[anadoluhaber:37136] Sınır Polisi (2) Posted: 05 Jan 2010 10:01 AM PST Sınır Polisi (2) Sınır Polisi daha doğrusu sınır muhafızları Başlıklı yazıma gelen cevaplardan birisi, ve konuya biraz daha açıklık getirmek amacı ile yazdığım cevap ile Sınır Polisi başlıklı ilk yazımın kısa yollarından biri en alttadır. AHMET beye saygılar güzel bir yazı yazmışsınız fakat son cümlelerinizdeki türkiyenin liderlği doğrudur...fakat bu gücünü kayetmek üzere olan AMERİKA'nınbölgesel güçleri devreye sokma planıdır...Türkiye bölgesel bir güçtür...(ahmet davutoğlu..stratejik derinlik kitabının 75.sayfasına bakınız...)bu plan dahilinde türkiyenin rolü biçilmiştir...(zbigniew brzezinski..büyük satranç tahtası...adlı kitabın son 7.bölümü ve tamamını okuyunuz...)bu şahıs ABD ULUSAL GÜVENLİK DANIŞMANLARINDAN BİRİ,CARTER DÖNEMİ KİTAP 1997 BASKILI ÇEVİRİ 2005 ...yani ABD nin avrasya planıdır avrasyaya hakim olması ancak bölgesel güçleri kullanmasıyla mümkündür...kitapları lütfen okuyalım bilgilerimiz pekişir saygılar ve sevgiler... Sayın Xxxxx Bey Türkiye değişti ve hızla değişmesini tamamlamaya çalışıyor. Mevlana’nın dediği gibi Dünle beraber geçtiii gitti a caanım düne ait ne varsa. Yarınsa henüz gelmedi. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. 8Yarına bir şeyler yapmak lazımdır) Size alınacağınız bir şey söylemedim. Söylediklerim benimle ilgili önyargılarınızın gerçeklerle örtüşmediği. Mesela Zaman gazetesini internette çok dikkatimi çeken bir haberin kaynağı olduğu zaman belki birkaç ayda belki ayda bir okurum. Tüm gazeteleri ayrımsız okurum. Ama tercihen okuduğum gazetelerden çok yazarlardır. Ama sürekli değil vaktim olunca okurum. Sadece Cumhuriyet ve Zaman okuma listemin sonlarında yer alırlar. Çünkü bu iki gazetenin okumadan da yazılarının neler olduğunu hangi yazarının hangi konuda ne yazacağını yada yazmış olabileceğini aşağı yukarı tahmin ederim ve onların yerine kendimde aynı yorumları gözlerimi kapayıp kafamda görüntüleyip okuyabilirim. Zaten onları da bir fikirleri günümüzün konuları ve gündemle ilgilidir. Proje fikirleri de vardır ama ben yeni şeylerden söz edenleri daha ilgi ile takip ederim. Maalesef pek fazla olmasalar da teorisyenleri okurum. Onların ise bilinen tezleri, amaçları, gerçekleştirmek istedikleri dilekleri, savunmak istedikleri alanları iddiaları tuttukları takımları tarafları vardır. Birde internette Cumhuriyetin abone olmak zorunluluğu da zaten ilgimi çekebilecek bir şey yazmadığı için Baykal gibi yandaşlarının ve internet de çıkan yazılardan kısmen takip edip o cephede hala ezberleri dışında bir değişiklik olmadığı için ciddiye almam. Bazen bir değişim odlumu diye göz atarım ve onların her gün aynı DeJaVu’u yaşadıklarını görünce de gülümser ve bırakırım. Her seferinde bunlardan hiçbir şey olmaz 1930 kalmış konuşuyorlar diye yeniden bıkkınlık içinde gazetelerini elimden atıyor yada internetteki sayfalarını kapatıyorum. Cumhuriyet gazetesini çok eskiden kendisine verilmiş bir görev anının hala sürdüğünü zanneden belli bir çocukluk yaşında beyin hasarı, menenjit falan geçirip sakatlamış mongol bir çocuk gibi görüyorum. Zaten bana göre bir zamanların devrimci ve yenilikçisi olarak 10 15 yıl yaşamış bu gazete artık gericiliği ve tutuculuğu temsil ettiği için dikkate değer tek konu olarak bazen verdiği bilim ilavesinin dışında bir değerde zaten taşımayan çağdışı kalmış Sabataist Yahudilerden gerici kesimlerin ideolojik gazetesidir. Artık diğer Sabataistlerin çoğu da onları ciddiye almıyorlar. Ciddiye alanlar bizim devrim yobazlarından bir kısmı. Şimdi her aradığımı internet de buluyorum. Birde sizler inanmasanız da ben o gazetede bir beyin programlama sisteminin çalıştırıldığını ve onu okuyanlarda tiryakilik yapan o programın bir tür Hasan Sabbah’ın haşhaşinleri gibi fikri sabit yaratıp düşünür olmayı engelleyip agresif militan üretmeyi başardığını görüyorum. Geleceğin militanlara değil tarafsız beyinlere ihtiyacı var. Onlar muarızları olan gazeteler ile karşıtlıkları sürdürmek için çalışıyor. Benimde onları önleyecek ve vatandaşlarımı mankafa yapma işlemlerinden koruyabilecek bir imkânım olmadığı için ilgilenmiyorum. Bu sözlerimi hakaret gibi algılamayın emin olun gayet samimi olarak böyle düşünüyor ve nasılsa gelecekte yoklar. Öldüklerinin farkında olmayan zombiler yakında çürüyüp dağılacaklar diye umursamıyorum. Konuya dönersek. Ordu bir süredir bağırsaklarını temizliyor ve sanırım zaten bu amaçla Tayyip Beyin yolunu açıp AKP’yi iktidar yapan bir birim ya da gerçekten varlığını kabulde zorlandığımız derin devlet tarafından orduyu çağın dışında kalarak çamura battığı yerden kurtarmaya çalışıyorlar. Bunu iç savaşa neden olmadan başıbozuk yeniçeriler haline gelmiş çetelerin elinden hasarsız kurtarmak için yapıyorlar diye düşünüyorum. Aksi halde değişim Osmanlıyı yok ettiği gibi iç çatışmalara sebep olu.r, TC.Devletini de ortadan kaldırabilir diye suhuletle ve usulüne göre siyasetle gerçekleştiriyorlar. Eski Türkiye’nin yenidünya da yaşaması ve varlığını sürdürmesi için gerekli operasyonlar yapılıyor zannediyorum. CHP li tucularında alternatifi yok sadece böyle iyiydik devam edelim diyorlar. Ama olmuyor. Türkiye AB ülkelerini aşacak şekilde büyüyor. Değişmezse bu durumdan rahatsız olan haset içinde kıvranan yabancı öcüler ilk fırsatta pay kapmak için saldırır paylaşıp yemeğe çalışacaklardır. Ordu, nasılsa kendi işini kendi görür. Kim kimdir kimdendir bilemediğimiz için hatta onlar da kendi adamlarının kim ve ne olduğunu kesin bilemedikleri için, işi yasal yollara aktardığına göre bırakalım yasal yollar çözsün bize laf düşmez diye düşünüyorum. İş ideolojik boyuttan çıktı, dünya çapında uyuşturucu trafiğine kadar varan karanlık alanlara kadar gidiyor gibi görünüyor. İntihar eden Tatar Yrb. hapisten daha çok Merkez komutanlığına gönderilmekten korkuyor izlenimi verdi. Demek ki ordumuzda da bazı merkezler çetelerden hoşlanmıyor. Bu yüzden bu fakir artık bu konularla değil gelecekte nasıl olabilir diye fikirlerimi ve bilgilerimi paylaşıyorum. Çünkü nasılsa bu noktaya gelecekler. Ben gelecekteki konuları biraz erken gündeme taşımaya çalışıyorum. Resmen gündeme girdiğinde hatırda bulunsun faydalı olur diye düşünüyorum. Bazıları zaten eski düzeni bilmediklerinden dünyada kurulan yeni düzenin de farkında olmadıklarından ve belki de eskiden sizin dediğiniz gibi görev icabı karıştıkları bazı suçların hesaba çekilmesinden çekinerek direnmeye çalışıyorlar ve hatta Hudson toplantısında PKK liderlerini bize teslim etmeyin bu AKP ye yarar diyebiliyorlar. Hâlbuki PKK ile bizim ilgili birimler arasındaki tüm bağlantıları bilen ABD’liler bilmezmiş gibi davranıp PKK liderlerini size verelim derken aslında bizimkileri, onları önce konuşturur sonrada teslim edersek haliniz nice olur diye tehdit ederek değişen Türkiye’yi ve ordusunu kendi istedikleri format da etkileyerek değiştirebilmek için üstü kapalı tehdit ediyorlar sanıyorum. Tehdit edilenlerin de bizim değişim için çalışanları tehdit etmeye iterek kullanırken, kendilerine de bakın sizi değişimcilerden biz sizin hepinizi toplar içeri tıkarlar mesajı verirken, değişime çalışanlara da eski ihtilalcileri biz dizginlemesek onlar yeniden ihtilal yaparlar haaa diye tehdit ile değişimde kendi isteklerini de dikkate aldırmak istiyorlar. Ama anladığım kadarı ile orduda da, siyasette de gizli savaş oyununu yönetenler bu işin farkındalar. Bu yüzden olaylar yavaş ilerliyor ama bu sayede iç savaştan korunmuş oluyoruz. Sözlerimin sağlamasını 2001 de AYM de kapatılma davası açılmış bir AKP ve seçilme yeterliği olmadığı iddiası ile muhtar bile olamaz deyip seçim dışına itilmiş bir Tayyip bey ve Başbakanlığı ona vermem diyen bir CB. Sezerli dönemi ve bütün engelleri nasıl olup da meclis dışındaki bu partinin aşabildiğine dikkat ederseniz Sürecin şimdiye kadarki kısmını başarı ile yürütenlerin aynı şekilde, bundan sonrasının da devletin derinlerinden yönetildiğini ve süreceğini anlarsınız. Burada dış destekten söz ederseniz eski düzene sağlanan dış desteğin daha güçlü olmasına rağmen bu işlerin yürüdüğünü de hatırdan çıkarmamak gerekir. Artık yeni kurulan dünya düzeninde bizlerin görüş ayrılıklarımızın kimsenin umurunda olmayacağı için kısa sürede unutulup gideceğini de söyleye bilirim. Sınır muhafızları konusunu tüm bu konulardan bağımsız olarak ele aldığım çok farklı bir konu. Batılı ülkelerde bulunmuş bu konular dikkatini çekmiş ve oralarda dolaşmış batılı ülkelerin dünya ve Türkiye’deki misyon binaları, önemli kişileri, Elçilik konsolosluk vs. ve diplomatlarının devlet adamlarının koruma sistemlerini yakından görmüş olanlar sözlerimi gayet iyi anladılar ve bu kaçınılmazdır. Çünkü bu iş asker ve polisin eğitimleri dışında çok farklı bir eğitim gerektirmektedir. Ağır silahlar ise ordunun ağır silahlarından farklıdır. Bunların tankları havan topları olmaz. Sahil güvenlik botları vs de savaş gemisi değildir. Savaş uçakları zaten yoktur. Çok gerekirse ordudan ya da hava yollarından isterler. Uzun menzilli dürbünlü tüfekler. Bayıltıcı mermi atan silahlar. Helikopterler. Farklı ve tutuklamadan sohbet ederken sorgulama taktikleri envanterleri hakkında bende fazla bir şey bilmiyorum tek bildiğim asker gibi savaşmazlar. Savaş taktikleri farklıdır. Askeri ağır silahları yoktur. Ama farklı silah ve eğitimleri vardır. Her mesleğin kendi entelegenyası olur. Büyük ve güçlü devletlerde her kurum sadece kendi işini yapar. Yargıda Parlamentonun yaptığı yasaları uygulayıp parlamento da dahil her şeyi denetler ama asla yasa koyucu gibi davranamaz.. Bu suretle yandaşlık oluşamaz ve kurumların çatışmasında gerek kalmaz. İlk yazımın kısa yolu http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/12/anadoluhaber36973-snr-polisi.html A.D.Şimşek |
[anadoluhaber:37134] Muhsin Yazıcıoğlu'ndan sol açılımı! Posted: 05 Jan 2010 08:41 AM PST Yazıcıoğlu'ndan sol açılımı! | | Sivas Belediye Başkanı Doğan Ürgüp, 12 Eylül süreci ile bugün yaşananlar arasında birbirine benzeyen yönler olduğunu söyledi. | | O gün olduğu gibi bugün de kaos ortamı oluşturulmaya çalışıldığını vurgulayan Ürgüp, "Rahmetli Genel Başkan'ımız da konuşup diyalogla bu sorunların çözülebileceğini düşünüyordu. Hatta Ülkü Ocakları olarak o dönemin Dev-Genç veya diğer Dev-Sol'unu masa başına davet etmişti. Konuşarak bu işleri çözelim diye, ancak olmadı." dedi.
12 Eylül dönemindeki ideolojik hareketler içinde ayrımcı hareketler olmadığını kaydeden Ürgüp, "Bugün iş ayrımcı bir hareketliliğe dönüştü. Yani önce bizi Alevi Sünni diye parçalamaya çalıştılar. Çok şükür bu sıkıntıyı atlattığımızı düşünüyorum. Şu anda da bizi Kürt Türk diyerek tercihimiz olmayan ırklarımızla ayrıştırmaya uğraşıyorlar. Bu ayrımcılığın ülkemiz için fayda değil zarar getireceğini düşünüyorum. Ayrımcılığı yapanlar da bu işten zarar göreceklerdir." diye konuştu.
Helikopter kazasında vefat eden BBP'nin merhum Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun da karşılıklı görüşme ve konuşmadan yana olduğunu dile getiren Ürgüp, 12 Eylül 1980 öncesinde Yazıcıoğlu'nun sol örgütlerle bir araya gelmek için pankart hazırlattığını ifade etti.
Ürgüp, şunları söyledi: "O pankartlarla dönemin Ülkü Ocakları, Dev-Genç veya diğer Dev-Sol'u davet etmişti. Konuşarak bu işleri çözelim diye. Ancak bir araya gelemediler. Çünkü masa başına gelinmesini dış mihraklar istemiyordu. Bugün de öyle. Şu anda Türkiye'deki kaosun sebebi de budur. Konuşulması lazım. Meclis'e girip her şeyi yapıyorlar. Terör örgütünün unsuru gibi değil, siyasi parti gibi davranacaklar. Rahmetli genel başkanımız hayatının 5,5 yılını sol bir liderle birlikte hücrede geçirmiştir. Orada kullandığı şöyle bir ifadesi olmuştur. 'Türkiye'yi paylaşamadık ama bugün 2,5 metrekarelik hücreyi paylaştık. 'Hiçbir şekilde kaos ortamı ülkenin geleceği açısından fayda getirmez. Herkesin aklını başına toplaması gerekiyor." |
-- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37137] CHP'den inanılmaz çifte standart! Posted: 05 Jan 2010 08:39 AM PST CHP'den inanılmaz çifte standart! | | CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, partilerine mensup Karşıyaka Belediyesi tarafından işten atılan Kent AŞ işçileriyle Tekel işçilerinin aynı statüde tutulmamasını istedi. Tekel işçilerinin hükümet tarafından mağdur edildiğini öne süren Ersin, 276 Kent AŞ çalışanın atılmasında ise işçileri iş beğenmemekle suçladı. | | Ersin'e tepki gösteren mağdur işçilerse iş beğenmeme lüksleri bulunmadığını vurgulayarak, "Hükümet, Tekel işçilerine 4-C kapsamında iş veriyor. Bizi iş beğenmemekle suçlayan Ahmet Ersin, iş garantileri olmasına rağmen iş beğenmeyen Tekel işçilerine destek veriyor." dedi.
CHP Milletvekili Ersin, Tekel işçilerine destek amacıyla Tek Gıda İş İzmir 2 Nolu Şubesi'ni ziyaret etti. Burada Tekel çalışanlarının yaptığı eylemin işçi sınıfının mücadelesi açısından milat olduğunu söyleyen Ersin, eylemin sonuç alana kadar devam etmesi gerektiğini ifade etti. Ersin, CHP'li Karşıyaka Belediyesi tarafından işten atılan 276 işçi konusunda ise hükümeti ve işçileri suçlamayı tercih etti. Kent AŞ çalışanlarının iş beğenmediğini iddia eden Ersin, bu işçilerle görüşmemelerini de, "Haklı konumda olmadıkları düşüncesindeyiz." şeklinde açıkladı. Yaklaşık dokuz aydır devam eden problemin, Bayraklı'nın ilçe yapılarak Karşıyaka'dan ayrılmasından sonra ortaya çıktığını hatırlatan Ersin, "İktidar, belediyeleri orada yaşayan insanlara sormadan, masa başında böldü. Bölününce Karşıyaka, nüfus itibariyle de gelir itibariyle de küçüldü. Bayraklı, Karşıyaka'dan büyük bir ilçe haline gelince Kent AŞ'de çalışanların aynı şekilde devam etmesi imkansız hale geldi." şeklinde konuştu.
