[anadoluhaber:37421] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Link to ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Dinlerarası diyalog nedir, ne değildir?

Posted: 16 Jan 2010 10:08 AM PST

Nurullah AYDIN

16 Ocak 2010

 

 

DİNLER ARASI DİYALOG NEDİR NE DEĞİLDİR!

Dinler arası diyalog literatüre ilk olarak 1962'de girdi. Papa 23. Jean; Vatikan Konsilini toplayarak dinler arası diyalog kararı aldı ve bu işi yürütmek için bir bakanlık kurdu.

 

Dinler arası diyalog; iki ya da daha çok kültürün karşısındakine kendisini tanıttığı, barış içerisinde bir arada yaşamak amacıyla insani temellere dayanan bir ilişkiyi; zorlama, inandırma, kendine çekme, tebliğ etme olmadan yürütmesi anlamına geliyor. 

 

Diyalogla hedeflendiği söylenen iki şey var. Bunlardan ilki; örneğin bir Hıristiyan'ın İslam'ı, bir Müslüman'ın tanıttığı gibi kabul etmesi ile dinler arası çatışma ortadan kalkacak. İkincisi ise; tüm inananların ateistlere ve dinsizlere karşı ortak hareket etmesi.

 

Dinler arası diyalogun gereksiz ve hatta belli amaçlara hizmet için yapıldığı görülmektedir.

 

Böyle bir dünyada İbrani dinlerinin temel farklılıkları asla yok olmayacağı için kaos ve savaş daha da artacaktır. Her ne kadar dinler arası diyalog; birbirini olduğu gibi kabul etmek amacına dayansa da bunun bir hayal olduğu aşikardır. Hıristiyanlar; İslam'ın yükselişinden, Müslümanlar ise; Hıristiyanların misyonerlik faaliyetlerinden ve Yahudilerin Vaat edilmiş topraklar isteğinden endişe duyacaktır. Kaldı ki din egemen bir dünya demek; din egemen devletler anlamına geleceği için devletlerin Laiklik ilkesi de yok olacaktır. Birden çok dine mensup kişilerin bulunduğu ülkelerde Laiklik ilkesinin yok olması; o ülkede çoğunluğa rağmen azınlığın haklarının gözetildiği Demokrasi yönetiminin de sonunu getirecektir.

 

Kendilerinin yok edilmesi amacıyla bir araya gelen İbrani dinlere mensup dini liderlere bir eleştiri de Ateist ve dinsiz bu kesimden gelmektedir. Onlara göre din; dünya var olduğundan beri egemen güçlerin savaş çıkartmak için kullandıkları bir maşadır. Her şeyden öte ateist veya dinsiz olma haklarının ellerinden alınması kabul edilebilir bir durum değildir.

 

Siyasetçilerin dini, din adamlarının da siyasetçileri kendi çıkarları için kullandığı bir dünyada dinler arası diyalogdan ve barıştan söz etmek mümkün değildir. Kaldı ki siyasetçiler ve din adamları farklı dinleri bırakın, kendi içlerindeki farklı mezheplerle dahi diyaloga girilmesini engellemişler, aynı dinden fakat farklı mezhepten olanların inanç özgürlüğünü yok saymışlardır. Dünyada; yaşadığı bölgede sayısı az olan bir mezhep inananının, farlı bir mezhebe bağlı ama sayıca çok olanlar tarafından; aforoz, sapkın ilan edilme, lanetlenme gibi çeşitli yollarla boyunduruk altına almaya çalışıldığı çok örnek vardır.

 

Dinler arası diyalog masaldan öteye gidemez: İbrani dinlere mensup kişiler böyle bir çabayı boşuna gösteriyorlar. Farklılıkların değil; benzerliklerin ortaya konması gibi bir şey; Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler tarafından hiçbir zaman tam olarak kabul görmez. 

 

Dinler arası diyalogcu siyasetçilerin ve din adamlarının hareketleri ve söylemleri çelişkilerle doludur. Koyu Katolik olan Bush'un, dinler arası diyalogun mimarı Papa'yı ruhani lider olarak görmesine rağmen, Irak'a ve Afganistan'a saldırması, dinler arası diyalogun; güçlünün güçsüz üzerindeki tahakkümünü engelleyemeyeceğinin açık delilidir.

 

Papa XVI Benedikt'in; Peygamberimiz Hz. Muhammed için sarf ettiği "Muhammed nasıl bir yenilik getirdi? Göster bana! -O'nda- bulacağın şeyler, tıpkı temsil ettiği inancı kılıçla yaymayı emretmesi gibi, hep kötülük ve insanlık dışı şeyler" sözleri; bu diyalogun aslında bir maske olduğunun açık göstergesidir. Diyalogcuların; karikatür krizinde de Papanın sarf ettiği bu sözde de tepki koymaması; bu maskenin boyutunu gözler önüne sermektedir.

 

Dinler arası diyalogun mimarı olan Vatikan'ın amacı; tüm dünyayı Katolikleştirmektir. Çünkü Vatikan; sadece İslam'ı ve Hz. Muhammed'i tanımamakla kalmamakta; aynı zamanda Ortodoks ve Protestan Kiliselerini de kendisini tanımadığı için Kusurlu ilan etmektedir. Bu durum farklı mezhepten olanlara dahi hoşgörü göstermeyen Vatikan'ın; dinler arası diyalog konusunda samimi olmadığının kanıtıdır.

 

Papanın söylediği söz; dogma niteliğindedir ve kiliseyi temsilen söylenmiştir. Vatikan bir din devletidir. Hiç değişmeden hatasız olduğu kabul edilen kilise dogması nedeniyle Papa, sözlerini geri almaz. Yani Papalık makamında; "Benden önceki Papanın sözlerine katılmıyorum, sözlerimi geri alıyorum, özür dilerim ya da ben böyle düşünüyorum" demek mümkün değildir. Katolik kilisesinin yüzyıllardan bu yana değişmeyen belli dogmaları vardır.

 

Geçmişten günümüze Müslümanlar, Yahudiler, Ortodokslar ve Protestanlar için böylesi ağır ithamlarda bulunan bir kilisenin gerçek amacı dünya barışı ve hoşgörü olsaydı; Irak'ta, Afganistan'da,  Müslümanların katledilmesi karşısında Vatikan tepki gösterirdi. 

 

GünüN SözÜ: Farklı inançtakileri olduğu gibi kabul etmek, insan olmanın temel şartıdır.



Windows 7: Size en uygun bilgisayarı bulun. Daha fazla bilgi edinin.

RE: semitizm ve anti-semitizm--ÖNERİ

Posted: 16 Jan 2010 09:44 AM PST

Bu konuda şu kitabı okumanızı dilerim:

"EFENDİ TERÖRİSTLER", Yılmaz Dikbaş, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Mayıs 2009

Kitabın ön-arka kapağını ekte sunuyorum.

 

Saygılarımla,

Yılmaz Dikbaş

 


From: domino_etkisi@googlegroups.com [mailto:domino_etkisi@googlegroups.com] On Behalf Of vedat bulut
Sent: Saturday, January 16, 2010 5:48 PM
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Subject: semitizm ve anti-semitizm

 

Değerli Arkadaşlar,

 

Bir süredir Yahudiler ve Siyonizm üzerine yazılar yazılmaktadır. Bu yazıları yazanların çoğu yaşamlarında Musevi veya Yahudilerle tanışmadığı gibi İsrail'de de bulunmamıştır. Ben Müslümanım ve bir Türküm. Bunu ön yargıyla okumamanız ve yazan kişinin kültürel kimliğini bilmeniz için belirtiyorum.

5 yıl öncesine kadar bende Yahudileri ve Musevileri homojen (tek yapılı) bir toplum olarak bildim ve İsrail'i gördüğümde bunun böyle olmadığını anladım. Nasıl ki, bizim toplumumuzda Kuran-ı kerim (Furkan) işlevini kaybetmiş ve siyasetin-ticaretin-çıkarcılığın-Allah'la pazarlığın esiri edilmişse, İsrail'de de durum farklı değildir. 1400 yılda 40 fırkaya ayırdığımız İslam gibi Musevilik dini de 100 fırkaya ayrılmıştır. İllere göre, hatta köylere göre farklı yaşam biçimleri ve inanış türleri gelişmiştir. İsrail'de de Türkiye'de olduğu gibi Tel Aviv ve Kudüs sokaklarında gezen sıradan Musevi insanlar bizdeki insanlardan farklı değil. Yurt dışından özellikle son dönem Rusya'dan (daha doğrusu önceki SSCB) göçle gelen 1 milyona yakın insan var. ABD ve AB ülkelerinden yaşlılık ve emeklilik günlerini geçirmeye gelen, bölgenin egsotizmine kapılanlar var ve sayıları küçümsenemeyecek kadar (yaklaşık 500 000), Habeşistan'dan gelen Saba Melikesi Belkıs nedeniyle dinsel ve tarihi bağ kurulan bir o kadar insan daha var. Suriye ve Golan tepelerinin işgali sonrası vatandaşlığa aldıkları Velid Canbolat'ın Dürzi topluluğu var. Özellikle, polis teşkilatında kendilerine iş verilmiş ve ticaretle de uğraşıyorlar. Bir de özellikle Hayfa taraflarında yoğunlaşan Karaim kökünden (Hazar Türkleri-aslen Judaist) insanlar var. Bu insanların çoğu bırakın Tevrat'ı İbranice'yi bile doğru dürüst konuşamıyor ve kurslara gidiyorlar. Genelde insnlar İngilizceyle anlaşıyor. Nüfus toplamda 6,5-7 milyon kadar. Sizin bahsettiğiniz Torah ve Haham sözlerine bağlı Ortodoks Musevi kitle bu nüfusun içinde 1 milyon kadar bile değil. 1 milyon kadar Arap, ki buna Betlehem bölgesinde yoğunlaşan Hristiyan Araplar da dahil İsrail Vatandaşıdır. Bunun dışında işgal altındaki Filistin toprakları dahil 6 milyon kadar Filistinliyle iç içe yaşamaktalar. Duvarların saçma olduğu artık toplumun genelinde anlaşıldı ve kabul gördü.  Özetle İsrail'in iç toplumsal yapısı oldukça heterojendir, dinamikleri de sanıldığından çok zayıftır. Sorun sıradan Yahudi ve Musevilerde değil, yönetimi elde tutan elitlerdir. Bu Filistin tarafı için de aynen geçerlidir.

Siyonizm meselesine gelince hangi Siyonizm? Jabotinsky den Teodor Hertzl'e pek çok farklı biçimi vardır. Aynı, Nihal Atsız, Mehmet Akif, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Yusuf Akçora, Prens Sebahattin, Kırımlı İsmail Gaspıralı...vb. Türkçülükleri örneklerinde olduğu gibi, Siyonizmin de pek çok türü imal edilmiş durumdadır. Militer olan görüşler olduğu gibi, müspet olan saf milliyetçilik hareketleri de vardır. Sosyal dayanışma, diğer milletlerle bilimde, sporda, sanatta yarışma müsbet bir milliyetçilik anlayışıdır. Musevi ve Yahudilerin sıradan karşılaşabileceğiniz insanlarında hal ve hareket bu şekildedir. Bu tür bir milliyetçilik (Siyonizm) hareketini aşağılamak gereksizdir. Özellikle, Türkiye'de yaşayan Musevi vatandaşların gönlünü incitebilecek, onları ötekileştirecek bir faaliyetin anlamsızlığı ve ahlaksızlığına sanırım sizler de katılırsınız. Türkiye'de yaşayan Musevilerin pek çoğu Kosher mutfak gibi günlük sıradan uygulamalara bile yabancılaşmışlardır. Bunun örneklerini hem İsrail'de hem İstanbul'da gözlemledim.

Son olarak uluslararası yapılanmalar ve bunların propogandalarından söz etmek gerekir. Çünkü, aslında tüm dünya coğrafyasında İsrail ve Museviler ve Yahudiler'le ilgili görüşler o merkezlerden yönetilmektedir. Bildiğiniz gibi ABD'de iki temel siyasi lobi hareketi vardır. Pasifik grubu ve Neo-Con grubu. Pasifik grubu şu anda OBAMA'yı Başkanlığa getirmiş durumdadır. Bunlar Wall Street adamları, finans merkezlerinin George Soros (Macar Asıllı Yahudi) gibi devleridir. Durağan ve düşük seviyeli savaşlardan, serbest piyasadan, küçülmüş kent devlet yapılarından yanalar. Türkiye'de oynanan oyunun alt yapısı da budur- Kamu Yönetim Reform Yasa Tasarısını hatırlayınız. Kapitalin gücüyle dünyaya şekil vermek ve borsa hareketleriyle servetlerini artırmak peşindeler. Neo-Con'larsa Dick Cheney, Halliburton Şirketi, George Bush gibi Evangelicanlardır. Petrol, silah ve enerji sektöründen beslenirler. Yüksek seviyeli bölgesel savaşlar, işgaller ve askeri projelerden para ve güç kazanırlar. Geçtiğimiz dönemde seçimleri kaybettiler. Ancak, bu bir ABD derin devleti aldatmacasıdır. Bunu iki ayakla yürüyen bir devlet modeli olarak görünüz. Yönetim değişiklikleri hedefe yürüyen dev sermayenin (ABD ve AB'deki kuklaları) adımlarını tek tek atması şeklinde algılayınız. Önce savaş, işgal ve kandan beslenme, sonra biraz durulma sağlayıp toplumların ve devletlerin biraz daha kan üretmesine fırsat verme şeklinde devam edip gitmektedir. ABD derin devleti aslen İsrail'i hedef gösterip, ana düşman olarak algılanmasını sağlayarak hedefine ilerlemektedir. İsrail yönetimi de dahil bu güce katkı sağlayan AB liderleri vardır-Angela Merkel ve Sarkozy gibi. Perdenin arkasında bir diğer gözden kaçırılan tehdit İngiltere derin devletidir. Sakin, gözden uzak, genelde ikinci planda görülen, Orta Doğu'da dini liderler ve cemaatler dahil pek çok çevrede gizli ve sinsi örgütlenmeye sahip İngiltere. Orta Doğu ve tüm ASYA kıtasında tarihi kökleri derinde ve güçlüdür. Bugünkü İsrail projesinin asıl mimarı onlardır. Lawrence'ın ölümü de bu olayla alakalıdır. Lawrence bile (Katolik Cizvit) bu güç tarafından oyuna getirilmiştir. Bu bölgede sorun olan sınırları çizen İngilteredir. Güç sahasını ABD'ye kaybediyor gözükse de en önemli-birincil tehdittir. Bizler İsrail şapkasından çıkarılacak tavşana odaklanmışken asıl operasyon merkezi başka şer odaklarıdır. İslam alemi sihirbazın eline bakmaktansa SIRRA bakmayı öğrenmelidir. Aksi takdirde bu coğrafyada yaşayan hiç bir dinin ve milletin mensubu emniyette olmayacaktır. Akan kan petrodolar olarak onların kasalarına girecektir.

 

Saygılar,

 

Vedat BULUT

Not: Grup üyelerinin kaynaklarım veya fikirlerim hakkında soruları olursa memnuniyetle cevaplarım. Yeter ki çözüm bulalım bu dertlere derman olalım

 


From: süleyman akdemir <sleymanakdemir@yahoo.com>
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Sent: Sat, January 16, 2010 12:18:29 AM
Subject: Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği(bir mektup var)

Sayın Ali Serdar,

Dikatinizi çekti mi?

Hazreti Musa, Hazreti Harun, Hazreti Davut hiç gündeme getirilmemiş.

Sebebi ise, onlar islam anlayışı içinde de vardır.

Acada geleneği ise ibranilere eski mısırdan geçmiştir. Bir çok araştırmacının hemfikir olduğu konu aslında meselenin iç yüzüdür.  
1-Ya iletinizdeki gibi üstün ırk olduğunuza inanır ezoterik anlayışla epistemik felsefeler savunursunuz, filozof-kral-tanrı diye inanırsınız, "tanrılaşırsınız!"

2-Ya da yukarıda isimleri geçenler gibi Allah'ın kulu olur, "insanlaşırsınız."

1. fikri savunanlar sıkışınca "antisemitizm" diye yaygara ederler.

Ama biz sioniğiz demekten kaçınırlar.

1. guruptaki yahudiler sionik,

2. guruptaki yahudiler semitiktir. (Bu guruba Hitler tarafından katledilen Hazar Türkleri gibi samimi musevilerde dahilidir.)


From: ali serdar <alisrdr@yahoo.com>
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Sent: Fri, January 15, 2010 9:23:46 PM
Subject: Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği(bir mektup var)

(bir Mektup Var)

 

 

SEVGILI ARKADASLAR,

Tabiki bize diger irklardan üstün oldugumuz yüzyillardir ögretiliyor:

 

DÜNYA'YI YÖNETMEK KONUSUNDA YAHUDÝLERÝN ÜSTÜN MANEVÝ KABÝLÝYETLERÝ 
NELERDÝR ?



