[KomploTeorileri] Ne İş!!! Posted: 10 Jan 2010 07:42 AM PST Kanada'dan bir arkadaşım aradı. Hayretler içindeydi. Anlattıklarını dinleyince, inanın benim de tüylerim ürperdi. Doğru mu diye sordum, "ben duyduklarımı sana anlatıyorum, sonrası senin bileceğin şey" dedi. Ben de sizlerle paylaşmaya karar verdim. Bundan sonrasını, kaldıysa özgür basın takip etsin. Arzu ederlerse, Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da izleyebilir, çünkü benzer durumlarda yargının ne yaptığını hepimiz biliyoruz. Arkadaşım işi gereği Kanada'dan Amerika'ya gidiyor. Türkiye'den gelen bir iş adamı arkadaşı ile buluşuyorlar. Türkiye'den gelen arkadaşı; " Ben Hoca efendiyi ziyaret edeceğim, istersen beraber gidelim" diyor ve ısrarcı oluyor. Beraberce Hoca efendi'nin çiftliğine gidiyorlar. Orada Hoca efendinin, mükemmel İngilizce bilen adamlarından birinden duyduklarını da bana anlatıyor. Bana anlatanları kendi üslubumla size takdim ediyorum; ************************ Yer: Başbakanlık Tarih: 24.Aralık.2009 Toplantıya Katılanlar; Sn. Başbakan, Sn. M. Ali Yalçındağ, Sn. Arzuhan Yalçındağ, Sn. Vuslat Doğan Sabancı ve bir danışman (Hoca efendiye durumu anlatan olabilir) Toplantı süresi; 2 Saat 15 Dakika Alınan Kararlar; *Milliyet Gazetesi+ Vatan Gazetesi+ Star Televizyonu, belirlenen tutar ile, Ethem Sancak ve Akın İpek'e satılacak. *Ertuğrul Özkök derhal görevi bırakacak, şimdilik havadan sudan yazacak, 6 ay sonra tamamen ayrılacak. *Aydın Doğan, Holding yönetiminden ayrılacak. * 6 ay sonra, yönetim profesyonellere devredilecek, (isimler beraberce belirlenecek), aile'den hiç kimse yönetimde kalmayacak. *Doğan Holding'in yapacağı " HALKA AÇILMAYA" Şubat ayında izin verilecek. Elde edilen paradan, Doğan Grubunun Ferit Şahenk'e olan 600 Milyon Dolar borcu ödenecek. *Petrol Ofisindeki hisseleri, Avusturyalılara satılacak. Vergi Cezası, Petrol Ofisi'nin satış tutarına indirilecek ve satıştan alınan para doğrudan Maliye'ye verilecek.
Bana anlatılanlar böyle. Doğruluk derecesini bilmiyorum. Fakat bildiğim doğrular var; 24 Aralık 2009'da Başbakanlıkta bu toplantı yapıldı ve basına yansıdı. Başbakanlık tarafından tekzip edilmedi. Sadece Sn. Vuslat Doğan Sabancı'nın katılımı belirtilmemişti. Milliyet Gazetesi, Vatan Gazetesi, Star Televizyonu'nun satılacağı kesin, ön anlaşmalar imzalandı bile. Sn. Ertuğrul Özkök istifa etti. Sn. Aydın Doğan, patronu olduğu şirketinden ayrıldı. Bunlar şu ana kadar gerçekleşenler. (Anayasa Madde 28- Basın hürdür. Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.) Şimdi gelelim bu toplantının Devlet Gelenekleri yönüne ve Hukuksal boyutuna; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın, Başbakanlıkta ve Başbakanlık Konutundaki tüm ziyaretleri kayıt altındadır. Sayın Başbakan, Maliye Bakanlığının milyarlarca lira ceza kestiği bir mükellefle neden beraber olmuştur ve ne konuşmuştur? Eğer 2 saat, 15 dakika kahve falı bakılmadı ise ne konuşuldu? Bunu kimse geçiştiremez. Başbakanlıkta konuşulan ve milletin parasını ilgilendiren her konu (Devlet Sırrı değilse) Millete anlatılmalıdır. T.C Başbakanı, Devletle parasal işi olan kişi ve gruplarla konuşuyor ve açıklama yapılmıyorsa bu YÜCE DİVANLIK bir suçtur. Hatırlayalım; Sn. Mesut Yılmaz, Başbakanlığı sırasında, İşadamları ile görüşüp, Türkbank İhalesine fesat karıştırdığı iddiasıyla, Sn Başbakan'ın emri ve AKP' nin oylarıyla YÜCE DİVANA sevk edilmişti. Üstelik bankanın ihale işleminin iptal emri de bizzat Sn.Yılmaz tarafından verilmişti. Yani gerçekleşmeyen bir ihale yüzünden, sadece bazı iş adamlarıyla konuştuğu için, Sn Yılmaz, Sn Erdoğan tarafından suçlu sayılmıştı. Şu dakika itibarıyla Sn. Başbakan için Yüce Divanlık suç oluşmuştur. Bu toplantıda konuşulanlardan diğerleri önümüzdeki günlerde gerçekleşirse, suçun katmerlisi oluşacaktır. Düşünebiliyor musunuz, ? Sn Başbakan hem Sn.Ferit Şahenk'in tahsilâtçısı konumuna düşecek, hem de " Bana Türk demeyin, ben Arap'ım, Türk denirse utanırım" diyen kişi ile dünün matbaacısı, F.Gülen'in evladı gibi sevdiği, İpek çocuğunu bir kez daha gazete ve televizyon sahibi yapacak. . Anadolu'nun Bayburt gibi bir yöresinden yetişmiş Sn.Aydın Doğan'a bir sorum olacak; Ömer Seyfettin'in "DİYET" adlı hikâyesini hiç duydunuz mu? Sizin yerinize başka bir Anadolu çocuğu olsa, oraya yani R.T.Erdoğan beyin ayağına, kızları ve damadını üç kuruşluk mal için göndermezdi. Eğer haklıysa, gider o merdivenlerde gereğini yapardı. Bundan sonra malınız olsa ne olur, gazeteniz olsa ne olur? Size ancak M.Ali Birand ve Cengiz Çandar alkış tutar. Değdi mi Aydın Bey? Namuslarına ve meslek ahlâklarına tüm Türkiye'nin güvendiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yüksek Yargı mensupları, ben hukukçu değilim, ama beni bu olay çok rahatsız etti. Sizler ne düşünüyorsunuz? Gece kafanızı yastığa koyduğunuzda rahatça uyuyabiliyor musunuz? Sağlık ve başarı dileklerimle, 05. Ocak. 2010 Rifat Serdaroğlu Eski Sağlık ve Devlet Bakanı rifatserdaroglu@superonline.com 0532 2110011 |
[KomploTeorileri] TÜBİTAK Raporu: Bombalar gecekonduda bulunmadı Posted: 10 Jan 2010 04:03 AM PST Ergenekon Davası'nın düzmece olduğu TÜBİTAK Raporu ile ortaya çıktı +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++ TÜBİTAK Raporu: El bombaları Ümraniye'de gecekonduda bulunmadı. Tutanak Ümraniye Emniyet Müdürlüğü'nde yazıldı. +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++ Olay şöyle gelişti: Tarih: 12 Haziran 2007 Ümraniye Asayiş Şube'de polisler, "Olay Yeri Tesbit Tutanağı" yazıyorlar. Halbuki bu tutanak "olay yeri"nde, yani "gecekondunun çatısı"nda yazılmalıydı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı bir polis ise, bu olayı sesli olarak video kasete çekiyor. Polislerden biri: "Ya bize bilgisayarı çatıya nasıl çıkardın diye sorarlarsa" diyerek mahkemede bunun sorun çıkarabileceğini hatırlatıyor. Diğer polis ise. "Soruşturma Ergenekon olduğu zaman s.... hakimi savcıyı" diye cevap veriyor. Komplo öyle yukarı makamlardan idare ediliyor ki, "çatıda el bombası bulduk" tutanağının karakolda yazılmasını bile umursamıyorlar. Bu davada hakimlerin ve savcıların da yetkisiz figüran olacaklarından gayet eminler. Bu video mahkemede seyredildi, dinlendi. Mahkeme, kaseti TÜBİTAK'a gönderdi. TÜBİTAK, kasetteki konuşmaları rapor halinde kağıda döktü. El bombalarının gecekonduda bulunmadığı, tesbit tutanağının karakolda yazıldığı anlaşıldı. +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++ Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz, "Ergenekon" adının ilk defa 21 Ocak 2008'de yapılan operasyonlarda şüphelilerden ele geçirilen belgelerden çıktığını söylemişti. Demek ki, 21 Ocak 2008'den önce "Ergenekon" adı kimse tarafından bilinmiyordu. | | Ama o ne: 12 Haziran 2007'de bomba tutanağı tutulurken polisler "Ergenekon" diyorlardı. Peki, Ergenekon Savcısı'nın "Ergenekon ismini ilk defa duyduk" dediği tarihten 6 ay önce polisler "Ergenekon" ismini nereden biliyorlardı? 12 Haziran 2007'deki videoda polisler "Bu işin altında Genelkurmay var" diyorlar. Aylar sonra ortaya çıkacak (!) olan bir şeyi ta o zamandan nasıl biliyorlar? Takke düşmüş, kel görünmüştür. Savcı Öz'ün yalanı tabak gibi ortaya çıkmıştır. Ergenekon komplosunun çok önceden hazırlandığı, bombaların, evrakların bu komploya göre düzenlenerek sanki şüphelilerden ele geçirilmiş gibi gösterildiği anlaşılmıştır. Davanın tümü çökmüştür. |
