasikleri – dostluğunu Kazakistan'da bu gün de hatırlıyorlar. Semipalatinski'de Dostoyevski'nin adına edebiyat-memorial müzesi açılmıştır. Ancak Dostoyevski'nin diğer Müslümanlar ile de temasta olduğunun unutulmaması gerekiyor. Onun "Ölüler evinden mektuplar" isimli katorga yaşantısının anlatıldığı romandan bazı parçaları hatırlıyorum. Orada yazarın genç Dağıstanlı Müslüman Tatar Ali ile konuşmalarının anlatıldığı şahane sayfalar bulunmaktadır. Onlar aralarında uzun konuşmalar yapmaktalar. Örneğin müellif – bu ikili müelliftir, yani hemen romanın yazarı da hem de konuyu anlatan- Ali'ye elinde bulunan Enageliya nüshasının yardımı ile Rusça nasıl okumayı öğrettiğine dair hikaye bulunmaktadır. Orada Dostoyevski'nin sadece genç Müslüman'ın öğretmeni olarak yani bir nevi "misyoner" ve "Ortodoks" inancının taşıyıcısı olarak yer alması ile beraber bazı gerçeklikleri da kabul etmemiz gereken bir ilginç nokta da yer almaktadır. Onun kendisi de Ali'den birçok şey öğrenmiştir. Dikkat edelim: Ali Dostoyevski'nin İsa (a.s) hakkında anlattıklarını dinlerken şunlar söylüyor: "İsa –Allah'ın elçisidir! İsa güzel sözler anlatıyordu! Bizim kitabımız olan Kuran-ı Kerim de aynı şeyler anlatılmaktadır". Belki de o zaman Fyodr Mihayloviç ilk defa Hıristiyanlık ve İslam arasındaki "kök benzerliğini" hissetmiş, Kuran-ı Kerim ve İncil, Kuran-ı Kerim ve Evangeliya kitaplarının akraba olduğunu anlamıştı. Kanaatimizce daha o zaman Dostoyevski iki büyük dünya inancı arasındaki yakınlık ve genetik akrabalığın olduğuna dair anlayışa sahip idi. "Ölüler evinden mektuplar" eserine bakalım: "Dağıstanlı üç Tatar vardı. Onların üçü de kardeş idi. Onların ikisi artık yaşlanmıştı. Ancak üçüncüsü Ali ise yirmi iki yaşlarında idi. Görünüşte ise daha da genç gözüküyordu. Onun ranzası benim hemen yanı başımda idi. Onun yakışıklı, berrak, akıllı ve aynı zamanda hayırsever ve saf görünüşü ilk bakıştan kalbimin ona ilgi duymasını sağladı. Ben kaderin her hangi başka birisini değil bizzat onu bana komşu göndermesinden o kadar mutlu idim ki... Onun batını güzelliği kâmil bir şekilde yüzünde – hatta çok güzel yüzünde de denilebilir - tezahür etmişti. Onu tebessümü o kadar güven vericiydi ki.. Çocuk gibi saf kalbi vardı. Büyük siyah gözleri çok nurlu ve cana yakındı. Ben her zaman hatta en zor ve kederli anımda dahi ona baktığımda huzur buluyordum. Tüm bunlara hiç mübalağa etmeden anlatıyorum... Bu çocuğun böyle ağır bir ceza çekme yerinde kalbini nasıl bu kadar sıcak tuttuğunu, kendisinde aşırı dürüstlüğü yaşattığını, samimi, sempatik olmayı becerdiğini düşünmek dahi çok zordur. O kendisini mahvetmemiş ve ahlakı hiç bozulmamıştı. Zahiri görünüşü ne kadar hoş gözükse de aslında çok güçlü ve dayanıklı karakter yapısına sahip idi. Sonralar onu yakından tanıma fırsatı elde ettim. Pak bir kız çocuğu kadar ahlaklı idi. Birisinin murdar, iğrenç, kirli, zalim ve haddini aşan davranışı onun güzel gözlerinde hiddet ateşe yakıyordu. Bu onun zaten güzel olan gözlerini daha da güzelleştiriyordu. Ancak o kavga ve gürültüden uzak durmaya çalışıyordu. Gerektiğinde kendisini savunmayı da iyi biliyordu. Asla kimsenin onu kaba bir şekilde rahatını bozmasına müsaade etmezdi. Hiç kimse ile tartışmazdı. Herkes ona sevgi ve saygı duyardı. Önceleri benimle sadece nazik bir şekilde hareket ediyordu. Yavaş yavaş onunla konuşmaya başladım. Birkaç ay içerisinde mükemmel