Yahudiler en üst kademedeki basamaklardan artakalan ÝNTÝBALARI realize 
ederek üst dünyaya çýkmak suretiyle dünyayý yöneteceklerdir . Iþýk ruhu 
terk ettikten sonra geriye ÝNTÝBALARDAN meydana gelen intibalar zinciri 
kalmaktadýr . bütün intibalar bu zincirin içinde kapalý ve katlanmýþ 
olarak bir nokta þekildedir . Bu nokta her bir insanýn içinde olup , '' 
KALBÝMÝZDEKÝ (Gönlümüzeki) NOKTA '' veya '' '' Geleceðin ruhunu üretecek 
dölüt '' adýný veriyoruz ..

Ýnsanýn geleceðinde (Ýstikbalde) taþýyacaðý ruhun niteliklerini de 
ÝNTÝBALAR tayýn etmektedirler . Ýntibalar , Ruhun þeklini , niteliklerini 
hatta Ruhun Atsilut dünyasýna dönüþünde tutacaðý yeri bile tayýn ederler 
.

Kendi intibalarýný düzenli ve devamlý bir þekilde realize eden her 
insan bu dünyaya gelmeden evvel , ruhunun atsilut dünyasýnda sahip olduðu 
ayný yere geri döner . 

Kabala ilminde Atsilut dünyasýna , '' ERETS YÝSRAEL '' adýný veriyoruz 

Olam Atsilut bilinç seviyesine çýkan insana , '' ÝVRÝ '' Diyoruz .

''ÝVRÝ'' bir yerden baþka bir yere geçen anlamýnda bir kelimedir ve 
avar - geçti kelimesinden türemektedir .

Yaþadýðýmýz dünyevi niteliklere sahip bu dünyadan , Manevi niteliklere 
sahip Manevi dünyaya geçtiði için o insana '' ÝVRÝ '' diyoruz .

Kendisi , dünyamýzýn kontrol panelini teþkil eden yönetim sistemi 
niteliðini taþýyan Olam Atsilutun bir parçasý haline gelir ve böylece 
dünyamýz üzerinde hakimiyet kurmak kabiliyetini elde ederek , bizim 
dünyamýzda olup biten her þeyi anlamak ve deðerlendirmek , o insan 

( ÝVRÝ ) için , imkan haline gelir . 

Ruhun Atsilut dünyasýndan bizim dünyaya doðru geliþmesinden önceki 
durumuyla , dünyamýzdan yukarýya doðru basamak basamak týrmanarak Atsilut 
dünyasýna çýktýktan sonraki durumu arasýnda olan fark , ruhun biz 
insanlarýn isteðiyle ve gayretýyle yukarýya çýkmýþ olmasýndan ileri 
gelmektedir . Ruh , dünyalarýn basamaklarýný özgürce aldýðý bir kararla 
týrmanarak yükselmekte olup böylece Atsilut dünyasýndaki manevi katýn butununu 
elde etmektedir .

Ýnsanýn bedeni bizim dünyada varlýðýný korumaya devam eder . Böylece 
insan ayný anda her iki dünyada yaþayabilir . (Her iki Dünya bilinci 
çerçevesinde)

Kabalanýn ifade etiiðine göre , Ýnsanoðlu dünyevi bedeni içinde 
yaþarken evrenin tümünü ve var olan bütün realiteyi keþfetmesini saðlayan , 
Kabala Ýlmidir . Ýnsan bunlarý keþf etmesi sürecinde , kademeli bir 
þekilde kendinde , Yaradanýn niteliklerini - Etkili olmak özveri ile 
davranmak kabiliyetini edinmeye baþlar . Ýnsan bu niteliklere sahip olduðu 
müddetçe , ruhu gittikçe yaradana benzemeye baþlar ve neticede onun gibi 
olur ki o zaman insan yaradanýn seviyesine çýkmýþ sayýlýr ve yaradanla 
eþit bir duruma gelir . 

Bu noktada bir cümleyi hatýrlatmak çok yerinde olur , Havraya gidenler 
ve gitmeyenlerin de bir kýsmý bilirler , bu cümle ibranice 

Þiviti a þem lenegdi tamid ..

Bu cümle insanýn yaradanla eþit olmak arzusunu dile getirmektedir .

Bu yüzden , kendi kaderini ve bütün dünyayý yönetebilmek için 

engelin diðer tarafýna geçmek için '' YEUDÝ '' , '' ÝVRÝ '' Olmak 
gerekmektedir .

'' Yeudim '' Yahudiler bir millet deðildir , onlar bu dünyayla manevi 
üst dünya arasýndaki engeli aþmak için edindikleri sistemi öðreten 
kimselerdir . Hz. Ýbrahim , kabalayý ve Torayý almadan önce , bu insanlar 
mezopotamyada yerleþmiþ diðer aileler gibi , büyük bir aile teþkil 
ediyorlardý . Bizim genlerimiz ve özellikle Aþkenaz Yahudilerinkiler , gerçek 
Mezopotamyalýlarýn genlerine benzer .

( Daha sonra Pakistandan Fasa kadar bütün topraklarý iþgal edip 
yerleþen araplarý kastetmiyorum) .

Bizler ve baþkalarý arasýnda var olan farklýlýk , Hz. Ýbrahimin ailesi 
tarafýndan belli bir hedefi olan ve uygulanabilir bir Misyonu (Görevi)

yerine getirmek için yaradan tarafýndan seçilmiþ olmalarýndan ileri 
gelmektedir . Misyonumuz , dünyanýn yönetimini ve yaradana olan baðlantýyý 
evvela kendimize sonra da bütün beþeriyete öðretmektir .

Bu misyonu kendine yükleyen herkese ''Yeudi'' Yahudi diyoruz .

Fakat Yahudi diye bir millet kavramý yoktur , çünkü gerçekte baþtan 
beri böyle bir millet yoktu . Atalarýmýz Avraam , Yitshak ve Yaakov'dur 

TARÝH BOYUNCA YAHUDÝLER MANEVÝ YÜKSEK BÝR SEVÝYE ELDE EDEREK DÜNYADA 
MANEVÝ YÖNDEN HÜKMETTÝLERMÝ

YOKSA SADECE GELECEKLE MÝ ÝLGÝLÝ ?



Mýsýrdan çýktýktan sonra , Erets Yisrael , Yisrael topraklarýna 
yerleþtikleri dönemde , birinci ve ikinci Beyt Amikdaþ , yaklaþýk bundan iki 
bin sene evveline kadar , o dönemde yaþayan kabalacýlar , eski dünyayý 
iyi bir durumda muhafaza etmiþlerdir . Fakat o dönemlerde bütün 
beþeriyetin yaradanýn seviyesine çýkmak mecburiyeti henüz yoktu ve Yahudilere , 
diðer milletlere karþý tarihi görevlerini yerine getirmek mecburiyeti 
yüklenmemiþti .

Ýkinci Beyt Amikdaþ yýkýlýp tahrip olduktan sonra , Yahudilerin Misyonu 
sürgüne çýkmak ve dünya milletleri arasýna karýþarak kademeli bir 
þekilde geliþerek , hayvani intibalarýn sevýyesý olan , sadece bu dünya 
zevklerine dalmak arzularýnda deðiþiklik yaparak Manevi hayatý ve realiteyý 
yönetmek olduðunun bilincine varmakla , ADAM Ýntibalarý seviyesine 
çýkmaktýr . 

Yaþamakta olduðumuz çað bilgi çaðýdýr , kabala ilmini özellikle bu 
dönemde evvela kendimiz Hz. Ýbrahimin soyundan olduðumuz için öðrenmeliyiz 
, sonra da bütün beþeriyete bu bilgileri aktarmalýyýz , içimizdeki 
intibalarý deðerlendirmeyi , manevi duyumuzu geliþtirerek üst dünyalara 
geçmek suretiyle , yaradanla baðlantý kurarak , dünya yönetimini elimize 
almalýyýz . 

ISTE BÖÖLE..SEVGILER..A.Levy

 



--- On Thu, 1/14/10, Erkan Kohen <erkankohen@yahoo.com> wrote:


From: Erkan Kohen <erkankohen@yahoo.com>
Subject: Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Date: Thursday, January 14, 2010, 10:27 PM

Bir Türk yahudisi olarak bu yazılanlardan nefret duydum...Bizler bu ülkede kendi ülkemiz ve gururlu bir Türk gibi düşünürken ırkçı bazılarınız (yazıyı yazan gibi) Allahından bulsun diyorum..Bu gruptan nasıl çıkılır Allah Rızası için biri yardım etsin..Saygılar...
e.cohen


--- On Thu, 1/14/10, nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com> wrote:

> From: nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com>
> Subject: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği
> To: oring_profil@hotmail.com, domino_etkisi@googlegroups.com, huzuniklimi@googlegroups.com, mustafaerol2008@gmail.com
> Date: Thursday, January 14, 2010, 1:08 PM
>
>
>
>

>
>  
>
> Nurullah AYDIN
> 14 Ocak
> 2010
>  
>  
> İSRAİL, YAHUDİ VE TEVRAT GERÇEĞİ!                                                            

>  
> Büyükelçi rezaletiyle
> birlikte İsrail ile ilgili yorum yapan yapana. Bu halkın
> ne olduğu ve inancının hangi mesaj içerdiği doğru
> anlaşılmalıdır.
>  
> Bakın; İsrail kelimesinin anlamlarından
> birisi de, Hz. Yakup'un rüyasında Tanrı Yehova ile
> sabaha kadar uğraşmasından mülhem olarak Tanrı ile güreşen, mücadele eden"
> anlamındadır. İsrail kavmi bundan dolayı, haşa,
> Tanrı'ya da meydan okuyan bir millettir. Öyle ki, Yakup
> Tanrı ile güreşmesi sonucu uyluğundan zarar görmüş ve
> topallamaya başlamıştır. Bundan dolayı dindar Yahudiler asla uyluk kemiğindeki eti
> yemezler.
>  
> Balam
> hikâyesinde anlatıldığı üzere; "İsrail
> iş'te ayrı oturan bir kavimdir. Milletler arasından
> sayılmayacaktır." Tanrı Yehova aynı zamanda
> orduların rabbidir. O kızdığı zaman bazen Yahudileri de
> cezalandırabilir ama yeri geldiğinde, kendi seçkin ve
> seçilmiş kavmi olan İsrail milletinin çıkarı ve
> bekası için, bebekten kadına, ihtiyara, eşeğe, ineğe
> velhasıl nefes alan her canlıyı acımadan katletme emri
> verebilir. (Hezekiel)
>  
> Yani tam manası ile
> intikamı rahmetinden, merhametinden, acımasından,
> şefkatinden çok katmerli olan bir Tanrı
> anlayışı ve inancı ile karşı karşıyayız. İşte
> Tanrı anlayışı böylesine intikamcı ve kinci bir
> yorumla Tevhit geleneğindeki anlamından saptırılmış
> bir inancın mensuplarından insanlığa fayda, barış,
> merhamet beklemek herhalde abesle iştigal olsa gerek. Öyle
> ki muharref Tevrat'ın-Tora (kutsal
> kitabın tümü -Tanah) salikleri yeri geldiğinde, yani
> çıkarları ve bitmez tükenmez arzuları tehlikeye
> girdiğinde, Zekeriyye, Yahya, Amos, Hezekiel, İsa gibi
> peygamberleri de katletmekten çekinmezler.
>  
> Yine; içimizdeki
> Yahudi'nin, Roma'ya yürümeye hazırlanan Fatih Sultan Mehmet'i zehirlediği iddiası
> vardır. Yine bir diğer iddia Fatih'i, onu zehirleyen
> Yakup Paşa'nın dedeleri İslam Peygamberini de
> zehirlediği iddiasıdır. Hayber'de Peygamberi zehirleyen kadın Zeynep binti
> Harise Yahudiydi. Öyle ki peygamber hayatı boyunca o
> zehrin etkisinin kendisinde devam ettiğini itiraf etmişti.
> Vefatının nedenlerinden birisi de Yahudi kadının
> verdiği zehrin etkisinden olabilir.
>  
> Şimdi İçimizdeki İsrail'in kısaca profili bu.
> Bazıları tüm Yahudiler böyle değil
> diyebilir. Tabii ki. Fakat Siyonist, ırkçı olmayan
> humanistik ve reformist Yahudilerin Filistin'de acımasız
> katliam yapan Ferisi kökenli Rabbinik/Ortodoks İsrail devlet aygıtı
> üzerinde etkileri yok denecek kadar azdır. Yani insancıl
> olanları en azından öyle görünenleri sadece birer
> istisnadırlar, o kadar. Bu gruplar İsrail devletini
> yönlendiremedikleri gibi, İsrail'e hâkim olan fundamentalist ve entegrist Yahudilik
> anlayışı,  humanistik ve
> reformist Yahudileri dışlamaktadırlar. Geçmişte filozof
> Spinoza örneğinde olduğu gibi, açıkça tekfir
> etmektedirler. Kur'an Ehli kitap içerisinde
> müminlere en azılı düşman olarak Yahudileri
> bulursunuz diye boşuna hüküm
> içermemektedir.
>  
> Bazıları bu
> ayetin konjonktürel olduğunu, yani dönemin Beni
> Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudileri ile ilgili
> olduğunu iddia ederler. Tamam da, tefsirde basit bir yorum,
> tevil ilkesi vardır. Nedir o? Ayetin iniş sebebinin özel olması, hükmünün ve manasının
> umumi, yani genel olmasına mani
> değildir.
>  
> O zaman Yahudiler Peygambere
> amansız düşman idiler de, şimdi dost mu oldular?
>
> Günümüz
> dünyasında Yahudiler kimlere dosttur kimlere
> düşmandır? 
>
>  
> Bazıları diyor ki; Yahudiler Türklere karşı savaşmadılar...
> Oysa; Çanakkale'de Sion Katır Alayı ile İngiliz ve
> Fransızlara destek verdiler. Kanal Harekâtı sırasında,
> İngilizlerle birlikte hareket ettiler. Filistin
> cephesindeki savaşların her aşamasında, Türkler
> aleyhine casusluk yaptılar. Bugün finans kapital destekli
> bazı medya ve paramiliter gruplar
> aracılığı ile milletimizin özgür iradesine, tarihsel
> ve toplumsal değerlerine karşı olabildiğince büyük bir
> şiddetle saldırmıyor mu? İçimizde muharref Tevrat'ın
> sahte Türk kimlikli evlatları var.
>
>  
> Bunlara dikkat edilmezse, bu
> gruplar açık ve seçik deşifre edilip ortaya
> çıkarılmazsa iktidar ve yönetme iradesinin kimde olduğu
> gizemliliğini korur.
>  
> Natorei
> Charta cemaati gibi Siyonist/ırkçı olmayan
> Tanah'ın (Tora-Neviim-Ketubiim) 
> intikamcı, kinci ve katliamcı yorumunu yapmayan Hz.
> İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yusuf gibi büyük peygamberlerin barış, selam, esenlik, aşk, rahmet ve merhamet
> mesajlarına bağlı kalan Yahudiler de var. Ancak bu
> tür Yahudilerin sayısı  o
> kadar az ki..
>  
> Oysa tarih boyunca
> sürgünler yaşayan son olarak İspanya'da Katoliklerin
> katliamına maruz kalırken Türk-Osmanlı hakanı 2.
> Beyazıt tarafında Türkiye'ye getirilen ve yüzyıllarca
> huzur içinde yaşayan Yahudiler gerçeği var. Yine Hazar
> Türklerinden Musevi Türkler var. Son İsrail-Türkiye
> gerginliği ile ilgili açıklamaları, yorumları izlerken
> üzerinde durulması gereken konuları da göz ardı etmemek
> gerekir.
>  
> Günün
> Sözü: Kişinin beyanına güvenme, yanılabilirsin.
> İyi tanı, sonra güven.
>  
>                           
> Windows Live Hotmail:  Arkadaşlarınız
> Facebook'taki güncellemelerinizi doğrudan
> Hotmail®'den görür.
>


 

 



__________ ESET Smart Security Akıllı Güvenlik tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 4778 (20100116) __________

İleti ESET Smart Security Akıllı Güvenlik tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr



__________ ESET Smart Security Akıllı Güvenlik tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 4778 (20100116) __________

İleti ESET Smart Security Akıllı Güvenlik tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

[anadoluhaber:37390] ARKADAŞLAR SİZE İKİ TANE LİNK GÖNDERİYORUM. BİRİSİ MHP LİDERİ DEVLET BAHÇELİ'NİN BATERİST HALİ, DİĞERİ MATEMATİK ÖĞRETMENİ OLUP ATAMA BEKLEYEN BİR GENCİMİZİN ŞARKISI. İŞTE O HABERLER...

Posted: 16 Jan 2010 09:31 AM PST

ARKADAŞLAR SİZE İKİ TANE LİNK GÖNDERİYORUM.
BİRİSİ MHP LİDERİ DEVLET BAHÇELİ'NİN BATERİST HALİ,
 
 
 
DİĞERİ MATEMATİK ÖĞRETMENİ OLUP
ATAMA BEKLEYEN BİR GENCİMİZİN ŞARKISI.
İŞTE O HABERLER...
 
