RÖPORTAJ:FAZIL DUYGUN
Muhsin Yazıcıoğlu Hakk’ın rahmetine kavuştu. Siz bir dönem BBP’de Yazıcıoğlu’nun danışmanlığında bulunmuştunuz. Bize anlatır mısınız, Muhsin Yazıcıoğlu kimdir? Nasıl bir şahsiyete sahiptir?
Muhsin Yazıcıoğlu, tipik siyasetçilerden farklı, bir dâvâsı olan, bir ideali olan siyasetçiydi. Yani, bildiğiniz klasik parti politikacılarından biri değildi.Diğerleri, klasik politikacıdan öte bir kıymet ifâde etmezler. Muhsin Bey gibi insanlar Türkiye’de vardır ve epeyce de vardır. Siyasetle meşgul değillerdir, siyasetin belki dışındadırlar, uzağındadırlar, ama öyle insanlar hayli vardır. Bunları, tabi bu fazilet mücadelesi veren insanları da siyasete taşımak lazım. Ama siyasetin bugünkü yapısı böyle insanların çok da siyasette yer almasına mani.
Çürütüyor…
Çürütüyor… Tabi Allah rahmet eylesin, hepimizin gideceği yer orası, ölümün gelip bizi ne zaman bulacağı belli değil.
Fakat son konuşmasında biliyorsunuz âhiret hayatından, ölüme gitmekten ve bu sebeple dava yolunda dimdik bahsediyordu...
Ha ölümden bahsediyordu, Muhsin beyi yirmi beş-otuz yıldır tanırım. Uzaktan, sonra yakından, sonra işte bir müddet danışmanlık yapacak kadar yakından tanıdım. Güzel bir insandı, mert bir insandı, Anadolu insanının temel özelliklerine sahip bir insandı… Tabiî ölümden sık sık bahsetmesi gayet tabiîdir. Bir Müslümandır, Müslüman’ın Allah’ı, ölümü hatırlamaması düşünülemez. Sürekli hatırlayacağımız, sürekli zikredeceğimiz; Allah ve ölüm…
Üstad Necip Fazıl’ı da çok severdi, Mehmet Akif’i de severdi. Ve enteresandır, tevafuka bakın, sevdiği insanın Kurtuluş Savaşı yıllarında mekân tuttuğu Tacettin dergâhına defnedildi. Mehmet Akif’in kabri biliyorsunuz İstanbul’da, Edirnekapı şehitliğinde. Bazıları onu Tacettin dergâhında zannediyorlar. Bu vesileyle o yanlışı da düzeltmek durumundayım. Tacettin dergâhının Mehmet Akif’le olan ilgisi; İstanbul’dan Mehmet Akif Ankara’ya, İstiklâl savaşı veren kadroya dahil olmak üzere gittiğinde orada kalmıştır. İstiklâl Marşı’nı da orada yazmıştır... Yine kendisi gibi ilim adamı olan, birinci mecliste yer alan, meal ve tefsir sahibi Hasan Basri Çantay. Hasan Basri Çantay çok mühim bir adamdır, bugünkü nesiller maalesef bilmiyor. Yakınlarda gördüm, onun otuz beş-kırk yıl evvel basılmış bir kitabı vardı Mehmet Akif hakkında, Hasan Basri Çantay’ın “Akifnâme” diye. Bugünlerde de Akifnâme, Erguvan yayınları tarafından çıktı piyasaya, değerli bir eserdir. Mehmet Akif’in yakın dostlarındandır. Mahir İz’in hatıralarında çokça yer alır Mehmet Akif. Tacettin dergâhına defnedilişi Muhsin Bey’in çok isabetlidir. Muhsin bey zaten dergah adamıydı, geçmişte de “Bizim Dergah” diye bir derginin çıkmasına vesile oluyordu. Kendi de orada önemli bir konumdaydı, yazıları çıktı orada. Sonra Nizam-ı Alem ocaklarını kurdurdu, Nizam-ı Alem’e talip bir insandı. Bu Nizamı-ı Alem’i tabi biz bugün tam tercüme edecek olursak; İslâm.
