Asagidaki makalenin bu konuda epey detayli ipuclari verecegini degerlendiriyorum.. Esen kalin,
USTA GAZETECİ İLKER SARIER YAZIYOR: GELİŞMELER NEYİ GÖSTERİYOR? YANDAŞ MEDYANIN İDDİA ETTİĞİ GİBİ GERÇEKTEN BİR DEMOKRATİKLEŞME MÜCADELESİ Mİ VERİLİYOR, YOKSA TÜRKİYE'DE BİRİLERİ İLERİYE DÖNÜK STRATEJİ ÜZERİNE AMELİYAT MI YAPIYOR?
İki haftadır üzerinde herkesin çene çaldığı meşhur belge üzerine yazı yazmamaya kararlıydım. Bu kararım şu duygudan ilham alıyordu. Hissettiğim güçlü duyguya göre, bu belge bir "operasyona" işaret etmekteydi, temel amaç toplumu, insanları ve kurumları ile memleketi biraz daha germek ve kutuplaştırmaktı. Ben kendi payıma bu oyuna (tuzağa) düşmemeliydim. Ayrıca, sahte belge üzerinden, anlamadan dinlemeden kurulmuş bebekler gibi var güçleriyle TSK'ya saldıranlar ile "savunmaya" geçenlerin yarattığı gürültü kirliliğinde bizim söylediğimiz ne kadar duyulacaktı? Peki, şimdi niye yazıyorum? Sadece, oynanan oyunda bir "zemin" olarak medyanın ne kadar pervasızca kullanıldığına işaret etmek için. Bunu yapmaktan amacım da, yıllarca içinde yer aldığım emek verdiğim medyanın geldiği son duruma dikkat çekmek, meslektaşlarımızın önemli bir kısmının esasta neye hizmet ettiklerinin altını çizmek. Üstelik beklediğimize de değdi, Askeri savcılık, üzerinde konuşulan "belge"nin TSK bünyesinde "aslının" bulunmadığını, TSK açısından belgenin "sahte olduğunun" belirlendiğini de hukuken söylemiş oldu. Maçın birinci devresi bitti, ikinci yarısı başladı. Asıl şimdi, sivil savcılık belgenin kimler tarafından üretildiğini, gazetelere kimler tarafından servis edildiğini belirleyecek, "belirlemek" zorunda. Bakalım, TSK kendi bünyesinde "darbe planları" yapmış da "tasarlama" aşamasındayken yakalanmış mı, yoksa birileri başka bir dümen mi çevirmeye çalışmış! Mesleklerine bir minibüs şoförü kadar bile titizlik göstermeyerek, sahte belge üzerinden kendi milli ordularına saldıran gazeteci ve yazarlar, belgenin "maksatlı" üretildiği belirlendiğinde, ne kadar utanacaklar?