 
SAYGILARIMLA...
SEVİLAY....

semitizm ve anti-semitizm

Posted: 16 Jan 2010 07:48 AM PST

Değerli Arkadaşlar,
 
Bir süredir Yahudiler ve Siyonizm üzerine yazılar yazılmaktadır. Bu yazıları yazanların çoğu yaşamlarında Musevi veya Yahudilerle tanışmadığı gibi İsrail'de de bulunmamıştır. Ben Müslümanım ve bir Türküm. Bunu ön yargıyla okumamanız ve yazan kişinin kültürel kimliğini bilmeniz için belirtiyorum.
5 yıl öncesine kadar bende Yahudileri ve Musevileri homojen (tek yapılı) bir toplum olarak bildim ve İsrail'i gördüğümde bunun böyle olmadığını anladım. Nasıl ki, bizim toplumumuzda Kuran-ı kerim (Furkan) işlevini kaybetmiş ve siyasetin-ticaretin-çıkarcılığın-Allah'la pazarlığın esiri edilmişse, İsrail'de de durum farklı değildir. 1400 yılda 40 fırkaya ayırdığımız İslam gibi Musevilik dini de 100 fırkaya ayrılmıştır. İllere göre, hatta köylere göre farklı yaşam biçimleri ve inanış türleri gelişmiştir. İsrail'de de Türkiye'de olduğu gibi Tel Aviv ve Kudüs sokaklarında gezen sıradan Musevi insanlar bizdeki insanlardan farklı değil. Yurt dışından özellikle son dönem Rusya'dan (daha doğrusu önceki SSCB) göçle gelen 1 milyona yakın insan var. ABD ve AB ülkelerinden yaşlılık ve emeklilik günlerini geçirmeye gelen, bölgenin egsotizmine kapılanlar var ve sayıları küçümsenemeyecek kadar (yaklaşık 500 000), Habeşistan'dan gelen Saba Melikesi Belkıs nedeniyle dinsel ve tarihi bağ kurulan bir o kadar insan daha var. Suriye ve Golan tepelerinin işgali sonrası vatandaşlığa aldıkları Velid Canbolat'ın Dürzi topluluğu var. Özellikle, polis teşkilatında kendilerine iş verilmiş ve ticaretle de uğraşıyorlar. Bir de özellikle Hayfa taraflarında yoğunlaşan Karaim kökünden (Hazar Türkleri-aslen Judaist) insanlar var. Bu insanların çoğu bırakın Tevrat'ı İbranice'yi bile doğru dürüst konuşamıyor ve kurslara gidiyorlar. Genelde insnlar İngilizceyle anlaşıyor. Nüfus toplamda 6,5-7 milyon kadar. Sizin bahsettiğiniz Torah ve Haham sözlerine bağlı Ortodoks Musevi kitle bu nüfusun içinde 1 milyon kadar bile değil. 1 milyon kadar Arap, ki buna Betlehem bölgesinde yoğunlaşan Hristiyan Araplar da dahil İsrail Vatandaşıdır. Bunun dışında işgal altındaki Filistin toprakları dahil 6 milyon kadar Filistinliyle iç içe yaşamaktalar. Duvarların saçma olduğu artık toplumun genelinde anlaşıldı ve kabul gördü.  Özetle İsrail'in iç toplumsal yapısı oldukça heterojendir, dinamikleri de sanıldığından çok zayıftır. Sorun sıradan Yahudi ve Musevilerde değil, yönetimi elde tutan elitlerdir. Bu Filistin tarafı için de aynen geçerlidir.
Siyonizm meselesine gelince hangi Siyonizm? Jabotinsky den Teodor Hertzl'e pek çok farklı biçimi vardır. Aynı, Nihal Atsız, Mehmet Akif, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Yusuf Akçora, Prens Sebahattin, Kırımlı İsmail Gaspıralı...vb. Türkçülükleri örneklerinde olduğu gibi, Siyonizmin de pek çok türü imal edilmiş durumdadır. Militer olan görüşler olduğu gibi, müspet olan saf milliyetçilik hareketleri de vardır. Sosyal dayanışma, diğer milletlerle bilimde, sporda, sanatta yarışma müsbet bir milliyetçilik anlayışıdır. Musevi ve Yahudilerin sıradan karşılaşabileceğiniz insanlarında hal ve hareket bu şekildedir. Bu tür bir milliyetçilik (Siyonizm) hareketini aşağılamak gereksizdir. Özellikle, Türkiye'de yaşayan Musevi vatandaşların gönlünü incitebilecek, onları ötekileştirecek bir faaliyetin anlamsızlığı ve ahlaksızlığına sanırım sizler de katılırsınız. Türkiye'de yaşayan Musevilerin pek çoğu Kosher mutfak gibi günlük sıradan uygulamalara bile yabancılaşmışlardır. Bunun örneklerini hem İsrail'de hem İstanbul'da gözlemledim.
Son olarak uluslararası yapılanmalar ve bunların propogandalarından söz etmek gerekir. Çünkü, aslında tüm dünya coğrafyasında İsrail ve Museviler ve Yahudiler'le ilgili görüşler o merkezlerden yönetilmektedir. Bildiğiniz gibi ABD'de iki temel siyasi lobi hareketi vardır. Pasifik grubu ve Neo-Con grubu. Pasifik grubu şu anda OBAMA'yı Başkanlığa getirmiş durumdadır. Bunlar Wall Street adamları, finans merkezlerinin George Soros (Macar Asıllı Yahudi) gibi devleridir. Durağan ve düşük seviyeli savaşlardan, serbest piyasadan, küçülmüş kent devlet yapılarından yanalar. Türkiye'de oynanan oyunun alt yapısı da budur- Kamu Yönetim Reform Yasa Tasarısını hatırlayınız. Kapitalin gücüyle dünyaya şekil vermek ve borsa hareketleriyle servetlerini artırmak peşindeler. Neo-Con'larsa Dick Cheney, Halliburton Şirketi, George Bush gibi Evangelicanlardır. Petrol, silah ve enerji sektöründen beslenirler. Yüksek seviyeli bölgesel savaşlar, işgaller ve askeri projelerden para ve güç kazanırlar. Geçtiğimiz dönemde seçimleri kaybettiler. Ancak, bu bir ABD derin devleti aldatmacasıdır. Bunu iki ayakla yürüyen bir devlet modeli olarak görünüz. Yönetim değişiklikleri hedefe yürüyen dev sermayenin (ABD ve AB'deki kuklaları) adımlarını tek tek atması şeklinde algılayınız. Önce savaş, işgal ve kandan beslenme, sonra biraz durulma sağlayıp toplumların ve devletlerin biraz daha kan üretmesine fırsat verme şeklinde devam edip gitmektedir. ABD derin devleti aslen İsrail'i hedef gösterip, ana düşman olarak algılanmasını sağlayarak hedefine ilerlemektedir. İsrail yönetimi de dahil bu güce katkı sağlayan AB liderleri vardır-Angela Merkel ve Sarkozy gibi. Perdenin arkasında bir diğer gözden kaçırılan tehdit İngiltere derin devletidir. Sakin, gözden uzak, genelde ikinci planda görülen, Orta Doğu'da dini liderler ve cemaatler dahil pek çok çevrede gizli ve sinsi örgütlenmeye sahip İngiltere. Orta Doğu ve tüm ASYA kıtasında tarihi kökleri derinde ve güçlüdür. Bugünkü İsrail projesinin asıl mimarı onlardır. Lawrence'ın ölümü de bu olayla alakalıdır. Lawrence bile (Katolik Cizvit) bu güç tarafından oyuna getirilmiştir. Bu bölgede sorun olan sınırları çizen İngilteredir. Güç sahasını ABD'ye kaybediyor gözükse de en önemli-birincil tehdittir. Bizler İsrail şapkasından çıkarılacak tavşana odaklanmışken asıl operasyon merkezi başka şer odaklarıdır. İslam alemi sihirbazın eline bakmaktansa SIRRA bakmayı öğrenmelidir. Aksi takdirde bu coğrafyada yaşayan hiç bir dinin ve milletin mensubu emniyette olmayacaktır. Akan kan petrodolar olarak onların kasalarına girecektir.
 
Saygılar,
 
Vedat BULUT
Not: Grup üyelerinin kaynaklarım veya fikirlerim hakkında soruları olursa memnuniyetle cevaplarım. Yeter ki çözüm bulalım bu dertlere derman olalım


From: süleyman akdemir <sleymanakdemir@yahoo.com>
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Sent: Sat, January 16, 2010 12:18:29 AM
Subject: Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği(bir mektup var)

Sayın Ali Serdar,
Dikatinizi çekti mi?
Hazreti Musa, Hazreti Harun, Hazreti Davut hiç gündeme getirilmemiş.
Sebebi ise, onlar islam anlayışı içinde de vardır.
Acada geleneği ise ibranilere eski mısırdan geçmiştir. Bir çok araştırmacının hemfikir olduğu konu aslında meselenin iç yüzüdür.  
1-Ya iletinizdeki gibi üstün ırk olduğunuza inanır ezoterik anlayışla epistemik felsefeler savunursunuz, filozof-kral-tanrı diye inanırsınız, "tanrılaşırsınız!"
2-Ya da yukarıda isimleri geçenler gibi Allah'ın kulu olur, "insanlaşırsınız."
1. fikri savunanlar sıkışınca "antisemitizm" diye yaygara ederler.
Ama biz sioniğiz demekten kaçınırlar.
1. guruptaki yahudiler sionik,
2. guruptaki yahudiler semitiktir. (Bu guruba Hitler tarafından katledilen Hazar Türkleri gibi samimi musevilerde dahilidir.)

From: ali serdar <alisrdr@yahoo.com>
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Sent: Fri, January 15, 2010 9:23:46 PM
Subject: Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği(bir mektup var)

(bir Mektup Var)
 
 
SEVGILI ARKADASLAR,
Tabiki bize diger irklardan üstün oldugumuz yüzyillardir ögretiliyor:
 
DÜNYA'YI YÖNETMEK KONUSUNDA YAHUDÝLERÝN ÜSTÜN MANEVÝ KABÝLÝYETLERÝ 
NELERDÝR ?



Yahudiler en üst kademedeki basamaklardan artakalan ÝNTÝBALARI realize 
ederek üst dünyaya çýkmak suretiyle dünyayý yöneteceklerdir . Iþýk ruhu 
terk ettikten sonra geriye ÝNTÝBALARDAN meydana gelen intibalar zinciri 
kalmaktadýr . bütün intibalar bu zincirin içinde kapalý ve katlanmýþ 
olarak bir nokta þekildedir . Bu nokta her bir insanýn içinde olup , '' 
KALBÝMÝZDEKÝ (Gönlümüzeki) NOKTA '' veya '' '' Geleceðin ruhunu üretecek 
dölüt '' adýný veriyoruz ..

Ýnsanýn geleceðinde (Ýstikbalde) taþýyacaðý ruhun niteliklerini de 
ÝNTÝBALAR tayýn etmektedirler . Ýntibalar , Ruhun þeklini , niteliklerini 
hatta Ruhun Atsilut dünyasýna dönüþünde tutacaðý yeri bile tayýn ederler 
.

Kendi intibalarýný düzenli ve devamlý bir þekilde realize eden her 
insan bu dünyaya gelmeden evvel , ruhunun atsilut dünyasýnda sahip olduðu 
ayný yere geri döner . 

Kabala ilminde Atsilut dünyasýna , '' ERETS YÝSRAEL '' adýný veriyoruz 

Olam Atsilut bilinç seviyesine çýkan insana , '' ÝVRÝ '' Diyoruz .

''ÝVRÝ'' bir yerden baþka bir yere geçen anlamýnda bir kelimedir ve 
avar - geçti kelimesinden türemektedir .

Yaþadýðýmýz dünyevi niteliklere sahip bu dünyadan , Manevi niteliklere 
sahip Manevi dünyaya geçtiði için o insana '' ÝVRÝ '' diyoruz .

Kendisi , dünyamýzýn kontrol panelini teþkil eden yönetim sistemi 
niteliðini taþýyan Olam Atsilutun bir parçasý haline gelir ve böylece 
dünyamýz üzerinde hakimiyet kurmak kabiliyetini elde ederek , bizim 
dünyamýzda olup biten her þeyi anlamak ve deðerlendirmek , o insan 

( ÝVRÝ ) için , imkan haline gelir . 

Ruhun Atsilut dünyasýndan bizim dünyaya doðru geliþmesinden önceki 
durumuyla , dünyamýzdan yukarýya doðru basamak basamak týrmanarak Atsilut 
dünyasýna çýktýktan sonraki durumu arasýnda olan fark , ruhun biz 
insanlarýn isteðiyle ve gayretýyle yukarýya çýkmýþ olmasýndan ileri 
gelmektedir . Ruh , dünyalarýn basamaklarýný özgürce aldýðý bir kararla 
týrmanarak yükselmekte olup böylece Atsilut dünyasýndaki manevi katýn butununu 
elde etmektedir .

Ýnsanýn bedeni bizim dünyada varlýðýný korumaya devam eder . Böylece 
insan ayný anda her iki dünyada yaþayabilir . (Her iki Dünya bilinci 
çerçevesinde)

Kabalanýn ifade etiiðine göre , Ýnsanoðlu dünyevi bedeni içinde 
yaþarken evrenin tümünü ve var olan bütün realiteyi keþfetmesini saðlayan , 
Kabala Ýlmidir . Ýnsan bunlarý keþf etmesi sürecinde , kademeli bir 
þekilde kendinde , Yaradanýn niteliklerini - Etkili olmak özveri ile 
davranmak kabiliyetini edinmeye baþlar . Ýnsan bu niteliklere sahip olduðu 
müddetçe , ruhu gittikçe yaradana benzemeye baþlar ve neticede onun gibi 
olur ki o zaman insan yaradanýn seviyesine çýkmýþ sayýlýr ve yaradanla 
eþit bir duruma gelir . 

Bu noktada bir cümleyi hatýrlatmak çok yerinde olur , Havraya gidenler 
ve gitmeyenlerin de bir kýsmý bilirler , bu cümle ibranice 

Þiviti a þem lenegdi tamid ..

Bu cümle insanýn yaradanla eþit olmak arzusunu dile getirmektedir .

Bu yüzden , kendi kaderini ve bütün dünyayý yönetebilmek için 

engelin diðer tarafýna geçmek için '' YEUDÝ '' , '' ÝVRÝ '' Olmak 
gerekmektedir .

'' Yeudim '' Yahudiler bir millet deðildir , onlar bu dünyayla manevi 
üst dünya arasýndaki engeli aþmak için edindikleri sistemi öðreten 
kimselerdir . Hz. Ýbrahim , kabalayý ve Torayý almadan önce , bu insanlar 
mezopotamyada yerleþmiþ diðer aileler gibi , büyük bir aile teþkil 
ediyorlardý . Bizim genlerimiz ve özellikle Aþkenaz Yahudilerinkiler , gerçek 
Mezopotamyalýlarýn genlerine benzer .

( Daha sonra Pakistandan Fasa kadar bütün topraklarý iþgal edip 
yerleþen araplarý kastetmiyorum) .

Bizler ve baþkalarý arasýnda var olan farklýlýk , Hz. Ýbrahimin ailesi 
tarafýndan belli bir hedefi olan ve uygulanabilir bir Misyonu (Görevi)

yerine getirmek için yaradan tarafýndan seçilmiþ olmalarýndan ileri 
gelmektedir . Misyonumuz , dünyanýn yönetimini ve yaradana olan baðlantýyý 
evvela kendimize sonra da bütün beþeriyete öðretmektir .

Bu misyonu kendine yükleyen herkese ''Yeudi'' Yahudi diyoruz .

Fakat Yahudi diye bir millet kavramý yoktur , çünkü gerçekte baþtan 
beri böyle bir millet yoktu . Atalarýmýz Avraam , Yitshak ve Yaakov'dur 

TARÝH BOYUNCA YAHUDÝLER MANEVÝ YÜKSEK BÝR SEVÝYE ELDE EDEREK DÜNYADA 
MANEVÝ YÖNDEN HÜKMETTÝLERMÝ

YOKSA SADECE GELECEKLE MÝ ÝLGÝLÝ ?



Mýsýrdan çýktýktan sonra , Erets Yisrael , Yisrael topraklarýna 
yerleþtikleri dönemde , birinci ve ikinci Beyt Amikdaþ , yaklaþýk bundan iki 
bin sene evveline kadar , o dönemde yaþayan kabalacýlar , eski dünyayý 
iyi bir durumda muhafaza etmiþlerdir . Fakat o dönemlerde bütün 
beþeriyetin yaradanýn seviyesine çýkmak mecburiyeti henüz yoktu ve Yahudilere , 
diðer milletlere karþý tarihi görevlerini yerine getirmek mecburiyeti 
yüklenmemiþti .

Ýkinci Beyt Amikdaþ yýkýlýp tahrip olduktan sonra , Yahudilerin Misyonu 
sürgüne çýkmak ve dünya milletleri arasýna karýþarak kademeli bir 
þekilde geliþerek , hayvani intibalarýn sevýyesý olan , sadece bu dünya 
zevklerine dalmak arzularýnda deðiþiklik yaparak Manevi hayatý ve realiteyý 
yönetmek olduðunun bilincine varmakla , ADAM Ýntibalarý seviyesine 
çýkmaktýr . 

