İki sıcak gelişme
Ergenekon operasyonunun 10. dalgasında aralarında emekli orgeneraller ve muvazzaf subaylarında bulunduğu 37 kişinin gözaltına alınması ile birlikte gözler bir kez daha Genelkurmay'a çevrildi. Genelkurmay'ın gözaltılara tepki verip vermeyeceği merak edilirken, bu tepkinin boyutunun ne olacağı ölçülmeye çalışılıyor.
İKİ SICAK GELİŞME
Bugün Genelkurmay'dan yapılan iki açıklama, Genelkurmay'da plan değişikliği yapıldığı ve son gözlatılar konusunda bir değerlendirme yapılacağının ilk işareti olarak yorumlandı. Yapılan ilk açıklamada Jandarma Genel Komutanı Atila Işık'ın Trabzon ve Giresun gezilerinin iptal edildiği duyuruldu.
İkinci açıklamada ise, Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak tarafından yarın yapılacak haftalık bilgilendirme toplantısının iptal edildiği yönünde oldu. Orgenral İlker Başbuğ'un göreve gelmesiyle başlatılan uygulamayla, her hafta yapılan bilgilendirme toplantısında Tuğgeneral Gürak, gündemdeki konulara ilişkin basına bilgi veriyordu.
6.5 SAATLİK OLAĞANÜSTÜ TOPLANTI
Dün akşam Genelkurmay karargahında kuvvet komutanlarının da katıldığı 6.5 saatlik bir değerlendirme toplantısı yapıldı. Ancak toplantının ardından bir açıklama yapılmadı. Dün gündeme bomba gibi düşen gözaltılar hakkında Genelkurmay'dan açıklama beklentisi içinde olanlar ise hayal kırıklığı yaşadı.
SERT BİR BİLDİRİ BEKLENİYOR
Orgeneral Işık'ın gezisinin iptal edilmesi ve haftalık bilgilendirme toplantısının iptal edilmesi, Genelkurmay'ın dünkü gözaltılarla ilgili değerlendirmelerinin devam ettiği ve bu konuda sert bir bildiri yayınlayacağı yönündeki beklentileri güçlendirdi. Sık sık basının karşısına çıkmaktan hoşlanmayan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, son olarak Aktütün saldırısı ile ilgili olarak Taraf gazetesinde çıkan haberlere cevap vermek için basının karşısına çıkmıştı. Başbuğ ve kurmaylarının bugün de gün içindeki yaşanacak gelişmeleri yakında takip ettiği ve bu akşam veya yarın sert bir bildiri yayınlanarak kamuoyunun bazı kesimlerinin ve TSK içindeki 'genç subayların' kaygılarının dile getirmesi bekleniyor.
SON MUHTIRA AKP'YE YARAMIŞTI
Bilindiği gibi Orgeneral İlker Başbuğ göreve geldiği zaman "Gece yarısı bildirileri dönemi sona erdi" şeklinde değerlendirmeler yapılmıştı. Nitekim Başbuğ döneminde bu tür bildiriler yayınlanmadığı gibi, Orgeneral Başbuğ, basın tarafından yanlış değerlendirmelere neden olacak açıklamalardan da kaçındı. TSK'nın son olarak 27 Nisan gece yarısı yayınladığı bildirinin ardından, Abdullah Gül büyük bir halk desteği ile Köşk'e çıkmış ve AKP de 22 Temmuz seçimlerinde yüzde 47 oy almıştı.
BİR MUHTIRA DAHA AKP'YE YARAR
Yapılan son anketlerde AKP'nin oy oranının yüzde 35'lere kadar düştüğü ortaya çıkıyor. Böyle bir dönemde TSK tarafından yayınlanacak bir bildiri, en çok AKP'nin işine yarayacak. Askerin siyasete müdahalesinden hoşlanmayan seçmen, bu kez de muhtıraya cevabı sandıkta verecek ve AKP kaybettiği oyları bu şekilde yeniden kazanacak. Şüphesiz bu durumu en iyi analiz edenlerin başında Orgeneral Başbuğ geliyor. Nitekim bugüne kadar izlediği yöntem, bu gerçeğin farkında olduğunun en büyük kanıtı. Ancak ordunun özellikle alt kademelerinde gözaltılara karşı tepkilerin yükselmesi ve laik kesimin TSK'dan bir açıklama beklemesi, durumu daha da zorlaştırıyor. Başbuğ ve kurmaylarının hem tepkileri dindirecek, hem de bir kez daha 27 Nisan muhtırası gibi 'AKP'nin ekmeğine yağ sürmeyecek' bir formül üzerinde çalıştığı, ancak yapılması beklenen açıklamanın -ulusalı kesimin beklentisi kadar olmasa da- sert olması bekleniyor.