İslâm’a talipti, Hilafetçi bir insandı, birçok kişi bunu bilmez. Ben ona danışmanlık yapan bir kimse olarak onu yakından biliyorum. Hilafetçi bir insandı. Çok çok şu günlerde olur olmaz kişileri konuşturuyorlar, onun demokrat filan olduğunu söylüyorlar. Demokrasiden kişilerin ne anladığına bağlı bu yorumlar. Tabi o çokça da bu ifadeyi öne çıkarmazdı. Demokratlıkla kastedilen başka görüşlere de tahammül ise; her Müslüman İslâm’ın dışındaki görüşlere tahammüllüdür. Saygılı demiyorum, özellikle bu saygı kelimesini kullanmıyorum. Ben benim gibi düşünmeyenlerin görüşlerine saygılı değilim bir Müslüman olarak. Ama tahammüllüyüm. Saygılı olsam, saygı duyduğum şeyden olurum. Yani, başkalarının da benim dünya görüşüne saygı duymasını beklerim ama saygılı olduğundan itibaren inanması lazım, onu sevmesi lazım. Tahammül bekliyoruz, birbirimize tahammüllü olalım, hoşgörülü olalım. Yani dünya geniş, ülke geniş hepimize yer var. Muhsin bey işe böyle bakardı. Yani onun demokrat olduğu gibi bir söylemi doğru bulmuyorum ben. Hilafetçiydi, Müslüman’dı, Milliyetçi tarafı vardı. Milliyetçi tarafı da ırkçılığa kaçmayan. Belki ilk ülkü ocaklarına girdiği zamanlardaki, hepimiz oralardan geldik, ırkçılığı filan bilmeksizin biz Türk milliyetçisiydik. Zamanla bu ırkçılığa filan çekilmek istendi Nihal Atsızcılar tarafından. Nihat Atsız’ı takip eden kimseler tarafından ama sonra Muhsin Bey bu konudaki tavrını netleştirdi. İslâm’a ters düşmeyen, İslâm potasında erimiş bir Türk’ün Türkçülüğünü, Türk Milliyetçiliğini yaptı. Biz o mânâda İslâm’a pazarlıksız teslim olan Türk’ün Türkçüsüyüz. Bu kelimeyi rahatlıkla telaffuz edebilirsiniz.
Avrupa’nın zaten İslâm’dan anladığı Türklerdi, yani İslâm derken, Türkleri kasdediyordu…
Bir Kürt Müslüman’a da İslâm çerçevesinde İslâm’a teslim olmuş bir Kürd’ün Kürtçüsü olabilir, Arapçısı olabilir ama İslâm’ı dışlayarak yapılan işler İslâm’ın red ettiği bir şey merdudtur İslâm’da. İslâm dışı niyetlerle Arapçılık yapmak, Türkçülük yapmak, Kürtçülük yapmak veya başka kavimlerin ırkçılığını yapmak İslâm’ın men ettiği şeydir. Biz de bir dönem, rahmetlinin partisinin kuruluş çalışması esnasında beraberdik. Parti tüzüğünü hazırlanmasında katkım olmuştu. Birkaç İBDA’cı gönüldaşımızla birlikte partinin kuruluş çalışmasında bulunmuş ve hatta, açılış töreninin bile biz yapmıştık. Ama, o ara partide etkin olan, Mümtazer Türköne ve Abdurrahim Karakoç gibi şahsiyetlerin muhalefeti ve demagojileri sebebiyle, rahmetli Muhsin Bey’in de ricasıyla, ileride tekrar buluşmak üzere çalışmalarımıza ara verdik. Partiyi ve hareketi “diyalog”çulaştırmaya çalıştı bu tipler… Büyük Birlik ismiyle bir büyük iddia sahibi olduğunu ortaya koymuştur, daha kuruluş safhasında, kuruluş merhalesinde. Büyük Birlik, bu ülkede hangi Müslüman, hangi namuslu insan hangi çerçeveden olursa olsun Büyük Birliğe talip olmaz ki? Muhsin Bey bütün bunları bu mülahazalarla partiyi kurarken Büyük Birlik dedi. Ben Bahçelievler de belediye başkanı iken parti yeni kurulmuştu, İstanbul teşkilatı oluşturuluyordu, ilçe teşkilatları oluşturuluyordu. Bahçelievler’de de bir grup arkadaş ilçe teşkilatını oluşturmuşlar bana geldiler, toplantı için salon istediler, ben de Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’ni verdim karşılıksız. Gönlümü açtım, o kültür merkezini açtım. O sıralık ilçe teşkilatı, BBP ilçe teşkilatı gece düzenledi o Necip Fazıl Kültür Merkezi’nde, Muhsin bey de geldi, ben geç vakitlerde ve yoğun iş tempom içinde her bir şeyi bıraktım Muhsin beyi karşıladım. Salonda bulundum ve nezaketen bana bir konuşma verdiler, selamlama konuşması. Ben çıktım bir baktım ki sahnede, kültür merkezinin sahnesinde, salonun sahnesinde yeşil bir kumaş üzerinde kelime-i tevhid yazıyor. Ben dedim ki selamladıktan sonra; ben Refah partili bir belediye başkanıyım ama partimi aşan bir insanım, bir davaya gönül vermişim, BBP’nin temsil ettiği davayla aramda bir fark yok. Keşke, Büyük Birlik büyük bir isim, güzel bir isim, gönlümüzü okşuyor, keşke büyük birliği sağlayabilsek. Bu Büyük Birlik nerede temerküz edebilir? RP’de mi? Keşke olsa ama bu zor görünüyor.