Doğu’da - Batıda Diplomatik Hezimet!


Geçtiğimiz haftalarda gündeme damgasını vuran iki olay oldu. Bunlardan ilki Doğu’nun hâkimiyetini eline almaya çalışan ve kapitalist sisteme bütünleşmiş olmuş hem siyasi hem de sistem olarak yeni bir şekle bürünen Çin ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayanın ziyareti esnasında patlak veren havaalanı rezaleti, Diğeri de Fransa’ya çeşitli temaslarda bulunmak için giden TBMM heyetinin, Fransız makamları tarafından kaale alınmaması hadisesi.

Biri Doğu biride Batı olmak üzere iki devletin Türkiye’ye özel uyguladığı anlaşılan bu diplomatik prosedür ve Bakan Çağlayan’ın bu rezalet sonrasında yaptığı açıklamalar gerçekten tam bir komedi.

Çinli Bakan ile görüşmesinde, Asya’nın doğusundaki Çin ile Asya'nın batısındaki Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde karşılıklı hassasiyetler dile getirildiğini kaydeden Çağlayan, görüşmede Yang'ın kendilerine 5 Temmuz Urumçi'deki olaylarla ilgili görüşlerini aktardığını belirtti. Yang'ı ayrıca Çin'in bu olayların bir daha yaşanmaması için aldığı önlemler hakkında bilgi verdiğini dile getirdi. Ve Görüşmede Uygurların iki ülke arasında dostluk köprüsü olduğu olacağını konusunda teyitleştik

Urimçi Hakkında birçok kez dillendirdiğimiz ve ‘Çin’in iç işi değil bizzat Türkiye’nin en önemli dış ve iç meselesidir’ sözünü hatırlatarak yazımıza devam edelim.

Bakan Çağlayan’ın Urimçi Havaalanından ayrılırken tabi tutulduğu uygulama ilk başka Türkiye’nin diplomatik hezimetinden başka birey değildir. Çinli yetkililerin bu hadiseden haberdar olmaması imkânsızdır. Ve havaalanında bir devletin Çağlayan’ın ifadesi ile “ Hiç kimsenin haddi değildir Türkiye Cumhuriyeti bakanının üstünü aramak, x-ray cihazından geçirmek. Buna hiç kimsenin gücü yetmez. Böyle bir şeye de Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti olarak asla taviz vermeyiz” diyerek aslında verilen tavizleri açık etmesi son derece manidardır.

Çin emperyalist devletinin Urimçi de ki soydaşlarımızı katlederken Türkiye’nin son derece yetersiz ve isteksiz hassasiyetlerinden oluşan bir hususu dillendirmenizin havaalanında Türkiye Cumhuriyetine karşı bir tepki olarak gösterilmesi mümkün mü dür?

Çin’e Taviz Verildi mi?

Çin’i ziyareti esnasında Çinli Bakan 3. Boğaz köprüsüne talip olduklarını açıklıyor ve bu hususta Çağlayanın cevabı ise şu oluyor; "Serbest piyasa pazarımız açık, piyasamız açık bu konuda bir engel yoktur. Ben de Sayın Bakana dedim ki ’buyurun kapımız açık nasıl istiyorsanız.’ Bu konuda zaten ihale standartları ve şartları bellidir. Yani benim açımdan bir engel gözükmüyor."

-Urimçi Katliamını yapan Çin’e 3. Boğaz Köprüsü inşaatı konusunda tavizler verildi mi?

Bu soru ister istemez aklımıza gelmekte olup Bakan çağlayan açısından engel teşkil etmeyen bu husus ‘Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti olarak asla taviz vermeyiz’ açıklamasını da alaşağı etmiş olmuyor mu? Dikkat ederseniz siyasi veya diplomatik olarak yaşanılan havaalanı hezimetinin geldiği son nokta Doğu Türkistanlı Müslüman kardeşlerimize karşı samimiyetsizlik tütüyor.

Çin devletinin aynen ABD gibi Türkiye’yi kıskaç altına almak ve İslam Dünyasına açılırken Türkiye’nin stratejik üstünlüğünü kullanmak gibi stratejik adımlar attığına şahit oluyoruz. Yine Zafer Çağlayan’ın ziyareti esnasında sarf ettiği ‘kuru söğütten düdük çıkarmak’ değimi her ne kadar Tavuk bacağı ihracatı için kullanıldıysa da adeta Çin’in Doğu Türkistanlı Müslümanların kurumamış kanları üzerinden Türkiye’yi kullanarak sömürü çarkını işlettiğine şahit oluyoruz.

