Bir Dünya Yıkılır ve Yeni Dünya Kurulurken


Milletlerin hayat hakkı, Bütün Fikir hikmetine yaklaşabildikleri çerçevede tecelli ediyor. İster farkında olunsun, ister olunmasın, ister adı konsun ister konulmasın, Bütün Fikir çağımızın yegane tedavisi.Tersine de olsa bu hikmete yaklaşanlar, o yaklaştıkları derecede dünya üzerinde hayat hakkı elde ettiler. O’na yaklaştıkları ölçüde -isterse onun aslına ve hakikatine düşmanlık içerisinde olsalar da- dünyaya nizam verdiler. Buna “evrensellik” diyebildiler en fazla. Mutlak evrenselliğin, Bütün Fikir’le mümkün olduğunu göremediler belki de…

Emperyalizmin kurmaya çalıştığı Yeni Dünya Düzeni yıkılıyor.

BOP’un çöktüğünü ve Türkiye’nin artık kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini bizzat CIA’nın önde gelen analistlerinden Graham Fuller söylüyor. Mesele, bir dünyanın çökmekte olması değil, o dünya yerine neyin konması gerektiği…

Batı dünyası içinde yaşanan bu çöküşe karşı bizim alternatifimiz ne olmalı?

Kriz karşısında kapital’in yeniden çok satmaya başlandığı söyleniyor. Sosyalizm umut olabilir mi? Sosyalizm de batı’nın kendi içinden çıkarmış olduğu nihayetinde Batı için Batılı bir çözüm teklifi değil mi? Batı için batılı bir çözüm. Evrensel değil. Ama her batı lolipopu gibi evrensellik ambalajıyla pazarlanmadı mı? Bir düşüncenin “evrensel” olabilmesi şartı nedir? Bizce Bütün Fikir nisbetini kurmuş olabilmesidir. Gerisi, üzerine inşa edildikleri parça doğruların ayak bastığı yer hariç, geri tarafı boşlukta ve yıkılması mukadder şahane birer gökdelen hüviyetindedir. Kağıt üzerinde şahane bir plân ama üzerine inşa edilmeye çalışıldıkları arsa bataklık. Batı’dan gelen her düşünce akımında olduğu gibi… Sosyalizm, nihayetinde Fransız Aydınlanmacılığı’nın pozitivist değerleri üzerine yükselmiş, haklılık zeminin de Batı’nın makine reformu ile beraber getirdiği kapitalistleşme sürecinde meydana gelen zulümlere karşı çıkmakta bulmuştur. Çare olarak da kapitalin fertlere ait olamayacağı hükmüne varmıştır. Oysa mesele daha derinlerde ve batı medeniyetinin ta kendisindedir. Batı medeniyeti ile kökten hesaplaşmadan hiçbir meseleyi sağlam bir zemine oturtmanın imkânı da yoktur.

Ve dava eğer zulme mani olmak, sömürüyü engellemekse, bu sosyalizmle gerçekleşecek diye bir kayıt da konamaz. Böyle bir kayıt daha ilk başta sosyalizm denen ideolojinin bilimsellik iddiasına aykırı olur. Sosyalizm yobazlığına götürü insanı… Batı medeniyeti ile kökten hesaplaşabilmek için de işin en başında bizi normatif şuur hatasına düşmekten kurtaracak Mutlak Ölçüler’e sahip olmamız gerekir. Bütün Fikir- Mutlak Fikir ölçüleri olmadan ne Batı ile hesaplaşılabilir ne de evrensel bir alternatif teklif edilebilir. Bütün Fikir şartı, her mevzuda temel oluş prensibini verir. Biz Bütün Fikri, her ve işimizde, her oluşumuzda peşin fikir olarak kabul ediyoruz. “Peşin Fikir” denilince, kimse iddiasını peşin fikirler üzerine kurduğu ve sonradan yaptığı akıl yürütmelerin kendi peşin fikrini doğrulamak işi üzerinde olduğunu unutmasın ki, bizim “peşin fikir” hakkındaki açık sözlülüğümüz istismar edilmeye kalkılmasın. Herkes bir peşin fikir etrafında koşuyor ve adeta o peşin fikri Mutlak Fikir, Bütün Fikir’miş gibi yol almaya çalışıyor. Tabi neticesinde de kaçınılmaz yol kazaları. Aslında bu durum ihtiyacı işaret etmesi bakımından mühim, yani Bütün fikirmiş gibi hareket etmek ihtiyacın Bütün Fikre olduğuna delalet ediyor. Milletlerin hayat hakkı, Bütün Fikir hikmetine yaklaşabildikleri çerçevede tecelli ediyor.

