Türker Akın Sağlık
Silahlı darbelerle iş başına gelen cuntalar ve diktatörlükler bile ‘Tek Tip Birey’ meydana getiremedi.
Sürgünler, işkenceler ve zindanlar caydırıcı fonksiyon ifa edemedi.
Tek renkli bir dünya da değiliz.
Güneş her sabah belli yönde doğmakta ve saati gelince batmaktadır.
Alman ve İtalyan Faşizminin zorbalıkları kalıcı olabildi mi?
Saman alevi gibi!
Arkalarında 20 milyon insanın cesedini bırakarak çöktüler.
Rus şovenist/Marksist rejiminin sürgün, işkence, imha politikaları çözüldü ve Gorbaçov’la beraber tasfiye edildi.
Tek tip basın ve öğretimleri ne işe yaradı ki?
Kurdukları okullardan(Komple) ne faşist, ne de Komünist ‘Geri Zekâlı Tipler’ üretmeye muvaffak olamadılar.
Gün geldi Mussolini’yi ayaklarından sallandıran halkı oldu.
Lenin heykellerini yıkan kimdi?
Kendi halkı!
Saddam Hüseyin’in heykellerini vinçle yıkan halkı değil miydi?
Kısa süre önce yaptığı seçimle halkın büyük desteğini aldığını ilan eden Saddam Hüseyin’in heykelini terlikleriyle döven halkıydı.
‘Zorla Güzellik Olmaz’.
Baskı ve şiddeti silah olarak kullananların yarınları kış olmaya mahkûmdur.
Senelerdir bir sakız markası dillerde ve ağızlarda çiğneniyor.
Bu sakız nedir?
Demokrasi!
Balonu patlıyor tabii.
Nanelisi, şekerlisi, tarçınlısı bol!
Ülkemizde ise tuzlusu ve acılısı üretilmiş.
Tek tipliliğe şartlandırılmak istenen toplum istemişler.
Eleştirmeyecek ve alkış tutacaksın.
Kimleri?
Başa gelenleri!
Tabii hepsi için geçerli değil.
Medya deseniz ‘Basın Baronlarının’ tekeline geçmiş.
Hepsi yatırımcı ve sanayici!
Özelleştirme pastaları masalarına gelecek.
Siyasal iktidarları destekleyecekler ve karşılığında özelleştirilen alanlara ‘Medya Tanklarıyla’ girecekler.
Tanklarını kullananlar kim?
Yazarları.
Dolar üzerinden maaş alırlar.
Tuzu kurudur hepsinin.
Yazlıkları, kışlıkları, villalarında havuz sefalar!
Haber programlarını sunar ve yorum yaparlar.
Şırınga ellerindedir.
Ne zaman, hangi konuda kışkırtma yapacaklarını belirleyen ‘Ateş Yükseltici’ şırıngayla!
Dozunu kendileri değil, arka plandaki uzmanlar belirler.
Sizde dinlersiniz.
Bir bakmışsınız ki, bir Cuma çıkışı isimleri Hizbul/Tahrir olarak markalanan gurup ve önde beliren ve elinde mikrofon rejimi eleştiren sakallı bir kışkırtıcı ayarlanmıştır.
Slogan atarak dağılırlar.
Basın imparatorluğunun kameracıları için malzeme hazırdır.
Çekerler.
Bu guruba müdahale eden, davet ederek ifadelerini alan da olmaz.
Görevlerini yapmışlar ve geldikleri yere gitmişlerdir.
Davete icabet etmişlerdir.
Adresleri her zaman Cuma çıkış yerleridir.
İnsanın olduğu yerde hata da olur, başarı da.
Bu ülke de hataları büyütenler ve komple bir adrese yüklenerek, yargısız infaz yapmak meslek gurubu haline gelmiştir.
Bu meydanı açanlar düşünmelidir.
Düşünecekleri de şüphelidir.
3 silahlı darbe,3 başarısız darbe operasyonu ve balans ayarıyla 28/Şubat süreci ve 27/Nisan muhtırası yaşamış bir ülke de sağlıklı, insan haklarına dayalı demokrasi canlanır mı?
Darbelerin gölgesinde mahkemeler kuran ve siyasi tutukluları yargılayıp ‘İdam Sehpalarına’ gönderen bir ülke de geçmişi analiz etmeyen ve yargılamayan bir ülke de demokrasi ‘Yatalak Hasta’ görüntüsü arz eder.
Hanedanlığın yönettiği bir coğrafya da bireylerin düşünmesi, üretmesi, özgürlüklerin gelişmesi zorluklarla mücadele gerektirir.
Şairi, yazarı, siyasetçiyi suçlu iskemlesine oturtan bir ülke de demokrasi sakız olmaktan öteye gitmez.
Yazarı ‘Holding Ağalarının’ kapıkulu olmamalı.
Siyasetçisi özgürlüklerin bekçisi ve raylarını koruyucusu olmalıdır.
Siyasetçisi yolsuzlukların içinde olan bir ülke de darbeciler için meydan açılır.
Kendilerini dokunulmazlaştıran darbecileri yargı önüne taşımayan süreç işlemediği içindir ki, bu günkü sıkıntılar artmakta ve toplum fukaralaştırılmaktadır.
Refah seviyesi artmayan bir toplumda, geçim derdiyle yanan, ekonomisi dışa bağımlı ve aristokrat sermaye azınlığının her alanda etkin, terör ve iç çatışmalar dalgası kıyılarını thusunami derecesinde döven şartlar ‘Katı darbe Kuralları’ uygulamak için pusuda bekleyenleri destekleyen şartları olgunlaştırır.
