T a r a f s ı z D e ğ i l i z

Sivasspor'un şampiyonluğu neden önemli?


Tarihin tuhaf bir benzerliği mi, ardışıklığın insana arada bir hatırlattığı sürprizlerden biri mi, bilinmez; ama, Sivasspor’un Cumhuriyet tarihindeki yerini arkasına alıp o ilhamla 2000’li yıllarda ikinci ligden birinci lige çıkması, ardından şampiyonluğun en önemli adayı haline gelmesi ile Türkiye’nin ne zamandır unuttuğu, ötelediği, belki konjonktür gereği her hatırlamasında erken doğum yapma riskini gözeterek sonra, sonra dediği “bölgesel güç olma” isteği tam da bu noktada, 2009 yılında zirveye ulaştı; patlamak suretiyle niteliksel dönüşüme uğramaya uygun hale geldi. Tarih, kendi yolunda ilerlerken hayatın her alanında bir durumdan öteki duruma geçen olgular sadece kendi iç dinamikleriyle yeni pozisyonlar almazlar; yeni pozisyon oluşumu, söz konusu olguların dışında kalan, ancak onu bir şekilde sarıp sarmalamış, onunla bir şekilde ilişkisi bulunan öteki olgularca da belirlenir. Böylesi baktığımızda da Sivasspor’un 2009 yılı başarısı ile Türkiye’nin 2009 yılı açılımları birbiriyle oldukça örtüşüyor. Öyle ki, başlangıçtan beri şampiyonluğa oynayan dört büyük takım dışında hiçbir Anadolu takımı bırakın şampiyon olmayı, onun rüyasını görmeyi bile kendilerine yasaklı addetmişken, bugün çok ciddi bir kırılma olmazsa rüyası göze alınmayanın gerçekliğine tanık olacağız ve Sivasspor şampiyon olacak. Ve bu, Sivasspor’un kendi diyalektiğinin yarattığı “aura”nın güce dönüşmüş zorlamaları kadar kendi dışındaki yarışçıların zafiyetlerinin yarattığı bir kasılmanın, büzüşmenin ortaya çıkardığı bir başarı olacak. Aynı durum, Ortadoğu, Kafkaslar ve Güney Asya alanlarında oynanan oyunlar için de geçerli: Gerçekte burada mukim hiçbir devlet, günün birinde şampiyonluğu Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa birleşik Devletleri, Rusya ve Çin’den almayı düşünemez, hayal edemezken, Türkiye bir anda yaptığı atakla, iç ve dış olayların zorlamasıyla kendini şampiyonluğa ramak kala buldu. Şampiyonluk yarışına ansızın yakalandı mı demeli, zaten bilinçaltında böylesi bir beklenti bulunduğundan her yapıp ettiği, çekirdek olarak zaten böylesi bir meyveye dönüşecek mahiyeti taşıyordu mu demeli, bunun önemi yok. Önemli olan şampiyonluk için harekete geçtiğinde zaten onu alma kabiliyet ve kapasitesinin kendisinde mevcut bulunmasıdır.

Devletlerin yükseliş ve düşüşleri ile futbol takımlarının yükseliş ve düşüşü arasında pek çok benzerlik kurulabilir; ama aralarındaki en büyük benzerlik, takım ruhuna sahip olup olmadıklarıdır. Takım ruhuna sahip devletler de tıpkı takım ruhuna sahip futbol takımları gibi, yöneticisinden malzemecisine, kondisyonerinden futbolcusuna, teknik direktöründen seyircisine kadar yetkin, sorumluluk sahibi, teknik, taktik ve stratejiyi uygulama becerisi bulunanlardan oluşmalıdır. Bunlardan biri eksik olduğunda bile şampiyonluk burnunuzun dibindeyken aniden buharlaşıp bir daha gelmemek üzere kaçabilir. Diyelim bütün unsurlar yerli yerinde, her şey tamam, ama seyircide bu bilinç yok, sahaya atılan bir taş, bir ayakkabı, bir pet şişesi, sahayı kapatma gerekçesi sayılıp bütün o birikimi silip süpürebilir. Onca yıllık emek boşa gidebilir. Bu yüzden, seyirciler arasında, takımın başarısını engellemiş ne kadar çöreklenme, çeteleşme, provakasyon, ajitasyon eğilimi taşıyıcısı varsa, yöneticilerin, güvenlik güçlerinin onları genel ve başarıya susamış seyircilerden ayırarak stadın dışında bırakması hayati bir önemi haizdir. Evet, onlar da takımı desteklemeye devam edebilirler ama, stadın dışında ve sahaya taş, tüfek, barut, yakıcı, delici ve kesici alet atmaları engellenerek destek versinler!..

