Şehit olmak yürek ister

İsmailağa Camii içerisinde şehit edilen Bayram Ali Öztürk Hocanın oğlu Mahmut Öztürk, babasını ve son anlarını anlattı. Babasının son zamanlarında ve şehit olduğu sohbet esnasında da son cümlelerinin şehadet olduğunu dile getiren Öztürk, “O hep şehadeti arzuladı ve gitti. Gece 3 gibi eve geldi ve mutfakta ahireti özlediğini söyledi. Sabah herkesle vedalaştı ama hiçbir şey söylemeyerek evden çıktı ve sonra şehit oldu” dedi. Babasının büyük bir kitap sevdalısı olduğunu ve 20.000 civarında kitabının olduğunu söyleyen Öztürk; “Onun için kitapları öz evlatları gibiydi. Çok farklı okumaları vardı. Her gün saatlerce kitap okurdu. Kitapları eli ile sever, okşardı” diye konuştu.

6 dil bilen ve 20.000 civarında kitaba sahip olan Bayram Ali Öztürk Hoca, büyük bir İslam âlimiydi.

Mahmut Öztürk; “Günde 1.000 sayfadan aşağı kitap okumazdı. Sabah namazından sonra en az 1 cüz Kur’an-ı Kerim okur, tesbihatını yapar ve kütüphanesine geçerdi. Günün %90’ı çoğu zaman kütüphanesinde ve camide geçerdi” diye konuştu.

Âlimin ölümü alemin ölümüdür. Hain ve karanlık bir saldırı neticesinde şehit edilen Bayram Ali Öztürk Hoca, 6 dil bilen büyük bir İslam âlimiydi. Fransızca, İngilizce, Arapça, Farsça, Türkçe ve Osmanlıca’yı iyi biliyordu. Büyük İslam âlimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani' kitabını ezbere biliyor ve her pazar sabahı İsmailağa Camii'nde sohbet veriyor olmasından dolayı ona “Mektubatçı Bayram Hoca” diyorlardı. Yıllarca büyük İslam âlimlerinin ilim halkalarında bulundu ve 3 Eylül 2006 yılında gerçekten çok kirli bir cinayetle bu dünyaya veda etti. Oğlu Mahmut Öztürk, başta şehadet öncesi evde yaşadıkları ve kitap sevdası olmak üzere Bayram Hocayı anlattı. Buyurun:

20.000 CİVARINDA KİTABI VARDI, DÜNYA’NIN HER TARAFINDAN KİTAP GELİRDİ

*Babanız büyük bir İslam âlimiydi ve muhakkak onunla geçirdiğiniz sürede birçok yönüne şahit oldunuz. Ben öncelikle Bayram Ali Öztürk Hocanın kitabi manada kendini nasıl yetiştirdiğini öğrenmek istiyorum. Bir günü nasıldı, neler yapardı?

*Babam, kitapları ile bilinirdi. Günde 1.000 sayfadan aşağı kitap okumazdı ve onun okuması da farklıydı. Sabah namazından sonra en az 1 cüz Kur’an-ı Kerim okur, tesbihatını yapar ve kütüphanesine geçerdi. Günün %90’ı çoğu zaman kütüphanesinde ve camide geçerdi. Günün kalan kısımlarında Sultanahmet’e gider ve kitapçıları gezerdi. Birçok kitapçının satılacak kitaplar listesini o hazırlardı.

*Babanız ve kitap bu noktada tam olarak birbiri ile örtüşüyor zihni planda da.

*Evet. Babam ömrünü kitaplara vakfetmişti. Devlet kütüphanelerinin birçoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. 20.000 civarında kitabı vardı. Düzenli bir şekilde başta Süleymaniye olmak üzere birçok kütüphaneyi özellikle takip ediyordu. İslam ülkelerinin neresinde bir kitap basılsa mutlaka babam o kitabı edinirdi. Nasıl gelirdi, nasıl irtibat kurardı bilmezdik. Şehadetinden sonra dahi çevresini kitapla teşvik etti. Mesela Fas’tan bir kitap getirtecekti ama şehadetinden önce ona ulaşmadı. Şehadetinden sonra onu getirecek arkadaşına rüyasında kızmış ve “Orhan, hala kitabımı getirmedin” demiş. “Benim öz evlatlarım kitaplarım” derdi. Onları severdi, ciltlerini yağlardı.

