T a r a f s ı z D e ğ i l i z

(anadoluhaber) YENİDEN ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK DERGİSİ

YENİDEN ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK DERGİSİ

PROF.FR. ÇETİN YETKİN YÖNETİMİNDE YAYINLARINA DEVAM EDİYOR

 

ARALIK 2008 123. SAYIDA ÖNE ÇIKANLAR

KIRK HIRSIZ BİR ÇIPLAK

Böyle duymuş, böyle bellemişiz: atalarımız ne söylemişlerse hem güzel, hem doğru söylemişlerdir. Bu yüzden olacak, tatsız mı tatsız bir söyleşi sırasında bile, biri canımızı sıkan konuya ilişkin bir atasözü andı mı birden rahatlayıveririz.  Atasözü karamsarlığımızı yüzde yüz doğruladığı zaman bile, incecikten bir esenliktir sarıverir benliğimizi, tartıştığımız sorunun atalarımızca da bilindiğini, bunun sonucu olarak da sorunun çok eski zamanlardan beri konuşulageldiğini görmek tüm karamsarlığımızı alıp götürür. Atasözleri yalnızca karamsar olduğumuz zamanlarda da yetişmez imdadımıza, çoğu kez  iyimserliğimizde de destekler bizi. Örneğin “Kırk hırsız bir çıplağı soyamamış” gibi kimilerimiz için doğruluğu oldukça kuşkulu  bir atasözü bile yaşamakta olduğumuz şu uğursuz dönemde içimizi kutsal bir alev gibi ısıtıverir. Atalarımız kırk hırsızın tek bir çıplağı bile soyamadığını saptamış ve söylemişlerse, halkımız da bu sözü unutmamış ve bugüne dek yineleye gelmişse, bu sözde küçümsenmeyecek bir gerçek payı var demektir. Ömer Asım Aksoy da “Sömürücüler ne kadar usta olurlarsa olsunlar, sömürülecek bir şeyi olmayandan yararlanamazlar” gibi bir tanımla doğrular bunu[1].  Kanıtı da ortada, gözlerimizin önündedir: biz bizi bildik bileli çıplaklar hep aramızdadır, sayıları da azalmaz. Daha da ilginci, “Ben zengin severim”, diyen cumhurbaşkanlarına inat ya da, cumhurbaşkanlarının ve bakanlarının desteklediği  her yeni zengin on bin, yirmi bin, elli bin, yüz bin yurttaşın daha yoksullar arasına katılmasına yol açtığına göre, cumhurbaşkanlarının ve adamlarının gönülden çabalarının sonunda, sayıları her geçen gün biraz daha artıyor demektir. Bu da, tüm çıplaklıklarına karşın, zenginleri ve zenginlikleri kendilerine borçlu olduğumuz yoksul kardeşlerimizin ellerinden alınamayan bir şeylerin iyesi olduklarını gösterir. Atalarımızın da bu gerçeği içkin bir biçimde doğruladıkları söylenebilir.


[1] Bkz., Ö. A. Aksoy, Atasözleri sözlüğü I, Ankara, Türk Dil Kurumu, 1971.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Tahsin YÜCEL

OLMAYANA ERGİ

BAŞLIK VE KONU:

“Taze olay” bolluğunda konu seçmek çok zor geliyor insana. En azından bana… Bu yazı için de öyle oldu, çünkü oldukça bereketli bir ay geçirdik. Örneğin, işlemekle hiç tükenmeyecek görünen şu tarihsel değerdeki “Ergenekon” olayı, “Mustafa” belgeseli, “Üzmez” rezaleti, “Obama”, vb.  Ama bu konularda o denli çok şey söylenip yazıldı ki, doğrusu bir de ben el atma yürekliliğini gösteremedim: Kolay mı, başkalarının dile getirdiklerini yinelemeden özgün birşeyler yazmak?! Kaldı ki bir de alan sorunu var: Örneğin ben bir hukukçu değilim… Bir ara, Olli Rehn’in “türbanda uzlaşma” önerisi geldi usuma ve hemen “AB’nin ılımlı tesettür önerisi” başlığı altında bir değerlendirme yapmayı  tasarladım; olmadı…

Başka bir konu aranırken, ülkemizin yazgısını belirlemeye yönelik tartışma yöntemlerini düşündüm: Sanki yeni bir devlet kurmak istiyorlarmış gibi bir izlenim uyandı bende ve bir tür “kurucu meclis” canlandı gözümde. Ellerimi ovuşturarak “Tamam, buldum!” dedim  ve “Türkiye üstüne kurucu meclis çalışmaları” başlığı altında “güzel bir yazı döşenebilirim”  diye coştum.

