Sütçü İmam’ın Vefatının 86. Yıldönümü Vesilesiyle

İşgal nasıl olur bilir misiniz?

Veya ne demek?

Meselâ her sene bir şehrin “işgalden kurtuluş”u kutlanır. “Elin gâvuru” gelmiştir; namluyu dayamış, dipçiği vurmuştur. Mukaddesata, namusa musallat olmuştur. Akabinde uyanış, direniş ve peşinden çarpışma başlamıştır. Düşman kovulmuştur! Halk içinde filân yerin, falân ilin kurtuluşu diye Türkiye’de birkaç saatlik tören ve ayaküstü konuşmalarla halka bir “kurtuluş” anlatılır, anlatılır. Bir savaş verilmiştir. Ve verildiği yerde bitmiş, “kurtuluş”a erilmiştir. Artık “kurtuluş” dediğimiz her neyse içini doldurmak size kalmış...

Bugün akıl, şuur ve hafıza için kurtuluş, “tanımlanamayan şey” dir. Kurtuluş Savaşı’nda işgalcinin neler yaptığı resmî tarihte anlatılmaz. Bunun sebebi, işgalciye kin, öfke ve nefret duyulmaması içindir. Dün dedenize neler yaptığını bildiğiniz bir düşmanı bugün “dost” olarak benimser misiniz? Apaçıktır ki bu bir iman davasıdır!




Size, bildiklerinize, hafızanıza, varsa hatıranıza, okuduğunuza, rastladıysanız şahitlere, ve şansınıza! “Kurtuluş”un ne olduğunu bilmenin “şans”a kaldığı bir memlekette yaşıyoruz.

Siz yoksa kim kılıç sallamış, kim kurşun atmış, kim savaşmış, kim ölmüş, kim kalmış “geçmiş olsun” diyenlerden misiniz?
Ne kadar “geçmiş”?
Gerçekten geçmiş mi? Adına “Kurtuluş Savaşı” dediğimiz bir savaştan etkilenmemiş olanımız yoktur.
Ya sonra?..
Geçen nesilleri “kurtulmuş” mu kabul ediyoruz?
Kurtarıcıları gelmiş, onlar da bulmuş mu?
Bulamamışsa gerekeni yapmış mı?
Memleketin aydınları bunu yazmış mı?
Kurtulduysak neden ve kimlerden kurtulduk?
İşgalden ve düşmandan mı?


Birileri bize, “düşman vatanı terk etti, kurtulduk!” dedi. Biz de kurtulduğumuza inandık. İnandıklarımız kurtarıcı, kurtarıcılarımız inandıklarımız mıydı? İnsan inandığına dinini, vatanını, namusunu, değerlerini, şuurunu emanet eder. Mondros Mütarekesi’yle Anadolu’ya uzak bir yerlerde bilmediğimiz, tanımadığımız insanlar, bilmediğimiz tanımadığımız insanlar eliyle, o güne kadar “vatan nöbeti namustur” inanışındaki Mücahid Mehmetçik’imizin “namus” telakkî ettiği silahını, düşmana teslime zorlar. Batı emperyalizmi düzenli ordu Mücahid Mehmetçik’i dize getiremeyeceğini görmüş; karşısındakinin “millet- ordu” olduğunu anlamış, Türklerle (Müslümanlarla) emperyalizmi bitirecek bir savaşa girmektense, başka “unsurlar” üzerinden “daha ucuz” şartları oluşturmayı hedeflemiştir. “Demokratik sömürgeleştirme…” Bu noktada bir “anlaşma zemini” nin varlığına inanmaya hazır “muhataplar” bulmakta zorlanmayan Batı politikacısıyla işbirliğine hazır hainler, Batılı’nın müslüman kanı damlayan elini havada bırakmamıştır. Millete tecavüz edenin, müslüman katledenin, mülkü yağmalayanın elini!.. “Millet-ordu” şuurunun devam etmesine engel tezgâhlardan biri de, işte başta zikrettiğimiz şu “kurtuluş günleri” yalanıdır. “Kurtuluş” fikrinin eyleme dönüştüğü, birer imân ve aksiyon numûnesi halinde yaşadığı 1919 şartlarında dedelerimizin düşmanı açıktı.

Göz, düşmanın ruhunu ve niyetlerini gözlerden okuyabiliyordu. O göz bugün üzerine kalın bir perde çekilmiş, bakar kör olmuş. Evine kadar girmiş düşmanın varlığını hissetmediği gibi, beş duyu organını aynı düşmanın “az gelişmiş” dediği bir statüde, Batı Hayat Tarzı yönünde kullanır olmuştur. Mütareke şartları… 2 Şubat 1919… Antep, Maraş ve Çukurova bölgesi Fransız işgal bölgesi olarak taksim edilir. Çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngiliz lejyonerleri Maraş’a girer. 29 Ekim 1919’a kadar işgal günleri nasıl geçmiştir, kim ne yapmıştır fazla bir malûmat yok!..

O gün İngiliz işgalcisi, bölgedeki Ermenilerin tezahüratları arasında şehri Fransız işgalcilere devredecektir. Düşman, aralarındaki anlaşma gereği bu defa Musul’umuza girmiştir. 24 saat geçer; 2000 kişilik Fransız lejyoneri Ermeni, Cezayirli ve Fransız askerlerden oluşan işgalci, yine Ermenilerin ‘Yaşasın İngilizler!’ tezahüratları, Ermeni kadınların taşkın alkışları arasında Maraş sokaklarına sökün ederler.