KAYNAK: EN SON HABER SİTESİ
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
wwwwwwwww
YanıtlaSilSOL'UN YERİNİ ŞERİAT ALDI, BÜTÜN DÜŞMANLAR BİRLEŞTİ
Türkiye'de yapılan son yerel seçimler sonrasında önceleri hayret ettiğim
birşey oldu. Solcu partiler erimiş, dolayısıyla sol oylar yok olmuş. Peki
bugüne kadar en azından yüzde yirmi olduğu iddia edilen bu sol oylar nereye
gitti? Sonradan düşününce durumu anladım.
Hemen yanıtını vereyim, son yerel seçimlerde sol oylar akp'ye gitti. Bu
çoğuna garip gelebilir, solculuk ile şeriatçılık yada siyasal ümmetçilik
birbiriyle ayrı kulvarlarda olan iki farklı ideoloji gibi gözüküyor ama
aslında durum gerçekte böyle değil. Bunu anlayabilmek için sol ile siyasal
ümmetçiliğin yapısını incelememiz lazım.
Sol denilen grubun en belirgin özelliği beynelminelci olmasıdır. Yani sol
milliyeti inkar eder, dünyadaki bütün insanları eşit ve kardeş sayar.
Afrika'daki zenci bir yamyam ile, sarı suratlı afyonkeş bir Çinli ile, ya da
herhangi bir milletten herhangi bir kişi ile, asil bir Türk evladı onlara
göre eşit ve kardeştir(!) Bu yüzden insan hakları adı altında etnik
döküntülerin haklarını savunurlar, demokrasi denilen kavramı da amaçlarına
ulaşabilmek için bir araç olarak kullanırlar.
Burada konumuz dışına çıkarak sol hakkında bir parantez açmak istiyorum. Sol
denilen bu milliyetsiz beynelminelci grup her nedense Amerika Irak'ı işgal
ettiği zaman "Iraklı kardeşlerine kurşun sıkma" diye afişler asarken, doğu
Türkistan'daki soydaşlarımıza yapılan Çin zulmü karşısında, batı Trakya'daki
soydaşlarımıza yapılan haksızlıklar karşısında hiç seslerini çıkarmazlar.
PKK'lı bir terörist hapse atılsa teröristin haklarını savunan bu grup, bir
Türk askeri şehit olduğunda sesini çıkarmaz. Bu grup Rusya'nın Türk
Cumhuriyetleri'ndeki ve Rumların Kıbrıs'taki Türklere yaptığı zulümlere de
sesini çıkarmamıştı. Halbuki Kıbrıs'ın satılması söz konusu olduğunda EVET
demekten utanmıyorlar. Birinin ar damarı çatlamaya görsün(!) Her nedense sol
denilen bu milliyetsiz grubun kardeşlik anlayışı hep Türkler dışındaki
kişileri kapsıyor, Türkler bu kapsama hiç girmiyor.
Şimdi siyasal ümmetçiliği ve şeriatçılığı ele alalım. İkisine birden biz
yobazlık, gericilik ya da irtica diyoruz. Peki nedir şeriatçılık? Şeriat
kağıt üzerinde İslam hukuku anlamına gelmektedir, uygulamada ise hayatın her
alanının, devletin her kademesinin dini kurallara göre düzenlenmesi
ideolojisidir. Diğer bir değişle Atatürkçü, laik devletin yerine bir din
devleti kurma ülküsüdür. Siyasal ümmetçilik ise insanların ırklarına göre
değil, dinlerine göre ayrılmasıdır. Yani kökenleri, kültürleri, dilleri,
milli ülküleri farklı, birbirleriyle hiçbir bağı olmayan hatta birbirinin
düşmanı olan farklı milletleri birbirinin kardeşi sayma ideolojisidir.
