Kırıkkale'yi Yunan casus mu havaya uçurdu? Posted: 09 Jan 2010 06:36 AM PST Kırıkkale'yi Yunan casus mu havaya uçurdu? Yunanistan'da yayımlanan bir gazete, 11 yıl önce Kırıkkale'deki mühimmat fabrikasında meydana gelen patlamanın arkasında Yunan ajanlarının olabileceğini iddia etti. Yunanistan'da pazar günleri yayımlanan "Proto Thema" gazetesi, "1997 yılında Kırıkkale'deki Mühimmat Fabrikası'nda meydana gelen patlamanın arkasında Yunan casusları olduğundan şüphelenildiğini" yazdı. Gazetenin haberine göre, Yunan ajanlar Vasilis Yanopulos ve Savvas Kalenderidis 1987-1998 yıllarında İzmir'de casusluk yaptı. Söz konusu iki casusu "kahraman" diye tanımlayan gazetede; MİT, Yunan Ajan Kalenderidis'in Türkiye'de bir cephane fabrikasının havaya uçurulması olayında yer aldığından şüpheleniyordu. Kalenderidis hakkında ölüm emri çıkarılınca Türkiye'den kaçtı" ifadelerine yer verildi. Gazete, Yanopulos ve Kalenderidis için "Ege sahillerinden Anadolu'nun derinliklerine kadar 10 yılı aşkın bir süre içinde sayısız değerli belgeye ulaştılar" diye yazdı. (Ntvmsnbc) | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4756 (20100109) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com |
[anadoluhaber:37234] Sivillerdeki militaristliğin kökleri Posted: 08 Jan 2010 11:20 AM PST Atilla Yayla Aralık 2009'da yayımlanan yazımda Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un Trabzon'da bir savaş gemisinde yaptığı konuşma münasebetiyle militarizmin silahlı bürokrasinin askerî kanadındaki izleri ve yansımaları üzerinde durmuştum. Ancak, militarizmin "sivil" kanattaki yansımalarını da görmez ve tahlil etmezsek, militarizmle ilgili açıklamaları eksik bırakmış oluruz. Türkiye'de militarizmin kaynaklarını ve boyutlarını asla tam olarak anlayamayız. Türkiye'de militarizmin sadece askerî kanatta değil fakat aynı zamanda bazı çevrelerde de çok baskın ve yaygın olduğu kolayca tespit edilebilecek bir olgudur. Bu tespite militarizmin göbeğinde oturanların dahi itiraz edeceğini sanmam. Onların söyleyeceği, olsa olsa, bunun, özel şartları yüzünden, Türkiye için gerekli olduğudur. Sivil militarizmin delilleri her yerde her zaman karşımıza çıkmaktadır. Daha geçenlerde CHP'li bir belediye başkanı tek umudunun ordu olduğunu söyledi. Aynı partinin lideri 28 Şubat post modern darbesinin ilk yıllarında ordunun bir sivil toplum kuruluşu gibi görülmesi gerektiğini ifade etmişti. Darbe mağduru olmakla bazen övünen bazen yerinen Demirel bile ordunun sistem içindeki yerinin bir zaruretten kaynaklandığını iddia etmekten kaçınmamakta. Hülasa militarizm "sivil" toplum kesimlerinde de bu tür "sivri" söylemlerle ve elbette icraatlarla varlığını sık sık ifşa etmekte. EĞİTİM VE MEDYAdaki 'sivil işgal' Fakat, militarizmin sivil hayatı işgalini özellikle iki alanda çok somut olarak görmek mümkün: Eğitim ve medya. Bizim eğitim sistemimiz hafifletilmiş ve kamufle edilmiş bir askerî "talim ve terbiye" sistemine birçok bakımdan benzemekte. Sakın yanılmayın, bu durum sadece ilk ve orta öğrenim için değil, yüksek öğrenim için de geçerli. İlkokullarda her gün içilen anttan hiyerarşik sıra düzenine, beyin yıkamayı hedefleyen müfredattan şovenizmi enjekte eden ders kitaplarına, üniversite öncesi eğitim tam bir öğrencileri "yontma", "tek biçimleştirme" düzeni. Bu belki anlaşılır bir şey, çünkü, nihayetinde, zorunlu ve merkezî eğitimin olduğu her yerde bir ölçüde karşımıza çıkan bir olgu. Ne var ki bizde üniversitelerde de vaziyet aynı. Üniversitelerden istenen, düşünce ve yaratıcılıkta sınırların kalktığı bir "evrensel ortam (şehir)" olmak değil, sistemin kurucuları ve mevcut sahipleri tarafından ebedî ve ezelî doğruluğu hükme bağlanmış bilgi, anlayış, değer ve davranış kodlarını yeni nesillere empoze etme ortamı ve aracı olmak. Bereket versin hayat bu kalıba sığmıyor. Kalıbı zorlayan üniversiteler, bölümler ve hocalar eksik olmuyor. Başındakilerin zihin yapısına bağlı olarak YÖK'ün daha esnek ve anlayışlı olduğu dönemler yaşanıyor. Ama hem Milli Eğitim Temel Kanunu, hem YÖK Kanunu ve hem de Anayasa ile böyle bir eğitim sistemi dizayn edilmiş ve bunları değiştirmeden bu sistemi etkisizleştirmek imkânsız. Ve bu eğitim sisteminde, eğer öğrenci muhalif toplumsal kesimlerden gelmiyor veya alternatif bilgi ve değer kaynaklarından da beslenmiyorsa, eğitim seviyesi yükseldikçe militaristliğin derecesi artıyor. Daha yüksek tahsil neredeyse otomatikman daha militarist tavır anlamına geliyor. Kısaca, eğitim sistemimiz, bir bütün olarak militarizmi besliyor. Medyadaki militarizm daha da ürkütücü. Çünkü eğitim sistemi aracılığıyla militarizmi aşılama işinin yıllara yayılabilmesine ve bir ölçüde kamufle edilebilmesine karşılık medya organları günlük yaşadığı ve günlük çalıştığı için militarizmin medyadaki yansıması çok daha yoğun ve çarpıcı biçimde gerçekleşiyor. Uyanık bir iletişim öğrencisi sözgelimi 27 Nisan 2007 tarihli bildiriden GKB'nın Trabzon konuşmasına kadar uzanan yaklaşık iki buçuk yıllık zaman diliminde gazeteleri incelese, sırf başlıkları tasnif ederek dahi, durumu görebilir. Medyanın militarizmi bu zaman diliminde tavan yapmıştır. Başka bir deyişle son cumhurbaşkanının seçimi sürecinde militarizmle ilgili medyatik ar damarı çatlamış ve her türlü demokratik kural ve medeni terbiye bir yana atılarak askerin siyasete müdahalesi savunulmuştur. O günden bugüne aynı medya çevreleri askerlerin her türlü bireysel ve kurumsal hatasını saklamak veya meşrulaştırmak için canla başla çalışmaktadır. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Arınç'a yapılması planlandığı iddia edilen suikastla ilgili yayınlara topluca göz atarsanız medya ahlakı adına utanırsınız. Her türlü haki yanlışlığı peşinen aklamaya hazır bir medya hazır kıta beklemektedir. Sanki burası tarihinde hiç darbe görmemiş, askerlerin siyasete müdahalesine şahit olmamış, askerin sadece askerî işlerle meşgul olduğu bir ülkeymiş gibi, yanlışı yapanlar değil onu teşhir edenler ve görevi gereği onlarla ilgilenenler hedef alınmaktadır. Bazı gazete ve televizyonlar adeta askeriyenin sözcüsüymüş gibi yayın yapmaktadır. Medyanın bu kesimi, bir anlamda, Ergun Babahan'ın dediği gibi, yarı-askerî medya haline gelmiştir. Askerî görevlilerin militarizm hastalığına yenik düşmeleri meşru ve mazur görülmese bile anlaşılabilir ve açıklanabilir bir durumdur. Bunda egemen askerî kültürün ve dünyayı siyah-beyaz, dost-düşman diye sınıflamayı öğreten mesleğin önemli yeri olmalıdır. Peki ya sivillere ne olmaktadır? Onların militarizme teşne olmasını meşru ve mazur gösterme sebepleri ve anlama ve açıklama yolları olabilir mi? Sanırım bu konu üzerinde kafa yormalıyız. Ve bunu sadece gazete yazılarıyla değil, bilimsel araştırma ve incelemelerle ve psikolojik karakter tahlillerinden sosyolojik alan araştırmalarına uzanan bir yelpazede yapmalıyız. SİVİL MİLİTARİZMİN GERİLETİLMESİ İÇİN... Sivillerin militaristliğini açıklama yolunda benim aklıma ilk çırpıda iki faktör geliyor. Bunların ilki biçimle ilgili. Biçimle ilgili deyince önemsiz olduğunu sanmayalım, belki özle ilgili olanlardan daha önemli. Bu şu: Sivil militaristler (ve elbette militer militaristler) bir darbenin mümkün olduğuna, sıfır veya katlanılabilir maliyetle başarılabileceğine inanıyorlar. İktisadî bir terimle söylersek, darbeyi işlem maliyeti düşük bir işlem olarak görüyorlar. Bunda çok haksız sayılmazlar, çünkü bu ülke ne darbecileri bir darbe anında silahlı direnişle veya pasif direnişle bozguna uğratabilmiş ne de cuntacıları sonradan yargılayabilmiştir. Bu açıdan dünyanın belki de en başarısız ülkesidir. Bu, darbecileri her zaman teşvik eden bir unsur. İkincisi özle ilgili. Askerleri darbe yapmaya teşvik eden, davet çıkaran siviller, demokratik bir sistemde ve çoğulcu toplum ortamında rakipleriyle siyasî rekabeti ve toplumsal yarışı göze alamıyorlar. Daha da kötüsü, buna ihtiyaç duymuyorlar. Zira, kendi siyasî çizgilerinin ve hayat anlayışlarının tartışmasız en doğrusu olduğuna inanıyorlar. Diğerlerinin kendilerininki lehine tasfiye edilmesini ve en azından bastırılmasını istiyorlar. Bunu bizzat yapamayacakları için de orduyu kendi çizgilerinde tutmaya ve rakiplerine karşı harekete geçmesi için tahrik etmeye çalışıyorlar. Sivil militaristlerle ilgili bu iki tespit doğruysa, bundan şu sonuç çıkar: Militarizmin sorumluluğunu sadece askerlerin omuzuna yıkmak yanlıştır ve haksızdır. Sorumluluğun önemli bir parçası sivillerdedir. Militarizm geriletilecekse işe sivil militaristleri militarizmden vazgeçmeye ikna ederek başlamak gerekmektedir. Kaynak: Zaman |
[anadoluhaber:37235] Re: [shamilonline] 8.Ocak.2010 Kafkasya Bölgesinden Haber Özetleri Posted: 08 Jan 2010 09:59 AM PST 08 Ocak 2010 19:45 tarihinde admin shamilonline <admin.shamilonline@gmail.com> yazdı: Dağıstan Shamilkale'de 1 Mürted Polis Öldürüldü Shamilonline'nin İmarat Kavkaz Dağıstan sektörü haber kaynaklarından bir habere göre bugün sabah saatlerinde (8.Ocak.2010) Dağıstan'ın Başşehri Shamilkale (eski Mahachkale) Kirov bölgesinde Dağıstan kukla yönetimi İçişlerine bakanlığına bağlı mürted bir polis öldürüldü.
