10 Mayıs 2009

.:: KomploTeorileri ::. 68 kuşağı ve iktidar oyunları

68 kuşağı ve iktidar oyunları

Mustafa Miyasoğlu

 

27 Mayıs'tan önce başlayıp ihtilâle gerekçe hazırlayan öğrenci eylemlerinin sekiz yıl sonra yeniden ortaya çıkması, aslında kendiliğinden olmadı. Önce Fransa'da 1968 yılı baharında görülen üniversite olaylarının bizdeki yansıması şeklinde yeniden ortaya çıkması, sıradan bir olay değil. Bir iktidar oyununa figüran olan ve her yıl bu aylarda askerlik hatıraları gibi saflıklarıyla hangi oyuna geldiklerini bile fark etmeden geçmişi anan Deniz Gezmiş'in arkadaşları gerçekten birer çocuk... Bu hareketle idam olan arkadaşlarının yaptıkları eylemlerden ötürü niçin idam edildiğini hâlâ anlamıyorlar!.

 

Bugün Ergenekon adıyla bilinen örgütün üyeleri olarak yargılananlar, belki biraz da daha ileri gitmiş, darbeye zemin hazırlayarak oluşacak yeni iktidarda pay sahibi olmak amacını taşıyor. O dönemde, Doğan Avcıoğlu liderliğinde Milli Demokratik Devrim adıyla bir araya gelen darbe taraftarlarının bir kısmı asker kökenli, bazıları da üniversiteliydi. Aralarına pek çok basın mensubunu alarak, başlarına da 27 Mayıs MBK üyesi General Cemal Madanoğlu'nu getiren bu grup, 9 Mart'ta bir karşı darbe ile tutuklanıp yargılandılar. Tıpkı 27 Mayıs öncesindeki Dokuz Subay gibi bunlar da hüküm giymeden salıverildiler. Dev-Genç üyeleriyle Deniz Gezmiş'in çıkardıkları kargaşa, o dönemde "Morison Süleyman" diye nitelendirilen Demirel'le iktidar hesaplarını ortaya koymaktaydı. 12 Mart'ı hazırlayan kargaşa gibi yakın tarihin önemli dönemeçlerinde hep bu örnekler görülmektedir.

 

O dönemde biz de MTTB gençliği arasında yer alarak, partiler üstü bir tavırla dünyada yükselen değerlerin sol eğilimli olmasına itiraz etmiştik. Komünistlere karşı çıkmak için Ülkü Ocakları'nda toplanarak MHP eğiliminde 68 Kuşağı'nın tavrına karşı çıkanlar da vardı. Bunlardan başka MSP çizgisinde siyaset yapan Akıncılar topluluğu da oluşturuldu ve gergin bir atmosfer oluşturuldu.

 

68 kuşağının hataları

Devrimci Gençlerle onların karşısında yer alan Ülkücüler güç savaşına tutuşmuş gibiydiler. O gün solun gücünü kırmayı kendine dert edinenlerle derin devlet güçlerinin amaçları birbiriyle bütünleşiyor, bu çatışma da her zaman Demirel'i iktidara taşıyordu. Daha sonra da bu güçler onu Çankaya'ya kadar çıkardı. Bugün Demirel'in Ergenekon davasında Ulusalcı ve Milliyetçi geçinenleri savunması da bu yüzden sebepsiz değil.

 

68 Kuşağı'nın "alternatif" kutbunda yer alan ve üniversitedeki oligarşik yapıya yönelik eleştirileri metodik bir tavır olarak benimseyenlerden biri olarak, MTTB gençliği arasında yer almıştım. O yüzden de 68 Kuşağı'nı sol düşüncenin marjinal ve terörist kimliğine bürüyenlerle Che Guevera yolundaki Deniz Gezmiş hayranlığını yeni bir batıcılığa dönüştürenlere her zaman karşı olmuşumdur. Çünkü yerlilik ve millilik yanında İslâmî ölçüler, dünya görüşümün temelini oluşturuyor...

 

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının bu topluma yabancılaşmasında yanlış bir tercih vardır. O yüzden doğru bildikleri yasadışı eylemleri yaparak devletin düzenini silah zoruyla değiştirmek istemelerinin cezası olarak verilen idam kararı uygulanırken din adamı teklifini de reddetmişlerdir.

