VİCDAN YAZILARIOya Baydar |
Devletin zirvesi esas duruşta
Bir oğul yitirmek ne demektir? Oğlunu yitiren analar bilir. Eşini yitirmek ne demektir, nasıl sonsuz bir boşluktur arda kalan? Ya babayı yitirmek? “Sizin hiç babanız öldü mü, benim bir kere öldü, kör oldum” dizeleri anlatır o acıyı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve beraberindekilerin ölümü bir kere daha bu acıları hatırlattı bana. Bütün yakınlarının acılarını içimde duydum, ölüm karşısında çaresiz kalan insanın acısını yüreğimle paylaştım. Partililerin taşıdıkları “Üşüyoruz Başkan” yazan dövizlerle üşüdüm. Hiç kimse üşümesin, kimse kazalara kurban gitmesin, hiçbir canlı acı çekmesin diye çaresiz dilekler diledim.
Ardından yakılan ağıtlar, partililerin, sevenlerinin bağlılık ifadeleri, isyanları; televizyonlardaki, gazetelerdeki övgüler, göklere çıkarmalar... Hepsi, paylaşmasam da anlaşılabilir tepkilerdi.
Sonra cenaze törenini izledim ve hatırladım. Hatırlamaz olaydım da, ötekinin acısını içinde duymanın arındıran saflığını kaybetmeseydim; hatırlamaz olaydım da, unuttuklarımın yükü böyle taş gibi oturmasaydı vicdanıma. Ama hatırladım...
Cenaze töreninde ordu-devlet, derin devlet, sığ devlet, derin muhalefet, sığ muhalefet, hükümet erkânı; Genelkurmay Başkanı’ndan Cumhurbaşkanı’na, Meclis Başkanı’ndan Başbakan’a, Demirel’den Erbakan’a, Çiller’den Rahşan Ecevit’e, devletin, siyasetin gelmiş geçmiş zirvesi saf tutmuştu. Gladio da oradaydı, en kodaman Susurlukçular, Mehmet Ağar’dan Korkut Eken’e oradaydılar. Ve tabii maşaları, tetikçileri de. Devletin aile fotoğrafının eksikleri de vardı. Denktaş örneğin ve bir de tutuklu olduklarından mazeretleri yüzünden gelememiş Ergenekoncular ve de Ogün Samastlar, Yasin Hayaller... Hepsi, tek vücut, tek yürek oradaydılar. Yoksa bunların hepsi tarikat ehli Nakşibendî de ondan mı toplanmışlar böyle aşkla şevkle diye düşündüm bir an, sonra baktım, hayır, ortak paydaları bu değil. Peki o zaman, “zirve”yi Yazıcıoğlu’nun cenazesinde böyle görülmemiş şekilde biraraya getiren nedir, diye sordum kendi kendime.
Meclis Başkanı Köksal Toptan’ın şu sözlerini okumasaydım, cevabımı kendime saklayacak, bu satırları da yazmayacaktım: “Bundan sonra hepimize düşen, Yazıcıoğlu’nun gittiği yolda, savunduğu ilkeler etrafında, milletimizin birliği, beraberliği ve huzuru için mücadele vermektir. Ne büyük insandı ki kazasında, vefatında milletimizi birleştirdi, bütün siyasi düşünceleri birleştirdi” diyordu Toptan.