İster farkında olunsun, ister olunmasın, ister adı konsun ister konulmasın, Bütün Fikir çağımızın yegane tedavisi. Tersine de olsa bu hikmete yaklaşanlar, o yaklaştıkları derecede dünya üzerinde hayat hakkı elde ettiler. O’na yaklaştıkları ölçüde -isterse onun aslına ve hakikatine düşmanlık içerisinde olsalar da- dünyaya nizam verdiler. Buna “evrensellik” diyebildiler en fazla. Mutlak evrenselliğin, Bütün Fikir’le mümkün olduğunu göremediler belki de… Bu gün çağ apaçık bir biçimde Bütün Fikre olan ihtiyacını haykırırken, artık evrensellik yaftası ile bunu perdelemeye ihtiyaç yok. Bütün Fikir nisbtini kuran, Bütün Fikre nisbetle “Tatbik Vasıta Sistem” olarak, insan ve toplum meselelerinin çözümüne, Yeni Dünya Düzeni olarak hayata kendini teklif eden İBDA var.

Bize de ya Bütün Fikir ya da hiçbiri demek düşüyor. Bütün Dünya Krizi İçtimaî, siyasî, askerî vs. derken iktisadî kriz… Batı içtimaî düzeni çoktan tefessüh etmiş, Batı siyaseti çoktan -aslında hiçbir zaman- doğruyu göstermez olmuş, askeriyesi emperyalist emelleri, menfaatleri doğrultusunda işgâl ve katliamlardan başka bir işe yaramamış… Ve derken, bütün bu yapıyı ayakta tutan, Batı’yı dışa karşı kendi içinde bir bütün olarak tutan şey, iktisadî sömürü nizamı da artık beklenen menfaatleri temin edemez noktaya gelmiş… İnsanlığa hiçbir ulvî oluş ve buluş vermeyen, veremeyeceği apaçık ortaya çıkan Batı’yı, bütün insanlığı sömüren bir menfaat çetesi olarak alırsak, menfaat çetesinin menfaatin bittiği yerde dağılacağı hakikatini de hatırlattıktan sonra, Batı’nın bu gününe ışık tutmak üzere, bundan 30 yıl kadar öncesine gidelim ve Mirzabeyoğlu’na kulak verelim: “Günümüz dünyasında, fert, fertle toplum, toplum yapısıyla devlet yapısı, devletle devletler, bir toplumdaki çeşitli sosyal gruplar ve sınıflar arasındaki ilişkiler, kısaca; fert hayatı ve onunla iç içe olan sosyal hayatın her türlü ‘münasebet’ ve ‘oluş-kuruluşları’ hakkında en çok duyulan kavram ‘buhran’dır… Buhran, özellikle emperyalist ülkelerin ekonomiye bağlı siyasî ve stratejik yarar anlayışlarının ‘az gelişmiş ülkeleri’ düşürdüğü halin ifadesi olmanın ötesinde, bilindiği gibi, bütünden parçaya ve parçadan bütüne kadar her türlü münasebet ve oluşu kuşatıcı, dünya çapında bir görünüşün ifadesidir. Toplumlardaki buhranın kaynaklanışı, dar ve geniş bakış açılarına göre değişiktir… Bir düzende sözkonusu olan ekonomik, teknik, siyasî, demografik, hukukî, sosyal ve psikolojik, yani ‘objektif ve subjektif - iç ve dış’ unsurlar arasındaki ‘fonksiyon’ uyumsuzluğu buhranın sebebi olabilir. Veya, toplum yapı’sının yürürlükteki rejim ve iktidarı ellerinde bulunduranlar tarafından kabul edilmemiş ‘müessese’lerinin varlığı da buhran meydana getirebilir. Yine, başka bir toplumun müesseselerinin, ithal edildiği toplumun sosyal yapısı tarafından kabul edilmemesi, sosyal yapının müesseseleriyle tezadı da buhranın sebebidir. Özellikle son durum, manda ve vesayet altına girmiş ülkelerde hâkim devletlerce telkin edilmiş veya gerçekleştirilmiştir; ve kurtuluşunun ‘nasıl’ ve ‘niçin’i izah edilmemiş bizim gibi ülkeler için de aynı şey sözkonusudur… Burada, Türkiye’nin bugünkü durumuna ışık tutucu, tarih mevzuunu da içine alan küçük bir parantez açarak hatırlatalım: Sakarya’da Yunanlıları yendikten sonra -ki, yenilişlerinde asıl sebep, çizmeyi aşan Yunanistan’a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır.-, İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek… Aşağılık bir devrin propagandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir. Gerçek şu ki, Anadolu dün jeopolitik durumunun imtiyaziyle paylaşılamadı; ve o gün bugün, Doğu ve batılı emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda, politik, sosyal ve ekonomik bir statükoya göre ayarlı -Batıcı çizgide- bir düzen belirtiyor. Buhranın sebebi meselesine devam ediyoruz… Düzeni oluşturan unsurları tek unsura bağlayarak, muvazenesizliğin kaynağını bu unsurun düzenlenişine bağlayanlar da vardır; ekonomik unsura öncelik verenler gibi. Bu bakış açılarına, çağdaş vakaların en çarpıcı şekilde bir kez daha gösterdiği gibi, nihaî hükmümüzü ekleyelim: ‘Bütün Fikir’ yokluğundan toplumdaki sosyal münasebetlerin biçimlenememesi, müesseseleşememesi ve ahlâk yokluğu, sosyal kargaşalığın en mühim sebebidir.” (*)

