08 Ocak 2009 Perşembe
BÜYÜK TEHLİKE (UYARI)
Behzat ŞAŞAL
Dünyamız ve dünya insanlığı büyük bir tehlikeye doğru hızla sürüklenmekte, daha doğrusu hızla koşarak gitmektedir.
Nedir bu büyük tehlike?
İnsanları bir arada tutan, birbirine bağlayan ve insanların toplumsal inançlarının, toplumsal yaşamının yıkılması, yok edilmesi.
Lütfen dikkat ediniz, insanları bir arada tutan ve insanlar arasında saygıyı, sevgiyi oluşturan ve insanlarca kutsal kabul edilen her şeyi yıpratma, zayıflatma ve zamanla da yok etme kampanyası çok bilinçli bir şekilde ve çok ustalıkla yürütülmektedir.
Öncelikle insanlardaki milli duyguları, milli inançları ustalıkla yıpratma ve yok etme taktiği uygulanıyor ve başarılı olunuyor.
Örneğin, insanları bir araya toplayan ve onları birleştiren vatan, millet sözcükleri küçümsetilerek alay konusu düzeyine indirgendi. Bunu kendi bünyemizde ve kendi içimizdeki uygulanışına lütfen dikkat ediniz. Nedir bu kendi ülkemizde ve kendi içimizde uygulanan yıpratıcı sözcükler?
Adeta günlük konuşma dilimize ustalıkla sokulan şu sözcüğe veya tekerlemeye bakınız. “Vatan, Millet, Sakarya”
Espri havası içine sokularak söylenilen bu sözcüklerle insanlar arasında kuvvetli bir bağ görevini gören Vatan, Millet sözcükleri alaya alınarak ustalıkla yıpratılmak ve yok edilmek istenilmektedir ve bunda da oldukça başarılı olunmuştur.
Bakınız, kurtuluş savaşımız ve esaretten kurtulup bir devlet, bir millet ve ulus olmamızın sembolü olan Sakarya savaşımız nasıl ustalıkla alaya alınmakta, nasıl ustalıkla yıpratılarak yok edilmektedir?
Örneğin, insanlar arasında bir başka dayanışma ve bağlılık birliği de ailedir. Bazı çevrelerce bu aile birliği, dayanışması yıpratılmak ve yok edilmek istenmektedir. Bunun için de evlilik dışı birlikte yaşam ustalıkla teşvik edilmekte ve bu uygulama da hızla yayılmaktadır.
Evlilik anlayışını yok etmek için bireylerin bağımsız ve özgür olma hakları çok güzel bir şekilde işlenmektedir. “bağımsız ve özgür olarak yaşamak” inancı, düşüncesi, çağdaş bir düşünce akımı gibi yaygınlaştırılmaktadır. Bu düşünce ile, insanların gelişmesini ve mutluluğunu engelleyen en büyük engellerden birinin insanların bağımlı ve özgür olmamalarından kaynaklandığı tezi ortaya atılmaktadır ve bu oldukça da insanlara akılcı ve inandırıcı gelmektedir.
Aile bağlarının, dayanışmasının zayıflaması vee yok olması için ellerinden gelen her türlü kurnazca oyunlar oynanmaktadır. Televizyonlardaki dizilere, filimlere lütfen bir bakın, evlilik dışı ilişki kurulmayan tek bir film var mı? Hele televizyon dizilerinde, öylesine ki, kim kimin karısı, kim kimin kocası belli değil... Dizi de rol alan hemen herkes birbiri ile cinsel ilişki içinde bulunmata ve bu gayet normal bir davranış olarak görülmekte ve gösterilmektedir.
Öylesine ki, “aile sadakati, aile bağlılığı veya ailede namus anlayışı, geri kafalılıkla, çağdışlılıkla suçlayarak bu gibi düşünceler, inançlar alay konusu olmaktadır. Birçok insan ve genellikle yeni yetişen nesiller, böyle bir suçlamanın altında kalmamak ve çağdaş görünümlü olmak için bu gibi fikirleri benimsemekte ve yaşamlarının bir parçası haline getirme çabası içinde bulunmaktadırlar.
Yıpratılmak ve yıkılmak için hedef olarak seçilen bir başka inanç ise DİN inancıdır. Din inancı da insanların birleşmesinde, birlik ve bütünlük içinde yaşamasında çok etkin bir rol oynamaktadır. İnsanları birleştiren, bütünleştiren bu din etkinliği de zayıflatılarak yok edilmek istenmektedir. Dini inançları zayıflatmak ve yok etmek için öne sürülen görüşler, yüzeysel bakılıp değerlendirildiğinde hak vermemek ve bu görüşleri doğru kabul etmemek mümkün değil.
Çünkü, akıl ve mantıksal görünüm altında tamamen insanların hislerine ve duygularına hitap dilmekte, duygularına seslenilmektedir.
İnsanoğlunun da en zayıf olduğu,daha doğrusu insanoğlunu kandırmanın, onu saptırmanın en kolay ve en etkin yolu, onun hislerine, duygularına seslenmektir. Çünkü insanoğlunun her ne kadar akıl ve mantıkla karar verip hareket ettiği zannedilse de, daha çok duyguları ve hisleri ile karar veren bir özeliğe sahiptir. Bunun içindir ki, bütün reklamcılar ve propagandacılar insanın bu zayıf tarafını gayet iyi bilmektedirler. Bunu bildikleri için de bütün reklamlarını ve propagandalarını, akıl ve mantıksal görünümü altında tamamen insanların duygularına, hislerini seslenmektedirler.
İnsanları, inandırmak, kandırmak için onların en zayıf noktaları olan duygu ve hissi taraflarını tahrik ederler. Örneğin, bir şey satmak istiyorlarsa o şeye ihtiyacı olduğunu ve o şeyi aldığı takdirde elde edeceği avantajları, üstünlükleri akıl ve mantık görünümü altında, aslında ise tamamen duygusal ve hissi tarafını tarik ederek, o insanın o şeyi almasını sağlar. Bu satış, bir eşya bir içecek veya bir fikir olabilir. İşte dinsel inançların zayıflatılması ve yok edilmesi hususunda aynı oyunlar, aynı usüller oynanmaktadır.
Din ve dinsel inançları zayıflatmak ve yok etmek için akılcı ve mantıksal görünümlü şu sözlere bir bakalım.
“Dinsel ve dinsel inançlar bir zamanlar için çok güzel ve çok faydalı şeylerdi. İnsanlığa çok faydası oldu ama artık dinlerin ve dinsel inançların devri geçmiştir. Çünkü dinin yerini artık ilim almıştır.
Din bilinmeyen manevi bir inanca dayanırken. İlim tamamen elle tutulan, gözle görülen içinde yaşadığımız madde ve maddesel varlığa dayanmaktadır. Bunun içindir ki artık, din ve dinsel inançları bırakalım daha akılcı olan ilme inanalım, ilme değer verelim” denilmektedir.
Bu sözleri şu sözler izlemektedir.
“Dinlerdeki dua ve ibadetlerin amacı insanların iyi insan” olmalarını sağlamaktır. Eğer ben bazı çalışmalarla bu iyi olmayı elde edebiliyorsa iyi insan olabilmek için ayrıca dua ve ibadet etmeme gerek yoktur. Yani iyi insan olmak için dua ve ibadetlere ihtiyaç yoktur” denilmektedir.
Veya, “Eğer insanlar, dinsel inançlarda amaçlanan hedefe ve mertebeye ulaştı ise bu durumdaki insanların oruç, namaz gibi benzeri dini ibadetleri de yapmasına gerek yoktur” denilmektedir. Ve böylece insanlara o mertebeye eriştikleri, dolayısıyla artık dua ve ibadet etmelerine gerek olmadığı düşüncesi, inancı aşılanmaktadır.
Bu gibi benzeri sözlerle de dua ve ibadet inançları zayıflatılarak yok edilmek istenmektedir.
Şimdi bu ve buna benzer sözleri yüzeysel olarak ele alır değerlendirirseniz bunlara hak vermemek, haklı görmemek mümkün değildir gibi görünmektedir.
Çok sinsice ve çok kurnazca ortaya konulan bu görüş ve düşüncedeki gerçek amacın, din inancının zayıflatılarak yıkılması isteklerinin bulunduğunu görmeye çalışalım. Bu sinsi ve kurnazca yapılan çalışmalara din açısından değil, dini inançların yıkılmasının toplumda ve insanlar üzerindeki olumsuz etkinliğini sosyoloji bilimi açısından ele alarak cevap vermeye çalışalım.
Bu gibi durumlarda, yani duygularımıza ve hislerimize seslenen görüş ve fikirlerle karşılaştığımızda, bunları akıl ve mantığımızla değerlendirmeden, akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden, üstlerine balıklama atlayarak benimsememeliyiz. Biz bunları öylesine benimsiyoruz ki, “Kraldan fazla kralcı” kesilircesine bu gibi fikirleri, düşünceleri can siperane savunuyor ve yayıyoruz.
Bizleri bu gibi davranışlara yönelten duygularımızdan biri de, yeni duyulan yeni ortaya konulan fikirleri, düşünceleri, çağdaş fikirli, çağdaş düşünceli görünmek duygularımızdan ve kompleksimizden kaynaklanmaktadır. Yeni fikirler, yeni düşünceler de tıpkı yeni modalar gibi bilinçsizce benimsenmekte ve uygulamaya sokulmaktadır. Bilhassa bu uygulamada entel görünmek akıllı, kültürlü ve çağdaş görünmek kompleksi ağır basmaktadır.
Yeni fikirleri çağdaş görünmek kompleksi ile incelemeden benimsemek ve onu yaymaya çalışmak bize yani insanlığa nelere mâl olmuş ve olmaktadır. Bunun üzerinde hep birlikte düşünelim. Bununla, yeni fikirler benimsemeyin, yeni fikirlere karşı çıkın demek istemiyoruz. İncelenmeden ve özellikle o fikirlerin altında gizlenen veya onların uygulanması ile meydana gelebilecek olumsuz etkilerin neler olabileceğini düşünmeden, araştırmadan kabullenmenin ve yaymanın, toplumumuz için, insanlık için zararlı sonuçlar verebileceğini ve hata verdiğini belirtmeye çalışıyoruz. Biz açıkça şunu belirtiyor ve şunu söylüyoruz, duyduğunuz her fikri peşinen ne red edin ne de kabul edin. O fikirler üzerinde araştırma yapın ve düşünün.
Sağlığımız için aldığımız ve olumsuz yan etkilerini bilmediğimiz ilaçlardan bazılarının faydadan çok zararlı olduklarını veya olabileceklerini dikkate almamız gerektiği gibi, her yeni fikirleri de uygulamadan önce incelememiz gerektiğini belirtmek istiyorum. Bizim duygularımıza ve hislerimize o an için olumlu görünse de içimizde ve toplumda yapacağı tahribatı, yıkımı düşünmemiz gerekir. Kısacası Tevfik Fikret’in “Bilinsel şüphe nura koşmaktır” sözünü yaşamımızın rehberi olarak kabul etmeliyiz.