haberin devamı... www.shamilonline.org
****
Dağıstan Shamilkale'de Patlama Shamilonline'nin İmarat Kavkaz Dağıstan sektörü haber kaynaklarından edindiği bir habere göre dün akşam (7.Ocak.2010) yerel saat ile 22.00 sıraları Dağıstan'ın Başşehri Shamilkale'de (eski Mahachkale) Akushinsky bölgesinde devriye kontrol görevinde olan mürtedlerin UAZ aracı, bir süper marketin önünden geçtiği sırada patlama meydana geldi.
haberin devamı... www.shamilonline.org
****
İnguşetya Nazran'da FSB Binasına Mücahidler Bir Operasyon Gerçekleştirdi. Shamilonline'nin İmarat Kavkaz İnguşetya sektörü haber kaynaklarından edindiği bir habere göre, İnguşetya Nazran'ın kenar semti, Tutaeva caddesi üstünde bulunan FSB binasına dün (7.Ocak) akşam saatlerinde yerel saat ile 19:30 sıraları, Mücahidlerin mobil timlerince bir sabotaj operasyonu yapıldı.
haberin devamı... www.shamilonline.org
****
Çeçenya; Kafirov Kadirovsky Urus-Martan Bölgesinde Kendine Rüşvet Vermeyen Alkol Satış Dükkanlarını Yaktırdı Shamilonline'nin İmarat Kavkaz Çeçenya sektörü haber kaynaklarından edindiği bir habere göre; Çeçenistan'ın Urus-Martan bölgesi Gekhi-Chu yerleşim biriminde dün gece yarısı saatlerde (7.Ocak) iki küçük bakkal dükkanında başlayan yangın kısa sürede çevrede bulunan 15 irili ufaklı mağaza ve ticarethaneye sıçradı ve neticede 10 ticarethane yanarak kül oldu.
haberin devamı... www.shamilonline.org
****
İnguşetya Karabulak Bölgesinde Benzin İstasyonunda Patlama Shamilonline'nin İmarat Kavkaz İnguşetya sektörü haber kaynaklarından edindiği bir habere göre, geçtiğimiz Çarşamba günü akşamı (6 .Ocak.2010) İnguşetya'nın Karabulak bölgesinde yerel saatle 22:45 civarında bir benzin istasyonunda patlama meydana geldi.
haberin devamı... www.shamilonline.org
****
-- Daha Fazlasını ve Haberlerin devamını, http://www.shamilonline.org adresinden okuyabilirsiniz... *** Bu iletiyi ; "Shamilonline Google Group" üyesi olduğunuz için aldınız *** Bu gruba posta göndermek için , mail atın : shamilonline@googlegroups.com *** Bu gruba aboneliğinizi iptal etmek için şu adrese e-posta gönderin: shamilonline+unsubscribe@googlegroups.com *** Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com.tr/group/shamilonline?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
|
[anadoluhaber:37226] 8.Ocak.2010 Kafkasya Bölgesinden Haber Özetleri Posted: 08 Jan 2010 09:45 AM PST Dağıstan Shamilkale'de 1 Mürted Polis Öldürüldü Shamilonline'nin İmarat Kavkaz Dağıstan sektörü haber kaynaklarından bir habere göre bugün sabah saatlerinde (8.Ocak.2010) Dağıstan'ın Başşehri Shamilkale (eski Mahachkale) Kirov bölgesinde Dağıstan kukla yönetimi İçişlerine bakanlığına bağlı mürted bir polis öldürüldü.
haberin devamı... www.shamilonline.org
****
Dağıstan Shamilkale'de Patlama Shamilonline'nin İmarat Kavkaz Dağıstan sektörü haber kaynaklarından edindiği bir habere göre dün akşam (7.Ocak.2010) yerel saat ile 22.00 sıraları Dağıstan'ın Başşehri Shamilkale'de (eski Mahachkale) Akushinsky bölgesinde devriye kontrol görevinde olan mürtedlerin UAZ aracı, bir süper marketin önünden geçtiği sırada patlama meydana geldi.
haberin devamı... www.shamilonline.org ****
İnguşetya Nazran'da FSB Binasına Mücahidler Bir Operasyon Gerçekleştirdi. Shamilonline'nin İmarat Kavkaz İnguşetya sektörü haber kaynaklarından edindiği bir habere göre, İnguşetya Nazran'ın kenar semti, Tutaeva caddesi üstünde bulunan FSB binasına dün (7.Ocak) akşam saatlerinde yerel saat ile 19:30 sıraları, Mücahidlerin mobil timlerince bir sabotaj operasyonu yapıldı.
haberin devamı... www.shamilonline.org ****
Çeçenya; Kafirov Kadirovsky Urus-Martan Bölgesinde Kendine Rüşvet Vermeyen Alkol Satış Dükkanlarını Yaktırdı Shamilonline'nin İmarat Kavkaz Çeçenya sektörü haber kaynaklarından edindiği bir habere göre; Çeçenistan'ın Urus-Martan bölgesi Gekhi-Chu yerleşim biriminde dün gece yarısı saatlerde (7.Ocak) iki küçük bakkal dükkanında başlayan yangın kısa sürede çevrede bulunan 15 irili ufaklı mağaza ve ticarethaneye sıçradı ve neticede 10 ticarethane yanarak kül oldu.
haberin devamı... www.shamilonline.org
****
İnguşetya Karabulak Bölgesinde Benzin İstasyonunda Patlama Shamilonline'nin İmarat Kavkaz İnguşetya sektörü haber kaynaklarından edindiği bir habere göre, geçtiğimiz Çarşamba günü akşamı (6 .Ocak.2010) İnguşetya'nın Karabulak bölgesinde yerel saatle 22:45 civarında bir benzin istasyonunda patlama meydana geldi.
haberin devamı... www.shamilonline.org ****
|
[anadoluhaber:37225] 10 OCAK ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ Posted: 08 Jan 2010 03:24 AM PST DEĞERLİ ARKADAŞIM, 10 OCAK ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜNÜZÜ TEBRİK EDER, HAYIRLI ÇALIŞMALAR DİLERİM. AV.FİKRET BİRCAN DP AVCILAR İLÇE BAŞKANI |
[anadoluhaber:37237] MUHALEFET PARTİLERİNİN SORUMLULUĞU.../www.soruyusormak.com Posted: 08 Jan 2010 01:22 AM PST Türkiye'nin parlamentosuna girmiş muhalefet partileri muhalefet yapma görevini, iktidarı sürekli eleştirmek olarak anlıyorlar. - Başbakan şunu dedi. Haydi, bir cevap yetiştirelim. - Başbakan şöyle yaptı. Haydi, yanlış yaptığını söyleyelim. Sonra?.. Sonra... soğan doğra!.. Bir halkın sizi tercih etmesi için, çok daha farklı, çok daha nitelikli bir şeylere sahip olmanız gerekiyor. Öncelikle, halka güven verecek tutarlı ve çağın gerçeklerini ön-gören bir ekonomik programınız olması gerekiyor. Halkın şikâyetlerine çare üreteceğinize inanılması ve bu yönde size güven duyulması gerekiyor... Halk, yapıp ettiklerinizle, ortaya koyacağınız somut program hedefleri ile size olan inancını oluşturacaktır. Sadece laf üreten... Ve yaptığı bütün muhalefet laf üretmekle sınırlı kalan bir kadronun, halkın güvenini kazanması ve iktidar olabilmesi mümkün değildir. Halk inanacaktır ki... Siz iktidara geldiğinizde çekilen sıkıntıların hiç değilse bir bölümü sona erecektir. Somut bir hedefiniz olacaktır!.. Yuvarlak laflardan değil, ciddi, sağduyulu, bilime dayanan çözümlerden oluşan inandırıcı bir programınız olacaktır. Çevrenizde oluşan kadronuz, sözünü ettiğimiz bu programın çarklarını hareket ettirebilecek yetenek ve bilgi birikimine sahip olacak ve gelişen pratik içinde kendilerini bu yönde kanıtlayacaklardır. Muhalefet partileri, "Laf üretim Merkezleri" olmaktan kurtarılacak, çözüm üreten ehliyet sahibi teknik kadrolardan oluşturulacaktır. Halk ciddiyetinizi görecek, ehliyetinize inanacak ve sonuçta da, ülkenin sizler tarafından yönetilmesi halinde işlerin [hiç değilse] bugünkünden daha iyiye doğru gideceğine [yavaş yavaş] ve sizleri sınaya sınaya inanacaktır. Lafazanlık kürsülerine [önceden çalışılmış] dinamik görüntüler eşliğinde bir çırpıda zıplayarak iktidara gelinmez. Ülkenizde gerçekleşen ve Dünya kamuoyunun gıpta ve hayretle izlediği büyük kitle hareketlerinden köşe/bucak kaçarak değil; kendiliğinden gelişen kitle hareketlerinin en ön saflarında yer alarak ona şekil veren, yönünü belirleyen ve onu her nevi sapmalardan koruyan bir güç ve bilinçle yürünür iktidara doğru... Muhalefette olmak, iktidara talip olmak anlamına gelir!.. Halk adına iktidarı [ciddi ve inandırıcı bir biçimde] talep etmeyen bir siyasi oluşum, ancak, siyaseti kendilerine meslek edinmiş bir ekibin ve iktidar olma sorumluluğunun gerisine düşmüş bir zafiyetin belirtisidir. İktidar olmayacaksın... Dolayısıyla, sorumluluk üstlenmeyecek ve hiçbir yükün altına omzunu koymayacaksın. Ve belirli bir dengeyi gözeterek, sana zarar vermeyeceğini hesap ettiğin kadar ve bu ölçüde, mevcut iktidarın lambasına püf diyeceksin... Ve yaptıklarını eleştireceksin... İktidarı talep etmeyen bir muhalefet, fiilen iktidarda olanların yapıp ettiklerinden en az onlar kadar sorumludurlar... Çünkü, iktidarı, iktidar yapan, iktidarı gerçekten talep etmeyen, onlardır. Ve Türkiye, sürmekte olan bu ahbap/çavuş siyaseti ile... İyi polis/kötü polis taktiği ile... Ekranda savaş, resepsiyonlarda barış yöntemi ile tarihinin en riskli ve en tehlikeli virajlarına doğru hızla yol almaktadır. Ve eğer toplumsal muhalefetin gücü, siyasal partilerimizin muhalefet biçimine bir çeki düzen veremeyecekse... Ya da bizzat bu siyasi partilerin yönetim oligarşilerini revizyona tabi tutup belirli bir yoğunluğa taşıyamayacaksa... İçinde debelendiğimiz bu "düzen", önce uçurumun kenarına ve sonra da içine doğru yuvarlanıp gidecektir... Tekerlenip gidecektir!.. www.soruyusormak.com www.dnm-ler.com |