[KomploTeorileri] SİVİL MİLİTARİSTLER ve İŞBİRLİKÇİLER..( Atilla Yayla'ya cevap ) Posted: 10 Jan 2010 03:43 AM PST SİVİL MİLİTARİSTLER ve İŞBİRLİKÇİLER.. ( Atilla Yayla’ya cevap ) Söze bir tahlille başlamakta yarar var.. Ormanın içindeki gölün kıyısında yapılmış bir kulübenin arka penceresi ormana bakmakta, sadece ormanı görmektedir, ön penceresi ise sadece gölü görmektedir, yan pencereden bakıldığında ise hem orman hem göl yakından görülebilmektedir varsayalım. Bir gözlemci, analiz yeteneği çok güçlü olsa da, söz gelimi arka pencereden baktığında ormanda gördüklerini çok iyi tahlil edebiliyor olsa da, ağacın yaprağının, çiçeğinin, dalındaki kuşun, gövdesinde gezinen böceğin, yere düşüp toprakta çürüyen yaprağın ve benzeyen her şeyin farkına varabilmiş olsa da, bunların ekolojik dengeye katkılarını fevkalade iyi tespit ve tahlil edebiliyor olsa da, gölü göremediği sürece içinde bulunduğu ortamı tam ve doğru olarak tasvir edebiliyor olması mümkün değildir. Aynı şekilde ön pencereden sadece gölü görebilenler için de bu mümkün değildir. Ancak yan pencereden hem ormanı hem gölü görebilip, gördüğünü iyi anlayabilen ve iyi anlatabilenler içinde bulunulan durumu doğru anlayıp doğru aktarabilecek kişilerdir. Geçerli olacak olan, onların tahlil ve tespitleridir. Atilla Yayla, işte böyle arka pencereden bakan biri gibidir. Tahlilleri ve tespitleri görebildikleri çerçevesinde isabetli olsa da sadece bir cenahtan bakması sebebiyle içinde bulunulan ortamı tam tasvirden mahrumdur. Bu mahrumiyet kasıtlı bir tercih midir, yoksa kasıtsız bir kötü talih midir bilemiyoruz. Ama bizim bu yazıdaki muhatabımız kişisel çıkarları sebebiyle, kasıtlı bir tercihle sadece ormana bakanlardır. Atilla Yayla “Sivil Militarizm”i konu edindiği yazısında; “..İlkokullarda her gün içilen anttan hiyerarşik sıra düzenine, beyin yıkamayı hedefleyen müfredattan şovenizmi enjekte eden ders kitaplarına, üniversite öncesi eğitim tam bir öğrencileri "yontma", "tek biçimleştirme" düzeni. …………. Ve bu eğitim sisteminde, eğer öğrenci muhalif toplumsal kesimlerden gelmiyor veya alternatif bilgi ve değer kaynaklarından da beslenmiyorsa, eğitim seviyesi yükseldikçe militaristliğin derecesi artıyor. Daha yüksek tahsil neredeyse otomatikman daha militarist tavır anlamına geliyor.” demektedir. Bu cümleler Yayla’nın anlatmak istediklerinin ana fikrini içermektedir. Buradan yürüdüğümüzde; İlkokullarda her gün ant içildiği, bunun bir biçimlendirme çabası olduğu elbette ki doğrudur. Ama bu biçimlendirme aşağılama güdüsüyle “şovenizm” olarak isimlendirilmiştir. Yani kişilerde ve toplumlarda kabul görmeyen “Hitler Irkçılığı” çağrıştırılarak yapılmak istenenin buna benzer bir şey olduğu dolaylı olarak söylenmektedir. Ama öyle değildir.. Hikâyesinde aşk, sadakat, acı çekmek, acıya mukavemet etmek, ihanet, kin ve nefret gibi çeşitli insani hisleri konu edinen bir çok Amerikan filminde altı kere katlanıp ölen polisin veya askerin eşine teslim edilen Amerikan bayrağı sahnesi ile “Amerikalı” olmak şuuru ısrarla işlenmektedir. Keza buna benzeyen sahne ve sözlerle, atası İngiliz, İtalyan, İspanyol, Afrikalı, hatta Japon ve Çinli olan insanların aslında tek bir millet oldukları, Amerikalı oldukları ısrarla telkin edilmektedir. Yahudilerin yaptıkları filmlerdeki “ulus bilinci” ise çok daha ileri boyutlardadır. Ve bunun örnekleri dünyanın izlediği bütün kültürlerin sanat ve edebiyatında çokça görülmektedir. Tarihin başladığından beri devletlerin yapılanma esaslarını -istisnaları hariç- milletler ve milli kültürler belirlemiştir. Sınırlar buna göre çizilmiş, hukuk düzeni buna göre kurulmuş, yönetim biçimi buna göre belirlenmiştir. İnsanlık tarihinin akışındaki bu “milli bağımsız devlet” kavramını reddetmek mümkün ve kabil değildir. Öyle ise, içeriği “milliyetçilik ve bağımsızlık” olan yönlendirmeleri kınamak, küçük görmek, küçük düşürmek için “Hitler Irkçılığı”na benzetmek hak değildir, haklı değildir. Ulus bilincimiz olmasa, bundan kaynaklanan bağımsızlık ve özgürlük değerlerimiz olmasa “SÖMÜRGECİ” politikalara nasıl direneceğiz, kendi ülkemizde yaşayan soydaş ve vatandaşlarımızın haklarını nasıl koruyacağız ? Bunların adil paylaşımı ikincil konudur. Önce gelen “BAĞIMSIZLIK” tır. “Demokrasi” ve “Adalet” kurumları sonra gelir. Bağımsız değilseniz, zaten kendinizi yönetmiyorsunuz demektir ve demokrasi yoktur. Bağımsız değilseniz, zaten birileri sizin haklarınızı gaspetmek ve sömürmek için sizin üzerinizde egemenlik kurmuştur ve zaten adalet baştan yok olmuştur. İşte bu “bağımsızlık” kültürü millet ve milliyetçilik kavramlarından kaynak alır ve beslenir. İşte bu sebeple sadece “Milli Eğitim Bakanlığı” ve “Milli Savunma Bakanlığı” nın isimlerinde “Milli” ifadesi vardır. Ve bundan, bu bakanlıkların politikalarının esası olan “milli” hüviyetlerinden sadece “sömürgeciler” zarar görür ve gocunur. Bir de “işbirlikçiler”.. Daha önce de yazmıştık ama lafın yeri geldiğinden tekrarı elzem oldu; Yunanistan’daki “cunta yönetimi”ni kendilerinin işbaşına getirdiğini 10 yıl sonra açıklayan CİA başkanı “ABD bir ülkedeki yönetimin demokrasi mi, krallık mı olduğuna bakmaz, yönetimin kendisine ne kadar uydu olduğuna bakar” ifşaatını, ABD ilgi sahasındaki tüm ülke yöneticilerine aba altından sopa göstermek için yapmıştır. Keza Şili’de 200 Milyon Dolarlık ITT’yi devletleştiren Allende yönetimini devirirken General Pinoche’yi işbaşına getirmek için Bir Milyar Dolar harcaması da bu yüzden ve bu bakış açısındandır. Sömürgeciler için yönetimin biçimi öncelik arzetmezken, iktidara getirecekleri partinin adının sosyalist parti mi, liberal parti mi olduğu fark etmezken, sömürgecilere direnen unsurların bağımsızlığa kavuşmak yada onu korumak için neden kısıtlayıcı mahrumiyetleri olsun? Başarmaları zor olsun, başaramasınlar diye mi? Bağımsızlıklarını koruyamasınlar diye mi? Ülkelerin “Ordu” ları niye var?.. Bir gün başka ulusların zenginliklerine el koymak niyetleri yoksa, bu niyetleri olanlardan korunmak için değil mi? Bağımsızlık için değil mi? Sömürgecilerin oyunlarını bozan ordu, bu ülkenin ordusu ise, bu ülkenin ve ulusun hak ve menfaatleri için görev yapıyor ise, bu sebeple riskleri olan, fedakârlıklar isteyen bir mücadeleye girmiş ise, ihtiyaç sona erdiğinde yönetimi siyasete devredip kışlasına çekileceğini ummak ve düşünmek o kadar mı zor ? Onlar işbirlikçi değilse onların niyeti zaten refah ve adalet getirmek değil midir ?! Onlar zaten bizim babalarımız yada çocuklarımız değil midir ?! Hem zaten, bu kez de darbe arayışları ABD yanlısı olsaydı, bu kez de çoktan başarılmış olurdu. Planlarını yapanlar yada bu planlara bir şekilde dahil olanlar hukuki altyapısı olmadığı halde 1 yıldır, 2 yıldır cezaevinde iddianamenin hazırlanmasını bekliyor olmazlardı ! “Sui-misal emsal teşkil etmez” derler. Yakın tarihimizdeki kötü örnekleri gözümüze perde yapıp dünyayı “at gözlüğü” ile görmeyelim. Komşularımızdaki ABD yanlısı “turuncu/mavi devrim”leri askerler mi yaptı ?! Ülkemizde seçmenin üçte birini sandıktan küstürüp kalanın üçte birini -her türlü hile ve desise ile- %47 ile iktidar yapmanın komşudaki “turuncu” işbirliğinden ne farkı var? Emperyalizme karşı “Bağımsızlık” için silaha sarılıp “Kurtuluş Savaşı” vermek hak da, işbirlikçi yönetimi darbe ile devirmek mi hak değil ?! Yoksa bu tez sömürgecilerin “gözperde”si mi ?! Bize “at gözlüğü” mü takmak istiyorlar ?! Ve bunu “İşbirlikçiler”le mi yapmak istiyorlar ?!.. Ali Baykan www.ucuncuyol.com |