*Kitaplara nasıl davranırdı?

*Kitaplarını sürekli temizlerdi, tam açmazdı mesela. Kitabı tam açmanın kitaba saygısızlık olduğunu söylerdi. 90 derece açar ve tam açılmasına da kızardı. Babamdan yediğim tek tokat kitap nedeniyleydi. Kitabı tam açtığım için bir tokat atmıştı, hala hatırımdadır. Kitaplar onun her şeyiydi. Konevi Tefsiri’nin gayet eskimiş cildinin yerine yeni bir cilt yaptırmıştı ama o eski cildi de atmadı. Sayfaları arasına yerleştirdi.

İSTİKLAL CADDESİNDEKİ BİR KİTAPÇIYI ÇOK ŞAŞIRTMIŞ

*Ne tür kitaplar okurdu?

*Sonuçta kendisi birçok dili biliyordu ve o dillerdeki tüm kaliteli kitapları okurdu. İlmi manada kendisini geliştirecek her türlü kitabı okurdu. İlginç bir olay yaşamıştı mesela. İstiklal Caddesinde sol görüşlü bir kitapçıya girer ve sahibi olan bayan girişte babamı sarıkla, cübbe ile görünce; “Sizin aradığınız türden kitaplar burada yok” diyor. Babam tebessüm ederek aradığı kitapları söylüyor ve kitapçı ağzı açık bir şekilde hayretini dile getiriyor. Afallıyor. Bu anlamda dehşet bir ilme ve ilgiye sahipti. 6 dil bilen, entelektüel bir kişiliği vardı.

*Özel ilgi alanları var mıydı?

*Son dönemlerde sosyal psikolojiye ağırlık vermişti. Psikoloji ile çok ilgilenirdi. Sorulduğunda; “Bunları okumazsan Çanakkale savaşını ve İstiklal Marşını bugünkü insanlara nasıl anlatacaksın?” derdi. “O günkü insanların psikolojilerini anlayacağız ve bileceğiz ki bugüne anlatalım” derdi. “Çanakkale, Sarıkamış ve Medine Müdafaasını okumayan tarih okudum demesin” derdi. Medine’yi savunan Fahrettin Paşaya karşı özellikle bir sevgisi vardı. Sürekli onu anlatırdı. Babam her zaman Fahrettin Paşa’nın kılıcına sahip çıkacak yiğitlerin arayışındaydı. Osmanlı’ya asla dil uzattırmazdı.

*Özellikle bağlı olduğu kitaplar var mıydı?

*Konevi Tefsiri’ne özellikle bağlıydı. 27 Temmuz 2006 gecesinde bana vasiyet etti. Vasiyetinde; “Oğlum beni buralardan göndermeye çalışıyorlar. Ben ölünce sizi burada hiç rahat bırakmazlar, gönderirler. Bu nedenle kitaplarımın bir kısmını hatıra diye tut, diğerlerini dağıt istersen” dedi. “O bir kısmını da tutamıyorsan, sadece şu Konevi Tefsiri’ni asla kaybetme” dedi. O kitabı çok seviyordu.

FATİH’İN TÜRBESİNE GİDER VE “DEDECİĞİNE” SESLENİRDİ

*Babanız Mektubatçı olarak biliniyordu. Neden?

