T a r a f s ı z D e ğ i l i z

Kudüs'le İran İşbirliği Yaptığında Anadolu'da Haçlıların Karşısında Yine Türkler Vardı- Hahamlarla Mollaların Perde Arkası İşbirliğine Hazır Olmak

Kudüs'le İran İşbirliği Yaptığında Anadolu'da Haçlıların Karşısında
Yine Türkler Vardı

Hahamlarla Mollaların Perde Arkası İşbirliğine Hazır Olmak

Hepimiz Ortadoğu'daki gelişmeleri; hangi cepheden bakarsak bakalım;
Anglo-Sakson merkezli "düşünce" kuruluşlarının raporlarındaki
şablonlar ve türevleri üzerinden yorumluyoruz. Stratejistlik; harita
üzerinde daire çizip, "burada petrol var, ABD bunu kontrol etmek
istiyor" cümlesini kurmaya indirgenmiş durumda.

Böyle bir ortamda; Türkiye'nin bekaası için güvenlik kurmaylarının
"komplo teorisi" yaftasına aldırmadan, olasılık matrikslerine en
sıradışı olasılıkları bile yerleştirmeleri ve bu olasılıklara karşı
hazırlıklı olmaları şart. Hele bu "sıradışı" olasılıkların; tarihte
bir benzeri gerçekleşmiş ve mevcut şartlarda teorik bir gerçekliği
mevcutsa!

Ortadoğu'daki gelişmeleri; sinema ekranında üzerimize doğru gelen
trenin gerilimini hissederek fakat "nasılsa tren ekrandan çıkamaz"
şeklinde bırakmak istemediğimiz sahte bir güvenle seyrediyoruz.

Bu arada; düşünsel altyapımıza, "ABD Suriye'ye saldırmaya
hazırlanıyor", "ABD İran"'a saldırmaya hazırlanıyor" şeklinde
cümlelerle serilen kurguda; ABD'nin saldırı hazırlıkları sırasında
aynı zamanda Türkiye'nin çevresini askeri ve lojistik olarak kuşattığı
gerçeği perdeleniyor.

Medyanın manşetlerinde sakız yaptığı "ABD İncirlik'i istiyor" konusu
ise; ABD'nin, Türkiye'nin lojistik altyapısını nasıl kullandığını;
Türkiye topraklarının ve imkanlarının, İran'a yönelik ne tür
çalışmalar için kullanıldığını bilen bizler için sadece eğlencelik bir
konudan öteye geçmiyor.

Bütün bunlar olurken; Uluç Gürkan babasının vefatı üzerine kaleme
aldığı yazısında, 1964'te Kıbrıs'a çıkartma girişimi sırasında,
hastalanan komutanının yerine, 39 Tümen komutanı olarak Kıbrıs'a
hareket eden çıkartma birliğinin başındaki babasının kendisine
bıraktığı mektuplardan sözediyor. Gürkan; babasının komutasındaki
birliklerin, ABD'nin "6 Filo ile birliklerinizi engelleriz" tehdidi
ile geri çekilmesi üzerine yaşadığı hayal kırıklığını, "ben emirlerimi
Türk Hükümetimden aldığımı zannediyordum" cümlesi ile nasıl dile
getirdiğini açıklıyor.

Bunlar gerçekleşirken; ABD'ye karşı savaş fikrini "hastalıklı düşünce"
ilan eden eski bir MİT Müsteşarı ile; "Süveyş'i işgal etmeyi
planlamıyorsak Kıbrıs'ın stratejik önemi yoktur" diyen eski bir
donanma komutanı; ekranlarda Ermenistan'dan; Irak'a çeşitli konularda
ahkam kesmeye; "müttefiklik", "küreselleşme", "BOP" masalları okumaya
devam ediyor.

Fakat emekli Tuğgeneral Eslen'in yorumlarında sık sık vurguladığı
gibi : "ABD'nin deşifre olmuş isimlerle kendi propagandasını
yaptırmaya devam etmesi artık pek fazla etkili olmuyor".