[anadoluhaber:37214] Fw: Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. Posted: 08 Jan 2010 01:08 AM PST
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler... İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. "Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. "Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler, ama içlerinden "Bu herif sahiden geri zekâlı" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin sonunda ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun ortaya çıktı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor." "Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz." http://www.gorkemates.com |
[anadoluhaber:37229] Öksüz ve Yurdundan Zorla Göç Ettirilen Bir Dede İle Babaannenin Torunu Olmak yazan: Mersinden Burak CANLI Posted: 08 Jan 2010 12:44 AM PST ÖKSÜZ VE YURDUNDAN ZORLA GÖÇ ETTİRİLEN BİR DEDE İLE BABAANNENİN TORUNU OLMAK yazan: MERSİNDEN BURAK CANLI Detaylara fazla girmeden başlıkta ki durumu aktarmaya çalışa cam. Babamın babası olan zat yani dedem küçük yaşlar da Rusya Sınırları içerisinde ki basiretsiz uygulamalar yüzünden öksüz kalmıştır. Bu dram ve bu acı üzerine çokça akrabalar yitirilmiş ve Türkiye Devletine zorunlu göçe maruz bırakılmışlardır. Dedemin annesi İnguşya Devletinden olup babası ise Çeçenistanlıydı. Ailelerin adına anlayabildiğim kadarıyla Galgay sülalesi deniyor idi. Ki bu isim kendi çapında bir boy olmaktadır. Babamın annesi ise Girit Adasında doğmuş ve gene zorunlu göçe maruz bırakılıp Türkiye Devletine kendi akrabaları ile gelmiştir. İşin komik yanı Babaannemin de küçük yaşta babasını kaybetmiş olmasındaydı. Babaannemin bilebildiği kadarıyla babası Atina topraklarında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Gel zaman git zaman içerisinde bu iki zat bin bir mucizenin ortasında birbirlerini bulmuşlar ve evliliğe kadar işi götürmüşlerdir. İki öksüz insan! İki ayrı yerden zorunlu göçe maruz kalmış insan. Hakları, malları tecavüze uğramış iki ayrı memleketin öksüz çocukları. Girit’te yaşadığı ve doğduğu için babaannem Türkçe konuşmasını bilmemekteymiş. Olayı hakkın rahmetine kavuşmadan önce bana aynen şöyle özetlemiştir. “ Dil bilmiyorduk. Hak, hukuk anlamazdık. Ellerimizde ki birkaç parça değerli eşya Türkiye de yaşayan kötü niyetli kişiler tarafından elimizden zorla alındı. Dilimizi konuşmak yasaklanmıştı. Ayağımızda bırak ayakkabıyı terlik dahi bulunmamaktaydı. Yemek ihtiyacımızı oradan buradan karşılamaya çalışıyorduk. Zor günlerdi. Zor günler. Ama Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı. Bizi oralarda öldürürlerdi. Allah razı olsun ki bizi oradan gemilerle Mustafa Kemal Atatürk kurtardı. Gemilerde yaşlı, hasta, küçükler telef oldu. Bizden ölülerimizi istediler. Saklamaya çalışıyorduk onların ölülerini. Toprağa varınca gömmek istiyorduk. Yakaladıkları ölüleri hastalık bulaşmasın düşüncesiyle denize atıyorlardı. Ölecektik ama ölmedik. Buralara kadar gelmeyi başardık. Ama kimimiz bir yere kimimiz öteki yere bırakıldı.” Sevgili Babaannem ruhum şat olsun. Sen o zor günlerden geçtin. Ne diyeyim. Rusya Topraklarında ise dedemin ve ailesinin akıbeti de çok daha iyi değilmiş. Tahmin edeceğiniz gibi insanlar bu meşakkatli yollardan tarihte belki de hiç benzeri olmayan şekiller de geçmişlerdir. Dedemin Nogayca dili konuşması da yasaklanmış ve babaannem gibi dedem de Türkçeyi öğrenmeye zorlanmıştır. Babaannemin dedesi Girit adasında Müftüymüş ki devrinin çok kültürlü, bilgili eli kalem tutan zatlarından imiş. Ben dedemi hiç görmedim. Ben doğmadan evvel ölmüş olan dedem. Sanırsam Fakirlik ve cahilliğin kurbanı oluvermiş. Babaannem ise 2007 yıllarının ortalarında hayata gözünü yumdu. Babaannemin annesi ise 1997 senesinde hayata gözlerini yumdu. Babaannemin annesi olan Fatma nenem ki biz ona bastonlu nene de derdik, Girit adasında yaşayan bir takım art niyetli kişiler tarafından kendisine tecavüz edilmeye çalışıldığı sırada buna kalkışan bir kişiyi vurduğunu kendisinden işitmiştim. Bastonlu Fatma nenemin eşine ise zorla veya isteyerek Yunan üniforması giydirilmiş ve Subay yapılmıştır. Fatma nenemin eşi şehit olmuştur. Tüm bu yaşananlara rağmen benim babaannem tam bir Türkiye sevdalısıydı. Atatürk’ü kendi gözleriyle görmüş birisiydi. Onun annesi Atatürk’e çorba pişirmiş olduğu ve ona hizmet ettiği için övünmekteydi. Bizleri Girit Adasında ki olası ölümlerden Atatürk kurtardı derlerdi. Amma doğru amma yanlış derlerdi. Ama bunları söylerken yaşlarına rağmen gözleri pırıl, pırıl oluverirdi. Gel zaman git zaman içerisinde Bastonlu Nenem Türkiye de ikinci kez Arap ve Alevi olan bir başka zat ile evlenmiş. Ondan olan iki çocuk da Kürk kızlarıyla izdivaçlarını yapmışlardı. Biz küçükler hiçbir zaman üvey öz bilmeden babaannemin Arap ve Alevi üvey kardeşlerine her zaman dayı dedik. Onların Kürt olan eşlerine de Kürt mürt bilmeden yenge dedik. Onların torunları dahi oldu. Ve bizler de tüm bu ırka dâhil hususların önemi ve değeri bulunmadan akrabalar olarak yaşamaya devam etmekteyiz. Diğer gençlerimizin nerelerden ve kimlerden evlendiğini sizlere bilmem anlatmaya artık gerek varmıdır! Benim bildiğim bir şey vardır. Ben geçmiş zamanlarda yaşanan savaşların, kavgaların hiçbir kimse için hayırlı olduğunu düşünmemekteyim. Zira en azından Mersin İlinden Girit adasına göçe zorlanan Hıristiyan kardeşlerimizin de bildiğim ve duyduğum kadarıyla hiçbir zaman Yunanistan Devletinde birinci sınıf vatandaş muamelesi görmemektedirler. Çünkü onlar Türkçe bilmektedirler. Bizler de Girit’çe bilmekteyiz. Ama Bu Ülke de şu ana kadar eksik ve hatalarına rağmen diğer gruplar gibi birinci sınıf vatandaşız. Bizler Bu koca Ülke de ikinci sınıf vatandaş görmedik. Çingenelerimiz dâhil hepimiz kaynaşmışız. Eskilerde şimdiler de olduğu gibi insanlar gereksiz yapılan kavgalar yüzünden mağdur olmaktadır. İstediğim şey, geçmiş ve bugünler de yaşanan acıların gelecekte yaşanmamasıdır. Bu belki zordur. Belki de bunun için çokça fedakârlıklarda bulunmamız gerekecektir. Ama bunu başarmak bizlerin elindedir. Geçenler de DTP’nin eski il başkanı ile karşılaştım. Ona nedir ağabey bu olaylar diye sordum. Bana birkaç iç açıcı konuşmadan sonra Burak’ım benim eşimde Türk ve Konya İlinin Ereğli İlçesinden dedi. Her bireyin bir siyasi inanışı bulunmaktadır. Her birey inanışlarında hürdür. Özgürdür. Fakat inanışlar bizleri uçurumlara götürmemelidir. Neden götürmemelidir? Bizler bunları en iyi bilenlerdeniz. Çünkü bizlerin temel hedefi insandır. Ve Ülkemiz de ki tüm inanışlar insan üzerine ceyran etmektedir. Geçmişimiz diğer insanların geleceklerini olumsuz olarak etkilemeyecek şekil de bizler için önemlidir. Rusya Topraklarında yaşayan sivil halktan tutunda Yunan topraklarında yaşayan sivil halka kadar hepimiz güleriz. Hepimiz seviniriz. Ve bizlerin olduğu kadar o halklarında hakları bulunmaktadır. Aynı onlar da bizler gibi insandır. Ve tarihin bize vermiş olduğu bir miras bulunmaktadır. Mirasın adı Türkiye’dir. Bu mirasa iyi bakarsak bize iyi meyveler verir. Bakmayı beceremesek o zaman da kâbusumuz olur. Gelin hep birlikte bu mirası geliştirelim. Ona iyi bakalım. Onun olumsuzluklarını bertaraf edelim. Yoksa sonumuz bastonlu nenemin parasızlıktan, açlıktan, olanaksızlıktan küçük yaştaki babamı yaşayabilmek uğruna, mal pazarında satmak zorunda kalışı gibi olacaktır. MERSİNDEN BURAK CANLI |