Bu açıklamalardan sonra yukarıda kısmen de olsa değindiğimiz bazı çağdaş görünümlü düşüncelerin, fikirlerin, insanoğlu ve toplumumuzda yapabileceği olumsuz etkilerin neler olabileceğini ne sonuçlar getirebileceğini ve bunlarla hedeflenen gizli amaçların ne olduğuna birlikte bakalım. Öncelikle yeni bir fikir ve yeni bir öneri ile karşılıaştığımız zaman kendi kendimize şöyle bir soru soralım ve bunun cevabını araştıralım.
Bu fikir ve düşüncelerde amaçlanan ana hedef nedir, ne olabilir?
Elde edilen bu hedef ve amaçtan kimlerin çıkarı ve kimlerin zararı vardır?
Defalarca belirttiğimiz gibi dikkat edersek, insanlar arasında birliği, beraberliği ve dayanışmayı sağlayan her türlü gelenek, görenek ve anlayışlar hedef alınarak zayıflatılmak ve yok edilmek istenmektedir. Bunu sağlamak için de “bireysel bağımsızlık ve özgürlük” fikirleri adeta sloganlaştırılarak kullanılmaktadır.
Çünkü insanlar bireyselleştirildikleri zaman, aralarındaki dayanışma ve danışma bağları zayıflamakta hatta koparak yok olmaktadır.
Bireyselleşen insanlar ise istenilen tuzağa çok daha kolaylıkla düşürülebilmektedir.
Yanlış anlaşılmaması için özür dileyerek hayvanlar aleminden bir örnek vermek istiyorum. Biliyorsunuz ki, hayvanlar aleminde, avcı durumundaki bir hayvan, örneğin bir kurt, aslan, kaplan gibi avcılar, avlamak istedikleri hayvanlar eğer bir sürü yani bir topluluk halinde ilk yaptıkları iş bu topluluğu dağıtmak olmaktadır. Topluluğa değişik yönlerden saldırarak o topluluğu dağıtırlar, gözüne kestirdiği avları yalnız bırakırlar ve yalnız bıraktıkları avlarını da kolaylıkla avlarlar.
Ticari veya başka amaçları için de, tabir yerinde ise, avlamak istedikleri insanları düşünce ve karar vermelerinde yalnız bırakarak onları kolaylıkla amaçladıkları tuzaklarına düşürürler.
Namus, ahlâk konusunda olsun, vatan, millet anlayışı konusunda olsun; insanları birey olarak yalnız bırakmaya uğraşırlar. Yalnız kalan insanı da duygularına hislerine, etkileyerek amaçlarına uygun kullanılır hale getiririler. Kısacası ustalıkla tuzaklarına düşürürler.
Örneğin, aile ilişkilerinde aile birliği, aile bağlılıkları ustalıkla zayıflatılma uygulamaları yapılmaktadır. Aile bağlarının, dayanışma ve zayıflamasından kimler ne gibi faydalanırlar? Eşlerin birlerine, çocukların anne, babalarına bağlılıkları ve dayanışmaları kalmazsa, bu zayıflıktan faydalanabilecek art niyetli çevreleri bir düşün. Bu gibi durumlarda alkol, sigara, uyuşturucu, fuhuş gibi aklınıza gelebilen her türlü olumsuzluklara kolaylıkla kapılabilirler ve kolaylıkla sürüklenebilirler.
Din ve din inancının yok olduğunu bir düşünelim. Din inancının yok olması bireyler ve toplumlar üzerindeki sosyal yaşam açısından olumsuz etkisi ne olur? Dinlerde sık sık belirtilen, “Suçlarınızın hesabını vereceksiniz” inancının yok olduğunu bir düşün neler olabilir? Bu inancın tamamen ve bütün insanlarda kalktığını düşünürseniz, bu kalkıştan doğan boşluğu ve yaygınlaşacak olumsuz hareketleri dünyevi kanunlarla önleyebilir misiniz?
Bu durumda, insanlarda “Öbür dünya diye bir şey yoktur, bütün hayat bu dünyadan ibarettir.”düşüncesi yerleşir ve egemen olursa; insanların yapacakları çılgınlıkları, ahlâksızlıkların önlenmesini bırakın tam aksine teşvik edilmiş olunacaktır.
Bu fikirlerin karşısına çok değişik, akılcı görüşlerle çıkılması mümkündür. Benim burada ki amacım şu veya bu şekilde ileri sürülen olumsuz ve yıkıcı fikirlerle çatışmak olmadığı gibi bütün söylediklerimde ben haklıyım iddiasında değilim. Benim ısrarla belirtmek istediğim ve öyle sanıyorum ki sizlerinde çoğunlukla katılacağınız husus, insanın yalnızlaştırılması, bir başka değişle, toplumsal yaşamdan soyutlaştırılarak bireyselleştirilmesi çalışmalarının insanları zayıflatacağı ve olumsuz sonuçlar getireceği olmasıdır. Derneklerin, kulüplerin ve benzeri toplulukların varlığı, hatta soysal yaşamdaki artışlar bizleri kandırmasın. Bütün bu topluluklara rağmen insan yalnızlaştırılmakta, bireyselleştirilmektedir. Bireysellik, yalnızlaşma demektedir.
Yalnızlaşma ise her türlü tuzağa düşmeye, kandırılmaya, aldatılmaya hazırlıklı durumda olmak demektir.
Bu durumu da bazı çıkar çevreleri çok güzel istismar ederek, insanları akıl almaz çıkarlarına alet edebilirler ve edebilmektedirler.
Yalnızlaşmanın boyutlarını size yaşanılan iki olayla anlatmak istiyorum.
Hangi ülkeden gelmiş olduğu önemli değil, Avrupa’dan bir psikolog Türkiye’yi ziyarete geliyor ve burada üç-beş ay kadar kalıyor. Bilim adamları girdikleri toplulukları bilimsel olarak da incelediklerinden bu psikolog da Türk toplumunu inceliyor ve bu arada oldukça geniş bir dost çevresi elde ediyor. Nihayet Türkiye’den ayılma zamanı geliyor. Ayrılma zamanında da bir Türk dostu bu psikologa “Uzun zaman aramızda kaldın. Biz Türkler hakkında ne düşünüyorsun?” diye soruyor. Tabi ki bizim Türk “Siz çok çalışkan,cesur, misafir sever... insanlarsınız” gibi benzeri övgü sözler bekliyor. Psikolog bu soruyu soran kişinin gözlerinin içine bakarak “Türkiye yalnızlar memleketi” diyor. Soruyu soran Türk şaşırınca da ona “Çünkü” diyor “Türk insanı kendi sorunlarını kendisi çözümleme gayreti içinde. Hiç kimse sorununun çözümü için en yakınına bile anlatmıyor veya anlatamıyor. Örneğin, kadın kocasına, kocası karısına, çocukları anne ve babalarına sorunlarını anlatamıyorlar. Herkes sorunlarını kendisi çözümleye çalışıyor. Çünkü herkes yalnızlık içinde” diyor.
Bilemiyorum siz bu hususta ne düşünüyorsunuz?
Bir başka olay da, bir toplantıda sohbet ediyorduk. Ben o toplantıda yukarıda olayı anlattım. O toplulukta bulunan bir beyefendi bana “Haklısınız” dedikten sonra başından geçen şu olayı anlattı.
“Üniversitede okuyan bir kızım var. Bir gün işten eve geldiğimde kızım karşıma geçerek bana “Baba, ben çok yalnızlık duygusu içindeyim” dedi. Ona , Kızım sen nasıl yalnız olursun, bak senin baban, annen var, ablan, ağabeyin var. Biz burada bir aileyiz. Sen nasıl yalnız olursun?” dedim. Kızım başını kaldırıp gözlerim içine bakarak “Baba sen de yalnızsın” dedi ve “Biliyorum senin de bir çok sorunların var, ama sen bu sorunlarını ne annemle, ne de bizimle konuşuyorsun, sende yalnızsın baba” dedi. Kızım haklı idi. Gerçekten benim de içinden çıkamadığım sorunlarım vardır ve ben bu sorunlarımı ailemle bile konuşamıyordum. Bu sefer ben başımı önüme eydim, kızıma söyleyecek bir söz bulamadım ve yalnızca dudaklarımın arasından “Haklısın kızım sözlerinin çıktığını fark ettim” dedi.
İşte bazı çevrelerce söz konusu ettiğimiz bu yalnızlık duygusunun artması için özel bir gayret sarf edilmektedir.
Çünkü yalnız olan insan, ne kadar bilgili ve kültürlü olursa olsun, karşılaşabileceği, başına gelebilecek her olay karşısında sağlıklı bir akıl yürütüp, sağlıklı kara veremez. Muhakkak bir yerde duygularına ve hislerine kapılır ve dolayısıyla yanlış kararlar verebilir. İşte bazı çıkar çevrelerinin de faydalandığı, insanların bu yalnızlık içinde yanlış karar verme olasılığının fazla olmasıdır.
Yalnız insanlar alkole, uyuşturucuya, kumara, fuhşa ve aklınıza gelebilecek diğer suçlara ve hatalara, yanlış hareketlere daha kolaylıkla sürüklenebilirler, alet edilebilirler. İşte insanları birlik halde tutan, onların arasında bağlantı işlevi gören Vatan, millet, ulus duyguları ile gelenek ve görenekler, aile birliği anlayışı, din ve dinsel inançlar bazı çıkar çevreleri tarafından bu yüzden zayıflatılmak, yıpratılmak ve yok edilmek istenmektedir.
Bu durumdan kimler faydalanıp,kimler çıkar sağlar, bunun değerlendirilmesini sizlere bırakıyorum.
Gelin bu gibi tuzaklara düşmeyelim, birleşerek, birlik olarak bu tuzakları bozalım.
Saygılarımla....
***
Behzat ŞAŞAL
Dünyamız ve dünya insanlığı büyük bir tehlikeye doğru hızla sürüklenmekte, daha doğrusu hızla koşarak gitmektedir.
Nedir bu büyük tehlike?
İnsanları bir arada tutan, birbirine bağlayan ve insanların toplumsal inançlarının, toplumsal yaşamının yıkılması, yok edilmesi.
Lütfen dikkat ediniz, insanları bir arada tutan ve insanlar arasında saygıyı, sevgiyi oluşturan ve insanlarca kutsal kabul edilen her şeyi yıpratma, zayıflatma ve zamanla da yok etme kampanyası çok bilinçli bir şekilde ve çok ustalıkla yürütülmektedir.
Öncelikle insanlardaki milli duyguları, milli inançları ustalıkla yıpratma ve yok etme taktiği uygulanıyor ve başarılı olunuyor.