Siyasal ümmetçiler için de bir paragraf açmak istiyorum. Biz Türkçüler
kimsenin dini inancına karışmayız, çünkü kendimizde böyle bir hak görmeyiz,
hiçbir dini övmez yada kötülemeyiz, herkesin inancına saygı gösterir ve asla
sorgulamayız. Çünkü inancın yaptırımı olmaz, herkes inancında hürdür.
Kısacası insanları dinlerine göre değil soylarına göre ayırırız. Halbuki
siyasal ümmetçiler kendilerini Tanrı'nın yerine koyarak insanların
amellerini yorumlar, imanlarını ölçerler(!) İnsanların dini duygularını
sömürerek oy avcılığı yaparlar. Türkçüler ise kesinlikle Tanrı ile kul
arasına girmezler.
Siyasal ümmetçiliğin ve gizliden gizliye bir şeriatçılığın bugünkü
temsilcisi olan Amerikan Köpegi partisi'ye bir göz atalım. Amerikan Köpegi
partisi'nin de benimsediği temel fikir milliyetin inkar edilmesidir. Akp de
kürtlerin, lazların, çerkezlerin, ve tüm etnik döküntülerin kardeşliğinden
bahseder, bir çöl bedevisiyle bir Türk evladını kardeş kabul eder. Ayrıca
Amerikan Köpegi partisi de sol grubun kullandığı gibi amacına ulaşabilmek
için demokrasiyi bir araç olarak kullanmaktadır. Amerikan Köpegi partisi de
sol gruplar gibi bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni, Atatürkçülüğü ve Türk
ırkını hazmedememektedir. Amerikan Köpegi partisi de sol gruplar gibi
teslimiyetçidir. Amerikan Köpegi partisi de sol gruplar gibi Kıbrıs'ın
satılmasına EVET demektedir.
Sol ideoloji de siyasal ümmetçiler gibi milliyeti inkar ediyor, sık sık
eşitlik, kardeşlik, insan hakları, özgürlük gibi aldatmacaları kullanıyor ve
siyasal ümmetçiler gibi bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nden, Türk ırkının
varlığından rahatsızdır, siyasal ümmetçiler gibi benzer amaçlara sahiptir ve
bunun için DEMOKRASİ denen aracı kendine anahtar yapmıştır.
İşte "düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığıyla hareket eden ve ortak
kavramları kullanan sol kesim bu yüzden Amerikan Köpegi partisi'ye
kaymıştır. Yani kısacası *sol'un yerini şeriat almıştır.*
2004 yılında da görüyoruz ki sol, siyasal ümmetçilik ile birleşmiştir. Buna
batı desteğinin eklenmesi ve etnik döküntülerin katılması ile de BÜTÜN
DÜŞMANLARIMIZ BİR ORDU olmuştur, 2009 itibarı ilede bu durum artık ayyuka
çıkmıştır.
Ne kadar ilginçtir ki eski komünistler, şimdi şeriatçı. Eskiden Che'ler
özgürlük savaşçısı olarak görülürdü, şimdi ise Ladin'ler. Yani kısacası
Ladin'ler Che'lerin yerini aldı.
Örneğin kürtlerden örnek verelim. Önceden şeriatçı kürtler ayrıydı, bunlar
tarikatlarda ve milli görüş teşkilatlarında bulunurdu. Komünist kürtler
ayrıydı, bunlar sol örgütlerde ve sol partilerde bulunurdu, bir de
Avrupa'nın desteklediği kürtçü kürtler yani Dehap'lı ve PKK'lı kürtler
vardı.
Şimdi ise komünist kürtler de akp'de, şeriatçı kürtler de akp'de, PKK'lı
kürtler de akp'de, Dehap'lı kürtler de akp'de, solcular da akp'de,
mandacılar da akp'de, tüm Atatürk düşmanları, Türklüğü hazmedemeyen herkes
akp'de. Kısacası bütün düşman çeşitleri akp'de. Bir de hayatta sadece midesi
ile cebini düşünen gafiller akp'de.