Sonra duraksadım: “Kurucu meclis” yerine “yıkıcı meclis” de olabilirdi. Derken baktım, yerleşmiş böyle bir hukuk deyimi olmaması bir yana, sözünü edeceğim olaya pek uygun düşmüyordu; çünkü o durumda,  kurulmuş bir yapının yıkılması söz konusu olabilirdi; yani bizim gibilerin korktuğu anlamda… Kaldı ki küresel oyuncuların tutumuna bakılınca da,  durum öyle görünmüyor. En iyisi, aynı içerikte bir konuyu,  alanım dışında bir bilgiçliğe kalkışmadan, içinden az çok  çıkabileceğim bir düşünüş yordamıyla  irdelemekti:

Beni coşturan o başlığı sildim.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof.DrMehmet YALÇIN

myalcin@akdeniz.edu.tr

ATATÜRK VE DİYAP AĞA

Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin önde gelen belgelerinden birisi; devletin kurucusu Atatürk ile güneydoğu halkının temsilcisi olarak, Birinci Büyük Millet Meclisi’ne Tunceli (Dersim) milletvekili olarak giren Diyap Ağa’nın, meclis toplantısına giderken aynı arabada çekilmiş olan resimdir. Tarihi bir anlama sahip olan bu resme bakıldığı zaman; günümüzde yaşanmakta olan olumsuz olaylar zinciri doğrultusunda, birlikte yaşama konusundaki geçmişten gelen duyarlılığı çok iyi yansıttığı görülebilmektedir. Dünyanın merkezî bölgesi olan Anadolu’da, bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti‘ni kurmuş olan Atatürk, Misak-ı Milli sınırlan içerisinde değişik kökene sahip değişik insan topluluğunun yaşamakta olduğunun bilinciyle bu koşullan dikkate alarak bir ulus devlet birlikteliği yaratma çabası içinde olmuş ve bu doğrultuda doğulu vatandaşlarımızla bütünleşmeye çaba göstermiştir.

Modern çağların bir verisi olarak Avrupa’da ortaya çıkmış olan uluslaşma sürecinin-Orta Doğu’ya doğru yayılmasıyla, çok uluslu kozmopolit imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu, dağılmaya doğru sürüklenmiş, imparatorluğun on binlerce kilometrekarelik büyük topraklarından kaçıp gelerek, merkezi alanda bir büyük ulus devletin çatısı altında eski Osmanlı vatandaşları bir üst kimlik olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığında birleşmişlerdir. Anadolu’nun doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşamakta olan değişik kökenli insan toplulukları da Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alarak ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı çıkarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte Türklük sıfatını ve kimliğini bir üst kişilik olarak kazanmışlardır.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

HAVAİ FİŞEKLİ “TAKİYYE”

İstanbul, Cumhuriyetin 85. Kuruluş Yıldönümü vesilesiyle olağanüstü bir havai fişek gösterisi yaşadı. On binlerce İstanbullu Boğaz’ın eşsiz güzelliğinin daha da büyüleyici kıldığı bir ışık, renk ve müzik şölenini yaşadı. Türk insanı da, ulusal kanalların canlı yayını vasıtasıyla  bu özel kutlamanın şahidi oldu.  Görüntüler, ekran başından izleyenler için dahi çok güzel ve etkileyiciydi. Dolayısıyla cumhuriyetin ilanı gibi Türk Milleti için olağanüstü bir önem taşıyan tarihi bir olayın yıldönümü kutlamalarına yaraşır nitelikteydi.

Ancak kutlamalar ne kadar ışıltılı ve parlak olurlarsa olsunlar geçicidirler: isterseniz on bin ton havai fişeği patlatın, renkli lazer demetlerini saatlerce  gökyüzünde gezdirin. Sonunda gerçeklere dönmek zorundasınızdır. Ve daha önemlisi, döneceğiniz gerçekler, rahatsızlık ve endişe vericiyse, renk, ışık ve müzik cümbüşü gözleri ve bir ölçüde gönülleri alsa da, akılları baştan alamaz. Patlayan fişekler bir anda sadece gökyüzünü değil, tatsız ve rahatsızlık verici gerçekleri de aydınlatır. Türkiye’nin, bu gösterileri düzenleyen zihniyetin altı yıllık iktidarı sonunda geldiği çok vahim nokta, bütün netliğiyle belirir: kendisi için binlerce havai fişeğinin patlatıldığı Cumhuriyet, tam da 85. Yılında Türk Milleti adına kendisini var eden Meclis'in yüce çatısı altında açık bir saldırıya maruz kalmış, üstünde yükseldiği kurucu, yani değiştirilmesi dahi teklif edilemez değerler tartışmaya açılmıştır.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