Vicdanım isyan etti. “Bölük dur, Meclis Başkanı sen de dur!” diye haykırdım o zaman. Evet, sizler, Yazıcıoğlu’nun “ilkeleri” etrafında milleti birleşmeye çağıranlar, orada durun! 1980 öncesini hatırlayamayacak yaşta değilsiniz hiçbiriniz. Muhsin Yazıcıoğlu Türkiye’nin en korkunç cinayetlerinin işlendiği, sağ-sol çatışması adı ve görünümü altında en kanlı katliamların gerçekleştirildiği ve adım adım 12 Eylül darbesinin hazırlandığı yılların, akan kanda en büyük suç payına sahip Ülkü Ocakları’nın Başkanı’dır. Abdullah Çatlı’nın en yakın dava arkadaşı, 1978-1979’un kanlı Ülkücü eylemlerinin yönetim ve emir merkezinin en üstündedir. Susurluk’ta ölen “Büyük Reis” Abdullah Çatlı’nın cenazesinde, Drej Ali ile birlikte mezara çiçek koyarken “O bir Kılıçtı (Gladio)” diye Çatlı’nın kendisi ve ideolojisi için en önemli vasfının altını çizerek katillere övgü düzendir. Hadi diyelim ki bu bir ülküdaşa vefa duygusudur, biraz daha geriye gidelim o zaman. Belki sizler unuttunuz efendiler, ama biz canımızı zor kurtardığımız ve en yakın arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin bizim kadar şanslı olmayıp hayatlarını kaybettikleri o günleri unutmadık. Yüzlercesi değil binlercesi arasından sadece birkaç kanlı olay: 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi katliamı, 10 Ağustos Balgat katliamı ve en korkuncu: 9 Ekim 1978, Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li gencin öldürülmesi...
Bu katliamın baş aktörlerinden, sonraki yıllarda Mehmet Ağar’ın koruyup kolladığı, hapishanelerden kaçırttığı, kaçakken nikâh şahitliğini yaptığı baş adamlarından Haluk Kırcı’nın kendi ifadesinden birkaç satır: “Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımıza karar vermek için Abdullah’a (Çatlı) birini gönderdik. Eter ve pamuk vermiş, hepsini tek tek bayıltıp öldürelim, demiş. Dışarı çıkıp Abdullah’la konuştum. Evde öldürmek zor olacak, ikişer ikişer götürüp öldürelim, dedim. İki kişiyi büyük reisin arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük.....böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, ‘tek tek boğalım bunları’ dedi, bir tanesini zorla boğdum..... Diğer dördünü bu şekilde öldürmek zor olacaktı... Sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermileri boşalttım, sonra silahı götürüp Abdullah’a verdim....”
O sırada Büyük Reis Çatlı, Ülkü Ocakları İkinci Başkanı; Genel Başkan ise, kankası Muhsin Yazıcıoğlu.
Sonra 12 Eylül. Ülkü Ocakları davasında ve çeşitli davalarda Yazıcıoğlu baş sanık, ama ceza almadan kurtulanlardan biri. Hapishanede düşünmüş, vicdanına danışmış, o yılların cinnetinin ve kanının muhasebesini yapıp yanlışı görmüş, nedamet getirmiş midir? Belki de öyledir. Ama sonraki siyasi hayatında bunu alenen yaptığını duymadık. Yeniden parti kuran, parti başkanı olan bir siyasi figür, üstüne sıçramış kanı milletin gözünün önünde yıkamazsa, nedametin anlamı yoktur. Çatlılara övgüler düzmeyi sürdüren de, Susurluk hükümlüsü Korkut Eken tahliye olurken karşılama törenini omuzlayan da onun kadrolarıdır. Dahası; son yılların, Türklük ve islamlık motifleriyle işlenen Rahip Santoro cinayeti, Hrant Dink cinayeti ve benzerlerinde kullanılan tetikçilerle örgütsel bağlarını reddetse de, fotoğraflar ve veriler bu yarım ağız reddi inandırıcı kılamamıştır. Kürt, meselesinde, Ermeni meselesinde kendisinin ve örgütünün tavrı apaçık ortadadır.
Cenazeyi izleyip, hepimizi onun yolunda birliğe çağıranları işitince, orada saf tutanların ortak paydasını kavradım: Yazıcıoğlu onların “devlet”ten anladıklarının tümünü temsil ediyordu. Hani şu “kurşun yiyenin de kurşun sıkanın da şerefli” sayıldığı devletin ve statükonun çıkarları için kanın ve cinayetin mubah olduğu zihniyet. Ordu ile AKP’nin, 28 Şubat’ı gerçekleştirenlerle 28 Şubat mağdurlarının, tümünün birleşip yekpare bütün oldukları o devletin bekası (aslında siz kendi çıkarlarının bekası diye okuyun) noktası...
