MAHBUB’ÛL AŞIKÎN
(AŞIKLARIN SEVGİLİSİ VE ESMA-İ NEBÎ)
Handan ÖZDUYGU
TAKDİM
“Siz beni hakkıyla sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız.”
Her şey bu Hadîs-i Şerif’in derûnuma işlemesi, tesir etmesiyle başladı. Günlerce bunu tekrarladım, günlerce bunu tefekkür etmeye çalıştım… Gördüm ki, bizim dinimiz imânımız, Peygamber Efendimiz’i sevebilmeye ayarlı… Resûlullah Aleyhisselâmı sevmek, bir imân meselesi… İmânımızın taklitden, tahkiki imân mertebesine çıkabilmesi için, Peygamber Efendimiz’i sevebilmemiz gerekiyor… Heyhat işte bu noktada aczimizi ne kadar söylersek, o kadar eksik kalır… Materyalist, kapitalist, seküler-lâik bir yapı içinde mânâ ve sevgi mevhumunu unutan biçare kalplerimiz böyle bir duygudan ne kadar uzak…
Bizim için müşkül gibi görünse de, bu sevgi, kendisini Harem-i Şerif yolunda görenlerin güldüğü, “hiç değilse bu uğurda ölürüm!” diyen karıncanın ortaya koyduğu cehd ve sebat kadar bile olmasa da, hiç değilse O’nu sevenleri analım ve sevgisini ortaya koyabilenlerin hatıratına ulaşabildiğimiz nisbette derleyelim istedik.
“El-mü’minu mirat’ül mümin: Mümin, müminin aynasıdır” hikmetinden yola çıkarak, Peygamber Efendimiz’i sevmiş, sevme yüceliğine ermiş kâmil insanların gönüllerinden bir ayna tutalım istedik…
Bu mevzuyu araştırmaya ve yoğunlaştırmaya başladıktan sonra, yol aldıkça boyumdan ne kadar büyük bir yük altına girdiğimi gördüm; ama, âlemlere rahmet olan Zât’ın merhametine, şefkatine ve şefaatine bel bağlayarak, gönlüme dolan bu çalışmaya devam ettim…
Elbette ki bu bir ilmi çalışma değil. Yunus Emre, “Benim neyim var da diyeyim, saçtığım hep Taptuk’un darısıdır…” demişti, biz de sadece O’nun âşıklarının aşkını anmaya çalıştık.
Şâirin, “Ben de kendi halimce Bedreddinem” dediği gibi, Cenâb-ı Peygamber’e tâbî olma liyâkati niyeti ile kendi hâlimizce bir adım, bir gayret… Sadece bu.
Peygamber sevgisini en güzel anlatan kıssa, ilk aklımıza gelen, şübhesiz Hazret-i Ebubekir’i (Radyallahu anh) SIDDIKİYET makamına çıkaran hâdisedir. Peygamber Efendimiz, Mirac-ı Güzini idrak ettiklerinde, hâdise Mekke-i Münnevvere’de dalga dalga yayılırken, müşrikler çaresizdi. Bir ümitle, Mekke-i Münevvere’nin en münevver ve en akl-ı selim şahsiyeti olan Hazret-i Ebubekir’e koştular: “Duydun mu, neler demiş, göklere çıkmış da Allah’la konuşmuş!”… Hazret-i Ebubekir, sevgiyi, sadakati ve samimiyeti en güzel şekilde ortaya koyan ve tarihe geçen şu muhteşem cevabı veriyor: “O mu dedi? O dediyse gerçektir!”