H.Ufuk SÖYLEMEZ

10 KASIMLAR

HESAP VERME GÜNLERİDİR…

10 Kasımlar; Atatürk’e yas tutmalarla, saygı duruşunda bulunmalarla yetinmeler günü değildir, gerçeğinde hesap vermelerin günleridir. Yas tutma da, sevgi ve saygı gösterme de bu “hesap” vermenin, nerden nereye geldiğimizi sorgulamanın içindedir.  Hesabın büyük yükü de öncelikle ve özellikle, Anıtkabire giden, çelenk koyan, saygı duruşunda bulunan, anıt defterine yazan ülke yöneticilerinin  üstündedir. Saygı duruşlarında neyi düşündükleri bilinmez ama, 10 Kasımlarda tören giysileri içinde Atatürk’e gitme, medyada görüntüye girme, içtenlikten uzak demeçler verme, sıradanlık  kokan sevgi gösterilerinde bulunma bir tören Atatürkçülüğüdür, bir yasak savma işidir.

Gerçeğinde saygı duruşlarından öte sevgi duruşlarımız olmalı bizim. Vatan  kurucularımızın hepsine, bu uğurda ölen şehitlerimize, gazilerimize gönül borcunu ödeme gibi bir onur duyarlığımız atmalıdır yüreğimizde. Sormalıyız ve söylemeliyiz, cumhuriyetimizi nereden nereye götürdük? Nerdeyiz şimdi?

Baştan alalım: Batı emperyalizminin, “tek dişi”, yalnız parçalama ve yutma dişi kalmış canavarının önünde seni kuşatan devletlere karşı bir ölüm kalım savaşı vermişsin. Yenmişsin. Yıkılmış Osmanlıdan bir ulus çıkarmışsın. Türkiye olmuşsun. Osmanlıdan kalan bütün boyundurukları Lozan’da çekip atmışsın. Bağımsız, özgür, kendi ayakları üzerinde duran bir çağdaş ülke olma yolunu tutmuşsun. Ortaçağ kalıntılarını temizleyerek “aklın ve bilimin” yol göstericiliğinde bir aydınlanma devrimini başlatmışsın. İlkelerini koymuşsun, tarımda, sanayide, eğitimde, dilde, sağlıkta, akla gelen her alanda coşkulu bir kalkınma atılımına girmişsin. Bir büyük destan yazmışsın. Emperyalizmi ilk kez yenilgiye uğratmış, bütün ezilen, sömürülen halklara umut olmuşsun...

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Yetkin ARÖZ

AFRO-AMERİKAN EMPERYALİZMİ

Emperyalist sermayenin kurmuş olduğu ABD’deki sözde “demokratik” diktatörlük, aslında halkın, yönetimden uzaklaştırıldığı bir düzenin kıskacı altında sınır tanımaz bir vahşilikte sömürülmesi ve uysallaştırılmasından başka bir şey değildir. Artık dünyada bundan böyle yeni bir emperyalizm uygulaması gündeme getirilecek; “Afro-Amerikan” emperyalizmi güler yüzlü bir empati içinde ambalajlanarak ezilen dünya halklarının üzerine çullanacak. Dünya’nın ABD karşıtlığı yüzde doksanın üzerine çıkmış durumdayken, “değişim” adıyla emperyalizm, yüzüne bol miktarda makyaj malzemesi sürüp değişiklik yaparak halklar üzerindeki karşıtlığı aşağı çekmeye çalışıyor ve Afrika kökenli birisiyle Afro-Amerikan emperyalizmini yürürlüğe koyuyor. Bu da kapitalizmin, yeni paradigmalarla yeniden yapılanma, inşa sürecine girdiğinin işareti olarak ortaya çıkıyor. Yani kapitalizm, bilinen köklü tanımlamayla; “ krize düştüğü an, mutlaka yeni bir çıkış bulur” ilkesini anımsatıyor. Oysa ABD, mali çöküşünü toplumsal saptırmalarla halk kitlelerinden gizlemeyi ve zaman kazanmayı amaçlıyor. Hiçbir saldırgan amacından geri adım atmayacağının belirtilerini yansıtmayı da sürdürmekten geri durmuyor. Başkan’ın birlikte çalışacağı isimlerin öne çıkmaya başlaması, eskinin devam edeceğini ve sürecin yapay olduğunu gösteriyor. Sokaktaki zencinin yaşamında farklı bir durum olmayacak; yine karton ve teneke evlerde işsiz olarak yaşamını sürdürecek. Son mortgage krizinden tüm varını yoğunu kaybetmiş, naylon çadırlarda yaşayan 2 milyondan fazla aileye değişim hiç uğramadan geçecek!