( O zaman AKP filan yoktu.) MHP’mi? MHP çok zor, dedim. Aynen böyle… Büyük Birlik’de mi? Olabilir, ama gerçek Büyük Birliği dedim, döndüm kelime-i tevhide, işte dedim bu sahneye asılmış, “La ilahe İllallah Muhammeden Resulullah” kelime-i tayyibesi etrafında bir gün Allah’u Teâlâ bize büyük birliği nasip eder inşallah. Ama bu “Büyük Birliğin” ruhunu eşya ve hadiselere hâkim kılacak bir ruh kıvamına bir düşünce kıvamına erdiğimiz zaman “Büyük Birlik” gerçekleşecek inşallah dedim. Alkışladılar… Muhsin Bey de o mealde konuşmalarda bulundu tabi. Parti üzerinde dönem dönem bazı aksamalar oldu, Muhsin Bey dediğim gibi yumuşak bir insandı, görüntüsünün, uzaktan görünüşünün zıttına yumuşak bir insandı, müşfik bir insandı. Gelenlere git demiyordu, ilkesiz değil, ilkeli bir insandı ama fazla yumuşak duruyordu. İşte gelenler bir müddet sonra aradıklarını bulamayınca gidiyorlardı, sonra gelenlerin bir kısmı oraya fikir aşılamaya kalkıyordu filan. Öyle esnek tarafları da vardı işin. Zaman zaman işte, ama Muhsin Bey’in şahsında hep, partiye zaman zaman parti görünümünden çok sanki bir Alperen Ocağı gibi, bir Nizam-ı Alem ocağı gibi, tabir yerindeyse bir kültür derneği gibi de çalıştı. Bu arada aklıma Sezai Karakoç geliyor, onun Diriliş Partisi. Her ne kadar Diriliş Partisi diye bir parti vardı kapandı, tekrar şimdi açıldığını biliyorum ama Sezai ağabeyi yakından bilirim bir konuşmasını da partinin, gittim. Parti olma hüviyetinden öte bir kültür derneği, bir fikir derneği gibi, fikir kulübü gibi çalışıyor. Büyük Birlik de buna benzer bir vaziyetteydi. Herkes Muhsin Bey’in iyi olduğunu, dürüst olduğunu, namuslu olduğunu, cesur olduğunu söylüyordu fakat iş sandığa ve seçimlere geldiğinde, sandık başına, Büyük Birlik orada bir avuç oy alıyordu. Yani, nitelikli insanlardı evet oy verenler ama bu da nicelik açısından niteliği besleyecek bir niceliğe de ihtiyaç vardı. O bir türlü gerçekleşmiyordu bunun nedenleri üzerine kafa yordumsa da çoğu zaman, bir şey söylemek istemiyorum.
Peki kâzânın, yani kâzâ anında naaşların 48 saat bulunamaması hususunda neler söyleyebilirsiniz? Şimdi baktığınız zaman başbakan, sayın başbakan, devlet yetkilileri işte “BBG evi gibi seyrediyoruz”, işte, “ortam dinlemesi yapıyoruz, teknolojik imkânlarımız şu kadar” diye atıp, tutuyorlardı. Ama, bir siyasî parti liderinin içinde bulunduğu helikopter düşüyor ve ilk aramaya ancak 3 saat sonra gidilebiliyor ve 48 saatte bulunamıyor.
Evet, gerçekten de dünyada ve ülkemizde teknolojik olarak gelinen seviye göz önünde tutulduğunda, hava şartlarıdır o dağların işte tipidir, kardır, kış mevsimi, sisli oluşu şu bu birçok şey söylenebilir ama gelinen teknolojik seviyeye göre bu daha öncede belki bulunabilirdi uçağın enkazı, ondan sonra cenazeler. İhmal olduğu kesin ama ihmalde bir art niyet aramıyorum. Bir ihmal olduğu kesin, bunu herkes söylüyor. Devletin yetkilileri de
Oturmuş bir sistem yok, sistemsizlik çok etkin…
Çok başlılık. Burada köylüler bir taraftan aramaya çıkmış, hemen belki hükümet bir komisyon filan kurdu ama işte arama tarama timi şu bu, çok da sağlıklı olmadığı görüldü. Bundan sonra bu hadise ibret olur, bundan sonra muhtemelen bu tür vakalarda daha seri ulaşmak için olay yerine, tedbirler alınır.
Aslında devletin dikkatsizliği değil mi?