TÜRBANLI MİLLETVEKİLİ
"Belge"den önce, güncel bir haberi esas alarak medyanın genel durumunun fotoğrafını çekelim. Kilit noktaları ve köşeleri tutmuş gazeteci ve yazarların, bilerek isteyerek veya kişisel mecburiyetleri sebebiyle, nasıl bir "faaliyet" içinde olduklarına "basit bir haber" üzerinden bile bakmak mümkün. İlla "belge" hadisesi gibi sarsıcı olaylar gerekmiyor resmi "görebilmek" için. Biliyorsunuz: Bir Türk kızı Belçika'da seçimler sonucunda o ülkenin parlamentosuna seçildi. Adı, Mahinur Özdemir. Fakat bir "farkı" var. Daha doğrusu artık buna fark değil, "imtiyaz" demek gerekiyor. Kızımız türbanlı! Başı kapalı, sıkmabaş, ya da Şulebaş! Bir başka ifadeyle, kızımız Belçika'nın yeni Merve Kavakçısı. Normal şartlarda, günde 5 milyona yakın gazete basan, 20 milyona yakın kişinin okuduğu Türk medyasından bu habere dair nasıl bir değerlendirme beklersiniz? Siz kendinizi yormayın, tecrübeli bir gazeteci olarak ben yardımcı olayım. Bir Türk kızının Avrupa'nın bir ülkesinde gösterdiği bu politik başarı, ya da diyelim "kariyer", görmezden gelinemez. Gazeteci olarak istersiniz ki, Türk okurları bu başarı ile gurur duysunlar. Bu anlattığım açı, "dümdüz gazeteci" açısıdır. Yoksa kolayca bilebilirsiniz ki, böylesi bir haber (şekilde görüldüğü üzere) muazzam bir malzeme olarak da kullanılabilir. Önemli dip not: Düz gazeteci için haber olan her şey, misyoner yahut ajan ruhlu gazeteci için saniyen "malzeme"dir. Bir insanın herhangi bir ülkede "parlamentoya" girmesi öyle ahım şahım bir başarı sayılmaz, hemfikir miyiz? Sportif bir başarı, insani, kültürel bir başarı ya da bilimsel başarı kuşkusuz daha gurur vericidir ama hadi kabul edelim ki, bu da yabancı bir ülkede, kim bilir nice "ayrımcılığa" rağmen gösterilmiş bir başarı olsun. Bütün dünyaya "demokrasi" ahkâmı kesen AB ülkelerindeki "yabancı düşmanlığı" ve hatta ırkçılık uygulamaları kimse için sır değil. Arkasına geçmiş güç odaklarının hizmetkârı olmayan gerçek bir gazeteci için (düz gazeteci için) bu haberin değeri, en fazla 1. sayfada "çift sütunluk" bir yerdir, o kadar! Şimdi gelin bakalım, Türk medyası bu haberi nasıl değerlendirmiş: Hürriyet: Haber hiç yok. Dış haberler sayfasında bile görülmemiş. Sabah: "Belçika'nın yeni yıldızı" diye manşet. Bununla da yetinilmemiş, haber Merve Kavakçı'dan alınan "destek" haberi ile ve Nazlı Ilıcak'dan olumlu değerlendirme ile desteklenmiş. Milliyet: Dış haberler sayfasında, etekte 4 sütun. Yeni Şafak: "Mahinur alkışlarla yemin etti" diye manşette. Bugün: "Avrupa'nın ilk ve tek başörtülü milletvekili" şeklinde 1. sayfada üç sütun. Star: "Muasır medeniyet" şeklinde manşet. Radikal: Dış haberlerde 3 sütun. Cumhuriyet: 1. sayfada üç sütun. Akşam: 1. sayfada çift sütun. Vatan: 1. sayfada üç sütun. Habertürk: 1. sayfada 4 sütun. Manzara bu. Manzara derken, asıl manzara şu: Sabah, Yeni şafak ve Star gazetelerinin neredeyse "aynı mutfaktan" yönetilir hale geldiği apaçık görülmekte. Benzerleri biraz daha utangaç durumda. Hürriyet, Milliyet, Vatan ve Radikal gibi Doğan medyası ise güya laiklik hassasiyeti göstermeye çalışıyor ama bu duruşların üzerine Ertuğrul Özkök'ün "omurgasız gölgesi" o kadar düşmüş görünüyor ki, Hürriyet