AYIKLANMASI GEREKEN "BİT".../www.soruyusormak.com Posted: 10 Jan 2010 03:31 AM PST İçtenlik… Her şeyin başı ve sonu içtenlik!.. Bu nitelik, insanın kişiliğinde yeteri ölçüde gelişmemiş ve kök salmamışsa, ne yapılsa nafiledir. İnsan, deha ölçüsünde zeki olabilir. İnsan, kütüphaneler dolusu bilgiyi belleyip, yutabilir… Ama, içten değilse, samimi değilse, kaç okka çeker zekası, kime yarar bilgisi?.. Ne yazık ki, 12 Eylül darbesi, toplumumuzda onulmaz yaralar açtı… Daha yıllarca sıkıntısını duyacağımız bir insan tipi yetiştirdi, toplumun damarlarına yerleştirdi… Önceleri Özal bu yeni tipi, - Köşeyi hızlı dönen insan olarak nitelemişti… Daha doğrusu, insanımıza, “Sana da çıkabilir,” umudunu yaymak istemiş ve “Sen [bile] köşeyi dönebilirsin arkadaş,” duygusunu şırınga etmişti… Sen de… O da, onlar da… Herkes köşeyi dönebilir… “Neden olmasın”dı ki?.. Bu imkân herkes için vardı… 71 milyonda/bir herkes için… Yeniden piyasaya sürülmüş eski [ve naylondan] bir “Amerikan rüyası” idi bu… İnsanlar bu rüyayı görmeye devam edecek… Ve birileri… Örneğin, Özal’ın prensleri, gerçekten köşeyi dönecekti… Daha sonra aynı Özal; - Benim memurum işini bilir, demişti… Aynı “gaz”ın, bir başka toplum katmanına pompalanışı idi bu söylem de… Köşeyi dönme umudu ile derin rüyaların içine dalanlarla, “işini bilen” memurların koalisyonu yaratılmak istendi böylece ülkemizde… 12 Eylül gençliği bu rüzgârlarla yetiştirildi. Bu rüzgarın siyasi sloganı ise, “değişim”di.. Ekonomik sloganı ise, “Yeni Dünya Düzeni…” Bu ekonomik ve siyasi temelin adı ise, emperyalizmin işbirlikçiliği idi… Dış güçler hapşırıyor, işbirlikçiler mendil uzatıyordu. Türkiye’nin en temel ekonomik kaynakları, o dönemlerde yabancıların elini geçmeye başladı… Türkiye’nin Atatürkçü aydınları, o dönemlerden başlanarak sindirilmeye başlandı. Türkiye toprakları, ülkenin en temel milli kaynakları ve stratejik merkezleri, o dönemlerden başlayarak yabancılara pazarlanmaya başlandı… Türkiye’nin satışı o günlerde başladı!.. Ve sürdü… Hızlanarak sürdü! Bu satışın şimdilerdeki taşeronları, her yola, her kola ve her ortama yayılmışlardır… Bu kollar, “tam bağımsızlıktan, sosyal hukuk devletinden ve demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti ülküsünden” yana olan insanların içlerine kadar, örgütlerine kadar… Daha açık bir deyimle, Atatürk milliyetçiliğinin iliklerine kadar işlemiş, yayılmış ve yerleşmiştir… İşte sorun budur… Tehlike budur!.. Bu toplumun kafasından ayıklanması gereken “bit” budur!.. www.soruyusormak.com www.dnm-ler.com |
[KomploTeorileri] Türkiye, ABD'ce izlenecekmiş Posted: 10 Jan 2010 02:56 AM PST Nurullah AYDIN 10 Ocak 2010 T�RK�YE; ABD�ce �ZLENECEKM��!
ABD Uluslararas� Dini �zg�rl�kler Komisyonu 2009 raporunda dini �zg�rl�kleri k�s�tland��� gerek�esiyle T�rkiye, izlenecek �lkeler listesine al�nm��t�. Raporda, �zel endi�e uyand�ran �lkeler listesi de bulunuyor ve komisyonun tavsiyesini dikkate al�rsa ABD D��i�leri Bakanl��� taraf�ndan bu listede yer alan �lkelere belli yapt�r�mlar uygulanabiliyor. T�rkiye ve Rusya'n�n da dahil edildi�i izleme listesi ise insanlar�n istedi�i gibi ibadet etme hakk�n�n riskli oldu�u �lkelere i�aret ediyor ve bir �e�it uyar� niteli�i ta��yor. Ge�en y�l izleme listesinde olan Banglade�, �lkedeki iyile�meler g�z �n�ne al�narak listeden ��kar�ld�. �zleme listesinde T�rkiye, Rusya, Laos, Somali, Tacikistan, Venezuela, Afganistan, Belarus, K�ba ve M�s�r bulunuyor. �zel endi�e uyand�ran �lkeler listesinde ise Nijerya, Myanmar, �in, Eritre, �ran, Irak, Kuzey Kore, Pakistan, Suudi Arabistan, Sudan, T�rkmenistan, �zbekistan ve Vietnam yer al�yor. T�rkiye'nin izleme listesine laikli�i yorumlama �ekli �er�evesinde girdi�i raporda yer al�rken, bu durumun dini �zg�rl�k ihlalleriyle sonu�land��� ifadesi kullan�l�yor. Raporda, �niversitelerde t�rban tak�lmas�na izin verilmesi y�n�ndeki h�k�met �abas�n�n Anayasa Mahkemesi taraf�ndan geri �evrildi�i de yer ald�. Raporda ayr�ca, h�k�metin, dini az�nl�klar� yasal varl�klar olarak tan�may� reddetti�i ve polisin M�sl�man olmayan topluluklar�n yasal ve dini haklar�n� etkili bir bi�imde bast�rd��� iddia ediliyor. Dini az�nl�klar�n mal sahibi olma, kendi din adamlar�n� yeti�tirme, dini e�itim verme haklar�n�n k�s�tland��� ileri s�r�len raporda, T�rk devletinin laikli�i yorumlama �eklinin, baz� dini �zg�rl�k ihlalleriyle sonu�land���, bu durumdan hem dini �o�unlu�un hem de dini az�nl�klar�n pay�n� ald��� bildiriliyor. Raporda, Komisyon �yelerinin 2006 y�l�nda T�rkiye'yi ziyaret etti�i ve dini liderlerle yap�lan g�r��melerde, �zellikle son 10 y�lda dini �zg�rl�kler konusundaki ilerlemelere i�aret ediliyor. Ancak S�nni M�sl�man toplum ile Alevilerin ve H�ristiyanlar�n durumuna bak�ld���nda, dini �zg�rl�kler konusundaki endi�elerin devam etti�i savunuluyor. Komisyon raporunda, ABD Ba�kan� Barack Obama y�netiminden, uluslararas� dini �zg�rl�klerden sorumlu bir �zel temsilci atamas�n� da talep ediliyor. T�rkiye'nin laiklik anlay���n�n Amerikan sisteminden farkl�l�k g�sterdi�i ve T�rk anlay���na g�re kamu hayat�ndaki dini faaliyetler �zerinde devlet kontrol�n� temsil etti�i� ileri s�r�l�yor. T�rkiye'deki Musevilerin di�er M�sl�man n�fuslu �lkelere k�yasla �ok daha iyi ko�ullarda bulundu�u belirtilen raporda, ABD'nin Irak Sava�� s�ras�nda T�rk medyas�nda ve toplumunda �Yahudi kar��t�� yakla��mlar�n yo�unla�t��� ve bu y�l �srail'in Gazze'deki askeri operasyonlar� s�ras�nda da ayn� yakla��m�n tekrarlad��� savunuldu. Ba�bakan Recep Tayyip Erdo�an'�n, Davos'taki paneli terk etmesi de raporda yer al�yor. Raporda Ergenekon soru�turmas� kapsam�nda ortaya at�lan iddialara ili�kin de�erlendirmelere de at�fta bulunuluyor.. Komisyon raporunun T�rkiye b�l�m�nde, Amerikan h�k�metinin T�rkiye'yi dini �zg�rl�kleri ilerletme konusunda yasal reformlar yapmaya davet etmesi isteniyor.. T�rk h�k�metinin, Fener Rum Patrikhanesi'nin ek�menik stat�s�n� tan�mas� ve Heybeliada Ruhban Okulu'nu yeniden a��lmas� konusuna da dikkat �ekilen Komisyon raporunda, Ermeni Patri�i'nin, bir T�rk devlet �niversitesinde Ermeni dilinde fak�lte a��lmas� y�n�ndeki talebinin kar��lanmas� da yer ald�. Ba�bakanl�k ve Diyanet ��leri Ba�kanl���'n�n, Alevi toplumuyla yak�n �al��maya cesaretlendirilmesi, ki�inin hangi dine mensup oldu�unun n�fus ka��tlar�ndan kald�r�lmas� da tavsiye ediliyor. ABD di�er �lkelerin ihtiya� ve zaaflar�n� hesaplar, hangi �lkeden neyi ne zaman isteyeceklerini ve sonu� alabileceklerini iyi bilirler. Anla��l�yor ki; T�rkiye i�inde zaman ve zemin uygun, bunu de�erlendirmek istiyorlar. ABD ye k�zmaya gerek yok. Aynaya bakmak gerek. G�n�N S�z�: Aynada sadece fizi�ini de�il, i� d�nyan� da g�rmeye bak! |