[anadoluhaber:37218] DOĞAL ŞİFA KAYNAĞI KAPARİ... Posted: 07 Jan 2010 11:39 PM PST Prof.Dr.Ahmet.Maranki'den bu günlerde adını çok duyduğumuz kapari halk arasında gebere otu olarak bilinmektedir ;özellikle kanser hastalarıın tronbosit oluşumunda çok etkilidir. Prof.Dr Ahmet Maranki’nin yaptığı bilimsel çalışmalar sonucunda Kapari bitkisinin faydaları şöyle sıralanabilir; Kaparinin Faydaları; -Ağrı kesici özelliği vardır. -Sindirim sistemini düzenler -Kabızlık gidericidir. -İdrar söktürücüdür. -Balgam söktürücüdür. -Adet düzenleyicidir. -Solucan ve parazit düşürücüdür. -Romatizma rahatsızlıklarına iyi gelir. -Felçten korur. -İskorbit hastalığında kullanılır -Kan bozukluklarına faydalıdır -Gut hastalığına iyi gelir. -Antitümör etkilidir. -Mide rahatsızlıkları, ülsere iyi gelir -Hemoroid hastalarına fayda sağlar. -Dalak büyümesinde faydalıdır. -Kalça rahatsızlıklarında kullanılır. -Özellikle kanser hastalarında trombosit sayısını yükselttiğinden faydalıdır. -Karaciğer fonksiyonlarını düzenleyicidir. -Multipl Skleroz (MS) hastalığında faydalıdır. -Cinsel gücü arttırıcıdır. Kapari bitkisi oldukça faydalıdır. İşlenmiş olanını, ya da tablet halinde satılanları almak gerekir. Mufi markası ile hazırlanan Kapari salamurası da Aynı özellikler sahip doğadan toplanmış steril ve haccp belgeli üretim tesislerinde işlenmiş bir bitki salamurasıdır. Özellikle hazırladığınız salatalara karıştırılması durumunda eşsiz bir lezzet kaynağıdır. www.zilepekmezi.com Web sitemizden satışını yaptığımız %100 doğal ve katkısız ürünleri tüketmenizi önerirken sağlıklık bir hayat geçirmenizi temenni ederiz. www.zilepekmezi.com doğal ürünler online satış sitesi
|
[anadoluhaber:37231] Rusya çıkarması Posted: 07 Jan 2010 11:26 PM PST Masaya 5 kritik taleple oturacak
| Başbakan Erdoğan'ın 12-13 Ocak'taki Rusya çıkarmasında enerjiyle ilgili beş önemli konu masaya yatırılacak. 08 Ocak 2010 Cuma 08:43 Başbakan Erdoğan'ın 12-13 Ocak'taki Rusya çıkarmasında enerjiyle ilgili beş önemli konu masaya yatırılacak. Ayrıca Türkiye'nin nükleer ihalesini iptal etmesinin ardından Rusya'nın gönlü alınacak Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Rusya Federasyonu Başbakanı Vladimir Putin'in davetlisi olarak 12-13 Ocak tarihleri arasında Moskova'ya yapacağı ziyarette, ABD ve Avrupa'nın yakından takip ettiği enerji projeleri masaya yatırılacak. Türkiye'nin nükleer santral ihalesini iptal etmesinin ardından gerçekleşen bu ziyaret ile Rusya'nın gönlünün alınmasını hedefleniyor. İki liderin görüşmesinde masaya yatırılacak olan konuların başında ise Rusya'ya ödenecek olan yaklaşık 1 milyar dolarlık alınmayan gazın bedeli bulunuyor. ÖN HAZIRLIK YAPILIYOR Başbakan Erdoğan'ın, Rusya'ya 12-13 Ocak tarihlerinde yapacağı geziyle ilgili olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 'ön hazırlık' yapıyor. Üzerinde çalışılan konular arasında ise Nabucco Projesi, Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı, İkinci Mavi Akım ve Güney Akım Projeleri bulunuyor. Ayrıca Rusya'dan alınan gazın bedelinin düşürülmesi ve 'al ya da öde' yükümlülüğünün hafifletilmesi gibi konuların da iki liderin yapacağı zirvede ele alınacağı bildirildi. GÖRÜŞME GÜNDEMİ OLDUKÇA YOĞUN AL YA DA ÖDE: Türkiye, Rusya'dan 2009 yılında taahhüt ettiği gazı satın alamadı. Rusya ile Türkiye arasındaki anlaşmalara göre, Türkiye'nin almadığı gaz için Rusya'ya yaklaşık 1 milyar dolarlık bir bedel ödemesi gerekiyor. Ödeme ise şubat ayında gerçekleşecek. Türkiye, almadığı gazın parasını peşin ödeyecek, beş yıl içinde de bu gazın bedelini gaz olarak geri alabilecek. Türkiye, küresel ekonomik kriz nedeniyle 'al ya da öde' yükümlülüğünün esnetilmesini talep ediyor. Al ya da öde yükümlülüğünün esnetilmesi konusunda, Gazprom ile BOTAŞ arasında yapılan görüşmelerden sonuç çıkmadı. İki liderin görüşmesinde bu konuda çözüm aranacak. Ayrıca, gaz bedellerinin de aşağıya çekilmesi talep ediliyor. NABUCCO: Hazar Bölgesi'nin gazını Avrupa'ya taşıyacak olan Nabucco Projesi'nde arz sıkıntısı yaşanıyor. Türkiye, projeye Rusya'nın da ortak olmasını istedi, ancak Rusya bu talebe sıcak bakmadı. Türkiye, Nabucco Projesi'ne arz konusunda destek vermesini istiyor. SAMSUN-CEYHAN BORU HATTI: Rus ve Kazak petrolünü Akdeniz'e taşıyacak olan petrol boru hattı, arz sıkıntısı nedeniyle bir türlü hayata geçirilemedi. Rusya, daha önceden projeye destek vereceğini açıklamıştı. Görüşmede, Rusya'nın arz desteği ile ilgili somut adım atılması bekleniyor. İKİNCİ MAVİ AKIM: İkinci Mavi Akım Hattı ve Güney Akım Projesi, Rusya'nın üzerinde durduğu iki önemli gaz projesi olma özelliğini taşıyor. Rusya, Güney Akım ile Ukrayna'yı by-pass ederek, Avrupa'ya gaz satmayı planlıyor. Projeye Türkiye'yi davet eden Rusya, İkinci Mavi Akım ile de Rus gazını Ortadoğu'ya taşımayı planlıyor. İki projeyle ilgili somut adımlar atılması bekleniyor. NÜKLEER SANTRAL İHALESİ: Türkiye, tek teklif sahibinin Rusya olduğu nükleer ihalesini geçtiğimiz günlerde iptal etti. 2010'da ihaleye yeniden çıkılacak. İhalenin iptali Rusya'yı rahatsız etti. Erdoğan'ın Rusya ziyareti ile nükleer santral ihalesinin iptal edilmesi nedeniyle iki ülke arasında ortaya çıkan gizli gerginliğin sona erdirilmesi amaçlanıyor. Ziyaret, nükleer ihale konusunda da buzların erimesini sağlayacak.
Hüseyin Özay/Star
http://www.patronlardunyasi.com/news_detail.php?id=76462
|
Yeni Windows 7: Size en uygun bilgisayarı bulun. Daha fazla bilgi edinin. |
[anadoluhaber:37219] SİNSİ PLANLARA DEVAM Posted: 07 Jan 2010 09:42 PM PST |
[anadoluhaber:37228] Emekli maaş zammından onlara düşen pay! Posted: 07 Jan 2010 11:32 AM PST Emekli maaş zammından onlara düşen pay!eski cumhurbaşkanları Kenan Evren, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer, 11 bin 400 TL emekli maaşı alacak.11.400,00*3=34.200,00 TL ASGARİ ÜCRET VE YASAL KESİNTİLER | (01.01.2010-30.06.2010 Dönemi) | | 16 Yaşından Büyükler | 16 Yaşından Küçükler | Brüt Ücret | 729,00 TL | 621,00 TL | Sigorta Primi İşçi Payı | 102,06 TL | 86,94 TL | İşsizlik Sigortası Primi İşçi Payı | 7,29 TL | 6,21 TL | Gelir Vergisi Matrahı | 619,65 TL | 527,85 TL | Gelir Vergisi | 92,95 TL | 79,18 TL | Damga Vergisi | 4,81 TL | 4,10 TL | Kesintiler Toplamı | 207,11 TL | 176,43 TL | Net Ücret | 521,89 TL | 444,57 TL | 34.200,00/521,89=16 yaşından büyük 65 Asgari Ücretli Maaşı 34.200,00/444,57=16 yaşından küçük 76 Asgari Ücretli Maaşı
Windows 7: Size en uygun bilgisayarı bulun. Daha fazla bilgi edinin. |
[anadoluhaber:37216] DEVLET SIRRI MI CUNTA SIRRI MI? - HASAN CELAL GÜZEL-RADİKAL Posted: 07 Jan 2010 11:15 AM PST DEVLET SIRRI MI CUNTA SIRRI MI? | ‘Bu, devlet güvenliğiyle ilgili bir sır değil, olsa olsa ‘cunta sırrı' olmak gerekir ki, suç aslâ gizli olamaz (...)' |
|
| |
| “Gizlilik derecesini benden iyi kimse bilemez. Bu konuda ehli vukuf (bilirkişi) olabilecek durumdayım. Ve bu sıfatla arz ediyorum ki, bir evrakın üzerinde ‘gizli' ya da ‘çok gizli' yahut da ‘kişiye özel' şeklinde bir damga bulunması, o evrakı kendiliğinden gizli, çok gizli ya da kişiye özel hâle getirmez. Çünkü evraka bu şekilde damga vuranlar, genellikle bu işin mahiyetinden haberdar değildir.”
Yukarıdaki ifadeler, Ekim 1997'de Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde yaptığım ilk savunmamdan alınmıştır. Bu savunma, Türkiye'de darbe dönemlerinde hukuka yapılan baskı ve yargının işleyişi bakımından tarihî bir belge niteliğindedir.
***
Allah bana çeyrek asırlık devlet hizmeti ve toplam olarak kırk yıldan fazla kamu hizmeti nasip etti. Hasbelkader bürokrasinin en tepesine tırmandım ve Başbakanlık Müsteşarı oldum. Uzun yıllar boyunca ‘devlet güvenliği' ile ilgilendim. 15 Mayıs 1980 tarihinde bir Başbakanlık Genelgesi ile ‘devletin güvenlik koordinatörü' olarak görevlendirildim. Başbakanlıkta kripto/kozmik evrak servisini kurdum. 1977'de İçişleri Bakanlığı'nda, 1980'de Başbakanlık'ta ve 12 Eylül'den sonra 1983-1986 yılları arasında Başbakanlık'ta bütün gizli evrakı bizzat değerlendirdim. Müsteşarlığım sırasında ‘devlet sırrı' ve ‘gizlilik' kavramlarının gelişigüzel kullanıldığını ve istismar edildiğini görerek bunu kurala bağlayan bir genelge hazırladım.
Kaderin garip cilvesine bakınız ki, yıllarca devlet sırlarını ihtimamla muhafaza eden ve devlet sırlarına sahip çıkan beni, eski TCK'nın 136. maddesine göre, devlet sırrını ifşadan DGM önüne çıkardılar.
28 Temmuz 1997 tarihinde, YDP Genel Başkanı sıfatıyla bir basın toplantısı tertip ederek illegal ‘Batı Çalışma Grubu' cuntasını açıklamış ve 28 Şubat Darbesi'nin belgelerini dağıtmıştım. Daha önce bu belgeleri Ankara DGM Savcılığına, Ankara C. Başsavcılığına, Cumhurbaşkanına, Başbakana ve Yüksek Askerî Şûra üyelerine de vermiştim. DGM Savcılığı, darbe ihbarında bulunduğum kişiler hakkında soruşturmaya gerek duymazken, beni önce gözaltına aldı ve sonra da hakkımda dâva açtı. 28 Şubat'ın kuvvetli adamı Org. Çevik Bir'in ve Genelkurmay Adlî Müşaviri'nin gölgesi mahkemelerin üzerine düşmüştü. Bir yıl kadar yargılandıktan sonra, askerî üyenin muhalefetine rağmen, dürüstlük timsali Mahkeme Başkanı Turgut Okyay sâyesinde beraat etmiştim.