Kuşatılmışlığının gittikçe daha fazla farkına varan kitlelerin
tedirginliği arttıkça; bir yandan bu kitlelerin tedirginliğini siyasi
rant yapmak için sahte kulvarlar hazırlayanlar çoğalıyor; bir yandan
da artık verilen uyuşturucu söylemi kabul etmeyen bünyeye kontra
söylemler üzerinden yeni düşünsel dinamikler biçiliyor. Sahneye
sürülen yeni "Anti-Amerikancılık" modasını bu bakış açısı ile Jeo-
Kritik'in diğer yazısında ele alacağız.

Tezin de, anti-tezin de bu kadar manipülasyona açık hale geldiği bir
ortamda;

Tezide, anti-tezide ofsayta düşürecek Alternatif Düşünce
Sistematiklerini - ADS Teorileri (bazıları buna komplo diyor);
Olasılık Matriksimize yerleştirmemiz gerekiyor.
Türkiye'deki psikolojik harp sahnesine baktığımızda; kitlelerin
uyanışı karşısında manevra alanı daralanların; kitleler kadar,
devletin bürokratlarına yönelik de nitelikli psikolojik harp
operasyonları gerçekleştirdiğini ve bu operasyonların temel
maksadının;

Türkiye'nin güvenlik bürokrasisinin gözünde, geleceğe yönelik bir
olasılık setinin ağırlığını arttırırken; diğerlerini düşürmek ve hatta
"komplo teorisi" olarak marjinalize etmek olduğunu görüyoruz.
"Müttefik" bildiklerimizin "esas" niyetlerinin, "komplo" diye
küçümsenen olasılık setinin arkasına gizlenmişken; devlet
reflekslerimizin sahte/perde bir olasılık seti üzerinden kurgulanarak;
Türkiye'yi tuzağa düşürecek tarihsel mizansenlerin yaratılması ciddi
bir tehdit olarak karşımıza duruyor.

Aşağıdaki analiz; bu mantık çerçevesinde;

önümüze bir "İran-Suriye cephesi"; Anglosakson-Siyonist" cepheye karşı
olarak sunulan Ortadoğu senaryosuna farklı bir bakış açısı getirmeye
çalışıyor ve

"Ya AngloSakson/Siyonist cephe İran ile kontrollü savaş senaryosu
üzerinde uzlaşma sağlandıysa"

gibi; ilk bakışta hayli tartışmalı bir soru ile başlıyor.

Alternatif Düşünce Sistematikleri (ADS) Teorilerini, "komplo" olarak
çamurlamak konusunda cevval olanlara tedbiren baştan vurgulayalım:

Aşağıdaki analiz; "The Doğru" olduğu iddiası ile değil; Türkiye'nin
güvenlik kurmaylarının değerlendirmesi gereken "Olası Doğru" lardan
biri olması gerektiği iddiası ile kaleme alınmıştır.

Komplo Teorileri Yerine "Alternatif Düşünce Sistematikleri"

Herhangi bir tezi derinleştirmeden önce; sözkonusu tezin boynundan
"saçma" yaftasını çıkarmak gerekir.

Eski MİT Müsteşarlarının bile; "ABD'ye karşı savaşmayı" "hastalıklı
düşünce" olarak nitelendirdiği;

Medyanın bir "medeniyet" yaygarası peşinde koca bir "AB Pravdasına"
dönüştüğü bir ortamda,

alternatif düşüncenin "saçma" olarak nitelendirilmesi için zeka değil,
"kaba medya kuvveti" yeterli olmaktadır.

Bunun için sözkonusu tezi oluşturan alt unsurları en az üç temel zemin
üzerinden meşrulaştırmak şarttır.

a) Daha Önce Olmuştu - Tarihsel Meşruiyet

b) Daha Önce Olmasa Bile; Olması İçin Gerekli İşbirliği Kanalları
Mevcuttur - Mekanik Meşruiyet

c) Olduğunu Varsaymak Mevcut Tablonun Sonuçları ile Çelişmemektedir -
Nedensel Meşruiyet

Bu tür sıradışı tezleri; reddedilemez noktasına taşıyacak olan bir
başka meşruiyet zemini daha mevcuttur ki; bu sağlandığı noktada zaten
alternatif düşünce sistematiği; "tez" kategorisinden sıyrılıp, ete
kemiğe bürünür.