Örneğin, insanları bir araya toplayan ve onları birleştiren vatan, millet sözcükleri küçümsetilerek alay konusu düzeyine indirgendi. Bunu kendi bünyemizde ve kendi içimizdeki uygulanışına lütfen dikkat ediniz. Nedir bu kendi ülkemizde ve kendi içimizde uygulanan yıpratıcı sözcükler?
Adeta günlük konuşma dilimize ustalıkla sokulan şu sözcüğe veya tekerlemeye bakınız. “Vatan, Millet, Sakarya”
Espri havası içine sokularak söylenilen bu sözcüklerle insanlar arasında kuvvetli bir bağ görevini gören Vatan, Millet sözcükleri alaya alınarak ustalıkla yıpratılmak ve yok edilmek istenilmektedir ve bunda da oldukça başarılı olunmuştur.
Bakınız, kurtuluş savaşımız ve esaretten kurtulup bir devlet, bir millet ve ulus olmamızın sembolü olan Sakarya savaşımız nasıl ustalıkla alaya alınmakta, nasıl ustalıkla yıpratılarak yok edilmektedir?
Örneğin, insanlar arasında bir başka dayanışma ve bağlılık birliği de ailedir. Bazı çevrelerce bu aile birliği, dayanışması yıpratılmak ve yok edilmek istenmektedir. Bunun için de evlilik dışı birlikte yaşam ustalıkla teşvik edilmekte ve bu uygulama da hızla yayılmaktadır.
Evlilik anlayışını yok etmek için bireylerin bağımsız ve özgür olma hakları çok güzel bir şekilde işlenmektedir. “bağımsız ve özgür olarak yaşamak” inancı, düşüncesi, çağdaş bir düşünce akımı gibi yaygınlaştırılmaktadır. Bu düşünce ile, insanların gelişmesini ve mutluluğunu engelleyen en büyük engellerden birinin insanların bağımlı ve özgür olmamalarından kaynaklandığı tezi ortaya atılmaktadır ve bu oldukça da insanlara akılcı ve inandırıcı gelmektedir.
Aile bağlarının, dayanışmasının zayıflaması vee yok olması için ellerinden gelen her türlü kurnazca oyunlar oynanmaktadır. Televizyonlardaki dizilere, filimlere lütfen bir bakın, evlilik dışı ilişki kurulmayan tek bir film var mı? Hele televizyon dizilerinde, öylesine ki, kim kimin karısı, kim kimin kocası belli değil... Dizi de rol alan hemen herkes birbiri ile cinsel ilişki içinde bulunmata ve bu gayet normal bir davranış olarak görülmekte ve gösterilmektedir.
Öylesine ki, “aile sadakati, aile bağlılığı veya ailede namus anlayışı, geri kafalılıkla, çağdışlılıkla suçlayarak bu gibi düşünceler, inançlar alay konusu olmaktadır. Birçok insan ve genellikle yeni yetişen nesiller, böyle bir suçlamanın altında kalmamak ve çağdaş görünümlü olmak için bu gibi fikirleri benimsemekte ve yaşamlarının bir parçası haline getirme çabası içinde bulunmaktadırlar.
Yıpratılmak ve yıkılmak için hedef olarak seçilen bir başka inanç ise DİN inancıdır. Din inancı da insanların birleşmesinde, birlik ve bütünlük içinde yaşamasında çok etkin bir rol oynamaktadır. İnsanları birleştiren, bütünleştiren bu din etkinliği de zayıflatılarak yok edilmek istenmektedir. Dini inançları zayıflatmak ve yok etmek için öne sürülen görüşler, yüzeysel bakılıp değerlendirildiğinde hak vermemek ve bu görüşleri doğru kabul etmemek mümkün değil.
Çünkü, akıl ve mantıksal görünüm altında tamamen insanların hislerine ve duygularına hitap dilmekte, duygularına seslenilmektedir.
İnsanoğlunun da en zayıf olduğu,daha doğrusu insanoğlunu kandırmanın, onu saptırmanın en kolay ve en etkin yolu, onun hislerine, duygularına seslenmektir. Çünkü insanoğlunun her ne kadar akıl ve mantıkla karar verip hareket ettiği zannedilse de, daha çok duyguları ve hisleri ile karar veren bir özeliğe sahiptir. Bunun içindir ki, bütün reklamcılar ve propagandacılar insanın bu zayıf tarafını gayet iyi bilmektedirler. Bunu bildikleri için de bütün reklamlarını ve propagandalarını, akıl ve mantıksal görünümü altında tamamen insanların duygularına, hislerini seslenmektedirler.
İnsanları, inandırmak, kandırmak için onların en zayıf noktaları olan duygu ve hissi taraflarını tahrik ederler. Örneğin, bir şey satmak istiyorlarsa o şeye ihtiyacı olduğunu ve o şeyi aldığı takdirde elde edeceği avantajları, üstünlükleri akıl ve mantık görünümü altında, aslında ise tamamen duygusal ve hissi tarafını tarik ederek, o insanın o şeyi almasını sağlar. Bu satış, bir eşya bir içecek veya bir fikir olabilir. İşte dinsel inançların zayıflatılması ve yok edilmesi hususunda aynı oyunlar, aynı usüller oynanmaktadır.
Din ve dinsel inançları zayıflatmak ve yok etmek için akılcı ve mantıksal görünümlü şu sözlere bir bakalım.
“Dinsel ve dinsel inançlar bir zamanlar için çok güzel ve çok faydalı şeylerdi. İnsanlığa çok faydası oldu ama artık dinlerin ve dinsel inançların devri geçmiştir. Çünkü dinin yerini artık ilim almıştır.
Din bilinmeyen manevi bir inanca dayanırken. İlim tamamen elle tutulan, gözle görülen içinde yaşadığımız madde ve maddesel varlığa dayanmaktadır. Bunun içindir ki artık, din ve dinsel inançları bırakalım daha akılcı olan ilme inanalım, ilme değer verelim” denilmektedir.
Bu sözleri şu sözler izlemektedir.
“Dinlerdeki dua ve ibadetlerin amacı insanların iyi insan” olmalarını sağlamaktır. Eğer ben bazı çalışmalarla bu iyi olmayı elde edebiliyorsa iyi insan olabilmek için ayrıca dua ve ibadet etmeme gerek yoktur. Yani iyi insan olmak için dua ve ibadetlere ihtiyaç yoktur” denilmektedir.
Veya, “Eğer insanlar, dinsel inançlarda amaçlanan hedefe ve mertebeye ulaştı ise bu durumdaki insanların oruç, namaz gibi benzeri dini ibadetleri de yapmasına gerek yoktur” denilmektedir. Ve böylece insanlara o mertebeye eriştikleri, dolayısıyla artık dua ve ibadet etmelerine gerek olmadığı düşüncesi, inancı aşılanmaktadır.
Bu gibi benzeri sözlerle de dua ve ibadet inançları zayıflatılarak yok edilmek istenmektedir.
Şimdi bu ve buna benzer sözleri yüzeysel olarak ele alır değerlendirirseniz bunlara hak vermemek, haklı görmemek mümkün değildir gibi görünmektedir.
Çok sinsice ve çok kurnazca ortaya konulan bu görüş ve düşüncedeki gerçek amacın, din inancının zayıflatılarak yıkılması isteklerinin bulunduğunu görmeye çalışalım. Bu sinsi ve kurnazca yapılan çalışmalara din açısından değil, dini inançların yıkılmasının toplumda ve insanlar üzerindeki olumsuz etkinliğini sosyoloji bilimi açısından ele alarak cevap vermeye çalışalım.
Bu gibi durumlarda, yani duygularımıza ve hislerimize seslenen görüş ve fikirlerle karşılaştığımızda, bunları akıl ve mantığımızla değerlendirmeden, akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden, üstlerine balıklama atlayarak benimsememeliyiz. Biz bunları öylesine benimsiyoruz ki, “Kraldan fazla kralcı” kesilircesine bu gibi fikirleri, düşünceleri can siperane savunuyor ve yayıyoruz.
Bizleri bu gibi davranışlara yönelten duygularımızdan biri de, yeni duyulan yeni ortaya konulan fikirleri, düşünceleri, çağdaş fikirli, çağdaş düşünceli görünmek duygularımızdan ve kompleksimizden kaynaklanmaktadır. Yeni fikirler, yeni düşünceler de tıpkı yeni modalar gibi bilinçsizce benimsenmekte ve uygulamaya sokulmaktadır. Bilhassa bu uygulamada entel görünmek akıllı, kültürlü ve çağdaş görünmek kompleksi ağır basmaktadır.
Yeni fikirleri çağdaş görünmek kompleksi ile incelemeden benimsemek ve onu yaymaya çalışmak bize yani insanlığa nelere mâl olmuş ve olmaktadır. Bunun üzerinde hep birlikte düşünelim. Bununla, yeni fikirler benimsemeyin, yeni fikirlere karşı çıkın demek istemiyoruz. İncelenmeden ve özellikle o fikirlerin altında gizlenen veya onların uygulanması ile meydana gelebilecek olumsuz etkilerin neler olabileceğini düşünmeden, araştırmadan kabullenmenin ve yaymanın, toplumumuz için, insanlık için zararlı sonuçlar verebileceğini ve hata verdiğini belirtmeye çalışıyoruz. Biz açıkça şunu belirtiyor ve şunu söylüyoruz, duyduğunuz her fikri peşinen ne red edin ne de kabul edin. O fikirler üzerinde araştırma yapın ve düşünün.
Sağlığımız için aldığımız ve olumsuz yan etkilerini bilmediğimiz ilaçlardan bazılarının faydadan çok zararlı olduklarını veya olabileceklerini dikkate almamız gerektiği gibi, her yeni fikirleri de uygulamadan önce incelememiz gerektiğini belirtmek istiyorum. Bizim duygularımıza ve hislerimize o an için olumlu görünse de içimizde ve toplumda yapacağı tahribatı, yıkımı düşünmemiz gerekir. Kısacası Tevfik Fikret’in “Bilinsel şüphe nura koşmaktır” sözünü yaşamımızın rehberi olarak kabul etmeliyiz.
Bu açıklamalardan sonra yukarıda kısmen de olsa değindiğimiz bazı çağdaş görünümlü düşüncelerin, fikirlerin, insanoğlu ve toplumumuzda yapabileceği olumsuz etkilerin neler olabileceğini ne sonuçlar getirebileceğini ve bunlarla hedeflenen gizli amaçların ne olduğuna birlikte bakalım. Öncelikle yeni bir fikir ve yeni bir öneri ile karşılıaştığımız zaman kendi kendimize şöyle bir soru soralım ve bunun cevabını araştıralım.
Bu fikir ve düşüncelerde amaçlanan ana hedef nedir, ne olabilir?