CHP milletvekillerinin, Tekel işçilerine destek verirken seslerini duyurmaya çalışan Kent AŞ işçileriyle neden görüşmek istemediği sorusuna karşılık ise şunları söyledi: "Haklı konumda olmadıkları düşüncesindeyiz. Bayraklı Belediyesi, kendi sınırları içerisinde oturanları işe almak istedi, fakat işçiler bunu istemedi. Yine Kent AŞ'de çalışmaya devam etmek istediler. Orada biraz da işçilerin ve sendikanın hatası var diye düşünüyorum."
Ahmet Ersin, Kent AŞ işçilerinin CHP Karşıyaka ilçe kongresinde milletvekilleriyle görüşebilmek için sabahtan akşama kadar beklemeyip kimseyle görüşememeleri konusunda ise, "Bilmiyorum, ben oraya katılmadım." cevabını verdi. Çıkarılan 276 işçinin, CHP'nin elindeki 28 ilçe ve İzmir Büyükşehir belediyeleri arasında paylaştırılmasıyla ilgili teklifler yapıldığının hatırlatılması üzerine de şunları kaydetti: "Belediyeler borç içinde yüzüyor. Mevcut çalışanların maaşlarını ödeyemiyorlar ki üzerlerine yeni yük alsınlar. Büyükşehir, sırf maaş ödeyebilmek için geçtiğimiz aylarda faizle 24 milyon lira kredi kullandı."
Milletvekili Ahmet Ersin, CHP Genel Merkezi'nin Kent AŞ işçilerinin problemiyle ilgili bir girişim yapıp yapmayacağını ise, "Bölge milletvekillerimiz ilgileniyordur. Benim çok fazla bilgim yok. Elbette birtakım çalışmalar yapılıyordur herhalde." diyerek açıkladı.
Kent AŞ işçileri, kendilerini iş beğenmemekle suçlayan CHP Milletvekili Ersin'in açıklamalarına tepki gösterdi. Atılan işçilerden Ergün Sağlam, iş beğenmeme lüksleri olmadığını söyledi. Hükümetin Tekel işçilerine 4-C kapsamında iş verdiğini, ancak kendilerini iş beğenmemekle suçlayan CHP'li vekilin, iş beğenmeyen Tekel işçilerine her türlü desteği verdiğini vurgulayan Sağlam, "Biz işşiz kalmaktansa, en uzaktaki Karabağlar ve Menderes'e bile gidebiliriz. Ahmet Ersin, neden bizim iş beğenmediğimizi söylüyor? Bize teklif edileni araştırsın, sonra bizi suçlasın. Kent AŞ'de sendikalıydık, fakat bizi taşerona vermek istediler." dedi. DİSK Başkanı Süleyman Çelebi'ye de tepki gösteren Sağlam, Tekel işçisi için iş bırakıldığını, ancak CHP'li belediye olduğu için Kent AŞ işçilerinin haklarını aramak amacıyla iş bırakmaya cesaret bile edilemediğini söyledi. |
-- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37140] 'Kozmik Arama'ya mermili tehdit Posted: 05 Jan 2010 08:33 AM PST 'Kozmik Arama'ya mermili tehdit Seferberlik Bölge Başkanlığındaki arama ve soruşturmayı sürdüren Cumhuriyet Savcısı ile hakime gönderilen zarflardan mermi çıktı. Seferberlik Tetkik Kurulu'nda arama yapan hakim ve özel yetkili savcıya mermili mektuplar gönderildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Seferberlik Bölge Başkanlığı'ndaki aramaya yapılan itirazı oybirliğiyle reddetmesinin ardından Kozmik Oda'da yapılan aramalar devam ediyor. Bugün, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilen mektuptan Kaleşnikof mermisi çıktı. Soruşturmayı sürdüren Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili ile aramayı yapan Hakim Kadir Kayan'a ayrı ayrı gönderilen mektuplardan mermi çıkması polisi de harekete geçirdi. Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ne gönderilen mektuplarla ilgili polis geniş çaplı inceleme başlattı. Mektubun nereden postalandığını araştıran Terörle Mücadele ekipleri, zarflarda herhangi bir parmak izinin olup olmadığına bakıyor. Daha önce de soruşturmayı yürüten savcıya yönelik tehdit içerikli mesajlar gönderilmişti. Özel Kuvvetler'in kalbi olarak bilinen Balgat Kirazlıdere mevkiindeki Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı'ndaki 'Kozmik Oda'daki aramalar 7 gündür devam ediyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik suikast iddiasıyla ilgili 19 Aralık 2009 tarihinde 2 askeri personel, gözaltına alındıktan sonra askeri savcılıktaki sorgularının ardından serbest bırakılmıştı. Daha sonra başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan 8 askeri personel, çıkarıldıkları Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ile 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından serbest bırakılmıştı. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi ise Genelkurmay'ın Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı'nda yapılan 'aramanın durdurulması ve tutanağın imha edilmesine yönelik itirazını reddetmişti. Aramanın, iddia edilen suçla ilgili sınırlandırılmasına ve incelemenin en kısa sürede tamamlanmasına karar veren mahkeme, düzenlenecek tutanağın da suça konu delillerle ilgili bilgi ve belgelerle sınırlı olmasını hükme bağlamıştı. Kararda ayrıca, Hâkim Kadir Kayan'ın, 'kozmik oda'daki çalışmasının hukuka uygun olduğunun altı çizilmişti. -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37138] Bunlardan bizde de var Posted: 05 Jan 2010 08:29 AM PST Köpekleri de siyonistleştiriyorlar İsrail ordusunun, köpekleri "Allahuekber" diyene saldıracak şekilde eğittiği ortaya çıktı. İsrail ordusu da iddiaları reddetmedi ve ordu sözcülüğü bakın ne açıklama yaptı... İsrail ordusuna ait köpeklerin, “Allahuekber” diyenlere saldıracak şekilde eğitildiği öne sürüldü. Haaretz gazetesinin haberine göre iddia, İsrailli bir Arap milletvekili tarafından dile getirildi. Arap asıllı milletvekili Ahmet Tibi, İsrail ordusuna ait köpeklerin “Allahuekber” diyenlere tepki verecek şekilde eğitildiğini öne sürerek, olaya İsrail askerlerinin ailelerinin de tanık olduğunu söyledi. İsrail askerlerinin geçen Pazar günü bir tören sırasında eğitimli köpeklerle bir gösteri yaptığını kaydeden Arap asıllı milletvekili, köpeklerin gösterdiği tepkiyi, gösteriyi izleyen bütün asker ailelerinin gördüğünü bildirdi. Haaretz gazetesi, İsrail ordusuna ait köpeklerin “Allahuekber” diyenlere saldırdığı şeklindeki iddianın ilk kez İsrail Radyosu’ndan çalışan bir muhabir tarafından dile getirildiğini yazdı. İsrail ordusu da iddiaları reddetmedi. Ordu sözcülüğü tarafından yapılan açıklamada, “Köpek biriminin yeteneklerinden biri de üniformalı da olsa sivil kıyafetli de olsa düşmanı ayırt edebilmektir” denildi. -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37115] Gunlugumden Ayet ve Hadisler 1 Mayıs 2005 Posted: 05 Jan 2010 03:34 AM PST 1 Mayıs 2005 "Onların azabını belli bir zamana kadar geciktirecek olsak derler ki: Onu alıkoyan nedir? -- Zamanı gelince bunu hiç bir şeyin alıkoyamayacağını iyice bilin. Onların alay ettikleri azap kendilerini kavrıyacaktır." "İnsana bir nimet tattırır, sonra ondan uzaklaştırırsak, ümitsizleşir, nankörleşir." "Ona başına gelen bir dertten sonra nimetler verecek olsak derler ki: Kötülükler nihayet gitti; genişlik, rahatlık geldi. Böbürlenir, övünür." Hud Suresi, 11-13. Ayetler "Gafil, hür, namuslu, inanmış kadınlara iftira edenler dünyada da, ahirette de lanetlenmişlerdir; onlara büyük bir azap da vardır." "Bir gün onların dilleri, elleri, ayakları kendilerine karşı tanıklık edecektir." "O gün Allah onlara cezalarını hakkıyla verecektir; o zaman anlıyacaklar ki, Allah, apaçık haktır." En-Nur Suresi, 23-25. Ayetler "Sen, kötülüğü güzellikle sav, Biz onların neler dediğini daha iyi biliriz." El-Müminun Suresi, 98. Ayet http://www.gorkemates.com |
[anadoluhaber:37145] MÜSTERİH OL NAZIM BABA.../www.soruyusormak.com Posted: 05 Jan 2010 01:29 AM PST Oyun oynamıyoruz arkadaşlar, durum ciddi... Hiç olmadığı kadar ciddi, vahim ve ürkütücü... Hiç beklemediğiniz anda çıkıyorlar ortalığa, karşınıza... Karşımıza!.. Bazen bir film karesinde, bazen bir dizi repliğinde, bazen bir şarkı sözünde, bir dünya görüşünün yaşama doğru akan o daracık kıvrımında... Her an... Ve her dakika tetikte olmak gerekiyor... Her an uyanık, her an diri, sağduyulu ve bilinçli olmak gerekiyor... Bazen... "Beynelmilel" bir senaryo ile vuruyorlar Türk Silahlı Kuvvetlerine... Bazen açıktan, cepheden, karşıdan... Ve çoğu zaman da içeriden, derinden ve arkadan... Ve bazen, Amerikancı 12 Eylül faşizmine karşı oluşan toplumsal muhalefetin rüzgârını arkalarına almaya çalışarak... Çoğu zaman kavramlara olmadık külahlar giydirerek... Ya da, Güneydoğu'dan tezgâhlanan ayrılıkçı akımın bilinçsiz kitlelerini gıdıklayarak... Veya, ikinci Cumhuriyet damgasını taşıyan "açılım" politikalarının entel ve işbirlikçi görüntüsünü perdeleyerek... Saldırıyorlar! Açıkça, pervasızca, hunharca saldırıyorlar... Bu Devlet'in ordusuna... Yargıtay'ına, Danıştay'ına, Bağımsızlıktan yana tüm demokratik kitle örgütlerine, Demokrasiden ve hukuk devletinden yana olan tüm medya organlarına... Aydınlarına, Sanatçılarına, Yazarlarına/çizerlerine, Tekel işçilerine, İtfaiye işçilerine, Ve tüm emekçilere... Saldırıyorlar! Hak , adalet, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve ulusal egemenlik talep eden herkese saldırıyorlar!.. Bizi bir arada tutan bütün değerleri yıkıyorlar, saldırıyorlar. "Onlar umudun düşmanıdırlar... Biliyoruz, Nazım Baba!.. Biliyoruz, Bursalı havlucu Recep, biliyoruz bütün bunları... "Onlar umudun düşmanıdır[lar]... akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı..." Ve onlar... "...toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok... olanların düşmanıdırlar!"... [Evet!] kahreden ve yaratan ki, onlardır. Karşı saflarda yalnız onların ihanetleri vardır... İşte biz... Nazım baba ve de biz... "Onlar"ın karşısında yerimizi almış, safımızı tutmuş... Tekmil Cumhuriyet değerlerinin mirasçıları, bağımsızlık mücadelemizin savaşçıları... Ve Mustafa Kemal Atatürk'ün emanetçileri olarak... Buradayız! Emin ol ki, kararlıyız. Ve müsterih ol ki, bu memleketi kuşa kurda yetirtecek bir millet değiliz!.. www.soruyusormak.com www.dnm-ler.com |
[anadoluhaber:37122] Sevgili ve Sayın Başbakanın Eşi Emine Erdoğan Telefon Dinlemesine Takılırsa yazan: Mersinden Burak CANLI Posted: 04 Jan 2010 10:48 PM PST SEVGİLİ VE SAYIN BAŞBAKANIN EŞİ EMİNE ERDOĞAN TELEFON DİNLEMESİNE TAKILIRSA yazan: MERSİNDEN BURAK CANLI Benim bu yazımı da okurken diyeceksiniz ki ya bu adam iyi ki bir Belediye Başkan adayı olmuş. Olmasaymış ne edermiş şimdi. Haklısınız. Eğer şartlar doğarsa sizde olun ve başınıza gelecekleri bir görün. Zira 20 Mart seçimlerinde has bel kader de olsa ben Belediye Başkan adayıydım. Kendi çapımda tüm hız ve kendi kendime verdiğim gazla çalışmalara devam etmekteydim. Elde avuçta hiçbir maddiyat bulunmamakla birlikte bulunması gereken diğer başka şeyler de olmadan yola devam ediyordum. İşte tam o sıralarda kendi aday olduğum seçim bölgesinden de kendime dahi oy atamayacaktım. Çünkü ikametgâhım farklı bir yerde bulunmaktaydı. Adaylık teklifi ile oy pusulaları zamanı birbiriyle uyuşmadığından ayrıca o melun tarihte kendine oy veremeyen bir belediye başkan adayı olarak tarihe geçmekteydim. Evet, eğer mümkünse bunun için bir ödül falan Aman ha hiç durmayın ve harekete geçin de verin bir ödül. Ne de olsa her kez gibi bende ödül, hediye çok severim. Sen oy kendine veremiyorsan ailen ve eşin dostun vermiştir dediğinizi duyar gibiyim. Ama nafile çünkü ailem verebilme şansı olsa bana oy verirmiydi bilmiyorum. Ama aynı benim gibi onlarda benim aday olabilmeyi başarabildiğim bölgede oturmamaktaydılar. Buna karşın en azından bana vermeseler de benim mensup olduğum partiye oy vermeleri gerekirdi. Ama bir gün en değerlisinden eşim çıktı ve ben A partisine oy vermeyi düşünüyorum dedi. Hım, hım dedim. Ve bu konuyla ilgili bir yorumda bulunmadım. Evet, onun için saçımı süpürge ettiğim eşim bana bunu da demişti. Ben adaylar içerisinde favori bir aday olmuş olsaydım. Ve seçimi kazanma şansım yüzde ellilerde olaydı ve eşim bir arkadaşına bu fikrini telefonda sözlüyeydi ve bu konuşma da dinlemeye takılaydı benim halim ne olurdu. Yani kendi eşi dahi adamın aday olduğu partiye oy vermiyor demezler miydi? Büyük dalgalanma. Maazallah beni topa tutarlardı. Ne var ki eşim benim gibi ben haricinde kimsecikler tarafından kale alınmıyordu. Ama nerdeyse seçimler de eşimin oy atacağı partiye bende tercihimi kullanacaktım. Ama eşim oy kullanamadı ve ben aday olduğum partiye oy verdim. Bu yazıda benim de asıl olarak anlatmaya çalıştığım husus gerçek demokratlığın bu olduğudur. Kişi kime isterse ona oy verir. Onu etik olmayan yönlerden etki altına almak ve onun üzerinde baskı uygulamak yanlış ve hatalı olacaktır. Baskılar zulüm a yol açarken zulüm ise diğer başka yanlışlara yol açacaktır. İsteyen isteği gibi oy verme hakkına sahiptir. İsteyen istediği gibi düşünme hakkına sahiptir. Yasa ve hukuk kuralları yeter ki çiğnenmesin. Sevgili ve Sayın Başbakanımızın Eşi de eşi gibi düşünmek zorunda değildir. Mecburiyeti eş olmasına bağlamak yaklaşımların en kötüsü olacaktır. Sevgili ve Sayın Emine ERDOĞAN bir gün bir arkadaşıyla yaptığı telefon sohbetinde eşi için hatalı, yanlış olacak kelimeler telaffuz edecek olursa Sayın ve Sevgili Başbakanımız Recep Tayyip ERDOĞAN eşine nasıl bir tepki verecektir. Bakın gerçekten de Sayın Erdoğan bu kelimeyi Mersinli Çiftçiye dedi mi bilmiyorum. Ama basından okuduğuma göre ki “ananı da al git” demiş. Eğer o cümleyi bir yabancıya kameralar önünde gerçekten de zikrettiyse bu halde Sayın Emine ERDOĞA’na neler demez. Tabi insanlık hali diyebilirsiniz. İnsanı çileden çıkartıyorlar diyebilirsiniz. O çiftçinin başka bir siyasi ideolojinin adamı olduğuna da iddia edebilirsiniz. Bu hal de tüm savunma delillerini ortaya koyarak Sayın ERDOĞAN’ı savunabilirsiniz. Ama sorun Sayın ERDOĞAN’ı savunmakta değildir. Sayın ERDOĞAN’ları Sayın CANLI’ları Sayın olan daha nicelerini savunmak kolay olan ve doğru olandır. Oysa Sayın Başbakanımızı bu durumlardan ötürü savunmak yanlış ve hatalı olacaktır. Sevgili ve Sayın Başbakanım Recep Tayyip ERDOĞAN sizin kötü bir adammış gibi diğer bazı çevrelerce lanse edilmeniz beni derinden hüzüne boğmaktadır. Bunu içtenlik ve tüm samimiyetimle dile getiriyorum. Şu dakikadan itibaren sizden siyasete son verene kadar hep gülmenizi ve tüm iyimserliğinizi halka göstermenizi istirham ediyorum. Çünkü biliyorum ki siz de en az diğer siyasiler kadar iyi bir ruh yapısına sahipsiniz. Çünkü biliyorum ki siz de en az diğer siyasiler kadar içinizde insan ve Ülke sevginizi içiniz de barındırıyorsunuz. Ama tüm bunlardan öte olan bir şey vardır ki o da tarihtir. Tarih sayfalarında ki yerinizi “öfkeli ve hiddetli kişilikte birisiydi, demokratım diyordu, ama uygulama da demokrasiden eser yoktu, hukuk diyordu, iktidardı muhalefet gibi yan çiziyordu.” Almamanız gerektiğidir. MERSİNDEN BURAK CANLI |