Fw: En büyük zulüm bir dilim ekmeğe muhtaç etmektir Posted: 10 Jan 2010 02:41 AM PST yüzde 15'inin açlık sınırının altında yaşadığını dile getiren Kurtulmuş, "Bugün, yüzde 12 oranında vatandaşımız birilerine muhtaç olarak yaşamlarını sürdürüyor. Bu sınıf iktisaden çöken ülkelerde görünür. Adam sosyal yardımlar ile ayakta duruyor. En büyük zulüm insanı ekmeğe muhtaç etmektir. Şimdiki yönetim emek düşmanlığı yapıyor" dedi. Yetimin hakkı faize gidiyor Milletin aklını kozmik oda, kozmetik oda tartışmaları ile bulandırdıklarını da söyleyen Prof. Kurtulmuş, milletin esas derdinin ekonomi olduğunu söyledi. Kurtulmuş, "Bu konuları niye tartışıyorlar. Ülkede esas sorun işsizlik, şekerin beş para etmemesi, pancarın para etmemesi, hanımların mutfakta kaynatamadığı tencere, yoksulluk, kapanan esnafın iş yerleri, özelleştirme adı altında gâvurlara peşkeş çekilen tütün meselesi, Başbakan Samsun'da ne diyecek 'her üniversiteli iş bulacak diye bir şart yoktur' diyor. İşsizlik rakamları yüzde 20'nin üstüne çıktı. Resmi rakamlara göre halkın yüzde 80'ini yoksulluk sınırının altında" dedi. Açılımda Saadet farkı Kurtulmuş, Doğu ve Güneydoğu'da 23 ilde DTP çizgisine bağlı partilerin aldığı oy oranının yüzde 23'ü geçmediğini de altını çizerek, bölgede geri kalan yüzde 77'lik oranı kimsenin dinlemediğini vurgulayarak, "Geriye kalan yüzde 77'si bu çizgideki partilere oy vermedi. Geride yüzde 77 gibi bir rakam var. Neden onları ciddiye almıyorsunuz. Başbakan sonunda milli birlik ve beraberlik ismini verdi. Bizim dediğimize geldiler. Siz ayağınızdan topu kaçırırsanız inisiyatif başkalarına geçer. Fevkalade ciddi yanlışlıklar ortaya koymuşlardır. Süreç şeffaf bir şekilde yürütülememiştir" dedi. Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, partisinin Samsun 4'üncü il kongresine katılarak bir konuşma yaptı. Kurtulmuş, konuşmasında ülke gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulunarak hükümet ve muhalefet partilerini yine sert bir şekilde eleştirdi. Büyük bir coşku ve heyecanın olduğu Hasan Doğan Kapalı Spor Salonu'na gelen Kurtulmuş, sloganlarla karşılandı. Kurtulmuş, konuşmasına açılım sürecine ilişkin eleştirileri ile başladı. Yaz aylarında AKP Hükümeti'nin 'açılım' adı ile içinde ne olduğu belli olmayan bir yolla işe giriştiğinin altını çizen Kurtulmuş, geçtiğimiz zaman zarfında hükümetin 'açılım'ı askıya aldığını dile getirdi. Kurtulmuş, 'Başbakan Erdoğan'ın 'açılım'ı yeniden gündeme taşıyacağının anlaşıldığını da belirterek, geçtiğimiz süreçte yapılan hataları bir bir saydı. Hükümet'in önce işe tarih vererek başlamasının büyük bir hata olduğunu ifade eden Kurtulmuş, Hükümet ile muhalefet partilerinin de üslubunu eleştirdi. Kurtulmuş, "Başbakan bir müddet askıya aldıktan sonra öyle görünüyor ki açılımı tekrar gündeme taşıyacaktır. Bu altı ay içerisinde her gün, yüksek sesle hatalı bir üslupla kavga ettiler. Birbirlerine söylemedik laf bırakmadılar. Önce tarih verdiler, yılsonuna kadar bunu çözeceğiz, dediler. Biz ise 'aman bu sorunu hafife almayın' dedik. Yıl geçti, yılsonu bitti, hala bir şey gözükmüyor" dedi. Yetimin hakkını borç alırken düşüneceksin Milletin aklını kozmik oda, kozmetik oda tartışmaları ile bulandırdıklarını da söyleyen Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, milletin esas derdinin ekonomi olduğunu söyledi. Kurtulmuş, "Bu konuları niye tartışıyorlar. Ülkede esas sorun işsizlik, şekerin beş para etmemesi, pancarın para etmemesi, esas mesele üniversite mezunu genç işsiz kardeşimin meselesi, hanımların mutfakta kaynatamadığı tencere, yoksulluk, kapanan esnafın iş yerleri, özelleştirme adı altında gavurlara peşkeş çekilen tütün meselesi, Başbakan Samsun'da ne diyecek 'her üniversiteli iş bulacak diye bir şart yoktur' diyor. "Tekel depolarında yan gelip yatacaklara yetimin hakkını yedirtmem" diyor. Yetimin hakkını faizle borç alırken düşüneceksin" diye eleştirdi. İşsizlik rakamlarının yüzde 20'nin üstüne çıktığını, üniversite mezunu insanların iş bulamadığını, gelir dağılım adaletsizliğinin fevkalade bozulduğunu da sözlerine ekleyen Kurtulmuş, "Nüfusun en zengin yüzde 5'lik kesimi ülke gelirinin yüzde 70'ini alıyor. Resmi rakamlara göre halkın yüzde 80'ini yoksulluk sınırının altında. Yüzde 15'i açlık sınırının altında yaşıyor. Yüzde 12 oranında vatandaşımız birilerine muhtaç olarak yaşamlarını sürdürüyor. Bu sınıf iktisaden çöken ülkelerde görünür. Adam sosyal yardımlar ile ayakta duruyor. En büyük zulüm insanı ekmeğe muhtaç etmektir. Şimdiki yönetim emek düşmanlığı yapıyor" dedi. Yeni Anayasa'yı neden yapmadınız? Ülkenin bir sürü tartışma ile boğuştuğunu da dile getiren Kurtulmuş, hükümetin 2007 seçimlerinde aldığı oyun gereğini yapmadığını söyleyerek, sadece oy almak için 'Bakın bize yaptırmıyorlar' dediğini kaydetti. Kurtulmuş, "Türkiye'de 2007 yılında çuval çuval oy aldılar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde millete 'bakın bize yaptırmıyorlar' diyerek oylarını yüzde 47'ye çıkardılar. Yüzde 47'nin icabını yerine getirdiniz mi? Millet dedi ki gidin Anayasa yapın. Anayasa değişikliği geldi mi, iki yılı geçti. Darbeler, Ergenekon tartışmaları sürüyor. Hükümet yeri, temenni yeri değil. Mahalle kahvesindeki hacı amca gibi konuşamazlar, hükümet yeri icra yeridir" diye konuştu. Ülkenin bir sürü tartışma ile boğuştuğunu da dile getiren Kurtulmuş, hükümetin 2007 seçimlerinde aldığı oyun gereğini yapmadığını söyleyerek, sadece oy almak için 'Bakın bize yaptırmıyorlar' dediğini kaydetti. Kurtulmuş, "Türkiye'de 2007 yılında çuval çuval oy aldılar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde millete 'bakın bize yaptırmıyorlar' diyerek oylarını yüzde 47'ye çıkardılar. Yüzde 47'nin icabını yerine getirdiniz mi? Millet dedi ki gidin anayasa yapın. Anayasa değişikliği geldi mi, iki yılı geçti. Darbeler, Ergenekon tartışmaları sürüyor. Hükümet yeri, temenni yeri değil. Mahalle kahvesindeki hacı amca gibi konuşamazlar, hükümet yeri icra yeridir" diye konuştu. Kurtulmuş, aylardır Ergenekon tartışmalarının yaşandığını belirterek, "12 Eylül 1980 darbesi ile hesaplaşmayı göze almayan hiçbir siyasi irade ne Susurlukla ne Ergenekon'la asla hesaplaşamaz. Türkiye'de beş tane darbe var. Hepsi de uluslar arası standartlara göre. Bunların hukuki zemini var mı, darbeleri geçici maddeye bağlıyorlar. Hiç kimsenin darbeyi aklından geçirmeyeceği bir hukuki düzenlemeyi yapacaksınız. Bunları kim yapacak. Kahvedeki Ahmet amca yap diye sana oy verecek. Verdi mi arkadaş, verdi, nerde sonuç. 