Elde edilen bu hedef ve amaçtan kimlerin çıkarı ve kimlerin zararı vardır?
Defalarca belirttiğimiz gibi dikkat edersek, insanlar arasında birliği, beraberliği ve dayanışmayı sağlayan her türlü gelenek, görenek ve anlayışlar hedef alınarak zayıflatılmak ve yok edilmek istenmektedir. Bunu sağlamak için de “bireysel bağımsızlık ve özgürlük” fikirleri adeta sloganlaştırılarak kullanılmaktadır.
Çünkü insanlar bireyselleştirildikleri zaman, aralarındaki dayanışma ve danışma bağları zayıflamakta hatta koparak yok olmaktadır.
Bireyselleşen insanlar ise istenilen tuzağa çok daha kolaylıkla düşürülebilmektedir.
Yanlış anlaşılmaması için özür dileyerek hayvanlar aleminden bir örnek vermek istiyorum. Biliyorsunuz ki, hayvanlar aleminde, avcı durumundaki bir hayvan, örneğin bir kurt, aslan, kaplan gibi avcılar, avlamak istedikleri hayvanlar eğer bir sürü yani bir topluluk halinde ilk yaptıkları iş bu topluluğu dağıtmak olmaktadır. Topluluğa değişik yönlerden saldırarak o topluluğu dağıtırlar, gözüne kestirdiği avları yalnız bırakırlar ve yalnız bıraktıkları avlarını da kolaylıkla avlarlar.
Ticari veya başka amaçları için de, tabir yerinde ise, avlamak istedikleri insanları düşünce ve karar vermelerinde yalnız bırakarak onları kolaylıkla amaçladıkları tuzaklarına düşürürler.
Namus, ahlâk konusunda olsun, vatan, millet anlayışı konusunda olsun; insanları birey olarak yalnız bırakmaya uğraşırlar. Yalnız kalan insanı da duygularına hislerine, etkileyerek amaçlarına uygun kullanılır hale getiririler. Kısacası ustalıkla tuzaklarına düşürürler.
Örneğin, aile ilişkilerinde aile birliği, aile bağlılıkları ustalıkla zayıflatılma uygulamaları yapılmaktadır. Aile bağlarının, dayanışma ve zayıflamasından kimler ne gibi faydalanırlar? Eşlerin birlerine, çocukların anne, babalarına bağlılıkları ve dayanışmaları kalmazsa, bu zayıflıktan faydalanabilecek art niyetli çevreleri bir düşün. Bu gibi durumlarda alkol, sigara, uyuşturucu, fuhuş gibi aklınıza gelebilen her türlü olumsuzluklara kolaylıkla kapılabilirler ve kolaylıkla sürüklenebilirler.
Din ve din inancının yok olduğunu bir düşünelim. Din inancının yok olması bireyler ve toplumlar üzerindeki sosyal yaşam açısından olumsuz etkisi ne olur? Dinlerde sık sık belirtilen, “Suçlarınızın hesabını vereceksiniz” inancının yok olduğunu bir düşün neler olabilir? Bu inancın tamamen ve bütün insanlarda kalktığını düşünürseniz, bu kalkıştan doğan boşluğu ve yaygınlaşacak olumsuz hareketleri dünyevi kanunlarla önleyebilir misiniz?
Bu durumda, insanlarda “Öbür dünya diye bir şey yoktur, bütün hayat bu dünyadan ibarettir.”düşüncesi yerleşir ve egemen olursa; insanların yapacakları çılgınlıkları, ahlâksızlıkların önlenmesini bırakın tam aksine teşvik edilmiş olunacaktır.
Bu fikirlerin karşısına çok değişik, akılcı görüşlerle çıkılması mümkündür. Benim burada ki amacım şu veya bu şekilde ileri sürülen olumsuz ve yıkıcı fikirlerle çatışmak olmadığı gibi bütün söylediklerimde ben haklıyım iddiasında değilim. Benim ısrarla belirtmek istediğim ve öyle sanıyorum ki sizlerinde çoğunlukla katılacağınız husus, insanın yalnızlaştırılması, bir başka değişle, toplumsal yaşamdan soyutlaştırılarak bireyselleştirilmesi çalışmalarının insanları zayıflatacağı ve olumsuz sonuçlar getireceği olmasıdır. Derneklerin, kulüplerin ve benzeri toplulukların varlığı, hatta soysal yaşamdaki artışlar bizleri kandırmasın. Bütün bu topluluklara rağmen insan yalnızlaştırılmakta, bireyselleştirilmektedir. Bireysellik, yalnızlaşma demektedir.
Yalnızlaşma ise her türlü tuzağa düşmeye, kandırılmaya, aldatılmaya hazırlıklı durumda olmak demektir.
Bu durumu da bazı çıkar çevreleri çok güzel istismar ederek, insanları akıl almaz çıkarlarına alet edebilirler ve edebilmektedirler.
Yalnızlaşmanın boyutlarını size yaşanılan iki olayla anlatmak istiyorum.
Hangi ülkeden gelmiş olduğu önemli değil, Avrupa’dan bir psikolog Türkiye’yi ziyarete geliyor ve burada üç-beş ay kadar kalıyor. Bilim adamları girdikleri toplulukları bilimsel olarak da incelediklerinden bu psikolog da Türk toplumunu inceliyor ve bu arada oldukça geniş bir dost çevresi elde ediyor. Nihayet Türkiye’den ayılma zamanı geliyor. Ayrılma zamanında da bir Türk dostu bu psikologa “Uzun zaman aramızda kaldın. Biz Türkler hakkında ne düşünüyorsun?” diye soruyor. Tabi ki bizim Türk “Siz çok çalışkan,cesur, misafir sever... insanlarsınız” gibi benzeri övgü sözler bekliyor. Psikolog bu soruyu soran kişinin gözlerinin içine bakarak “Türkiye yalnızlar memleketi” diyor. Soruyu soran Türk şaşırınca da ona “Çünkü” diyor “Türk insanı kendi sorunlarını kendisi çözümleme gayreti içinde. Hiç kimse sorununun çözümü için en yakınına bile anlatmıyor veya anlatamıyor. Örneğin, kadın kocasına, kocası karısına, çocukları anne ve babalarına sorunlarını anlatamıyorlar. Herkes sorunlarını kendisi çözümleye çalışıyor. Çünkü herkes yalnızlık içinde” diyor.
Bilemiyorum siz bu hususta ne düşünüyorsunuz?
Bir başka olay da, bir toplantıda sohbet ediyorduk. Ben o toplantıda yukarıda olayı anlattım. O toplulukta bulunan bir beyefendi bana “Haklısınız” dedikten sonra başından geçen şu olayı anlattı.
“Üniversitede okuyan bir kızım var. Bir gün işten eve geldiğimde kızım karşıma geçerek bana “Baba, ben çok yalnızlık duygusu içindeyim” dedi. Ona , Kızım sen nasıl yalnız olursun, bak senin baban, annen var, ablan, ağabeyin var. Biz burada bir aileyiz. Sen nasıl yalnız olursun?” dedim. Kızım başını kaldırıp gözlerim içine bakarak “Baba sen de yalnızsın” dedi ve “Biliyorum senin de bir çok sorunların var, ama sen bu sorunlarını ne annemle, ne de bizimle konuşuyorsun, sende yalnızsın baba” dedi. Kızım haklı idi. Gerçekten benim de içinden çıkamadığım sorunlarım vardır ve ben bu sorunlarımı ailemle bile konuşamıyordum. Bu sefer ben başımı önüme eydim, kızıma söyleyecek bir söz bulamadım ve yalnızca dudaklarımın arasından “Haklısın kızım sözlerinin çıktığını fark ettim” dedi.
İşte bazı çevrelerce söz konusu ettiğimiz bu yalnızlık duygusunun artması için özel bir gayret sarf edilmektedir.
Çünkü yalnız olan insan, ne kadar bilgili ve kültürlü olursa olsun, karşılaşabileceği, başına gelebilecek her olay karşısında sağlıklı bir akıl yürütüp, sağlıklı kara veremez. Muhakkak bir yerde duygularına ve hislerine kapılır ve dolayısıyla yanlış kararlar verebilir. İşte bazı çıkar çevrelerinin de faydalandığı, insanların bu yalnızlık içinde yanlış karar verme olasılığının fazla olmasıdır.
Yalnız insanlar alkole, uyuşturucuya, kumara, fuhşa ve aklınıza gelebilecek diğer suçlara ve hatalara, yanlış hareketlere daha kolaylıkla sürüklenebilirler, alet edilebilirler. İşte insanları birlik halde tutan, onların arasında bağlantı işlevi gören Vatan, millet, ulus duyguları ile gelenek ve görenekler, aile birliği anlayışı, din ve dinsel inançlar bazı çıkar çevreleri tarafından bu yüzden zayıflatılmak, yıpratılmak ve yok edilmek istenmektedir.
Bu durumdan kimler faydalanıp,kimler çıkar sağlar, bunun değerlendirilmesini sizlere bırakıyorum.
Gelin bu gibi tuzaklara düşmeyelim, birleşerek, birlik olarak bu tuzakları bozalım.
Saygılarımla....
***
"BEN, OT GİBİ YAŞAMAK İSTEMİYORUM"
Behzat ŞAŞAL
İçinde yaşadığımız yaşam anlayışına şöyle bir baktığımızda ve incelediğimizde ne görüyoruz ve ne gibi durumlarla karşılaşıyoruz?
Çağımız insanının ve toplumların çıkar çevrelerince "Slogan" sözcüklerle bazı amaçlara çok ustalıkla yönlendirildiklerini, kanalize edildiklerini görüyoruz.
Slogan sözcüğü biliyorsunuz ki, kısa ve çarpıcı propaganda amaçlı söylenilen sözlerdir.
Bunun içindir ki slogan tarzında söylenilen bütün sözler karşısında çok dikkatli ve uyanık olmamız gerekmektedir.
"Slogan sözcüklerini kimler, niçin ve ne amaçla kullanırlar" sorusu üzerinde düşündüğümüzde, karşısındaki kişiden, kişilerden ve toplumlardan açık veya gizli bir çıkar, bir menfaat gözeten herkesin bu slogan sözcükleri kullandıklarını görüyoruz. Bunu kullanan ben, sen, o yani herkes, hepimiz olabiliriz. Dikkat edin, karşımızdaki kişiden bir şey isteyeceğimiz zaman o kişiye, onu beğendiğimiz, takdir ettiğimiz, bizim için çok değerli, çok kıymetli bir dost, bir insan olduğunu belirterek, kısacası övgü sözcüklerle konuya girmiyor muyuz? Dostluk, insanlık, sevgi üzerine sloganvari sözcükler söylemiyor muyuz? Bunun tersi gibi görünse de örneğin, birisinden bir şey istediğimizde eğer o kişi dostluk, arkadaşlık, sevgi gibi sözcüklerle konuşmaya başladığı an, bilin ki bizim o istediğimizi vermemek için ustaca bir giriş yapıyor demektir.