***
Bugün artık Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi ve onun bağımsız yargıya yaraşan kararı var. Bu tarihî kararı şöyle özetleyebiliriz:
‘1. İsnat edilen suçların niteliği, olayın vahameti ve delillerin karartılması ihtimali nazara alındığında, devlet sırlarının saklandığı yerlerde bile olsa, arama yapılmasına yasal engel bulunmadığının kabulü gerekir.
2. Aksine düşünce, devlet sırrı kavramının arkasına saklanılarak, suça ilişkin delillerin gizlenmesi ve bilâhare yok edilmesine zemin hazırlandığını akla getirebilir.
3. Bu gibi zan ve düşüncelerin ortadan kaldırılması için hâkim güvencesiyle bu gibi yerlere girilerek, devlet sırlarına zarar vermeden suç delillerinin araştırılması, hukuk devletine güveni arttıracaktır.' Bu şekilde sağlam bir hukuk düşüncesine sahip olan mahkemelerin ve hâkimlerin sayısı arttıkça, Türkiye'de demokratik hukuk devleti idealinin yaşatılacağına inanıyorum.
***
‘Devlet sırları' ve bunların muhafazasına gelince şu hususları belirtmekte fayda görüyorum:
1. Âcilen yeni TCK'nın ‘Devlet Sırlarına Karşı Suçlar'ı düzenleyen Yedinci Bölümü'ndeki 326.-339. maddeler arasındaki hükümler gözden geçirilerek, madde gerekçeleri dışında geniş bir yorum hazırlanmalıdır.
2. Başbakanlıkta, ‘devlet sırrı' kavramı incelenmeli ve gizlilik dereceli evrakın tasnifi yeniden değerlendirilerek kurallara bağlanmalıdır. Gizlilik derecelerinin verilmesinde hassas davranılmalı ve bu dereceler rastgele verilmemelidir.
3. Gizlilik dereceli evrakın saklanması kurala bağlanmalıdır.
4. Yargı mercileri, gizliliğin aleniyete intikal etmemesine azamî itina göstermek şartıyla gizli evrakı inceleyebilmelidir. 5. ‘Suç' hiçbir şekilde ‘devlet sırrı' olamaz. Meşru hukuk nizamı dışında suç teşkil edecek belgeleri aleniyete intikal ettirmek her vatandaşın görevidir. Eski TCK'nın 151. maddesine ve yeni TCK'nın 333. maddesine göre, ‘Bu maddede tanımlanan suçların işleneceğini haber alıp da bunları zamanında yetkililere ihbar etmeyenlere, suç teşebbüs derecesinde kalmış olsa bile altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.'
***
Sözün özü, Gladyo'nun, cuntanın, darbecilerin sırlarını ‘devlet sırrı' diye yutturmak isteyenler, artık içinde bulunduğumuz dünya ve Türkiye şartlarında buna muvaffak olamayacaklardır.
HASAN CELAL GÜZEL-RADİKAL |
-- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37238] (çok komik, gülem garantili:))) Soru: Sevgili Sivilay Abla, Bülent Arınç'ın evinin önünde yakalanan Albay'ın... Posted: 07 Jan 2010 11:10 AM PST Soru: Sevgili Sivilay Abla, Bülent Arınç’ın evinin önünde yakalanan Albay’ın elinde Bakan’ın evinin krokisi olduğu söylendi. Dünyanın en önde gelenlerinden olan ordumuzun bir kâğıt parçasına elle çizilmiş bir kroki yerine Navigator kullanmasını, olmadı hiç değilse Google Map’ten renkli çıktı almasını beklerdim. Bunun nedeni bütçe yetersizliğimidir? (Mustafa Gülen)
Cevap: Sevgili Mustafa, Google Map’ten çıktı alamazlardı çünkü hatırlarsan kartuşları bitmiş, bir araba dolusu subay-asker yazıcıya kartuş almaya Arınç’ın mahallesine gelmişti. Navigator hiç olmaz. Bu alet neredeyse iki cep telefonu büyüklüğünde, yutmak gerektiğinde nasıl yutacaksın. Hadi bir şekilde yuttun, sonra çıkarma kısmını düşünmek bile istemiyorum. Gözümün önüne kötü manzaralar geliyor. Benim önerim bundan böyle kâğıt yerine dut pestili kullanılması.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37239] Soru: Sevgili Sivilay Abla, Star yazarı Aziz Üstel, Genelkurmay'ın "JİTEM... Posted: 07 Jan 2010 11:08 AM PST Soru: Sevgili Sivilay Abla, Star yazarı Aziz Üstel, Genelkurmay’ın “JİTEM isimli bir yapılanmanın bulgularına rastlanamamıştır” şeklindeki açıklaması üzerine bir yazı yazdı ve aslında olayın Güneydoğu’ya giden bir Fransız kıza âşık olan delikanlının duvara Je t’aime (Fransızca seni seviyorum) yazmasından kaynaklandığını söyledi. Sizce bu doğru mu? (Fehmi Gönen)
Cevap: Sevgili Fehmi, kesinlikle doğrudur. Hatta dünya barış literatürüne önemli bir katkıda bulunulmuştur. Artık “Savaşma seviş” deyişinin modası geçmiş, “JİTEM değil JE T’AIME” denmeye başlanmıştır.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37217] Soru: Sevgili Sivilay Abla, aslında kendimi demokrat biri olarak görüyorum ancak... Posted: 07 Jan 2010 11:07 AM PST Soru: Sevgili Sivilay Abla, aslında kendimi demokrat biri olarak görüyorum ancak devletin sırlarının ortaya çıkması ihtimali beni de endişelendiriyor. Acaba bu gelgitli ruh halimin sebebi nedir? (Ekrem Timur)
Cevap: Sevgili Ekrem, rahatsızlığının kaynağı çıplak gözle bakınca bir mana veremediğimiz ancak böyle durumlarda derinliğine vakıf olduğumuz sihirli bir anayasa cümlesi. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü.
Şimdi sen millet oluyorsun ve buradaki ifadeye göre devletle bölünmez bir bütünsün. Bir bütünün bir parçası bir kabahat yaptığında, bütünün geri kalanı da eşit miktarda kabahatlidir. Bu durumda devletin yediği her nane, kırdığı her cevizde kendini suçlu hissediyorsun. Bu nedenle ortaya çıkmasın istiyorsun, çıkınca da inkâr ediyorsun. Devletin suçlar odasına girilmesini kişisel bir mesele olarak algılıyorsun. Rahat ol, seninle alakası yok.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37223] Soru: Sevgili Sivilay Abla, diyelim ki kara bir kediniz var. Posted: 07 Jan 2010 11:06 AM PST Soru: Sevgili Sivilay Abla, diyelim ki kara bir kediniz var. Ankara’da gezerken kozmik oda mıntıkasına kaçıyor. Kafanızı uzatıp, “hey nöbetçi, kara kedimi gördün mü” diye sorduğunuzda alacağınız cevap ne olur? (Emine Demir)
Cevap: Sevgili Emine, alacağın cevap “Gördüm, ağaca çıktı” olur. Peki, “Ağaç nerede” diye sorarsan baltanın kestiğini öğreneceksin. Baltanın izini sürersen karşına suya düştüğü gerçeği çıkacaktır. Suya doğru yöneldiğinde çoktan bir ineğin bütün suyu içip sen gelmeden dağa doğru kaçtığını söyleyecekler. Dağ nerede diye sorma, tabii ki yandı, kül oldu, bitti. Kış kış ne yangını diye uzatıp şansını zorlamazsan senin için iyi olur.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37232] Bu durumda sen de kozmik domates oluyorsun! - Ahmet Kekeç - Star Posted: 07 Jan 2010 11:05 AM PST | | |
| Bu durumda sen de kozmik domates oluyorsun! | | Esprili bir lideriz, tamam... Ses tonumuzdaki “sosyal demokrat çatlağı” halledebilirsek, karizmatik de görünebiliriz... İcabında yüzücüyüz... Suya çivileme atlarız... Polemikçiyiz... Siyaset biliminin kitabını yazmışız... Şöyleyiz böyleyiz... İyi de Sayın Baykal, azıcık da “siyasetçi” olsanız... Parlamentarizm, demokrasilerde bir şey ifade ediyorsa (ki ettiğini siz daha iyi biliyorsunuz), o ifade edilen “şey”le tarih boyunca hiçbir ilişkiniz olmamış... Siyaset, bir tür “kendini ifade etme ve sorun çözme” yordamıysa, onun semtinden dahi geçmemişsiniz... Haksızlık etmek istemem ama, bugün çok partili demokratik parlamenter sistemi “karşı devrim” ve “başımıza gelmiş en kötü şey” olarak niteleyenler, partinizle şu ya da bu şekilde irtibatlı olan kişiler arasından çıkıyor. Kemal Anadol’a sorun, anlatsın... Siyaset kurumuna karşı gardını alanlar da sizin arkadaşlarınız... Bu da Onur Öymen’in ihtisas sahası. Peki, nasıl olur da, kendisini “sol siyaset”le tanımlayan ve özgürlüklerle ilişkili olması gereken bir parti, birden fazla görüşe demokratik sistem içinde yarışma imkanı tanıyan çok partili parlamenter sistemi “anomali” olarak görür? Böyle düşünmek siyaset midir? Böyle düşünenlere “ifade zemini” hazırlamak siyasetçi tavrı mıdır? Hani özgürlükler sağlanmalıydı? Hani kimliklerin tanınması yönünde bir politika izlenmeliydi? Hani ülkedeki “kirli savaşa” son verilmeliydi? (Öyle ya, bir aralar bu jargonu kullanıyordunuz... Sonradan inkâr ettiğiniz bir “Kürt Raporu” hazırlatmıştınız... DGM’lik bile olmuştunuz.) Hani farklılıkları “karşıtlık” gibi sunan ve kimlikleri reddeden “ulus devlet” anlayışına son vermeliydik? Hani “globalizm”le birlikte toplumun önünde yeni ufuklar açılmıştı ve biz de Alman sosyal demokratlarının yaptığını yapıp globalizme sardırmalıydık? Bunları siz söylüyordunuz... Bunları söylememiş gibi yapmak ve sorular karşısında tavana bakmak iş midir? Hadi bunları bir kenara bırakalım... “Darbe sözcüğünü sözlüklerimizden çıkaralım. Bundan sonra darbe olmaz, işimize bakalım...” temennisinin sıkça dillendirildiği 2000’li yılların başında bile çok ciddi dört darbe tehlikesi atlatmışız... Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven girişimleri direkten döndü... Bombalar patladı... Mevzun cinayetler işlendi... Pıtrak gibi darbe ve eylem planları saçıldı ortalığa... Paşa’nın günlüğü, “Kafes”ler, “ıslak imzalı” belgeler, andıçlar, JİTEM mamulü fişlemeler, ha keza... Bunlara inanmadınız, inanmıyorsunuz... Peki, kontrgerilla merkezinde başlatılan “hukuki tarama”dan niçin rahatsızsınız beyefendi? Nedir “yargısal denetim”le alıp veremediğiniz? Kozmik oda bulguları niçin geriyor sizi? Bülent Arınç’ı “kozmik patates”e benzeterek, icabında nasıl da esprili bir lider olabileceğinizi kanıtladınız... Böylece mukabil esprilere kapı aralamış oldunuz. Birileri de sizin için “kozmik domates” yakıştırmasında bulunsa, hoşunuza gider mi? Madem kıvamını yakaladınız, “kozmik oda” soruşturmasını başlatan savcı ve hâkime gönderilen kurşunlara da bir kulp buluverin, tam olsun... | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37215] Başbuğ, 'sivil iradenin emrindeyiz' dese... - Hüseyin Gülerce - Zaman Posted: 07 Jan 2010 11:04 AM PST | | |