Devlette bir hantallık var öteden beri bu hantallık… Memur kafası hâlâ aşılmış değil Bir kaza oluyor, yardım üç saat sonra gidiyor, düşünün.
Her kafadan bir ses çıkıncaya kadar iş işten geçiyor. Yani madem yıllardan beri böyle bizim boynumuz ağrıdı Batı’ya döne döne, Batı’ya döndüğümüz zamandan beri yani bi hayli bir zaman geçti, yüzyıllık bir zaman. Batı’nın bu tarafları niye alınmadı? Batı ’da bu tür hadiselerde anında olay yerine ulaşılıveriyor. Demek ki kalıcı tedbirler alınmış, sistem kurulmuş. Türkiye’de de bundan sonra bu hadise ibret alınarak, temel alınarak bundan sonra kalıcı tedbirler alınmalı, hususi devletin en üst başbakanlığa bağlı böyle bir kriz merkezi sürekli faal vaziyette bekletilmeli her an. Sadece kışın olmaz; yazın da olabilir hadiseler, denizde de olabilir, başka dağlık bölgelerde de olabilir.
Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun, rahmetlinin Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e ve Salih Mirzabeyoğlu’na bir alâkasına dolaylı veya doğrudan şahitliğiniz var mıydı?
Muhsin Yazıcıoğlu’yla beraberliklerimizde, beraber olduğumuz zamanlarda, tabi senli benli bilhassa kültür sanat, siyaset meselelerine temas ederdik. Deminde ifâde ettiğim gibi; dünya görüşünün pazarlıksız İslâmi çizgiye oturduğunu biliyorum, hilafet olduğunu biliyorum. Şeriata dost olduğunu biliyorum, yani İslâm’a, şeriata dost olduğunu ve yaşadığını, fiili olarak yaşadığını, namazını aksatmadan kıldığına şahidim. Tabi Türkiye’de Üstad Necip Fazıl bir mektepti, Büyük Doğu mektebi. Sağın her kesimine süt emzirdi.
Solda bile var yani.
Solda bile sola kayanlar var; Büyük Doğucu olmaktan çıkmışlar. İşte bugün AKP’nin bazı organlarında, bazı önemli uçlarının geçmişte Büyük Doğucu iken şimdi Batıcı oluşları gibi. Batı Avrupa birliğine hayranlıkla böyle koşmaları gibi, sapmaları olmuşsa da, sağın bu bir hakkı teslim etme geleneğini yerine getirelim burada. Sağın her kesimi 50–60 yıl, şimdi bile Üstad öbür aleme göç edeli 26 yıl oldu, şimdi bile Üstad yaşayan bir insan. Yaşayan Necip Fazıl yürüyen Büyük doğu. Bunu bugün müebbet mahkûmumuz Salih Mirzabeyoğlu temsil ediyor, İBDA fikir ekolü, mektebi olarak devam ediyor. Zaman zaman Muhsin beyle böyle İBDA’ya bakışı, Salih Bey’e bakışını filân da konuştuk, böyle çok detaylı olmasada şartların elverdiği ölçüde, muhabbetle bahsettiğini de biliyorum. Yani dost bir çevre orası, kardeşlerimizdir onlar dediğine şahidim. Dolayısıyla Üstad Necip Fazıl’ı çok sevdiğini, işte sık sık Sakarya’dan, meydan mitinglerinde, salon konuşmalarında. Birçok BBP kongrelerinde olağan ve olağanüstü kongrelerde Üstad’dan şiirler okuduğunu bilhassa Sakarya’dan, biliyorum şahidim. Üstad’ı seviyordu, Mehmet Akif’i de severdi, edebiyata düşkündü, şiir yazdığını hapishanede bilhassa, biliyorum. Birçok şiiri basılmıştı. Hatta son günü işte cenaze esansında hadiseden sonra onun bir şiiri meşhur oldu. Beton, hapishane yıllarını, günlerini hatırlamış, orda kaldığı günleri, psikolojiyi dile getiren bir şiiri.Beton duvarlardan şikayet ediyordu, özgürlük duygularını dile getiren bir şiir.
Üşüyordu bir soğuk kış günü Allah’ın rahmetine göç etti. Havaların ısındığı bir günde de toprağa veriliyor, bahar geldi… Öbür dünyada cennet bahçelerinde cennet-i alâda Resulullah Efendimize komşu eylesin tüm inananlarla birlikte Muhsin Bey’i de.
BARAN DERGİSİ 116. SAYIDAN İKTİBASTIR
reisimizi birileri yok etti ve başardılar biz ne ona sahip çıka bildik nede davasına ilahikelimetullahcılar büyükbirlik partililer alperenler sehid liderimiz muhsin başkanın davası bize miras degil emanettir___
YanıtlaSilallahü ekber___
YanıtlaSil