normalde tepe tepe kullanacağı bu haberi, hiç görmemiş. Patronlarının AKP iktidarı ile yıllardır yürüttüğü "akçeli" işlere o derece endekslenmişler ki habere normal hakkını bile verememişler. Bu omurgasızlık, milyarlarca dolarla oynayan Aydın Doğan'a değil de neden Ertuğrul Özkök'e fatura ediliyor diye bir sual ederseniz, onun da cevabı basittir: Gazeteci kisvesi ile dolaşan kişi, kamu adına imzasıyla yazı yazan kişi Ertuğrul Özkök beyefendidir de ondan. Bu satırların yazarı bendeniz, zaten yıllar önce Aydın Doğan'a "gazete sahibisin ama gazeteci değilsin" dediğim için defalarca yargılanmış, her defasında da aklanmış bir kişidir. Yani Türk basınının geldiği noktada, Aydın Doğan'ın "gazete patronu olarak" vebali ayrıdır, gazeteci olarak Ertuğrul Özkök'ün vebali ayrıdır. Patronların "omurgasızlık" yapması bize göre haber bile değildir, Batı'yı trilyonlarca dolar içeri atıp batıran patronları ve onların CEO'larını hatırlayınız. Eğer gazeteci ise ki öyle olduğunu iddia etmekte, Hürriyet yazarı olan Ertuğrul Özkök'ün omurgasızlığına en güncel örnek şudur: Sahte "Gülen'e operasyon" belgesinin üzerine ilk gün atlayıp, TSK'ya "dayılanıp" hodri meydan çekiyor, iki gün sonra genelkurmay başkanı Org. İlker Başbuğ'un "kâtipliğine" soyunuyor; İki arada bir derede de, Hürriyet'ten haberler şeklinde "tiksindirici" bir yazı ile ne kadar snop, züppe ve Fransız olduğunu deklare ediyor, bununla da kalmayıp, bizzat üretip yücelttiği Ayşe Arman'ın soyunmasını, "yepyeni bir gazetecilik" olarak lanse edebiliyor. Türk medyasının en yüksek yerinde oturan bir gazeteci, nasıl bir hastalıktan muzdarip olmalıdır ki, dergilere soyunan bir kadın yazarını methederken, "Abdi İpekçi gazeteciliği bitti, artık Ayşe Arman gazeteciliği var" diyebilsin? İnsanın akşam evine dönerken kahpece katledilen bir meslektaşına bu kadar saygısız davranması, nasıl izah edilebilir? Meslek hayatımda tartıştığım ya da polemik yaptığım hiç kimseye "bel altı" saldırı yapmadım, yine de yapmam. Fakat şunu merak ediyorum: Bu Ertuğrul Özkök'ü yakından bilenler, yakınları veya dostları, bir gün önce ayrıldıkları arkadaşlarını ertesi gün gördüklerinde nasıl tanıyorlar, nasıl biliyorlar ki o kişi aynı Ertuğrul Özkök'tür? Hülasa, "Belge" tartışmasının canhıraş sürdürüldüğü medya zemini işte böyle bir zemindir.
BU DÜMENLERİ ÇEVİRENLERİN MANTIĞI ÇOK ZAYIF, YETENEĞİ SINIRLI
İlk önce okurun beklentisini yükseltmemek için şunu söyleyim: Meşum belge hakkında o kadar çok şey söylendi ve yazıldı ki, üzerinden dönen psikolojik operasyonu yakından takip edenler için yeni bir şey söylemeyi becerebileceğimi sanmıyorum. Asıl istediğim, bu operasyonun nasıl bir amaca yöneldiğini keşfe hizmet etmek. Baştan özür dileyerek belirtmeliyim, ne bir istihbarat uzmanıyım ne de böyle bir görüntü içinde olmak isterim. Özellikle, istihbaratçıların işi "sayko"luğa kadar götürdükleri bir ortamda. Ama ilginizi çekecekse, son söyleyeceğimi baştan söyleyerek bir tür masum "gel gel" yapabilirim... "Sahte belge" üzerine medyada kopartılan kıyamete bakılırsa son tablo şudur: AKP iktidarına psikolojik destek sağlamak isteyen istihbaratçılar ve odaklar "son" çırpınışlarını sergilemektedir. Enerjilerini