Yaþamakta olduðumuz çað bilgi çaðýdýr , kabala ilmini özellikle bu 
dönemde evvela kendimiz Hz. Ýbrahimin soyundan olduðumuz için öðrenmeliyiz 
, sonra da bütün beþeriyete bu bilgileri aktarmalýyýz , içimizdeki 
intibalarý deðerlendirmeyi , manevi duyumuzu geliþtirerek üst dünyalara 
geçmek suretiyle , yaradanla baðlantý kurarak , dünya yönetimini elimize 
almalýyýz . 
ISTE BÖÖLE..SEVGILER..A.Levy



--- On Thu, 1/14/10, Erkan Kohen <erkankohen@yahoo.com> wrote:

From: Erkan Kohen <erkankohen@yahoo.com>
Subject: Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Date: Thursday, January 14, 2010, 10:27 PM

Bir Türk yahudisi olarak bu yazılanlardan nefret duydum...Bizler bu ülkede kendi ülkemiz ve gururlu bir Türk gibi düşünürken ırkçı bazılarınız (yazıyı yazan gibi) Allahından bulsun diyorum..Bu gruptan nasıl çıkılır Allah Rızası için biri yardım etsin..Saygılar...
e.cohen


--- On Thu, 1/14/10, nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com> wrote:

> From: nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com>
> Subject: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği
> To: oring_profil@hotmail.com, domino_etkisi@googlegroups.com, huzuniklimi@googlegroups.com, mustafaerol2008@gmail.com
> Date: Thursday, January 14, 2010, 1:08 PM
>
>
>
>

>
>  
>
> Nurullah AYDIN
> 14 Ocak
> 2010
>  
>  
> İSRAİL, YAHUDİ VE TEVRAT GERÇEĞİ!                                                            

>  
> Büyükelçi rezaletiyle
> birlikte İsrail ile ilgili yorum yapan yapana. Bu halkın
> ne olduğu ve inancının hangi mesaj içerdiği doğru
> anlaşılmalıdır.
>  
> Bakın; İsrail kelimesinin anlamlarından
> birisi de, Hz. Yakup'un rüyasında Tanrı Yehova ile
> sabaha kadar uğraşmasından mülhem olarak Tanrı ile güreşen, mücadele eden"
> anlamındadır. İsrail kavmi bundan dolayı, haşa,
> Tanrı'ya da meydan okuyan bir millettir. Öyle ki, Yakup
> Tanrı ile güreşmesi sonucu uyluğundan zarar görmüş ve
> topallamaya başlamıştır. Bundan dolayı dindar Yahudiler asla uyluk kemiğindeki eti
> yemezler.
>  
> Balam
> hikâyesinde anlatıldığı üzere; "İsrail
> iş'te ayrı oturan bir kavimdir. Milletler arasından
> sayılmayacaktır." Tanrı Yehova aynı zamanda
> orduların rabbidir. O kızdığı zaman bazen Yahudileri de
> cezalandırabilir ama yeri geldiğinde, kendi seçkin ve
> seçilmiş kavmi olan İsrail milletinin çıkarı ve
> bekası için, bebekten kadına, ihtiyara, eşeğe, ineğe
> velhasıl nefes alan her canlıyı acımadan katletme emri
> verebilir. (Hezekiel)
>  
> Yani tam manası ile
> intikamı rahmetinden, merhametinden, acımasından,
> şefkatinden çok katmerli olan bir Tanrı
> anlayışı ve inancı ile karşı karşıyayız. İşte
> Tanrı anlayışı böylesine intikamcı ve kinci bir
> yorumla Tevhit geleneğindeki anlamından saptırılmış
> bir inancın mensuplarından insanlığa fayda, barış,
> merhamet beklemek herhalde abesle iştigal olsa gerek. Öyle
> ki muharref Tevrat'ın-Tora (kutsal
> kitabın tümü -Tanah) salikleri yeri geldiğinde, yani
> çıkarları ve bitmez tükenmez arzuları tehlikeye
> girdiğinde, Zekeriyye, Yahya, Amos, Hezekiel, İsa gibi
> peygamberleri de katletmekten çekinmezler.
>  
> Yine; içimizdeki
> Yahudi'nin, Roma'ya yürümeye hazırlanan Fatih Sultan Mehmet'i zehirlediği iddiası
> vardır. Yine bir diğer iddia Fatih'i, onu zehirleyen
> Yakup Paşa'nın dedeleri İslam Peygamberini de
> zehirlediği iddiasıdır. Hayber'de Peygamberi zehirleyen kadın Zeynep binti
> Harise Yahudiydi. Öyle ki peygamber hayatı boyunca o
> zehrin etkisinin kendisinde devam ettiğini itiraf etmişti.
> Vefatının nedenlerinden birisi de Yahudi kadının
> verdiği zehrin etkisinden olabilir.
>  
> Şimdi İçimizdeki İsrail'in kısaca profili bu.
> Bazıları tüm Yahudiler böyle değil
> diyebilir. Tabii ki. Fakat Siyonist, ırkçı olmayan
> humanistik ve reformist Yahudilerin Filistin'de acımasız
> katliam yapan Ferisi kökenli Rabbinik/Ortodoks İsrail devlet aygıtı
> üzerinde etkileri yok denecek kadar azdır. Yani insancıl
> olanları en azından öyle görünenleri sadece birer
> istisnadırlar, o kadar. Bu gruplar İsrail devletini
> yönlendiremedikleri gibi, İsrail'e hâkim olan fundamentalist ve entegrist Yahudilik
> anlayışı,  humanistik ve
> reformist Yahudileri dışlamaktadırlar. Geçmişte filozof
> Spinoza örneğinde olduğu gibi, açıkça tekfir
> etmektedirler. Kur'an Ehli kitap içerisinde
> müminlere en azılı düşman olarak Yahudileri
> bulursunuz diye boşuna hüküm
> içermemektedir.
>  
> Bazıları bu
> ayetin konjonktürel olduğunu, yani dönemin Beni
> Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudileri ile ilgili
> olduğunu iddia ederler. Tamam da, tefsirde basit bir yorum,
> tevil ilkesi vardır. Nedir o? Ayetin iniş sebebinin özel olması, hükmünün ve manasının
> umumi, yani genel olmasına mani
> değildir.
>  
> O zaman Yahudiler Peygambere
> amansız düşman idiler de, şimdi dost mu oldular?
>
> Günümüz
> dünyasında Yahudiler kimlere dosttur kimlere
> düşmandır? 
>
>  
> Bazıları diyor ki; Yahudiler Türklere karşı savaşmadılar...
> Oysa; Çanakkale'de Sion Katır Alayı ile İngiliz ve
> Fransızlara destek verdiler. Kanal Harekâtı sırasında,
> İngilizlerle birlikte hareket ettiler. Filistin
> cephesindeki savaşların her aşamasında, Türkler
> aleyhine casusluk yaptılar. Bugün finans kapital destekli
> bazı medya ve paramiliter gruplar
> aracılığı ile milletimizin özgür iradesine, tarihsel
> ve toplumsal değerlerine karşı olabildiğince büyük bir
> şiddetle saldırmıyor mu? İçimizde muharref Tevrat'ın
> sahte Türk kimlikli evlatları var.
>
>  
> Bunlara dikkat edilmezse, bu
> gruplar açık ve seçik deşifre edilip ortaya
> çıkarılmazsa iktidar ve yönetme iradesinin kimde olduğu
> gizemliliğini korur.
>  
> Natorei
> Charta cemaati gibi Siyonist/ırkçı olmayan
> Tanah'ın (Tora-Neviim-Ketubiim) 
> intikamcı, kinci ve katliamcı yorumunu yapmayan Hz.
> İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yusuf gibi büyük peygamberlerin barış, selam, esenlik, aşk, rahmet ve merhamet
> mesajlarına bağlı kalan Yahudiler de var. Ancak bu
> tür Yahudilerin sayısı  o
> kadar az ki..
>  
> Oysa tarih boyunca
> sürgünler yaşayan son olarak İspanya'da Katoliklerin
> katliamına maruz kalırken Türk-Osmanlı hakanı 2.
> Beyazıt tarafında Türkiye'ye getirilen ve yüzyıllarca
> huzur içinde yaşayan Yahudiler gerçeği var. Yine Hazar
> Türklerinden Musevi Türkler var. Son İsrail-Türkiye
> gerginliği ile ilgili açıklamaları, yorumları izlerken
> üzerinde durulması gereken konuları da göz ardı etmemek
> gerekir.
>  
> Günün
> Sözü: Kişinin beyanına güvenme, yanılabilirsin.
> İyi tanı, sonra güven.
>  
>                           
> Windows Live Hotmail:  Arkadaşlarınız
> Facebook'taki güncellemelerinizi doğrudan
> Hotmail®'den görür.
>





[anadoluhaber:37373] Batı'nın yerli soykırımı ve Avatar

Posted: 16 Jan 2010 07:42 AM PST

Batı'nın yerli soykırımı ve Avatar
Avatar filmi Batı'nın yaptığı soykırımları akla getirdi. Fakat, bu Batı'nın duymak istemediği bir hikaye. İşte dünyada yaşanan en büyük soykırım hareketleri...

George Monbiot/ Guardian

James Cameron'un 3 boyutlu filmi Avatar, hem son derece saçma, hem de 'derin' bir film. Derin, çünkü uzaylılar hakkındaki diğer filmler gibi farklı insan kültürleri arasında iletişim kuran bir metafor.

Ancak, bu durumda metafor bilinçli ve kusursuz. Bu Amerika'nın yerli insanlarıyla Avrupalı'nın çarpışma hikayesi. Film tamamen saçma, çünkü mutlu son kurgusu entrika ve önceden tahmin edilebilir olmayı gerektiriyor. Yerlilerin kaderi -diğer yeni filmlerden biri olan The Road (Yol)'da anlatıldığı gibi- terördür.

Fakat, bu kimsenin duymak istemediği bir hikaye. Çünkü, bu kendimizi görmemiz için bize yol sunuyor. Avrupa, Amerika'da soykırımla son derece zenginleşmiş bir ülke. Amerikalı uluslar, bunların üzerine kuruldu. Bu bizim kabul edemeyeceğimiz bir hikaye.

Amerikan Soykırımı adlı kitabında, Amerikan bilgini David Stannard, dünyada yaşanan en büyük soykırım hareketlerini belgelendirdi. 1942 yılında, Amerika'da 100 milyon yerli insan yaşıyordu. 19. yüzyılın sonuna kadar neredeyse bu nüfusun hepsi yok edildi. Birçoğu hastalık sonucu öldü, ancak aynı zamanda kitle imhası da gerçekleştirildi.

İspanyollar, Amerika'ya geldiklerinde kendilerininkinden çok farklı olan bir dünya tasvir ettiler. Avrupa savaş, zulüm, bağnazlık, tarafından yok edildi. Çarpışan nüfuslar sağlıklıydı, iyi beslenmişti ve çoğunlukla barışsever, demokratik ve eşitlikçiydi. Colombus da dahil, Amerika'yı baştan başa ilk keşfedenler, yerlilerin sıradışı misafirperverliğini gördüler. Kaşifler, buldukları yerdeki sıradışı yolları, kanalları, yapıları ve sanatları görünce çok şaşırdılar. Ancak, bunlardan hiçbiri onların her şeyi yıkıp yoketmelerini ve karşılaştıkları herkesle savaşmalarını engelleyemedi.

Katliam Colombus ile başladı. Colombus, Hispaniola (şimdiki Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) nüfusunu zalimce itlaf etti. Askerleri, doğmamış bebekleri annelerinin karnını keserek aldılar ve onların başını kayalarda ezdiler. Köpeklerini yaşayan canlı çocuklarla beslediler. Bir keresinde, askerleri 13 Hintliyi ve 12 müridini darağacında bağırsaklarını dışarı çıkardıktan sonra, canlı canlı yakmıştı. Colombus, tüm yerlilere her 3 ayda bir belirli miktarda altın vermelerini emretti, yapmazlarza ellerinin kesileceğini söyledi. 1535 yılına kadar, Hispaniola nüfusu 8 milyondan sıfıra düştü. Bu ölümler kısmen hastalıklardan meydana gelirkin, kısmen de cinayetlerden, aşırı çalıştırılma ve açlıktan kaynaklandı.

Kaşifler bu uygarlaştırma misyonunu Orta ve Güney Amerika'ya yaydılar. Kendi uydurma hazinelerini gizledikleri yeri ortaya çıkaramadıkları zaman, yerli insanlar kamçılandı, asıldı, boğuldu, köpekler tarafından parçalandı, canlı canlı gömüldü ya da yakıldı. Askerler, kadınların göğüslerini kestiler, spor için insanları köpeklerle avladılar. Fakat, yerlilerin çoğu esaret ve hastalıklar nedeniyle öldürüldü. İspanyollar, Amerikan yerlilerinin çalıştırılmasının daha ucuz olduğunu keşfettiler ve onları öldürmeyi bıraktılar ve çalıştırdılar. Yerlilerin maden ocaklarındaki ve büyük çiftliklerdeki ortalama ömürleri 3 ya da 4 aydı. Onların gelişleriyle, yüzyıl içinde Güney ve Orta Amerika nüfusu yok oldu.

Kaliforniya'da 18. yüzyıl boyunca İspanyollar bu imhayı sistemleştirdi. Junípero Serra olarak bilinen Fransisken mezhebinden misyoner, köle işçi sınıfını kullanarak gerçek toplama kamplarında bir dizi misyon oluşturdu. 19. yüzyılda Afrikalı Amerikan köleleri, sürü halinde zorla gittiler ve kendilerine tarlalarda yaktıkları kalorilerin beşte biri kadarını karşılayacak yemekler verildi. Şaşırtıcı oranlarda aşırı çalışmaktan, açlıktan ve hastalıktan hayatlarını kaybettiler. Sürekli yerli nüfusunun yok olması için yerlerine yenileri getirildi. Junípero Serra, Vatikan tarafından 1988 yılında Katolik Kilisesi'nde ölmüş bir kişinin aziz mertebesine yükseltildi. Onun aziz olarak duyurulması için şimdi bir mucize daha gerekiyor.

İspanyollar, altın tutkusuyla idare edilirken, Kuzey Amerika'yı sömürgeleştiren İngilizler toprak istediler. Yeni İngiltere'de yerli Amerikalılar'ın köylerini kuşattılar ve onları uyurken öldürdüler. Soykırımın batıya doğru yayılması gibi, soykırım en yüksek seviyelerde kabul gördü. George Washington, kızılderili federasyonuna ait olanların evlerinin ve topraklarının toplam yıkımını emretti. Thomas Jefferson, kendi ulusunun Hintlilerle savaşının, her kabilenin yok edilmesine ya da Mississippi'nin ilerisine sürülene kadar izleneceğini beyan etti. 1864'ün toplu katliamı süresince, Colorado'da taburlar, barış bayrağı altında bebekleri ve çocukları öldürerek, tüm ölülerin organlarını parçalayarak silahsız insanları katletti. Theodore Roosevelt, bu olayı haklı ve yararlı bir hareket olarak isimlendirdi.

Katliam henüz sonlanmadı, geçen ay Guardian, Batı Amazon'daki Brezilyalı çiftlik sahiplerinin hayatta kalan son kabile üyelerini öldürmeye çalıştığını rapor etti. Bu hikayedeki en büyük soykırım hareketi ortak vicdanımızı hemen hemen hiç tedirgin etmiyor. Belki ikinci dünya savaşını kazanan Nazilerin yaptığı gibi olabilir, hatta halen devam etmesine rağmen, Yahudi soykırımı yalanlandı, affedildi ya da küçümsendi. Sorumlu ülkelerin (İspanya, İngilte, Amerika ve diğerleri) insanları, hiçbir karşılaştırmayı hoş görmeyecek. Fakat, Amerika'da izlenen son çözümler daha başarılıydı. Hafızamızı destekler görünenler yine görmezden gelindi ya da kınandı.

Bu haklıların niçin Avatar'dan nefret ettiğinin sebebidir. Neocon'ların Weekly Standart dergisinde John Podhoretz, filmin Hintlilerin iyi adamlar, Amerikalıların ise kötü adamlar olduğunu gösteren "revizyonis batı"ya benzediğinden yakındı. Podhoretz, filmin izleyicilere işgalin arifesinde Amerikan askerlerinin yenilgisini kökleştirip kökleştirmediğini sorduğunu söylüyor. Saldırıya karşı koyma girişimi için "işgal" ilginç bir kelime. Vatikan'ın Resmi Yayın Organı 'L'osservatore Romano' Gazetesi, filmi anti-emperyalist, anti-militarist kıssa (ahlaksal ya da dinsel ders veren kısa öykü) olarak kınadı.

New York Times'ta liberal eleştirmen Adam Cohen, iyi bilinen totalitercilik ve soykırım prensibi olarak filmi övdü. Olağanüstü bilinçsiz alayla, belli olan metafordan iyice kaçındı. Biz görmemezlik ya da görmezden gelme sanatında iyice ustalaştık.

Ben ise, Avatar'ın kaba, sahtece ve çocukça duygusal, basmakalıp olduğu konusundaki sağcıların eleştirileriyle aynı fikirdeyim.

Bu yazı Zaman'ın internet sitesinden alıntılanmıştır...

[anadoluhaber:37368] Kurtlar Vadisi Siyonist Ulusalcılara Karşı

Posted: 16 Jan 2010 07:37 AM PST

Ortadoğu’nun en büyük filmi olacak
Kurtlar Vadisi'nin senaristlerinden Bahadır Özdener, İsrail ile yaşanan gerginliği ve yeni projelerini değerlendirirken dizideki sahne için "bu her insanın namus borcudur" dedi.