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Orhan ÖZKAYA

REKTÖRLÜK SEÇİMLERİ VE CUMHURBAŞKANI (CB) GÜL

28 Ekim 2008 tarihinde http://www.mudafaaihukuk.com/123-akaydin.htmbasına yansıdığı üzere Cumhurbaşkanı Gül, TUSİAD tarafından düzenlenen, yükseköğretim ile ilgili toplantıda özellikle rektörlük seçimi ile ilgi yetkilerini tartışmaya açmıştır.

 CB. Gül, rektörlük seçimlerinin üniversitelerde ideolojik çekişmelere yol açtığını, yeni bir seçimle atama biçimi gerektiğini, bu konudaki yetkilerini tarafsız bir kuruma devretmeye hazır olduğunu beyan etmiştir. Esasen yasa koyucu 1992 yılındaki bir değişiklikle seçim sistemini getirirken, Anayasa en tarafsız olması beklenen kişi olan Cumhurbaşkanına atama yetkisini vermektedir, ancak CB.Gül’ün açıklaması zımnen cumhurbaşkanlığının tarafsızlığını yitirdiği anlamına gelmektedir.

Cumhurbaşkanı Gül, neden böyle bir açıklamaya gerek duymuştur; iki olasılık vardır.

 

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof.Dr.Mustafa AKAYDIN

Akdeniz Üniversitesi Eski Rektörü

ve 2007-2008 Üniversiteler Arası Kurul Başkanı

GÜL’ÜN AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ

İSRAFİL KURTCEPHE HAKKINDA

http://www.mudafaaihukuk.com/123-yetkin1.htmAkdeniz Üniversitesi Rektörü ve Üniversiteler Arası Kurul Başkanı Prof.Dr.Mustafa Akaydın, üniversitede yapılan rektör seçimlerinde en çok oyu aldı, YÖK tarafından da Gül’e gönderilen listede Akaydın birinci sırada gösterildi. Buna rağmen Gül, Akaydın'ı değil ama Kurtcephe’yi rektör olarak atadı. Üstelik, Akaydın, sekiz yıl rektör yardımcılığı, dört yıl de rektörlük yapmıştı, başka bir deyişle yönetimsel deneyimi vardı. Oysa, Kurtcephe’nin böyle bir deneyimi de hiç yoktu. Gül’ün Kurtcephe’yi atamasının bir nedeni olmalıydı. Bunu anlayabilmek için yeni rektörü yakından tanımamız gerekiyor.

 

BÖLÜM I

 Önce bir belge ile başlayalım işe.

Dinsel yayın ve tanıtım yapan ve www.eskieserler.com adresinde bulunan sitede 13 Haziran 2008 tarihine kadar İsrafil Kurtcephe sitenin yazarları arasında iki ayrı yerde gösterilmekteydi. Bunlardan birinde Fethullah Gülen’in de fotoğrafı bulunmaktaydı ve şöyleydi:

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof.Dr.Çetin YETKİN

YENİDEN  

HIYANET-İ VATANİYE KANUNU

Son günlerde kentlerde giderek artan, kırsalda ağır silâhlar bile kullanan terör görünümü altındaki gelişmelerin, örtülü ya da açık destekçilerinin Türk ordusuna saldırıları, Mütareke dönemini anımsatan boyutlara ulaşmıştır. Devletimizin bütünlüğü ve ulusumuz için kutsal kuruluş olan ordumuza söz ve yazı ile sataşmalar da yine savaş koşullarının ihanet odaklarını anımsatmaklardır. Bu durum içinde yaşanılan koşulların terör olduğu kadar savaş koşullarının yaşandığını göstermektedir. İçinde bulunulan koşullar karşısında her yurtseverin, ulusal sorunlara duyarlı olarak, sorunlara yönelik çözüm önerilerini geliştirip, kamuoyu ile paylaşmaları yurtseverliğin bir gereği olmalıdır. Bu bağlamada kimi saptama ve önerilerde bulunmayı, yurttaşlık görevi olarak görüyorum. 

TERÖR VE AMACI

Latince, "korkudan sarsıntı geçirme" ya da "korkudan dehşete düşmeye sebep olma" anlamlarına gelen "terrere" sözcüğünden türeyen terör deyimi, Türkçede; "yıldırma, korkutma" anlamına gelmektedir. Genel olarak da; "bir gurubun, bir toplumda halkın direnişini kırmak için meydana getirdiği ortak korku" anlamında kullanılmaktadır. Terörü gerçekleştirmeyi amaç edinmiş olanlara “terörist” denilmekte ve teröristler; toplumda korkuyu yaratabilmek için kamu otoritesini yıkmaya yönelik girişimde bulunmaktadırlar.

Konu ile ilgili olarak yürürlülükte olan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 1.maddesi; "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." hükmünü taşımaktadır.[i]  Terörü, belli bir ideolojinin etrafında örgütlenen teröristler gerçekleştirmektedir.