| Başbuğ, 'sivil iradenin emrindeyiz' dese... | | Büyüklerimiz, "kurumlar arası çatışma yok" diyor. Ancak kurum mensuplarının karşı karşıya geldiği çok açık. Mesela, gözaltılarda, askerle polis karşı karşıya... En sonlardan bir örnek; Çukurambar'da yakalanan subay; "kâğıdı cebime polis koydu" diyor. Mesela Albay Dursun Çiçek'le ilgili olarak, Adli Tıp uzmanları, "imza ıslak" diyor, askerler "kuru" diyor. Mesela, Özden Örnek, "günlükler benim değil" diyor. Genelkurmay Başkanı'mız; "bu ifadeye itibar edilmeli" diyor. Üç kişilik bilirkişi ise; "günlükler, Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın bilgisayarından çıkma" diyor. Mesela, Cumhurbaşkanı Sayın Gül, TSK'ya destek mesajları verirken, Çukurambar'daki Albay E.Y.B., ifadesinde; "Ajandamda Abdullah Gül ile başlayan yazı bana ait değildir. Oğluma aittir. Oğlum 16 yaşındadır. 'Musa'nın Gülü' kitabından bana özet çıkardığını söylemiştir." diyerek başka bir mesaj veriyor. (Bu kitabın kapağında, Sion yıldızı içinde Abdullah Gül'ün fotoğrafı var. 'Musa'nın Gülü' yakıştırması, bu ülkenin Cumhurbaşkanı için yapılıyor. Kitabın yazarı, Ergenekon tutuklusu Ergün Poyraz. Kimlerin yazdırdığını artık siz tahmin ediniz...) Ancak işin çığırından çıktığının çok çarpıcı bir fotoğrafı var. Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı'ndaki kozmik odada, halen çalışmalarını sürdüren hâkimin "takip ediliyorum" demesi üzerine, Ankara'nın orta yerinde iki sivil araç durduruldu. Genelkurmay'dan yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki; birinci araç "Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın konutuna tahsisli... O günkü 'görev' esnasında dondurma, yaş pasta, kuruyemiş almaya gitmişler. İkinci araç da, "iki şoför, bir elektrikçi, bir marangoz askerden müteşekkil ve korgeneralin konutuna tahsisli olup konutun bir ihtiyacı için" yolda bulunuyorlar... Doğruyu kim söylüyor olursa olsun, bu açıklamalar pek çok insan gibi beni de rahatsız ediyor. Hele olay yerine, Ankara Garnizon Komutanı ve 4. Kolordu Komutanı Korgeneral Mehmet Emin Alpman ile iki albayın koşarak gelmesi, büsbütün rahatsız edici. Madem arabadakiler aşçı, elektrikçi ve marangoz, koskoca korgeneralin o koşturması neyin nesi? Evet, kimse kurumlar arasında çatışma istemiyor. Ama herkesin gözü önünde kurum mensuplarının bir karşı karşıya gelişi var. Muhalefet de sağ olsunlar, ateşe ha bire körük sallıyor. Sayın Baykal'ın son ifadesi şöyle: "Kurumlar arası çatışma falan yok. Silahlı Kuvvetler'e saldırı var. Saldırı da hükümetin bilgisi ve himayesi altında yapılıyor." Ergenekon davası, Cumhuriyet'in yönetici elitleri için karar anını anlatıyor. Toplum, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, herkesin hesap vermesinden yana bir karar verdi. Şimdi, Kemalist-laikçi-otoriter elit yönetici sınıf da bir karar vermek zorunda. Darbe yapılamıyor. Muhtıra vermek bile zorlaştı. Yeni bir seçimde, kendilerini yeniden iktidara taşıyacak bir tablo da görülmüyor. İnatlaşma ve çatışmaya devam mı, yoksa tarihî bir mutabakat arayışı mı? Yönetici elitler, karar vermeden önce acı da olsa, şu gerçeği kabul etmek zorundalar: Askerî vesayet rejimi bitiyor. Bu rejimin bütün payandaları yıkılıyor. Medya, eski medya değil.. barolar bile, eski barolar değil.. üniversiteler eski üniversiteler değil.. halk, eski halk değil.. iktidar, eski iktidarlara benzemiyor.. Türkiye, eski Türkiye değil... Türkiye, yola askerî vesayet rejimi ile devam edemez. Tarihî mutabakattan başka yol yok. O da sadece demokratik zemini işaret ediyor. Genelkurmay Başkanı'mız, yine bütün generalleri arkasında toplayıp; "Şunu herkes bilsin ki, cuntacıları bünyemizden atacağız. Darbeyi aklından geçiren bile aramızda barınamaz. Türkiye'nin, demokratikleşmekten başka çaresi yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri, bütün demokratik ülkelerdeki gibi sivil iradenin emrinde olmalıdır. Bunun için Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanmamız gerekiyor..." dese, bu ülkede ne gerilim ne çatışma kalır. Bu millet, ordusunu bağrına basmak istiyor. Ama vesayet dikenleri, buna imkân vermiyor... | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37233] Dul kadının oğulları! - Zeki Ceyhan - Milli Gazete Posted: 07 Jan 2010 11:03 AM PST | | Zeki Ceyhan - Milli Gazete | 2010-01-07 | |
| Dul kadının oğulları! | | Dul Kadının Oğulları! Kardeşimiz Mustafa Yılmaz'ın yeni çıkan kitabının adı! Mustafa Yılmaz, Dul Kadının Oğulları'nda hem masonları hem de masonluğu anlatıyor! Doğruyu söylemek gerekirse kitabı elimize ilk aldığımız da "Masonluk ve masonları anlatan klasik kitaplardan biri" daha diye düşünmüştük! Ama fena halde yanıldığımızı kitabı okudukça anladık! Zira oldukça akıcı bir üslupla kaleme alınmış ve okumaya başladığınız andan itibaren kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz! Bugüne kadar masonlar ve masonluk hakkında çok şey okumuş ve duymuş biri olarak itiraf etmeliyiz ki, Mustafa kardeşimizin yazdıklarından yeni pek çok şey öğrendik! Sadece biz değil herkes çok şey öğrenmiş olmalı ki gazeteler ve internet siteleri sürekli "Dul Kadının Oğulları"ndan söz ediyor! Özellikle de TBMM çatısı altındaki masonik semboller hakkında verilen bilgiler ilgi odağı olmayı sürdürüyor! Bunca yıldır o masonik sembollerin bulunduğu mekanlardan defalarca geçmiş insanların bile şimdi etraflarına daha bir dikkatle bakar hale geldiklerinden eminiz! Masonluk ve masonlar hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı! Mustafa kardeşimizin kitap çalışması ise bugüne kadar yazılanların yeniden kaleme alınmış hali değil! Dul Kadının Oğulları ile toplumu çepeçevre sarmış bir masonik hareketin şeması ortaya konuluyor! Adamların söz sahibi oldukları her yere ve her mekana (TBMM dahil) sembollerini nasıl yerleştirdikleri belgeleri ile gözler önüne seriliyor! Masonluk ve masonlar hakkında bilgilerini hem tazelemek isteyenler için hem de yeni bilgiler öğrenmek isteyenler için Dul Kadının Oğulları müthiş bir kaynak! Nasıl bir ortamda yaşadığımızı ve çevremizin masonik düşünce ile nasıl kuşatılmış olduğunu merak edenlere Dul Kadının Oğulları'nı vakit geçirmeksizin okumalarını tavsiye ediyoruz. TBMM çatısı altında yer alan üçgen motifler, üçgen içinde noktalar, D ve M harfleri, hasılı tüm masonik semboller hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız Dul Kadının Oğulları'nı mutlaka okumalısınız! Mustafa kardeşimizin kitabı TBMM'nin 90 ncı yıl kutlama törenlerine de damgasını vurmuş bulunuyor! Kutlama törenlerine katılanların bugüne kadar üzerinden defalarca geçtikleri yerlere şimdi daha dikkatle baktıklarını ekranlarda hep beraber izledik! Mustafa kardeşimizin kitabı vesilesi ile düzenlenen haber programlarından öğreniyoruz ki benzer semboller Anıtkabir'de de varmış, Haydarpaşa Gar'ında da varmış! Evet, adamlar adeta nereye bir çivi çakmışlarsa hemen sembollerini oraya kazımışlar! Yani her şartta "Biz varız, biz buradayız" diyorlar! | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37227] Siyonist uşaklığı böyle bir şey işte!.. - Serdar Arseven - Vakit Posted: 07 Jan 2010 11:02 AM PST | | |