Fransa’da Neler Oldu!

Öte yandan Fransa’yı ziyaret eden TBMM heyetinin Batının ukala ve şımarık çocuğu olan Fransa’dan gördüğü muamele ise adeta Türk Dış politikası ve devletlerarası hukukun ayaklar altına alındığı bir hadisedir ki bu hukuk Fransa’ya özel bir ukalalık tütse de savaş esnasında dahi yapılmaması gerekli olan bir takım davranışların tezahürüdür. Devletlerarası hukuktan bahsederken Batı ile bizim içimizde ki Batıcıların arasında ki hukukun nasıl işletildiğine de en büyük örnek teşkil eder bu son hadise. Aslında bir hezimetten bahsedecek olursak bu iki hadisede de AB-D politikaları ile adım atmaya çalışan batıcı güruhun en büyük hezimeti aldığını belirtelim.

TÜRKİYE GİBİ BİR ÜLKE BİZİ NASIL DENETLER

Göç ve Milli Kimlik Bakanı Eric Besson, çok önceden kararlaştırılan bir saatlik görüşmeyi son anda beş dakikaya indirirken, randevu alınan Fransız bürokratlar da TBMM heyetini kale almadı. "Fransa'daki temaslarının ardından Türk gazetecilerle bir araya gelen TBMM heyetinin başkanı Zafer Üskül ise, ziyarete gelen grup İnsan Hakları Komisyonu değil de, Dışişleri veya Tarım gibi başka bir komisyondan olsaydı bu tablonun yaşanmayacağını belirterek, Fransız makamlarının, Türk vekillerin insan haklarıyla ilgili inceleme yapmaya gelmesinden rahatsız olduğunu dile getirdi. Üskül, "Türkiye gibi bir ülke bizi nasıl denetler?" havasının hâkim olduğunu gözlemlediklerini söyledi.

Zafer Üskül’ün sarf ettiği bu cümleleri aynen Çin’e de uyarlayarak devam edersek, Hem Çin hem de Fransa Türkiye’nin kendilerini denetlemesinden son derece rahatsız olduklarını bu şekilde dillendirmiş ve Türkiye gibi hem tarihi hem de coğrafi olarak bölgesin de lider ülke olabilecek bir devletin bu hususlarda dil’e gelmesini kendilerince engellemişlerdir. Bu arada hatırlatalım Urimçi ile ilgili Zafer Üskül TBMM heyeti ile birlikte Çin’i de ziyaret edecekmiş.

Özellikle uluslar arası emperyalizmin çarkına girmiş olan BM ve yine bu emperyalistlerin sözünden çıkamayan İKÖ (İslam konferansı Örgütü) gibi yapılanmalarda söz sahibi olan Türkiye neden bu hususları bu teşkilatlara taşımamış ya da taşıyamamıştır. Bu soru hem Zafer Üskül’e hem de Zafer Çağlayan’a sormamız gerekiyor. İsimlerinin mana itibarı kaybetmek değil kazanmak olduğunu kendilerine hatırlatarak adı geçen bu iki Bakan’a hem Çin hem de Fransa da diplomatik bir yenilgi yaşadıklarını hatırlatırız.

Aslında tarihi bir önderlik vasfı ve üstünlüğün Anadolu’da olduğunun farkında bile olmayan zümrenin Fransa’ya 100 yıl süren dans korkusunu hatırlatmasını da bekleyemeyiz. Fas'tan Hindistan'a, Avusturya'dan Yemen'e kadar, ayrı ırktan, ayrı kavimden, ayrı dilden, ayrı dinden milyonlarca insanı bir arada yaşatan bir ruhtur Osmanlı Devleti. Bu ruh’un elleri Avrupa’dan Asya’ya, Fransa’dan Doğu Türkistan’a kadar nasıl uzanmış ise bugünde aynı şekilde o ruhu kuşanmış olarak tarih sahnesine çıkmak gerekiyor. İşte o zaman ne Çin ne de Fransa size kafa tutabilir.

Bu makale Baran Dergisi'nde Yayınlanmıştır



0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.