Özetle denilebilir ki terör; belli bir ideolojinin gerçekleştirilmesi için kamuoyunun dikkatini çekmek üzere; gizlilik esasına dayalı kurulan örgütün, şiddeti etken olarak kullanıp,  kamu otoritesini yıkmak için hedef kitleyi yıldırmaya yönelik eylemlerde bulunmaktır.


[i]15 Temmuz 2003 tarihli ve 4928 sayılı kanun ile değişik birinci fıkra: http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/Metin

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Hüsnü MERDANOĞLU

İSVİÇRE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ ZÜRİH

VİCDAN SAHİPLERİNE ÇAĞRI

 Dr.Hüseyin PEKIN

Kamu Hukukçusu / İsviçre

 

 Konu: ADD Genel Başkanı Em. Orgeneral Şener ERUYGUR’un tutuklu bulunduğu Kandıra Cezaevinde merdivenden yuvarlanarak çok ağır surette sakatlanmasına yetkili heyetçe aydınlatılması hk.

 

Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün talimatıyla tutuklanarak Kandıra Cezaevine konulan emekli Orgeneral Şener ERUYGUR’un merdivenlerden düşmesi üzerine çıkan yuvarlanma sesini işiten, eski askerlik şimdide cezaevi arkadaşı olan emekli Orgeneral Hurşit TOLON’un zamanında görevlilere haber vermesiyle yaşamda kalabildiğini öğrendiğimizde her vicdan sahibi gibi ben de bir yandan sayın TOLON’a, “Iyi ki siz vardınız Paşam!” diyerek şükranlarımızı arz ederken, öte yandan da aşağıdaki sezgi ve sorularımızın doyurucu yanıtlarla aydınlığa kavuşturulmasını istemekten de kendimizi alıkoyamıyoruz:

(1) Sayın ERUYGUR’un merdivenden düşmesini işiten-gören bir Cezaevi görevlisi ortalıkta yok mu imiş? Hurşit Paşa da imdadına yetişmeseydi ne olacaktı acaba?

(2) Sayın ERUYGUR’un yüksek tansiyon ve şeker hastası olduğunu, buna bağlı denge bozuklukları oluşabileceğini Cezaevi görevlilerinin bilmeleri ve buna göre gereken önlemleri almaları gerekmez mi idi? Ihmalleri görülenlere ne yapılmıştır?

(3)Basınımızda yer alan merdiven basamaklarında yapım hatası olup olmadığına, korkuluk bulunup bulunmadığına, bakım-temizlik işlerinin ne zaman, nasıl yapıldığına dair bir bilgiye rastlamış değiliz. Şayet merdivenler kayma riski olan bir madde ile

(örneğin sabun, petrol türevi gibi) yıkanıp, temizlenmiş ise “Dikkat, kayma tehlikesi vardır!” gibi uyarı plakaları ile kullanıcıların dikkatlerinin çekilmesi gerekmez miydi? Böyle durum olmuş ise, sorumluları kimlerdir?

(4) Merdiven basamaklarının yükseklikleri çok önemlidir. Eğer birisi bir sonrakinden bir kaç milimetre ( en fazla bir santimetre) farklı ise, özellikle denge bozukluğu sorunu olan kullanıcılarda düşme rizki doğurur. Düşme olayını inceleyen bir “Bilirkişi Heyeti” acaba bu teknik özellikleri de teker teker inceleyip tutanağa geçirmiş midir?

(5) Acaba, Cezaevi Yönetimi, kamuoyunca ne ile suçlandıkları bilinmeyen tutuklu emekli generallerimizin sağlık durumları ile, İmralı’daki hükümlü APO’ya gösterilen özene benzer bir özen (diyet, masaj, denge egzersizleri, sabah-akşam hekim kontrolü gibi) göstermiş midir?

 

BÜTÜN BU SORULARIN DOYURUCU BİÇİMDE AYDINLIĞA KAVUŞTURULMALARI İSTEMİYLE ÜLKEMİZDEKİ TÜM VİCDAN SAHİPLERİNE SESLENİYORUZ.