"Kanıtsal Meşruiyet" zemini diye adlandıracağımız bu zemini sağlamanın
zorluğu; bir enformasyon/dezenformasyon cennetine dönüşen dünyamızda
malumunuz. Fakat yokluğu; bir alternatif düşünce tezinin yanlış olduğu
anlamına gelmez.

Sözkonusu meşruiyet zeminlerini "11 Eylül komplosu" üzerinden test
ettiğimizde;

Tarihsel Meşruiyet; Pearl Harbour baskınından ABD devletinin önceden
haberdar olduğunun belgelerinden, Kennedy'nin Savunma Bakanı
McNamara'nın Küba'nın işgalini "meşru" kılmak için hazırladığı
"Operation Northwood"' belgelerine kadar bir çok unsur; 11 Eylül'le
ilgili ADS teorilerinin tarihsel meşruiyetini oluşturmaktadır....

ABD daha önce savaş çıkarmak için kendi ülkesine saldırılmasına
gözyummuştu...

Mekanik Meşruiyet; "Arap terörist" olarak gözüken "Bin Ladin"'in
Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgali döneminde CIA'nin uzantısı
olduğu gibi nispeten bilinen bilgilerin aydınlatılmasından öte; Bush
ailesinin ve ABD'de yönetimi ele geçiren küresel cuntanın; Bin Ladin
ailesi ile ilişkiler ağının deşifre edilmesi ile daha bir güçlendi..

Nedensel Meşruiyet; ABD'nin her geçen gün; ülkesine saldıran Bin
Ladin'i unutup, "terörle savaş bahanesi" arkasına saldırarak; kendi
emperyalist hedeflerini gerçekleştirmesi ile, "11 Eylül'ü İslamcı
teröristler yaptı" tezinin, "11 Eylül; bir terörist saldırıdan çok,
ABD'nin başlattığı küresel operasyonun işaret fişeği olarak dünya
kamuoyunu ikna operasyonudur" tezinin güçlenmesi ile daha da sağlam
bir zemine oturdu...

Tarihin en şeytani komplosu olarak belleklere kazınan 11 Eylül'ün
mimarları bile bazı somut kanıtların ortaya dökülmesini
engelleyemediler ve bir-iki sene öncesine kadar bir kaç radikal
sitedeki veriden oluşan, "Kuleler kontrollü patlama ile çökertildi",
"uçaklar tanker uçaklarıydı", "Pentagon'a çarpan Boeing değildi" gibi
iddialar, artık kanıtları ile birlikte ana medyanın gündemine dahi
girmeye başladı.

Dolayısı ile 11 Eylül "komplo teorisi"; tarihsel, mekanik ve nedensel
meşruiyetten sonra da bir de çok güçlü bir kanıtsal meşruiyet zemini
üzerinden farklı bir noktaya geldi.

İşte bizde; "İsrail ile İran arasında bir kontrollü savaş
senaryosunun" gündemde olabileceğini; olası bir doğru olarak üç
meşruiyet zemini üzerinden ortaya koyacağız.

Kanıtsal meşruiyeti ise ancak zaman sağlayabilir.

Tarihten Bir "Kudüs" - "İran" Merkezli "Derin" Şebeke İşbirliği Kesiti

"İran gibi "İslami" bir ülkenin; İsrail gibi "can düşmanı" "Yahudi"
bir ülke ile işbirliği yapacağını düşünmek saçmalıktır" diyebilecek
olanlardan başlamak lazım.

Öncelikle; yukarıdaki cümle, bir ders kitabı için mantıklı önermeler
içeriyor olabilir fakat belli ve tehlikeli önyargılar içermektedir.

İran; İslami bir ülkedir ama "Şii" bir ülke olup; Şii'lik İslam
içerisinde çeşitli ezoterik/batini kolları ile hayli farklı bir
konumdadır.