RE: [anadoluhaber:37116] Habertürk Olayı Böyle Çarpıttı Posted: 04 Jan 2010 03:36 PM PST O şerefsiz sensin O… çocuğu. Sana mailleri üye olduğun gruplar gönderiyor. Senin gibi ahlaki zafiyeti olanların bu gruplara alınmaları hata. Ben de aynı şeyi söylüyorum. Bana bu maili gönderen kendi dediği gibi olsun.. Sefer Özdemir Beyefendiden de ricamız bu tarzda ahlaksız metinlere imzasını koyan karakterleri TürkBirDev de barındırmamalı. Zira, bir gün gelir bu kişiler size de aynı küfürleri yapacaklardır. Unutmayın, olduğunda beni hatırlayacaksınız.. Muzaffer Deligöz Gazeteci-Yazar From: Emin Altug Turan [mailto:eminaltug@yahoo.com] Sent: Tuesday, January 05, 2010 1:10 AM To: domino_etkisi@googlegroups.com; muzafferdeligoz@ena-ajans.com Subject: RE: [anadoluhaber:37048] Habertürk Olayı Böyle Çarpıttı Hangi orospu cocugu akp iti veya fetullahci serefsiz beni bu email gurubuna dahil etti ise allah belasini versin. Serefsiz kimlik hirsizlari sizi. --- On Mon, 1/4/10, muzaffer deligöz <muzafferdeligoz@ena-ajans.com> wrote: From: muzaffer deligöz <muzafferdeligoz@ena-ajans.com> Subject: RE: [anadoluhaber:37048] Habertürk Olayı Böyle Çarpıttı To: anadoluhaber@googlegroups.com Date: Monday, January 4, 2010, 1:35 PM Bu sırlar eğer Devlet sırrı ise; anayasada bulunan haklar ve sorumluluklar çerçevesinde yetkili kişilerin bu evrakları görebilmeleri gerekir. Yok sadece Askerler görebileceklerse, bu Devlet sırrı değil, ASKERLERİN SIRRI'dır Anayasamıza göre; 1- Cumhurbaşkanı, Ordunun Başkomutanı olarak Anayasada belirtilmiştir. Madde 104-117 2- Başbakan ise, Genel Kurmayın yaptıklarından sorumlu tutulmuştur. Madde 117 3- Genel Kurmay Başkanı da Başbakan'a karşı sorumlu tutulmuştur. Madde 117 4- Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarını Hükümet seçmekte ve Cumhurbaşkanına tasdiki ile tayin edilmektedirler. Madde 104-117/4 5- Yasama-Yürütme ve İdare yani Devletin bütün organları (ki, buna Genel Kurmay Başkanlığı ve ordunun bütün kademeleri girer) yetkili Yargı ve İdari mercilerce (C.Savcıları-Hakimler-Yargıtay-Danıştay-Sayıştay-TBMM) denetlenmekten ve gerekli kanun hükümlerine göre yargılanmaktan alıkonamazlar. Madde 138 Bu konudaki Anayasa hükümlerinden biri şudur: TC ANAYASASI (Madde:117- Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur. Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.) TC ANAYASASI MADDE 138. – Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Şimdi; senin tayin ettiğin, her türlü tasarrufundan TBMM'ne yani millete karşı sorumlu olduğun, istediğin zaman görevden alabileceğin Genel Kurmay Başkanı ve Komutanların, TC Devleti için hazırladığı bilgi, belge ve raporları kendilerinden başkası göremez demek cahillikten öte kasıtlı bir anlayıştır. HERKES BİLECEK VE ANLAYACAK; BU ÜLKE "demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir." HER KURUM, KENDİ YETKİ VE SORUMLULUKLARI İÇİNDE HAREKET EDEBİLECEK.. DEVLET DEMEK SADECE ORDU DEMEK DEĞİLDİR. DEVLETİ OLUŞTURAN KURUMLAR ANAYASA İLE BELİRLENMİŞ, YETKİLERİ VE SORUMLULUKLARI AÇIKLANMIŞTIR. DEVLET SIRRINI, BU İŞLERDEN DOLAYI SORUMLU OLANLAR ELBETTE GÖREBİLİRLER, DEĞİŞTİREBİLİRLER. GÖREMEYECEKLERİ BELGELERİN SORUMLULUĞUNU ANAYASADA NİÇİN ONLARA VERSİN ? DÜNYANIN HİÇBİR ÜLKESİNDE ORDU, KENDİ YAPTIKLARINDAN DOLAYI DEVLETE KARŞI HESAP VERMEZ DURUMUNDA DEĞİLDİR. BU GÜNE KADAR TÜRKİYEDE BÖYLE İDİ, AMA ARTIK BÖYLE OLMAYACAK. CUMHURBAŞKANI DA, BAŞBAKAN DA, HAKİM DE, SAVCI DA, ASKER DE YAPTIKLARININ HESABINI BAĞIMSIZ YARGI ÖNÜNDE VERECEK.. BU SEBEPLEDİR Kİ, YAŞASIN DEMOKRASİ, YAŞASIN DEVLET DİYORUZ.. Muzaffer Deligöz www.muzafferdeligoz.blogcu.com From: anadoluhaber@googlegroups.com [mailto:anadoluhaber@googlegroups.com] On Behalf Of Haber Onay Sent: Saturday, January 02, 2010 11:40 PM Subject: [anadoluhaber:37048] Habertürk Olayı Böyle Çarpıttı VE MÜHÜRLER AÇILDI DELİLLERİ YAKIYORUZ BİR HAKİM BİNLERCE BELGE GLADİO ARŞİVİ MERCEKTE MÜHÜRLÜ ODANIN SIRRI KOZMİK ODANIN SIRRI KOZMİK ODADA EN UZUN GÜN | |
[anadoluhaber:37131] Hem İsrailci-Amerikancı hem ulusalcı olunmaz! - Kurtar bizi laik Obama, yaşasın Kemalist Jeffrey (3) Posted: 04 Jan 2010 02:51 PM PST
Kurtar bizi laik Obama, yaşasın Kemalist Jeffrey Tabii bu Obama’ya bu seslenişler Cumhuriyet gazetesinin iç sayfalarında hemen yankısını buluyor. Cumhuriyet gazetesinde bir Obama kampanyasıdır gidiyor. Obama laikliğe çok önem veriyormuş… Obama yönetimi Davos’tan sonra AKP’ye soğukmuş… v.s… Bir taraftan Obama’ya neo-conların hatasını bırak, AKP’yi destekleme diyorlar, diğer yandan her Allahın günü neo-con Michael Rubin’den demeç alıyorlar. Yıllardır aynı adam, aynı olta: ABD artık AKP’den vazgeçmiş. Daha geçtiğimiz ay AKP yıpransın diye Filistin konusunu sürekli gündeme getiren, hatta Saadet Partisi’ni destekleyen, yayınladığı komik anketlerde Saadet’i %15 gösteren Cumhuriyet gitmiş, bir hafta içinde yerine İsrailci Cumhuriyet gelmiş. Bakın İlhan Selçuk ne diyor: “Peki, Türkiye’de teröre karşı gibi görünen AKP hükümeti, İsrail-Filistin coğrafyasında neden terörün yanında yer alıyor?.. RTE Türkiye’de teröriste karşı.. İsrail’de teröristten yana... Gel de kafayı yeme... PKK’ye karşı olup da dünya âlemin, terörist olduğunda birleştiği Hamas’ın yanında olmak, kim bilir, belki de çok yüksek bir politikadır...” Birincisi İlhan Selçuk bir ulusalcı mı? Eğer ulusalcı ise Tayyip’in Türkiye’de teröre karşı olduğunu nasıl söyleyebilir? Tayyip terörü Türkiye’de hortlatan adam değil mi? Bu söylem kimin söylemi. Bu söylem İsrail ve ABD söylemi… Bu ülkeler yıllardır PKK’yı terör örgütü kapsamından çıkarmakla Türkiye’yi tehdit etmiyorlar mı? Zaten Tayyip de PKK’yı masaya çağırmıyor mu? İlhan Selçuk İsrail Büyükelçisi gibi konuşuyor. İç sayfalarda zaten Leyla Tavşanoğlu İsrail Büyükelçisiyle tam sayfa röportaj yapıyor. Büyükelçi AKP’yi çok sert eleştirdi diye gaza gelip röportajı manşete çıkarıyor Cumhuriyet. Ama röportajda öyle bir şey yok. Diğer yandan İlhan Selçuk hızını alamıyor başlıyor Nasır’a hakaret etmeye: “Kimi gazete köşelerinde ve TV’lerde sergilenen laflara bakılırsa, bizim RTE Arap dünyasının yeni Nâsır’ı olacakmış... Söyleyenlere demeli ki: - Ağzından yel alsın... Abdülnâsır’ın İsrail karşısında hem Arap âlemini, hem Mısır’ı -hem de savaşta- nasıl yenilgiye uğratıp rezil kepaze ettiğini bilmeyen var mı?..” Maksat Tayyip’i eleştirmek değil, İsrail’e yamanmak. En komiği ise Özgen Acar’ın ABD’nin yeni büyükelçisi Jeffrey’e yazdığı açık mektup. Özgen Acar Grossman’ın çok Amerikancı (adam ABD büyükelçisi, insaf Rusçu mu olsun!!!) olduğunu ama yeni büyükelçi Jeffrey’in Kemalizmi ve ulusal değerlerimizi benimsediğini iddia ediyor: “Grossman, büyükelçi olarak Ankara’ya adımını attıktan birkaç gün sonra, ilk işi Kızılay’da yeni açılan McDonald’s’ta hamburger yiyeceğini önceden basına haber vererek ilginç ama ‘Amerikancı’ bir tanıtım yöntemi izlemişti. Siz ise Grossmann’ın yükseldiği noktadan Ankara’ya büyükelçi olarak döndüğünüzde basınla ilk ilişkinizi, havaalanından sonra Anıtkabir’de Atatürk’ün huzurunda kurdunuz. Anı defterine ‘bir Kemalist gibi’ düşüncelerinizi yazdınız. O sözlerinize 2. mektubumda yer vermiştim. Ardında kar fırtınasının yoğun olduğu 17 Ocak’ta yanınızda Atatürk’ün askerlikten devlet adamlığına geçişine ilişkin kitap yazmış olan Fulbright Üniversitesi Profesörü George Gavrych’i de alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun önünü açan Sakarya Savaşı’nın başladığı sırtlarda ilginç ziyaretler yaptınız. Sakarya Savaş Anıtı’nı, Duatepe Şehitlik Anıtı’nı o kar kışta ziyaret ettikten sonra Alagöz Karargâh Müzesi’ndeki anı defterine ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün zaferi yalnızca müttefikimiz modern Türkiye’nin doğuşunu sağlamamış, aynı zamanda özgürlük ve bağımsızlığa hasret olanlara ilham kaynağı olmuştur’ diye yazarak Anıtkabir sözlerinizi pekiştirdiniz.” Yeni büyükelçinin ne kadar Kemalizme yakın olduğunu anlatan Acar, ardından yeni büyükelçiye PKK’dan tutun dinciliğe, uyuşturucu ticaretinden BOP’a kadar her konuda isteklerini iletiyor. Ve böylelikle Türkiye ve tüm dünya Cumhuriyet gazetesi sayesinde tarihte bir ilk ile tanışıyor: Kemalist bir ABD devlet adamı!... Adamın belki haberi yoktur ama olsun. Cumhuriyet gazetesi Kemalizmin noteri değil mi? İlan ettiler oldubitti! -- Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır. Türkiye, eğer Türkiye'nin omurgasını çökerten, elini kolunu bağlayan, tarihî yürüyüşünü sona erdiren ve sadece laik küresel sistemin çıkarlarını korumaktan başka hiçbir iş yapmayan bu hastalıklı, marazî, şirret, ilkel çetelenme yapılanmasını çökertemezse, tasfiye edemezse, Türkiye tasfiye edilmiş olacak. Leş kargaları kapıda bekliyor... ------------------------------------- http://dava-vatan.blogspot.com/ |
RE: [anadoluhaber:37128] Habertürk Olayı Böyle Çarpıttı Posted: 04 Jan 2010 01:35 PM PST Bu sırlar eğer Devlet sırrı ise; anayasada bulunan haklar ve sorumluluklar çerçevesinde yetkili kişilerin bu evrakları görebilmeleri gerekir. Yok sadece Askerler görebileceklerse, bu Devlet sırrı değil, ASKERLERİN SIRRI'dır Anayasamıza göre; 1- Cumhurbaşkanı, Ordunun Başkomutanı olarak Anayasada belirtilmiştir. Madde 104-117 2- Başbakan ise, Genel Kurmayın yaptıklarından sorumlu tutulmuştur. Madde 117 3- Genel Kurmay Başkanı da Başbakan'a karşı sorumlu tutulmuştur. Madde 117 4- Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarını Hükümet seçmekte ve Cumhurbaşkanına tasdiki ile tayin edilmektedirler. Madde 104-117/4 5- Yasama-Yürütme ve İdare yani Devletin bütün organları (ki, buna Genel Kurmay Başkanlığı ve ordunun bütün kademeleri girer) yetkili Yargı ve İdari mercilerce (C.Savcıları-Hakimler-Yargıtay-Danıştay-Sayıştay-TBMM) denetlenmekten ve gerekli kanun hükümlerine göre yargılanmaktan alıkonamazlar. Madde 138 Bu konudaki Anayasa hükümlerinden biri şudur: TC ANAYASASI (Madde:117- Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur. Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.) TC ANAYASASI MADDE 138. – Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Şimdi; senin tayin ettiğin, her türlü tasarrufundan TBMM'ne yani millete karşı sorumlu olduğun, istediğin zaman görevden alabileceğin Genel Kurmay Başkanı ve Komutanların, TC Devleti için hazırladığı bilgi, belge ve raporları kendilerinden başkası göremez demek cahillikten öte kasıtlı bir anlayıştır. HERKES BİLECEK VE ANLAYACAK; BU ÜLKE "demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir." HER KURUM, KENDİ YETKİ VE SORUMLULUKLARI İÇİNDE HAREKET EDEBİLECEK.. DEVLET DEMEK SADECE ORDU DEMEK DEĞİLDİR. DEVLETİ OLUŞTURAN KURUMLAR ANAYASA İLE BELİRLENMİŞ, YETKİLERİ VE SORUMLULUKLARI AÇIKLANMIŞTIR. DEVLET SIRRINI, BU İŞLERDEN DOLAYI SORUMLU OLANLAR ELBETTE GÖREBİLİRLER, DEĞİŞTİREBİLİRLER. GÖREMEYECEKLERİ BELGELERİN SORUMLULUĞUNU ANAYASADA NİÇİN ONLARA VERSİN ? DÜNYANIN HİÇBİR ÜLKESİNDE ORDU, KENDİ YAPTIKLARINDAN DOLAYI DEVLETE KARŞI HESAP VERMEZ DURUMUNDA DEĞİLDİR. BU GÜNE KADAR TÜRKİYEDE BÖYLE İDİ, AMA ARTIK BÖYLE OLMAYACAK. CUMHURBAŞKANI DA, BAŞBAKAN DA, HAKİM DE, SAVCI DA, ASKER DE YAPTIKLARININ HESABINI BAĞIMSIZ YARGI ÖNÜNDE VERECEK.. BU SEBEPLEDİR Kİ, YAŞASIN DEMOKRASİ, YAŞASIN DEVLET DİYORUZ.. Muzaffer Deligöz www.muzafferdeligoz.blogcu.com From: anadoluhaber@googlegroups.com [mailto:anadoluhaber@googlegroups.com] On Behalf Of Haber Onay Sent: Saturday, January 02, 2010 11:40 PM Subject: [anadoluhaber:37048] Habertürk Olayı Böyle Çarpıttı VE MÜHÜRLER AÇILDI DELİLLERİ YAKIYORUZ BİR HAKİM BİNLERCE BELGE GLADİO ARŞİVİ MERCEKTE MÜHÜRLÜ ODANIN SIRRI KOZMİK ODANIN SIRRI KOZMİK ODADA EN UZUN GÜN |
[anadoluhaber:37146] Ya alçaksınız ya da Salak... Posted: 04 Jan 2010 09:26 AM PST Ya alçaksınız ya da Salak... | | | Bülent Arınç’a suikast iddiaları bağlamında medyada şöyle şeyler yazıldı... “Efendim böyle suikastçı mı olur?” “Adamlar salak. Suikastçı dediğin zeki olur.” “Bir adresi hatırlamıyorlar mı?”