*Babam, büyük İslam âlimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani' kitabını ezbere biliyor ve her pazar sabahı İsmailağa Camii'nde sohbet veriyordu. Çünkü Mahmut Efendi Hazretleri, öğrencileri arasında babama ayrı bir alaka gösterirdi. Yıllarca ders olarak okuttuğu “Mektubat”ını okuyup, şerh etme görevini babama vermişti. Efendi hazretleri, ayrıca kendisine de babamın mektubat okumasını istiyordu. Bu nedenle babam, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mektubat derslerinde zamanla o derece uzmanlaştı ki birçok hocanın okumaya dahi cesaret edemediği mektupları kürsüde şerh etti. İşte bu yönü babamın “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanımasına yol açtı.

*Elbette sadece Mektubat okutmuyordu?

*Tabii. Babam, “Mektubat” dışındaki kitapları okutma noktasında da parmakla gösterilen bir ilim adamıydı. Yavuz’un divanı gibi kitapları özellikle okuturdu. İstanbul medreselerinde takip edilen klasik eserlerin yanı sıra doğu-batı medreselerinde okutulan birçok kitabı da okutmaktaydı.

*Osmanlı ile alakası nasıldı?

*Osmanlı’ya olan hayranlığı ile biliniyordu. Fatih, Yavuz ve Abdulhamit Han’ın hayranıydı. Kitaplarda tam vakıf olamadığı bir konu olursa, okuduğu kitabı alıp Fatih Sultan Muhammed Han’ın türbesine gider ve “Dedeciğim anlayamıyorum” dermiş. Öğrencilerine bunu eski bir âlimden bahseder gibi anlatırmış ama sonra kendisi olduğunu öğrencileri anlamış.

IRAKLI NUR BACININ MEKTUBU ONU DERİNDEN YARALAMIŞTI

*İslam Coğrafyası?

*Daima Müslümanların dertleri ile dertlenirdi. Nerede bir Müslüman acı çekse onlarlaydı. Bosna, Çeçenistan, Filistin, Afganistan, Moro ve Filipinler dahil birçok İslam yurdu onun gündemindeydi. Irak zulmü ondan derin izler bırakmıştı. Her an, her vesile ile onu hatırlatırdı. Iraklı Nur Bacının mektubunu sürekli anlatırdı. Her zaman bunu vurgulardı. Nur bacımızın haykırışını sürekli sürekli sürekli cemaate anlatırdı. Her vesile ile ümmetin o utancını dile getirirdi. Babamı sürekli bir yerlere davet ederlerdi ama o “kardeşlerim ağlıyor, gülemem” diyordu. Ben babamın kahkaha ile güldüğünü hiç görmedim. Tebessüm ederdi sık sık fakat asla yüksek sesle gülmezdi. Müslümanların acıları ile acılanırdı ve bu nedenle; “Kanlar akarken bana gülmek yakışmaz” derdi.



ŞEHİT OLMADAN BİR İKİ SAAT ÖNCE: “AHİRETİ ÖZLEDİM”

*Şehadetinden önce neler yaşandı? En son ne zaman görüştünüz mesela?

*Son gece birlikteydik. Gece 3 gibi kütüphaneden çıkarak odasına geldi. Mutfakta masanın üstüne yumruk vurarak özledim dedi. Kardeşim; “Hayırdır baba neyi özledin?” deyince “Ahireti özledim” dedi. Kardeşim; “Baba, 1 ay sonra kardeşimin düğünü var şimdi sırası mı?” deyince babam da; “Kızım sen oranın tadını bilsen böyle düşünmez ve söylemezsin” dedi. Sonra yemeğini yedi ve 1.5 saat kadar sürecek dünyadaki son istirahatına çekildi.

*Son yemeği?

*Bir elma ile bir bardak süt idi.

*Peki, normalde yapmadığı ama o sabah yaptığı şeyler oldu mu?