bir şekilde Rusça konuşmayı öğrendi. Onun kardeşleri ise tüm ceza sürelerince Rusçayı öğrenemediler. O bana çok zeki, ciddi, adaba ve erkâna dikkat eden, analiz becerisi yüksek birisi olarak gözükmeye başladı. Önceden şunu şöyleyim. Ben Ali'yi sıra dışı birisi olarak görüyorum. Onunla görüşümüzü hayatımın en güzel görüşlerinden birisi olarak hatırlıyorum. Allah tarafından verilmiş öyle güzel tabiata sahip olan insanlar var ki, onun ne zamansa kötüye doğru değişeceğini düşünmek dahi insana imkânsız gelmektedir. Onun için kalbin her zaman rahat oluyor. Bir keresinde onunla beraber Naogornıy duasını okuduk. Duanın bazı yerlerini özel bir duygu ile okuduğunu hissettim. Ona okuduğunu beğenip beğenmediğini sordum. Aniden bana baktı ve yüzü kızardı. - Evet! Gerçekten de İsa mukaddes bir peygamberdir ve Allah'ın kelamını söylüyordu. Ne kadar güzeldir! - Sen en fazla neyi beğendin? - Onun af et, kırma ve düşmanlarını sev diye söylediği yerler. O ne kadar da güzel şeyler söylemiş! O kardeşlerine taraf döndü ve büyük bir şevkle onlara bir şeyler anlatmaya başladı. Onlar uzun süre kendi aralarında konuştular ve olumlu manada kafalarını salladılar. Sonra iltifat göstererek yani tam bir Müslüman tebessümü ile – bu tebessümü çok seviyorum ve bizzat bu tebessümün önemli olduğunu düşünüyorum – bana doğru döndüler ve İsa'nın Allah'ın elçisi olduğunu doğruladılar. Onun büyük mucizeler yaptığını, topraktan kuş yapığını ona üflediğini ve kuşun uçmasını anlattılar... Tüm bunlar ise onların kitaplarında yazılmış idi. Bunlara söylerken ne yaptıklarından emindiler. İsa'ya ihtiram göstermelerinde çok memnun oldum. Ali ise kardeşlerinin bana iltifat etmelerinden oldukça mesut olmuştu. Neredesin şimdi, benim canım, gözüm, gözüm Ali!" - Evet, insanlar genel olarak mahpus hayatını ağır bir ceza olarak kabul ediyorlar. Allah'ın takdiriyle Dostoyevski'nin hayatında -kitapta yazılan değil- canlı Müslümanlar karşısına çıkmıştır. Bunlar ister bilim adamı Valihanov olsun isterse de sade Dağıstanlı kardeşler olsun. O Petersburg'da yaşayacak olsaydı bu tür kendisi için yeni olan insanlarla büyük bir ihtimalle karşılaşmazdı. Dostoyevski sadece karşısına çıkan insanları tarif etmiyor aynı zamanda uzak geçmişte yaşayan insanları anlamaya çalışıyordu. Şüphe yoktur ki onu İslam'ın kurucusu olmuş şahıs ilgilendiriyordu. "Suç ve ceza" romanında Raskolnikov'un Hz. Muhammed hakkında sözleri seslenmektedir: "Ben elinde kılış atın üzerinde duran Peygamber'i çok iyi anlıyorum. Allah emir ediyor, ona itaat et. Korkudan titreyen mahlûk". Raskolnikov'un düşüncesinde sert bir Peygamber'in bulunduğunu anlamak o kadar da zor değildir. Ancak bir Müslüman bu görüşe katılabilir mi? Elbette ki, hayır. Çünkü Müslümanlar açısından "Magomet" -19.yüzyılda Rusya'da bu şekilde deniyordu. Dostoyevski kendisi ise "Muhammed" kelimesinin hakikatte nasıl seslendiğini iyi bilmekteydi- Hıristiyanlara göre nasıl İsa Mesih kamil bir insandırsa o da kamil birisidir. Burada edebi kahraman Peygamber'in görünüşünü tahrif etmektedir. O dini açıdan büyük bir hata yapmaktadır. Müellif onu bu hatasını düzeltiyor. - Peki, o bunu nasıl yapıyor? O İsa ve Muhammed'in (s) bir birine zıt iki şahıs olduğunu zanneden kahramanının görüşüne katılmıyor. Bu muhaliflik sadece Raskolnikov'un düşüncesindedir. Bu peygamberliğin birliği sıralamadaki farktan ibarettir. Önce İsa, sonra ise