Adeta bir masal gibi defalarca okuyup dinlediğimiz bu muhteşem tablo, elbette ki böyle bir çalışmanın tâcı olmalı, eserin girizgâhında Hazret-i Ebubekir’i anmalıydık… Niyetimize sadık kalmak, amacımıza ulaşabilmek için, zaten PİRİMİZ, REHBERİMİZ VE ÖNDERİMİZ olan Hazret-i Ebubekir’i çok anmaya mecburuz. Zirâ, bütün sevenlerin ittifakıyla, yaratılmış bir kul olarak Cenab-ı Peygamber’i en çok sevebilen, seven İNSAN, O’dur… “İnsan olarak, yaratılmış bir kul olarak” dedim; malûm olduğu üzere, Peygamber Efendimizi hakkıyla seven, seçen ve öven, Alemlerin Rabbı olan Allahu Teâlâ’dır. Bu bakımdan, ilk önce mevzuyla ilgili Ayet-i Kerimeler’den bazı iktibaslar, sonra âşıklardan hikâyeler, isimleri ve sıfatları, aralarda da seçme Salat-u Selâmlar’la yol almaya gayret edeceğiz; Peygamberimiz’in şefaati ve âşıklarının himmeti ile…
“Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim, -Mir’atı’ Muhammed’den Allah görünür daim…”
Enes radıyallahu anh, Resullulah Aleyhis’salat-ü Vesselâm Efendimiz’in şöyle buyurduğunu anlattı:
- “Hiçbirinizin imânı kemâle ermez, kalbinde kendinden, malından, çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan fazla, benim sevgim yer tutmadıkça…”
Sanırım bizim neslin en büyük meselesi, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan bir Resûle, aslında biricik hilkat sebebi olan Peygambere, ulaşılmaz ve erişmezliğini bilerek haddimizce şahsiyetine bürünme çabası içinde bakmak yerine, bir mitoloji kahramanı ve efsane, hayatını bir masal-bir ütopya mevzuu imiş gibi görmemiz…
Allah’a imân etme ve İslâm olma iddiasındaki her insanı yakından alâkalandıran bu Hadîs-i Şerif’ten anlamamız gereken şey, daha ne olup bittiğini anlamadan bitiveren şu kısacık hayatımızda, bulunduğumuz her derecenin nihayetinde BİR’e âit bir münasebet olması gereğini idrak etmemiz… Kur’ân-ı Kerim’de de defaatle ifâde edildiği gibi, “dünya ve ahiret selâmetinin” biricik reçetesi bu…
Yeri geldiği zaman hepimiz bizim dinimiz “sevgi dini” deyip geçiştiririz de, asıl sevginin ne olduğunu, neyin sevilip sevilmeyeceği mevzuunu şuurlu bir şekilde bilmeyiz… Annelerimiz hep sofrada artan yemeklerin kaygısıyla “israf haramdır” diyerek bizleri üretti de, sevgide israfın-yönelinmesi gereken mihraktan uzaklığın kaybını ne onlar bilebildi, ne de biz tefekkür edebildik… Sevgi israfı bugün öyle boyutlarda ki, hissî erozyon yüzünden sıkıntı illeti sadece ruh sağlığımızı değil, fizikî sağlığımızı bile tehdit eder hâle geldi…
Sevginin gayesi olan mihrak öğretilmeyip, gerçek sevgi için emek verilmeyince, toplumda olan kargaşa insanları dinden uzaklaştırarak, arızalı bir nesil ortaya çıktı. Maddî mevzularda kıymetli ve değerli olanı çok iyi ayırd edebiliyoruz da, mânevî alanda maalesef hissî boyutta muhasebemizi bilmiyoruz…
Başta verdiğimiz Hadîs-i Şerif’e bakarsanız, “benimle sımsıcak canlı bir sevgi münasebeti içinde olmanız, sizin için canınızdan, malınızdan, evlâdınızdan, anne ve babanızdan çok daha elzem” mesajı dikkati çekiyor, bu hususta uyarılıyoruz. Bu sevgiyi duymadan, yaşamadan ve yaşatmadan, bizim ne kendimize, ne evlâdımıza, ne anne ve babamıza, kimseye bir hayrımızın olamayacağı vurgulanıyor. Şu hâlde bizi biz yapan, olduran veya öldüren, bizi var eden veya mânâlı kılan, bu sevgi…
Öncelik, biriciklik ve hattâ bütün yaratılmışlara tercih edebilmemiz için, elbette ki tanımamız-tanışmamız lâzım. İnsanın tanımadığı ve bilmediği bir şeyi bilmesi elbette mümkün değildir.
Allahım! Nuru, yaratılanlardan önce meydana gelen, ortaya çıkışı âlemlere rahmet olan Efendimiz Muhammed’e, bundan önce gelip geçen ve hâlen var olan mahlûkat adedince ve bu mahlûkat içinde said ve şaki olanlar sayısınca, had ve hesaba sığmayacak, sonu gelmeyecek ve tükenmeyecek derecede, senin yüce varlığının devamı süresince salât ve selâm eyle… Neccarzâde Şeyh Rıza’dan:
-“Hüda şahit güzellerden güzelsin, gayrı nem vardır- Cemâlin görmesem gönlümde gam, gözümde nem vardır.”
BESMELEYLE
Besmeleyle edelim feth-i kelâm- Fethola tâ bu muammayı benâm.
(Sözü besmele ile açalım- Tâ ki bu büyük sır çözülsün.)
Gösterir ayinesi besmelenin- Hilye-i pakîn o vech-i hasenin.
(Besmele aynası gösterir- O güzel yüzlünün pak sıfatlarını.)