'Efendim yapacaktık ama yaptırmıyorlar' Yapamıyorlar mı yaptırmıyorlar mı" dedi. Açılım konusunda sadece kavga ettiler AKP'nin meclis çoğunluğuna da dikkatleri çeken Kurtulmuş, bu oy oranı ile bu sorunu çözülmesi gerektiğini söyledi. Hükümet'in bu anlamda bir projesinin olmamasına da eleştirilerde bulunan Saadet Lideri, "AKP bu kadar oy çoğunluğu olmasına rağmen açılım konusundaki projesinin ne olduğunu binle var mı? CHP baştan itibaren istemezuk diye ayağa kalktı. Peki, CHP'nin görüşünü bilen biri var mı? Ya MHP'nin görüşün bilen var mı? Bu partiler adam akıllı üç cümle söyleyebildiler mi? Sadece kavga ettiler. Saadet Partisini ne söylediğini bütün Türkiye'deki herkes biliyor. Çünkü Saadet 'gönüllü birliktelik' adlı projeyi ortaya koydu. Biz iktidarda olsak bu meseleyi nasıl çözeriz o disiplin içerisinde o anlayış içerisinde çözmeye çalıştık. İşte muhalefet böyle olur" diye eleştirdi. "Bu süreç hükümet tarafından eline yüzüne bulaştırılmıştır" diyen Kurtulmuş, çünkü hükümetin bir hazırlığının olmadığını kaydetti. Hükümetin ilk olarak sorunu hafife aldığını dile getiren Kurtulmuş, " Hem de tarih söyleyerek hafife aldılar. Arkasından seçim süreciymiş gibi milleten oy alabilecekleri bir sürece dönüştürdüler. 'Anadolu'ya anlatacağız' diye yola çıktılar ama ülkenin yarısına bile gidemediler. Adını 'açılım' ismi koydular sonunda antidemokratik açılım yaptılar. Doğu ve güney doğuda sadece DTP ve PKK varmış gibi bu bölgedeki STK'ları, kanaat önderlerini, manevi merkezleri ciddiye almadılar. 'Ne söylüyorlar' diye ciddiye almadılar. Sadece karşılarına bir partiyi muhatap aldılar. Onları da alıyormuş gibi gözüktüler" şeklinde konuştu. Bizim dediğimize geldiler Kurtulmuş, Doğu ve güneydoğuda 23 ilde DTP çizgisine bağlı partilerin aldığı oy oranının yüzde 23'ü geçmediğini de altını çizerek, bölgede geri kalan yüzde 77'lik oranı kimsenin dinlemediğini vurgulayarak, "Geriye kalan yüzde 77'si bu çizgideki partilere oy vermedi. Geride yüzde 77 gibi bir rakam var. Neden onları ciddiye almıyorsunuz. Başbakan sonunda milli birlik ve beraberlik ismini verdi. Bizim dediğimize geldiler. Siz ayağınızdan topu kaçırırsanız inisiyatif başkalarına geçer. Fevkalade ciddi yanlışlıklar ortaya koymuşlardır. Süreç şeffaf bir şekilde yürütülememiştir" dedi. Numan Kurtulmus Samsun da konustu http://www.milligazete.com.tr/haber/en-buyuk-zulum-bir-dilim-ekmege-muhtac-etmektir-149238.htm |
GLADIO’YU BİR DE BENDEN DİNLEYİN Posted: 10 Jan 2010 02:06 AM PST http://www.odatv.com/n.php?n=-gladioyu-bir-de-benden-dinleyin--0901101200Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla ilgili günlerdir Genelkurmay "Kozmik Oda"da aramalar yapılıyor. Kimilerine göre "Kozmik Oda"dan Türkiye'yi bir dönem kana bulayan Gladio'nun belgeleri çıkacak! Anlaşılan o ki Gladio'nun ne olduğunu hala bilmiyoruz. Gladio'yu anlama kılavuzunu yazmak şart oldu. Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla Avrupa'da Gladio tartışması başladı. 1990'da ise Türkiye'nin de gündemine geldi. SHP'nin konuyla ilgili TBMM'ye verdiği araştırma önergesinin hazırlanmasından, ilk kez yapılan "Kontrgerilla" belgeseline kadar, meseleyi aydınlatacak hemen her çalışmanın içinde bulundum. Genelkurmay'da gazetecilere verilen brifingde de yer aldım. Doğan Yurdakul'la birlikte kitaplarda da yazdım. "Binbaşı Ersever'in İtirafları" adlı kitabımın önsözüne şöyle yazmışım: "Kontrgerilla/Gladio konusundaki teorileri ve ülkemizde yirmi küsur yıldır süren tartışmaları ilgilenen herkes az çok biliyor. Bana gelince, gazetecilik yaşamım boyunca Kontrgerilla'nın devlet içindeki evrimini adeta gözlerimle görerek izledim. Bu konuda sayısız haber yaptım. Kontrgerilla konusunda çıkmış hemen her kitabı okudum. Diyebilirim ki konunun tüm uzmanlarıyla görüşmeler yaptım; bizzat Kontrgerillacılarla görüştüm, tartıştım…" Bunu ne zaman yazmışım: Ocak 1994 Şimdi yıl: 2010. Bu yazıyı kaleme alırken aklıma yıllar önce Moskova'da Tretyakov Müzesi'ni gezerken gördüğüm Alexander İvanov'un bir tablosu geldi. İvanov bu klasik resmini 20 yılda (1837-1857) bitirebilmişti. Biz ise Gladio'yu "beyaz tuvale" hala yansıtamadık. Kafalar karışık. Ya da karıştırıyorlar diyelim. Ve o halde en başa dönelim… 1) Gladio ilk nerede ne zaman hangi amaçla kuruldu Gladio, II. Dünya Savaşı'nda doğdu. İngilizler düşman altındaki topraklarda direniş hareketleri örgütlemek için 1940 yılında "Özel Harekatlar İdaresi" (SOE) adlı gizli bir ordu kurdu. Savaş sırasında SOE işgal altındaki direnişçilere silah yardımında bulundu. 2) Savaş bitince Gladio kaldırıldı mı? İngiltere ve ABD, gizli orduları bu kez Batı Avrupa'daki komünist hareketlere karşı kullanma kararı aldı. İş bölümü yaptılar; Fransa, Belçika, Hollanda, Portekiz ve Norveç'teki operasyonlardan İngiltere sorumluydu. Amerikalılar ise Finlandiya, İsveç ve Türkiye'nin dahil olduğu diğer ülkelerden sorumluydu. Gizli Ordular askerler ve aşırı sağcılardan meydana getirildi. İçlerinde ılımlı muhafazakarlara da rastlanıyordu. Solcu yoktu. 3) Gladio komünistlere karşı ilk nerede ne zaman kullanıldı? 1944'te Yunanistan'da gerçekleştirdi. İngiltere'yi protesto eden Komünistlerin üzerine LOK adlı gizli ordu mensuplarınca ateş açıldı. 25 solcu öldü. 4) NATO bu işe nasıl dahil oldu? Gizli orduların bir çatı altında birleştirilmesi 1949'da NATO'nun kuruluşuyla gerçekleşti. NATO'daki gizli orduların adı "Stay Behind" idi. NATO'da gizli orduları "Müttefik Gizli Komite" (ACC) koordine etti. NATO üyesi olmayan bazı ülkelerin gizli orduları buraya bağlıydı. Bu gizli/gölge ordu 1990'dan itibaren İtalya'da ortaya çıkarılan "Gladio" adıyla bilinir oldu. 5) Türkiye'de Gladio kuruldu mu? Türkiye 1952 yılında NATO'ya girdi. Bir yıl sonra Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Finansmanı, teçhizatı ABD'den geldi. Binası Amerikan Askeri Yardım Heyeti (JUSMATT)'ın içindeydi. Bu kurum ve daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi ilk kez 1970'lerde tartışma konusu oldu. 12 Mart'ta işkence gören devrimciler kontrgerillanın gladyo ile olan ilişkisini deşifre ettiler. Askerler, ÖHD'nin ülke işgalinde kullanılacağını; terör eylemlerine karışmadığını söylediler hep. Tartışmalar Gladio'nun İtalya'da ortaya çıkışıyla 1990'larda yeniden alevlendi. 6) Gladio darbe tezgahladı mı? Gladio komünist-sol partilerin iktidar olmaması için her yola başvurdu. Ancak hedefin sadece solcular olmadığını da eklemek gerekir. Zamanla düşman tanımını değiştirdi; "demokrasiyi" tehlikeye düşürecek herkes hedef yapıldı. Bu amaçla devlet terörü de yaptı, darbeler de. İlk askeri darbesini 1961'de Fransa'da gerçekleştirmek istedi. Fransa gizli ordusu/Gladio CIA ile birlikte, General De Gaulle karşı darbe girişiminde bulundu. Darbe girişimi başarısız oldu. De Gaulle gizli ordularıyla birlikte NATO'yu Fransa topraklarından kovdu. 7) 27 Mayıs 1960 müdahalesi Gladio'nun eseri miydi? Her askeri darbeyi Gladio ile ilişkilendirmek doğru değildir. Gerek 27 Mayıs 1960, gerekse 1974'deki Portekiz Nisan Devrimi'nin gizli ordular/Gladio ile ilgisi yoktur. Diğer yandan gizli ordular, 1966'da Portekiz, 1967'de Yunanistan, 1971 ve 1980'de Türkiye'de yapılan askeri darbelerde rol aldılar. 1981 İspanya darbesi gibi bazılarında ise başarısız oldular. 8) Arınç suikast iddiasıyla gündeme gelen Aldo Moro olayı nedir? Aldo Moro İtalya'da başbakanlık yapmış, Hıristiyan demokratların (DCI) lideriydi. 1972 seçimlerinde DCI yüzde 39; Komünist PCI ile Sosyalist PSI ise toplam yüzde 37 oy aldı. A.Moro ve Cumhurbaşkanı G. Leone, solcularla koalisyon kurma izni için ABD'ye gittiler. Dışişleri Bakanı H. Kissinger'in sert tepkisiyle karşılaştılar. Bir sonra ki seçimde Komünist PCI tek başına yüzde 34.4'lük bir oy alarak birinci parti oldu. A. Moro bu kez kararını ABD'den bağımsız olarak verdi; koalisyona katılacaktı. "Tarihi Uzlaşma" (Compromesso Strorico) anlaşmasının imza atılacağı 16 mart 1978 günü kaçırıldı. 