Bu yorumlardaki ahlak-dışı bakış açısını bir yana bırakıyorum... Bu ülkede üst düzey bir politikacıya suikast yapılabilmesi ihtimali hâlâ son derece “olası”... Böyle bir rezaletin “olabilirliği” üzerine, bu “olabilirlik”i mümkün kılan sakat siyasal atmosfer üzerine konuşmuyorlar... Suikastçıların zekâ kapasitesi ve katledebilme performansına dair zırvalıyorlar...
Türkiye’de bırakalım “bireysel zekâ”ları bu bireysel zekâlardan çok daha üst seviyede olması gereken “kurumsal zekâ”lar bile yerlerde sürünmektedir... Hatta denilebilir ki Türkiye’de kurumlaşmış olan yegâne geleneklerden biri “kurumsal salaklık geleneği”dir...
Özgürlükçü-demokrat kaygılarımızı bir an için bir yana bırakalım... Varsayalım çok koyu bir Türk milliyetçisisiniz... Ölümüne ulusalcısınız... Sapına kadar Kemalistsiniz... Türk devletinin bekasından başka hiçbir değer tanımıyorsunuz... “Devlet ve ordu kutsaldır” diye inanıyorsunuz... “Türk devletinin ve TSK’nın kutsallığının korunması uğruna insanlar da öldürülebilir, her türlü operasyon yapılabilir” diye inanıyorsunuz... Ama yine de zeki olmak zorundasınız... Nasyonalist-militarist bir siyasal düzenin yaşaması için de bir “kurumsal zekâ”ya ihtiyaç vardır. Bir yönetme kabiliyetine ve zekâsına ihtiyaç vardır...
Zekâ sahibi bir ulusalcı/milliyetçi de Kürt köylerinin dağlarına kocaman “Ne Mutlu Türküm diyene” diye yazılmasını tasvip E-DE-MEZ... Kürt unsurların yaşadığı coğrafyanın dağlarına kocaman harflerle “Ne Mutlu Türküm diyene” yazmak resmen halkı isyana teşviktir... O coğrafyanın Kürt gençlerine “Dağlara gel, dağlara!!” çağrısıdır böyle dev yazıları o dağlara yazmak... Kürt gençlerini silahla isyan etmeye tahrik etmektir bu... Asgari seviyede zekâya sahip bir insan bunu idrak eder, anlar, bilir...
Hadi bu “bireysel zekâ”ya sahip olmayan işgüzar bir subay ya da general bunu yaptı... İşte o noktada Genelkurmay karargâhının “kurumsal zekâ”sı devreye girer ve “Derhal o yazıyı oradan kaldırın” emrini verir... Kurumsal zekâ sahibi bir devletin, bir ordunun yapması gereken budur... Tabii gerçekten bu ülkenin bölünmez bütünlüğünün devamı GERÇEKTEN isteniyorsa böyle yapılmalıdır... Eğer “Bölünmez bütünlük bahane, kurumsal imtiyazların devam etmesi şahane” anlayışı varsa o orduda o zaman bu hareket zekâ dolu bir harekettir... Fakat bu zekâ alçaklığa hizmet eden bir zekâdır...
Türk Silahlı Kuvvetleri “Kendi kurumsal imtiyazını her şeyin üzerinde tutan” alçak bir zihniyete sahip olamaz, olmasına ihtimal yoktur... Eğer böyle bir durum varsa bu resmen vatana ihanettir... Bu topraklara ihanettir... 72 milyon insanımıza ihanettir... Ordumuzun ve devletimizin böyle bir ihanet içinde olacağını düşünmediğimize göre o zaman orada çok ciddi bir “kurumsal zekâ eksikliği” olduğunu açıkça tespit etmek zorundayız...
Van’daki askerî kışlaya o bölgede katliam yapmış Mustafa Muğlalı’nın ismini vermek de böyle bir harekettir... Bomonti’de Ermeni yurttaşlarımızın yaşadığı mahallenin okuluna “Talat Paşa” ismini vermek de böyle bir harekettir... Dediğim gibi bu meydan okuyucu işleri yapanlar kasten yapıyorlarsa buna alçaklık denir... Türk devletini zaafa düşürmek amacında olan bir zekânın ürünüdür bu hareketler... Eğer samimi olarak Türk devletinin ve ordusunun bekası düşünülüyorsa, samimi olarak “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” isteniyorsa yukarıda saydığım işler salaklıktır... Bu işleri hangi kurum yapıyorsa, o kurum da vahim bir “kurumsal salaklık” hastalığına sahip demektir... Bu ülkeyi seviyorsak, dürüstçe bu “kurumsal salaklık”ı afişe etmek zorundayız... Ortada Ya alçaklık ya da salaklık var... Üçüncü bir ihtimal de yok..
. Dolayısıyla tekil bireylerin zekâsına dair yorum yapanların “salaklık” analizleri zırvadan ibaret...
Batman Valiliği’ne uyarı
Özgür Eğitim ve Bilim Çalışanları Sendikası’nı dikkatle takip ediyorum... Türk sendikacılık geleneği genel olarak devletçi ve statükocu bir zihniyete sahiptir... Sistem muhalifi olduğunu iddia eden anlı şanlı DİSK’in 28 Şubat darbesindeki utanç verici işlevini bu ülkenin vicdan sahipleri unutmuyor... Türk-İş zaten resmî devlet sendikası gibi. Şimdilerde Memur-Sen bu geleneği kıran daha sivil bir sendikacılık anlayışını temsil etmeye çalışıyor. Fakat Memur-Sen’in de Alevi meselesi gibi konularda daha da özgürlükçü olması gerekiyor. KESK kimi konularda tam demokrat ama iş İslâm meselesine gelince nedense “Kemalist bilinçaltı” galip geliyor... Alenen Ergenekoncu olan sendikaları saymıyorum bile...
İşte bu tablo içinde Özgür-Eğit-Sen tam anlamıyla özgürlükçü-demokrat bir sendika... Fakat geniş bir kitleselliği yok. Büyümesi de engellenmek isteniyor. Batman Valisi ve Batman İl Milli Eğitim Müdürü bugünlerde bu sendikaya takmış durumda. Bu kurumun üstüne hukuksuzca gidiyorlar. Batman’da örgütlenmesini engelliyorlar... Hem bu vali hem de eğitim müdürü haddini bilmek zorunda... Gelişmeleri dikkatle takip edeceğim... Eğer bu statükocu-Ergenekoncu tavırlarını sürdürürlerse bu yetkililerin neler yaptığını detaylı olarak yazacağım...
taraf | Yorum Ekle | | |
[anadoluhaber:37127] Profesör Mustafa Erdoğan Özgür Eğitim Sen Üyesi oldu Posted: 04 Jan 2010 09:26 AM PST Profesör Mustafa Erdoğan Özgür Eğitim Sen Üyesi oldu | | 03.01.2010 | Türkiye’nin ilk ve tek sivil sendikası olma özelliğine sahip olan Özgür Eğitim-sen, sivil, demokrat ve özgürlükçü yapılanmasıyla yoluna devam etmektedir. Özgür Eğitim-sen Türkiye’nin en saygın akademisyenlerini bünyesine dâhil etmeye devam ediyor. Prof Dr. Atilla Yayla, Doç. Dr. Berat Özipek. Doç. Dr. Bilal Sambur, Doç. Dr. Vahap Coşkun ve adını buraya yazamadığımız birçok değerli akademisyenin sendikaya katılımından sonra şimdi de ülkemizin değerli aydınlarından Profesör Mustafa Erdoğan Özgür Eğitim Sen’e üye olmuştur.
Mustafa Erdoğan, Anayasa Hukuku Profesörü, Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucusu ve Star Gazetesi yazarıdır.
Mustafa Erdoğan, başta Atilla Yayla olmak üzere bir avuç arkadaşıyla en zor zamanlarda bile konuşmaktan çekinmeyen ve bedel ödeyen mümtaz bir şahsiyettir.
Özgür Eğitim Sen Mustafa Erdoğan’ın katılımıyla daha çok güçlenmiştir. Özgür Eğitim Sen’i tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz.
Sivil Düşünce
| Yorum Ekle | | |
[anadoluhaber:37129] Türkiye'nin ilk dindar vicdani retçisi Enver Aydemir işkencede! Posted: 04 Jan 2010 09:25 AM PST Türkiye'nin ilk dindar vicdani retçisi Enver Aydemir işkencede! | | | Askerlik yapmayı İslami inançları dolayısıyla reddettiğini söyleyen Enver Aydemir, Türkiye'de dini nedenlerle vicdani reddini ilan eden ilk kişi oldu. Aydemir, iki sene önce vicdani retçi olduğunu açıklamıştı. O tarihte zorla götürüldüğü Bilecik Jandarma Er Eğitim Tugayı'nda askeri üniforma giymeyi reddeden Aydemir, çıkarıldığı askeri mahkemede serbest bırakılmıştı. "Cebren askeri üniforma giydirilmiş olduğunu ve asker olmayı kabul etmediği için sivil mahkemede yargılanmak istediğini" söyleyen Aydemir önceki yeniden gün tutuklandı.
Enver, 24 Aralık 2009′da Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılan 'Barış İçin Vicdani Retçiler Kurultayı'na davetli panelist olarak giderken, saat 11.00 sıralarında, Kabataş Vapur İskelesi'nde polis tarafından GBT incelemesi sonucunda gözaltına alındı. Burada AK Parti'nin geçen yıl askerlik kanunu değişikliğinin de sorumluluğu var. Kanun değişikliğinde polise yoklama kaçaklarını yakalayarak askere yetkililere teslim yetkisi verilmişti. Bu kanun Aydemir'in polis tarafından yakalanmasının da önünü açmış oldu.
Aydemir, önce Doğancılar Karakolu'na sonra da Askeri İnzibat karakoluna götürüldü. Akşam vakti çıkarıldığı askeri mahkeme tarafından da tutuklanarak Maltepe Askeri Cezaevi'ne gönderildi.
Aydemir, avukat Davud Erkan'la görüşmesinde hapsedildiği günden itibaren işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, tek tip giysi giymeyi reddettiği için soğuk bir hücrede don-gömlek tutulduğunu ve açlık grevine başladığını söyledi. Avukat Erkan da, Aydemir'in yüz ve vücudunda batriz darp izleri tespit ve rapor ettiğini belirtti.
ENVER'İN ANNESİ BAŞÖRTÜLÜ OLDUĞU GEREKÇESİYLE OĞLUNU GÖREMEDİ
Babası, annesi, karısı ve 2 kızkardeşi Enver Aydemir ilk hapse atıldığı zaman Aydemir'i ziyaret etmek istediklerinde kadınların başörtülerini çıkarmaları ya da kelebek şeklinde bağlamaları ancak ondan sonra görüşebilecekleri söylenmişyi. Ardından pardesülerinin de çıkarılmak istenmesi üzerine kadınlar, pardesülerini çıkarmayı reddedince de birliğe girişlerine izin verilmemişti.
Bilecik'te babası ile görüşen Enver Aydemir ağır psikolojik baskıaltında olduğunu ve linç edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu beyan etmiş, 4 Ekim 2007 günü Eskişehir Askeri Mahkemesi'nde yapılan 2. duruşmada ise 2 gün içinde mevcutsuz olarak birliğine teslim olması istenerek tahliye edilmişti. Aydemir tahliye sonrasında da vicdani reddini sürdüreceğini açıklamıştı.
ENVER AYDEMİR'İN AÇIKLAMASI
"Ben Enver Aydemir, 24.07.2007 tarihinde zorla askerlik yaptırılmak üzere evimden alınarak Bilecik Jandarma Er Eğitim Tugayına getirildim. Burada, beni oraya getiren yetkililere TSK Seçkinlerinin laik değerlere dayanarak dini inançlarıma karşı hasmane duygular beslediğini bu yüzden laik bir ülkede askerlik yapmayacağımı ve böyle bir düzenin asla ve asla bir neferi olmayacağımı beyan ettim.
Bilecik'te kaldığım süre içerisinde bu yaklaşımımın ne kadar doğru bir yaklaşım olduğunu, 2 gün sonra beni görmeye gelen annemin ve eşimin başörtülü olması gerekçe gösterilerek nizamiye kapısından geri döndürüldüğünde daha iyi anladım. Hayattaki en önemli değeri inançları olan birisi olarak, özellikle T.S.K seçkinlerinin İslami değerlere karşı gösterdiği bu tutumu kabul etmem mümkün değildir. Tüm bu sebeplerden dolayı vicdani reddimi açıkladım. Müslümanların en temel inançlarını bile bu kadar açık bir şekilde tahkir eden bir kurumda benim yer almam söz konusu olamaz.
Bununla birlikte kamuoyuna duyurmam gereken asıl meselem, T.C. Devletinin üzerine kurulmuş olduğu temel değerlerin hiç birine sempati beslemiyor olmamdır. Benim de inanç değerlerime kimsenin zorla sempati beslemesini beklemiyorum. Bununla beraber yaşadığım coğrafyanın gerçeklerini de göz önüne alarak, ortak yaşamın getirdiği sorumluluklar çerçevesinde inançlarıma uygun ve bireysel haklarımın tanındığı (eğitim özgürlüğü, kılık-kıyafet özgürlüğü, düşünce özgürlüğü vb.) bir ortamda kamu hizmeti yapabileceğimi beyan ediyorum. Tüm kamuoyuna duyurulur. "
Platformhaber
| Yorum Ekle | | | |
[anadoluhaber:37124] Çevik Bir'i çileden çıkaran diyalog Posted: 04 Jan 2010 08:40 AM PST
| |
| | Çevik Bir'i çileden çıkaran diyalog | | Milliyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol, 28 Şubat sürecinde dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'in talebi üzerine düzenlenen yemekte başörtüsü konusundaki görüşlerinin Çevik Bir'i sinirlendirdiğini söyledi. | | Akyol, "Toplantıda, 'siz buraya üniformayla geldiniz. Biz kapıya 'Askeri üniformayla girilmez' diye yazı assaydık, kendinizi hakarete uğramış hissetmez miydiniz?' diye sordum. Bir, 'böyle şey olur mu? Bu şerefli bir üniformadır.' dedi. Ben de, "Kızlarınki de öyle. Başörtü de kızların onurlarıyla ilgili.' karşılığını verdim." diye konuştu.
Türkiye'de medyaya yönelik ilk ve tek dergi olma özelli taşıyan 'Cihan Haber'e konuşan Türk basının usta kalemi Taha Akyol, Mamak Cezaevi günlerinden Tercüman olayına, 28 Şubat sürecinden Aydın Doğan'a kadar bizzat yaşadığı olayları anlattı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Taha Akyol, memleketi Yozgat ve Ankara'da 10 yıl boyunca avukatlık yapar. Ankara'ya taşındığı yıllarda Alparslan Türkeş'in avukatı olur. Türkeş'in avukatı iken Yekta Güngör Özden de Bülent Ecevit'in avukatıdır. Türkeş ve Ecevit'in birbirlerine karşılıklı açtıkları hakaret davalarına girerler.