Unuttuk sanmıştınız belki, milleti onun yolunda birliğe çağırırken. Biz iyi insanlarız, belki de unutmuştuk gerçekten. İyi ki orada, öyle devlet devlet saf tutup hatırlattınız.
Yazıcıoğlu için bir anıt mezardan da söz ediyordu Meclis Başkanı. Evet, bir anıt mezar gerek başkentin kalbine, ama Yazıcıoğlu için değil; faşist katliamlarda öldürülen gençler için, Madımak’ta diri diri yakılanlar için, 1980’lere doğru katledilen 5 bin insan ve 1980’den sonra faili meçhul, faili belli cinayetlerde ölen onbinler için, kazılan çukurlarda kemikleri bulunan kurbanlar için bir anıt mezar yükseltmeliyiz. Asla kanı kanla yuğmayalım, ama kanın bir bedelinin olduğunu, hiç değilse bir nedamet gerektirdiğini bir daha unutmayalım diye.
Ardından yakılan ağıtlar, partililerin, sevenlerinin bağlılık ifadeleri, isyanları; televizyonlardaki, gazetelerdeki övgüler, göklere çıkarmalar... Hepsi, paylaşmasam da anlaşılabilir tepkilerdi.
Sonra cenaze törenini izledim ve hatırladım. Hatırlamaz olaydım da, ötekinin acısını içinde duymanın arındıran saflığını kaybetmeseydim; hatırlamaz olaydım da, unuttuklarımın yükü böyle taş gibi oturmasaydı vicdanıma. Ama hatırladım...
Cenaze töreninde ordu-devlet, derin devlet, sığ devlet, derin muhalefet, sığ muhalefet, hükümet erkânı; Genelkurmay Başkanı’ndan Cumhurbaşkanı’na, Meclis Başkanı’ndan Başbakan’a, Demirel’den Erbakan’a, Çiller’den Rahşan Ecevit’e, devletin, siyasetin gelmiş geçmiş zirvesi saf tutmuştu. Gladio da oradaydı, en kodaman Susurlukçular, Mehmet Ağar’dan Korkut Eken’e oradaydılar. Ve tabii maşaları, tetikçileri de. Devletin aile fotoğrafının eksikleri de vardı. Denktaş örneğin ve bir de tutuklu olduklarından mazeretleri yüzünden gelememiş Ergenekoncular ve de Ogün Samastlar, Yasin Hayaller... Hepsi, tek vücut, tek yürek oradaydılar. Yoksa bunların hepsi tarikat ehli Nakşibendî de ondan mı toplanmışlar böyle aşkla şevkle diye düşündüm bir an, sonra baktım, hayır, ortak paydaları bu değil. Peki o zaman, “zirve”yi Yazıcıoğlu’nun cenazesinde böyle görülmemiş şekilde biraraya getiren nedir, diye sordum kendi kendime.
Meclis Başkanı Köksal Toptan’ın şu sözlerini okumasaydım, cevabımı kendime saklayacak, bu satırları da yazmayacaktım: “Bundan sonra hepimize düşen, Yazıcıoğlu’nun gittiği yolda, savunduğu ilkeler etrafında, milletimizin birliği, beraberliği ve huzuru için mücadele vermektir. Ne büyük insandı ki kazasında, vefatında milletimizi birleştirdi, bütün siyasi düşünceleri birleştirdi” diyordu Toptan.