55 gün sonra cesedi bulundu. Suç solcu Kızıl Tugaylar Örgütünün üzerine atıldı. 9) Aldo Moro cinayeti bugün çözüldü mü? Cinayeti Gladio'nun işlediği konusunda herkes hemfikir. 1995'te bu cinayeti araştıran meclis komisyonu CIA'dan bilgi edinme yasası gereği bazı belgeler istedi. Şöyle bir açıklama aldı: "CIA, talebinizle ilgili kayıtların varlığını ya da yokluğunu teyit ya da inkar edememektedir." 10) Peki İtalya'da Gladio açığa çıkarılmadı mı? Bu koca bir yalandır. İşin aslı şudur: 31 mayıs 1972'de Peteano Köyü'ndeki bir patlamada polis gücü Carabinier'in üç elemanı öldü. Suç Kızıl Tugaylar'a atıldı. Aradan 12 yıl geçti. İtalyan Hakimi F. Casson dosyayı yeniden açtı ve hayretler içinde kaldı. Olay yerinde hiçbir polis araştırması yapılmamış; olay soruşturulmamış ve dosya kapatılmıştı. Bomba düzeneğinin Kızıl Tugaylar tarafından yapıldığı şeklindeki raporu İtalyan ırkçı Ordine Nuovo Örgütü'ne mensup M. Morin hazırlamıştı! Halbuki bomba NATO envanterinde bulunan C-4 patlayıcıyla yapılmıştı. Hakim Casson araştırmalarının sonucunda NATO'ya bağlı Gladio'nun yer altı cephaneliklerinden birini de ortaya çıkardı. Ardından İtalyan ırkçı örgütü ile İtalyan Askeri Gizli Servisi'nin (SID) bağlantılarını buldu. Peteano'daki patlamayı gerçekleştiren örgüt üyesi V. Vinciguerra tutukladı. Şunu da eklemeliyim; 1974'de de Hakim G. Tamburino İtalyan sağcılarıyla gizli askeri servisin ilişkilerini soruşturmuş, hatta SID Başkanı General V. Miceli'yi devletin yapısını ve yönetim biçimini illegal eylemlerle değiştirmek iddiasıyla tutuklamıştı. General Micelli mahkemede "tüm yaptıklarımı bana NATO ve ABD emretti" demişti. Ama dava bu kadarla sınırlı kalmıştı. Bu olaydan 16 yıl sonra Hakim Casson, Gladio'nun üzerine korkusuzca gitti. Hatta İtalyan Başbakanı G. Andreotti'nin Ağustos 1990'da Gladio'nun varlığını açıklaması işini kolaylaştıracağını sandı. Ancak İtalya devleti, Gladio'yu "devlet sırrı" kapsamına soktu. Sadece eylemi yapanlar cezalandırılacaktı. 11) Terör eylemlerine katılan yüzlerce kişi yargılanmadı mı? Türkiye'de öyle sanılıyor! Aslında davalar birbirine karıştırılıyor. Üç dava var; Gladio, P-2 ve Temiz Eller Operasyonu. Birini F. Casson, diğerini M. Sindona ve ötekisini G. Colombo soruşturdu. Temiz Eller Operasyonu, çok ünlü isimlerin yargılandığı bir davaydı. Operasyon 1992 kışında Milanolu bir temizlik şirketinin verdiği rüşvetin araştırılmasıyla başladı. Basit gibi görünen olaylar dizini bir anda tüm İtalya'yı saran rüşvet ağını ortaya çıkardı. 5 binden fazla soruşturma, 3 bini aşkın dava açıldı, bini aşkın insan hüküm giydi. Diğer soruşturma konusu P-2 ise, masonlara yönelikti. 1980 başında ele geçirilen "Propaganda 2" belgesine göre stratejinin adı: "Piano di rinascita democratica" yani demokrasinin yeniden doğuş planıydı. Bu plan uyarınca,"gerilim stratejisi" hedeflenmiş; sinmiş, pusmuş, yıldırılmış, edilgen bir "korku toplumu" yaratmak istenmişti. Bu amaca ulaşmak adına her türlü dezenformasyon ve provokasyonu kullanmak mübahtı. Bunun için öncelikle medyanın (hem sahipliği, hem çalışanları anlamında) ele geçirilmesi gerekiyordu. Ayrıca; yargı bağımsızlığının yok edilmesi; sendikaların etkisizleştirilmesi; başkanlık sistemine geçiş planlanıyordu. Dava açıldı ama sonuç alınamadı. 950 kişilik listeden sadece üç kişi 12 yıl ev hapsi cezası aldı. Sonra ne mi oldu? P-2'nin "1816" No'lu üyesi Silvio Berlusconi Başbakan oldu! Neyse, biz P-2'den 10 yıl sonra ortaya çıkarılan ve konumuz olan Gladio'ya dönelim. 12) Gladio diğer Avrupa ülkelerinde açığa çıktı mı? Sadece İtalya, Belçika ve İsviçre'de, gizli orduların/Gladio'nun araştırılması için meclis komisyonları kuruldu. Ancak bilgilerin çoğu "devlet sırrı" kapsamına alındı. ABD: Baba Bush 1990'larda Körfez Savaşı'yla uğraştığını açıklayarak Gladio konusuna girmedi. ABD medyası da konuyu pek araştırmadı. Washıngton Post'a göre, Gladio sadece bir İtalyan operasyonuydu ve Amerika ile ilgisi yoktu! İngiltere: Gladio'nun arkasında CIA ve MI6 olduğu artık sır değil. Buna rağmen J. Major, "korkarım güvenlik meselelerimizi tartışmayacağız" diyerek olayı kapattı. Meclis de zaten ilgisizdi. Fransa: J.Chirac konuya hiç ilgi göstermedi. Zaten kendisinin 1975'de Fransa gizli ordunun (SAC) başkanı olduğu yazıldı. Meclis araştırması yapılmadı. İspanya: F. Gonzales önce gizli ordularla ilgili gerçeklerin açığa çıkarılmasını istedi. Bir hafta sonra Savunma Bakanı N. Sera, İspanya'da Gladio'nun olmadığını açıkladı. Bırakın yargılamayı meclis araştırması bile yapılmadı. Portekiz: Savunma Bakanı F. Nogueira Portekiz'de herhangi bir Gladio örgütlenmesi olmadığı söyledi. Meclis araştırması bile yapılmadı. Hollanda: Savunma Bakanı R.T. Beek önce ülkenin istihbarat biriminden brifing aldı. Sonra gizli oturumda meclise bilgi verdi. Ardından Gladio'nun gölge şebekesi I&0 kapatıldığı açıklandı. Sadece iki kişi tutuklandı. Meclis araştırmasına gerek duyulmadı. Lüksemburg: Yeşiller Partisi konuyu meclise getirdi. Ancak araştırma önergesi reddedildi. Almanya: Yeşiller ve Sosyal Demokratların çabalarına rağmen olay soruşturulmadı. Başbakan H. Kohl önce tüm iddiaları yalanladı. 2 aralık 1990 seçimlerini kazanınca, bu kez gizli orduların 1990 yazından beri dağıtıldığını, silah zulalarının kapatıldığını açıkladı.Alman meclisi araştırma yapmaya gerek duymadı. Yunanistan: Gizli ordunun 1955'te kurulduğunu ancak 1988'de kapatıldığı açıklandı. Soruşturma yürütülmesi talebi her ortaya çıktığında, iktidarda hangi parti olursa olsun buna gerek olmadığını belirtti. NATO: Gladio'yu NATO çatısı altında SHAPE'nin organize ettiği artık biliniyor. Ancak NATO herkesin Noel tatiline girdiği 1990 yılının 23 Aralık günü, olayı sessiz sedasız "devlet sırrı" kapsamına sokuverdi. İtalya'daki meclis araştırmasında danışmanlık yapan tarihçi A. Giannuli, Gladio belgelerinin nerede olduğu şöyle açıkladı. "Bugünkü asıl sorun NATO arşivlerine ulaşabilme sorunudur." AB: Avrupa Parlamentosu, hiçbir yere varamayan bir dizi kınama kararı çıkarttı. Bu pasif tavrı bugün hala kınanmaktadır. 13) "Kozmik Oda" araması Gladio'nun varlığını kanıtlamak için mi yapılıyor? Yürütülen soruşturmayla ilgili bir şey söylenemez. Ancak şunu söyleyebiliriz: Gladio soğuk savaş politikalarının ürünüdür. Soğuk savaş bitince gizli ordular kapatıldı mı? Bunun olması için dünyadaki siyasi-iktisadi kamplaşmanın sona ermesi gerekiyor. Dünya yeniden bir kamplaşma evresindedir. Uluslararası dengeler yeniden belirlenmektedir. Türkiye'de olup biteni analiz edebilmek için kafamızı kaldırıp dünyada neler olduğuna bakmalıyız. 14) Türkiye'de Gladio eylemleri sürüyor mu? Trabzon'daki Rahip A. Santorini, Malatya'daki misyonerler ve İstanbul'daki H. Dink cinayetleri aynı amaca hizmet etmektedir. Bunlar suikast değil provokasyon eylemleridir. Azınlıklara suikast yapılacağı istihbaratını içeren "Kafes" adlı belge de bu amaçla ortaya atılmıştır. Bunların amacı; tıpkı bir dönem P-2'nin İtalya'da gerilim stratejisiyle hayata soktuğu "demokrasinin yeniden doğuş" planına benzer şekilde yapılan Türkiye'deki hukuksuzluklara Batı kamuoyundan destek bulmaktır. Evet, SHAPE, CIA ve MI6 kontrolündeki Gladio hâlâ faaliyettedir. 15) Türkiye'deki "Yeşil Gladio" nedir? Bunu da yeni çıkan "Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor" kitabımdan okuyacaksınız. Bu sayfada bu kadar…. Soner Yalçın |