İsrail ile Türkiye arasında diplomatik krize neden olan Kurtlar Vadisi Pusu dizisinin senaristi Bahadır Özdener, geri adım atmadı: Kurtlar Vadisi Filistin filmiyle geliyoruz. İsrail’in orada, Türkiye’de bombaları nasıl patlattığını anlatacağız. Çok büyük bir film olacak.

Kurtlar Vadisi Pusu dizisinin senaristlerinden Bahadır Özdener, dizideki bir sahnenin İsrail ile Türkiye arasında yaşanan diplomatik krizle ilgili görüşlerini ve bundan sonraki hedeflerini VATAN’a anlattı.

Röportaj: Zehra Çengil

Kurtlar Vadisi Filistin’i çekmeye yaşanan bu krizden sonra mı karar verdiniz?

Kurtlar Vadisi Irak’ı çektiğimiz günlerde hep konuşuyorduk bundan sonra rotamız Filistin diye. Özellikle son birkaç senedir Gazze’de yaşananlar açıkçası bardağı taşırdı. Çalışmamız 1 yıl önce start aldı. Türkiye’nin belki de Ortadoğu’nun en büyük filmini çekeceğiz. Şimdilik kod adı, Kurtlar Vadisi Filistin, büyük ihtimalle adı da o olur. Haziran ayında senaryo çalışmasını nihayetlendirip yazın çekimlerini tamamlamayı planlıyoruz. Büyük ihtimalle de 2010 yılı kurban bayramında vizyonda olacak. Başrolde Polat Alemdar yani Necati Şaşmaz var.

İsrail filmde nasıl anlatılacak?

Mevcut İsrail ne ise o olacak filmde de. Eli kanlı, acımasız, insanları öldüren, insanları hiçe sayan, insanların bütün değerlerini yok sayan, din vicdan dil hürriyetini en ufacık şekilde gözünün önünde bulundurmayan.

Yüksek koltukta biz oturacağız

Dizide yazdığınız bir metin, diplomatik bir krize neden olabiliyor. Bunun sorumluluğunu hissediyor musunuz?


Türkiye’nin tüm meseleleri bizi nasıl ilgilendiriyorsa tabii ki bu da bizi ilgilendiriyor. Ama Türkiye artık kabuğundan çıkmak durumunda. Burada bir dizi yazıyoruz, insanımız bunu seyrediyor, dünyanın her yerinde 200 milyonu aşkın insan diziyi Türkiye’dekilerle aynı duygularla seyrediyor. 10 yıl önce bunu kimse hayal edemezdi. Biz ülke olarak gücümüzün farkına vardığımız zaman diplomasinin ayakları da değişecektir. Sanıyorum daha yüksek koltukta biz oturuyor olacağız.

O sahnelerden pişmanlık duydunuz mu?

Biz yanlış bir şey yapmadık. Biri ya da birileri, devlet ya da devletler tepki veriyor diye anlatacağımız hikayelerden vazgeçemeyiz. Hatta belki de çok azını gösterebildik. Daha fazlasını gösterebilelim diye Kurtlar Vadisi Filistin filmini yapacağız. Anlatabileceğimiz daha çok şeyler var. Pişmanlık duyması gereken İsrail’dir. Kendi ellerini kandan yıkasınlar. Eğer aynada kendilerini göremiyorlarsa, biz aynayı yüzlerine tutmayı biliriz.

Dizide bu konuyu işlemeye devam edecek misiniz?

Vadinin yeni bölümlerinde Polat yine İsrailli yetkililerle karşı karşıya gelecek. Müttefiklerinin kim olduğunu, bunlarla iletişime nasıl geçtiğini, orada bombaları veya da bölgenin her tarafında veya da Türkiye’de bombaları nasıl patlattığını sinema diliyle, sinematografik bir dille anlatmaya çalışacağız.

Bu işleri iyi biliyorlar!

İsrail’in, diplomatımıza yönelik tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bence İsrail diplomatik meselelerini çok iyi organize ediyor. Bizim dizimizin rahatsız oldukları kısmı 2 hafta önce yayınlandı. Ama buna tepki vermeyi herhalde 15 gün beklemek olarak değil de doğru zamanlamayı yapmak olarak değerlendirdiler. İsrail bu işleri, kendi krizlerini yönetmeyi bence iyi bilir. İşledikleri bir insanlık suçu var. Bunu kapatmak tabii ki böyle tuhaf parodiler, tuhaf tiyatrolar oynayacaklar. Burada da böyle bir tiyatro hazırlamışlar işte. Ancak bu sefer kötü bir senaryo var ortada. Ben bir senarist olarak söylüyorum bunu. Çok da kötü figüranları var. Ve hakikaten de berbat bir sahneydi. Üzerine özür dilemiş olmaları diplomatik bir şey, neyi değiştirir ki? Ben yaptıkları jesti de ucuz parodi buluyorum. Onun telafisini de ucuz buluyorum.

Sinemacıların namus borcu

İsrail bayrağını kanlı gösterdiniz dizide... Bayrak son derece hassas bir konu.


Bayraklar tabi ki bizim için kutsaldır. Bayrak o ülkede yaşayan insanların bağımsızlığını simgeler. Ama kendi bayraklarını adeta kandan hiç çıkarmayan İsrail yönetimidir. İsrail bayrağından kanı temizlemeli, masum çocukların kanı var çünkü... İsrail eline her fırsat geçtiğinde muhatabını zor duruma sokabiliyor. Müsaade edin biz de sinemacılar olarak onları zor duruma düşürelim. Bu sinemacının namus borcudur. Hatta her insanın namus borcudur!

Krizin bu noktaya gelmesine şaşırdınız mı?

Diplomaside bazı bahaneler vardır. Kurtlar Vadisi bence İsrail’in kriz çıkarmak için şimdiki bahanesi. Yarın öbür gün başka bir şey çıkacak. Diplomasi bizi ilgilendirmiyor, bizi yaptığımız işler ilgilendiriyor. Bizim sahnelerimiz mizansen, kurgu, kurmaca... Peki onların yaptıkları, işledikleri insanlık suçları? İşte onlar gerçek! Birleşmiş Milletler bayrağı olan bir okulu bombalamak, içindeki çocukları öldürmek? Bunun hesabını kim verecek, ne zaman verecek ve nasıl verecek?

[anadoluhaber:37377] 28 Şubat Enkazı: Karma okullar daha başarısız

Posted: 16 Jan 2010 07:34 AM PST

Karma okullar daha başarısız
28 Şubat'tan sonra alınan kararlarla yaygınlaşan karma eğitimin başarısızlığı bir kez daha kanıtlandı. The Times'teki bir yazıda karma eğitimle ilgili bakın neler deniyor.

Türkiye'de karma eğitimin yaygınlaşmasında 28 Şubattan sonra alınan kararların ciddi katkısı olmuştu. O dönemde gündeme gelen 'Karma eğitim daha başarılı' genellemesinin yanlış olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Milliyet Gazetesi'nden Mehveş Evin, The Times'te okuduğu bir yazıya atıf yaparak karma eğitimin başarısız olduğuna dikkat çekti. İşte o yazı...

Mehveş Evin

Karma okullar daha başarısız

Bir kesimi yerinden hoplatacak bir sonuç, biliyorum! Kız çocuklarıyla erkeklerin birlikte okumasını savunan, genç insanların sağlıklı gelişimi için karma eğitim modelinin şart olduğunu düşünen herkesi şaşırtacak bir yazıya rastladım.

İngiliz The Times'da yayınlanan habere göre, kız ve erkek okullarının başarı oranı, karma eğitim yapan okullara göre daha yüksek.

Karşılaştırma, İngiltere'de liseyi tamamlama sınavı olan A level ve GCSE sonuçlarına bakarak yapılmış. A level, bizim üniversite sınavına tekabül ediyor denebilir, çünkü öğrenciler bu sınavda aldıkları puanla üniversitelere başvuruyor.

Bu listeye göre ilk üçe giren okulların hepsi özel! St. Paul's Girls School'un birinci, Perse School for Girls'ün ikinci olması, özel kız okullarının fark attığının da kanıtı. Genel olarak kızların başarısı göze çarpıyor: İlk 50'ye giren liseden, 27'si kız, 14'ü erkek okulu. Sadece yedi tanesi karma eğitim yapıyor!

Anlayacağınız, Türkiye'de çağdaşlığın gereği olarak düşünülen karma okul, belki de sanıldığı kadar başarılı bir model değil.

Kızların namusu

Peki bizim okullarımızın kaç tanesi karma, kaç tanesi sadece erkek veya kız okulu? Milli Eğitim'in Strateji Geliştirme Başkanlığı'na danıştım, böyle bir çalışma yokmuş. Okullar sadece genel, özel ve meslek lisesi olarak sınıflandırılıyor. Ayrıca adı kız veya erkek lisesi olan pek çok okul, karma eğitime geçti. Dershanelerin ise karma eğitim vermesi zorunlu.

Ancak bizde kızlarla erkeklerin ayrı okullarda okuması, muhafazakarlığın bir göstergesi olarak görüldüğü için konuyu tartışmak bile başlı başına sorun. Doğruya doğru: Dindar kesim, kız çocuklarının ayrı okulda eğitim görmesini, başarı çıtasını yükseltmek için savunmuyor. Öncelikli kaygıları, kızların 'namus'unu korumak.

Ortaöğretimdeki kız öğrenci sayısının erkeklerden daha düşük olduğu, kız okutmanın pek çok aile için sorun olduğu ülkemizde, belki de bazı önyargıları bir kenara bırakmakta fayda var.

Eğer amaç, daha fazla kız çocuğunun okuması, üniversiteye girmesi ve kendi ayaklarının üzerinde durmasını sağlamak... Ve yerlerde sürünen ÖSS başarı grafiğini yükseltmenin bir çaresini bulmaksa...

Karma eğitimin artısını eksisini yeniden gözden geçirmekte belki de fayda var.

Her şey aynı kızlar yok!

Avustralya'dan ABD'ye, karma okullarla ilgili pek çok araştırma yapıldı. ABD'de 2008 yılında Stetson Üniversitesi'nin yürüttüğü dört yıllık pilot araştırmanın sonuçları çarpıcı: Karma okulda okuyan erkeklerin yüzde 55'i sınavı başarıyla verdi. Buna karşılık sadece erkeklerin okuduğu okulda, aynı sınavdaki başarı oranı yüzde 85'ti. Üstelik demografik yapı, sınıftaki öğrenci sayısı ve müfredat bakımından iki okul tamamen birbirinin aynıydı!

MİLLİYET

[anadoluhaber:37378] Yarbay Ali Tatar'ın kardeşi "Ergenekon davasının içi boş değil" açıklaması yaptı.

Posted: 16 Jan 2010 07:33 AM PST

Tatar'ın kardeşinden Ergenekon açıklaması
Yarbay Ali Tatar'ın kardeşi "Ergenekon davasının içi boş değil" açıklaması yaptı.

Amirallere suikast davası kapsamında yargılandığı sırada intihar eden Yarbay Ali Tatar'ın ağabeyi Ahmet Tatar, Ergenekon ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Türkiye'de yaşanan hukuk dışı olayların ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmaları desteklediğini belirten Tatar, "Veli Küçük'ün içinde olduğu şey boş olmaz. Ergenekon davasının içinin boş olduğunu söylemek, insanlığımıza ters düşer." dedi.

Ailesi, Yarbay Ali Tatar'ın intiharıyla sonuçlanan olayların 'insan hakları ihlali' olduğu gerekçesiyle geçtiğimiz günlerde TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na başvurdu. Ancak konuya ilişkin alt komisyon kurulması talebi, yargılama sürecinin devam etmesi nedeniyle kabul edilmedi. Komisyonun önceki günkü toplantısında CHP'li milletvekilleri, Ali Tatar olayından yola çıkarak, Ergenekon soruşturmasının içinin boş olduğu iddiasını yinelemiş, bu konuda AK Partili komisyon üyesi Abdurrahman Kurt ile tartışmıştı. Dün ise intihar eden yarbayın ağabeyi Ahmet Tatar, Kurt'a sürpriz bir ziyarette bulundu. Tatar, kardeşinin ölümüyle sonuçlanan olayda 'insan hakları ihlali' gördüklerini, ancak bu düşüncelerinin "Ergenekon davasının içi boş" anlamına gelmediğini vurguladı. Olağanüstü hal döneminde yaşanan hukuksuzluklara herkesin şahit olduğuna dikkat çeken Tatar, bu dönemde önemli mağduriyetler yaşandığını vurguladı.

Abdurrahman Kurt da verdikleri dilekçenin alanları dışında olduğu için alt komisyon kurmaya gerek duymadıklarını, ancak 'suçu kanıtlanmamış herkes masumdur' anlayışından hareketle, Ali Tatar'ın suçlu sayılamayacağını kaydetti. CHP'nin bu olaydan yola çıkarak bütün süreci şaibeli göstermeye çalıştığını anlatan Kurt, "Türkiye'de 17 bin faili meçhul cinayet olayı yaşandı. CHP'li üyeler, süreci İnsan Hakları Komisyonu eliyle gölgelemeye çalışıyor." diye konuştu.

[anadoluhaber:37380] Avrupa Ulusalcıları İslam karşıtlığını afişlerle ateşliyor

Posted: 16 Jan 2010 07:32 AM PST

Avrupa İslam karşıtlığını afişlerle ateşliyor
İsviçre’nin geçen yılın sonralarında referandumla minare inşaatını yasaklamasının yankıları sürerken, İslam ya da yabancı karşıtlığı Avrupa’da afişlerde vücut buluyor.

New York Times gazetesinde yer alan bir haber analizde, Avrupa genelinde milliyetçi hükümetlerin, modası geçmek üzere olan bir propaganda aracıyla popülist söylemlerinin kalabalıklar arasında daha fazla ses getirmesini sağladığına dikkat çekildi.

İsviçre’deki minare yasağı için tasarlanan posterde, minareler İsviçre bayrağı üzerinde dikilmiş füzeler olarak tasvir edildi ve minarelerin, yani füzelerin yanında kara çarşaf içinde bir kadın resmedildi. Posterin üst kısmına ise büyük harflerle “DUR” yazıldı. Poster İsviçre kamuoyu arasında “Minareler Şeriat’ı getirecek” algısı yarattı.

Haber analizde, Avrupa genelinde sağcı partilerin güçlendiğine ve teknolojinin diğer nimetlerinden yararlanmak yerine, eski poster yöntemiyle kampanyalarına destek çektikleri belirtildi.

Örneğin İtalya’da, Rosarno kasabasında göçmen işçilere yönelik saldırılar, ülkenin son yıllarda gördüğü en büyük ayaklanmalardan birini başlattı.

Buna rağmen, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’nin koalisyon ortaklarından olan Lega Nord, göçmen işçilere karşı bir çok afişin basılmasını sağladı. Hatta posterlerden birinde, Kızılderili bir göçmen işçi kullanıldı ve posterle azınlıkların kısa zamanda Avrupa’yı göçmenlerin hakimiyetinde olan bir kıta haline getireceği korkusu salındı.

MOLOTOF KOKTEYLİ KADAR ETKİLİ

Haber analizde, Fransa ve Avusturya’da da özellikle göçmenleri hedef alan kampanyaların başlatıldığı vurgulandı.

Ancak posterlerin Avrupa’da yarattığı etkisi ABD’dekinden daha fazla. Üretimi televizyon reklamlarına kıyasla bir hayli ucuz olan bu propaganda araçlarını dağıtmak çok kolay ve özellikle İsviçre gibi az nüfuslu küçük ülkelerde büyük siyasi olayların seyrini değiştirecek kadar etkili olabiliyor.

DUYGULARA HİTAP ETMELİ

Haber analizde görüşlerine başvurulan minare yasağı posterinin tasarımcısı Alexander Segert, “Posterlerde insanların mantıklarından çok duygularına hitap ederek başarılı olabilirsiniz. Korku, sağlık, para, güvenlik gibi özel hisselerle bağlantılı mesajlar vermeniz gerekiyor. Hedef kitlenize odaklanıp, onların anlayabileceği dilde konuştuğunuzda, kampanyanızın işe yaradığını göreceksiniz” dedi.

İsviçre minare yasağını destekleyen poster için birçok farklı seçeneğe sahip olduklarını belirten, kendisi de bir Alman göçmeni olan Segert, posterde minare ve İsviçre bayrağını kullanarak, bu iki şeyin birbiriyle uyum sağlamadıklarını göstermek istedik… İnsanlar baktıkları zaman bu durumun değişmek zorunda olduğunu anlamalı” diye konuşuyor.

Kaynak: Planet / New York Times

[anadoluhaber:37370] DEĞERLİ ÜYELER; Dilerseniz, BU E-POSTA MARİFETİYLE Üyeliğiniz Aktivize EDİLECEKTİR (...)