Batılının, “Batı kültür ve medeniyetinin ulaştığı her yer Batı’dır!” hükmü çerçevesinde ekleyelim ki, Batı’nın içine düştüğü buhran ya da kriz, bu gün Batı’nın globalleşmesine nazaran global çapta yaşanmaktadır. Yukarıdaki iktibastaki nihai hü küm, yani ‘kriz-buhran’ın son tecritte, “Bütün Fikir’ yokluğundan toplumdaki sosyal münasebetlerin biçimlenememesi, müesseseleşememesi ve ahlâk yokluğu”na ircaı ki, meselenin künhünü gösterici, çözümün çapını da işaretleyici olması bakımından gayet mühim. BAŞYÜCELİK Devleti -Yeni Dünya Düzeni- Batı kültür ve medeniyetinin biçimlendirdiğini iddia ettiği global çaptaki kurum ve kuruluşların iç yüzüne bakarak tecridin son noktasında ortaya konulan yukarıdaki teşhisin haklılığını Batı’nın her türlü varlık gösterisinde izleyebiliriz. Bu tesbit ve teşhisi yapan karşısında, bize de haklı olarak Bütün Fikir - Mutlak Fikir hakkında sual etmek düşer. Tıpkı, üstüne oturduğu dalı kesen adama, “birazdan düşeceksin” ihtarını yapan adamın, düşer düşmez Hoca’nın yakasına yapışması ve, “madem düşeceğimi bildin, o hâlde öleceğimi de bilirsin?” diye sual etmesinde olduğu gibi. 30 yıl öncesinden Batı medeniyetinin buhranını işaret eden ve bu günlerini işaretleyen İNSAN, buhranın kaynağını “Bütün Fikir”in yokluğuna bağlıyorsa ve o günden bu güne Batı’ya karşı sistem çapında tek alternatifi BAŞYÜCELİK Devleti - Yeni Dünya Düzeni olarak teklif etmekteyse, yapılması gereken şey, bu sorunun üzerine üzerine gitmektir. Global çapa eren ‘buhran-kriz’e çare, ancak global çapta, evrensel bir teklifle mümkün.

O teklif de ancak Bütün Fikir olarak tesmiye edilebilirdi. Global ‘kriz-buhran’ın çözümünün, ancak global olanı kucaklayabilecek Bütün Fikir zaviyesinden mümkün olduğu bu günün şartlarında bir bedahet arzetmeye başlıyor. Bütün Fikre kefil olmayan, Bütün Fikir’le nisbet kuramamış her teklifin evrensel olma iddiası havada kalmaya mahkûmdur. Evrensel-global olma iddiasının yegâne şartı, Bütün Fikir nisbetini ispat etmekten geçer. Bize Bütün Fikir’in nerde olduğunu göstermeyen, gösterdiği o Bütün Fikir’le nisbetlerini bir sistem bütünü içerisinde ortaya koyamamış her davranış, her teklif, her yöneliş, yerine göre hamakat, yerine göre iş bilmezlik, yerine göre nasipsizlik, yerine göre ihanet yerine göre de düpedüz düşmanlıktan başka bir şey değil. Görüleceği üzere, kriz sadece iktisadî değil, çok daha derin ve aslî…