Bu süreçler yaşandı.
Yaşanmayacağı konusunda sigorta poliçesi ve teminat mektubu yok.
Demokrasilerde dokunulmazlıklar olmaz.
Bağımsız ve sivil yargı her kesimi kapsar.
‘Ümraniye Davası’ soruşturması bir dönüm noktasıdır.
8 aşamalı operasyonlarda gözaltına alınan isimler ve elde edilen dosyalar, belgeler son 60 yılın gelişmelerine mercek tutmaktadır.
Yargılamalar tren hızıyla değil, uçak hızıyla gerçekleşmelidir ki, toplum gerçeklerle yüzleşsin.
Almanya’da gerçekleşen ve 5 hafta gibi süre de neticelenen ‘Deniz Feneri’ davası ve sonuçları ortadadır.
Kısa sürede bitti.
Minareyi çalan kılıfını hazırlayamadı.
Temyize bile gitmediler.
‘Ümraniye Davası’ 2 yıla yaklaşmakta.
Daha kaç yıl süreceği meçhul.
Toplum bu sürecin kısa sürede bitirilmesini istemektedir.
Zaman geçtikçe dış müdahaleler ve sanıkların belli kesimler tarafından okşanması, himaye görmesi gündeme geliyor.
Bunun da ötesinde, Anayasada bulunan ve 12/Eylül sürecini yargılamaktan kurtaran geçici 15.madde mutlaka kaldırılmalıdır.
90 yaşına gelmiş darbecinin mutlaka yargının karşısına çıkması gerekmektedir.
Halkın gururu için.
İşkencelere uğramış yüz binlerce mağdurun hakkı için.
Neden olmasın?
80 yaşında, ülkenin Başbakanlığını yapmış ve 28/Şubat ayak oyunlarıyla hüküm giymiş siyasetçiyi yargılayıp, ev hapsine gönderiyorsunuz!
Sivil siyasetçiyi yargılamaya gelince dokunulmazlık olmuyor.
Darbecileri yargılamaya gelince dokunulmazlık oluyor.
Bu ayırımcılıktır.
Yüce Divan’da siyasetçiler yargılandı.
Hüküm giyen de oldu, beraat edende.
Her vatandaş eşit olmalıdır.
Eşit haklarla demokrasi oluşur.
Demokrasinin sınıfı ve kontluğu olmaz.
Demokrasilerde darbeler ve muhtıralar olmaz.
Darbe yapanlar, teşebbüs edenler ve halkın seçtiği parlamentoyu denetim altına alan muhtıra teşebbüsleri yasalar önünde suçtur ve yargılanmalıdır.
Bunun yolu demokrasidir.
17/Eylül günleri İstanbul’da toplanan DP yöneticileri geçmişle yüzleşiyor.
12/Eylül günleri halk meydanlarda işkenceleri lanetliyor.
Bu ses halkın sesidir.
Bu sese kulak tıkarsanız aynı akıbetlere davetiye çıkarırsınız.
16 yaşında, lise talebesi iken kalorifer peteklerine kelepçelenerek işkence gören ve baygın halde saatlerce uyutulan biri olarak Bahadır Onat isimli işkencecilerin destek gördüğü darbelerin oluşmamasını istemek insanlık görevidir.
1987 yılında düşüncelerim sebebiyle DGM’de yargılandım ve 5 senelik mahkûmiyete sürüklendim.
Özgürlüğüm kelepçelendi.
Sırtımızda 12/Eylül yargılamalarının sabıkalı mührünü taşıdık.
Senelerdir sırtımızda aslı tabela.
Nereye gitsek karşımızda!
Böylesi bir ayırım ve ayırımcılıktan utanmayanlar bize demokrasi dersi vermesin.
Günümüzde medya kamplaşması sebebiyle ‘Basın Özgürlüğünden’ bahsedenler var.
Çoğu darbelerin alkışçılığını yaptılar.
Bugün en sert şekilde eleştirdikleri siyasal yönetimin destekleyicisi değiller miydi?
Patronlarının iki şapkasından hangisine selam durdukları bilinen gerçek..
TÜSİAD Baronesi yıllarca kimleri destekledi?
Bunlar basın özgürlüğü değil, çıkar özgürlüğünün kendilerine tanınmasını isteyen holding ağalarının kalemleri.
Bu oyunlarla zaman harcanmaktadır.
Özgürlükler bir kesime değil, tüm topluma aittir.
Yargı kararı olmadan kimse hakkında yayın yapılamaz.
Yıllarca bu ülke de medya imparatorluğunun yayın çizgisi yargısız infaz olarak tecelli etti.
Ülkücüleri ve siyasal önderliğini korkunç karalama kampanyasıyla yok etmeye çalışanlar bu medya imparatorları değil miydi?
Özgürlük halk içindir.
Halkı aşağılayan bir medya ve yazar olamaz.
Milletimizin kız çocuklarının başörtüsüyle okuma istekleri karşısında medya imparatorluğunun yazarları ve çizerleri faşist yaklaşımlarla yasakları savunmadı mı?
‘:Başörtüsü özgürlüğü diye bir özgürlük olmaz!’ diyen komprador yazarları gördük!
İğne kendilerine batınca zıplayanlar, halkımıza çuvaldız battığında alkışladı.
Demokrasi ve özgürlüklerin sınıfı, rengi olmaz.
Öncelikle bu boyutu düşünün.
Sonra konuşun.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.