| Siyonist uşaklığı böyle bir şey işte!.. | | Aralık ayının 5’inde Londra’dan yola çıkan “Filistin’e Özgürlük” konvoyunun izlediği yol, Haçlı Seferleri’nde kullanılmıştı. Bu inceliğe vurgu yapan İHH (İnsani Yardım Vakfı) yöneticilerinden Yaşar Kutluay’ın mesajı dikkat çekici: “Haçlı seferlerinin amacı Kudüs’ün yakılıp yıkılması ve işgal edilmesiydi. Şimdi, Haçlı seferlerini yapanların torunlarıyla birlikte aynı güzergahta ama bu kez, Gazze’yi ve Filistin’i özgürleştirmek, onarmak, tamir etmek ve orayı yeniden yaşanabilir kılmak için yürüyoruz. Bu bir bakıma tarihin geri dönüşüdür.” ¥ Evet, dünün “gâvuru” insan olduğunu yüzyıllar sonra da olsa hatırlamaya başladı. Halkı Müslüman Mısır’ın başında bulunan “Kimlik Müslüman’ı” İsrail uşakları ise; Firavun’un akıbetine uğrayıncaya kadar devamda kararlı!.. Netahyahu’nun emir eri Hüsnü Mübarek’in “insani yardımı” engellemek için yaptıklarını günlerdir ibretle izliyoruz. Kıskaçtaki mazlumlara “insani yardım götürmekten” başka bir amacı olmayan konvoy üyelerine, tuvalet kullanımına mani olmaktan polis işkencelerinden geçirmeye kadar her türlü zulüm reva görülmekte... MUSTAFA UZUN’UN ŞAHİTLİK ETTİĞİ İBRETLİK ÖYKÜ Heyetin El Ariş Limanı’na yaptığı 20 saatlik yolculuk boyunca tacizde bulunan İsrail hücumbotlarının nefesini ensesinde hissedenlerden biri de, Muhabirimiz Mustafa Uzun’du. Tehlikeli yolculuktaki tek gazeteci. Serüven boyunca ortaya koyduğu gazetecilik performansı, üstün görev aşkı ve cesaretiyle Vakit camiasının gurur kaynağı olan Mustafa Uzun, kısmet olur da dönebilirse yaşananları kitaplaştıracak. ¥ Bu kitabında sadece “olayları” anlatmamalı Mustafa. Mesajlara yüklenmeli. “İsrail’e râm olan” bir Halkı Müslüman devletin ibretlik öyküsüdür şahitlik ettiğimiz.... Tabloyu, ibret-i âlem için gözler önüne sermeli!.. “ULUSLARARASI ANLAŞMALAR”MIŞ!.. Mısır’ın Ankara Büyükelçisi Dr. Alaaa El Hadidi’nin, “Firavun işkencesi”ne dair sorulara cevap vermeye çalışırken ne hallere düştüğünü izledik. Konvoy üyeleri, Mısır’la işbirliği yapmamışlar!.. Mısır’ın tutumumun “İsrail baskısı ile alâkası yok”muş!.. Uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülükleri gereği, böyle davranmak mecburiyetinde kalmışlar... Hangi “uluslararası anlaşma”dır “insani yardıma” engel olan?.. “Yardım konvoyu”na katılanları hastanelik edinceye dek dövecek kadar “Yahudileşmek” hangi anlaşmanın icabıdır?.. ¥ Beş dakika içinde bir dolu gerçek dışı ifadeye başvurdu Büyükelçileri. Bunlardan biri de, “Konvoy üyelerinin kendileriyle istişarede bulunmaksızın hareket ettiği”ydi. Gerçeği ters yüz etmekle yetinmeyen Büyükelçi, “Sizin limanlarınızda kontrolünüz dışı hareketler olsa, birileri sizinle istişarede bulunmaksızın limanınızdan geçmeye yeltense siz ne yaparsınız?” diyerek iddiasını güçlendirmeye çalıştı. Böyle bir şey olabilir mi?.. Bir yardım organizasyonu, sınırından geçeceği devletin yetkilileri ile “istişarede bulunmaya bile ihtiyaç hissetmeksizin” hareket edebilir mi?.. İHH’nın konuya ilişkin açıklamasında ifade edildiği gibi; “Mısır Devleti’nin yetkilileriyle yapılan görüşme sonrası Gazze’ye en yakın liman olan Ariş Limanı’na gidilmesi; bu şekilde konvoyun ve beraberindeki gönüllülerin Gazze’ye yardımları ulaştırabilecekleri konusunda anlaşmaya varıldı.” ¥ Varıldı varılmasına da... İsrail uşaklığı bu... Açıklamadan devam edelim: “(..) Mısır Devleti (Bir yerlerden emir almışcasına S.A.) daha önce yapılan anlaşmaların aksine, 198 araçlık konvoydaki 59 aracın Gazze’ye götürülemeyeceğini konvoy içerisinde bulunan yetkililere iletti. Daha sonra Ariş Limanı içerisinde bekleyen gönüllülerin etrafı Mısır güvenlik güçleri tarafından sarıldı. Sivil giyimli yaklaşık 100 polis konvoydakilere taş attı, resmi üniformalı polisler de biber gazlarıyla saldırdı!.. Bu saldırı sırasında yaklaşık 40 kişi yaralandı. Mısır polisi yaralananların hastaneye gitmesine bile izin vermedi!.. Yaralılara ancak konvoyun elindeki imkânlarla müdahale edilebildi. Bu arada 8 gönüllü de gözaltına alındı!..” ¥ Ne yazık ki; bu “gâvur eziyeti”, dün de devam etti. Araçlar limana geleli 4 gün olmuştu ve giriş yapacakları belliydi. Giriş izni çıkıncaya kadar işlemleri tamamlayabilirlerdi. Bizim Dışişleri’nin yoğun çabalarına rağmen, “engellemelerini” sürdüren Mısır, 139 aracın “çıkış işlemleri”ni tek tek yapmaya dün öğleden sonra başladı. Bu sıkıntılı saatlerde, gönüllülerden bazılarına telefon aracılığıyla ulaştık. Mısır polislerinin, tıpkı İsrailliler gibi “düşmanca davrandıklarını” belirten bir gönüllü; “Başımıza gelecekler konusunda hiçbir fikrimiz yok!.. Giriş yolumuzun açıldığı söylendi ama Refah’taki Mısır’ı protesto gösterisinde bir Mısırlı sınır muhafızının öldürüldüğüne dair haberin ulaşmasından sonra, tutum değiştirebilirler!.. Adamlar sanki iş yavaşlatma eyleminde. Bu arada, bir sert bakışlar fırlatıyor; bir sapık sapık gülüyorlar!..” dedi. İHH heyetinden Salih Bilici kardeşimizle de, dün akşam saatlerinde görüştüm. “Şu anda yola çıkıyoruz. Kısmetse Refah sınır kapısından Gazze’ye gireceğiz” derken, yanına Mısırlı görevliler geldi. Bir yandan onlarla konuşmaya, diğer yandan da olan biteni bana anlatmaya çalışıyordu. Bilici’nin duyabildiğim son cümlesi; “Bunların ne yapacakları hiç belli olmaz abi” oldu. Allah (C.C.) Siyonistlerle uşaklarının şerrinden muhafaza eylesin... Amin!.. | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37224] ASKER ÇÜRÜĞÜ GİRİYOR ŞEREFLİ HAKİM GİREMEYECEK ÖYLE Mİ? Posted: 07 Jan 2010 11:01 AM PST Kozmik odaya Emin ağa da girmiş! Seferberlik tetkik Kurulu'nda yapılan araştırmaya karşı çıkılmıştı. Ancak YARSAV eski Başkanı Eminağaoğlu da Kozmik Oda'da incelemeler yapmış... | | |
| Bülent Arınç'a suikast iddiasının ardından Seferberlik tetkik Kurulu'nda araştırma yapılması gündeme gelmişti. Genelkurmay'ın sırlarının bulunduğu yer olarak nitelendirilen "Kozmik Oda"daki aramaya savcıların girmesine karşı çıkılmıştı.
Sadece Hakim'in girebileceği belirtilmişti. Oysa 6 yıl önce Dışışleri Bakanlığı'nın "Kozmik oda"sına Ömer Faruk Eminağaoğlu savcı olarak girmişti. Eminağaoğlu bakanlıkta şifrelerle girilen ve "çok gizli" kirptoların bulunduğu bir anlamda Dışişlerinin "kozmik odası"nda inceleme yapmıştı.
Eminağaoğlu, Dışişleri'nin kozmik odasında Fethullah Gülen araması yaptı
Radikal gazetesinin haberine göre, Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı'nda Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Üyesi Kadir Kayan tarafından yapılan aramaların bir benzerinin, 2003 yılında Fethullah Gülen cemaatine ilişkin soruşturma kapsamında Dışişleri Bakanlığı'nda yapıldığı ortaya çıktı. Araştırmayı yapan da kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim: Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanlığı yaptığı dönemde sık sık hükümete karşı çıkışlarıyla gündeme gelen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu. Savcı Eminağaoğlu, bakanlıktaki dışarıya çıkarılması, çoğaltılması yasak olan ve çelik kasada muhafaza edilen kriptoları tek tek incelenmiş. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün büyükelçiliklere gönderdiği ve AKP hakkındaki kapatma davasında da delil olan "Fethullah Gülen okullarına ve cemaatlere ayrımcılık yapılmasın" talimatlarını Eminağaoğlu, bu aramada ele geçirmiş.
2003'te Dışişleri Bakanı Gül'ün Avrupa'daki büyükelçiliklere, Milli Görüş Teşkilatı ve Fethullah Gülen okullarına ayrımcılık yapılmaması direktifiyle iki kripto gönderdiği ortaya çıkmıştı. Bu basına yansıyınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Gülen cemaatine yönelik soruşturma çerçevesinde kendisine ulaştırılan iki kripto dışında başka kripto bulunup bulunmadığını 'çok ivedi' bir şekilde Dışişleri'nden talep etmişti.
Gül'ün teklifi
Başsavcılığa bir yazıyla yanıt veren Dışişleri Bakanı Gül, söz konusu metinlerin çelik kasalarda muhafaza edildiğini belirterek şu uyarılarda bulunmuştu: "Söz konusu genelgeler bakanlığımız merkez teşkilatı ile dış teşkilatı arasında mevcut şifre muhaberatı yoluyla intikal ettirilmiş olup, bakanlık birimleri arası bu tür şifreli yazışmanın tabi bulunduğu devletin diğer hassas korumalarını da bağlayan, uyulması zorunlu, sarih haberleşme güvenliği kuralları mevcuttur. Bu bağlamda söz konusu metinlerden örnek çoğaltılması, merkezde bakanlık dışına, yurtdışında dış temsilcilik dışına çıkarılmaması, ayrıca sürekli strong-room'larda (çelik kasa odalarda) muhafaza edilmesi gerekmektedir. Söz konusu ilk kripto genelge örneğinin gönderilmesine ilişkin taleplerinin karşılanmasına imkan bulunmamaktadır. Buna karşılık, başsavcılıklarınca terfik edilecek bir savcının önceden randevu alarak bakanlığımızda teşrifle metin üzerinde gerekli incelemenin yapılabileceği düşünülmektedir."