Avukatlıkta iyi para kazanırken bile aklı yazarlıktadır. Bunda fikirlere önem vermesinin etkisi büyüktür şüphesiz. Üzerinde çok derin izleri olan Ali Fuat Başgil'in, Peyami Safa'nın, Tarık Buğra'nın gazetelerde çıkan yazılarını yakın takip eder. "İçimde hep bir taraftan avukat olma bir taraftan da yazar olma arzusu vardı." diyen Taha Akyol, Milliyetçi Hareket Partisi'nin yayın organı olan Hergün gazetesinde yazarlığa başlar. Sonra avukatlığı da siyaseti de bırakarak 1986 yılında Tercüman gazetesi ile ulusal medyaya geçer.
"Şu anda siyasete hiçbir ilgi duymuyorum. İçimde tekrar avukatlığa dönme gibi bir arzu da yok. Gazetecilikten, yazarlıktan memnunum." diye konuşan Akyol, "Ama iyi ki hukuk okumuşum. Hukuk iyi okunduğu taktirde insanda analiz mantığını son derece güçlendirir. Dünyaya yeniden gelsem, yine hukuk okurdum." diyerek ilk mesleğinin kendisine ne kadar çok katkı sağladığının altını çiziyor.
Taha Akyol, Alparslan Türkeş'in avukatlığını yaparken MHP Genel İdare Kurul Üyesi olur. O dönemde parti içinde bazı ihtilaflardan bahseden Akyol, tavrını yazdığı yazılarla ortaya koyar. Akyol, o dönemi şöyle anlatır: "MHP içerisinde 12 Eylül öncesinde bir takım fikri ihtilaflar vardı. Sağ sol çatışması komünizm tehlikesinin öncelikli gündem maddesini oluşturması bu fikir ayrılıklarının üstünü örtüyordu. Benim de MHP içerisinde fikir ayrılığım olduğu konular vardı. O haliyle devam eder miydi etmez miydi bilmiyorum. Ama ben MHP'deyken dahi siyasetten ziyade okumaya yazmaya meraklıydım. Birçok yetenek gördüğüm genci, mesela bunlardan bir tanesi Mümtaz'er Türköne'dir, 'Teşkilatı bırak, örgütçülüğü bırak. Sende akademik yetenek var, bilim adamı ol' diye teşvik ederdim. Kendi temayülüm de siyasetten çok fikir hayatı ile ilgiliydi."
12 Eylül darbesinin ardından MHP davasında idamla yargılanan Taha Akyol, 14 ay boyunca Mamak Cezaevi'nde kalır. Koğuş arkadaşları Yaşar Okuyan ile Doğu Perinçek gibi isimlerdir.
Arkadaşları endişelidir; ancak onları Taha Akyol, hukuk bilgisiyle sakinleştirir. "Benim hukuk okumuş olmam o günlerde hem benim için hem de beraber bulunduğum arkadaşlar için önemliydi. Davanın sonundan endişe eden arkadaşlara, 'Stalin bu askeri mahkemede hakim olsa bile bizim mahkum edemez. Çünkü ben Askeri Yargıtay'ın kararlarını inceledim. Askeri Yargıtay hukuka çok dikkat ediyor. Buradan yanlış bir karar çıksa bile bu askeri Yargıtay'dan döner.' diye ifade verdim. Hakikaten de başta ben olmak üzere pek çok arkadaş hatta MHP yöneticilerinin tamamı beraat etti."
EŞLERİ ÖNÜNDE PSİKOLOJİK İŞKENCE Anacak cezaevinde işkence vardır. Daha çok solcu tutukluların işkenceden geçirildiğine şahit olur. "Solcu kızlara nasıl haşin, kaba, gaddar davranıldığına şahit olduk. Bunlar kötü hatıralar. Bizi her gün yürüyüşe çıkartarak askeri disiplin içinde marşlar eşliğinde yürütürlerdi. Geri kalan kısımda bizi serbest bırakırlardı. İşkence de vardı. Ülkücü liderlerden Yılma Durak, Celal Adan, Muhsin Yazıcıoğlu'na, hatta Gümrük Tekel eski Müsteşarı Namık Kemal Zeybek'e bile işkence yapıldı; ama bizlere işkence yapılmadı. O atmosfer başlı başına insanı ister istemez sıkıntıya sokuyordu." diyen Taha Akyol bir anısını Cihan Haber okurlarıyla paylaşıyor: "Mamak Cezaevi o zamanlar çok kötü bir şöhrete sahipti. 'Buraya giren mutlaka işkence görür, işkenceden ölenler olur' gibi izlenim hakimdi. İçeri girdikten sonra eşlerimiz ziyarete geldi. İlk görüşmeyi yapacağız. Saçlarımız, bıyıklarımız kesildi. Ayaz vardı, hava çok soğuktu, birerli kol halinde uygun adım şekilde, askeri marş söyleterek yürüttüler bizi. Bir tel örgünün önüne geldik, sıraya soktular. Tel örgünün diğer tarafına ise eşlerimiz ve çocuklarımızı getirdiler. Bize 'Başla' diye talimat verdiler. Biz de başladık: 'Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk, açtığın yolda, kurduğun ülküde hiç durmadan yürüyeceğime and içerim.' Andımızı okuttular bize. Eşlerimizin karşısında kendimizi çok aşağılanmış hissettik. Eşlerimiz bizi, karşılarında esas duruşta, bağırır halde görünce ağladılar. Ama yapacak hiç bir şey yok. Çünkü en ufak bir direnişte sizi eşinizin karşısında coplayabilirlerdi."
"İNTİHAR ETTİ DERİM" Akyol, bir gün cezaevi komutanına dilekçe verir. Avukat olduğunu, askeri cezaevi yönetmeliğini bilmediğini ve kendilerine yapılan muamelenin hukuka aykırı olduğunu belirterek askeri cezaevi yönetmeliğinin kendisine verilmesini talep eder. Komutan Raci Tetik, Akyol'a bu dilekçeden dolayı çok kızar. Akyol ve mektubun yollanmasına izin veren koğuş kıdemlisi Yaşar Okuyan'ı yanına çağırtır. Akyol bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Üzerimize yürüdü. Bağırarak bana 'Seni astırırım, sonra çarşafla kendini astı diye rapor tutarım' dedi. Yanında bulunan ve ülkücü olduğunu öğrendiğimiz askeri doktora 'İntihar raporu verir misin?' diye sordu. Doktor da 'Emredersiniz efendim, o raporu imzalarım' yanıtını verdi. Bana dönerek, 'Bu dilekçeyi geri al' dedi. Ben de almayacağımı söyledim. 'Sen bana kahramanlık taslıyorsun' dedi Raci Tetik. 'Kahramanlık falan taslamıyorum. Bunu yapamayacağınızı bildiğim için dilekçeyi almıyorum. Çünkü yarın Türkiye'ye demokrasi gelir, bunun hesabı sorulur. Biz ömrümüzün sonuna kadar burada kalmayacağız. Ben gazeteciyim, çıktığımda bunları yazacağım. Bize işkence yaptığınızda, bize dayak attığınızda bunun hesabı sorulur. Onun için siz buna cesaret edemezsiniz.' dedim. Daha fazla sinirlendi ama, 'Sana eşinle bir ay görüşmeme cezası veriyorum' dedi. Eşim, 'Taha öldürüldü' şeklinde zannetmesin diye dilekçeyi geri çekmek durumunda kaldım."
"ORAL ÇALIŞLAR, PERİNÇEK'İ DİNLEMEDİ" Darbecilerin cezaevi politikalarından kaynaştır-barıştır uygulaması çerçevesinde Taha Akyol'un koğuş arkadaşlarından biri de Doğu Perinçek'ti. Akyol Perinçek hakkında şunları dile getiriyor: "Şahsi ilişkilerinde Perinçek son derece medeni bir insandı. Ama ideolojik tavrı nedeniyle çok katıydı. Arkadaşlarının bizimle görüşmesinden rahatsız olurdu. Doğu Perinçek, kendi arkadaşlarına, 'Faşistlerle ve sosyal faşistlerle görüşmeyin' şeklinde talimat verdi. Sadece çay alıp vermenin dışında hiçbir münasebet yoktu. Faşist bizdik, sosyal faşistler ise Moskova çizgisindeki solculardı. Dolayısıyla Doğu Perinçek grubu hiç kimseyle yakınlık kurmuyordu. Onların içinde Oral Çalışlar, Perinçek'i dinlemedi. Oral Çalışlar'la çok büyük dostluğum o zamanki karakterinden kaynaklanır. Çok ahlak sahibi bir dostumdur. Oral Çalışlar, bizimle de başkalarıyla da sanki Perinçek yasak koymamış gibi çok rahat görüşürdü. Bir de Mehmet isimli bir avukat vardı. O da bizimle görüşürdü, diğerleri bizimle görüşmezdi. Perinçek gerek gördüğü zaman bizlerle görüşürdü. Ama Perinçek ile bir sohbetimiz olmadı. Mesela şöyle bir örnek verebilirim. Biz cezaevinin B bloğunda kalıyorduk. İlhami Soysal tutuklandı. Bizim koğuşa konuldu. Konulduktan bir süre sonra İlhami Soysal, Yaşar Okuyan'ın yanına geldi. 'Ben sizin grupla beraber olmak istiyorum' dedi. 'Neden?' diye sorunca diğer sol gruplar içerisinde rahat edemeyeceğini söyledi. Bizimle beraber olmak istedi. İlhami Soysal gibi bir karakter adamını, ahlak adamını orada tanıdım. Doğu Perinçek grubuna katılmadı. Moskova çizgisinde yer alan diğer gruba katılmadı bizimle beraber olmak istedi. Beraber sohbet ediyor, beraber çay içiyorduk. "
GAZETECİLİK HAYATI Taha Akyol, 14 ay sonra Mamak Cezaevi'nden çıktıktan sonra uzun süre işsiz kalır. Maddi sıkıntılar yakasını bırakmayınca Yozgat'a dönüp avukatlık bürosu açmayı planlar. Ankara'dayken bir gün Ahmet Kabaklı kendisini arar ve o gün hayatını değiştirecek bir teklif alır: "Ne yaptığımı sordu, ben de takatimin kalmadığını Yozgat'a gidip avukatlık bürosu açacağımı söyledim. Bana acele etmememi, sabretmem gerektiğini söyledi. Aradan 10 gün geçtikten sonra Tercüman'ın patronu rahmetli Kemal Ilıcak beni aradı. Kemal Ilıcak'ı yakından tanımıyordum. 12 Eylül öncesi Türkeş ile birlikte kendisini ziyarete gittiğimizde tanışmıştık. Bana 'Ne yapıyorsun?' Kabaklı'yla konuştum Yozgat'a dönecekmişsin. Gitme biraz bekle. Biz bir kitap ilavesi vereceğiz. Sen bana bununla ilgili bir rapor hazırla.' dedi. Ben bundan son derece memnun oldum. Benim için bir ümit ışığıydı. Hemen çalışmaya koyuldum, daha önce bu tarz kitap ilavelerinin nasıl verildiğini araştırmaya başladım. Çok iyi bir rapor yazdım. Beni Tercüman gazetesinin Ankara bürosundan Yavuz Donat arayarak; 'Sen Kemal Bey için bir rapor hazırlamışsın. Bununla ilgili Uğur Reyhan ile bir görüş.' dedi. Uğur Reyhan Kemal Ilıcak'ın Ankara'daki temsilcisi. Reyhan ile görüştüm, Kemal Ilıcak'ın raporu beğendiğini söyledi. Raporun telif ücreti olarak bana 10 bin lira verdiler. O zaman bir gazetecinin 3 aylık maaşı kadar bir paraydı. Fevkalade sevindim. Bakkal borçlarımı ödemede doping oldu, beni rahatlattı. Uğur Reyhan daha sonra beni bir daha aradı, 'Yankı gazetesini satın aldık. Yankı'nın editörü ve başyazarı olacaksın' dedi. 25 bin lira ücretle Yankı gazetesinde araştırmacı ve başyazar olarak çalışmaya başladım. Ancak idamla yargılandığım için yazılarım imzasız çıkıyordu. Performansımı beğenmiş olacak ki Kemal Ilıcak beni İstanbul'a çağırdı. Evlerine gittim ilk defa Nazlı Ilıcak'la orada karşılaştım. Nazlı Ilıcak, cezaevindeyken 'Bugün ne yazdı?' diye dört gözle beklediğimiz, büyük saygı duyduğumuz, gıyabında Jeanne d'Arc dediğimiz, kahraman bir gazeteciydi. Benim için çok büyük bir zevk oldu, Kemal Ilıcak tarafından yalıya davet edilmek, Nazlı Ilıcak'la tanışmak. Nazlı Hanım bana çok sıcak davrandı. Demokrat Parti, Ali Fuat Başgil, demokrasi süreci ile ilgili konularda sohbet ettik."
BÜYÜK TEPKİYE RAĞMEN TERCÜMAN'IN BAŞINDA Ertesi gün gazeteye gittiğinde Taha Akyol'u bir sürpriz bekliyordu. Kemal Ilıcak, Akyol'u karşısına alır ve "Seni Tercüman'ın genel yayın müdürü yapacağım" der. Akyol, hiçbir tecrübesi olmadığını, daha önce gazete yöneticiliği yapmadığını anlatmaya çalışsa da karşısındaki patronun kararlılığı karşısında pek fazla direnemez.
Akyol, Tercüman gazetesinin genel yayın müdürlüğüne iki defa getirilecektir. Birinci defasında çok büyük tepkiler çeker. Zira çalışanlar Taha Akyol ismini bir türlü kabullenemez. Tepeden inen biri olarak görürler Taha Akyol'u. "Yazı işlerinde deneyimli isimler varken neden dışarıdan birisi getirildi? Hem de cezaevinden yeni çıkmış birisi getirildi." şeklinde eleştirileri sıkça duyduğu günlerdir. Ancak tepkilerin bir kısmı ise ideolojiktir: "Niye bir MHP'li geliyor?" diyenlerden biri rahmetli Şakir Süter'di."
Bu itirazlar bitmeyince Kemal Ilıcak, Taha Akyol'u görevden almak durumunda kalır. Akyol, danışman olarak çalışmaya başlar. Bu süreçte gazete çalışanlarıyla da ilişkileri gelişir. Direnç ortamı kaybolur. Şakir Süter, Akyol'un en yakın arkadaşlarından biri olur. Akyol, ikinci defa genel yayın müdürü olduğunda Şakir Süter'i haber müdürü yapar. "O sosyal demokrat eğilimli ben MHP'liydim ama ikimizde ideolojilerimizi aşarak çalıştık. Abdullah Aksak'ı yazı işleri müdürlüğüne getirdim. Yüksel Baştürk de çok deneyimli bir isim olarak gazete görev yapıyordu. Bir gün Baştürk biraz beni eğiten bir ağabey havası ile yanıma geldi. 'Şu resmi dekupe mi basalım, dekupe yapmadan mı basalım?' diye sordu. Beni deniyordu. Ben dekupenin ne olduğunu bile bilmiyordum. 'Bir deneyin ondan sonra karar verin' diyerek büyük bir sınavdan geçmiştim. Dekupeyi öğrendim, pikajı öğrendim. "
Tercüman'ın genel yayın müdürüyken Nazlı Ilıcak'la yaptıkları kavgaları da değiniyor: "Tercüman mali sıkıntıdaydı, bir kampanya yürütülecekti. Nazlı Hanım'ın yönettiği Bulvar'a ne kadar kaynak ayrılacak, Tercüman'a ne kadar kaynak ayrılacak tartışmaları vardı. Aramızda Demirel-Özal çekişmesi de vardı. Ben Özal'a yakındım, Nazlı Hanım Demirel'e yakındı. Bu konularda herkesin içerisinde çok sert tartışmalarımız oldu. Bu tartışmaların biri sonrası Nazlı Hanım eve gittiğinde rahmetli Kemal Ilıcak'a, 'Taha Akyol ile sert kavga ettik. Taha Bey'i çok takdir ediyorum, Tercüman için benimle bile kavga ediyor. Taha Akyol'un kıymetini bil' demiş. "
GAZETE ARŞİVİ SATILARAK ÇALIŞANLARIN MAAŞLARI ÖDENDİ Yükselen faizler nedeniyle borçlarını ödeyemeyen Tercüman gazetesinin ekonomik kriz içine girdiğini anlatan Taha Akyol, aylarca maaş ödenemediğini söylüyor. Akyol hem geçici süreyle nasıl maaşların ödendiğini hem de bu dönemde gazeteden nasıl ayrıldığını şöyle anlatıyor: "Hiç unutmam Kemal Bey beni çağırdı, 'Personelin yüzüne bakamıyorum.' dedi. Kemal Bey tam bir Anadolu insanıydı. Çok iyi bir ağabeydi. Kendisini rahmetle, şükranla anıyorum. Maaşların ödenmesi konusuyla ilgili çıkar bir yol arıyordu. Bana, 'Tercüman'ın arşivi çok zengindi. Onu satalım da personelin maaşını ödeyelim. Ama nasıl yapabiliriz? Bunu Kültür Bakanlığı alabilir mi? Kültür Bakanı Kemal Zeybek senin arkadaşın, bu konuyu bir görüşebilir misin?' dedi. Kemal Zeybek'e telefon açtım. Yardımcı olabileceğini ama kanuna uygun hareket edilmesi gerektiğini belirterek bir komisyon kurulmasını sağladı. Bu bilirkişi heyeti inceleme yaptı. Bana göre ucuz sayılan bir fiyatta, Kültür Bakanlığı'na göre makul bir rakamda anlaşıldı. Tercüman gazetesinin arşivini Kültür Bakanlığı'na sattık. Böylece personelin 1-2 aylık maaşını ödeyebilmiştik. Bu sıkıntılarla idare edilmeye çalıştık. Kemal Bey bir gün beni çağırdı. 'Bazı yazar arkadaşlar gazeteden ayrılacaklar. Onlara hak veriyorum hiçbir kırgınlığım yok. Artık sen de Tercüman'dan ayrıl. Senin maaştan başka yan gelirin olmadığını biliyorum. Ama bana bir söz ver. Ben işi düzeltip tekrar seni çağırdığımda geleceksin. Bir büyüğün olarak da senden bunu beklerim. Ağabeyin olarak geçimini sağlamak için sana gidebilirsin diyorum. Ama ağabeyin olarak senden isteğim 'Gel' dediğimde tekrar geleceksin.' dedi. Tercüman'dan Yavuz Donat Milliyet gazetesine, Rauf Tamer Hürriyet gazetesine geçmişti."