kaybetmişlerdir. AKP'yi iktidara taşıyan küresel güçlerin arka plandan çekilmiş olması sebebiyle hırçınlaşmış, soğukkanlılıklarını ve bittabi mantıklarını yitirmiş görünmektedirler. Ne yaparlarsa yapsınlar, AKP iktidarı hızla zayıflamaktadır. Bendeniz naçizane, bir istihbaratçının "mantığı" olmayacağını bilecek tecrübeye sahibim. Bir istihbaratçıya "yap" dersin yapar. İstihbaratçı genel planı bilemez, okuyamaz da. Kişisel değerlendirmeleri ile yön çizemez. Ona yön ve yol haritası verilir ve işini tamamlaması beklenir. Aynı zamanda bir istihbarat organının veya bütününün de "mantığı" yoktur ve olamaz. İstihbarat organlarını stratejistler yönlendirir, güder. Hal böyleyken... Medyada günlerdir sürmekte olan tartışma havada kalmaktadır. Şöyle ki: Bir taraf "belge doğrudur, bir eylem planıdır ve TSK'da hazırlanmıştır" diyor. Öteki taraf da "belge sahtedir ve TSK'yı yıpratmak amacıyla emniyet içindeki F tipi yapı veyahut Gülen cemaati tarafından hazırlanmıştır" diyor. Bu tezlerden ikincisi zaten havada asılı durmaktadır. Ne emniyet içindeki F tipi yapı, ne de Gülen Cemaati böyle bir operasyonu tek başına planlayabilir ne de uygulamaya koyabilir. Bir dakika hemen köpürmeyin. Böyle bir belgenin "Taraf"a sızdırılması, oradan da medyada kıyametin kopartılması işi "ancak daha büyük bir planın" parçası olabilir. Belge operasyonu daha büyük bir stratejinin parçası olmak zorunda olduğu içindir ki, bunu ne F tipi ne de cemaat tasarlayabilir. Demek istediğim, asıl adresi ararken F tipinin veya Cemaatin veya her ikisinin birden arkasında duran "güç merkezlerine" bakmak gerekir. Yoksa siz bir ateş yakmak istediğinizde tabii ki çakmağı çakacak birileri bulunacaktır. Buradan hareketle şunu da söyleyebiliriz: Sahte belge üzerinden kıyameti kopararak, TSK'ya saldıranlar veya F tipi ile cemaati hedef alanlar, aslında "kullanılmakta" olan enstrümanlardır. Oyun kurucular değillerdir. Bunları da üçe ayırabilirsiniz. Kendilerini bilerek kullandıranlar. Kişisel öfke ve kinleri ile bilmeyerek kullandıranlar. İkbal beklentisi ile saf tutmaya çalışanlar. Öte yandan: Neydi yaratılmak istenen resim? Bir tarafta, AKP'ye hizmet ettiklerini zanneden cemaat çevreleri, F tipi yapı ve benzeri istihbarat unsurları... Karşısında da TSK! Öyle mi, öyle. Öyleyse, sahte belgenin medyaya sızdırılması ve yoğun bir tartışma başlatılmak suretiyle amacın birinci kısmı elde edilmiş, taraflar arasındaki çatlak derinleştirilmiş, saflar daha da sıklaşmış ve çatışma keskinleşmiştir. Şimdi daha önemli bir soru ile iz sürelim: AKP'ye hizmet eden unsurlar ve cemaat ile TSK karşı karşıya getirilmek istenmiş ve AKP'nin "darbeci"(!) orduya karşı elinin güçlendirilmesi amaçlanmışsa, yani "oynanmaya çalışılan oyun" bu ise... Çatışan bu iki yapıdan hangisi, oyun kurucu veya oyun bozucu olabilir? Stratejik aklı olan tek ulusal gücümüz Türk Silahlı Kuvvetleri olduğuna göre... Gerek ulusal çerçevede gerekse küresel çapta, oyun kuracak veya bozacak yegâne güç tabii ki Türk Silahlı Kuvvetleri'dir. Birinci olarak, TSK ile bir "cemaati" yahut herhangi bir veya birkaç istihbarat odağını "karşı karşıya oturtmak", aynı tahterevallide göstermek evvelemirde TSK'nın