İsrail'in İran'la "can düşmanı" olduğu gibi kavramlar; uluslararası
politikaya, medyatik bir analiz düzeyi ile yaklaşımı ve dolayısı ile;
ülkelerin resmi duruşları ile, o ülkeleri yöneten çeşitli alt odak ve
akımların, karşı ülkenin alt odak ve akımları ile elit etkileşim/
işbirliği/çatışma mekanizmalarını gözardı eden hayli steril bir dış
politika yaklaşımıdır.

Bu yaklaşım; incelenecek ülkeler; ABD gibi bir kabuk devlete dönüşmüş
ve içinde çok çeşitli güç koalisyonlarının
cirit attığı bir yapı sözkonusu olduğunda daha da yüzeysel
kalmaktadır.

Dolayısı ile; "Yahudi" İsrail'in; "Müslüman" İran'la işbirliği
yapmayacağı tezi belli yüzeysel varsayımları gerektirir ki; bu analiz
bu varsayımları reddetmektedir.

Çünkü tarihte; klasik bakış açısı ile birbirlerine düşman gözüken
yapıların; hem de Ortadoğu'da, hem de "düşman" dini anlayışların
merkezinde olsalar bile işbirliği yaptığı mevcuttur.

İşte size bir tarihsel meşruiyet zemini...

Şii'lik bünyesinde çok farklı kollar barınmakta olup; İslam'ın diğer
kolları tarafından ciddi suçlamalara maruz kalmaktadırlar. Bu basit
bir mezhep ayrılığından öte ayrışmalara denk düşmektedir.

Örnek olarak El-Kaide'nin ideologlarından, Bin Ladin'in yakın arkadaşı
ve Suudi Arabistan sorumlusu Yusuf El-Ayeri; ABD'nin Irak'ı işgalinden
sonra Haziran 2003'te yayınlanan "Bağdat'ın Düşmesinden Sonra Irak ve
Arap Yarımadasının Geleceği" isimli kitabının basımından üç ay sonra
Suudi güvenlik birimlerince öldürülmüştür.

Ayeri'nin özelliği; Şiileri, "Haçlılar ve Siyonistlerle İşbirliği" ve
onların beşinci kol faaliyetlerini yürütmekle suçlamaktır.

Irak'taki direnişe destek veren Ebu Musab El-Zerkavi'de; Şiiler için
"çok tanrılı" gibi ifadeler kullanmakla kalmayıp; Sistani için "Yahudi
dönmesi" ifadesini kullanmıştır.

Şii'liği; İslam mezhepleri arasında bu tarz suçlamalara konu eden
yapısı; özellikle bazı kollarının ezoterik yapısıdır.

İmamlık müessesisinin; Tanrı ile kul arasındaki konumunun; Yahudilikte
Hahamlık, Hristiyanlıkta İsa Mesih müessesesi ile gösterdiği
benzerliklerden tutun da, kayıp imam mevzuunun ve tekrar dünyaya geri
döneceği beklentisine kadar bir çok alt başlık; Şiiliğin özellikle
bazı ezoterik kollarının; Yahudilik ve Hristiyanlığın ezoterik
yorumları ile benzer inanç zeminlerine ve dinamiklerine hizmet
edebileceği yolundaki yorumlara/eleştirilere bir haklılık zemini
kazandırmaktadır.

Hele Şiiliğin bir kolu vardır ki; İsmailliye diye anılan bu tarikat,
zamanında, neredeyse tarihsel bir kült figüre dönüşen Hasan Sabah'ın
liderliğinde İran merkezli bir devlet bile kurmuştur.

Hasan Sabah; müridlerini haşhaş yolu ile etkileyip, suikast
misyonlarına yollamış ve İngilizce'de suikastçi anlamına gelen
"assassin" kelimesi, "haşhaşin" kelimesinden ve Hasan Sabah'ın bu
uygulamasından türemiştir.

Bugün hala varlığını sürdüren ve kendilerini İsmaililer olarak
tanımlayan bu mezhebin en son imamı bildiğiniz "imamlardan" değil.

Kendisi, babası, oğulları, kızı ve amcaları ile Batı'nın üst düzey
aristokrat okullarında eğitim görmüş tam bir burjuva.