Bireyler arasında oynanan bu oyun, bireyler arasında kaldığından etkinliği ve zararları fazla görünmemektedir.
Slogan üslûbunun en etkin ve en zararlı şekilde kullanıldığı yer, ticaret ve siyaset alanıdır.
Devletler arası, devlet ve hükümet başkanlarının protokol konuşmalarına dikkat ediniz genellikle "Dost ve kardeş millet" "Tarihten gelen birlik ve beraberlik" gibi benzeri sloganlarla işe başlarlar. Protokoldeki bütün bu sloganvari konuşmaların özünde, bundan sonra yapılacak olan ticari içerikli anlaşmalarda elde edilmesi düşünülen menfaatleri elde edebilmek için karşı tarafı yumuşatmak ve kandırmakta kolaylık sağlamaktır.
Slogan kullanımının en etkin ve en yaygın kullanıldığı alan ise, ticaret alanı ile gizli amaçlarla kurulmuş olan kuruluş ve örgütlerdir. Ticaret yaşamında yapılan slogan reklamlarına dikkat ediniz. Kısa, öz ve etkileyici sloganlar ve bu sloganlarin etkisinde kalan milyonlarca insan, ticari malların satımı için yapılan reklamlardaki sloganları ve bunların ne kadar aldatıcı ve yanıltıcı oldukları üzerinde lütfen biraz düşünsünler.
Örneğin, içinde kokain ve bol asit gibi insan sağlığına zararlı maddeler bulunan bir meşrubat veya gıda maddelerinin satışında şu slogana bir bakın:
"Hayatın tadı tuzu" olarak tanıtılan bir reklam. Sanki o içilmez veya yenilmezse hayatın hiçbir tadı tuzu olmayacağı imajını, düşüncesini insanlara kazandıran bir slogan.
Sloganların en tehlikelileri ve en gizli olanları, bazı kesimleri özellikle genç kuşağı hedef alan sloganlardır. Bunların genelde en yaygın olanı da dini inançlı olan insanları istismar etmek ve sömürmek isteyenlerin dinsel motifli sloganlar, ikincisi de, özellikle gençleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmek, kullanabilmek için "YAŞAM ve YAŞAMAK" üzerine oturtulan sloganlardır.
Biz bu yazımızda daha çok genç kuşağı hedef alan YAŞAM üzerine oynanan oyunlar ve bu alanda öne sürülen sloganlar üzerinde duracağız. Genç kuşağı, sigara, içki, uyuşturucu, kumar gibi benzeri alışkanlıkları kazandırmak, için yapılan açık ve gizli çalışmaları ve sloganları lütfen bir düşünün.
Bir de bunların dışında ve daha büyük boyutlarda, insanları kendi amaçlarına hizmet eden kişiler durumuna düşürmek için onların üzerinde oynanan oyunları bir göz önüne getiriniz. Bunun içinde genellikle yaşamında bir çok özlemler içinde olup ta bunları yaşayamayan gençler seçilmektedir. Birçok gençte de, bu arzular adeta tahrik edilmektedir. Bunda başarılı olmak için de, çevresinde yaşamına özendiği onlar gibi yaşamak istediği kişiler gösterilerek, gencin en hassas olduğu noktalara slogana benzer sözcülerle basılarak etkili olunur.
Örneğin:
"Onlar insan da sen değil misin?"
"Senin onlardan ne eksikliğin var?"
"Senin de insan gibi yaşamak hakkın değil mi?"
"Ot gibi yaşayıp ot gibi gideceksin"
Bu ve buna benzer daha bir sürü sloganlarla gençlerin kafasında, bu sloganlara uygun düşüncelerin, inançların oluşması sağlanır.
Örneğin:
"Benim onlardan ne eksiğim var?"
"Benim en az onlar kadar yaşamaya hakkım var"
"Ben yaşamak istiyorum, yaşamak benim de hakkım"
"Ben sizin gibi olmak ve sizin gibi yaşamak istemiyorum"
"Ben ot olarak gelip, ot olarak gitmek istemiyorum"
"Ben ot gibi yaşamak istemiyorum"
"BEN YAŞAMAK İSTİYORUM"
gibi benzeri sloganlarla genç nesillerin kalpleri ve beyinleri doldurulmakta ve sonunda genç bunlarla, bu sloganlarla yaşar hale gelmektedir. Sonunda da bu tür bir yaşamın özlemi ve arayışı içine giriyorlar.
Zaten karşı tarafın da amacı ve özlemi bu olduğundan, gençleri kendi isteği doğrultusunda yönlendirmekte ve kanalize etmektedirler. Çünkü, belirttiğimiz bu ve benzeri sloganların etkisi altına giren genç veya gençlerde artık hisler ve duygular egemendir. Hisler ve duygular egemen olduğu için de konular ve olaylar üzerinde, bir başka deyişle oluşumlar üzerinde sağlıklı akıl ve mantık yürütmez. Daha doğrusu yürütemezler çünkü aklın ve mantığın yerini hisler ve duygular kaplamıştır. Bu oluşum öylesine güçlenir ki, akıl ve mantığa tamamen egemen olur ve sonunda bunların yerini hisler ve duygular alır. Akıl ve mantıkla, hisler ve duygular birbirinden ayırt edilemez hale gelir. Hisleri ve duygularıyla hareket ettiği halde, akıl ve mantıkla hareket ettiğini zanneder. Çünkü hisler ve duygular, akıl ve mantığın yerini aldığından, hissi ve duygusal hareket ve davranışları ona akıl ve mantıksal hareket ve davranışlar gibi görünmeye başlar. İşte en büyük yanılgı ve aldanış bu noktada başlar.
Slogan üreticilerin de istediği ve beklentisi zaten budur. Bundan sonra o genci veya gençleri istediği gibi yönlendirebilir, kanalize edebilir ve diğer bir deyimle istediği gibi kullanabilir. Çünkü akıl ve mantığın yerini hisler ve duygular almış olan insanlar, çok kolaylıkla hisler ve duygularının tahrik edildiği yöne yönlendirilebilinir, kolaylıkla kanalize edilebilir. Bu durumda olan insanlar, içkiye, sigaraya, kumara, uyuşturucuya, sekse ve benzeri yaşamlara kolaylıkla yönlendirilip, alıştırıla bilinir.
Gizli amaçlara yönelik çalışmaları olan, dernekler, partiler, kuruluşlar ve kişiler amaçlarına hep bu gibi kişileri seçerler veya bu gibi kişileri amaçlarına uygun oluştururlar. Bu gibi kişiler akıl ve mantık yürütmekten öylesine uzaklaştırılır ki, "şeytana tap" derler, şeytana taparlar. "zebaniye tap" deseler zebaniye taparlar. Bu uygulamanın en çarpıcı örneğini sık sık basında adı geçen "Satanist" denilen şeytana tapanlarda görüyoruz.
Düşünebiliyor musunuz? Tapılacak Allah varken, Allah'ı bırakıp şeytana tapıyorlar. Bu nasıl oluyor? Burda akıl ve mantık nasıl yitiriliyor da insanlar Allah'ı bırakıp şeytana tapacak hale geliyorlar?
Basına intikal eden ve basından öğrendiğimize göre şeytana tapan ve bu uğurda cinayet işleyen satanist bir genç, çevresindekilere, anne ve babasına "Ben ot gibi gelip ot gibi yaşamayacağım", "Sizin ottan ne farkınız var, ben sizin gibi ot olarak yaşamak istemiyorum" gibi benzeri sözler söylüyormuş. Bu düşüncelerinin sonucu olarak da cinayet işliyor. Çünkü Allah'ın değil şeytanın emrinde olana, şeytan insana ancak, cinayet işletir, sadistçe insanlık dışı işler yaptırır.
Akıl ve mantık süzgecini yitirip, yalnızca hisleri ve duyguları ile hareket etme durumuna düşen veya düşürülen insanlar, para görünümlü şeytana, uyuşturucu görünümlü şeytana, seks görünümlü şeytana veya doğrudan şeytanın kendisine taparlar, tapar duruma getirilirler.
Akıl ve mantıktan uzaklaşıp yalnızca nefsani arzularıyla hareket edenlerin, peşinden gittikleri şeyler veya kişiler ne görüntü verirse versin, bu görüntü ve yaptırımların özüne indiğimizde ,orada şeytanı veya şeytanca düşünceye sahip insanları göreceksiniz.
Peki, Allah ve melekleri dururken şeytan ve şeytanvari şeylere inanmayı önlemek veya hiç olmazsa en aza indirmek mümkün müdür? Mümkün ise bu nasıl olacaktır?
Bizce bu mümkündür ve bu da ancak insanları bilinçlendiren sağlıklı bir eğitim sisteminin uygulanması ile olabilir.
Peki bu eğitim sistemi nasıl bir eğitim sistemi olmalıdır?
Bizce, bilinçli eğitim üç ana temel öğretinin üzerine oturmalıdır.
1- Eğitim ve öğretimde amaç, not ve diploma kazandırmak değil. İnsanlarda öğrenme ve bilme zevkini kazandırmak olmalıdır. Bir insana, not ve diploma kaygısı ve düşüncesi dışında ona öğrenme ve bilme duygusunu, arzusunu bir zevk olarak bir hobi olarak kazandırabilirseniz, o insan yaşamda kendisi için gerekli olan her şeyi isteyerek zevkle öğrenir. Arar araştırır; sorar soruşturur;kısacası, ne yapar yapar öğrenir ve bunu büyük bir zevk ve istekle yapar. İşte eğitim ve öğretimin ilk felsefesi ve uygulaması bu inançla yapılmalıdır. Öylesine ki bu eğitim insanlarda, susadığı zaman suya, acıktığı zaman karnını doyurmaya karşı duyulan arzu gibi, öğrenme arzusu duyurmalıdır.
2- Eğitim ve öğretim, insanlarda akıl ve mantık yürütme kabiliyet ve yeteneğini kazandırmalıdır. Eğitim ve öğretim, insanlara doğru ile yanlışı, yalan ile doğruyu, çirkin ile güzelliği birbirinden ayırma yeteneğini kazandırılmalıdır. Bu yeteneği kazanan insan kolay kolay kandırılamaz, aldatılamaz, yanlış yollara saptırılamaz. Çünkü insanları aldatmak, onları yanlış yollara yönlendirip kandırmak için yapılan kurallar, taktikler insanlara hep güzel gösterilerek yapılmaktadır. Bizde bunu "Zehir, altın kapta sunulur" diye belirten güzel bir de ata sözü vardır.
Bu alandaki düşüncelerimizi belirtecek güzel sözlerden biri de NİETZSCHE'in söylemiş olduğu "GİZLENEN GERÇEKLER ZEHİRLİ OLUR" sözüdür.