Saygılarımızla

 

Dr. Hüseyin PEKIN (Kamu Hukukçusu ve Elekt.Y.Mühendisi I.T.Ü

Adresim: Beckenhofstr. 10

                CH-8006 Zürich - İSVİÇRE    

ÇAĞIMIZIN MASALI…

Kapitalist sistem, bir anlamda, “satmak” üzerine kuruludur. Eline ne geçirirse pazarlayan, pazarlamak için de yağmalayan bir özü vardır. Yüzyıllardır dünyayı yağmaladı kapitalizm, insanı yağmaladı, tarihi yağmaladı. Hâlâ da aç bir kurt gibi saldırıyor oradan oraya… Ne var ki iç çelişkileri artık öyle gözlerden saklanamaz, krizleri öyle aşılamaz hale geldi ki, Batı’da en muhafazakâr çevreler bile “Marx haklıydı” demeye başladılar. Nobel ödüllü, dünyaca ünlü iktisatçı Stiglitz de son yaşanan kriz nedeniyle "900 milyar doları aşkın bir yük var. Ama benim beklentim, bu zararın 2 trilyon doların üzerinde olacağı şeklindedir. Hasta çocuklar için birkaç milyar dolar bulamayan, ama AIG için 85 milyar dolar bulan, ne biçim bir toplum bu?" diye soruyor. Oysa Fukuyama’nın liberalizmin zaferini haykırarak “tarihin sonu”nu ilan etmesinin üzerinden şunun şurasında kaç yıl geçti ki? Demek ki daha “tarih” bitmemiş! Ama son kriz gösterdi ki, liberalizm sizlere ömür!

Aslında biz dünyaya Batı’nın gözlükleri ile bakmaya zorlandığımız ve beynimiz günün yirmi dört saati medyanın tek yanlı yayınları ile yıkandığı için, “demokrasi” denilen kapitalist ihraç malı büyük bir kesimin gözünde hâlâ bir tabudur. Bu kesimlere göre liberal demokrasi bir “özgürlük” rejimidir! “Mutlak doğru”ların olmadığı, düşünce ve ifade hürriyetinin hüküm sürdüğü, herkesin düşüncesini hiçbir baskı ve zorlama altında kalmadan özgürce dile getirebildiğinin varsayıldığı bir siyasal rejimdir liberal demokrasi! Bu düzende “doğru” kimsenin tekelinde değildir! Her birey kendi “doğru”sunu dile getirir, yayar ve savunur! Merkez komiteler, neyin “doğru” neyin “yanlış” olduğunu söyleyen bilge kişiler yoktur liberal düzende! Özgürlük rüzgârı ile dalgalanır siyaset meydanı ve en sonunda toplum için en “doğru” olan ortaya çıkar, ortak akıl hükmünü icra eder. Kısacası liberal demokrasi, “özgürlüğün” krallığıdır, yeryüzündeki cennettir. Kralı sermaye, ülkesi piyasa olan bir cennet… Çağımızın moda olan masalı budur işte…

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Serdar ANT

KKTC 25 YAŞINDA

15 Kasım Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin  kuruluşunun 25. yıldönümüdür. Bu anlamlı yıldönümünde Kıbrıs Türk Halkı’nın “Cumhuriyet Bayramını” gönülden kutluyoruz.

15 Kasım 1983 Salı sabahı 09.00’da  olağanüstü toplanan “Kıbrıs Türk Federe Devleti” Meclisi Kıbrıs Türk Halkı adına Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) kuruluşunu ve “Bağımsızlık Bildirisini” onaylayan kararı oybirliğiyle almıştır. Türkiye, aynı gün akşamüstü KKTC’ni resmen tanıdığını açıklamıştır. Ulusal Kıbrıs Davamızda dönüm noktalarından birini oluşturan ve Türk Ulusu’nun şerefli tarihine  parlak bir sayfa ekleyen  bu olayı 16 Kasım 1983 tarihli Türk basını başlıca şu başlıklarla dünyaya duyurmuştur: “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilân edildiÇözüm için zorunlu karar” (Cumhuriyet);  “GURUR GÜNÜ”  (Hürriyet);  “Mutlu Son” (Güneş); “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu – KUTLU OLSUN” (Milliyet).

Yunanistan’ın  15 Temmuz 1974’de Kıbrıs’ta giriştiği  ENOSIS teşebbüsü Türkiye’ye  1960 Andlaşmalarından doğan haklarını kullanarak Kıbrıs’a askerî müdahalede  bulunmaktan başka bir seçenek bırakmamıştı. Aynı şekilde, Rum – Yunan ortaklığının, kendi hayalperest ve maceraperest politikalarının sebep olduğu 20 Temmuz 1974  Kıbrıs Barış Harekâtımızın Ada’da ortaya çıkardığı  iki kesimli coğrafî temel üzerinde mevcut  olan iki ayrı halk ve  iki ayrı yönetim gerçeğini kabullenemeyip 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” var olduğu iddiasını sürdürmesi; iki egemen Tarafın mutlak  egemen eşitliğine dayanan gerçek bir federal devlet kurulması hedefine yönelmek  yerine, Kıbrıs Türk halkını bir anayasa değişikliği egzersiziyle  yok hükmündeki 1960 “Devleti’ne” yamama siyasetini gütmesi ve ayrıca,  uluslararası toplumun belli başlı aktörlerinin yönlendirmesiyle BM’nin de Rum-Yunan iddialarına arka çıkan haksız bir pozisyon benimsemesi,  Kıbrıs Türk halkının  kendi kaderini tayin etme hakkını kullanmasını zorunlu kılmıştır.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Tugay ULUÇEVİK

Emekli Büyükelçi

MEMLEKETİN HALİ – YIKILAMAYAN ADAM

Mustafa Kemal Atatürk, ne büyük bır adam ki, bazıları. “O”nu yıpratmaya çalıştıkça Atatürk daha da yükseliyor… Dehası daha fazla anlaşılıyor!