Vicdanım isyan etti. “Bölük dur, Meclis Başkanı sen de dur!” diye haykırdım o zaman. Evet, sizler, Yazıcıoğlu’nun “ilkeleri” etrafında milleti birleşmeye çağıranlar, orada durun! 1980 öncesini hatırlayamayacak yaşta değilsiniz hiçbiriniz. Muhsin Yazıcıoğlu Türkiye’nin en korkunç cinayetlerinin işlendiği, sağ-sol çatışması adı ve görünümü altında en kanlı katliamların gerçekleştirildiği ve adım adım 12 Eylül darbesinin hazırlandığı yılların, akan kanda en büyük suç payına sahip Ülkü Ocakları’nın Başkanı’dır. Abdullah Çatlı’nın en yakın dava arkadaşı, 1978-1979’un kanlı Ülkücü eylemlerinin yönetim ve emir merkezinin en üstündedir. Susurluk’ta ölen “Büyük Reis” Abdullah Çatlı’nın cenazesinde, Drej Ali ile birlikte mezara çiçek koyarken “O bir Kılıçtı (Gladio)” diye Çatlı’nın kendisi ve ideolojisi için en önemli vasfının altını çizerek katillere övgü düzendir. Hadi diyelim ki bu bir ülküdaşa vefa duygusudur, biraz daha geriye gidelim o zaman. Belki sizler unuttunuz efendiler, ama biz canımızı zor kurtardığımız ve en yakın arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin bizim kadar şanslı olmayıp hayatlarını kaybettikleri o günleri unutmadık. Yüzlercesi değil binlercesi arasından sadece birkaç kanlı olay: 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi katliamı, 10 Ağustos Balgat katliamı ve en korkuncu: 9 Ekim 1978, Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li gencin öldürülmesi...
Bu katliamın baş aktörlerinden, sonraki yıllarda Mehmet Ağar’ın koruyup kolladığı, hapishanelerden kaçırttığı, kaçakken nikâh şahitliğini yaptığı baş adamlarından Haluk Kırcı’nın kendi ifadesinden birkaç satır: “Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımıza karar vermek için Abdullah’a (Çatlı) birini gönderdik. Eter ve pamuk vermiş, hepsini tek tek bayıltıp öldürelim, demiş. Dışarı çıkıp Abdullah’la konuştum. Evde öldürmek zor olacak, ikişer ikişer götürüp öldürelim, dedim. İki kişiyi büyük reisin arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük.....böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, ‘tek tek boğalım bunları’ dedi, bir tanesini zorla boğdum..... Diğer dördünü bu şekilde öldürmek zor olacaktı... Sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermileri boşalttım, sonra silahı götürüp Abdullah’a verdim....”
O sırada Büyük Reis Çatlı, Ülkü Ocakları İkinci Başkanı; Genel Başkan ise, kankası Muhsin Yazıcıoğlu.
Sonra 12 Eylül. Ülkü Ocakları davasında ve çeşitli davalarda Yazıcıoğlu baş sanık, ama ceza almadan kurtulanlardan biri. Hapishanede düşünmüş, vicdanına danışmış, o yılların cinnetinin ve kanının muhasebesini yapıp yanlışı görmüş, nedamet getirmiş midir? Belki de öyledir. Ama sonraki siyasi hayatında bunu alenen yaptığını duymadık. Yeniden parti kuran, parti başkanı olan bir siyasi figür, üstüne sıçramış kanı milletin gözünün önünde yıkamazsa, nedametin anlamı yoktur. Çatlılara övgüler düzmeyi sürdüren de, Susurluk hükümlüsü Korkut Eken tahliye olurken karşılama törenini omuzlayan da onun kadrolarıdır. Dahası; son yılların, Türklük ve islamlık motifleriyle işlenen Rahip Santoro cinayeti, Hrant Dink cinayeti ve benzerlerinde kullanılan tetikçilerle örgütsel bağlarını reddetse de, fotoğraflar ve veriler bu yarım ağız reddi inandırıcı kılamamıştır. Kürt, meselesinde, Ermeni meselesinde kendisinin ve örgütünün tavrı apaçık ortadadır.
Cenazeyi izleyip, hepimizi onun yolunda birliğe çağıranları işitince, orada saf tutanların ortak paydasını kavradım: Yazıcıoğlu onların “devlet”ten anladıklarının tümünü temsil ediyordu. Hani şu “kurşun yiyenin de kurşun sıkanın da şerefli” sayıldığı devletin ve statükonun çıkarları için kanın ve cinayetin mubah olduğu zihniyet. Ordu ile AKP’nin, 28 Şubat’ı gerçekleştirenlerle 28 Şubat mağdurlarının, tümünün birleşip yekpare bütün oldukları o devletin bekası (aslında siz kendi çıkarlarının bekası diye okuyun) noktası...