gücüne ve tarihsel birikimine hakaret sayılır. İkinci olarak; medyada özellikle ikinci cumhuriyetçiler ile muhafazakâr kalemler tarafından yapılmaya çalışılan bu "karşılaştırma" eylemi, "psikolojik harbin" ta kendisidir. Bu anlamda da bir bakımdan "amaca" ulaşılmaktadır. Daha somut söylersek, Türk genelkurmayı ile dokunulduğunda ağlayan takkeli Fethullah Gülen'i "hasımlarmış" gibi bir illüzyon yaratmak, Türk ordusuna ve Türk milletini hiç tanımamış olmaktan başka bir şey değildir. Bu aynı zamanda Fethullah Gülen için "cehennemin taşlarını" döşemek anlamındadır. Şimdi bu faslı bağlayalım: Yukarıda yapmaya çalıştığımız çözümleme, sahte belgenin ortaya atılması operasyonunun "ancak ve sadece" silahlı kuvvetlerin yapabileceği şeklinde algılanmamalıdır. Gücünden emin, geleceğin elli veya yüz yılı üzerine strateji geliştirmeye adapte olmuş kuvvetler bu tür üçüncü sınıf puştluklarla uğraşmaz. Peki ya nasıl algılanmalı ve nasıl düşünülmelidir: Fethullah Gülen yıllardır ve hali hazırda nerede, kimlerin kucağında oturuyorsa ona bakılmalıdır. Ayrıca, MİT ya da Emniyet içinden kimlerin, hangi küresel servislerle temas halinde olabilecekleri üzerinde düşünülmelidir. İlk günden beri sadece ve sadece TSK'ya saldırmak için kurgulanmış "Taraf" bu operasyonda da alenen kullanılırken, aynı gazetede Sevan Nişanyan ile aynı mevzide halen görevde bulunan bazı polislerin nasıl köşe yazarlığı yapabildikleri üzerinde durulmalıdır. Demek ki, böyle bir büyük planın küçük parçasını ancak iki kuvvet tasarlayıp işleme koyabilir: Ya TSK ile birlikte hareket eden ya da ona karşı güç göstermek isteyen küresel odakları. Mesela, CİA, mesela MOSSAD, mesela Mİ6 veya benzerleri... Tam bu noktada, ikna olmakta zorlanan okurlara küçük bir sorumuz olacak: Medyada sıkça dillendirildiği üzere, TSK içinde kimi cemaatçi unsunlar bulunmaktadır veya MİT paşaları izlemektedir veya emniyet istihbarat askerleri dinlemektedir veya jandarma istihbarat ne bileyim "topun ağzındadır" filan deniyor, değil mi? Peki! Askeri istihbarat, jandarma istihbarat veya MİT'in sağlam duran parçaları, cemaatin içine, AKP'nin eylemci kanatlarının içine ve hatta küresel yapıların içine sızmış olamazlar mı? Türkiye Cumhuriyeti'nin eli armut toplamayacağına göre... Cemaat içinde veya sözkonusu istihbarat organları içinde "iş çevirmeye" çalışanların bu argümanı akılda tutamadıkları görülmektedir. Basında sıkça yazıldı ve iddia olundu biliyorsunuz. Sahte belgenin varlığında Fethullah Gülen'in daha geçen nisan ayında haberli olabileceği ortaya atıldı. Peki, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, aynı dönemlerde bilhassa "cemaate" vurgu yaparken istihareye mi yatmıştı, fal mı açmıştı? Bütün bunları, ordusunun hayranı bir gazeteci olarak yazmıyorum, hatta belirli konjonktür ve tarihsel dönemlerde ordular bile yönlendirilebilir, bunun bilincindeyim ama şunun altını çizmek istiyorum: Kendi ordusunu, elle kovalandığı zaman sinek gibi öteye kaçacak kadar küçük görenlerin ne bizim milletimize, ne de dünyaya sağlayacağı bir yarar bulunamaz. Nitekim bu gibilerin, "sahte belge" üzerinden yürütülen örtülü operasyonlarda kolayca kullanılabileceği ise başka bir gerçekliktir.