Hz. Muhammed'in soyundan geldiğini iddia eden İsmaililerin bu 49.
imamının'nın dedesi BM'nin öncüsü sayılan Devletler Liginin
Başkanlığını; babası Aly Khan Pakistan'ın BM Büyükelçiliğini; amcası
Sadruddin Aga Khan BM Mülteci Komiserliğini ve ilginç bir şekilde
BM'nin Irak-Türkiye sınır bölgeleri Temsilciliğini yapmış.

"İmam" Aga Khan'ın kardeşi "Prens" Amyn; abisi gibi Harvard'dan mezun
olduktan sonra BM Sekreteryası bünyesindeki Sosyal ve Ekonomik İşler
bölümünde çalışıyor ve bünyede İmamlığa bağlı sosyal kurumların
çalışmaları ile ilgileniyor.

Yine Harvard'dan mezun olan en büyük oğlu, Williams'dan mezun olan
küçük oğlu ve yine Harvard'dan mezun olan kızı Prens Zahra' da
İmamlığın "Aga Khan Kalkınma Ağı" verilen sosyal kurumları ile
ilgileniyorlar. Kısacası; tam bir aristokrat imamlık müessesesi ile
karşı karşıyayız.

Bugün hayli aristokrat bir yapıya bürünün bu Şii tarikatın
gerçekleştirdiği çalışmaların merkezinin Londra olduğunu da
notlarımıza ekleyelim.

İsmailiye tarikatının zamanında kimlerle işbirliği yaptığı analizimiz
açısından önemli.

Bu Şii tarikatını; tarihte; işe Kudüs'teki Tapınağı korumakla
başlayıp, başlı başına bir küresel çeteye dönüşen Tapınak Şovalyeleri
tarikatı ile işbirliği yaparken görüyoruz.

Tapınak Şovalyeleri'nin sembol iki rengi olan kırmızı ve beyaz ile
Hasan Sabah'ın tarikatının renklerinin benzer olması gibi "tesadüf"
ile açıklanabilecek ayrıntılara değinmiyoruz bile. Tarih kayıtları;
Tapınak Şovalyeleri ile Hasan Sabah arasında çeşitli dönemlerde
işbirliği yaşandığını gösteriyor ve hatta; daha sonra, yolda
çıktıkları gerekçesi ile yargılanan ve infaz edilen tapınakçıların;
"Hasan Sabah'ın tarikatının etkisine girme ve onların 'şeytan
tanrısına' tapıp, onlara hizmet etmekle" suçlandıklarını bile
görüyoruz.

Bu tarihsel işbirliği kesitinin dikkat çekici bir özelliği de var :
Biri "Musevi-Hristiyan", diğeri "İslam" kökenli bu iki tarikatın
işbirliği zemini; Selçuklu Türklerinin bölgelerinde ikisi için de
tehdit olduğu dönemlerde yoğunlaşıyor.

Dolayısı ile tarihten bir örnek bize İran merkezli "derin" yapılar ile
Kudüs merkezli "derin" yapıların işbirliğinin; hem de bir Türk
devletine karşı işbirliğinin somut bir örneğini sunuyor.

Bugün bu iki tarikatın merkezinin de Londra olduğu ve bu iki tarikatın
uzantıılarının da dünya elitleri arasında yeraldığı da ; şık bir
ayrıntı ve "tesadüf" olarak önümüzde duruyor.

"Şeytanlar"; Kamuoyu Önünde Dalaşır; Sahne Arkasında Şeytan Sofrasında
Buluşur

Yukarıdaki bölümde; ortaya koymaya çalıştığımız ADS tezinin, "tarihsel
meşruiyet" zeminini güçlendirmeye çalıştık. Şimdi bir de "mekanik
meşruiyeti"; yani, bu tarz bir işbirliğinin mevcut dinamikler ve
ilişkiler üzerinden mümkün olduğunu gözler önüne serelim.

Bunun için tarihte çok fazla geriye gitmemize gerek yok.