Aslî, zira dünyaya hâkim kılınan Batı düzeni, Bütün Fikir’den mahrum. Bütün Fikir’e karşı… Bütün Fikir’e düşman… Bu veçhile, Müslüman olmuş Batılı bir hanım bilginin ifade ettiği üzere Batı’nın kötülüğü, yanlış pratik ve kul iradesinin zafiyetinden kaynaklanan “asıl prensipler”den ayrı düşmekten değil, bizzat “asıl prensipler” in yokluğundan kaynaklanmakta. Batı’nın kötülüğü arızî değil, aslî… Ve bu gün, ortalığı yıkmakta olan “kriz”in asıl hedefi, bizzat Batı’nın kendisi olması hasebiyle ortalıkta bu kadar gürültü yapılmakta. Yoksa o “kriz” denilen durum, bizim gibi geri bırakılmış ülke insanları için Batı’nın lâyık gördüğü hayat tarzının tâ kendisiydi. “Allah kimseyi gördüğü günden geri koymasın” hesabı, Batı’lının, bu gün bizim yaşadığımız hayat standartlarında yaşamaya mahkûm olmasının adıdır kriz. Bizden farklı olarak, o, bu şartlarda yaşamaya alışık olmadığından zayiatı fazla olacak, kurulu düzeni çökecektir. Zira artık o nizam altında yaşamaya ne bizler razıyız ne de kendisi bunu devam ettirebilecek güçte değil. Geçmiş krizlerinde, dünya üzerindeki paylaşım pazarlıklarını kendi aralarında yapar ve bu çerçevede kendilerini krizden çıkaracak formülleri tatbik ederlerken -bizlerin üzerindeki yükü artırarak daha çok sömürmek-, artık o formülleri istedikleri gibi uygulayabilecekleri bir dünya yok karşılarında. Hem böyle bir dünyanın olmayışı, hem de kendi iç problemlerinin artık ertelenemeyecek ve altından kalkılamayacak noktaya gelmiş olması hasebiyle, bu krizin diğerlerinden çok daha farklı olduğunu söyleyebiliriz. Bu kriz-buhran, temelde, iktisadî değil, ruhî…


İnsan ve tolum meselelerin temelde ruhî aksiyonun açılımları olması hasebiyle, Batı, temelde bir varlık problemiyle karşı karşıya. Neo-con Buşt oğlu Buştların yeni bir Haçlı seferi başlatarak Batı’ya yeni bir ruh üfleme çabasına girmeleri boşuna değildi. Bu aksiyon batı için son bir hamle ifade ediyor ve bu hamlenin tutması için ellerindeki bütün kozları oynayacaklarını, her türlü alternatife başvuracaklarını ön görebiliriz. Buna nükleer silâhları kullanmaları da dâhil. Böyle bir hamle, dünyanın bütün dengelerini sıfıra çıkarır ve akabinde sıfıra çıkmış bir dünyada yepyeni bir medeniyetin temelleri sağlam bir şekilde atılır. Tabiî bu sıfıra çıkışın çok sancılı olacağı ve sancının Batı’nın çılgınlığı derecesinde zor atlatılacağını söylemek de gerekmekte. Büyük Doğu – İBDA, Batı’ya karşı, Batı’nın da anlayacağı bir dille, tamamen bizden bir cevap… Batı’nın bozduğu ve sıfıra çıkaracağı dünyada, yeni nizâmı Bütün Fikir nisbeti dairesinde kuracak olan da. Bu nisbeti gösterebilen, kurabilen yegâne merkez. Muhtaç olunan evrenseli yakalamaksa, Bütün Fikir nisbeti kaçınılmaz, zamanı gelmiş, “zamanın ruhu” olandır.

(*) Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, İbda yayınları. (Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği bahsini ilk defa 1978 senesinde, ikinci dönem çıkışında GÖLGE dergisinde işlemeye başlamış, akabinde 1979 senesinde kitap olarak basılmıştır. Kitap, Üstad Necip Fazıl tarafından, “Mücerret fikir istidadı tamam!” övgü ve teşhisiyle karşılanıp müjdelenmiştir.


KAYNAK:Aylık Dergisi/Baki AYTEMİZ

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.