Fw: Sarıgul DP ile birlesiyor Posted: 10 Jan 2010 02:06 AM PST ----- Forwarded Message ---- From: Mehmet Karadag < mskaradag@yahoo.com> To: aydnlk gelecek < aydinlik-gelecek-hareketi@googlegroups.com>; ITC kerkuk < itc@kerkuk.net>; kuvvacilar < kuvvacilar@googlegroups.com> Sent: Sun, January 10, 2010 12:01:10 PM Subject: Sarıgul DP ile birlesiyor http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=11588 İstanbul Baronları'ndan Sarıgül'e, DP ile bütünleş baskısı! İster Soroscu deyin, isten kızın, ister küsün Mustafa Sarıgül bir fenomendir. Şişli gibi bir yerde ve AKP gibi her şeye hakim bir parti karşısında iki dönem ezici bir sonuçla muzaffer olmak onun politikacılık kumaşının kalitesini teyid eder. Gidin gezin Şişli'nin merkezi ile varoşlarını, mezhep farkı olmaksızın sakallısından çarşaflısına Sarıgül'ü bağrına basar çünkü Mustafa bey gerçekten halk adamıdır. Şişli'de bayrağını göndere çeken Sarıgül iddia ya da ihtiras sahibi her politikacı gibi gözünü Ankara'ya diker ve Türkiye'nin yönetimine talip olur. Ancak erken öten horoz misali Mustafa bey zamanlamayı iyi yapamaz ve CHP'deki liderlik yarışını kaybeder. Malum Sarıgül pes etmez! Bir ara DSP ile beraber olur lakin o kanaldan zirveye tırmanamayacağını görünce yeni bir oluşum için zemin inşasına başlar. Hatırlayın kısa bir süre önce ardarda ses getirecek şovlar yaptı. Bu süreçte söylediği şey partileşmenin yeni yılla birlikte yapılacağıydı. 2010'a girildi ancak Sarıgül cephesinde henüz bir kıpırdanma yok! Niçin mi? Sıkı durun merkezde yeni oluşum bekleyenleri hoplatacak bir haberim var! Haber şu: Partileşme için pistte bekleyen Mustafa Sarıgül son bir aydır ablukada! Ablukaya alan da kamuoyunda İstanbul baronları olarak bilinen TÜSİAD'ın büyükleri! Rahmi Koç'dan Aydın Doğan'a, Mustafa Süzer'den İnan Kıraç'a, Necati Kurmel'den Erdoğan Demirören'e, Haluk Ulusoy'dan Erdal Aksoy'a, Adnan Polat'dan Sadık Özgür'e (Kale Kilit Gurubu) Sarıgül ile yakın ilişkisi olan büyük zenginler Mustafa Bey'in apar topar partileşmesine engel olmak için seferber oldular. Bu kesime Hüsamettin Özkan, Hikmet Çetin, Mesut Yılmaz, İstemihan Talay ve İnönü Ailesi gibi Sarıgül'ün değer verdiği kesimler de eklendi. Diyeceksiniz ki bu kesimin amacı nedir ve ne adına, kimin adına Sarıgül'ü frenlediler? Bana anlatılan şudur: İstanbul merkezli namlı ve etkili bir sivil toplum kuruluşu çok geniş bir araştırma yaptırır: Yapılan araştırma simülasyonlara tabi tutulur ve şu sonuca varılır: Mustafa Sarıgül bulunulan cepheleşme ortamında hangi kulvara ve söyleme oturacağı meçhul olduğu için Cem Uzan'ın partisi misali muhalefeti bölen bir konumda olabilir. Evet Sarıgül sadece CHP ve DP'den değil, AKP'den de oy alıyor ancak bu oylar Sarıgül olmasa zaten muhalefete gidecektir. Sarıgül seçim bölgesinde efsane olmasına karşın entelektüel camiada birikimi bağlamında liderlik için yeterli bulunmuyor. Sol yelpazede olması da bir başka dezavantajı, zira kategorik olarak Türkiye'deki solun oyu bellidir. Teklif edilen ise şudur: CHP ile MHP'nin oyu tahmin edilebiliyor. Dolayısı ile AKP'yi iktidardan indirmek için bu iki parti ile beraber üçüncü bir partinin barajı aşması gerekiyor. Bunun yolu da yeni oluşum yerine belli bir tabana ve örgüte oturan Demokrat Parti'yi cazibe merkezi haline getirmek gerekiyor.. Buradan hareketle Sarıgül ekibiyle DP'ye katılmalıdır. Mustafa Sarıgül DP'ye katılırsa hemen ardından Abdüllatif Şener'den İlhan Kesici, Saadettin Tantan ve Ali Müfit Gürtüna'ya kadar kamuoyunda ve halkda karşılığı olan pek çok isim bu rüzgarla DP'de yerlerini alacak ve dahası bu yapı AKP'den 20'ye yakın bir milletvekili gurubunu da kopartabilecektir. Evet Sarıgül'ü frenleten proje budur! Bir başka ayrıntı Güniz sokak bütün bunlardan başından beri haberdardır. Peki sonuç mu? Hayır Sarıgül DP olayına henüz evet demedi ama ipleri de henüz koparmış yani formülü tümden reddetmiş değil. Son ayrıntı; İstanbul baronları Sarıgül'e; "Washington seni Başbakan değil, Tayyip'e stepne yapmak istiyor, tabloyu okuyamıyor musun, tersi olsa Tayyip sana yol verir miydi?" diyor ve bu deyiş de Sarıgül'ün kafasını bayağı bir karıştırıyor... Görüyorsunuz DP'de canlılık var.. Bekleyin DP ekseninde önemli gelişmeler olacak... Özal gibi bir devle başa çıkan Demirel-Cindoruk ikilisini hafife almayın! DEDİĞİMİZ ÇIKTI... Heron yazımız TBMM'de tartışıldı! Bu sütunu izleyenler hatırlayacaktır. İsrail'den alınan insansız uçak Heron'larla ilgili sorunlar olduğunu, zamanın geçmesine rağmen teslimatının yapılmadığını, teslim edilen iki Heron'un da arızalı olduğunun belirlenip TSK'nın itirazı üzerine İsrail'e geri gönderildiğini yazmıştık. Maalesef medyamızda pek yer bulmayan bu haber iki gün önce TBMM'de tartışıldı. CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk'ün soru önergesi ile Meclis gündemine getirdiği yazımızdaki iddiaları Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül cevapladı ve yazımızda yer alan test için Türkiye'ye getirilen iki Heron uçağının İsrail'e geri gönderildiğini kabul etti.. Dahası, uçakların protokoldeki süre taahhüdüne ve sürenin haylı aşılmasına rağmen hâlâ teslim edilmediğini de doğruladı... Görüyorsunuz yandaş medya bu gibi şeyleri yazmıyor, onların işi güçü TSK'yı çete gibi sunmak! Hassasiyeti için Sayın Öztürk'e tebrikler. OLUR MU OLUR!.. AKP yazarı Apo Mandela İmralı'dan bildiriyor! Bunu da gördük ya, daha ne diyeyim!.. Adam terörist, adam kanlı katil, adam binlerce insanın ölümünden sorumlu, adam devletin birliğine kalkışmış, adam bağımsız yargının hükmü ile ağırlaştırılmış müebbete mahkûm olmuş.. Ve bu adam şimdi ünlü bir İtalyan gazetesine yazar yapıldı, iyi mi?.. Sakın sakın ha, İtalyan komünistlerine ve gazeteleri "II Manifestoya" kızmayın!. Öcalan'ı yazar yapan aslında onlar değil, bu izni veren yani yazı göndermesine müsaade eden AKP iktidarıdır... Ey kendilerine hâlâ milliyetçiliği ve Türklüğü yakıştıran AKP'nin şanlı mebusları, içinize siniyor mu bu tablo?.. Görüyorsunuz adam adım adım siyasi figür haline getiriliyor yani İmralı mukimi yeni Mandela oluyor! Tarih bu gafletinizi affetmeyecek! |
Re: Kırıkkale'yi Yunan casus mu havaya uçurdu? Posted: 09 Jan 2010 02:05 PM PST İsrail, 14 Mayıs 1948 tarihinde Tel Aviv'de ilan edildi.
Nuri Killigil Paşa ise Türkiye nin ilk silah ve patlayıcı imal eden fabrikatörüydü. Ordunun bazı siparişlerini üstlenen Paşanın Sütlücedeki fabrikası Nuri Demirağın uçak imalatı serüveni ile tarih benzerliğine dikkat 1949 yılında esrarengiz şekilde infilak etti. Nuri Paşanın cesedi bile bulunamadı. Nuri Paşanın İsraille savaş halinde olan Mısır dan yüklüce bir cephane siparişi aldığı için fabrikasının sabotaj sonucu infilak ettiği iddia edildi.