Posted: 16 Jan 2010 07:12 AM PST

DEĞERLİ ÜYELER; Dilerseniz, BU E-POSTA MARİFETİYLE Üyeliğiniz Aktivize EDİLECEKTİR (...)
(!) ÜYELER ve ÜYE OLMAK İSTEYENLER İÇİN Bir Duyuru Niteliği TAŞIR (...)
Bu, Tamamen YASAL Bir Bilgilendirme Metnidir (!) (...)
ÜYELİK Dahilinde ve Hâricinde Hiçbir Şekil ve Ad Altında Sizlerden Kesinlikle Herhangi Bir ÜCRET Alınmamaktadır (!) (...)
ÜYELİK AVANTAJLARINDAN Faydalanmak İçin Öncelikle Bu Metni İnceleyiniz (...)
 
 
(...) SüperTeklif'e Her Gün Gir, Güniçi 150 PUAN Fırsatını Değerlendir (!)  
 
(...) 
 E-maillerinizde, cep telefonlarınızda, TV'lerde, radyoda,
metroda, sokakta...

Kısaca her gün sayısız reklamla karşı
karşıya kalıyorsunuz. Ama kimse size para ödemiyor.
Gelin şimdi, E-Postanız marifetiyle gördüğünüz her reklam size Gelir sağlasın (!) Nasıl mı (?)

Çalışanlar Gelirlerini Katlayabilir (...) Çalışmayanlar İse Geçimini Sağlayabilir (!)

https://www.superteklif.com/SuperUye/SuperUyeFormu.aspx?bid=a30cb8dd-d551-46df-b9a9-2807d1fc1e3d

ÜYE OLUN SİZDE KAZANMAYA BAŞLAYIN...
(...)
--
_________
 
SüperTeklif'te Kazanmak Çok Kolay (...) peki ama SüperTeklif Nedir (!)
 
 SüperTeklif'e ücretsiz üye olarak size gönderilen reklam, tanıtım mesajlarından, anketlerden para değerinde Puan kazanır, firmaların sunduğu tüm fırsatlardan haberdar olabilir ve sadece SüperTeklif üyelerine sunulan çeşitli firma avantajlarından yararlanabilirsiniz. Aşağıdaki formu doldurup üyeliğinizi başlatarak siz de hemen kazanmaya başlayacaksınız.
 
SüperTeklif'te;
  • E-mailinize gelen reklam ve anketlerden,
  • Cep telefonunuza gelen SMS reklamlarından,
  • Sizin referansınızla üye olan arkadaşlarınızın gördüğü tüm reklamlardan,
  • ve Üyeliğinizle GÜNİÇİNDE giriş yaptığınız her seferde, sürekli Puan kazanırsınız.

Bu puanlar 100,000'e ulaşınca da banka hesabınıza hemen 100 TL olarak yatırılır.


SüperTeklif'te Kazanmak Çok Kolay!

Şimdi üye olun, sadece kişisel bilgilerinizi ve tercihlerinizi tamamlayarak hemen 7.500 Puan kazanın! Üstelik SüperTeklif'te sizin referansınızla üye olan arkadaşlarınızın gördüğü tüm reklamlardan da sürekli puan toplayacaksınız. SüperTeklif, yukarıda belirtilen pazarlama çalışmalarından elde ettiği net kazancın belli bir kısmını üyelerine dağıtmaktadır.

Unutmayın, "izinli pazarlama" prensibimiz gereği, günlük reklamlar ve anketler, sadece sizin istediğiniz sayı ve sıklıkta tarafınıza gönderilir.

SüperTeklif üyeliği ücretsizdir. Siz de hemen SüperTeklif'e üye olun!

--
_________________________________________
 

(...)
Üyeliğiniz sırasında açmış olduğunuz profil sayesinde KAZANCINIZI takip edebileceksiniz..
Eğer ben böyle şeylere inanmıyorum diyorsanız önce deneme amaçlı bir üyelik yapabilirsiniz..
Eğer pc de bolca vakit geçiriyorsanız ve/veya arkadaş çevreniz geniş ise işinize çokça yarayacaktır...
 
 
Dediğim gibi, en azından kanaat edinmek açısından denemelisiniz
(...)
 
Yasal bir site burası...
Reklam veren (MARKALAR&FİRMALAR) site sahipleriyle bir sözleşme yapıyorlar..
Bizlerde bu sözleşmeye üyeliğimiz marifetiyle ikincil olarak katılıyoruz..
Alınan dağatılan her reklam, üyelere belirtilen bir yüzde ile paylaştırılıyor...
 
 
Yani hiç bişey yapmadan, sadece üye olduğunuz mail adresine gelen iletileri okuyarak ve sadece güniçinde siteye girerek bile kazanabiliyorsunuz..
Kazandığınız paraları dilerseniz çeşitli alışveriş sitelerinde kullanabiliyor yada 100'er TL 100'er TL olduktan sonra kendi hesabınıza aktarabiliyorsunuz.......
saygılarımla, 
 
 
1- Süperteklif Sitesi İle Mail Oku Para Kazan:
İşte Sana SüperTeklifim..

Çok Basit ve çok kolay, Linke tıklayın üye olun.
Mail adresinize SüperTekliften bir E-Posta yönlendirelecek..
Bu E-Posta sayesinde sizde Aktif bir SüperTeklif üyesi olacaksınız..
Üye olduktan sonra siteye giriş yapın, size gelecek mailleri okuyun ve Kazanmaya Başlayın...
Bereketli Kazançlar
(...)

DOLUDİZGİN GİDİYOR... AMA NEREYE

Posted: 16 Jan 2010 06:57 AM PST

DOLUDİZGİN GİDİYOR... AMA NEREYE...
 
Saadet Partisi’nin 26 Ekim 2008’de yaptığı genel kongresinde tek aday gösterilen Prof. Dr. Numan Kurtulmuş oybirliği ile Genel Başkanlığa getirildi. Recai Kutan’ın görevi bırakacağını kesin açıklaması üzerine teşkilatların Numan Kurtulmuş’un adaylığı üzerinde ittifakla ısrar etmelerine karşın Erbakan kongre öncesi son haftaya kadar sessiz direnişini sürdürdü.
 
Sözünün dinlenmediğini gören Erbakan yeni bir bölünmeye meydan vermemek için olacak kerhen onay verdi, bu tutumunu da her haliyle belli ettirip gösterdi. Ne yazık ki Saadet Partisi teşkilatının Erbakan’a karşı bu olumsuz yaklaşımı Millî Görüş partilerinde ilk kez yaşanan bir durum değildi. Saadet Partisi’nden önceki partilerde de kim bayrak açtı ise büyük çoğunluğu hep arkasında buldu, Erbakan daima yalnız ve desteksiz bırakıldı.
 
Millî Selamet Partisi’nin ilk kez girdiği 1973 seçiminden büyük bir başarı ile çıktıktan sonraki daha birinci kongresinde Genel Sekreter Gündüz Sevilgen karşı liste çıkardı ve kaybetti. Ama daha sonra 1977 seçimi öncesinde istifa edip gittiğinde 48 milletvekilinin 25’ini peşine takıp götürdü…
 
Millî Selamet Partisi’nin 1978’deki ikinci kongresinde bu kez Korkut Özal bayrak açıp ayrı bir liste ile çıktı ve çok az farkla o da kaybetti. Ancak 12 Eylül 1980 sonrasında ağabeyi Turgut Özal ile birlikte ANAP’ı kurduklarında Millî Selamet Partisi’nin kadrolarını da oylarını da silip süpürdüler. Millî Görüş 2.kez bölündü ve Refah Partisi ilk seçimde ancak % 3 oy alabildi.

1995 Genel Seçiminde birinci olan Refah Partisi 28 Şubat post modern darbe sürecinde kapatıldı. Yerine kurulan Fazilet Partisi Büyük Kongresinde Abdullah Gül liderliğinde çıkarılan karşı liste de az farkla kaybetti. Fazilet Partisi de kapatılınca Millî Görüş yine bölündü. Bu kez AKP Millî Görüş kadrolarını ve seçmen tabanını silip götürdü ve Saadet Partisi % 2,5’ta kaldı.

Erbakan 5 yıllık siyasi yasağı sona erince Saadet Partisi’nin başına geçti. Hile rejimi ve köle düzeni Erbakan için adeta yeminli kan davası güdüyordu. Kapatma davası sonuçlanıp ölüm cezası kesilmiş Refah Partisi’ne uyduruk bir de kayıp trilyon davası açılıp Erbakan artık ömür boyu siyasi yasaklı yapılınca Numan Kurtulmuş’un önü açılmış oldu.

Yıllardır Millî Görüş’ün başına getirilmek için bir kenarda tutulup malum çevrelerce sürekli parlatılan Numan Kurtulmuş’a arkasındaki güç odakları ve mensubu bulunduğu Sabetayist Toplum nedeniyle Erbakan hep soğuk baktı. Ancak tava getirilen Saadet Partisi teşkilatına söz dinletemediği için ister istemez kaçınılmaz hale gelen adaylığına onay vermek durumunda kaldı.

Erbakan’ın kurduğu Millî Görüş partileri bir yandan rejimin dışarıdan baskılarına maruz kalıp sürekli kapatılmak durumunda kalırken diğer yandan da içeriden fitne, fesat, tefrika ile boğuşmak durumunda bırakılarak dağılıp savruluyorlardı. Millî Görüş partilerinde isyancı, ayrılıkçı, ihanetçi işbirlikçi unsurlar hiç eksik olmadı. Bu yüzden her kapatmanın ardından bir de bölündüler.

Erbakan hiçbir zaman davasına bağlı, sadık, vefakâr, inançlı kadrolarla partilerini yönetme imkânı bulamadı; daima üstün siyasi aklı, herkesi çaresiz bırakan baş edilmez politik manevraları ve taktik yöntemlerle yönetti. Ancak bu kendi tercihi değildi, konjonktürün dayatması ve mevcut şartların zorlaması sonucu karşı karşıya bulunduğu kaçınılmaz bir durumdu.

İslam’ın irtica ile yaftalanıp devlet için en büyük tehdit ve potansiyel tehlike diye hedef haline getirildiği, Müslümanların öcü gibi gösterilip rejim düşmanı unsurlar olarak yönetimler tarafından resmen suçlandığı bir Türkiye’de Erbakan 1000 yıllık Selçuklu ve Osmanlı İslami geçmişi diriltme adına Yeniden Büyük Türkiye’yi kurmak için siyasete atıldı.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı düşmanlığı temelinde kurulmuştu ve Erbakan rejim karşıtı olarak açık-gizli, yasal-yasadışı her türlü sindirme ve imha hareketinin hedefi yapılıyordu. Erbakan diğer liderler gibi normal demokratik bir ortamda siyaset yapma imkânı hiç bir zaman bulamadı. Bu yüzden sadece siyasi rakipleri ile değil, onlarla birlikte despotik jakoben rejime karşı da mücadele etmek ve demokratik siyaset için Millî Görüş için alan açmak durumundaydı.

Haçlı Seferlerine karşı tarih boyunca İslam’ı koruyan ve üstlendiği Hilafet görevi sayesinde asırlarca İslam Âlemini yöneten milletimizin sahip olduğu Osmanlı cihan devleti işbirlikçiler eliyle yürütülen batılılaşma hareketi sonucu yıkıldığında sadece Türkiye’de değil tüm dünyada Müslümanlar sahipsiz kaldı, ülkeleri ve toplumları Haçlı batının işgaline uğradı.

Türkiye Cumhuriyeti ise işbirlikçi unsurların mücadeleleri sonucu Osmanlı Devleti’nin yönetimini eline geçiren İttihat ve Terakki zihniyeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’na sokulup nihayet Başkent İstanbul İngilizlere teslim edilerek onların destek ve himayesinde Ankara’da kuruldu.

İçerideki ihanet yüzünden Rusların Yeşilköy’e kadar gelip Osmanlı Devleti’ne çok ağır bir anlaşma imzalattıkları bir sırada tahta çıkıp 33 yıl boyunca büyük bir basiret ve dirayetle oldukça başarılı bir yönetim sergileyen Sultan II. Abdülhamit Hanın 1897 Basel Siyonist Kongresinde alınan kararların bir gereği tahttan indirilmesi sonun başlangıcı oldu.

Nihayet başkent İstanbul’u teslim ettikleri İngiliz işgal kuvvetlerinden aldıkları dolaylı destek ve himaye sayesinde Ankara’da yeni devleti kuran İttihat ve Terakkiciler ayakları yer sağlam basınca İslam’a düşmanlıkta, büyük Müslüman kitleye baskı ve zulüm yapmada Haçlıları aratmadılar.

Arabuluculuk rolü ile Lozan Anlaşmasının yapılmasını sağlayan Mısırlı Haham Haim Nahum planını uygulayan bu yeni jenerasyon İttihatçılar; Müslümanları devlet yönetiminden, siyasetten, ekonomiden, kültürel hayattan uzaklaştırıp dışlayarak kırsal alanda ve şehir varoşlarında adeta köle hayatına mahkûm ettiler. Böylece büyük Müslüman kitle fakir, kültürsüz, cahil bırakıldı, baskı altında sindirilerek dinlerinden uzaklaştırıldı; paganist eğitim sistemi ile de adamakıllı asimile edilip paryalaştırıldı.

İşte bu şuursuzlaştırılıp köleleştirilmiş Müslüman kitle adına siyasete atılan Erbakan bir seminerde yanık bir ses tonuyla durumu şöyle anlatıyordu: 

Osmanlı bir ceylan… Sultan II. Abdülhamit bu ceylanın kalbi… Ceylanı kalbinden vurdular. Sonra bir masaya yatırdılar, kesip parçalara ayırdılar.  En önemli parçası Türkiye’yi düdüklü tencereye koyup 500 derece basınç altında 50 yıl kaynattılar. Artık pelteleşince düdüklü tencerenin kapağını açıp ortaya döktüler. İşte biz bu pelteyi yeniden diriltip hayata döndürmeye çalışıyoruz. İşimiz bu yüzden çok zor!

Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te ilan edildi. Millî Görüş 2. Partisi Millî Selamet ile tam 50 yıl sonra ilk kez 14 Ekim 1973’te genel seçime girip 48 milletvekili, 4 senatör çıkartarak Meclis’te grup kurdu. Ardından 3 ayrı koalisyon hükümeti içinde yer alarak aralıksız 4 yıl boyunca iktidar ortağı oldu. Bu süreçte Kıbrıs zaferi kazanıldı, maddi ve manevi kalkınma seferberliği başlatıldı.

Milletimizin 1000 yıllık Selçuklu ve Osmanlı İslam Medeniyetini temsil eden Millî Görüş’ün ilk Partisi Millî Nizam şeriatçı diye Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldıktan sonra yerine kurulan Millî Selamet Partisi’nin girdiği ilk seçimde aldığı sonucu değerlendiren İsmet İnönü Erbakan’ın yukarıda yer verdiğimiz sözlerini doğrular mahiyette şöyle diyordu:
Bir bakıma iyi oldu; 50 yıl sonra kaç kişi kaldıklarını görmüş olduk!

Sonra 12 Eylül 1980 askeri harekâtı yapıldı. Bu süreçte Millî Görüş’ün 3. Partisi Refah 1994 Seçimini kazanıp yerel yönetimlerdeki iktidarında efsanevi Millî Görüş belediyeciliğini başlattı. Bir yıl sonraki 1995 Genel Seçiminde Refah Partisi birinci olunca Erbakan verdiği demeçte kimsenin pek bir anlam veremediği şu sözlere yer verdi: Milletimiz bugün taburcu olmuştur!

Erbakan bu ifade ile o sözünü ettiği peltenin diriltildiğini, hayata döndürüldüğünü, sağlığına kavuşturulup taburcu edildiğini anlatmak istiyordu.

Ne var ki henüz nekahet döneminde iken bu kez 28 Şubat 1997 post modern darbe süreci başlatılıp tarihin bu en büyük milleti yeniden yok edilmek istendi. Nitekim post modern darbe sürecinde Başbakan koltuğuna getirilip oturtulan İttihat ve Terakki zihniyetinin çağdaş uzantısı Bülent Ecevit Bunların partilerini kapatmak yetmez köklerinin kazınması lazım derken işte bu ikinci yok etme planını kastediyordu!

Bu yüzden İttihat ve Terakki kalıntıları, her zamanki gibi dışarıdan aldıkları destekle tezgâhladıkları komployu post modern darbe, Müslüman milletimizi temsil eden Millî Görüş’ü ise irtica diye niteleyip yeşil sermaye yaftasıyla kebapçılara varıncaya kadar herkesi fişleyerek rejim için potansiyel tehdit ve tehlike olarak imha etmeye kalkıştılar.

Diyeceksinizi ki bunları niçin anlatıyorsunuz? Konu Numan Kurtulmuş’un Saadet Partisi’ni Erbakan’ın kontrolünden ve Millî Görüş çizgisinden çıkartmak için başlattığı olağanüstü genel kongre süreci değil miydi; bunların ne alakası var?

Alakası Şu: Yukarıdan beri gözler önüne serilen gerçekler dikkate alınmadan Saadet Partisi olağan genel kongresine giden süreci sağlıklı değerlendirmek mümkün değildir.

Numan Kurtulmuş şu anda sessiz ve derinden giderek Saadet Partisi’ni olağanüstü genel kongreye götürmeye çalışıyor. Bunun için Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya ile tam bir dirsek teması içerisinde hareket ettiği anlaşılıyor. İttihat ve Terakki zihniyetinin hala önemli ölçüde gücünü koruduğu iki kurumdan biri TSK diğeri ise yüksek yargıdır.