Unuttuk sanmıştınız belki, milleti onun yolunda birliğe çağırırken. Biz iyi insanlarız, belki de unutmuştuk gerçekten. İyi ki orada, öyle devlet devlet saf tutup hatırlattınız.
Yazıcıoğlu için bir anıt mezardan da söz ediyordu Meclis Başkanı. Evet, bir anıt mezar gerek başkentin kalbine, ama Yazıcıoğlu için değil; faşist katliamlarda öldürülen gençler için, Madımak’ta diri diri yakılanlar için, 1980’lere doğru katledilen 5 bin insan ve 1980’den sonra faili meçhul, faili belli cinayetlerde ölen onbinler için, kazılan çukurlarda kemikleri bulunan kurbanlar için bir anıt mezar yükseltmeliyiz. Asla kanı kanla yuğmayalım, ama kanın bir bedelinin olduğunu, hiç değilse bir nedamet gerektirdiğini bir daha unutmayalım diye.
Ölüm İlanı… - Orhan Aydın
Seni tanıyordum.
Elinde silah, Komünist avına çıktığın ta o ilk günlerden beri seni tanıyordum.
Önce Ankara'da sonra İstanbul'da ve tüm bir ülkede kana bulamadığın sokak, kahvehane, okul avlusu, fabrika önü kalmamıştı.
Ev baskınları yaptın, kör karanlıklarda.
Boğarak öldürdüğün arkadaşlarımın üstüne, kurşun yağdırmak marifetlerin arasındaydı.
Bahçelievler'de yedi canıma sen kıydın.
Ellerine bulaşmış insan kanıyla, yüzünü yıkıyordun her sabah.
Elinde silah, Komünist avına çıktığın ta o ilk günlerden beri seni tanıyordum.
Önce Ankara'da sonra İstanbul'da ve tüm bir ülkede kana bulamadığın sokak, kahvehane, okul avlusu, fabrika önü kalmamıştı.
Ev baskınları yaptın, kör karanlıklarda.
Boğarak öldürdüğün arkadaşlarımın üstüne, kurşun yağdırmak marifetlerin arasındaydı.
Bahçelievler'de yedi canıma sen kıydın.
Ellerine bulaşmış insan kanıyla, yüzünü yıkıyordun her sabah.
devamı
Mehmet Tanaltan / Her Pazar / 12 Nisan 2009
Türkiye yalnız ve güzel bir ülkedir.
Obama Türkiye'ye geldi, çantasından neler neler çıkmadı ki? Ermenistan çıktı örneğin. Sömürgesi sandığı Türkiye'ye emir verdi: Ermenistan ile aranızı düzeltin!
Türkiye, Obama'nın hayal dünyasının alamayacağı kadar büyük bir ülke. Irak konusunda Bush'a attığı şamarı kendisi de yiyene kadar kendine gelemeyecek, Türkiye'yi arka bahçesindeki muz cumhuriyetleri ile karıştıracak.
Türkiye büyük bir ülkedir, dostuna düşmanına nasıl davranacağına kendisi karar verir. Ermenistan'a sınırları mı açar, ona dünyayı dar mı eder, ancak kendisi karar verir.
Ama daha biz kendimizin ne olduğunun farkında değilsek, kendimize nasıl faydamız olabilir ki?
Başbakan'ın açıklaması gayet yerinde, anlaşılabilir, kabul edilebilir; Ermenistan, özellikle Karabağ konusunda çözüme yanaşmadıkça herhangi bir anlaşmaya imza atılamaz. Milletler arası arenada hiç bir devlet kendi başına hareket etmez, dostları ve düşmanları vardır, attığı her adımı herşeyi hesap ederek atar. Azerbaycan'ı hesaba katmadan atılacak her adım en başta yanlış bir adımdır.