BELGE SAHTE VEYA GERÇEK FARKETMEZ
Albay Dursun Çiçek'in imzası ile servis edilen belgenin sahte mi yoksa gerçek mi olduğu tartışması ile yoğunlaştırılan süreçle elde edilmek istenen sonuç başka şeydir, imzanın gerçek veya sahte olması bambaşka şeydir. AKP ve başbakan işin ucunu çoktan bırakmış görünmekteyse de, medyamız ve Deniz Baykal'ımız ille de belgenin sahte mi, gerçek mi olduğunun ortaya çıkartılmasını araştıra ve tartışa dursunlar... Hatta Baykal'ın yaptığı gibi "suç işlediği" kanıtlanmamış bir albayın ordudan tard edilmesini isteye dursunlar... Şunu görmek ve anlamak zorundayız. Belge "sahte" olmuş olsa da ki kuvvetle öyle görünmektedir, "operasyondan" güdülen amaç "hasıl" olmuştur. Yalnız "hasat"ın ne zaman yapılacağını kimse kolayından kestiremez. Birinci olarak, TSK'nın müseccel düşmanları, ABD ve AB işbirlikçileri bu hadiseyi fırsat bilerek TSK'ya karşı olabildiğince saldırmışlar ve yıpratmaya çalışmışlarsa da, tersinden baktığınızda bir kere daha "kayda geçirilmiş" bulunmaktadırlar. Genelde söylersek, aralarında enva çeşit kişi ve çevrenin bulunduğu AKP etrafında kenetlenmiş ideolojik veya menfaatçi blok, biraz daha belirlenmiş, biraz daha billurlaşmıştır. Saflar sıklaştırılmıştır. Dünden daha yoğun biçimde "termodinamik" hale getirilen kuvvetlerin, hangisinin galebe çalacağını dört faktör belirleyecektir: 1- Giderek netleşen küresel konjonktür. 2- TSK'nın (yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin) oyun kurma ve oyun bozma yetenekleri... 3- Medyada kalmış son akıl ve vicdan kırıntıları. 4- Türk milletinin tarihsel refleksleri. Mesele, önümüzdeki dönemde ortaya konulacak "tamamlayıcı" veya "bozucu" operasyonlara bağlıdır. Binnetice, BOP operasyonundan soyutlanarak ele alınan tekmil sahte belge çığırtkanlıkları beyhudedir, anlamsız ve mantıksızdır. İster belgeye karşı çıkılsın ister sahip çıkılsın. Öte yandan, sahte belgeye ilk günden balıklama atlayıp, "suç duyurusunda" bulunan AKP'nin "belgenin sahte ve üretilmiş" çıkması halinde düşeceği durumu tasavvur edebiliyor musunuz? Sahte ve üretilmiş dandik bir belgeye dayanarak kendi ordusuna dayılanan bir hükümet! Tabii bu da onların devlet bilmezliği ve taşıdıkları genlerle ilgilidir.