Böylece eski Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 88. maddesi uyarınca söz konusu belgeleri inceletmeme yetkisi bulunan Gül, söz konusu kriptoların incelemesine sınırlı bir şekilde izin vermiş oldu. Bakanlığın söz konusu yanıtı üzerine Yargıtay Başsavcılığı, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nu görevlendirdi. Eminağaoğlu, bakanlıkta şifrelerle girilen ve 'çok gizli' kriptoların bulunduğu odada, Dışişleri Bakanlığı İstihbarat ve Araştırma Genel Müdür Yardımcısı'nın gözetiminde inceleme yaptı ve tutanak tuttu. Söz konusu kriptolar çözdürülünce, Gül'ün dış teşkilatlardan 'Milli Görüş Teşkilatı ve Fethullah Gülen okulları için destek istediği' tespit edildi. Eminağaoğlu'nun tespit ettiği kriptolar AKP hakkında açılan kapatma davasında Cumhurbaşkanı Gül'e siyaset yasağı istenilmesine de gerekçe yapılmıştı.
| |
|
|
| |
| |
| |
|
|
| nasıl memleketiz ya.. askerliğikten kaçmış ne idüğü belirsiz bir adam memlekette at oynatıyor. | imkanım olsa benim yarsav başkanı gibiler için özel kozmik oda ayarlar içinede bisürü babayiğit zenci arkadaş yerleştirirdim :) asnlayana sözüm | |
| ASKER ÇÜRÜĞÜ GİRİYOR ŞEREFLİ HAKİM GİREMEYECEK ÖYLE Mİ? | Asker çürüklerine bizim kültürümüzde kız bile vermezler. Adamı kozmik odaya bile sokmuşlar. Vah Türkiyem vah, ağlanacak haline gülüyoruz. Allah milletimizin, namuslu hakimlerimizin savcılarımızın ve hükümetimizin yardımcısı olsun. | |
| hani devlet sırrı diye bir şey olmazdı? | o zamanın dışişleri bakanı olan gül, kendi yazdığı yazıda bu belge ve bilgilerin "hassasiyetini" yani devlet sırrı olduğunu belirtmiş ve dışarı çıkarılmamak üzere incelenebileceğini söylemiş. yani bugün yapılanın benzerini yapmış. bugünkü aramaya taraftar olurken, o gün yapılanlar niye "Emin ağa da girmiş" oluyor? Bugünküler savcı da, o günküler değil mi? Bugünkü mahkeme de, o günkü değil miydi? Çifte standardınızı her yerde dışa vuruyorsunuz. | |
-- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37230] Emekli maaş zammından onlara düşen pay! Posted: 07 Jan 2010 10:56 AM PST Emekli maaş zammından onlara düşen pay!eski cumhurbaşkanları Kenan Evren, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer, 11 bin 400 TL emekli maaşı alacak. 11.400,00*3=34.200,00 TL ASGARİ ÜCRET VE YASAL KESİNTİLER | (01.01.2010-30.06.2010 Dönemi) | | 16 Yaşından Büyükler | 16 Yaşından Küçükler | Brüt Ücret | 729,00 TL | 621,00 TL | Sigorta Primi İşçi Payı | 102,06 TL | 86,94 TL | İşsizlik Sigortası Primi İşçi Payı | 7,29 TL | 6,21 TL | Gelir Vergisi Matrahı | 619,65 TL | 527,85 TL | Gelir Vergisi | 92,95 TL | 79,18 TL | Damga Vergisi | 4,81 TL | 4,10 TL | Kesintiler Toplamı | 207,11 TL | 176,43 TL | Net Ücret | 521,89 TL | 444,57 TL |
34.200,00/521,89=16 yaşından büyük 65 Asgari Ücretli Maaşı 34.200,00/444,57=16 yaşından küçük 76 Asgari Ücretli Maaşı -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
Re: [anadoluhaber:37236] Erbakan'ı tutuklamayan askerî hakimin eşi neden intihar etti? - Nusret Çiçek - Vakit Posted: 07 Jan 2010 09:05 AM PST Allah rahmet eylesin. Rahmeti ile ağırlasın inşallah. Müslümanlar pek intihar etmezler. Anlaşılmayacak bir şey yok. Bakın tarihimizde pek çok intihar bulursunuz. Enson olarakda Albaylar yarbaylar askeri savcılarda intihar ediyorlar! Sadece helikopter kazaları ve trafik kazaları olacak değilya. Refah partisine güç katan Aydın menderesi kazadan kurtaranların boynunu kazayla kıraken yarıda kaldıkları için ömür boyu felç oldu. ASELSAN mcitleri genç mühendisler bir biri ardına intihar ediverdi. Bir gün anlaşılır. İntihar eden subaylara otopsi yapılmayışıda çok ilginç
07 Ocak 2010 16:06 tarihinde EMRE SELMAN KAPLAN <emreselmankaplan@hotmail.com> yazdı: Allah gani gani rahmet eylesin Allah yerini cennet eylesin. özür dilerim,bütün samimiyetimle soruyorum. burada anlatılmak istenen şeyi anlayamadım
Date: Wed, 6 Jan 2010 20:57:29 +0200 Subject: [anadoluhaber:37176] Erbakan'ı tutuklamayan askerî hakimin eşi neden intihar etti? - Nusret Çiçek - Vakit From: tarik.b.ziyad@gmail.com | | | | Erbakan’ı tutuklamayan askerî hakimin eşi neden intihar etti? | | Acaba intihar mı etti? Yoksa!.. O günleri çok iyi bilen birisi sayılırım. Darbe oluncaya kadar Altındağ Adliyesi ile Ankara Adliyesi’nde savcı olarak görev yapınca çokça olaya yakından şahit oldum. POLDER devri idi o günler... POLDER militanları tarafından evim tarandı, bir başka gün sokakta Filistin usulü dövülen gençlere müdahale edince aynı ekol tarafından evim sarılarak yaka paça karakola kadar götürüldüm. Eşim vurularak ağır yaralandı... Adeta devlet yoktu, ama devlet yerine işler çeviren Ergenekoncular gibi güçler vardı. Yapıyordular, oluyordu... İşte bir sabah karayolunda zincirleme kaza olunca olay yerine gittiğimde askerî hakim Hamdi ile karşılaştım. Arabası bir başka Almancının arabası ile kazaya karışmıştı. Sabahın erken saati, yoğun sis ve de hava oldukça soğuktu. O soğukta iki hanım tarlanın ortasında sabah namazını kılmışlar, birisi de albayın hanımı idi. Soğuktan titriyorlardı. Her iki tarafı alarak evime götürdüm. Sonra da aile dostu olmuştuk. Hamdi, 1980 darbesinde Erbakan Hoca’yı tutuklamayan Hakim Albay. Ordudaki lâkabı, “Bizim Hamdi”, Solcu Hamdi... Darbenin en güvendiği adam, Erbakan’ı nasıl tutuklamazdı? Netekim, Albay’ı makama çağırarak sormuş: “Bizim Hamdi, bu gericiyi nasıl tutuklamazsın?” “Komutanım delil yoktu.” “Ya başka bir hakim tutuklarsa!” “Onu bilmem, benim gibi tecrübeli bir hakimin tutuklayacağını sanmam.” Erbakan Hoca’yı genç bir hakim tutuklayınca Albay’a yer beğenmek düşmüş. O da bu nedenle emekli olmuştu... Eşine gelince, saygın bir hanım. Suna hanım... CHP kadın gençlik kollarında başkanlık yapmış, Mevhibe İnönü ile doğrudan görüşürlermiş. Ne var ki kader bu hanıma bir tarikata mensubiyeti nasip edince işler değişmiş. O kadar güzel üslûp, konuşma sanatı ve iman noktasında örnek bir insan. Merhum Suna hanım: “Eşim Erbakan hocayı tutuklamayınca onu kapıda saatlerce bekledim, geldiğinde boynuna sarılarak tebrik ettim.” İman abidesi bir insan... Hamdi bey, “Bana ille de birisine tapacaksın deseler, eşime taparım” demişti... Yaşamına karışmadığı gibi çok saygılı davranıyordu. Çevresi tabii ki sosyal demokrat askeri kesim, Hamdi de sosyal demokrat... Rahmetli Suna hanım hafta sonları beraberinde getirdiği üst düzey kişilerin hanımları ile evimize gelip sohbetler ediyordu. O gerçekten bizim manevi ablamızdı... Dinlenmeden, İslam’ı çevresine yaymaya çalışıyordu. Bir ara ziyaret uzayınca evden telefonla aradım. Karşıma çıkan Hakim Albay’ın sesi titrekti. Kötü haberi vermeye cesaret edemiyordu. Mimiklerinden sıkıntıda olduğunu anlıyordum. Israr edince bir cümle söyleyebildi: “Ablan maalesef intihar etti...” Nasıl sarsıldığımı anlatamam. Bir çığlık attığımı hatırlıyorum... “Albayım, benim tanıdığım o imanlı insan intihar etmez, bir yanlışlık olmasın?” Olayı kısaca şöyle anlatmıştı. İstanbul’da her hafta katıldığı sohbetlerin birisinde, sabah namazına kalktıklarında güya üçüncü katın penceresinden atlayarak intihar etmiş. Gören eden yoktu... Sadece bir mermer sesi duymuşlar... Tek izahı, sûfilerde öyle olaylar vecd halinde olurmuş! Hemen konuyu kavradım., öyle olsa ülkede bir tane sûfi kalmazdı... Öylesi bir insan hem o çevrelerde yetiş, hem de onları İslam’a davet etmeye kalkış, hem de bizim Hamdi’nin eşi ol, Erbakan’ı da tutuklama... Hazmedilecek bir olay değildi. O da diğerleri gibi oldu, resmi kayıtlara intihar olarak geçti... Allah rızası için ruhuna Fatiha...
| -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Windows 7: Size en uygun bilgisayarı bulun. Daha fazla bilgi edinin. -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
|
Re: [anadoluhaber:37220] HABERVAKTİME KINAMA. Posted: 07 Jan 2010 08:37 AM PST İhracatın krize rağmen 100 milyar doları bu yılda geçtiğini bu arada nüfun 2.5 milyon civarında arttığını. eğer bunlar olmasa idi şimdi kan gövdeyi götürecek şekilde bir birimize düşmüş paranın üzerinde milyar, maaşaların triliyon olacağını ve enflasyonunda % 1000 lere gelmiş ve tek çare olarak bölünmeyi kabul etmiş olacamızı falan da düşünseniz. Bu gün gelinen nokta dün battırıldığımız çukurdan ancak kafamızı ve bir elimizi çıkarmış olmamızdır. Asıl gelişim yeni başlayacaktır. 07 Ocak 2010 00:59 tarihinde fikret bircan <fikretbircan@gmail.com> yazdı: 2002 den beri iktidarsınız bütün ihaleler israil ve amerikan firmaları ile avrupa şirlkketlerine veriliyor yerli şirket kalmadı hala çamur atıyorsunuz
aynaya bakın aynaya
06 Ocak 2010 20:47 tarihinde Dr. Tarık Ziya - Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Uzmanı <tarik.b.ziyad@gmail.com> yazdı: HABERVAKTİMİ KINAMA. Habervaktim bırakın artık beyinleri ve anatomileri fosilleşmiş insanları gündeme getirmeyi,Birgün Cindoruk bir gün Demirel,kardeşim yeter artık şu heriflerin isminin yer olması kgna getirmekte,bunlarla ülke maalesef her açıdan sınıfta kaldı,aleyhinede olsa artık bu fosilleri sitenize taşımak süretiyle gündemde tutmanın anlamı varmı.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
|
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.