Ancak;
Ancak işin cılkını da çıkarmamak lazım. Konu üzerine akıl yürüten muhalefet, Azerbaycan'dan bahsederken "biz" diyebiliyor, "Karabağ bizimdir" diyebiliyor. Bakınız şekil 3'teki Bahçeli'nin dünkü konuşmasına. Bugün de gazetelerde "Tek millet / iki devlet" ifadelerine sıkça rastlamak mümkün.
Türkiye ve Azerbaycan'dan bahsedip "Tek nillet / İki devlet" demekten daha büyük bir ihanet aklıma gelmiyor. Bu mantığı yürütenler, bu lafları edenler Türkiye'ye karşı, Türk milletine karşı büyük bir ihanet içindedir ve kimsenin Türkiye'ye yapmadığı kötülüğü yapmaktadır.
Türkiye ve Azerbaycan aynı milletten oluşmaz. Bunun tersini söyleyenler, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk günden beri yalan söylediğini, üçkağıtçı olduğunu, dolandırıcı olduğunu, başkalarını kandırdığını söylemekteler.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu ilk günden beri hep aynı şeyi söylemekteyiz: Türkiye Cumhuriyeti halkına Türk Milleti denir. Türk milleti belli bir dinden veya ırktan gelenlerin oluşturduğu bir topluluk değil, değişik dinsel ve ırksal kökenden gelen her yurttaşın oluşturduğu bir topluluktur.
Devamlı bunu söylemedik mi, devamlı bunu dile getirmedik mi? Bunu anayasalarımıza, yurttaşlık kitaplarımıza yazmadık mı? Bunu çıkmayacak şekilde beynimizin hücrelerine kazımadık mı?
Bu yüzden de, eşsizdir, benzersizdir, dünyanın herhangi bir yerinde bir benzeri yoktur. Bu yüzden Türkiye'nin halkıyla Azerbaycan'ın halkı arasında en ufak bir benzerlik yoktur.
Ama eğer hala "Tek millet / iki devlet diyebiliyorsak" baştan beri söylediklerimizi inkar eden yalancılar durumuna düşmekle kalmayız, aynı zamanda şunu söylemiş oluruz;
"Türkiye halkı Türk ırkındandır, Azerbaycan halkı Türk ırkındandır, ortada tek bir millet vardır"
Bundan daha büyük bir yalan aklınıza geliyor mu? Türkiye Cumhuriyeti halkını oluşturan Türk Milleti tek bir ırktan mı meydana geliyor? Öyleyse Kürdümüzü, Çerkezimizi, Boşnağımızı, Gürcümüzü, Lazımızı, Romanımızı, Arabımızı, kıscası Türk milleti oluşturan 72 ırktan ve dinden meydana gelmiş yurttaşlarımızı nereye koyacağız?
Allah aşkına biri çıkıp cevap versin; Türkiye Cumhuriyeti halkıyla Azerbaycan Cumhuriyeti halkına nasıl bir kafa yapısı ile "aynı millet" denir? Bu Türkiye Cumhuriyeti'nin temel felsefesini, kuruluş felsefesini terk etmek değildir de nedir?
Sayın Baykal, Sayın Bahçeli ve sayın diğer konuşanlar. Kurduğunuz cümlelere dikkat edin, ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini ayaklar altına almak bu kadar kolay mı? Türk milleti buna izin verir mi zannediyorsunuz.
Türk milleti tektir, benzersizdir. Tıpkı Afganistan gibi, tıpkı başka ülkeler gibi, Azeebaycan halkıyla da, tarihsel bir dostluğu, kardeşliği vardır. Hemde KKTC konusundaki tavrına rağmen. Ama işin cılkını çıkarmayın, Türk milletini kafanızdaki kafatasçı fikirlerin mezesi yapmayın. Türk milleti buna izin vermez.
Blog Sayfam:
http://mehmettanaltan.blogcu.com/
"Yurdunu Sevmeliymiş İnsan / Öyle Diyor Hep Babam / Benimse Yurdum İkiye Bölünmüş Ortasından / Hangi Yarısını Sevmeli İnsan" NY
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.