"İNŞALLAH ÖMRÜMÜN SONUNA KADAR BURADAYIM" Aydın Doğan'la 12 Eylül yargılamaları sırasında tanışır Taha Akyol. Kendisi tahliye olurken bazı MHP'lilerle birlikte Namık Kemal Zeybek cezaevinde kalmıştı. Aydın Doğan, içerde kalan bacanağı Kemal Zeybek'e iyi bir avukat arıyordu. O da Doğan'a Taha Akyol'la görüşmesini tavsiye etmesi üzerine Doğan da Taha Akyol'u arayarak görüşmek istediğini belirtir. İkili Ankara'da Milliyet gazetesinde bir araya gelerek Kemal Zeybek'in tahliyesini uzun uzun konuşur. İşte Doğan ile Akyol'un ilk tanışması böyle başlar.
Kemal Ilıcak'la aralarında geçen konuşmanın ardından Taha Akyol, "Bir daha dönmek üzere" Tercüman'dan ayrılır. Bu kez teklif Aydın Doğan'dan gelir. Doğan, "Ben seninle çalışmaktan memnun olurum." diyerek Akyol'a olan güvenini ortaya koyar. Akyol o görüşmeyi şöyle anlatıyor: "Aydın Bey'e, 'Kemal Bey'e söz verdim, beni tekrar çağırdığında giderim.' dedim. Aydın Bey bunu son derece normal karşılayarak bana, 'Tebrik ederim, bu bir karakter örneğidir.' dedi. Bana Meydan gazetesinde çalışacağımı, Rauf Tamer veya Yavuz Donat gibi geniş kitlelere hitap eden yazılar yazmadığımı söyledi. Milliyet ve Hürriyet'te tepki çekebileceğimi, zamanla bu büyük gazetelere geçebileceğimi anlattı. Böylece Meydan'da yazmaya başladım. Bir süre sonra Milliyet'e geçtim. İnşallah ömrümün sonuna kadar burada kalırım."
"ÇEVİK BİR, AYDIN DOĞAN'IN ÖNÜNE BİR LİSTE KOYDU" Taha Akyol, Doğan Grubu'ndayken yazdığı yazılarına müdahale edilmediğini, kendisini rahatsız eden bir durumla karşılaşmadığını vurguluyor: "Zaman zaman benim de diğer gazetelerden teklif aldığım oldu ama ne teklif edenlerle ne Doğan Grubu ile bir pazarlık yaptım. Doğan Grubu'nda yazılarıma müdahale edilseydi ayrılmayı düşünürdüm. Doğan Grubu'nda, Aydın Bey tarafından, çalıştığım gazetenin yöneticisi tarafından beni rahatsız eden bir şey olsaydı elbette ayrılmayı düşünürdüm. Ama hiçbir zaman yazılarıma müdahale edilmedi."
Doğan Grubu'na olan bağlılığını anlatan Taha Akyol burada sözü 28 Şubat sürecine getiriyor. "Benim bu süreçteki direnişim Aydın Bey'in bana verdiği destek sayesinde olmuştur." diyen Taha Akyol, askerlerin uyguladıkları baskılara Doğan'ın direndiğini ifade ediyor. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Aydın Doğan'ı Genelkurmay'a çağırarak önüne bir liste koyar. Bu listenin başında da Taha Akyol vardır. Bir, "İrticayı destekliyor. Derhal bunu atacaksınız." der Doğan'a. "Anti militarist yazılar yazıyor, Umur Talu'yu atacaksın. Anti militarist yazılar yazıyor Yalçın Doğan'ı atacaksın." yazılı bir listedir bu. Aydın Doğan ise bu durum karşısında taviz vermez: "Yapmam. Ben yukarıdan emir alarak yazar atan, gazeteci atan patron olamam." der. Akyol bunları anlattıktan sonra, "Aydın Doğan'ın bu tavrı benim neden Doğan Grubu'na sadakat duyduğuma bir örnektir." diyor.
ÇEVİK BİR İLE TAHA AKYOL'UN SERT TARTIŞMASI Yazarları attıramayacağını anlayan Çevik Bir, bu kez Aydın Doğan'a, "Sen bir yemek düzenle, bütün yazarlarını çağır. Türkiye'nin nasıl bir irtica tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu anlatır ve onları ikna eder, fikirlerini değiştiririm." şeklinde konuşur. Bunun üzerine bir toplantı düzenlenir. Taha Akyol, Türk basın tarihine geçecek o gün hakkında şunları kaydediyor: "Bir öğle yemeği vakti Çevik Bir geldi. Gazetenin yazarlarından ben, Zülfü Livaneli, Hasan Pulur, Sami Kohen'in de aralarında bulunduğu bütün yazarlar vardı. Çevik Bir başladı anlatmaya, 'İrtica yayılıyor, Atatürk Cumhuriyeti elden gidiyor' falan. Ben itiraz ettim. Çevik Bir'e, 'Bu söylediklerinizin hepsi tartışmaya açık konular. Bu söylediklerinizin hepsi psikolojik harekât. Bunlar yanlış. Özellikle türbanı bir irtica bayrağı olarak görmek yanlış. Türban bir modernleşme simgesidir. İrtica simgesi değildir.' dedim. Böyle söyleyince çok sinirlendi. Ben de sertleşmeye başladım; aramızda tartışma yaşandı. Ben bu sırada Aydın Doğan'a baktım, ne yapacak diye. Hiçbir şey söylemedi. Tartışma daha da büyüdü. Ben ona, 'Atatürk 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' dedi mi? dedi. O zaman bu söylediklerinizi bilim adamlarının bir eleştirisinden geçirin. Doğru olduğu nereden belli? Türkiye'de sosyologlar var. Yurtdışında sosyologlar var. Bu konuda araştırma yapın.' dedim. Elizabeth Özdalga'nın, Nilüfer Göle'nin, Nur Vergin'in adını verdim. 'Bunları çağırın, 'Türban olayı nedir, Türkiye'de irtica var mıdır? Yoksa sizin irtica zannettikleriniz şehirleşmeyle ilgili, modernleşmeyle ilgili midir?' diye sorun. Bunları sosyologlara danışın. Biz Ege'deki askeri strateji konusunda size danışıyoruz. Siz neden sosyologlara danışmıyorsunuz?' dedim. Daha da sinirlendi. Çevik Bir asabi bir şekilde bana, 'Bizim sosyologlara ihtiyacımız yok. Biz askeriz. komutandan talimatı alır, gereğini icra eder, tekmil veririz. Sosyologlarla, şunlarla bunlarla konuşarak kafamızı karıştırmayız' anlamında sözler sarf etti. Ben Çevik Bir'e bir soru sordum. Dedim ki, 'Siz buraya üniformayla geldiniz. Biz kapıya 'Askeri üniformayla girilmez' diye yazı assaydık, kendinizi hakarete uğramış hissetmez miydiniz?' Bir, 'Böyle şey olur mu? Bu şerefli bir üniformadır.' dedi. Ben de bunun üzerine, "Kızlarınki de öyle. Başörtü de kızların onurlarıyla ilgili. Kızları gözyaşları içinde okul kapısından geri çeviriyorsunuz.' dedim. Aramızda çok sert tartışma yaşandı. Anlattığım bu olayın tanığı Milliyet gazetesinin yazarlarıdır. Bu toplantının sosyologlarla ilgili kısmı sadece Mehmet Barlas tarafından yazıldı. Diğer kısımlarını ilk defa size anlatıyorum."
MİLLİYET'İN BAŞINA GEÇMEMİ TEKLİF ETTİ Taha Akyol, Aydın Doğan ile ilgili yapılan eleştirilerin bir kısmını komplocu bulduğunun da altını çiziyor. Akyol, Hasan Celal Güzel'in bir röportajında dile getirdiği, "Aydın Bey Anadolu insanı Müslüman bir Türk'tür. Ekibi ise ne yazık ki 68 kuşağı solcuları. Bunlar pozitivist, laikçi insanlar. Yönetim de bunların elinde. Gerginlik buradan doğuyor." yönündeki sözlerini ise şöyle değerlendiriyor: "Aydın Doğan'ın bir Anadolu insanı olduğu, değerler konusunda hassasiyet taşıdığı bir gerçektir. Onu tanıyan herkes böyle düşünür. Yönetim ekibi meselesine gelince. Burada basına yansımamış bir olayı anlatayım. 2000 yılında Umur Talu ve Yalçın Doğan, Milliyet gazetesinin yönetiminden ayrıldıktan sonra Aydın Bey bana Milliyet gazetesinin genel yayın müdürlüğünü teklif etti. Bana, 'Senin fikriyatını biliyorum. Ama senin yazılarını sağcılar da solcular da ilgiyle okuyorlar. Ne düşünürsün?' dedi. Ben, 'Aydın Bey çok yanlış olur. Genel yayın müdürü yaptığınız takdirde hem beni hem Milliyet'i bitirirsiniz.' dedim. 'Nasıl yav, olur mu öyle şey?' deyince, 'Ben milliyetçi, muhafazakar, liberal değerlere inanan bir insanım. Halbuki Milliyet'in yapısı ve okuyucu kitlesi farklı bir dünya görüşüne sahip. Beni oraya getirdiğiniz zaman fikrimin dışında yayın yapmak durumunda kalırım. Bu beni bitirir. Fikrime uygun yayın yaparsam Milliyet biter. Bir gazetenin içinde çeşit olması, sağcısı, solcusu olması, liberal, Kemalist yazarların olması son derece normal. Gazetenin ana okuyucu kitlesine uygun genel yayın politikası olması gerekir. Bunun dışındaki yanlış olur.' dedim, hak verdi.
"Aydın beyin ekibi kötü" sözü zaman zaman söylenir. Şimdi düşünün Hürriyet gazetesinin başına diyelim ki bir muhafazakar kişiyi getirdiniz. Magazin eklerini vermeyecek mi? Oktay Ekşi'ye 'Kendi çizgini bırakıp başka şekilde yaz' demesi düşünülebilir mi? Hürriyet ve Milliyet gazeteleri başındaki yöneticilerinden bağımsız olarak kendi başlarına kurumsal kimliğe sahiptirler. O kimlikteki okuyucu çeşitli görüşteki yazarların olmasını ister. Ama gazetelerinin ana politikasını kendilerinin istikametinde olmasını ister. Bu Türkiye için avantajdır. Eğer biz çoğulculuğa, fikir özgürlüğüne inanıyorsak gazetelerin farklı çizgileri olacak. Ben bir gazetenin iktidarı desteklemesini son derece normal buluyorum. Öteki gazetenin iktidara muhalefet etmesini de son derece normal buluyorum. Türkiye'deki en büyük tehlike kendi görüşlerini tek doğru sayarak bütün gazeteleri aynı çizgiye sokma arzusudur. Bu askerden de gelse sivil hükümetten de gelse son derece yanlıştır."
YAYINLARDA AYDIN DOĞAN'IN ETKİSİ YOK Taha Akyol, "Doğan Grubu'na ait yayın organlarının belli dönemlerde hükümeti sert şekilde eleştirmelerini, bazı dönemlerde ise hükümet yanlısı yayın yapmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?" şeklindeki sorumuz üzerine şu tespitlerde bulunuyor: "Aynı iktidar, aynı basın organları fakat dönem dönem farklı yayınlar. Bir şeyi unutuyorsunuz soru sorarken. Konu, yayının konusu. Laiklik tartışması olduğu zaman Hürriyet gazetesinden nasıl bir yayın beklersiniz? Elbette laiklikten yana bir yayın. Öyle değil mi? Ama AB veya Kıbrıs ile ilgili bir konuda nasıl bir yayın beklersiniz? İktidarın lehinde yayın. Konulara göre değişiyor. Soruyu sorarken gözden kaçırdığınız aynı yayın organı, aynı hükümet bazen lehte bazen aleyhte yayın. 'Bir çıkar mı var?' diye düşünülüyor. Burada gözden kaçan konuyla ilgili meseledir. Mesela Kürt açılımı ile ilgili konusuna Doğan Grubu gazeteleri genelde pozitif bakıyorlar. İçlerinde eleştirenler de var tabii. Son derece normal. Hükümeti destekleyen basın organlarının olmasını doğal olarak görüyorum dolayısıyla yandaş kelimesini doğru bulmuyorum. Ama o gazetelerin içerisinde hükümeti bu konuda eleştiren yok. Doğan Grubu'nun genel tavrı Kürt meselesinde açılımı destekliyor. Doğan Grubu, AK Parti ortada yokken bile bu tür açılımların yapılması gerektiğini savunuyordu. Dün öyle deyip de bugün aksini savunabilir mi? Kıbrıs meselesinin çözümü, AB ile ilgili yayınlar Doğan Grubu'nun savunduğu görüşler. Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit iktidardayken de böyleydi. İş laikliğe gelince Oktay Ekşi ile Taha Akyol elbette farklı düşünecek. Oktay Ekşi'nin Taha Akyol gibi, Taha Akyol'un Oktay Ekşi gibi düşünmesini istemek totaliterizm olur."
"Aydın Doğan, gazete ve televizyonların yayın politikasına müdahale ediyor mu?" sorusuna ise Taha Akyol net cevaplar veriyor: "Bu yayınların yapılmasında Aydın Doğan'ın hiçbir etkisi yok. Aydın Bey her zaman şu uyarıları yapar: 'Biz meslek ilkeleri yayınladık. Bu meslek ilkelerine uygun yayın yapın. Tahrikçi yayın yapmayın, kişilikleriyle uğraşmayın.' Aydın Doğan istese de Radikal gazetesinin, Hürriyet gazetesinin, Milliyet gazetesinin çizgisini değiştiremez. Aydın bey bunu bildiği için böyle bir şey söz konusu değil." (CİHAN)
| | 2010-01-04 12:19:23 | | | | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37118] İnzibat elbisesiyle Başbakan'a suikast planı - SES KAYDI Posted: 04 Jan 2010 08:20 AM PST İnzibat elbisesiyle Başbakan’a suikast planı - SES KAYDI | | Türkiye günlerdir Cumhurbaşkanına, başbakana ve kabine üyelerine varan suikast iddialarıyla çalkalanıyor. Yayınladığı, gündem oluşturan ses kayıtlarıyla adından sıkça sözettiren haber sitemiz, Başbakan Erdoğan’a yönelik suikast iddialarının ciddiyetini ortaya koyan şok bir ses kaydı daha ele geçirdi.
| | İŞTE O ŞOK SES KAYDI - DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN Şok ses kaydına göre, 2009 YAŞ’ta tuğgeneralliğe terfi eden dönemin Edirne Keşan 102. Topçu Alay Komutanı Kurmay Albay F. Ö., emrindeki Astsubay M. Ş.’ye Başbakanı öldürmesi talimatını veriyor. Ergenekoncu Veli Küçük’ten “komutanım” diye sözeden Albay Ö., Astsubay Ş.’ye, bu suikasti gerçekleştirmesi halinde Ogün Samast gibi kahraman olmakla birlikte 500 milyar da para alacağını söylüyor.