Zaten bir kürt olan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik kendi ağzıyla itiraf
etti:
"Dehap'ın yerini biz aldık, Dehap oyları bize geldi, artık Dehap'ın temsil
ettiği bölgeleri biz temsil ediyoruz" dedi. Türkiye'nin Milli(!) Eğitim
Bakanının Kürt olması da ayrı bir tartışma konusudur.
Genel başkanı gayri Türk olan bir partiden aksini beklemek komik olurdu.
Üstelik bu kişi "papaz elbisesi bile giyerim" diyecek bir zihniyete sahipse.
Biz hep "BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU" dedik, ama ne yazık ki olamadık, fakat
sonunda "BÜTÜN DÜŞMANLARIMIZ BİR ORDU" haline geldi. Kürt + şeriat + sol +
emperyalist batı = akp (Arap Kürt Partisi) oldu.
Evet, akp'nin matematiksel formülü budur: Kürt + şeriat + sol + emperyalist
batı = akp (Arap Kürt Partisi)
Anlayacağınız akp hem kürtçü bir parti, hem şeriatçı bir parti, hem mandacı
bir parti, hem de solcu bir parti.
Türk denilen üstün ırkın karşısında düşmanlarımızın tek tek tutunması
imkansızdı, bunu anlayan düşmanlarımız bir virüsün sürekli kendini yenileyip
güçlenmesi gibi yıldan yıla kendini değiştirmiş, yenilemiş, koşullara göre
kendisini ayarlamış ve karşımıza birleşerek en güçlü şekilde çıkmıştır ve
Türk'e düşmanlık yaparken her kavramı kullanmaktan çekinmemektedirler:
Eşitlik, özgürlük, insan hakları, kardeşlik, barış, AB ve DEMOKRASİ
aldatmacalarıyla herkesi uyutmaktadırlar.
Bu kavramlardan birkaçına kısaca değinmek istiyorum. Öncelikle, ırklar
arasında eşitlik yoktur, her ırkın tarihi, kültürü, fiziksel ve manevi
özellikleri, genetik yapısı ve milli ülküsü farklıdır. Bir arap, bir çinli,
bir zenci, bir Türk yan yana konursa aralarında bir eşitliğin olmadığı
kesinlikle görülür. Herkesi eşit saymak üstün olana karşı adaletsizlik ve
haksızlıktır. Türk ırkı ise üstünlüğünü tarihin her döneminde kanıtlamış ve
daha da kanıtlayacaktır.
Özgürlüğün, hakların ise sınırları ve şartları vardır, hiç bir etnik
döküntünün Türk'ün yüzyıllarca oluk oluk kan akıtarak vatanlaştırdığı bu
topraklar üzerinde Türklüğe düşmanlık yapma hak ve özgürlüğü yoktur, Türkiye
Türklerindir.
Barış ise bir ana kadar geçerlidir, haklarımıza karşı bir saldırı olduğu
zaman barış düşmana teslim olmak demektir. bu yüzden savaşın kaçınılmaz
olduğu durumlarda barış yok olmayı kabullenmektir. Bunu da biz kabul
edemeyiz.
Demokrasi ise içlerinde en tehlikeli olanıdır çünkü lastik gibi olan bu
kavram nereye uzatsan oraya gidiyor. Bu kavram arkasına sığınıp istediğin
her alçaklığı yapabiliyorsun. Tıpkı Irak'a demokrasi götüren(!) ABD gibi.
Tıpkı muhafazakar demokrat(!)akp gibi.
Son olarak şunu belirtmek istiyorum:
Biz bu toprakları oluk oluk kan akıtarak aldık, yedi cihana karşı
milyonlarca şehit verdik, vatanlaştırdık. Biz Türk adını tarihe kanla
yazdık.
Evet tekrar ediyorum, biz Türk adını tarihe kanla yazdık, bu kan kutsal bir
kandır, kimsenin silmeye gücü yetmez. HAKAN SEN
impressario