Bilmeyen şevket-i bismillâhi- Anlamaz sırr-ı kelâmullahı…
(Bilmeyen bismillâh’ın heybetini- Anlamaz Allah kelâmının sırrın.)1
***
Nebiyy-i Ekrem Sallalahu Aleyhi Vessellem buyurdu ki: Allah’ın benim vasıtam ile gönderdiği hidayet ve ilim, bol yağmura benzer. Bu yağmur öyle bir toprağa düşer ki, onun bir kısmı suyu kabul eder de, çayır ile bol nebatat yetişir. Bir kısım toprak da suyu üstünde tutar, halk ondan faydalanır; ondan hem kendileri içerler, hem hayvanlarını sularlar, hem ekin için kullanırlar. Bu yağmur diğer bir nevî toprağa daha isabet eder ki, ne suyu üstünde tutar, ne çayır bitirir, kaypaktır; Allah’ın dinini anlayıp da, Allah’ın benim vasıtam ile gönderdiği hidayet ve ilimden faydalanan ve bunu bilip de başkasına bildirmeyen kimse ile, bunu duyduğu vakit kibrinden başını bile kaldırmayan ve Allah’ın benimle irsal olunan hidayetini kabul etmeyen kimse böyledir…2
***
“Allah bilinir görülmez, Muhammed görülür bilinmez!”
Fahr-i Kâinat Efendimiz’i bilmede ve anlatmada öyle acze düştüler ki, Hükema “Allah bilinir görünmez, Muhammed görülür bilinmez” buyurdular… Ve yine derler ki: Kur’ân-ı Kerim’in her bir âyeti, aslında evvelâ Habib-i Risâletpenahi Efendimizin büyüklüğünü üstünlüğünü anlatır.
İşte bu mânâda müfessirler işaret ettiler ki, Allahu Teâlâ, O’nun korunup kollanacağını belirterek:
Sure-i Enfal’de: “Ey Peygamber, Allah sana yeter.”
Sure-i Maide’de: “Allah seni korur.”
Sure-i Tevbe’de: “Eğer siz O’na yardım etmezseniz, doğrusu Allah O’na yardım etmişti.”
Sure-i Duha’da, Habib-i Ekrem’ini medhetmiş ve O’nun hâlini açıklamaya başlamıştır:
- Rabbin seni ne terk etti, ne darıldı.
- Ahiret elbette senin için dünyadan hayırlıdır.
- Şüphesiz Rabbin sana verecek, sen hoşnud olacaksın.
- O seni, öksüz bırakıp barındırmadı mı?
- Seni şaşırmış bulup da doğru yola eriştirmedi mi?
- Seni fakir bulup da zenginleştirmedi mi?
Sure-ı İnşirah’ta da, Peygamber-i Zişan’ı üç şeyle şereflendirdiğini zikretmektedir:
- Senin göğsünü açmadık mı?
- Yükünü üzerinden atmadık mı? Ki O, senin belini bükmüştür.
- Senin şânını yükseltmedik mi?
Allahu Subhanehu ve Teâlâ, Sûre-i Tîn’de, O’nun yaşadığı beldeye “Ve şu emin belde…” diyerek kasem-yemin etmiştir:
- Yalnız imân edip, salih amel işleyenler müstesna.
- Onlara kesintisiz mükâfat vardır.
Sûre-i Alâk’ta, Peygamberini üç ayrı şerefle şereflendirmiştir:
- Yaradan Rabbinin adıyla oku.
- Öyleyse topluluğunu çağırsın dursun, biz de zebanileri çağırırız.
- Secde et ve yaklaş.
Sûre-i Kadir’de, üç türlü faziletin kendisinde toplandığını, Kadir gecesiyle Peygamberini şereflendirdiğini bildirmiştir:
- Bu gece bin aydan daha hayırlıdır.
- Melekler ve Ruh, Rabbinin izniyle her iş için iner de iner.
- Tan yeri ağarana kadar selâmettir.
Sûre-i Beyyine’de de, Peygamberinin ümmetini üç şeyle şereflendirmiştir:
- Yaratılanların en hayırlısıdırlar.
- Rableri katında mükâfatı, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları Adn cennetleridir.
- Allah onlardan hoşnud, onlar da O’ndan razıdırlar.
Sûre-i Zilzal’de, “İşte o gün, O bütün haberlerini anlatacaktır.” kavli, yeryüzünün Kıyamet gününde Mahbub-u Rahman Aleyhisselâtu ve Sellem Efendimiz’in ümmetinin itaat ve ibadet ettiklerine şehadet edeceğini belirtmektedir. “O gün insanlar yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için bölük bölük dönerler.” kavli, Muhammed Ümmetine kendilerinin Allah’a ibadet ettiklerinin gösterileceği ve bu sebeble onların ferah ve sürur içinde bulunacakları belirtilmektedir: “Kim zerre miktarı hayır işlerse, onu görür.” kavli, şübhesiz Allah’ın bilgisinin, her türlü bilgiden yüce olduğunu belirtmektedir… Ve mutlaka onları sevaba ulaştıracağını haber vermektedir.