“OGÜN SAMAST GİBİ KAHRAMAN OLACAKSIN” Habervaktim'in elde ettiği şok ses kaydında Astsubay M. Ş., Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a suikast düzenlemek için kendisine 500 milyar teklif edildiğini, bunu kabul etmeyince TSK’dan uzaklaştırılmak istendiğini iddia ediyor. Başbakan’ı öldürmesi için Alay Komutanı Kurmay Albay F. Ö.’nün kendisine baskı yaptığını söyleyen Astsubay Ş. ses kaydında, “Bütün borçlarımı ödeyecekti. Bana, Ogün Samast olacaksın, dedi. Kahraman olacaksın, dedi” ifadelerini kullanıyor.
KOLLUKLU RESMİ ELBİSE İLE VURUP LAİKLİĞİ KURTARACAKMIŞ Astsubay Ş.’nin ses kaydında, Albay Ö’nün suikast planı bile hazırladığı anlaşılıyor: “Önce yaklaşacakmışım, resmi elbise ile kolumda inzibat kolluğum olacakmış. O şekilde. Ben öldürmek istemiyorum, dedim kendisine, ben öldüremem yani. Sonuçta Başbakan bizim Başbakanımız. Yapamam ben. Onu zor yapmak. Çok zor. Laikliği kurtaracakmışım. Laiklik gidiyor diyor. Laiklik elden gidiyor diyor. Koruyucusu görüyor, beni de kurtarıcısı olarak görüyor.”
“F. Ö. GENERALLİK SIRASINDAYMIŞ BENİ KORUYACAKMIŞ” Kendisine yapılan teklifi kabul etmediği için baskı gördüğünü ve ordudan atılmak istendiğini söyleyen Astsubay Ş., kendisinin hiçbir vukuatının olmadığı halde ordudan atılmak istenmesine bölük ve tabur komutanlarının bile itiraz ettiğini söylüyor. Kendisine Başbakan’ı öldürmesi için teklif yapıldığında psikiyatriden aldığı 19 aylık raporlarının hatırlatıldığı ve bunun cezasının azaltacağının söylendiğini kaydeden Astsubay Ş., Albay Ö.’nün kendisine generallik sırasında beklediğini ve general olunca kendisini koruyacağını söylediğini belirtiyor.
PSİKİYATRİ RAPORLARI CEZASINI AZALTACAKMIŞ “Ama yapamam ben. Baskı olarak yapacağı Silahlı Kuvvetler’den atmaktı. Onu yapıyor şu anda. Onu yapmaya çalışıyor, yani ben böyle bir şey yapmış olsam hapislerde çürüyecektim. Ama benim 19 ay psikiyatriden raporlarım var. O azaltacakmış. Kendisi bu yıl generallik sırasındaymış. General olacakmış. Kurtarıcı olarak ben varım, diyor. 102’de, 102’inci Alay’da Keşan’da. Yani Bölük Komutanı da benimle görüştü konuyu. Dosyada herhangi bir şey yok, dedi. Ama Komutan niye böyle yapıyor dedi. Bilmiyorum komutanım dedim. Benim dosyamda, bir tane bile şey yok böyle. Borçlarım var ama oda hapsim yok. Göz hapsim yok. Bir tane cezam yok. Hiçbir tane cezam yok. Hiçbir şeyim yok yani. Bu güne kadar almış olduğum bir tane savunmam yok.”
BÖLÜK VE TABUR KOMUTANLARI ATILMAMA KARŞI ÇIKTI Astsubay M. Ş., “Alay Komutanı sormuş kendisine. Komutanım atamazsınız, demiş. Yani bir şey yok, demiş. Bugüne kadar borçlardan da atılır mı? demiş. Bir şey diyememiş, atacağım demiş. Ama benim atılmama Bölük Komutanı da karşı, Tabur Komutanı da karşı. Ama Alay Komutanı olduğu için sonuçta o karar verecek” ifadelerini kullanıyor.
“F. Ö. VELİ KÜÇÜK’E KOMUTANIM DİYOR” Ortaya çıkan ses kaydında azmettiricilikle suçlanan Kurmay Albay Ö.’nün kendi başına hareket edeceğini zannetmediğini söyleyen Astsubay Ş. şöyle diyor: “Onun kendi başına olduğunu zannetmiyorum. Arkalarında mutlaka birileri vardır. Çünkü Veli Küçük’e komutanım diyorlar. Komutanım örnek alınacak kişi, diyor. Bak onları görmüyor musun? diyor. Ogün Samast’ı görmüyor musun? diyor. O bir kahraman, diyor, sen de kahraman olacaksın, diyor. Sen de bizim kahramanımız olacaksın diyor. Askeriyenin kahramanı olacaksın, diyor.”
ORHAN PAMUK’U DA ÖLDÜRECEĞİZ, BİZ DE YARIM İŞ OLMAZ Albay Ö.’nün büyük ihtimalle Ergenekon’la bağlantılı olduğunu çünkü genelde Ergenekon’la ilgili kişilerden bahsettiğini de belirten Astsubay Ş., “Onları övüyor bana. Veli Küçük’ü övüyor. Ondan sonra bir tane albay var, kurmay albay. Yemin bastırıyormuş. Orhan Pamuk’u öldürtecekmiş. Onu öldürtecek, diyor. O da olacak, diyor. Biz de iş yarım kalmaz diyor. Ama ben yapmayacağım yani. Bunu yapmam imkansız bir şey. Bunu Alay Komutanı’na da söyledim. Olmayacak diye. Bir başkasını bulsunlar. Bu şekilde kahraman olmak istemiyorum, yapmayacağım. Söyleyecektim. Bütün olanları, anlatacaktım. Benden istedikleri şeyleri, hepsini iletecektim savcıya. Ben sadece rahat çalışmak istiyorum, başka bir şey istemiyorum” ifadelerini kullanıyor.
|
-- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37120] Lav silahı boru mudur? - Mehmet ALTAN Posted: 04 Jan 2010 08:07 AM PST
| Lav silahı boru mudur? | Mehmet ALTAN |
| Televizyonu açtığımda Bilecik’te kaza olmuş, makinist maalesef ölmüştü... Canım sıkıldı. Gazetelere el attığımda, baktım gene askeriye... “Takipçi, komutanın aşçısı çıktı” başlıklı koca bir haber... Acaba dedim, “demokrasiye karşı asimetrik psikolojik savaş” devam mı ediyor? Neden mi? Çünkü çekinmeden “lav silahı borudur” diyen zihniyet... Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki kozmik odaları arayan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi Kadir Kayan’ın takip edildiğini hissetmesine de teşhis koydu: “Paranoya”... *** Ama ne hikmetse... Daha önce kozmik odadaki hâkim aramasına “aramalar yasaya uygun” diyen askeriye... Birden karar değiştirip... “Aramaların durdurulması ve bazı belgelerin imhası” için mahkemeye başvurdu. Neden acaba? Paranoya olmasın... *** Askeriyeye göre hâkim neden paranoyak? Çünkü Hâkim Kayan’ın kendisini takip ettiğinden şüphelendiği iki askeri araçtan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ait olanda “iki şoför er ile bir uzman çavuş aşçı”, Garnizon Komutanlığı’na ait olan diğeri araçta ise “biri onbaşı biri er iki şoför, bir elektrik teknisyeni er ile bir marangoz er” varmış... Tabii Genelkurmay’ın açıklamasına göre... O açıklamaya bir de şöyle son cümle eklenmişti: “...son günlerde yaşananların, kişileri ve toplumu ne hale getirdiğini göstermesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir.” İşte dünkü gazetelere sızdırılan haberlerde de, o aşçının “komutanın aşçısı” olduğu vurgulanarak, açıklamanın doğruluğu dolaylı olarak teyide çalışılıyordu... *** Ama sondan bir önceki açıklamasında “JİTEM yoktur” demekten çekinmeyenlerin, bir sonraki açıklaması ne kadar inandırıcı? Emre Uslu’yu okuyalım: “Haki medya, hâkimi izlediği iddia edilen araçta bulunan şahısların sıradan er, aşçı ve elektrikçi gibi aslında izleme görevi olmayan kişilerden oluşmasını fırsat bilerek ‘izlenme iddiası Aziz Nesin hikâyelerini aratmıyor’ diye olayı alaya alıyor. Oysa izleme konusunu bilenler bilir ki ‘Taciz Takibi” denilen bir izleme biçimi vardır. Bu izlemede mantık izlediğiniz kişiye ‘ensendeyiz’ mesajı vermektir. İzleme aracına er, aşçı ve elektrikçi gibi kişilerin doldurulması da önlem amaçlıdır. Buna göre, zaten taciz takibi yapıldığı için, yani takip ettiğinizin bilinmesini istediğiniz için ve takip edilen şahıs bir hâkim olduğu için, yakalanma ihtimalini de göze almak durumundasınız. Yakalandığında ‘takip etmiyorduk. Bunlar zaten aşçı, elektrikçi’ demeniz gerekir.” Ancak, konuyla ilgili araştırmanın derinleştirilerek sürdürüldüğü anlaşılıyor... Araçların daha önceki güzergâhları, telefon konuşmaları, yapıldığı söylenen alışverişle ilgili faturalar, mağazanın Mobese kayıtları filan... Bakalım sonunda ne çıkacak? “Paranoya” mı, “lav silahı borudur” anlayışı mı? *** Üstelik... “Paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmiyor” diyen grafitiyi de unutmamak gerek... Çünkü... Genelkurmay, Bülent Arınç’la ilgili olarak daha önce “bir albayı izliyorduk” açıklaması yaptı. “Şifahi emirle” izleme, takip ve tarassut, “anayasal suç” olduğuna göre, bununla ilgili bir “askerî mahkemeden alınmış telefon dinleme ve izleme kararı” gerekiyordu, bunu belgelemedi... Resmi açıklamaya göre “bir yıldır yaptıklarını” söyledikleri bu takibe neden “Meclis’in tatile girdiği 1 Temmuz ile 1 Ekim arasında” ara verdiklerini de açıklamadılar... Ayrıca, Arınç konusundaki zanlıların ifadelerinde de ortaya çıktı, zanlılar kiralık arabayı Bülent Arınç’ın evinin yanına park edip ayrılmışlar. Peki, amaç ne olabilir? Emre Uslu andığım yazısında, “kiralık arabaları hedefin yakınlarına park ederek güvenlik zaafı” araştırılmakta olunabileceğini, bu nedenle de “polisin olayı suikast kuşkusuyla araştırmasının daha mantıklı” göründüğünü söylüyor... “Paranoyadır” canım... *** Lockheed askeri uçak alımındaki rüşvet olayından Şemdinli’deki cinayetlere... 27 Nisan’dan “Poyrazköy’deki silahlar bize ait değildir” açıklamasına... “Lav silahı borudur”dan “JİTEM yoktur” demeye... Hiçbir konuda doğru söyleme... Sonra hâkimin peşindekilerin “aşçı, işçi” olduğunu iddia edip, etrafı “paranoya” ile suçla... *** Ölümcül lav silahı ne kadar boru ise, hâkimin takibi de o kadar paranoyadır... |
| | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37125] Bingöl ve 33 asker - Eser KARAKAŞ Posted: 04 Jan 2010 08:06 AM PST
| Bingöl ve 33 asker | Eser KARAKAŞ |
| Cumartesi günü (2 Ocak 2010) Bingöl Belediye Başkanı Sayın Serdar Atalay’ın davetlisi olarak bir konferans için Bingöl’e gittim. Bingöl fakir bir ilimiz ama en çok dikkatimi çeken insanlarının köklü bir tarihten gelmenin verdiği süzülmüşlükten kaynaklanan bilgeliği oldu. Bingöl’ün havaalanı şimdilik yok, bu nedenden bu ilimize civar illerin havaalanlarından ulaşılıyor, bendeniz de Bingöl’e Elazığ üzerinden gittim. Elazığ-Bingöl arasında yeni yapılmış çok düzgün, yaklaşık 140 kilometrelik bir duble yol mevcut. Bu yoldan Bingöl’e giderken, Elazığı il sınırları içinde önce ünlü Yeşil’in senelerce bordrolu olarak gözüktüğü Ferro Krom tesislerinin önünden geçiyorsunuz ve geçerken de aklınıza bu bordroların düzenlendiği tarihlerde görev yapan bu tesisin müdürü, bu tesisin bağlı olduğu Genel Müdür, Genel Müdür’ün bağlı olduğu Bakan hakkında ne gibi işlemler yapıldığı sorusu takılıyor ama bu konuyu tehlikeli buluyorsunuz ve kafanızdan uzaklaştırmak istiyorsunuz. Ama güzergah öyle steril bir güzergah değil ve birazdan aklınıza daha başka, en azından Yeşil meselesi kadar netameli başka konular takılıyor. Bingöl’e yaklaşırken 33 erimizin şehit edildiği köyün çok yakınından geçiyorsunuz ama 33 askerin otobüslerinin durdurulduğu ve ölüme yürüyüşün başladığı nokta tam da karayolunun üzerinde. Bu noktada bir anıt dikilmiş ve PKK tarafından şehit edilen erlerin sayısı kadar bayrak dikilmiş. Anıtın önünde arabayı durduruyorsunuz, bir resim çekiyorsunuz ve bu faciaya neden olanlara, kastı ya da ihmali olanlara, 33 askere tetik çekenlere lanet okuyorsunuz. Araba Bingöl’e doğru yola devam ediyor, mekanın oluşturduğu ilk şoku atlatıyorsunuz ve konu üzerinde düşünmeye başlıyorsunuz. Sivil giyinmiş erler Malatya’dan yola çıkıyorlar, Elazığ’da bir askeri bölgede bekletiliyorlar, kendilerine kasıt ya da ihmal nedeniyle silahlı eskort verilmiyor ve Elazığ-Bingöl arası ölüm yolculuğu başlıyor. Şimdi 33 bayrağın dikili olduğu yerde otobüs durduruluyor, 33 er karayolunun hemen yakınındaki bir köye doğru götürülüyorlar ve köyün biraz ilerisinde, köylü kadınların PKK’lılara yalvarmalarına rağmen infaz gerçekleştiriliyor. Otobüsün durdurulup silahsız erlerin aşağıya indirildiği noktada PKK’lılar çok rahat hareket ediyorlar, acele etmiyorlar ama olayın olduğu karayolu noktasının yaklaşık birer kilometre iki tarafında askerler trafiği durduruyorlar, bu noktalarda konvoylar oluşuyor ama bir nedenden olaya müdahale edilemiyor ve facia oluşuyor. Bölgedeki askerler Elazığ’daki Kolordu Komutanlığı’na bağlılar ve dönemin Kolordu Komutanı Korgeneral Necati Özgen olay bölgesinin en sorumlu ve en yüksek rütbeli subayı. Üzerinden yaklaşık on yedi sene geçen bu olay hakkında çok farklı yorumlar yapılıyor. Müessif olayın gerçekleştiği gün TBMM’de kürt meselesinin çözümüne ilişkin bir adımın atılacağı gerçeği yorumları daha da karmaşık yapıyor. Çok net söylüyorum, bendeniz bu konunun altında bir kasıt olabileceğine inanmak istemeyenlerdenim; böyle korkunç bir ihtimalin konuşulması bile yeterince korkunç. Kasıt meselesini bir kenara koysanız dahi ortada çok ama çok vahim bir ihmalin olduğuna hiç ama hiç kuşku yok; ihmalin, korkunç, utanç verici ihmalin bedeli de 33 can. Peki, bu tartışılmaz, 33 cana mal olan ihmal sonrası kimler ceza almıştır? Maalesef ortada ciddiye alınabilecek verilmiş hiçbir ceza yoktur. Üstelik dönemin ve bölgenin en üst rütbeli sorumlusu Korgeneral Necati Özgen ödüllendirilmiş, orgeneral yapılmış ve daha da ileriye gidilerek TSK’ya kilit komutanlar yetiştiren Harp Akademileri’nin başına geçirilmiştir. Düşünebiliyor musunuz, silahsız erleri sevk sırasında koruyamayan bir komutan, komutan yetiştiren bir Akademi’nin başına geçirilebilmiştir. Sadece bu olayın anatomisi bile TSK’ya yönelik eleştirilerin ne kadar haklı eleştiriler olduğunu ortaya koymaktadır. “Er sevkiyatının tedbirini bir korgeneral mi alır?” diye sorabilirsiniz, bu doğru bir sorudur ama düzgün işleyen kurumlarda vahim sonuçlar doğuran ihmallerin sorumluluğu objektif olarak mutlaka en tepedeki kişinindir, bunu da unutmamak lazım. |
| | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37121] Paralel evrende ajan manzaraları - Şamil TAYYAR Posted: 04 Jan 2010 08:06 AM PST
| Paralel evrende ajan manzaraları | Şamil TAYYAR |