Eğitim ve öğretimde akıl ve mantık yürütme, yani söylenen sözlerin, hareket ve davranışların tahlil ve muhakemesi yapılması öğretilirse, söylenen güzel görünümlü sözlerin, sloganların altında gizlenen gerçek amaçların, yani zehirlerin görünmesi de sağlanmış olur. Böyle bir eğitimin verilmesinden kimlerin rahatsız olabileceğini ve böyle bir eğitimin verilmesini kimler tarafından istenmeyeceğini ve engelleneceğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
Bunu kolaylıkla teşhis edebilmeniz için size basit bir ip ucu vereyim.
Toplumun veya insanın bilinçsiz oluşundan en çok faydalanan, çıkar sağlayan kimler, hangi kuruluşlardır? Bu soruyu kendi kendinize sorunuz ve cevabını araştırınız?
3- Eğitim ve öğretim insanlara kişilik, şahsiyet kazandırmalıdır. İnsanlara kişilik kazandırmayan bir eğitim ve öğretim sistemi, şahsiyetsiz, kişiliksiz ve dolayısıyla kendilerine güven duygusu olmayan insanlar yetiştirir.
Adını bilemediğim bir eğitimcinin bu alanda söylediği çok güzel bir sözü vardır. Der ki "Bir insanı öldürmek istiyorsanız, bıçak, tabanca gibi silah kullanmanıza gerek yoktur. Öldürmek istediğimiz insana, güvensizlik duygusu kazandırın yeter, onu öldürmüş sayılırsınız." Haksız mı? Bu sözü dikkate alırsak, öğretmenler, yöneticiler anne ve babalar başta olmak üzere, bu tür bir cinayet işlememiş, acaba kaç kişi vardır?
İnsanların yanlış yollara sapmalarının en büyük etkenlerden biri de, kendilerine güvensizliklerinden ve dolayısıyla zayıf kişiliğe sahip olmalarından meydana gelmiyor mu? Kendine güvenen, kişilik sahibi insanlar kolay kolay aldatıla bilinir mi?
Zaafı olan insanlar kişilik bakımından zayıf, kendilerine güveni olmayan insanlardır. Bunlar, yaşamları boyunca kendilerine güven duygusu kazanabilmek ve bunu kanıtlamak ihtiyacı içinde bulunurlar. Bu ihtiyaç duygusu da onları birçok yanlışlıklara, yani akıl ve mantık dışı davranışların içine düşmelerine neden olur.
Kısacası, insanların,özellikle gençlerimizin yanlışlıklara ve kötülüklere sürüklenmemesini istiyorsak, söz konusu ettiğimiz üç ana maddenin eğitim ve öğretim sisteminde uygulaması gerektiği inancındayız..
Eğer insanlarımız ve gençlerimiz yanlış ve kötü yollara sürükleniyorlar, birçok yanlışlıklar ve kötülükler yapıyorlarsa, suçu bu kişilerde bulmadan önce, onlara verilen eğitim ve öğretim sistemi incelenmeli ve sanık sandalyesine öncelikle o oturtulmalıdır. Eğer bir suçlu bulup mahkum edeceksek öncelikle bu insanlara ve gençlere verdiğimiz eğitim ve öğretim sistemini suçlu bulmalı ve onu mahkum etmeliyiz. Daha doğrusu böyle bir eğitim sistemini uygulayan ve uygulatanları suçlu sandalyesine oturtmalıyız.
Çünkü, eğitim ve öğretim sisteminde yapılan en büyük yanlışlık ve hatalarımızdan biri de, gençlerimize, insanlarımıza maddi ve manevi ilimlerin birlikte ve dengeli bir şekilde verilmemesidir.
Evrende varolan, gözle görülemeyen en küçük varlıktan, düşünebildiğimiz en büyük varlığa kadar ve bunların başında insan olmak üzere bütün varlıklar maddi ve manevi yöntem içinde oluşmuş varlıklardır. Tıpkı bir kuşun iki kanadı gibi. Kuşları uçuran kanatlarından biri maddiyat ise diğer kanadı maneviyattır. Kanatlardan biri eksik olursa o kuş uçamaz. Uçmaya gayret etse de ya sağa ya sola çarpar ve sonuçta uçamaz hale gelir. Yani başarısız olur. Görünüşte, o yine kuştur ama, kuş olmanın ve var olmanın vasfını, niteliğini, özelliklerini kaybeder.
Eğer insana da maddi ve manevi ilimler dengeli bir şekilde verilmez öğretilmezse, o yine insan görünümündedir ama, o insanı insan yapan temel vasıflarından eksik olur. Bu eksiklik onu birçok yanlışlara, hatalara götürür.
Çağımızın büyük bilginlerinden Albert EINSTEIN' "İmansız bir ilim adamının var olduğuna inanmıyorum. Zira dinsiz bir ilim sakat, fakat ilimsiz din kördür" demektedir.
Bu sözdeki ilim sözcüğü yerine İNSAN sözcüğünü koyarak ve biraz değiştirerek söylerseniz, aynı sonucu elde edersiniz.
"İmansız bir insanın var olduğuna inanmıyorum. Zira maddi ilmi olmayan insan sakat, fakat imansız bir insan ise kördür" şeklinde söylenebilir.
Yine Ahmet KAYHAN(dede) adındaki büyük bir bilge kişi, "HALK'A HİZMET EDERKEN HAK'TAN, HAK'KA HİZMET EDERKEN HALK'TAN UZAKLAŞMAYIN" demektedirler.
İşte eğitim ve öğretimin ana amacı ana felsefesi bu olmalıdır. Bizler, gençlerimize ve insanımıza maddi ilimlerle birlikte manevi ilmi, yani Allah'ın varlığı ilmini de birlikte dengeli ve bilinçli bir şekilde vermezsek, öğretmezsek, şeytanı öğretecek kişiler ortaya çıkar. Sonra da, şeytanı öğrenip, şeytana inanan gençleri ve insanları suçlamayalım.
Buradaki şeytan sözcüğü ile yalnızca şeytanlara inanan satanistler kastedilmemiştir. Şeytan sözcüğü ile şeytanvari her türlü inanışlar, hareket ve davranışlar anlatılmak istenmiştir. Bununla, yani burada şeytanla anlatılmak istenen, insanları kendi çıkarları için kullanmak isteyen politikacılar, sapık dernekler, tarikatlar, mezhepler, kuruluşlar, kişiler, kısacası şeytan vari davranışlarda bulunan, bulunmaya çalışan, her kuruluş, her insan, anlatılmak istenmiştir.
Gençlerimize ve insanımıza ne veriyoruz ki onlardan ne istiyor, ne bekliyoruz?
"Ne ekerseniz onu biçersiniz" diyen ve durumumuzu bize çok güzel açıklayan bu ata sözünü dikkatimizden uzak tutmayalım. Ve ot ektiğimiz bahçeden gül toplayamayacağımızı bilelim.
Açıkçası ve kısacası, verdiğimiz eğitim ve öğretimle insanımıza ve gençliğimize maddi ve manevi eğitimi dengeli, ölçülü bir şekilde veremezsek, özellikle yeni yetişen gençlere Allah'ı öğretemezsek, onlara şeytanı öğretenlerin çıkacağını bilmeliyiz. Biz Allah'ı öğretmiyoruz diye, şeytanı öğretenlere ve şeytanı öğrenenlere kızmayalım. Bu alanda işlenen her suçta suçlu olarak, o suçu işleyen insanı yetiştiren eğitimi uygulayan bizler kendimizi suçlu görmeliyiz.
Eğer işlenen her suçta politikacı, devlet adamı, yönetici, öğretmen, anne ve baba olarak kısacası gençlerin yetişmesinde, açık veya gizli etkili olan bizlerde kendimizi bir parça suçlu görür ve bu suçluluğu meydana getiren oluşumları, olumsuz etkinlikleri yok etmeye çalışırsak ancak o zaman suçu ve suçluları önlemiş oluruz.
Çünkü büyük düşünür GEOTHE’nin dediği gibi
“SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE GÖREV ALMAYANLAR, O SORUNUN BİR PARÇASI OLURLAR.” 27-Ocak-2000
Behzat ŞAŞAL
İçinde yaşadığımız yaşam anlayışına şöyle bir baktığımızda ve incelediğimizde ne görüyoruz ve ne gibi durumlarla karşılaşıyoruz?
Çağımız insanının ve toplumların çıkar çevrelerince "Slogan" sözcüklerle bazı amaçlara çok ustalıkla yönlendirildiklerini, kanalize edildiklerini görüyoruz.
Slogan sözcüğü biliyorsunuz ki, kısa ve çarpıcı propaganda amaçlı söylenilen sözlerdir.
Bunun içindir ki slogan tarzında söylenilen bütün sözler karşısında çok dikkatli ve uyanık olmamız gerekmektedir.
"Slogan sözcüklerini kimler, niçin ve ne amaçla kullanırlar" sorusu üzerinde düşündüğümüzde, karşısındaki kişiden, kişilerden ve toplumlardan açık veya gizli bir çıkar, bir menfaat gözeten herkesin bu slogan sözcükleri kullandıklarını görüyoruz. Bunu kullanan ben, sen, o yani herkes, hepimiz olabiliriz. Dikkat edin, karşımızdaki kişiden bir şey isteyeceğimiz zaman o kişiye, onu beğendiğimiz, takdir ettiğimiz, bizim için çok değerli, çok kıymetli bir dost, bir insan olduğunu belirterek, kısacası övgü sözcüklerle konuya girmiyor muyuz? Dostluk, insanlık, sevgi üzerine sloganvari sözcükler söylemiyor muyuz? Bunun tersi gibi görünse de örneğin, birisinden bir şey istediğimizde eğer o kişi dostluk, arkadaşlık, sevgi gibi sözcüklerle konuşmaya başladığı an, bilin ki bizim o istediğimizi vermemek için ustaca bir giriş yapıyor demektir.
Bireyler arasında oynanan bu oyun, bireyler arasında kaldığından etkinliği ve zararları fazla görünmemektedir.
Slogan üslûbunun en etkin ve en zararlı şekilde kullanıldığı yer, ticaret ve siyaset alanıdır.
Devletler arası, devlet ve hükümet başkanlarının protokol konuşmalarına dikkat ediniz genellikle "Dost ve kardeş millet" "Tarihten gelen birlik ve beraberlik" gibi benzeri sloganlarla işe başlarlar. Protokoldeki bütün bu sloganvari konuşmaların özünde, bundan sonra yapılacak olan ticari içerikli anlaşmalarda elde edilmesi düşünülen menfaatleri elde edebilmek için karşı tarafı yumuşatmak ve kandırmakta kolaylık sağlamaktır.