Hepimizin hafızalarında hala tazeliğini koruyan İran-Kontra skandalı
ile en son Ankara'yı ziyaret edip, "ABD sevilecek, sev" demeçleri
veren Douglas Feith arasında bir eksen çizelim.

Nasıl mı?

ABD'nin siyonist cephesinin Pentagon'daki kilit adamlarından Douglas
Feith'in kim olduğunu biliyorsunuz. Fakat hatırlamamız gereken kişi
Larry Franklin.

Larry Franklin; FBI'ın, Pentagon'dan gizli bilgileri İsrail'e
sızdırdığı için suçladığı isim. Harold Rhode ile birlikte Douglas
Feith'in ekibinde.

Pentagon'un demirbaşı bu iki isim başka neyle suçlanıyor : 2001
yılında Fransa ve İtalya'da Manuçer Gorbanifar'la gizlice görüşmeler
yapmakla...

Hani şu ortaya çıkınca; Dışişleri Bakanı Powell'ı bile çileden çıkaran
ve Savunma Bakanı'ndan açıklama yapmasını istemesine neden olan gizli
zirve.

Malum kendisi şu sıralar emekli ve yerini başka bir kuş beyinli (malum
şahin olur kendileri); Condoleeza Rice almış durumda. Manuçer
Gorbanifar kim?

"İran-Kontra" skandalında; İsrail ile İran arasındaki silah trafiğini
yöneten; İran yahudisi bir zat.

Peki Manuçer Gorbanifar ile Ahmed Çelebi arasındaki ortak özellik ne?
Biri Irak'taki uranyumları İran'a satmakla; diğeri İran'a gizli
bilgileri aktarmakla suçlanıyor ve ikisi de Pentagon'daki siyonist
cephe (Perle, Douglas Feith, Larry Franklin, Harold Rhode gibilerin
alt kadroyu oluşturdukları ekip) ile çalışmayı sürdürüyor.

İran'a casusluk yapmakla suçlanan Ahmed Çelebi ile İsrail'e casusluk
yapmakla suçlanan Larry Franklin; savaş öncesinde koparılan "Saddam
kitle imha silahları üretiyor" yaygarasının baş mimarlarıydı.

Ve tabi bütün bu yaygarayı Londra'dan yönetiyorlardı.

Gördüğünüz gibi İsrail-İran arasında silah ticareti yapan bir İran
yahudisi ile Pentagon'daki siyonist ekip arasında hiç de gözardı
edilemeyecek bir ilişki ağından sözediyoruz.

İran'da bu tür silah ticaretini yapacak "derin devlet" aygıtının ne
olduğunu belirtmeye gerek duymuyoruz.

Vurgulamak istediğimiz; "Mollalar" olarak karikatürize ettiğimiz,
İran'ı kontrol eden "derin şebeke" ile; Anglo-Sakson siyonist cephe
üzerinde faaliyet gösteren ve Kudüs merkezli Hahamlar Konseyi'nin en
üst "Velayeti-Fakih" işlevi gördüğü derin şebeke arasında ilişki/
işbirliği kanalları uzun süredir bulunmaktadır.

ABD'nin İran'ı; İran'ın ABD'yi kamuoyu önünde "şeytan" ilan etmesi
yeni değildir; şeytanların sahne arkasında, dünya milletleri aleyhine
pazarlık yapması da.

Bir Kontrollü Savaş Senaryosu ile 9 Değerli Kuş

Ve gelelim belki de her ADS tezinin, en azından değerlendirilmeye
alınmak için sahip olması gereken minimum meşruiyet zeminine :
Nedensel Meşruiyet

Tezin öne sürdüğü dinamiklerin; mevcut durum açısından "neden böyle
olsun ki?" sorusuna makul bir açıklaması var mı?

Tezimizin; "İran-İsrail arasında kontrollü savaş senaryosu" olduğu
hatırlandığında; cevaplanması gereken soru;

"İran ve İsrail kontrollü bir savaşa girişerek ne kazanacaklar; mevcut
durum içimizde niye böyle bir senaryonun varlığına dair kuşku
uyandırsın?"

olarak karşımızda duruyor.