| Genelkurmay, kozmik odada arama yapan Hakim Kadar Kayan’ı takip ettikleri iddiasıyla kısa süreli gözaltına alınan askerlerin şoför, teknisyen, aşçı ve marangoz olduklarını açıkladı. Bidon kafalı yazarlar, dalgaya aldılar; “Marangozdan takipçi mi olur.” Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla bir albay ve bir binbaşı gözaltına alındığında ise “Koca albay suikast için mi gider” diye makaraya sardılar. Rütbe, meslek gibi eylem statülerini vermedikleri için bu pis işleri kim yapar, anlayamadık. Genelkurmay da böyle diyor. Bize de inanmak düşer. Öyle ya, koca Genelkurmay yalan söyleyecek değil ya. “JİTEM yok” dedi, sorgusuz sualsiz inandım. Siz inanmadınız mı? Ben 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı, 27 Nisan’ı da askerin yaptığına hiç inanmadım. Kışlalarından çıktıklarına hiç şahit olmadım, siyasete bulaştıklarını hiç görmedim. Hele Ergenekon’a bulaşmış bir tek askerin varlığına kimse beni inandıramaz. Bu darbeler, muhtıralar, kafes planları, lahikalar, andıçlar, iflah olmaz yazarların TSK’ne karşı yürüttüğü asimetrik psikolojik harekatın birer parçasıdır. Bakın, memleket ne hale geldi. Ajan çorapçı O memleket, uzayda. En iyisi biz kendi paralel evrenimize dönelim, oradaki ajan manzaralarını seyre dalalım. Yıllar önce Milliyet’te çalıştığım dönemde Kızılay’da dolaşıyordum. Sıhhiye yönündeki tüp geçitte yürürken çorap satan bir hemşerime rastladım. Adı R... idi. Sakal bırakmış, tipi hayli değişmişti. Moralim de bozuldu doğrusu. Çünkü, onun polis olduğunu biliyordum, “Eyvah işten atmışlar, zavallı nafakasını çıkarmak için çorap satıyor” diye geçirdim içimden. Kulağıma eğildi: “Hiç karıştırma, burada takipteyim.” Meğer bizim R... istihbarat elemanıymış. Bir başka hemşerimi de Meşrutiyet caddesinde simit tezgahının başında görmüştüm. Sonra fark ettik ki, Kızılay’ın değişik köşelerinde milli piyango satan, oyuncak pazarlayan nice istihbaratçı varmış. Duvar ustası Seydo Susurluk Komisyonu’nda Başbakanlık görevlisi olarak çalışan Hakim Akman Akyürek’i hatırlıyor olmalısınız. O dönemde adı MİT muhbirine çıkınca görevinden ayrılmıştı. Tuncay Özkan’ın da kadim dostudur. Akyürek, 8 Aralık 1997 günü İstanbul’da şüpheli bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Tereke Hakimi Yılmaz Uğurlu, kaza sonrası Akyürek’in evinde yaptığı aramada, Akyürek’in fotoğraflarının basılı olduğu iki sahte pasaport buldu. Birinde mesleği “duvar ustası”, diğerinde “mühendis” olarak yazılıydı. Duvar ustasının pasaporttaki ismi Seydo, mühendis ise Murat Uslu’ydu. Başbakanlıkta görevli bir hakim, duvar ustası ve mühendis olarak neden sahte pasaport düzenler, bilen açıklar umarım. Ayrıca, Akyürek’in kullandığı iki cep telefonundan biri, Abdullah Çatlı’nın kimliğini kullandığı Mehmet Özbay’ın avukatı Mehmet Deniz’e aitti. Yıllarca kodlarıyla yaşadılar Kamuoyunun “Yeşil” olarak bildiği Mahmut Yıldırım’ın kullandığı sahte isimlerden biri, Ahmet Demir’dir. Elazığlı olan Yeşil’e bu ismin, dönemin Elazığ Emniyet Müdürü Ahmet Demir’den esinlenerek verildiği iddiası yaygındır. Gerçek Ahmet Demir, Nesim Malki cinayetinin işlendiği dönemde de Bursa Emniyet Müdürüydü. “Yeşil” olarak bildiğimiz Ahmet Demir’i (Mahmut Yıldırım) ise burada anlatmaya gerek yok. Yıllarca “Mehmet Özbay” kimliğini kullanan Abdullah Çatlı’nın diğer sahte kimliği “Şahin Ekli” adına düzenlenmişti. O kimliği ayarlayan ise aynı kazada hayatını kaybeden Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ’dı. Paşaya zehirli kahve Laf lafı açıyor. Bülent Arınç’ın mahallesinde yakalanan albayın üzerinde sahte basın kartı çıktı hatırlarsanız. Albay savunmasında, maçlara bedava girmek için aldığını söyledi ama cüzdanına nasıl girdiğini hatırlamadı. Sarı basın kartı sahibi olarak bilirim; bu kartlar, fotoğraf ve isim değiştirerek sürpriz şekilde cüzdan ziyaretleri yaparlar. Onun için müsterih olsun. Hakimi takip iddiasıyla yakalanan bir er ise Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın aşçısıymış, yakalanınca yılbaşı mönüsü aksamış. Buna üzüldüm tabi. Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e bir erin zehirli kahve yaptığını hatırladım ama “Ne alakası var?” diyerek frenledim kendimi. İki Deniz Kuvvetleri Komutanı’na yaverlik yapan Albay Birol Atakan’ın hayatını kaybettiği trafik kazasını da bir çırpıda es geçtim. Mahir Hoca Aynı zamanda gazetemiz yazarı Prof. Dr. Mahir Kaynak’ın MİT mensubu olarak görev yaptığı dönemdeki faaliyetlerinin önemli kısmı, medyaya yansıdı. Bugünkü Ergenekon’un nüvesini oluşturan 9 Mart Cuntası’nın deşifre edilmesinde önemli rolü vardı. Mahir Hoca, İlhan Selçuk’un çok yakın arkadaşıydı. Ajan olduğu ortaya çıktığında Selçuk’un nasıl bir şok geçirdiği hala anlatılır. Özdemir Sabancı’yı katleden Fehriye Erdal da o çok güvenlikli iş merkezine “temizlik görevlisi” olarak sokulmuştu. Çok yakın tarihte tespit edilen bir lidere yönelik suikast teşebbüsünde kartonpiyer ustalarının kullanıldığı ortaya çıkmıştı. Sakın ola, bunları, Genelkurmay’ın açıklamasına nazire olsun diye anlattığımı sanmayın. Asker bu işlere bulaşmaz. Ben Cem Yılmaz’ın ifadesiyle paralel evrenden söz ediyorum. Arada saat farkı var. Ayrı zaman dilimlerinde yaşıyoruz. Demem o ki, bazen bir duvar ustası, kimi zaman marangoz, başbakanlık görevlisi, üniversite hocası, tesisatçı, temizlikçi, hülasa her meslekten bir erbap “ajan” olarak aramızda dolaşabilir. Tabi, paralel evrende... |
| | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37143] Sen ne biçim komutansın - İbrahim KİRAS Posted: 04 Jan 2010 08:04 AM PST
| Sen ne biçim komutansın | İbrahim KİRAS | 01 Ocak 1970 Perşembe 02:00 | AK Parti 2002’de iktidara geldiğinde memlekette neredeyse bir bahar havası esiyordu. CHP lideri Baykal, Erdoğan’ın siyaset yasağının kalkması için gayret gösteriyor, Cumhurbaşkanı Sezer AK Partililerin başörtülü eşlerini Köşk’e davet edip ellerini sıkmaktan rahatsız olmuyordu. Unutanlar için, o günlere ait “yüzünde güller açan Sezer” fotoğrafları arşivlerde duruyor. Aydın Doğan’ın gazeteleri de iktidarın yeni sahiplerine karşı inanılmayacak derecede hoşgörülüydü. Hafızasında sorun olanlar arşivlerden o günlerin Hürriyet nüshalarını çıkarıp bakabilirler. Sonra birden bire her şey değişti. Baykal sertleşti, Sezer milletvekillerine “eşsiz” davetiyeler gönderme âdetini icat etti. Ertuğrul Özkök iktidar partisinin şeriat özlemlerini yazmaya başladı. Bütün bu değişim-dönüşüm sürecinin işaret fişeği Emin Çölaşan ve Mustafa Balbay’ın “durup dururken” yazmaya başladıkları yazılardı. Özetle “genç subaylar rahatsız” diyorlardı. Genç subayların “rahatsızlığı” öğrenildikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. AK Partililerin başörtülü eşlerinin ellerini sıkan güler yüzlü Sezer fotoğrafı ortadan kalktı. Demokratikleşme ve AB konularında iktidarla omuz omuza çalışma sözleri veren Baykal gitti. Bu arada Hürriyet gazetesinin yayın çizgisi de 28 Şubat günlerine geri döndü. Hatırlatmakta sonsuz fayda var: Bu dönemde AK Parti’ye cephe alanlar yalnızca içerideki güçlerden ibaret de değildi. Genç subayların “rahatsızlığı” üzerinde etkisi var mıdır bilmiyorum ama 1 Mart tezkeresinin reddinin ardından ABD’deki “neo-con”ların AK Parti’nin “biletini kestiği” söylentileri yayılmıştı. *** Aradan epeyce vakit geçip de önce Özden Örnek günlüklerinde, ardından Ergenekon soruşturmasında ortaya dökülenler o dönemde rahatsız olduğu söylenen genç subayların aslında pek de genç olmadıklarını ortaya çıkardı. İddiaya göre koca koca komutanlar bir araya gelip birtakım darbe planları yapmışlar. Zamanın Genelkurmay Başkanı engel olmuş bunlara. Demek ki AK Parti iktidarına yaklaşımlarını “birden bire” değiştirenlerin de “genç subayların rahatsızlığından” bir ölçüde etkilenmiş oldukları düşünülebilir. Anlaşılan o dönemde bazıları AK Parti’nin “gidici” olduğuna dair bir beklenti içinde tavırlarını değiştirmişler. Darbe planları sekteye uğrayınca darbeden beklentisi olan zevat da tabiri caizse “ofsayta düşmüş” oldu. Galiba onlar da darbe girişimcileri gibi içine düştükleri bu durumdan Hilmi Özkök’ü sorumlu tutuyorlar. Özkök hakkında o günden bugüne kadar kimin ne söylediği, ne yazdığı da hafızalarda. Mesela, normal şartlar altında sırtında üniforması olan hiç kimseye sesini çıkarması düşünülemeyecek Emin Çölaşan Genelkurmay Başkanı’nı birtakım imalarla AK Parti “yandaşı”olmakla, Fethullah Gülen’den talimat almakla suçlayabiliyordu. *** Bir arkadaşımın uyarısıyla, yıllar sonra yeniden bir Çölaşan yazısı okudum geçen gün. Sözcü gazetesinde yazan Çölaşan Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a seslenmiş. Sivillerin Özel Harp Dairesi’ne girmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıyor. Ordunun itibarının ayaklar altında olduğunu, bu sorunun Başbakan’la veya Cumhurbaşkanı ile konuşarak, MGK’da gündeme getirerek çözülemeyeceğini vs. yazıyor. Başbuğ’u “tepki” göstermeye çağırıyor. Başbuğ bütün bunların tam aksini yaptığına göre, aslında “sen ne biçim komutansın” demeye getiriyor. Ama bunca gürültü patırtı içinde bile bu laflar “genç subaylar rahatsız” şifrelemesi kadar dikkat çekmiyor. |
| | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37126] Sır İntiharlarda Otopsi Şoku Posted: 04 Jan 2010 08:02 AM PST
| Sır İntiharlarda Otopsi Şoku | Ergenekon ve Kafes Eylem Planı soruşturmalarıyla öne çıkan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndaki 6 şüpheli ölümün 5'i intihar olarak kayıtlara geçti. | 04 Ocak 2010 Pazartesi 10:14 | Darbe günlükleri, Ergenekon ve Kafes Eylem Planı soruşturmasında sık sık adı geçen Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda yaşanan 'sır intiharlar' ilginç bir ayrıntıyı ortaya çıkardı. Son yaşanan intihar vakasında Deniz Yarbay Ali Tatar gibi diğer bazı subayların da otopsinin yapılmadığı gün yüzüne çıktı. Otopsisi yapılan bir denizci subayda ise intihar olasılığını çürüten çarpıcı delillere ulaşılması, 'otopsi bilinçli olarak yapılmıyor' iddialarının gündeme gelmesine neden oldu. Farklı iddialar gündeme geldi Türk Silahlı Kuvvetleri'nde kritik görevlerde bulunmuş ve Ergenekon'la bağlantılı oldukları iddia edilen denizci subayların şüpheli intiharları, farklı iddiaları da gündeme getirdi. Ailelerin intihar değil dediği ölümler sonrasında, birçok subayın otopsinin yapılmadığı da 'cinayet' şüphesini artıran bir gelişme oldu. Yüzbaşı Vural'a yapıldı Ergenekon savcılarının Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndaki derin yapılanmayı deşifre eden listeyi ele geçirlemesinden sorumlu tutulan Yüzbaşı Olgun Vural'ın intiharı sonrasında yaşananlar şüphelerin doğruluğunu gözler önüne serdi. Ergenekon İddianamesi’nin eklerinde ismi geçen Vural’ın komutanlığa bağlı okullarda Ergenekon adına Yüzbaşı Ali T. ve Binbaşı Ümit K. ile hareket ettiği belirtiliyordu. Vural’ın komutanlığa ait evinde intihar etmesinden bir gün önce Ümit K. ile buluştuğu ve o gece sabaha kadar uyamadığı eşinin ifadelerine yansıdı. Şüpheleri artırıcı bulgular çıktı Olgun Vural’ın ardında bıraktığı mektupta Ümit K.’ya hitaben “Bulmacanın parçaları beni gösteriyor ama ben değilim. Bana inanın, Ümit K. bana inan" dediği intihar mektubu da sis perdesini aralayamadı. Vural'ın otopsi sonucu 'cinayet' şüphesini artırıcı bulguları ortaya çıkardı. Vural'ın otopsisinde küçük olması gereken mermi giriş deliği büyük, büyük olması gereken çıkış deliği ise küçük olarak tespit edildi. Oktay'ın ailesi itiraz etti Denizcilerde yaşanan otopsi skandalının bir benzeri de Özel Hareket Daire Başkanı Behçet Oktay'ın intiharı sonrasında gün yüzüne çıktı. Ailesinin itirazı üzerine Adli Tıp incelemesi yapılan Oktay'ın, göğüs kafesinde 7 kırık, vücudunda kokain ve alkole rastlandı. Ayrıca solak olan özel harekatçının sağ el ile silahı ateşlemiş olması da 'cinayet' şüphesini artıran bir diğer gelişme olarak hafızalara kazındı. DENİZ KUVVETLERİ’NDEKİ ŞÜPHELİ ÖLÜMLER ZİNCİRİ Deniz Kuvvetleri'ndeki şüpheli ölümlerin ilk halkası, trafik kazasında yaşamını yitiren Emekli Deniz Albay Birol Atakan oldu. 28 Şubat sürecinde Oramiral Güven Erkaya ile birlikte çalışan Atakan, Ergenekoncu yapılanma hakkında birçok bilgiye sahip olduğu ve eski kuvvet komutanı Özden Örnek ile Karahanoğlu arasındaki köprü isim olarak biliniyordu. Şüpheli şekilde ölen bir diğer denizci ise Sarıkız ve Ayışığı Darbe Planları'nı deşifre ederek Oramiral İlhami Erdil'in mahkum olmasına neden olan Albay Belgütay Varımlı oldu. Varımlı'nın evinin balkonundan düşerek hayatını kaybetti iddia edilmişti. Ünal ve Gedik’in ölümü Tabancayla intihar ettiği söylenen Güney Deniz Saha Komutanlığı'nda görevli Hakim Yarbay Tanju Ünal, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı İlhami Erdil'i yargılayarak rütbelerini söktüren askeri hakimdi. Kuzey Deniz Saha Komutanlığı'nda görevli Tabip Yarbay Nursal Gedik'in ölümü de kayıtlara göre intihar olarak geçti. Gedik'in komutanlıkta dönen uyuşturucu ve kirli ilişkiler konusunda ulaşmaması gereken bazı bilgileri elde ettiği için öldürüldüğü ileri sürülmüştü. Ölümleri şüpheli olan bu kişilere otopsi yapılmaması dikkat çekti. Bugün |
| | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.