Anne gitti mi herşey biter...

Belki de tahrip edilen anne yürekleri sebebiyle, Bağdat'lar harap ediliyor. Zira bir anne yüreğinin şefkatine doymuş olan hiçbir evlat, hayvanları bile utandıracak bir vahşete, dünyanın hiçbir yerinde imza atamaz.

 
Vehbi Vakkasoğlu
Anlaşılıyor ki, anne yürekleri de, Bağdat gibi işgal altında… Bağdat sahip olduğu petrolün, anneler de yaratılıştan getirdikleri letafetin kurbanı oluyor. Aslında, her ikisi de imansızlığın, maddeciliğin ve menfaatçiliğin mağduru ve mazlumu… Önce güç kaybına uğratılıp, savunma mekanizmaları tahrip ediliyor, sonra da, en acımasız saldırıların hedefi kılınıyorlar.

Ama önce anne yüreği tahrip ediliyor. Anne yüreğinin yangın yerine çevrildiği bir dünyada, Bağdat'ın, Bağdat'ların sözü mü olur?..

Anne şefkatine açlığı ile kuduran insan, aslında evvela kendi yüreğine savaş açıyor, vicdanını ve merhamet duygularını tahrip ediyor… Varlığını bütün yüce ve kutsal duygularından soyutlayıp; kendisini yemek, yatak ve tuvalet üçgenine hapsedip insanlıktan uzaklaşıyor. Böyle bir ucubenin yapamayacağı tahribat düşünülebilir mi?

Sırf kendi maddi ve bedeni zevklerini sınırsızca yaşamak için var olduğunu sanan bir hayvan durumuna düşmek, insanın en acı ve acıklı dramıdır.

Bu insanlık dışı hal dolayısiyle, acıyı acıyla bastırmaya çalışıyor ve düştüğü bataklıkta çırpındıkça daha çok batıyor. Bir canavarlık duygusuyla, en küçük ve geçici bir zevki uğruna bütün varlığı heba ve feda edebilen insan, artık insan değildir.

İşte, bu insanlıktan uzak ortamda, en çok ezilen ve harcanan kadındır. Görülen o ki, kadınlar, fiziki zayıflığı ve kalbi saflığı ile bu acımasız kurtlar sofrasının sarhoşlarına meze olmaktan kurtulamıyor.

Sadece bir oyun ve eğlence vasıtası kılınan, şehevi zevklerin aracı durumuna düşürülen kadın, tabii ki annelik duygusundan uzaklaştı, hatta nefret eder hale getirildi. Böylece en önemli gücünü kaybetti. Kadın annelikle birlikte, kendisini ulaşılamaz bir makama çıkaran yücelik vesilesini yitirdi ama insanlık da kaybolan annelerle birlikte, yüreğini, sevgisini, şefkatini kaybetti… Zira annesiz sevgi zor; şefkat ise imkânsızdır…

Batı dünyası, kaybettiği değerlerin gününü, haftasını icat ediyor. Anne muhabbetini yitirince anneler gününü gündeme getiriyor. Sonra babalar günü, yaşlılar günü, komşular günü, engelliler günü vs… Bu gidişle, insani kayıplarımızın günleri bir yıla sığamayacak… Annelerin günü var olalı beri, kendileri yok gibi…

Annelik, bir güne sığdırıldı… Ödeşilemeyecek hakları da, birkaç hediye ile geçiştirilmeye çalışıldı. Batı dünyası, kaybettiği özü, söze, gösterişe döktü. Yitirdiği ruhu maddede ve bedende bulmaya çalıştı. Ama özsüz söz ve eylem işe yaramıyor, kaybedilen mana ve ruh da, maddede bulunamıyor.

Bu acı gerçek bize şunu emrediyor:

İNSANLIK DÜNYASININ

EN ÖNEMLİ HAZİNESİ, ANNE YÜREĞİDİR.


Bu sebeple, ne pahasına olursa olsun, o şefkat kaynağını korumalı ve kurtarmalıyız. Manevi yangınlardan ilk kurtarılacak olan değer, anne yürekleridir. Bu gerçeği önce kızlarımıza anlatmak zorundayız.

Kendi değerlerinin farkına varmalılar. Kendilerini, bütün şer odaklarının saldırılarından korumalı, basit, geçici, fiziki bir takım zevkleri uğruna, hiçbir alçağın istismarına geçit vermemelidirler. Anneler, iman, ahlak ve erdem ölçülerini hâkim etmek hususunda çabalarını yoğunlaştırmalı, gerçek insanlık değerlerine sahip evlat yetiştirmelidirler. Çünkü şikâyet edilen her erkek, aynı zamanda bir kadının, bir annenin eseridir.