Hz. Muhammed'in olduğu romanın sonunda anlatılmaktadır. "Suç ve ceza" romanının hatimesinde Avraam'dan ya da Arapça sesleniş şekli ile İbrahim'den bahsedilmektedir. Raskolnikov , Sibirya nehrinin – bu elbette ki İrtış nehridir – kenarında oturuyor ve uzak Kırgız çölünü seyrediyor. Onun önünde altın çölün geniş manzarası bulunmaktadır. Kazaklar buna "sarı arka", altın ya da sarı renkli çöl demekteler. O bakıyor ve onun düşüncelerine belirsiz bir endişe hâkimdir. O zannediyordu ki "henüz Avraam'ın dönemi bitmemiştir." Mucizevî bir şekilde bu Kırgız ve Kazak çölü ona eski Filistin olarak gözüküyor. Semit halklar Arap ve Yahudilerin dedesi olan şahsın burada yürüdüğünü hayal ediyor. Avraam – "ortak insandır". Bu İncil'de anlatılan ortak insan anlayışı Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar tarafından kabul görmektedir. Burada Avraam'ın hatırlatılması sembolik özellik taşımaktadır. Bu Raskolnikov'un manevi olarak tatmin olmak için çaba sarf ettiği ve sonunda ulaştığı manevi kaynağı göstermektedir. "Suç ve ceza" romanının hatimesine bakalım: "Sema yine de aydın ve havalar sıcak idi. Sabah erkenden, saat altıda o işe gitti. İş yeri nehrin kenarında yerleşmekte idi. Orada kirecin hazırlandığı yangın ateş aleti bulunmaktaydı. Oraya üç işçi gitti. Mahpuslardan birisi görevliyi yanına alarak kaleye doğru gitti. Oradan bir alet getirmesi gerekiyordu. Diğeri ise odun parçalarını hazırlamaya başladı. Raskolnikov ise oradan çıkarak sahile gitti. Orada bulunan dalın üzerinde oturdu ve geniş, uzun olan nehri seyretmeye başladı. Nehrin sahilinden etraf yerlere doğru geniş bir manzara vardı. Nehrin diğer sahilinden hafif bir şekilde müzik sesi gelmekte idi. Orada güneşin arkasında tarifi imkânsız bir çöl bulunmaktaydı. Nokta büyüklüğünde göçmenlerin yurtları gözükmekteydi. Orada hürriyet vardı ve farklı insanlar yaşamaktaydı. Onlar buradakilere hiç benzemiyordu. Orada sanki zaman durmuş ve hala Avraam'ın dönemi yaşanmakta idi. Raskolnikov oturmuş ve hiç yerinden kıpırdamadan ve gözlerini çekmeden bakıyordu. Onun düşünceleri artık hayale dönüşmekte idi. Hiç bir şey düşünmüyordu, ancak belirsiz bir endişe onu rahatsız etmekte idi." Gerçekten de Dostoyevski'nin İslami değerleri anlama açısından yaşadığı tecrübe o dönemin istisnai vakalarındandı. O dönemde diğer Avrupalılarda olduğu gibi Rus kültürü ile eğitilmiş insanların -hatta en eğitimli olanları dahi – sadece İslam dini hakkında bizzat bilgi sahibi olmadıklarının unutulmaması gerekiyor. Kuran'ın çevirisi gayrimüslimler tarafından "imperya ve misyoner" hedefleri gözetlenerek yapılıyordu. Sünnet ve siretin (Hz. Muhammed (s.a.s.) hayatı) çevirisi ise henüz yapılmamıştı. Şeriat ve Müslümanların tarihi de çevrilmemişti. Yalnız bu günlerde –yani yeni bin yılın başlarında – ülkemizde Rusça okuyan ve düşünen insanlar için İslam ilminin esasları konmaktadır. Tüm bunlar gözlerimizin önünde gerçekleşmektedir. O zaman ise çoğu insan "uyuyan Doğu"nun sadece sihirli masallardan ve arabesklerden ibaret olduğundan, dini hayatlarının ise baştanbaşa hurafe ve ön yargılardan oluştuğundan emin idiler. Peygamberlerin (a.s) özellikle de İslam Peygamberinin (s.a.a) Tevhit inancının taşıyıcısı olduğuna dair Dostoyevsiy'nin döneminde bir düşünceye sahip olması ilginçtir.


Çeviren: İbrahim Ali
Kaynak: İslam.ru

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.