Sûre-i Âdiyat’ta, Peygamberini şereflendirerek, ümmetinin gazilerinin bindiği ata kasem edilmiş ve bu atlar üç nitelikleri ile sözkonusu edilmiş:
- And olsun koştukça koşanlara.
- Kıvılcımlar saçanlara.
- Sabah sabah baskın yapanlara.
Sûre-i Karia’da ise:
- … ama kimin tartıları ağır gelirse.
- O hoş bir hayat içindedir.
Sûre-i Tekasür’de de yine Habibullah’ı şereflendirerek, O’nun dinine saldıranların üç yönden azablandırılacağı bildirilmektedir:
- Onlar Cehennem’i yakından bilecekler, gözleriyle göreceklerdir. Onlar kendilerine verilen nimetlerden sorguya çekileceklerdir…
Asr Sûresi’nde ümmetini üç şeyle şereflendirmiştir:
- Ancak imân edenler.
- Salih amel işleyenler.
- Hakkı ve sabrı tavsiye edenler.
Bunun gibi sayılabilecek pek çok ifâde olduğu gibi, hepsini kapsayan ve hepsini içine alan bir ifâdeyle, “Biz sana Kevser’i verdik.” buyurmuştur. “Biz sana Kevser’i verdik.” kavli, din ve dünya mevzuunda “pek çok hayır verdik.” demektir. Bu da Allah katından Peygambere yardım edileceğini ve korunacağını ifâde eder…3
***
Allahu Teâla, Peygamberimiz’i yaratmak istediğinde, başını bereketten, gözlerini hayâdan, kulaklarını ibretten, lisânını zikirden, dudaklarını tesbihten, yüzünü rızadan, göğsünü ihlâstan, kalbini rahmetten, gönlünü şefkatten, avuçlarını sahavetten-cömertlikten, tüylerini Cennet nebatından, tükürüğünü Cennet balından halk eylemiştir… Allahu Teâlâ bu sıfatlarla Habibi’ni kemâle erdirince, O’nu bu ümmete yollayarak, “Bu Zât, benim size HEDİYEM’dir, hediyemin kıymetini bilin ve O’na tazim edin” buyurmuştur.4
***
Azîz Mahmud Hüdaî (Kuddüse Sırruhu) Hazretlerinin, Üftade Efendi Hazretlerinden naklen, “Vakıat-ı Mahmudiye” isimli eserinde zikrettiğine göre, İsâ Aleyhisselâmın cesed-i şerifinin semaya kaldırıldığı hâlde, Efendimiz Sallalahu Aleyhi ve Selemin cesed-i şerifinin dünyadan ayrılmaması, bu cesetler âlemi olan dünyanın ıslahı ve intizamı, düzeninin muhafazası içindir. Çünkü Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mevlâ Teâlâ’nın Zâtı’nın mazharı, nurunun parladığı mahâl olduğundan, âlemlerin nizâm ve intizamı O’nun kıymetli varlığıyladır.
Nitekim Mahbub-u Rahman Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Benim Allahu Teâlâ ile öyle bir vaktim olur ki, o vakitte bana ne mukarreb bir melek, nede gönderilmiş bir Peygamber yanaşamaz!”… Başka bir Hadîs-i Şeriftede: Benden evvel hiç kimseye verilmedik beş şey bana verilmiştir: Bulunduğum yerden bir aylık yola kadar düşmana korku salmak ile nusret olundum… Yer yüzü bana namazgâh ve temizlik sebebi kılındı. Onun için ümmetimden her kimse namaz vakti
erişirse bulunduğu yerde hemen namazını kılıversin. Ayrıca bizim namaz saflarımız, meleklerin safları gibi kılındı… Ganimetler bana helâl kılındı, hâlbuki benden evvel kimseye helâl edilmemişti… Bana şefaat verildi… Birde benden her Peygamber özellikle kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlığa gönderildim.
1 Hilye-i Saadet/ Hakanî Mehmed Bey/ (İskender Pala)./22
2 Sahih-i Buharî/ Cilt: 1. Sayfa: 81/ Ebu Musa el-Eşari Radyallahu anh’den.
3 İbn-i Kesir/ (15/ 8693)
4 Şifa-i Şerif.
BARAN Dergisi Sayı: 118
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.