Yabancılar O’nun hakkında son hükümlerini verdiler; Atatürk’ün zamanının, en büyük adamlarından biri olduğunu, tescil ettiler! Ancak, "bizimkiler” hala tartışıyor ve kenarından köşesinden, zayıf taraflarını bulmaya çalışıyorlar!

Çelişki, ama bu tartışmalar – gerçek Atatürk’ü daha fazla ortaya çıkarıyor ve O’nu yıkmaya çalışanları da belli ediyor!

EZBER VE GERÇEK

"O"nu kaybedince" bizler yıllarca acısını duyduk ve matem tuttuk. Ve bu “Ah Atatürk-vah Atatürk” diye "klişe"ye bir ezber bir amentü haline gelmişti. Oysa O öldü diye dövünmek yerine O vardı diye O’nu mutlulukla anmak gerekiyor!

“Ezber” bozulurken hakkındaki  esasen hep sürmekte olan tartışmaların ve saldırıların ivme kazanması kaçınılmazdı!

“MUSTAFA”

Nitekim Can Dündar’ın “Mustafa” adlı drama belgeseli yeni bir çığır açtı. Atatürk’ün “insan” tarafı da bundan sonra Türkiye’de ve dünyada belgesellere ve filimlere konu olacaktır!

Ne var ki Dündar’ın filiminde Mustafa Kemal’in “insan tarafları” eserinden daha fazla ağır basıyor.  Drama çok, doküman az!  

“MUSTAFA” MI, “ATATÜRK” MÜ?

Bu yıl tartışmaların odağı Can Dündar’ın  “MUSTAFA” drama-belgeseli!

Bu belgesel film hakkındaki düşüncelerimi daha önce yazdım. Filimde Atatürk’ü gördükçe eşimle birlikte çok heyecanlandık,  duygulandık! Fakat bundan sonra, belgeseli,  daha salim bir kafayla, değerlendirdim: filimin genel yapısında  “kast” diyemeyeceğim, ama ihmal ve bir nevi dengesizlik var gibi! Filimin adını  “Mustafa” olması,  bir “hoşluk” mu, yoksa çocukken yaşadıklarını, travmalarını, “insan” Atatürk’ün zaaflarını  göstermek için mi?!  Kısacası “insan” Mustafa biraz yanlış vurgulanırken, Atatürk’ün dehasına ve eserlerine daha az önem ve yer verilmiş!

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Altemur KILIÇ

“NİÇİN BİZ ATATÜRK’E BU KADAR BAĞLIYIZ?”

“Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara vermeseydim, şu anda yaptığım işlerden hiçbirisini yapamazdım” diyor, Atatürk’ümüz.

1916 yılında Muş cephesinde Ruslara karşı savaşırken, Alphonse Daudet’nin Sapho-Moerus Parisiennes adlı romanını, Namık Kemal’in Siyasi ve Edebi Makaleler ile Osmanlı Tarihi’ni, İbrahim Hilmi’nin Allah’ı İnkar Mümkün mü? adlı kitabını, M.Emin Yurdakul ile Tevfik Fikret’in şiir kitaplarını okuyor.

Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay İzzettin Çalışlar ile de kadın hakları konusunda yaptığı bir görüşmeden sonra güncesine şu notu düşüyor: “Tesettürün kaldırılması; kadın-erkek cemiyetinin kurulması erkeklerin ahlak, düşünce ve duyguları üzerine etki yapar”

1918 de tedavi için bulunduğu Karlsbad’da, okuduğu bir çok kitabın ve Türk kadınlarının çağdaş yaşama girmesi konusunda yaptığı tartışmaların yanısıra, tuttuğu 158 sayfalık günlüğünün bir yerinde: “Benim elime büyük bir yetki ve kudret geçerse, sosyal yaşamımızda istenilen inkılabı bir anda bir darbe ile tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben kimileri gibi halk düşüncesini, ulemanın düşüncesini yavaş yavaş benim tasavvurlarımın derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul etmiyorum ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor” şeklinde düşüncelerini belirtiyor. (Aynı tarihlerde General Milne de,”Padişah, İngilizlerin Türkiye’nin idaresini mümkün olduğu kadar çabuk ellerine alması için istirhamda bulundu” şeklinde, bazılarınca Atatürk’ü Samsun’a vatanı kurtarması için gönderdiği(!) söylenen Vahdettin hakkında ülkesine rapor veriyordu)