Bu soruya net bir yanıt vermek için önce; Irak'taki mevcut tablonun,

"ABD; Irak'ta istediğini elde edemedi ve Şiiler Irak'ta kontrolü ele
geçirdi" tarzı

analitik çıkışlara şüphe ile yaklaşmamız gerekiyor.

Sistani gibi Londra merkezli bir ismin başından beri ABD'ye verdiği
destekten tutun da;

"stratejik müttefiki" Türkiye'nin terörist örgütünün kılına
dokunmazken; "şeytan" ilan ettiği İran'ın Irak'ta konuşlu muhalif
güçlerine savaş sona erer ermez müdahale edip, etkisiz hale getiren
ABD'nin davranışlarına kadar onlarca olay ve gösterge aslında ABD'nin
başından beri

Irak'ta Şii'liği, Londra-Tahran işbirliği ile kendi planları
doğrultusunda yönlendirdiğini ve Irak'ta yaratılan "kaotik" tablonun
bir kontrolsüzlük değil; "kontrollü istikrarsızlık" olarak hedeflenen
bir nokta olduğunu ortaya koyuyor.

Bu noktada; Irak, İran'ın etki alanında bir Şii'lik ile; İsrail'in
etki alanındaki bir Kürt milliyetçiliği arasında paylaştırılmış olarak
Ortadoğu sahnesinde yerini almış durumda.

Bu tabloya bakıp; ABD istediğini elde edemedi demek ancak; ABD'nin
başından beri "resmi" ağızdan ifade ettiği hedeflerinin gerçek
hedefler olduğuna inanmayı gerektirir ki;

bunun için ya hiç tarih okumamış bir cahil; ya da denge politikaları
üzerinde yüksele yüksele entellektüel dürüstlüğünüzü kaybetmiş bakar
kör bir üst düzey bürokrat olmanız gerekiyor.

Aslında İngiliz The Guardian Gazetesinin yazarlarından Simon Tisdall
geçenlerde kaleme aldığı makalede uzun uzun analize gerek kalmadan
ortaya çıkan tabloyu şu şekilde özetledi :
Irak'taki seçim sonuçlarından mutlu olan sadece iki ülke var : Irak ve
İsrail.

Dolayısı ile; karşımızda ciddi anlamda sorgulamamız gereken bir tablo
mevcut.

2003'ün başından beri kaleme aldığımız raporlarda ( Savaş Raporu - I ;
JeoKritik190303); anlı şanlı stratejistler ABD'nin Irak'a "düzen"
getirmek için geldiği masalını millete anlatırken; bizler; ABD'yi
sahaya süren küresel güçlerin "Yeni Matrix"'i inşa etmek için yola
çıktıklarını ve amaçlarının "düzen" değil; "kaos" olduğunu
vurguluyorduk.

O zamanlar bu analizlere gülenler; zamanla analizlerinde değişiklik
yapmak ya da "ABD kontrolü kaybetti" gibi zeminlere kaymak zorunda
kaldılar.

ABD kontrolü kaybetmiş olabilir ama ABD'nin kas gücünü dünya sahnesine
salanlar hedefledikleri kaosta bir sonraki aşamaya geçtiler ve tabi bu
arada ABD devleti ve toplumu içindeki çatlaklarında büyümesine neden
oldular.

Sonuçta "türev" süreç/analiz düzeyinde bakıp, ABD düzen hedefliyordu
dediğinizde , ortada bir başarısızlık

Ana süreç/analiz düzeyinde baktığınızda; dünyadaki düzeni "kaos"
üzerinden yeniden kurgulamak isteyenler için "elde var bir" durumu
sözkonusu.

Bu kuşkucu yaklaşımı daha yapıcı bir noktaya çekip AngloSakson/
Siyonist Cephe'nin "derin" İran ile aşağıdaki temel hatlara ait bir
senaryo üzerinde anlaştığını simule edelim :

1) Savaş; İran toprakları üzerinde sınırlı (bir kaç nükleer santrali
yokeden hava akımları, tesis bombalamaları, v.s.) olarak gerçekleşir.
Savaş sonunda İran'ın toprak bütünlüğü korunur.