31 Ekim 1919 Cuma… 3 müslüman kadını gören Fransız, “Burası artık Türk (İslâm!) memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınlarımızın başörtüsüne el uzatır. Sokak çınlarken yakındaki Kel Hacı’nın kahvesinden yetişen namus günü kahramanı Çakmakçı Sait, “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diye kükrer ve Fransız Ermeni Lejyonerlerini tepeler. Sait’i kurşunla durdururlar… Şehit!..

Havadaki barut kokusu dağılmadan aynı sokaktan bu sefer bir Sütçü davranır. Bu, İslâm tarihine Sütçü İmam diye geçen, mahallede imamlık da yapan Sütçü Ali’dir. Demokrasi, özgürlük, insan hakları demez, tetiğe basar ve işgalciyi oracıkta gebertir.

Sütçü İmam, yüreğinde “insanlık yalnız müslümanlıkta vardır” inancı, ardında başka bir leş daha bırakmış ve izini kaybettirmiştir. İz aslında kaybolmamıştır. Bıraktığı iz, tüm şehri direnişe geçirir. Ve Maraş şahlanır. Düşman, demokratik sömürgeleştirmeye direnen şehirde sağa sola ateş eder. Bir şehit daha… Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin!..

Bu sırada Türkleri/ Müslümanları katledip kadınlarını alacakları, camilere çan takacakları duyurulur. Fransızların intikamı, Irak’ta, Bağdat’ta, Bakuba’da, Tıkrit’te, Ramadi’de yaşananın aynıdır:

Sütçü İmam’ın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadir’in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayarak burun ve kulaklarını kestikten sonra, boğazlayarak şehit ederler. Sütçü İmam Ali, 25 Kasım 1922’de anasından emdiği ak süt gibi Müslüman öldüğünde Ankara, Anadolu’yla arasına kalın bir perde çekmiş “işgal nasıl görünmezleştirilir” ihanetinde ve “düşmanı nasıl dost gösteririz” kaygısındadır.

29 Ekim 1919’da İngiliz işgalci Maraş’tan çekilirken, aynı tarihten 6 ay sonra işbirlikçilerin yüzüne hain denilebilen Meclis’te, çeşitli ayak oyunlarıyla “tasfiye”ler olmuş ve Cumhuriyet’in ilan edildiği tarihe kadar geçen süreçte demokrasi, özgürlük mavalları her tarafı basmış, asıl büyük tehlike iç düşman, açıktan başını göstermeye başlamıştır. Demokratik sömürgeleştirme, 1919’un cemiyet şuuru kademe kademe örselenerek bugüne gelmiştir.

Tek kurşunla remzleşen Sütçü İmam’ın memleketi Anadolu evlatlarının şuuru ne zaman süt gibi berraklaşacak?

İşgalcinin ve içerideki işbirlikçilerinin arzusuna göre bir tarihle nesiller yetişmiştir. Tarihimizin ancak Sütçü İmam gibi nice 1919 mücahidlerinin mânâsıyla mânâlanacağını, gerçeğin ancak vatanın dört bir yanını sarmış NATO işgal-terör üslerine taarruzla, yani İslâm aksiyonuyla göze geleceğini, “millet-ordu”nun ancak o gün var olacağını ne zaman anlayacağız?

Anladığımız anda, sütünü kokmadan, kesmeden, vakit kaybetmeden sattığı gibi, düşmana da ânsızın haddini bildiren Sütçü İmam Türklüğünü/müslümanlığını gösterecek miyiz?

Vefatının 86. yıldönümü vesilesiyle Sütçü İmam Ali’ye selam ve Rahmet....

KAYNAK:Baran Dergisi/Cumali DALKILIÇ

4 yorum:

  1. Degerli Kardesim,
    Allah Razi olsun. Yazilamiyanlari yazmak ve konusmak zamani gelir insallah.
    6 ay kadar önce trt int televizyonunda, o günleri yasayan bir yasli müslümanla yaptiklari röportajdan bir iki saniye gösterdiler. Fransizlar geri giderken halkimiza söyle demisler:
    - Biz simdi gidiyoruz ama cok yakinda tekrar geri gelecegiz!
    Ve röportaj kesildi. Trt komik programlar yapmiyor mu? Birakin ihtiyar halkimiz gercekleri anlatsin da biz cahillerde gercekleri ögrenelim biraz.
    Yalancinin mumu yatsiya kadar yanar derler ama bu mum bildigimiz mumlara benzemiyor.
    Muzaffer Alev Kopenhag Danimarka
    www.esir.webbyen.dk
    www.islamidavet.wordpress.com

    YanıtlaSil
  2. Allah razı olsun Allah devamını getirsin inşAllah.

    YanıtlaSil
  3. Sütçü İmamları susturdular,,,,Onların sesini AB-D ile birlikte kıstılar ülkemde sessiz çoğunluğun sesi çıkmaya başladığında yeniden OSMANLI ile gelecektir sütçü imam nesli......

    YanıtlaSil
  4. ne kadar guzel kahrmanmarasli olmak cedddimii okudukcaa onur duyuyorum

    YanıtlaSil

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.