1931 de lise tarih kitabı hazırlanırken, en çok İslam Tarihi üzerinde durduğunu, yazılanları beğenmeyip İslam Tarihinin önemli bir bölümünü kendisinin yazıp, bir kısmını da Şemsettin Günaltay’a yazdırdığını Prof.Afet İnan ve Prof. Enver Ziya Karal’ın anılarından öğreniyoruz.

Bazı düşünceleri de şöyle;

“Arkaüstü yatmak ve hayatını çalışmadan geçirmek isteyenlerin bizim toplumumuzda yeri yoktur, hakkı yoktur...Bizi yok etmek isteyen emperyalizm ve kapitalizme karşı ulusça savaşmayı caiz gören içtimai bir meslek izleyen insanlarız.”

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Reşit ÇAĞIN

 

İÇİNDEKİLERİN TÜMÜ

    © mudafaaihukuk.com

YAZILAR

Tahsin YÜCEL: Kırk Hırsız Bir Çıplak …………………............... 3

Prof.Dr.Mehmet YALÇIN: Olmayana Ergi ………….................... 4

Ufuk SÖYLEMEZ: Havai Fişekli “Takiyye” …………….............. 5

Yetkin ARÖZ: 10 Kasımlar Hesap Verme Günleridir …................. 7

Altemur KILIÇ: Yıkılamayan Adam …………………................... 8

Ateş AKAYDIN: Can Dündar’a Açık Mektup ………...............….. 9

Prof.Dr.Anıl ÇEÇEN: Atatürk Ve Diyap Ağa ………..............…. 11

Aydın ÖZÇELİK: Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun ........ 17

Prof.Dr.Özer OZANKAYA: “Cumhuriyet”, 

                 “Demokrasi” Demektir ……………………………....…. 19

Göksel TÜRK: Tek Yol Çıkmazı …………………...............…..… 23

Hüsnü MERDANOĞLU: Yeniden Hıyanet-i Vataniye Kanunu .... 24

Reşit ÇAĞIN: “Niçin Biz Atatürk’e Bu Kadar Bağlıyız?”………... 26

Serdar ANT: Çağımızın Masalı………………………..............….. 28

Orhan ÖZKAYA: Afro-Amerikan Emperyalizmi……...............… 31

Prof.Dr.Çetin YETKİN: Obama, Mobama ………...............…….. 32

Tugay ULUÇEVİK: KKTC 25 Yaşında ……………................….. 33

Mustafa ASOĞLU: O Güzel İnsanlar …………................……...... 39

Prof.Dr.Ömer DEMİRCAN: Türkçeye Sözlüksel Saldırılar...…..... 41

Prof.Dr.Mustafa AKAYDIN: Rektörlük Seçimleri

            Ve Cumhurbaşkanı (CB) Gül…………….….........………… 43

Prof.Dr.Çetin YETKİN: Gül’ün Akdeniz Üniversitesi Rektörü 

              İsrafil Kurtcephe Hakkında ………….........................….… 44

Bekir ÖZGEN: Omurgasız Eğitim ……………...............……….… 47

Dr.Hüseyin PEKİN: İsviçre ADD’den

              “Vicdan Sahiplerine Çağrı” ………...………………….….. 55

ŞİİRLER

Yetkin ARÖZ: Maşadan Maşadanlığa ……………...............…....... 15

Tan DOĞAN: Hırpânî ……………………………..................……. 37

MEHMET AKİF: İstibdat ……………………….................……… 46

Abdullah ŞANAL: Türk’ün Varoluş Destanı – III …..................….. 50

ÇİZGİLER

Ercan BAYSAL: ……………………………...............……... 6, 18, 54

Sunder ERDOĞAN: …………………........................… 29, 48, 49, 56

 

DERGİ SATIŞ NOKTALARI VE ABONELİKLE İLGİLİ

AYRINTILI BİLGİ www.mudafaaihukuk.com ADRESİNDE

 

Büro - Merkez:

Gençlik Mahallesi, Fevzi Çakmak Caddesi,

4. Mahmut Çil Apt. 79/2

ANTALYA

Tel.:(242) 244 22 65

                 244 47 43

Faks: (242) 2444665

E-posta:

mudafaaihukuk@superonline.com

bilgi@mudafaaihukuk.com  


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...
        Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."

            *Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------....
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" Haber Bilgi Paylaşım  grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.