2) Savaşın başlangıcı ve ağırlık merkezi Irak'tır.

3) Kerkük üzerinden; NATO merkezli bir senaryo ile Irak'a çekilen
Türkiye; yaratılan kaosta arada kalır ve müttefiklik refleksi ile
yanında yeraldığı AngloSakson/Siyonist cephe için; İran'a karşı tampon
bölge/savaş gücü olarak rolünü üstlenir.

4) Savaş ortamı; İran'ın mollarına, liberallere karşı kaybettikleri
toplumsal zemini, "Batı karşıtlığı" , "Milliyetçilik" üzerinden
yeniden kazanma imkanı tanır

5) ABD yaratılan ortamda iyice batağa girer ve ABD toplumunda büyüyen
çatlağı durdurmanın ve sistemi yasal altyapısı hazırlanan polis
devleti moduna geçirmenin meşru zeminleri hazırlanır. Mevcut kadrolar;
iktidar aygıları üzerindeki hakimiyetlerini bu zeminde daha da
derinleştirir.

6) Savaş; Irak'tan bir Şii ve bir de Kürt devleti çıkmasının "de
facto" şartlarını hazırlar. İsrail'in kontrolünde bir kürdistan;
İran'ın kontrolünde de bir Şii Cumhuriyeti kurulur.

7) Bombalanan altyapılar, yenilenmesi gereken silah stokları, yeniden
ve daha hızlı inşa edilmesi gereken nükleer tesisler; arka planda yeni
karlar, yeni komisyonlar demektir ve tabi bunları savaşlarda katlolan
"kahraman" milletler değil; bu milletleri sahaya süren şeytanlar
kazanır.

8) İran; "şeytana" karşı savaşmış, yenilmemiş olarak; temsil ettiği
Şiilik inancı ile İslam dünyası üzerindeki liderlik rolünü pekiştirir
ve İslam - Batı medeniyeti arasındaki ayrışma daha da derinleşir.

9) Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu üzerindeki kontrolü iyice
zayıflarken; ordusunun stratejik derinliği ve gücü ciddi anlamda zarar
görür ve ülke ekonomik olarak kendini toparlayamayacak teslimiyet
noktasına çekilir.

Yukarıdaki liste; kontrollü bir savaş senaryosunun, bu senaryonun
mimarlarını bir taşla kaç kuş vuracağını ortaya koyması açısından
önemli.

Bu durumda tek sorun; karşıt gözüken iki cephe bünyesinde, böyle bir
çıkar listesinden faydalanacak derin şebekeler/kadrolar mevcut mu ve
bu kadrolar/şebekeler arasında bu anlaşma zeminini kuracak kulvarlar
mevcut mu?

Tezimizin; tarihsel ve mekaniksel meşruiyetini bu soruya daha net
cevap verebilmeniz için kurgulamıştık. Gerisini sizin entellektüel
vicdanına bırakıyoruz.

Bütün bu yazdıklarımızdan sonra; "İran, İsrail'le can düşmanı", "ABD
İran'ı şer ekseni, İran ABD'yi şeytan ilan etti, nasıl işbirliği
yaparlar" gibi cümlelerle itiraz ediyorsanız; bize yapacak üç şey
kalmış demektir :

1) Yazının en başında vurguladığımız; bu analiz çalışması ile , "The
Doğru" değil, dikkate alınması gereken "Olası Doğru"'ya dikkat çekmeyi
amaçladığımızı altını çizerek tekrar hatırlatmak

2) Devletlerin monoblok yapılar olmadığını; küresel jeopolitik satranç
tahtasında, devletlerin üstünde ve altında oyuncular bulunduğuna ve
devletlerinde çeşitli mekanizmalar aracılığı ile bu oyuncuların etki
alanlarına girebileceğine; açıkcası her dürüst düşünürün günümüz
dünyasında rahatlıkla farkına varabileceği dinamiklere bir kez daha
dikkat çekmek.

3) Zamanı hakem yapıp; gözlemlemeye devam etmek.

Saygılar

Açık İstihbarat-2005

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.