AMELİYAT ELDİVENİ
Medyada günlerdir süren hararetli tartışmada çok önemli bir detay atlandı, görülmedi. Hukuken "paçavra" mesabesindeki bir fotokopi üzerine gürültü kopartanlar, çok önemli bir ayrıntıyı atladılar, görmezden geldiler. Güya belgenin ofisinde bulunduğu ileri sürülen üsteğmen-avukat Serdar Öztürk, adı geçen belge mahkemede hakim tarafından kendisine gösterildiğinde ve "bu belgeyi daha önce gördünüz mü" diye sorduğunda... Bir çift ameliyat eldiveni istedi ve o suretle belgeyi eline alıp inceledi. Kendisine ait olmadığını söylediği fotokopi üzerinde, parmak izi bırakmamak için tabii ki... Bütün memleketin üzerinde kıyamet koparttığı bir mahkemede tutuklu yargılanan, stresli, öfkeli ve baskı altında bulunan bir insan, duruşma anında bulunduğu "sanık sandalyesi" psikozunda, kendisine uzatılan belgeyi tutmak için eldiven istemeyi nasıl akıl edebiliyor? İnsanların yüzde 99'u, böyle bir durumda belgeyi alır ve üzerine hiç fark etmeden parmak izi bırakır. Sonra da, belge kriminal incelemeye gönderilir, parmak izi çıkartılır, medyaya verilir ve işte avukatın parmak izi, diye "belge" kendisine yapıştırılır. Üsteğmen-avukat Serdar Öztürk belli ki muazzam dikkate ve soğukkanlılığa sahip bir kişilik. Oynanabilecek oyunun kapsamını düşünebilecek kadar da sürece hakim. Tıpkı "lades oyunu" gibi bir durum. Öztürk lades kemiği uzatanlara "aklımda" diyor. O halde böyle bir insan, bu kadar da ahmakça kaleme alınmış (adeta bağıra bağıra ben imal edildim diyen) bir belgeyi, böylesine civcivli ve tehlikeli bir ortamda, ofisinde niye saklasın? Bu kadar dikkatli bir insan, nasıl olur da "gel ayı ye beni" der? Demez! Bu durumda sahte belgenin ofisine bırakılmış olması kuvvetle muhtemeldir.
ALBAYIN İMZA FARKLILIĞI
Komplo teorileri bana göre değil, hep fazla sanal bulmuşumdur. Sürrealizmden insanoğluna fazla bir hayır beklemem. İllüzyonlar da zaten örtme veya karartma maksadıyla kullanılır. Medyada Albay Dursun Çiçek'in imzaları üzerinden kopartılan işgüzarlığa prim vermek de mantıklı görünmüyor. Neymiş, albayın özel hayatında kullandığı bütün imzalar ile sahte belge üzerindeki imzası uyuyormuş ama askeri savcılık da verdiği imzası farklı imiş! Albay, askeri görevlerinde farklı bir imza, özel hayatında farklı bir imza kullanıyor olamaz mı? Gerçi askeri savcılık da son tahlilde, fotokopi belge üzerindeki imzanın albaya ait olabileceğini söyleyip, belgenin fotokopi olması bakımından imza araştırmasına gerek olmadığına hükmetmişse de... İşaret etmeye çalıştığım nokta, gazetecilerin muhayyilesinin ne kadar dar olduğunu göstermesi bakımından bence önemli... İstihbaratçıların bırakın farklı imza kullanmayı, farklı kimlikler kullandıklarını bile biliyoruz. O halde, istihbaratçı bir asker, özel işlerinde farklı bir imza, karargah işlerinde ise başka bir imza kullanmayı neden tercih etmiş olmasın? Şöyle bir gelişme tasavvur edelim (muhayyel olarak): Albay, önemli bir görevde olduğu için, bir gün kendi imzasının kullanılarak, belgeler üzerinden komplo kurulabileceğini ön görmüş olsun. Dışarıda başka bir imza, içerde başka bir imza kullansın. Sonra da sahiden böyle bir komplo gerçekleştirilmiş olsun. Bu durumda albay çıkıp, belge üzerindeki imza dışarıda kullandığım, kötü niyetli herkesin ulaşabileceği imzamdır. Buna mukabil karargah imzam ise şudur, dese