*Elbette. Her sabah tüm aileyi namaza kaldıran babam o sabah kimseyi kaldırmadı. Herkesin başına gidip başını okşadı ve sevdi. Giderken ablam babama; “Baba hayırdır. Benim evden ayrılamama daha 1 ay var, buradayım ben. Sanki bir yere hemen gidecekmişim gibi davranıyorsun” dedi. Babam hiçbir şey söylemedi ve ablama el sallayarak salondan çıktı. Gitti. Hiçbir şey söylemedi ama tam dış kapıdan çıkarken annemle göz göze gelmiş ve bu defa annem babama; “Hocaefendi bizi neden kaldırmadın?” demiş. Babam, anneme de tebessüm etmiş ve daha önce hiç yapmadığı o el sallama hareketi ile onunla da vedalaşmış.

*O şehit olarak gitti, peki son dönemlerinde şehadeti vurguluyor muydu?

*Babamın halka açık sohbetlerinden de son dönemlerinde sürekli şehadeti anlattığını anlıyoruz. Son sözleri de şehit olmak üzerineydi. Bunlar kayıtlarda var. “Şehit olmak yürek ister, şehit olmak şahsiyet ister” derken şehit oldu. O, bu şehadeti bekliyordu açık açık. Bu dünyadan zevk almadığını söylüyordu. Son dönemlerinde farklı bir koku vardı üstünde, bunu hissediyorduk. Takkesinde o koku hala duruyor. O hayatının her döneminde peygamberimizi örnek alıyordu ve kendisi de o şekilde yaşadı ve o şekilde gitti. Aynı peygamberimiz gibi daha yaşını doldurmadan öksüz kaldı ve amcasının himayesinde büyüdü. Amcası Hacı Bilal Öztürk ona sahip çıktı ve çocuklarından ayırmadı. Üzerinde büyük emeği oldu. Şehit olduktan 2 gün sonra Efendi hazretlerinin durgunlaştığını söylüyorlar. Çevresindekiler bu durumdan rahatsız olup, efendi hazretlerinin sağlık durumundan endişe etmişler. Hastaneye götürmek istediklerinde o itiraz ediyor ve “Susun, susun, Bayram hocam Mektubat okuyor, onu dinliyorum” demiş.

GECE NAMAZLARINA ÖNEMLİ BİR DAVETE GİDER GİBİ HAZIRLANIRDI

*Babanızı zihni planda nasıl hatırlıyorsunuz?

*Benim için o, gece namazına kalkmış ve namaz kılan bir insandı. Şöyle ki, o gece namazlarına kalktığı zaman asla o giysiler içerisinde namaz kılmazdı. Önemli bir davete gider gibi hazırlanırdı. Kalkar, üstünü giyer, saçlarını sakallarını tarar ve sonra namazını kılardı. Bendeki baba imajını bu resim güçlendirmiştir.

*Kaç yaşındaydı şehit olduğunda?

*54 yaşında şehit oldu. İsmailağa’nın sütunları arşa değiyor diyordu. Efendi hazretlerine ve kitaplarına sonsuz bir sevgi beslerdi. En zorlandığım anlarda Efendi Hazretlerini gözünün önüne getirmemi isterdi. “Git, gör, gözün onun fotoğrafını çeksin, bu sana fayda olarak yeter” derdi.

*Peki, böyle bir cinayet işlendi. Tüm kamuoyu buna şahit oldu. Çok gizli ve kirli ilişkiler söz konusu. Siz davayı da takip ediyorsunuz. Nedir son durum?

*Soruşturmayı zaman aşımına sokmak istiyorlar. Bir arpa boyu kadar dahi ilerleme yok. Unutturmak istiyorlar. bir şeyleri gizliyorlar. Kamuoyunu bu konuda duyarsızlaştırdılar.

M.MUSTAFA UZUN/Anadolu Gündem


1 yorum:

  1. Allah rahmet eylesin sıradışı bir insan olduğu anlaşılıyor, rahmetliyi vefatından sonra tanıdım,bu tür yetkin insanlar camilerin ve cematlerin yanından başka ilave olarakta ilahiyat fakültelerinde ,üniversite kürsülerinde bilgilerini insanlara aktarsalar daha çok kitlelere ulaşıp verimli olamazlarmı.

    YanıtlaSil

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.