Slogan kullanımının en etkin ve en yaygın kullanıldığı alan ise, ticaret alanı ile gizli amaçlarla kurulmuş olan kuruluş ve örgütlerdir. Ticaret yaşamında yapılan slogan reklamlarına dikkat ediniz. Kısa, öz ve etkileyici sloganlar ve bu sloganlarin etkisinde kalan milyonlarca insan, ticari malların satımı için yapılan reklamlardaki sloganları ve bunların ne kadar aldatıcı ve yanıltıcı oldukları üzerinde lütfen biraz düşünsünler.
Örneğin, içinde kokain ve bol asit gibi insan sağlığına zararlı maddeler bulunan bir meşrubat veya gıda maddelerinin satışında şu slogana bir bakın:
"Hayatın tadı tuzu" olarak tanıtılan bir reklam. Sanki o içilmez veya yenilmezse hayatın hiçbir tadı tuzu olmayacağı imajını, düşüncesini insanlara kazandıran bir slogan.
Sloganların en tehlikelileri ve en gizli olanları, bazı kesimleri özellikle genç kuşağı hedef alan sloganlardır. Bunların genelde en yaygın olanı da dini inançlı olan insanları istismar etmek ve sömürmek isteyenlerin dinsel motifli sloganlar, ikincisi de, özellikle gençleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmek, kullanabilmek için "YAŞAM ve YAŞAMAK" üzerine oturtulan sloganlardır.
Biz bu yazımızda daha çok genç kuşağı hedef alan YAŞAM üzerine oynanan oyunlar ve bu alanda öne sürülen sloganlar üzerinde duracağız. Genç kuşağı, sigara, içki, uyuşturucu, kumar gibi benzeri alışkanlıkları kazandırmak, için yapılan açık ve gizli çalışmaları ve sloganları lütfen bir düşünün.
Bir de bunların dışında ve daha büyük boyutlarda, insanları kendi amaçlarına hizmet eden kişiler durumuna düşürmek için onların üzerinde oynanan oyunları bir göz önüne getiriniz. Bunun içinde genellikle yaşamında bir çok özlemler içinde olup ta bunları yaşayamayan gençler seçilmektedir. Birçok gençte de, bu arzular adeta tahrik edilmektedir. Bunda başarılı olmak için de, çevresinde yaşamına özendiği onlar gibi yaşamak istediği kişiler gösterilerek, gencin en hassas olduğu noktalara slogana benzer sözcülerle basılarak etkili olunur.
Örneğin:
"Onlar insan da sen değil misin?"
"Senin onlardan ne eksikliğin var?"
"Senin de insan gibi yaşamak hakkın değil mi?"
"Ot gibi yaşayıp ot gibi gideceksin"
Bu ve buna benzer daha bir sürü sloganlarla gençlerin kafasında, bu sloganlara uygun düşüncelerin, inançların oluşması sağlanır.
Örneğin:
"Benim onlardan ne eksiğim var?"
"Benim en az onlar kadar yaşamaya hakkım var"
"Ben yaşamak istiyorum, yaşamak benim de hakkım"
"Ben sizin gibi olmak ve sizin gibi yaşamak istemiyorum"
"Ben ot olarak gelip, ot olarak gitmek istemiyorum"
"Ben ot gibi yaşamak istemiyorum"
"BEN YAŞAMAK İSTİYORUM"
gibi benzeri sloganlarla genç nesillerin kalpleri ve beyinleri doldurulmakta ve sonunda genç bunlarla, bu sloganlarla yaşar hale gelmektedir. Sonunda da bu tür bir yaşamın özlemi ve arayışı içine giriyorlar.
Zaten karşı tarafın da amacı ve özlemi bu olduğundan, gençleri kendi isteği doğrultusunda yönlendirmekte ve kanalize etmektedirler. Çünkü, belirttiğimiz bu ve benzeri sloganların etkisi altına giren genç veya gençlerde artık hisler ve duygular egemendir. Hisler ve duygular egemen olduğu için de konular ve olaylar üzerinde, bir başka deyişle oluşumlar üzerinde sağlıklı akıl ve mantık yürütmez. Daha doğrusu yürütemezler çünkü aklın ve mantığın yerini hisler ve duygular kaplamıştır. Bu oluşum öylesine güçlenir ki, akıl ve mantığa tamamen egemen olur ve sonunda bunların yerini hisler ve duygular alır. Akıl ve mantıkla, hisler ve duygular birbirinden ayırt edilemez hale gelir. Hisleri ve duygularıyla hareket ettiği halde, akıl ve mantıkla hareket ettiğini zanneder. Çünkü hisler ve duygular, akıl ve mantığın yerini aldığından, hissi ve duygusal hareket ve davranışları ona akıl ve mantıksal hareket ve davranışlar gibi görünmeye başlar. İşte en büyük yanılgı ve aldanış bu noktada başlar.
Slogan üreticilerin de istediği ve beklentisi zaten budur. Bundan sonra o genci veya gençleri istediği gibi yönlendirebilir, kanalize edebilir ve diğer bir deyimle istediği gibi kullanabilir. Çünkü akıl ve mantığın yerini hisler ve duygular almış olan insanlar, çok kolaylıkla hisler ve duygularının tahrik edildiği yöne yönlendirilebilinir, kolaylıkla kanalize edilebilir. Bu durumda olan insanlar, içkiye, sigaraya, kumara, uyuşturucuya, sekse ve benzeri yaşamlara kolaylıkla yönlendirilip, alıştırıla bilinir.
Gizli amaçlara yönelik çalışmaları olan, dernekler, partiler, kuruluşlar ve kişiler amaçlarına hep bu gibi kişileri seçerler veya bu gibi kişileri amaçlarına uygun oluştururlar. Bu gibi kişiler akıl ve mantık yürütmekten öylesine uzaklaştırılır ki, "şeytana tap" derler, şeytana taparlar. "zebaniye tap" deseler zebaniye taparlar. Bu uygulamanın en çarpıcı örneğini sık sık basında adı geçen "Satanist" denilen şeytana tapanlarda görüyoruz.
Düşünebiliyor musunuz? Tapılacak Allah varken, Allah'ı bırakıp şeytana tapıyorlar. Bu nasıl oluyor? Burda akıl ve mantık nasıl yitiriliyor da insanlar Allah'ı bırakıp şeytana tapacak hale geliyorlar?
Basına intikal eden ve basından öğrendiğimize göre şeytana tapan ve bu uğurda cinayet işleyen satanist bir genç, çevresindekilere, anne ve babasına "Ben ot gibi gelip ot gibi yaşamayacağım", "Sizin ottan ne farkınız var, ben sizin gibi ot olarak yaşamak istemiyorum" gibi benzeri sözler söylüyormuş. Bu düşüncelerinin sonucu olarak da cinayet işliyor. Çünkü Allah'ın değil şeytanın emrinde olana, şeytan insana ancak, cinayet işletir, sadistçe insanlık dışı işler yaptırır.
Akıl ve mantık süzgecini yitirip, yalnızca hisleri ve duyguları ile hareket etme durumuna düşen veya düşürülen insanlar, para görünümlü şeytana, uyuşturucu görünümlü şeytana, seks görünümlü şeytana veya doğrudan şeytanın kendisine taparlar, tapar duruma getirilirler.
Akıl ve mantıktan uzaklaşıp yalnızca nefsani arzularıyla hareket edenlerin, peşinden gittikleri şeyler veya kişiler ne görüntü verirse versin, bu görüntü ve yaptırımların özüne indiğimizde ,orada şeytanı veya şeytanca düşünceye sahip insanları göreceksiniz.
Peki, Allah ve melekleri dururken şeytan ve şeytanvari şeylere inanmayı önlemek veya hiç olmazsa en aza indirmek mümkün müdür? Mümkün ise bu nasıl olacaktır?
Bizce bu mümkündür ve bu da ancak insanları bilinçlendiren sağlıklı bir eğitim sisteminin uygulanması ile olabilir.
Peki bu eğitim sistemi nasıl bir eğitim sistemi olmalıdır?
Bizce, bilinçli eğitim üç ana temel öğretinin üzerine oturmalıdır.
1- Eğitim ve öğretimde amaç, not ve diploma kazandırmak değil. İnsanlarda öğrenme ve bilme zevkini kazandırmak olmalıdır. Bir insana, not ve diploma kaygısı ve düşüncesi dışında ona öğrenme ve bilme duygusunu, arzusunu bir zevk olarak bir hobi olarak kazandırabilirseniz, o insan yaşamda kendisi için gerekli olan her şeyi isteyerek zevkle öğrenir. Arar araştırır; sorar soruşturur;kısacası, ne yapar yapar öğrenir ve bunu büyük bir zevk ve istekle yapar. İşte eğitim ve öğretimin ilk felsefesi ve uygulaması bu inançla yapılmalıdır. Öylesine ki bu eğitim insanlarda, susadığı zaman suya, acıktığı zaman karnını doyurmaya karşı duyulan arzu gibi, öğrenme arzusu duyurmalıdır.
2- Eğitim ve öğretim, insanlarda akıl ve mantık yürütme kabiliyet ve yeteneğini kazandırmalıdır. Eğitim ve öğretim, insanlara doğru ile yanlışı, yalan ile doğruyu, çirkin ile güzelliği birbirinden ayırma yeteneğini kazandırılmalıdır. Bu yeteneği kazanan insan kolay kolay kandırılamaz, aldatılamaz, yanlış yollara saptırılamaz. Çünkü insanları aldatmak, onları yanlış yollara yönlendirip kandırmak için yapılan kurallar, taktikler insanlara hep güzel gösterilerek yapılmaktadır. Bizde bunu "Zehir, altın kapta sunulur" diye belirten güzel bir de ata sözü vardır.
Bu alandaki düşüncelerimizi belirtecek güzel sözlerden biri de NİETZSCHE'in söylemiş olduğu "GİZLENEN GERÇEKLER ZEHİRLİ OLUR" sözüdür.
Eğitim ve öğretimde akıl ve mantık yürütme, yani söylenen sözlerin, hareket ve davranışların tahlil ve muhakemesi yapılması öğretilirse, söylenen güzel görünümlü sözlerin, sloganların altında gizlenen gerçek amaçların, yani zehirlerin görünmesi de sağlanmış olur. Böyle bir eğitimin verilmesinden kimlerin rahatsız olabileceğini ve böyle bir eğitimin verilmesini kimler tarafından istenmeyeceğini ve engelleneceğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
Bunu kolaylıkla teşhis edebilmeniz için size basit bir ip ucu vereyim.
Toplumun veya insanın bilinçsiz oluşundan en çok faydalanan, çıkar sağlayan kimler, hangi kuruluşlardır? Bu soruyu kendi kendinize sorunuz ve cevabını araştırınız?