 

68 Kuşağı havaya kaldırılan sol el ile sembolize edilebilir. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, bu kuşağın ve o dönemdeki yöneticilerin yanlışlıklarının kurbanıdır. O kuşak içinde yer aldığı halde, kendilerine 68'li demeyenler, sol el ile bütünleşemeyenlerdir. O dönemde Fransa'dan başlayarak dünyaya yayılan sorgulamacı tavrın yalnız solcu bakış açısıyla ifade edilmesi de gerçekten haksızlıktır.

 

Aydınlanma düşüncesinin Türkiye boyutunda nedense her zaman bir jakoben tavır vardır. Bu da 68 Kuşağı'nın en büyük hatasına yol açmış; 9 Mart darbecileri diye bilinen bazı aydınlarla buluşarak 12 Mart 1971'e zemin hazırlamış, o da 98 Kuşağı'nı soğuk savaşın kurbanı yapmıştır.

 

Sağduyulu gençlerin arkadaşlıklarda yürekli ve dürüst olmaya değer verdiklerini görmek her zaman benim için sevindirici olmuştur. 25 yıl hocalık yaptım. Öğrencilerim arasında öğrenme aşkıyla onların heyecanını her zaman yaşadım, onların merakına gıpta ile baktım. Her zaman bir tarih yaşanıyor, yazılıyor ve önceki kuşakların hatası düzeltiliyor, diye düşündüm. Sokakları dolduran gençlerin tahriklere kapılıp da kendilerini kırdırmak isteyen provokatörlerin tuzağına düşmesini istemedim.

 

Üniversiteler her zaman yeniliğe, yeni fikir ve anlayışlara açık olmalıdır. Bunu sağlayacak gençlerin en büyük handikapı taşkınlıklardır. 68'lilerin hatalarını düşmeden gençliklerini yaşamalarına fırsat verilmeli, ama onlar da yeni hatalar yapmamalı... Hatalardan ders almalı, umudumuz onlarda...

 

Genelkurmay başkanları konuşuyor!

Bilinen bir gerçeği tekrar hatırlayalım: Asker susar, silahlar konuşur...

 

Eğer bir ülkede askerler sürekli konuşuyor da silahları yeterince konuşup iş bitiremiyorsa, burada bir terslik var demektir... 27 Mayıs'tan beri maalesef böyle bir rahatsızlık var ülkemizde...

 

Bu konuya, "Büyükanıt'ın sözlerini nasıl okumalı?" başlıklı yazısında ele Mehmet Kamış'ın yaklaşmak istiyorum. Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın "e-muhtıra" olarak algılanan ve iki yıldan beri yazarı belli olmayan 27 Nisan Bildirisi'ne sahip çıkmasından yola çıkıyor:

 

"Türkiye'de Genelkurmay başkanlarının konuşmalarından sonra şu ortaya çıkıyor ki; asker asıl ilgilenmesi gereken konulara neredeyse hiç kafa yormuyor. Ülke savunması, çağa ayak uyduran bir ordu gibi konular onların gündemlerinde hiç yok. Mesela Büyükanıt'ın önceki akşam yayınlanan röportajı! Bir Genelkurmay Başkanının yaptığı konuşmada güvenlik hiç konuşulmaz mı? Güvenlikle ilgili mesele sadece bir kere gündeme geliyor, onda da 'Kandil'e hiçbir şey yapamayız' diye bir cevap veriyor. Konuşulan konuların neredeyse tamamı iç politikayla, sosyal yapıyla vs. ilgili. Bir paşa diğerinin dosyasını, diğer paşa başkasının dosyasını tutuyor ve bütün mesailer bunlara harcanıyor. Birbirleri arasındaki iktidar çekişmeleri sırasında yürüttükleri karalama kampanyalarında da 'cemaat yapıyor' kılıfını kullanıyorlar.