Yani iş dönüp dolaşıp kadına, yani anneye gelmektedir. Anneleri korumak ve kurtarmak da öncelikle annelere düşmektedir. Bu sebeple, önce anneyi gerçekten anne yapmalı, bir şefkat kahramanına dönüştürmeliyiz.

Çünkü kadın kurtulursa, insan kurtulur. İnsanın düzeldiği yerde, her şey düzeltilmiş olur. Her insan, bir annenin eseridir. Annedir yürekleri şefkatle yoğuran, Annedir kalpleri sevgiye doyuran…

* * * Osmanlı anaları yürekleriyle dağı, taşı, ovayı denizi, gölü, ağacı toprağı, suyu kavrayıp kuşatmıştı. Onların muhabbetiyle ve onlara muhabbetle, tabiat coşar, bereketini taşırır, aş, ekmek olur, varlığı doyururdu. Rahim isminin tecellisine mazhar o güzel gönüllülerle, her şey güzelleşir, gelişir ve fıtratına uygun bir biçimde bu dünyaya bir fayda sunar, görevini mükemmel biçimde yapıp giderdi.

Önce Osmanlı anasının iklimi, ortamı, atmosferi bozuldu. Sonra da, her şey çirkinleşti, kabalaştı, katılaştı, sevgisizleşti… Yalnız meyveler değil, ruhlar da hormonlandı. Sun'ilik herkesi ve her şeyi kapladı. Tabiattan uzaklaşmak, bir bakıma tabiatın yaratıcısından da uzaklaşmak anlamına geldi…

Tabii ki bu olumsuzluk, yavaş yavaş oldu, azar azar geldi, bu yüzden de hissedilmedi. Hatta olumsuz değişim fark edilmedi bile… "Bize bir nazar oldu Cumamız pazar oldu. Bize her ne olduysa Hep azar azar oldu."

Osmanlı'yı çözüp dağıtmak isteyen düşmanlar, ailenin önemini fark ettiler. Toplumumuzu ayakta tutan ailenin temelinde annelerimiz vardı. Anne yetiştiren anne yürekleri tahrip edilmeden Osmanlı çökertilemezdi. Evet, bu gerçeği gördüler ve insan yetiştiren ocağı, ailemizi ortadan kaldırmak için hücuma geçtiler. Şunu da apaçık gördüler ki, anne varken aile tahrip edilemezdi. Öyleyse, ilk hedef anne olmalıydı.

Kadın, cinsi bir meta haline getirilip, nefsinin esiri kılınırsa, annelik makamından da düşürülmüş olurdu. Bu yüzden, manevi topların ilk hedefi, şefkat kahramanı olan anneler oldu. Batılı toplum mühendislerinden birinin, içimizdeki işbirlikçilerine verdiği şu emir, bahsinde bulunduğumuz konuyu bütünüyle özetlemektedir: "Batılı bir topluma dönüşebilmeniz için, Kur'an'ı kapatın, kadınları açın!" Aslında bu teklif, tek maddeden ibaret de olabilirdi. Zira Kur'an kapandıkça açıldı kadınlar… Kur'an kapandıkça kapandı iyiliğin, doğruluğun, güzelliğin yolları… Annelerin şefkatli kucakları kapandı Kur'an kapandıkça… Bunu anlayamayanlar, kadınlarımızı açıldıkça açılmaya, daha da, daha da açılıp saçılmaya teşvik edenleri de anlayamadılar. Kılık kıyafet üzerinde neden bu kadar çok durulduğuna şaşırıp durdular… Oysaki yapılan tersinden doğruydu. Toplumu tahrip için, aileyi, aileyi bitirmek için de anneyi ortadan kaldırmak gerekirdi.

Çıplaklığı çağdaşlık sanan kadın, büyük bir hızla annelikten uzaklaştı. Evlenmekten, evden, çocuktan kaçtı… Bu suretle toplum sevgiyi, şefkati, merhameti unutmaya başladı. Anneler gerçekten anne olmadan, insanlar yaratılış çizgilerini, yani normal olanı yakalayamazlar. Sevgisizleşmiş Batı toplumları bu gerçeğin en önemli göstergesidir. Bu sebeple de, onların Bağdat'ta bir damla petrol için, bin damla kan dökmeyi hoş görmelerine hiç şaşırmamak gerekir. Bu sebeple de, Bağdat'ın, Bağdatların kurtulması için, önce anne yüreklerinin kurtarılması gerekir diyoruz.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.