Olay şudur: Saadet Partisi tüzüğünde yer alan Yüksek İstişare Kurulu Genel Başkan Numan Kurtulmuş’un yetkilerini biraz sınırladığı için Yargıtay Başsavcısı Bay Abdurrahman Yalçınkaya’nın dikkatini çekip süzgecine takılmış. Bu yüzden en geç önümüzdeki Mayıs ayına kadar tüzük değişikliği yapılmak üzere genel kongreye gidilmesini istemiş!

Numan Kurtulmuş, kendisi için adeta can simidi niteliğindeki Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın bu istemini sır gibi saklarken Takvim Gazetesi olayı haber yapıyor. Böylece Saadet Partisi’nin önümüzdeki Mayıs’a kadar olağanüstü genel kongreye gitmek durumunda olduğunu bu haber sayesinde Millî Görüş camiası da öğrenmiş oluyor.

Aslında Numan Kurtulmuş’un olağanüstü genel kongreye hem de doludizgin gittiği belliydi, El-Aziz Gazetesi olarak defalarca da dile getirdik. Çünkü Numan Kurtulmuş ilk önce işe İstanbul İl Başkanını -henüz yeni kongresini yapmış iken- görevden alıp olağanüstü kongre yaparak kendine yakın olduğu ifade edilen birini getirmekle başladı.

Arkasından Ankara İl Başkanını keza kongresini henüz yeni yapmasına rağmen görevden alıp kongreye gidiyor. Gaziantep’te, Kocaeli’nde arka arkaya il kongrelerini yaptı. Millî Gazete’deki ilana göre Samsun, Ordu, Denizli, Bilecik, Bolu, Şanlıurfa’da önümüzdeki haftalarda il kongreleri var. Diyarbakır ve Elazığ için de kongre sürecini başlatmak üzere talimat verilmiş durumda.
Yani Numan Kurtulmuş olağanüstü genel kongre için tam doludizgin koşturuyor…
 
Zaten perşembenin gelişi çarşambadan belliydi… Yani ağzını büzmesinden Ömer diyeceği belli olmuştu… Sabetayist Yahudilerin Saadet Partisi’ni Erbakan’ın etkisinden kurtarıp Millî Görüş çizgisinden çıkartarak Siyonizm’e hizmet edecek bir yönetime teslim etme planını uzun bir süreden beri tam da kendilerine yaraşan şekilde çok sinsice ve derinden yürüttükleri biliniyordu. Hiç şüphesiz ki bu planı en iyi bilmek ve gereken tedbiri de almak konumunda olan bizzat Erbakan’dır.

Numan Kurtulmuş Genel Başkan seçilir seçilmez Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarına muhalefet yapmak yerine Erbakan ve Millî Görüş ile farkını ortaya koyup iç muhalefete başladı. Fark var Saadet var derken AKP ile değil Millî Görüş ile farkını kanıtlayıp ortaya koymaya çalıştı. Harun gelip Karun olmayacağım derken Başbakan Erdoğan’ı değil Erbakan’ı kastetti.

Yeni bir yaklaşım, yeni bir anlayış, yeni bir söylem, yeni bir paradigma, yeni, yeni… Derken bu yenilikçi hareket tarzı dil ile de AKP’yi değil, açıkça Saadet Partisi’ni Millî Görüş çizgisinden çıkartıp uzaklaştırmayı kastediyordu.

Ben emanetçi olmam, vesayet kabul etmem, kimsenin gölgesine girmem, müdahaleye izin vermem derken de düpedüz Erbakan’a göndermede bulunuyordu.

Nitekim Erbakan’ın İran’a yaptığı geziyi şahsı adına yaptığını Saadet Partisi’ni bağlamadığını açıkça söyledi.

Öte yandan Erbakan’ın, siyasi yasaklarının mahkeme kararı ile kaldırılıp memnu haklarının iade edilmesi üzerine vaki davet üzerine Saadet Partisi Genel Merkezinde düzenlediği basın toplantısına katılmayarak koyduğu tavrın ne kadar gayri insani bir davranış olduğunu izaha gerek var mı?

Millî Görüş’ün en önemli etkinliklerinden olan İstanbul’un Fethi kutlamalarında konuşmasını yapıp Erbakan’ın konuşmasını beklemeden Stadyumu terk etmesinin ne kadar kaba ve hoyratça bir tavır koyma olduğunu uzun uzun anlatmak gerekir mi?

Millî Görüş’ün 40.yılını kutlama etkinlikleri çerçevesinde Anadolu Gençlik Derneği tarafından Ankara’da tertiplenen şölene Erbakan katılıyor diye boykot etmesinin makul bir açıklaması olabilir mi?

Yine en son 31 Aralık gecesi Anadolu Gençlik Derneğince Kocaeli’nde düzenlenen Mekke’nin Fethi’ni kutlama programına Erbakan telekonferans yoluyla hitap edeceği için Numan Kurtulmuş katılmadı. Bunun ne demek olduğunu anlatmak için dil dökmeye gerek var mı?

Bütün bunları gören ve yakından izleyen Erbakan’ın nihayet bu gidişata karşı tavır alıp atağa geçtiğini ve Numan Kurtulmuş’un tozlarını almaya başladığını görüyoruz. Zeki Müren’in askerlik yaparken attığı bombayı ayaklarının arasına düşürdüğüne atıf yaparak Numan Kurtulmuş’a yönelttiği kara mizah tahammül edilip içe sindirilecek gibi değil. Ve bu daha başlangıç, siz devamını izleyin, nelere şahit olacaksınız…

Evet, Erbakan’ın bu süreci bilip izlediğini ve yeterli tedbirleri de aldığını çok yakından takip edip görüyoruz. Bir kere en başta Erbakan Numan Kurtulmuş’un tek aday gösterilmesine kerhen de olsa onay vermesi, bayrak açıp siyasi bir mücadele vererek genel kongreye gitmesini engelledi.

Numan Kurtulmuş’un herhangi siyasi bir mücadele vermeden İttifakla aday gösterilip kongrede oy birliği ile genel başkan seçildikten sonra başlattığı Erbakan ve Millî Görüş karşıtı kampanya asla siyasi bir mücadele niteliği taşımaz. Çünkü artık bunun adı köprüden geçinceye kadar müdahanedir, komplodur, entrikadır, ihanettir, kalleşliktir, sütü bozukluktur. En hafif tabiri ile nankörlüktür, vefasızlıktır.

Denilebilir ki sonuçta değişen bir şey olmaz; Saadet Partisi’ni Erbakan’ın elinden alıp Millî Görüş çizgisinden çıkarırsa ne fark eder?
Hayır, henüz o çok, hem de gayet çok uzak bir ihtimal…

Bir kere bugüne kadar Erbakan’ın 40 yıllık Millî Görüş siyasetinde -şartlar ne olursa olsun- tek bir genel kongre kaybettiği dahi vaki değildir. Geçmişte Erbakan’ın kazandığı genel kongreler ile kıyaslandığında Saadet Partisi’nin bu gideceği kongre çantada keklik sayılır. Erbakan asla genel kongre kaybetmez, bunu da kesin olarak bir şekilde kazanacaktır.

Üstelik Erbakan bu kez hayatının en önemli, en yaşamsal kongresine gidiyor. Bunu -ne pahasına olursa olsun- kaybetmesi söz konusu olamaz. Mutlaka kazanmak zorundadır. Yoksa 40 yıllık efsane Millî Görüş mücadelesini bütünüyle kaybetmiş, deryayı geçip derede boğulmuş olur.

Şimdi düşünün Millî Nizam Partisini kurarken ismini doğru bir sıra ile saydığı 4 partisinin kapatılacağını duyurduktan sonra Saadet’e kavuşanlara selam olsun demiş ve aynen de gerçekleşmiş. Bu işin manevi ve ilahi takdire ait yanı…

Erbakan, 12 Mart’a, 12 Eylül’e, 28 Şubat’a boyun eğdirip amacına hizmet ettirmiş bir eşsiz siyasi dâhidir; bu gerçekliği Numan Kurtulmuş’a oynayan ağababaları çok iyi bilirler.

Erbakan, kendi ifadesi ile Millî Görüş şu anda Türkiye’de fiilen iktidardadır, 40.yıl kutlamaları sürecinde bu fiili durum hukukileştirilecektir diyen kişi olarak Numan Kurtulmuş’a asla pabuç bırakmaz. Yani elindeki devlet imkânlarına bile kalsa -ki asla ona gerek kalmaz- buna izin vermez.

Millî Görüş Türkiye’de fiilen iktidar olduğu için tüm dünyada yeni süper güç olarak anılıyor. İran, Türkiye’nin Erbakan’dan sorulduğunu bildiği içindir ki en üst düzey yetkilileri ülkelerine davet ettiler ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan toplamından çok daha fazla üst düzey temaslar yapmasına imkân sağladılar.

Bunca güç ve kudret sahibi bir Erbakan’ın Saadet Partisi’ni, Zeki Müren benzetmesi yapıp tiye aldığı Numan Kurtulmuş karşısında yenilgiye uğramasını beklemek hiçbir akıl ve mantığın kabul edemeyeceği bir ihtimal dışı sıfır olasılıktır.

Erbakan büyük bir basiret ve yüksek bir ferasetle Numan Kurtulmuş ve şürekâsına öyle bir düzen hazırladı ki belki 5 bin küsur yıllık Yahudi tarihinde bir benzeri yoktur. Çünkü Numan Kurtulmuş bu kongreyi kaybettiğinde ta Millî Selamet Partisi kurulurken ABD Yahudi Cemaati Temsilcisi Musa Saffet Bayramaşık tarafından Millî Görüş içerisinde konuşlandırılan mutemet/demirbaş Sabetayist unsurların hepsi tek kalemden temizlenmiş olacaktır.

Ne bilelim yani belki fazla steril bir parti çok sağlıklı olmaz diye numunelik birkaç Sabetayist’e listede yine yer verilebilir, yoksa onların alayı ceketini alıp gidecek…

Numan Kurtulmuş’un aklı varsa istifa eder, çekip gider; yoksa genel kongrede eşekten düşen karpuza döneceğini şimdiden kesin bir dille ifade edebiliriz. Erbakan bugüne kadar en zayıf göründüğü kongrelerin bile istisnasız hepsini kazanmıştır. Bu kongre Erbakan için bir içim sudur evvel Allah!

MESUD AKGÜL

 

Behlül Ve Ferhunde

Posted: 16 Jan 2010 06:41 AM PST

BEHLÜL İLE FERHUNDE

 

Behlül ile Ferhunde iki ünlü roman kahramanı ve aynı zamanda da tv dizisi olarak çekilmiş olan bu romanların en firikik kahramanları. Behlül’ün sözlük anlamı : Çok gülen, gülücü. Hayır sahibi, çok iyi adam.  Bihter’in sözlük anlamı ise farsça dan : Üstünlük, en iyi ve üstün olmak. Ferhunde’nin sözlük anlamı da Farsçadan : Mes'ut, saadetli, mutlu, mübarek. Uğurlu.

 

Gördüğünüz gibi bu kahramanların isimlerinin manaları ile dizideki kişiliklerin yansımaları hiç birbirini tutmamaktadır. Her ikiside Japonya’ya atılan iki atom bombasından daha tehlikeli ve daha zararlıdır. Yani bir bakıma Amerikalıların atom silahlarıyla öğünmeleri çok yersizdir. Behlül ve Ferhunde binalara, şehirlere yıkım yapmadan, hayvan ve bitki katliamına uğratmadan sadece güdümlü füze misali hedef kitleyi mahvetme amaçlı kullanılabilir.

 

Alınan haberlere göre ABD li silah tüccarları bu ikili yüzünden silah satamaz hale düşmüşler ve Amerikan başkanından ricada bulunmuşlar. Derhal bu iki ayaklı nükleer silahları etkisiz hale getirelim diye. Başkan da bunları Ladin’e karşı kullanmak istediğini bildirmiş. Behlül ve Ferhunde’ye film teklifinde bulunmuşlar. Afganistan dağlarında geçiyormuş filmin konusu. ABD çaktırmadan film çeviriyoruz dalaveresiyle bu ikiliyi Ladin’in başına atacak ve oradan arkasına bakmadan kaçacakmış.

 

Fakat bizimkiler NE İŞİMİZ VAR DAĞ BAŞINDA İSTANBUL’UN KERİZİ BİTER Mİ diyerek teklifi reddetmişler. Bu arada Behlül’ün oynadığı dizi ekibinde kadın kalmadığından Rusya’dan nataşa takviyesi yapılacakmış. O yüzden Beşir Rusyalarda hastanelere düşürülmüş. Hastaneye giden Behlül ordaki güzel hemşirelerden diziye katar hesabı. Bakalım Ferhunde bu ataklar karşısında nasıl fes atlanacak ve kimleri kafesliyecek. Tabi Mitat Kara’nın elinden kurtulabilirse.

 

Bence Behlül ile Ferhunde’yi başgöz etmek en güzeli.Tabi Ferhunde’nin annesi Behlül den tırsmazsa. Behlül ile Ferhunde’nin İkisinden doğacak çocukların olabileceklerini Hayal bile edemiyorum. İstanbul’da herkes ellerini arkadan bağlayıpta gezerler sanırım. Resimlerini arabasına asanlar bile tıkalı trafikte hiç kalmazlar daha doğrusu ortalıkta araç maraç kalmayacağından trakik hiç tıkanmaz.

 

Aslında bu ikiliyi kopyalayıp ülkemizle uğraşan devlet, şirket, gizli örgüt vs gibi yerlere tuz eker gibi ekelemek lazım. Ekelendikleri yerleri çok tatlandıracaklarından eminim. Hatta gizliden gizliye bu kopyaları destekleyip o ülkelerde AİLEDEN SORUMLU DEVLET BAKANI olmalarını sağlayalım. On yıl sonra zaten ülkemizle uğraşamaz hale gelir o devlet. Ne dersiniz ?

16 Ocak 2010 Cumartesi

UĞUR ÖZALTIN



--
Uğur Özaltın
İnternette makale sitesi en çok ziyaret edilen ve yazıları en çok okunan araştırmacı yazar,siyaset bilimciastrolog,edebiyatçı.

www.ugurozaltinyazilari.tr.cx
www.ugurozaltinmakaleleri.tr.cx

Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği(bir mektup var)

Posted: 16 Jan 2010 06:24 AM PST

bu sozlerden cok yogun irkcilik kokusu geliyor.
ne demek sirf "bir milletin soyundan geldigi icin, onlarin genini tasidigi icin" dunyayi yonetme hakkina sahip olmak!
dunyayi somurmek isteyenler hep boyle iddialarla ortaya cikmislardir.
eski yunanlilar kendilerini "tanrinin oglu heraklesin soyundan geldikleri icin" ustun gorurlerdi.
eski turkler kendilerini -yine mitolojik bir inanctan kaynaklanan-, kutsal bir soya mensup gorurlerdi.
ermeniler yine oyle...
alman irkcilari aryan soyunun en ustun irk oldugunu soyledi.
daha bircok efsane-mitoloji inanc vardir, irkciliga bahane yapilabilir.   
bunlarin hepsi bostur.
 
Allah c.c. bu inanclardan razi olsaydi son kitabini gondermezdi.
kuran i kerim atalarla ovunmenin hicbir deger tasimadigini aciklar.
"onlar gecip gitmis bir ummettir. onlarin kazandiklari onlara, sizin kazandiginiz size..."
 
dikkat edilirse buyuklenen milletlerin sonu perisanlik olmustur. boyle olmasi da kacinilmazdir.
bir irki degil bir zihniyeti ve bozuk itikadi elestiriyoruz. yanlis anlasilmasin.
 
Allah katinda insanlar taragin disleri gibi esittir.
emeviler arap irkciligi yapmaya kalktilar, saltanatlari ellerinden gitti.
osmanli turk milleyetciligini savunmaya basladi, paramparca oldu.
Almanlar savasta yenildi, bolundu.. 
 
irkcilik kimseye yaramadi. yaramaz da. once zihniyeti degistirmek gerek.
 
kuresellesen dunyada bu gibi inanclara yer yok.
artik insanlarin ortak ilkelerde ve herkesin menfatine olacak bir hukuk duzeninde, esit haklara sahip olarak birlesmesi gerek. bu da Kur'anin deklare ettigi ilkeler etrafinda birlesmekle mumkun.
ister inanin ister inanmayin son mesajinda  Allah hepimize sesleniyor.
duymazdan gelenlere de "sizinle ote tarafta gorusecegiz" diye selam yolluyor.
 
prensip olarak herkes inancinda hurdur.
"senin dinin sana benim dinim bana"
ama senin dinin sana ustunluk taslamani ve diger milletleri davar gibi gormeni emrediyorsa o zaman ben de kendimi savunacagim elbette...
 
 
 

 


From: ali serdar <alisrdr@yahoo.com>
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Sent: Fri, January 15, 2010 9:23:46 PM
Subject: Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği(bir mektup var)

(bir Mektup Var)
 
 
SEVGILI ARKADASLAR,
Tabiki bize diger irklardan üstün oldugumuz yüzyillardir ögretiliyor:
 
DÜNYA'YI YÖNETMEK KONUSUNDA YAHUDÝLERÝN ÜSTÜN MANEVÝ KABÝLÝYETLERÝ 
NELERDÝR ?