 

"Asker, iç düşman lafını o kadar ciddiye alıyor ki, dış düşmana ayıracak vakit bulamıyor. İçeride kavga etmekten yorgun ve bitap düştüğü için yapması gereken işlerde büyük aksamalar meydana geliyor. Bugün çok daha iyi anlaşılıyor ki, 'rejimi koruyacağız' adıyla gerçekleştirilen bütün eylemlerin altında paşaların kavgası var. Rahat olun, bu millet kendi hayat biçimine herkesten daha çok sahip çıkıyor. Lütfen iktidar kavgaları için bizim hayat tarzımızı bahane etmeyin." (Zaman, 09.05.2009).

 

Gerçekten de dili ve anlatımıyla son derece "sorunlu" olduğu görülen e-muhtıra metninin yazarının bunca zaman sonra konuşmasını yadırgamamak mümkün değil. 32. Gün programından önce bir üniversitede yaptığı konuşmada, devlet kurumlarının birbirine zıt ve ters işler yaptığını, bazı kurumların diğerlerini dinlediklerini o yüzden de devletimizin "sorunlu" olduğunu söylemişti. Başbakana ve hükümete karşı, kendi ifadesiyle "laiklik vurgusu yapan bir bildiri" yazması, gerçekten de sorunlu!.

 

Darbe ve muhtıraların anayasal düzene karşı olduğunu hatırlatan hukukçular, bu açıklamanın hukukî yaptırımlar gerektirdiğini söylüyorlar ve suç duyurusunda bulunuyorlar.

 

Büyükanıt'ın demokrasi anlayışını yargı mensuplarından, ancak Şemdinli Savcısı gibi yiğidin yargılaması lazım. Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı Avukat Sinan Kılıçkaya, Büyükanıt'ın "gece yarısı bildirisinin muhtıra olmadığı, durum tespiti yapıldığı" yönündeki görüşünü yanlış buluyor. Kılıçkaya'ya göre, bu hukuka aykırı bir durum. "Kaldı ki, genelkurmay başkanlarının bu çeşit görev ve sorumlulukları yoktur" ifadelerini kullanan Kılıçkaya, Büyükanıt'ın beyanlarının Ergenekon'un varlığını gösteren delillere eklenebileceğini söylüyor.

 

Eski Başsavcı Reşat Petek de Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükkanıt'ın bildiriye sahip çıkmasını hukuka ve demokrasiye aykırı buluyor. Petek, "Bir yandan illegal yapılanmaya karşı çıkarken, diğer yandan demokrasiye müdahale niteliğinde bildiriyi sahiplenmesi tam bir tezat." diyor.

 

Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükkanıt'la yenisi olan İlker Başbuğ'un konuşmalarından anlaşılan, Batı Avrupa'daki NATO ülkeleri Sovyet tehdidi ortadan kalkığı için asker sayısını azaltırken, bizim onların her birinin ordusunun 10 katı askerle bile PKK'yı bitiremeyiz... Terör tehdidi ve iç savaş şartları ortadan kalkmadığı için de asker sayısını azaltmaya gidemeyiz... Tam bir kısır döngü içindeyiz ve TSK yönetim bakımından "sorunlu devlet"in en sorunlu kurumu, çünkü ölüm var!

 

Evet, bugünlerde Demirel'in, avukatı Hüsam Efendi aracılığıyla DP'yi ele geçirmeye karar verdiği görülüyor. Seksenine merdiven dayadığı halde hâlâ genç olduğunu söyleyen Cindoruk'a karşı Aydın Menderes ile Tansu Çiller'in canhıraş feryatlar ederek Süleyman Soylu'yu desteklemeleri de şaşırtıcı bir sahiplenme... Bugüne kadar DP şemsiyesi altında yapılanlara susup da şimdi konuşmaları, iktidar oyunlarının kimleri içine aldığını gösterecek niteliktedir. Fakat artık 68 Kuşağı kadar saflarını bulamazlar... Çok şükür Ergenekoncular yargılanıyor artık...

 

Bir de PKK'nın defteri dürülse, demokrasi şartları gerçekleşmiş olur umarız...

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu mesajı " KOMPLO TEORİLERİ " grubuna üye olduğunuz için aldınız:

Bu gruba posta göndermek için ,
e-KomploTeorileri@googlegroups.com
adresini kullanınız...

Daha fazla seçenek için,
http://groups.google.com/group/e-KomploTeorileri?hl=tr adresinden bu grubu ziyaret edebilirsiniz...
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.