3- Eğitim ve öğretim insanlara kişilik, şahsiyet kazandırmalıdır. İnsanlara kişilik kazandırmayan bir eğitim ve öğretim sistemi, şahsiyetsiz, kişiliksiz ve dolayısıyla kendilerine güven duygusu olmayan insanlar yetiştirir.
Adını bilemediğim bir eğitimcinin bu alanda söylediği çok güzel bir sözü vardır. Der ki "Bir insanı öldürmek istiyorsanız, bıçak, tabanca gibi silah kullanmanıza gerek yoktur. Öldürmek istediğimiz insana, güvensizlik duygusu kazandırın yeter, onu öldürmüş sayılırsınız." Haksız mı? Bu sözü dikkate alırsak, öğretmenler, yöneticiler anne ve babalar başta olmak üzere, bu tür bir cinayet işlememiş, acaba kaç kişi vardır?
İnsanların yanlış yollara sapmalarının en büyük etkenlerden biri de, kendilerine güvensizliklerinden ve dolayısıyla zayıf kişiliğe sahip olmalarından meydana gelmiyor mu? Kendine güvenen, kişilik sahibi insanlar kolay kolay aldatıla bilinir mi?
Zaafı olan insanlar kişilik bakımından zayıf, kendilerine güveni olmayan insanlardır. Bunlar, yaşamları boyunca kendilerine güven duygusu kazanabilmek ve bunu kanıtlamak ihtiyacı içinde bulunurlar. Bu ihtiyaç duygusu da onları birçok yanlışlıklara, yani akıl ve mantık dışı davranışların içine düşmelerine neden olur.
Kısacası, insanların,özellikle gençlerimizin yanlışlıklara ve kötülüklere sürüklenmemesini istiyorsak, söz konusu ettiğimiz üç ana maddenin eğitim ve öğretim sisteminde uygulaması gerektiği inancındayız..
Eğer insanlarımız ve gençlerimiz yanlış ve kötü yollara sürükleniyorlar, birçok yanlışlıklar ve kötülükler yapıyorlarsa, suçu bu kişilerde bulmadan önce, onlara verilen eğitim ve öğretim sistemi incelenmeli ve sanık sandalyesine öncelikle o oturtulmalıdır. Eğer bir suçlu bulup mahkum edeceksek öncelikle bu insanlara ve gençlere verdiğimiz eğitim ve öğretim sistemini suçlu bulmalı ve onu mahkum etmeliyiz. Daha doğrusu böyle bir eğitim sistemini uygulayan ve uygulatanları suçlu sandalyesine oturtmalıyız.
Çünkü, eğitim ve öğretim sisteminde yapılan en büyük yanlışlık ve hatalarımızdan biri de, gençlerimize, insanlarımıza maddi ve manevi ilimlerin birlikte ve dengeli bir şekilde verilmemesidir.
Evrende varolan, gözle görülemeyen en küçük varlıktan, düşünebildiğimiz en büyük varlığa kadar ve bunların başında insan olmak üzere bütün varlıklar maddi ve manevi yöntem içinde oluşmuş varlıklardır. Tıpkı bir kuşun iki kanadı gibi. Kuşları uçuran kanatlarından biri maddiyat ise diğer kanadı maneviyattır. Kanatlardan biri eksik olursa o kuş uçamaz. Uçmaya gayret etse de ya sağa ya sola çarpar ve sonuçta uçamaz hale gelir. Yani başarısız olur. Görünüşte, o yine kuştur ama, kuş olmanın ve var olmanın vasfını, niteliğini, özelliklerini kaybeder.
Eğer insana da maddi ve manevi ilimler dengeli bir şekilde verilmez öğretilmezse, o yine insan görünümündedir ama, o insanı insan yapan temel vasıflarından eksik olur. Bu eksiklik onu birçok yanlışlara, hatalara götürür.
Çağımızın büyük bilginlerinden Albert EINSTEIN' "İmansız bir ilim adamının var olduğuna inanmıyorum. Zira dinsiz bir ilim sakat, fakat ilimsiz din kördür" demektedir.
Bu sözdeki ilim sözcüğü yerine İNSAN sözcüğünü koyarak ve biraz değiştirerek söylerseniz, aynı sonucu elde edersiniz.
"İmansız bir insanın var olduğuna inanmıyorum. Zira maddi ilmi olmayan insan sakat, fakat imansız bir insan ise kördür" şeklinde söylenebilir.
Yine Ahmet KAYHAN(dede) adındaki büyük bir bilge kişi, "HALK'A HİZMET EDERKEN HAK'TAN, HAK'KA HİZMET EDERKEN HALK'TAN UZAKLAŞMAYIN" demektedirler.
İşte eğitim ve öğretimin ana amacı ana felsefesi bu olmalıdır. Bizler, gençlerimize ve insanımıza maddi ilimlerle birlikte manevi ilmi, yani Allah'ın varlığı ilmini de birlikte dengeli ve bilinçli bir şekilde vermezsek, öğretmezsek, şeytanı öğretecek kişiler ortaya çıkar. Sonra da, şeytanı öğrenip, şeytana inanan gençleri ve insanları suçlamayalım.
Buradaki şeytan sözcüğü ile yalnızca şeytanlara inanan satanistler kastedilmemiştir. Şeytan sözcüğü ile şeytanvari her türlü inanışlar, hareket ve davranışlar anlatılmak istenmiştir. Bununla, yani burada şeytanla anlatılmak istenen, insanları kendi çıkarları için kullanmak isteyen politikacılar, sapık dernekler, tarikatlar, mezhepler, kuruluşlar, kişiler, kısacası şeytan vari davranışlarda bulunan, bulunmaya çalışan, her kuruluş, her insan, anlatılmak istenmiştir.
Gençlerimize ve insanımıza ne veriyoruz ki onlardan ne istiyor, ne bekliyoruz?
"Ne ekerseniz onu biçersiniz" diyen ve durumumuzu bize çok güzel açıklayan bu ata sözünü dikkatimizden uzak tutmayalım. Ve ot ektiğimiz bahçeden gül toplayamayacağımızı bilelim.
Açıkçası ve kısacası, verdiğimiz eğitim ve öğretimle insanımıza ve gençliğimize maddi ve manevi eğitimi dengeli, ölçülü bir şekilde veremezsek, özellikle yeni yetişen gençlere Allah'ı öğretemezsek, onlara şeytanı öğretenlerin çıkacağını bilmeliyiz. Biz Allah'ı öğretmiyoruz diye, şeytanı öğretenlere ve şeytanı öğrenenlere kızmayalım. Bu alanda işlenen her suçta suçlu olarak, o suçu işleyen insanı yetiştiren eğitimi uygulayan bizler kendimizi suçlu görmeliyiz.
Eğer işlenen her suçta politikacı, devlet adamı, yönetici, öğretmen, anne ve baba olarak kısacası gençlerin yetişmesinde, açık veya gizli etkili olan bizlerde kendimizi bir parça suçlu görür ve bu suçluluğu meydana getiren oluşumları, olumsuz etkinlikleri yok etmeye çalışırsak ancak o zaman suçu ve suçluları önlemiş oluruz.
Çünkü büyük düşünür GEOTHE’nin dediği gibi
“SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE GÖREV ALMAYANLAR, O SORUNUN BİR PARÇASI OLURLAR.” 27-Ocak-2000
***
MÜZİĞİN KOZMİK ETKİSİ
BEHZAT ŞAŞAL
***
GÖNÜL BORCUM
Değerli Okurum; Eğer bu kitabı hiçbir ücret almadan felçli arabasında hasta hali ile bilgisayarında yazma fedakârlığını gösteren değerli dost Mustafa Samet BEŞLER ve Burak ASLAN olmasa idi bu kitap bu gün elimizde olmayabilirdi.
Hastalığına şifa, hakkını helâl etmesini diler, değerli dostlarıma en içten gönül borcumu sunarım.
Bu kitabımızın hiçbir telif hakkı yoktur.
Aslına sadık kalmak koşulu ile herkes tarafından basılır, çoğaltılır, yayınlanır ve tercüme edilebilir.
Allah ilmine sınırlama ve karşılık olmaz.
BEHZAT ŞAŞAL
***
İÇİNDEKİLER
Giriş
BEHZAT ŞAŞAL
***
GÖNÜL BORCUM
Değerli Okurum; Eğer bu kitabı hiçbir ücret almadan felçli arabasında hasta hali ile bilgisayarında yazma fedakârlığını gösteren değerli dost Mustafa Samet BEŞLER ve Burak ASLAN olmasa idi bu kitap bu gün elimizde olmayabilirdi.
Hastalığına şifa, hakkını helâl etmesini diler, değerli dostlarıma en içten gönül borcumu sunarım.
Bu kitabımızın hiçbir telif hakkı yoktur.
Aslına sadık kalmak koşulu ile herkes tarafından basılır, çoğaltılır, yayınlanır ve tercüme edilebilir.
Allah ilmine sınırlama ve karşılık olmaz.
BEHZAT ŞAŞAL
***
İÇİNDEKİLER
Giriş
Sesin ve Müziğin Canlılar Üzerindeki Etkisi
Sesin Biyopsikolojik Etkisi
Ses ve Sesin Titreşim Dalgaları
Evrendeki Gizli Güç
Ses ve Sesin Titreşim Dalgaları
Evrendeki Gizli Güç
Sesin ve Müziğin Psikolojik Etkinliği
Maddenin ve Hücrenin Özündeki Titreşimlerİnsan Yapısı ve Müzik
Temel Yapı, Atom ve Hücre Ruhsal Yapımız ve Müzik Müzik Üzerine
Temel Yapı, Atom ve Hücre Ruhsal Yapımız ve Müzik Müzik Üzerine
Nasıl Bir Müzik?
Yedi Nota ve Yedi Sayısı
Din ve Müzik
Yedi Nota ve Yedi Sayısı
Din ve Müzik
Hastalık Tedavisi ve Müzik
Manevi Sevgi ve Müzik
Barış ve Müzik
Müzik ve Mantık
Müziğin Gücü, Tedavi ve Zihin Gelişmesinde Müzik
Anne Rahminde Başlayan Eğitim
Müzik Eğitimi ve Çok Boyutlu Düşünebime Kabiliyeti
Müziğin Sistem Üzerindeki Genel Tesirleri
Vücudumuz Müziğe Nasıl Cevap Verir?
Evren-İnsan-Müzik İlişkisi
O’nun Sesi Bizim Sesimiz,Bizim Sesimiz O’nun Sesi
***
MÜZİĞİN KOZMİK ETKİSİ // GİRİŞ, BEHZAT ŞAŞAL
***
MÜZİĞİN KOZMİK ETKİSİ // GİRİŞ, BEHZAT ŞAŞAL
**************************************************************
KİTABI VE DİĞER YAZILARI OKUMAK İÇİN,
LÜTFEN TIKLAYINIZ:
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...
Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
*Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
-----------------------------------------------------------------....
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" Haber Bilgi Paylaşım grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.