Devlet yönetiminde de durum aynıdır: En yukarıdaki yöneticisinden, en sıradan vatandaşına, bürokrasinin en tepesindeki kişiden, en alt düzeydeki memuruna, esnafından akademisyenine müthiş ve göz kamaştırıcı bir uyum varsa, devletler arası arenada şampiyonluğa oynanabilir. Bu hedef şu yahut bu şekilde belirlenmiş, bütün hatlarıyla ortaya konmuş, göz önünde, net bir görüngüye de sahip olabilir, sadece belli çevrelerin bildiği, ama bilmeyenlerin de içgüdüsel olarak ne olduğunu hissettiği daha şeffaf, daha kaygan bir zemine de sahip olabilir. Sonuçta, vatandaşlar arasında şöyle bir ittifak vardır: Herkes kendi işini yapsın, gerisi kendiliğinden gelir! Burada, herkesin kendi işini yapması, yapma bilincinde olması, yapıyor oluşu çok önemlidir: Malzemeciden futbolcu, seyirciden teknik adam yapmaya kalkarsanız her şey altüst olur; aynı şekilde, seyircinin kendini teknik adam yerine koyup taktik vermesi, verdiği taktiği uygulama yönünde ciddi irade göstermesi de benzeri olumsuz sonuçları ortaya çıkarır.

Benzerliklere devam edersek: Yakın zamana kadar Türkiye, teknik direktörlerin sürekli ve sezon ortasında değiştiği, bazen teknik direktörsüz kalan, oyuncuların teknik direktör olarak görev yaptığı, seyircinin habire sahaya taş attığı, seyirciler arasında sayısız provakatörün kol gezdiği, seyirciyi sahaya indirip maçı erteletme provalarının yapıldığı, amansız bir kaosun içinde, sürekli ligden düşme korkusu yaşayan; en yukarıdan en aşağıya, takımı oluşturan hemen bütün bireylerin kendi başına hareket etmesinden kaynaklı bir uyumsuzluğun çok doğal sonucu olarak “oyunu kuralına göre oynamayı bilmeyen” bir takım olarak yenilgi sebeplerini oyunun dışında arayan; bazen hakemi, bazen taraftarı, bazen oyunculardan bir kısmını, bazen teknik direktörü suçlu addedip “kelle isterüz!”cü bir ülkeyken, şimdi tıpkı Sivasspor gibi bir bütünü oluşturan bütün unsurların kendi doğasına uygun davrandığı, kendi işlev ve sorumluluğunu bilerek hareket ettiği ve hızlıca şampiyonluğa koşan bir ülke görünümündedir. Elbette bu şampiyonluk mücadelesinde her zaman bir çelme riski, her zaman bir kötü sürpriz, her zaman bir yorgunluğu taşıyamama sendromu riski vardır; ama siz takım olarak kendinizi buna tamamen adamışsanız artık şampiyon olup olmamanız da önemli değildir; kendi seyirciniz ve başka seyircilerin gönlünü kazanmak, gönüllerin şampiyonu olmak bazen şampiyon olmanın kendisinden bile önemli hale gelebilir. Kaldı ki eğer geçmişten gelen bir basınç sizi şampiyon olmaya itiyorsa, siz direnseniz bile artık içinizdeki şampiyon olma hevesinin önüne geçilmez, siz koşturmasanız da er geç o gelip bulur sizi!

Teşbihlerde ufak tefek hata olsa da Türkiye için “bölgesel süper güç olma mücadelesi” neyse, Sivasspor için de “şampiyon olma” odur!

Doç. Dr. İsmet Emre

2 yorum:

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.