ne olur? Şimdi sivil savcılığın araştırıp bulmaya çalışacağı "belge"nin üretilmiş olup olmadığı keyfiyeti, kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Belgenin "dışarıdaki imza" ile üretildiği, kabak gibi ortaya çıkar. Geriye bir konu kalır ki o da belgenin kimler tarafından üretildiğidir. Bu basit ama etkileyici noktayı kimler yazacak diye günlerce bekledim, bir tek gazeteci dostum Hayrullah Mahmud söz etti, bu "çifte imza" oyunundan... Tam bir tedbirli istihbaratçı tekniği olsa gerektir. Sonuç olarak: Sahte belgenin, nasıl ve kimler tarafından üretildiği sorusu orta yerde el bombası gibi durmaktadır. Bir fotokopiye balıklama atlayan AKP ile yandaş medya açığa düşürülmüştür. Topu topu üç sayfa olup, "Gülen Cemaatine ve AKP'ye karşı mücadele" gibi saçma sapan bir başlıkla ortaya atılmış belgeye "sorgulamadan itibar eden" sahte demokratlar kayıt altına alınmıştır. NATO'ya bağlı, demokrasiye ve hukuka saygılı TSK, test edilmiş, alet üfletilmiş, alkol muayenesinden "ayık" çıkmıştır. Darbeye karşılarmış gibi durup darbeden başka laf üretmeyerek, tersten darbeyi davet eden sahte demokratların "sarhoş oldukları" gözlenmiş, sarıldıkları belge gibi "sahte" demokrat oldukları belirlenmiştir. Türk medyası bir kerre daha imtihana sokulmuş, "ihanette kararlı" olduğu anlaşılmıştır. Deniz Baykal, Devlet Bahçeli ve benzerlerinin AKP ile işbirliğinden vazgeçemedikleri sübut bulmuştur. Bütün bunlar, daha maçın ilk yarısında meydana gelmiştir. Bir de maçın ikinci yarısı var. Ve arkasından gelecek başka hamleler başka maçlar. Finalde... BOP projesine karşı duranlar, ülkenin parçalanmasına ve güdükleştirilmesine boyun eğmeyenler, çökmüş Batı'nın bu coğrafyaları kendilerine göre düzenleyebileceğine inanarak hizmet edenlere galebe çalacaklardır. Oynanmak istenen oyun bozulmuştur. Ve bumerang gibi onu savuranların üzerine gelmeye başlamıştır. TSK içinde darbe heveslilerinin bulunduğu ve ayıklanması gerektiği şeklindeki "parçalayıcı" kara propaganda çökertilmiştir. Büyük oyunu okuyanlar, Türkiye'yi bölmenin, TSK'yı bölmekten geçtiğini bilerek oyunu bozmuşlardır. Ordu-Millet elele Milli Cephede! Bu cephede, ne BOP'çulara, ne Ergenekon içindeki lüpçülere, ne de TSK düşmanlarına yer bulunabilir.
.............................
İlgilisine önemli dip not: Yukarıdaki yazı, bir fikir jimnastiği denemesidir. Yazının müellifi sahte veya gerçek herhangi bir belge üzerinden ülkeyi ve toplumu sarsacak derecede kıyamet kopartılmasının anlamsızlığını bilmektedir. Çünkü para basma yetkisini kullanabilen devletlerin, istedikleri zaman istedikleri belgeyi yaratabileceklerini de bilmektedir. "Sahtesi"ni bile değil, gerçeğini... Fakat size "gerçek" diye sunulan bir belge bile pekâlâ üretilmiş olabilir. Eski Avrupa ile yeni Amerikan tarihi üretilmiş belgeler tarihidir. Bu sebeple, belgelerin açıklanmasında 50 yıl 100 yıl gibi açıklanmasına dair yasaklar konulmuştur. Eşek defteri yedikten sonra açıklamanın nasılsa bir sakıncası yoktur. Türk medyasının bunu bile bile sahte bir belge üzerine atlaması, tecahül-i arifane değilse eğer, düpedüz durumdan vazife çıkarmaktır. Sel gider kum kalır, belgeler uçuşur, netice kalır.
İLKER SARIER 25. 06. 2009 --- Akkartal <akkartal29@gmail.com> schrieb am Sa, 27.6.2009:
|
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.