09 Ocak 2010 16:36 tarihinde Mustafa EROL <mustafaerol2008@gmail.com> yazdı: Kırıkkale'yi Yunan casus mu havaya uçurdu? Yunanistan'da yayımlanan bir gazete, 11 yıl önce Kırıkkale'deki mühimmat fabrikasında meydana gelen patlamanın arkasında Yunan ajanlarının olabileceğini iddia etti. Yunanistan'da pazar günleri yayımlanan "Proto Thema" gazetesi, "1997 yılında Kırıkkale'deki Mühimmat Fabrikası'nda meydana gelen patlamanın arkasında Yunan casusları olduğundan şüphelenildiğini" yazdı. Gazetenin haberine göre, Yunan ajanlar Vasilis Yanopulos ve Savvas Kalenderidis 1987-1998 yıllarında İzmir'de casusluk yaptı. Söz konusu iki casusu "kahraman" diye tanımlayan gazetede; MİT, Yunan Ajan Kalenderidis'in Türkiye'de bir cephane fabrikasının havaya uçurulması olayında yer aldığından şüpheleniyordu. Kalenderidis hakkında ölüm emri çıkarılınca Türkiye'den kaçtı" ifadelerine yer verildi. Gazete, Yanopulos ve Kalenderidis için "Ege sahillerinden Anadolu'nun derinliklerine kadar 10 yılı aşkın bir süre içinde sayısız değerli belgeye ulaştılar" diye yazdı. (Ntvmsnbc) | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4756 (20100109) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com -- AV.UĞUR BÜLBÜL OSMANAĞA MH. NÜZHETEFENDİ SK. 25/3 34714 KADIKÖY/İSTANBUL - TÜRKİYE TEL: 90 216 3378333 (PBX) FAX: 90 216 3490317 GSM: 90 532 2003425 |
Re: Dünya Müslümanlarına Filistin'den çağrı var.. Posted: 09 Jan 2010 01:47 PM PST FİLİSTİNDEKİ ZULÜM BİR GERÇEK VE KABUL EDİLEMEZ. ANCAK 1-FİLİSTİNDE 150.000 KİŞİ YAŞIYOR 2-KARABAĞDAN ERMENİLER 2.000.000 (2 MİLYON AZERİYİ SÜRDÜLER) FİLİSTİNDE BİR ZULÜM OLUNCA CİHAD RUHU KABARAN MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNİ HATIRLAYANLAR BİRDE AZERBAYCAN VEYA DOĞU TÜRKİSTANDAKİLERE ZULÜM YAPILINCA DAYANIŞMAYI MÜSLÜMAN OLDUKLARINI HATIRLASALAR. YOKMU BUNA BİR CEVAP
04 Ocak 2010 23:57 tarihinde Mustafa EROL <mustafaerol2008@gmail.com> yazdı: Dünya Müslümanlarına Filistin'den çağrı var.. Filistin Parlamentosu'ndaki Kudüs Komisyonu Başkanı milletvekili Dr. Ahmed Ebu Halebiyye, Arap ve İslam ülkelerini, İslam Konferansı Teşkilatı'nı ve Arap Birliği'ni tehlikeli bir süreçten geçen Kudüs kentine ve Mescid-i Aksâ'ya destek için acil konferanslar düzenlemeye çağırdı. Evler yıkılıyor, arazilere el konuluyor Ebu Halebiyye, Gazze'de düzenlediği basın toplantısında Kudüs kentinde yürütülen Yahudileştirme faaliyetleri hakkında bilgi vererek Filistinlilerin evlerinin yıkıldığını, arazilerine el konulduğunu, kimliklerinin ellerinden alındığını söyledi. Halebiyye, Süleyman Mabedi'nin inşası için hazırlıkların yapıldığını ve Yahudi yerleşim birimi inşasının devam ettiğini belirterek, Kudüs kentinin Arap ve İslami kimliğinin değiştirildiğini söyledi. Kudüs kentinin Arap ve İslami kimliğinin değiştiriliyor Arap ve İslam ülkelerinden Kudüs kenti ve halkı için uluslararası koruma isteyen Ebu Halebiyye, işgal altındaki kentle ilgili uluslararası kararların etkin bir şekilde uygulanmasını talep etti. Siyonistlerin Filistin halkına, Filistinlilerin topraklarına ve kutsal değerlerine yönelik cinayetlerinin durdurulması çağrısında bulunan Ebu Halebiyye, Siyonist işgal liderlerinin de yargılanmasını istedi. Kudüs halkını ve 1948'de işgal edilen topraklarda yaşayan Filistinlileri topraklarını terk etmemeye davet eden Ebu Halebiyye, Siyonist işgal devletinin tehcir politikaları karşısında gösterdikleri direnişi de övdü. Arap ve İslam ülkelerine maddi destek çağrısı Filistin Parlamentosu'ndaki Kudüs Komisyonu Başkanı, Arap ve İslam ülkelerini Kudüs halkını maddi ve manevi yönden desteklemeye çağırdı. | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4743 (20100104) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com |
Yan: İran’da Neler Ol(m)uyor? Posted: 09 Jan 2010 01:41 PM PST Sayın Özmen, Yazınız, www.turkmeclisi.org sitesinde "Görüşbildirebileceğiniz konular" bölümünün, "Diğer" kısımıda yer almış ve ayrıca "Dikkat çeken görüşler" e de konmuştur.Selamlar,saygılar.Rıza Müftüoğlu --- 09/01/10 Cts tarihinde MAHMUT CELAL OZMEN <usve1970@yahoo.com> şöyle yazıyor: Kimden: MAHMUT CELAL OZMEN <usve1970@yahoo.com> Konu: İran'da Neler Ol(m)uyor? Kime: domino_etkisi@googlegroups.com Tarihi: 9 Ocak 2010 Cumartesi, 11:44
Kitlesel protestolar Tahran sokaklarında yeniden boy gösterdi. Batı medyası olaylara geniş yer ayırdı. Aşure günü İran'ın ana şehirlerinde gerçekleşen kitlesel protesto ve güvenlik görevlilerinin sert Devamını Okuyun» |
| Yahoo! Türkiye açıldı! Haber, Ekonomi, Videolar, Oyunlar hepsi Yahoo! Türkiye'de! www.yahoo.com.tr |
[KomploTeorileri] İran'da Neler Ol(m)uyor? Posted: 09 Jan 2010 11:43 AM PST Kitlesel protestolar Tahran sokaklarında yeniden boy gösterdi. Batı medyası olaylara geniş yer ayırdı. Aşure günü İran'ın ana şehirlerinde gerçekleşen kitlesel protesto ve güvenlik görevlilerinin sert Devamını Okuyun» | |
[KomploTeorileri] Liberaller ve CIA Sözcüleri Devrede Posted: 09 Jan 2010 08:24 AM PST Liberaller ve CIA Sözcüleri Devrede Bülent ESİNOGLU Amerikan gladyosunun Türk Ordusu ile sürdürdüğü savaşın neresindeyiz? Bundan böyle, nasıl gelişmeler olabilir? Asimetrik olarak sürdürülen savaşın, Kozmik Oda Mevziini kaybeden Ordu Amerika’ya karşı başka bir mevziide tutunmaya çalışıyor. Hala savunmada. AKP iktidarı 'kurumlar arası savaş yoktur' diye dursun, (RTE’nın mezarlıklarda ıslık çalmasıdır) durumun vahametini anlayan liberaller devrede. Orduya karşı sürdürülen tertip, ordunun kumanda kademesinde bir çatlak yaratamamıştır. Koşaner Paşa ve Başbuğ’un birlikte Tayyip’e gitmeleri bunu göstermektedir. Buradan şunu anlıyoruz; hem CIA, hem MOSAD saldırmakta kararlıdırlar. Buna karşın, Ordu da bu saldırıyı defetmekte kararlıdır. Ordu ve CIA/Fethullah arasında kalan RTE, ne yapacağını bilemeyen aracı durumdadır. Siyasi iktidarın temel ittifaklarından liberaller, köşeye sıkışan ordunun, bundan sonrasında demokrasi falan dinlemeyip, saldıracağı kuşkusuna kapılmışlardır. Bu sebepten peygamberliğe soyundukları görülmektedir. Hürriyet, Vatan, Milliyet Gazetelerinin belli başlı yazarları şunu söylemeye başladılar. “Ordunun vesayeti olmasın, bunu anladık, buna karşı sivil darbe de olmasın. Buradan Türkiye’deki Amerika’ya bir mesaj var. Bakın, bu tertibi, erken zamanda, daha ileri götürürseniz, işler iyice karışır. Ordu savunmadan çıkar, saldırıya geçer. Halk da destek verir, siz de şimdiye kadar kazandığınız mevzilerden geri çekilirsiniz. Biz liberaller de bu işten zararlı çıkarız.” Yani 'frene basın, çarpacağız' diyorlar. CIA’nin Türkiye sözcüsü Ahmet Altan, tertibin daha da ileri götürülmesinden yanadır. Amerika’nın Türkiye’deki gücünü arkasına alan Ahmet şu tehdidi yapabilmektedir. Ey Tayyip, AKP içinde Ergenekon işini yavaşlatalım diyenlere kulak asarsan, CIA’yi kastederek, seni fiziki olarak ortadan kaldırırlar. Ahmet, içinde yaşadığımız savaşın, kendileri bakımından olmazsa olmazını ortaya koymaktadır. CIA, Tayip’in aradaki bir güç değil, Eşbaşkanlığın gereğini yerine getiren birisi olmasını istemektedir. Amerika ile Ordu arasındaki savaşı; hükümet ile ordu arasındaki bir savaş sananlara yanarım. Hükümete bir yandan Amerika bastırıyor. Görevini yap diyor. Öte yandan halk ve Ordu, ne oluyoruz diyor. İktidar Amerika’dan yana yer aldıkça, hem ordudan hem halktan tepki geliyor. Yönetilemeyen bir Türkiye, işte vahametin kendisi budur. İşsizlik, pahalılık, ulusal pazarlarımızın yabancıların eline geçmiş olması, bunlar kimsenin umurunda değil. Varsa yoksa Amerika’nın talimatları. Ancak, milli, bir iktidar buna son verebilir. Onlar değil, biz kazanacağız. 8.1.2010, bulentesinoglu@gmail.com
|
[KomploTeorileri] Kırıkkale'yi Yunan casus mu havaya uçurdu? Posted: 09 Jan 2010 06:36 AM PST Kırıkkale'yi Yunan casus mu havaya uçurdu? Yunanistan'da yayımlanan bir gazete, 11 yıl önce Kırıkkale'deki mühimmat fabrikasında meydana gelen patlamanın arkasında Yunan ajanlarının olabileceğini iddia etti. Yunanistan'da pazar günleri yayımlanan "Proto Thema" gazetesi, "1997 yılında Kırıkkale'deki Mühimmat Fabrikası'nda meydana gelen patlamanın arkasında Yunan casusları olduğundan şüphelenildiğini" yazdı. Gazetenin haberine göre, Yunan ajanlar Vasilis Yanopulos ve Savvas Kalenderidis 1987-1998 yıllarında İzmir'de casusluk yaptı. Söz konusu iki casusu "kahraman" diye tanımlayan gazetede; MİT, Yunan Ajan Kalenderidis'in Türkiye'de bir cephane fabrikasının havaya uçurulması olayında yer aldığından şüpheleniyordu. Kalenderidis hakkında ölüm emri çıkarılınca Türkiye'den kaçtı" ifadelerine yer verildi. Gazete, Yanopulos ve Kalenderidis için "Ege sahillerinden Anadolu'nun derinliklerine kadar 10 yılı aşkın bir süre içinde sayısız değerli belgeye ulaştılar" diye yazdı. (Ntvmsnbc) | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4756 (20100109) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.