Yahudiler en üst kademedeki basamaklardan artakalan ÝNTÝBALARI realize 
ederek üst dünyaya çýkmak suretiyle dünyayý yöneteceklerdir . Iþýk ruhu 
terk ettikten sonra geriye ÝNTÝBALARDAN meydana gelen intibalar zinciri 
kalmaktadýr . bütün intibalar bu zincirin içinde kapalý ve katlanmýþ 
olarak bir nokta þekildedir . Bu nokta her bir insanýn içinde olup , '' 
KALBÝMÝZDEKÝ (Gönlümüzeki) NOKTA '' veya '' '' Geleceðin ruhunu üretecek 
dölüt '' adýný veriyoruz ..

Ýnsanýn geleceðinde (Ýstikbalde) taþýyacaðý ruhun niteliklerini de 
ÝNTÝBALAR tayýn etmektedirler . Ýntibalar , Ruhun þeklini , niteliklerini 
hatta Ruhun Atsilut dünyasýna dönüþünde tutacaðý yeri bile tayýn ederler 
.

Kendi intibalarýný düzenli ve devamlý bir þekilde realize eden her 
insan bu dünyaya gelmeden evvel , ruhunun atsilut dünyasýnda sahip olduðu 
ayný yere geri döner . 

Kabala ilminde Atsilut dünyasýna , '' ERETS YÝSRAEL '' adýný veriyoruz 

Olam Atsilut bilinç seviyesine çýkan insana , '' ÝVRÝ '' Diyoruz .

''ÝVRÝ'' bir yerden baþka bir yere geçen anlamýnda bir kelimedir ve 
avar - geçti kelimesinden türemektedir .

Yaþadýðýmýz dünyevi niteliklere sahip bu dünyadan , Manevi niteliklere 
sahip Manevi dünyaya geçtiði için o insana '' ÝVRÝ '' diyoruz .

Kendisi , dünyamýzýn kontrol panelini teþkil eden yönetim sistemi 
niteliðini taþýyan Olam Atsilutun bir parçasý haline gelir ve böylece 
dünyamýz üzerinde hakimiyet kurmak kabiliyetini elde ederek , bizim 
dünyamýzda olup biten her þeyi anlamak ve deðerlendirmek , o insan 

( ÝVRÝ ) için , imkan haline gelir . 

Ruhun Atsilut dünyasýndan bizim dünyaya doðru geliþmesinden önceki 
durumuyla , dünyamýzdan yukarýya doðru basamak basamak týrmanarak Atsilut 
dünyasýna çýktýktan sonraki durumu arasýnda olan fark , ruhun biz 
insanlarýn isteðiyle ve gayretýyle yukarýya çýkmýþ olmasýndan ileri 
gelmektedir . Ruh , dünyalarýn basamaklarýný özgürce aldýðý bir kararla 
týrmanarak yükselmekte olup böylece Atsilut dünyasýndaki manevi katýn butununu 
elde etmektedir .

Ýnsanýn bedeni bizim dünyada varlýðýný korumaya devam eder . Böylece 
insan ayný anda her iki dünyada yaþayabilir . (Her iki Dünya bilinci 
çerçevesinde)

Kabalanýn ifade etiiðine göre , Ýnsanoðlu dünyevi bedeni içinde 
yaþarken evrenin tümünü ve var olan bütün realiteyi keþfetmesini saðlayan , 
Kabala Ýlmidir . Ýnsan bunlarý keþf etmesi sürecinde , kademeli bir 
þekilde kendinde , Yaradanýn niteliklerini - Etkili olmak özveri ile 
davranmak kabiliyetini edinmeye baþlar . Ýnsan bu niteliklere sahip olduðu 
müddetçe , ruhu gittikçe yaradana benzemeye baþlar ve neticede onun gibi 
olur ki o zaman insan yaradanýn seviyesine çýkmýþ sayýlýr ve yaradanla 
eþit bir duruma gelir . 

Bu noktada bir cümleyi hatýrlatmak çok yerinde olur , Havraya gidenler 
ve gitmeyenlerin de bir kýsmý bilirler , bu cümle ibranice 

Þiviti a þem lenegdi tamid ..

Bu cümle insanýn yaradanla eþit olmak arzusunu dile getirmektedir .

Bu yüzden , kendi kaderini ve bütün dünyayý yönetebilmek için 

engelin diðer tarafýna geçmek için '' YEUDÝ '' , '' ÝVRÝ '' Olmak 
gerekmektedir .

'' Yeudim '' Yahudiler bir millet deðildir , onlar bu dünyayla manevi 
üst dünya arasýndaki engeli aþmak için edindikleri sistemi öðreten 
kimselerdir . Hz. Ýbrahim , kabalayý ve Torayý almadan önce , bu insanlar 
mezopotamyada yerleþmiþ diðer aileler gibi , büyük bir aile teþkil 
ediyorlardý . Bizim genlerimiz ve özellikle Aþkenaz Yahudilerinkiler , gerçek 
Mezopotamyalýlarýn genlerine benzer .

( Daha sonra Pakistandan Fasa kadar bütün topraklarý iþgal edip 
yerleþen araplarý kastetmiyorum) .

Bizler ve baþkalarý arasýnda var olan farklýlýk , Hz. Ýbrahimin ailesi 
tarafýndan belli bir hedefi olan ve uygulanabilir bir Misyonu (Görevi)

yerine getirmek için yaradan tarafýndan seçilmiþ olmalarýndan ileri 
gelmektedir . Misyonumuz , dünyanýn yönetimini ve yaradana olan baðlantýyý 
evvela kendimize sonra da bütün beþeriyete öðretmektir .

Bu misyonu kendine yükleyen herkese ''Yeudi'' Yahudi diyoruz .

Fakat Yahudi diye bir millet kavramý yoktur , çünkü gerçekte baþtan 
beri böyle bir millet yoktu . Atalarýmýz Avraam , Yitshak ve Yaakov'dur 

TARÝH BOYUNCA YAHUDÝLER MANEVÝ YÜKSEK BÝR SEVÝYE ELDE EDEREK DÜNYADA 
MANEVÝ YÖNDEN HÜKMETTÝLERMÝ

YOKSA SADECE GELECEKLE MÝ ÝLGÝLÝ ?



Mýsýrdan çýktýktan sonra , Erets Yisrael , Yisrael topraklarýna 
yerleþtikleri dönemde , birinci ve ikinci Beyt Amikdaþ , yaklaþýk bundan iki 
bin sene evveline kadar , o dönemde yaþayan kabalacýlar , eski dünyayý 
iyi bir durumda muhafaza etmiþlerdir . Fakat o dönemlerde bütün 
beþeriyetin yaradanýn seviyesine çýkmak mecburiyeti henüz yoktu ve Yahudilere , 
diðer milletlere karþý tarihi görevlerini yerine getirmek mecburiyeti 
yüklenmemiþti .

Ýkinci Beyt Amikdaþ yýkýlýp tahrip olduktan sonra , Yahudilerin Misyonu 
sürgüne çýkmak ve dünya milletleri arasýna karýþarak kademeli bir 
þekilde geliþerek , hayvani intibalarýn sevýyesý olan , sadece bu dünya 
zevklerine dalmak arzularýnda deðiþiklik yaparak Manevi hayatý ve realiteyý 
yönetmek olduðunun bilincine varmakla , ADAM Ýntibalarý seviyesine 
çýkmaktýr . 

Yaþamakta olduðumuz çað bilgi çaðýdýr , kabala ilmini özellikle bu 
dönemde evvela kendimiz Hz. Ýbrahimin soyundan olduðumuz için öðrenmeliyiz 
, sonra da bütün beþeriyete bu bilgileri aktarmalýyýz , içimizdeki 
intibalarý deðerlendirmeyi , manevi duyumuzu geliþtirerek üst dünyalara 
geçmek suretiyle , yaradanla baðlantý kurarak , dünya yönetimini elimize 
almalýyýz . 
ISTE BÖÖLE..SEVGILER..A.Levy



--- On Thu, 1/14/10, Erkan Kohen <erkankohen@yahoo.com> wrote:

From: Erkan Kohen <erkankohen@yahoo.com>
Subject: Re: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği
To: domino_etkisi@googlegroups.com
Date: Thursday, January 14, 2010, 10:27 PM

Bir Türk yahudisi olarak bu yazılanlardan nefret duydum...Bizler bu ülkede kendi ülkemiz ve gururlu bir Türk gibi düşünürken ırkçı bazılarınız (yazıyı yazan gibi) Allahından bulsun diyorum..Bu gruptan nasıl çıkılır Allah Rızası için biri yardım etsin..Saygılar...
e.cohen


--- On Thu, 1/14/10, nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com> wrote:

> From: nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com>
> Subject: israil, Yahudi ve TEVRAT gerçeği
> To: oring_profil@hotmail.com, domino_etkisi@googlegroups.com, huzuniklimi@googlegroups.com, mustafaerol2008@gmail.com
> Date: Thursday, January 14, 2010, 1:08 PM
>
>
>
>

>
>  
>
> Nurullah AYDIN
> 14 Ocak
> 2010
>  
>  
> İSRAİL, YAHUDİ VE TEVRAT GERÇEĞİ!                                                            

>  
> Büyükelçi rezaletiyle
> birlikte İsrail ile ilgili yorum yapan yapana. Bu halkın
> ne olduğu ve inancının hangi mesaj içerdiği doğru
> anlaşılmalıdır.
>  
> Bakın; İsrail kelimesinin anlamlarından
> birisi de, Hz. Yakup'un rüyasında Tanrı Yehova ile
> sabaha kadar uğraşmasından mülhem olarak Tanrı ile güreşen, mücadele eden"
> anlamındadır. İsrail kavmi bundan dolayı, haşa,
> Tanrı'ya da meydan okuyan bir millettir. Öyle ki, Yakup
> Tanrı ile güreşmesi sonucu uyluğundan zarar görmüş ve
> topallamaya başlamıştır. Bundan dolayı dindar Yahudiler asla uyluk kemiğindeki eti
> yemezler.
>  
> Balam
> hikâyesinde anlatıldığı üzere; "İsrail
> iş'te ayrı oturan bir kavimdir. Milletler arasından
> sayılmayacaktır." Tanrı Yehova aynı zamanda
> orduların rabbidir. O kızdığı zaman bazen Yahudileri de
> cezalandırabilir ama yeri geldiğinde, kendi seçkin ve
> seçilmiş kavmi olan İsrail milletinin çıkarı ve
> bekası için, bebekten kadına, ihtiyara, eşeğe, ineğe
> velhasıl nefes alan her canlıyı acımadan katletme emri
> verebilir. (Hezekiel)
>  
> Yani tam manası ile
> intikamı rahmetinden, merhametinden, acımasından,
> şefkatinden çok katmerli olan bir Tanrı
> anlayışı ve inancı ile karşı karşıyayız. İşte
> Tanrı anlayışı böylesine intikamcı ve kinci bir
> yorumla Tevhit geleneğindeki anlamından saptırılmış
> bir inancın mensuplarından insanlığa fayda, barış,
> merhamet beklemek herhalde abesle iştigal olsa gerek. Öyle
> ki muharref Tevrat'ın-Tora (kutsal
> kitabın tümü -Tanah) salikleri yeri geldiğinde, yani
> çıkarları ve bitmez tükenmez arzuları tehlikeye
> girdiğinde, Zekeriyye, Yahya, Amos, Hezekiel, İsa gibi
> peygamberleri de katletmekten çekinmezler.
>  
> Yine; içimizdeki
> Yahudi'nin, Roma'ya yürümeye hazırlanan Fatih Sultan Mehmet'i zehirlediği iddiası
> vardır. Yine bir diğer iddia Fatih'i, onu zehirleyen
> Yakup Paşa'nın dedeleri İslam Peygamberini de
> zehirlediği iddiasıdır. Hayber'de Peygamberi zehirleyen kadın Zeynep binti
> Harise Yahudiydi. Öyle ki peygamber hayatı boyunca o
> zehrin etkisinin kendisinde devam ettiğini itiraf etmişti.
> Vefatının nedenlerinden birisi de Yahudi kadının
> verdiği zehrin etkisinden olabilir.
>  
> Şimdi İçimizdeki İsrail'in kısaca profili bu.
> Bazıları tüm Yahudiler böyle değil
> diyebilir. Tabii ki. Fakat Siyonist, ırkçı olmayan
> humanistik ve reformist Yahudilerin Filistin'de acımasız
> katliam yapan Ferisi kökenli Rabbinik/Ortodoks İsrail devlet aygıtı
> üzerinde etkileri yok denecek kadar azdır. Yani insancıl
> olanları en azından öyle görünenleri sadece birer
> istisnadırlar, o kadar. Bu gruplar İsrail devletini
> yönlendiremedikleri gibi, İsrail'e hâkim olan fundamentalist ve entegrist Yahudilik
> anlayışı,  humanistik ve
> reformist Yahudileri dışlamaktadırlar. Geçmişte filozof
> Spinoza örneğinde olduğu gibi, açıkça tekfir
> etmektedirler. Kur'an Ehli kitap içerisinde
> müminlere en azılı düşman olarak Yahudileri
> bulursunuz diye boşuna hüküm
> içermemektedir.
>  
> Bazıları bu
> ayetin konjonktürel olduğunu, yani dönemin Beni
> Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudileri ile ilgili
> olduğunu iddia ederler. Tamam da, tefsirde basit bir yorum,
> tevil ilkesi vardır. Nedir o? Ayetin iniş sebebinin özel olması, hükmünün ve manasının
> umumi, yani genel olmasına mani
> değildir.
>  
> O zaman Yahudiler Peygambere
> amansız düşman idiler de, şimdi dost mu oldular?
>
> Günümüz
> dünyasında Yahudiler kimlere dosttur kimlere
> düşmandır? 
>
>  
> Bazıları diyor ki; Yahudiler Türklere karşı savaşmadılar...
> Oysa; Çanakkale'de Sion Katır Alayı ile İngiliz ve
> Fransızlara destek verdiler. Kanal Harekâtı sırasında,
> İngilizlerle birlikte hareket ettiler. Filistin
> cephesindeki savaşların her aşamasında, Türkler
> aleyhine casusluk yaptılar. Bugün finans kapital destekli
> bazı medya ve paramiliter gruplar
> aracılığı ile milletimizin özgür iradesine, tarihsel
> ve toplumsal değerlerine karşı olabildiğince büyük bir
> şiddetle saldırmıyor mu? İçimizde muharref Tevrat'ın
> sahte Türk kimlikli evlatları var.
>
>  
> Bunlara dikkat edilmezse, bu
> gruplar açık ve seçik deşifre edilip ortaya
> çıkarılmazsa iktidar ve yönetme iradesinin kimde olduğu
> gizemliliğini korur.
>  
> Natorei
> Charta cemaati gibi Siyonist/ırkçı olmayan
> Tanah'ın (Tora-Neviim-Ketubiim) 
> intikamcı, kinci ve katliamcı yorumunu yapmayan Hz.
> İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yusuf gibi büyük peygamberlerin barış, selam, esenlik, aşk, rahmet ve merhamet
> mesajlarına bağlı kalan Yahudiler de var. Ancak bu
> tür Yahudilerin sayısı  o
> kadar az ki..
>  
> Oysa tarih boyunca
> sürgünler yaşayan son olarak İspanya'da Katoliklerin
> katliamına maruz kalırken Türk-Osmanlı hakanı 2.
> Beyazıt tarafında Türkiye'ye getirilen ve yüzyıllarca
> huzur içinde yaşayan Yahudiler gerçeği var. Yine Hazar
> Türklerinden Musevi Türkler var. Son İsrail-Türkiye
> gerginliği ile ilgili açıklamaları, yorumları izlerken
> üzerinde durulması gereken konuları da göz ardı etmemek
> gerekir.
>  
> Günün
> Sözü: Kişinin beyanına güvenme, yanılabilirsin.
> İyi tanı, sonra güven.
>  
>                           
> Windows Live Hotmail:  Arkadaşlarınız
> Facebook'taki güncellemelerinizi doğrudan
> Hotmail®'den görür.
>





[anadoluhaber:37372] Konuşma vakti - Ahmet Altan - Taraf

Posted: 16 Jan 2010 04:04 AM PST

Konuşma vakti

Darbe yolunu açmak için çabalamanın sinsi yolları var.

Eğer askerî bir darbe istiyorsan birinci hedefin “halkın oylarıyla seçilmiş” sivil iktidarın meşruiyetini sorgulanır hale getirmek.

Söylediklerinin gerçek olup olmadığının hiç önemi yok.

“Tek parti”, “sivil vesayet”, “sivil faşizm” laflarını dökersin ortaya.

Bugün bunu deneyenlerin istedikleri havayı bir türlü yaratamamalarının nedeni, medyanın “tek merkezli” bir halden çıkmış olması.

Mantığı ve kalemi, bu “darbe tezgâhtarlarından” çok daha kuvveli olan bir aydınlar grubu, bu sinsi saldırıyı tam cepheden karşılayıp durdurdu.

Bu saçma sapan lafların amacı çok çabuk deşifre edildi.

28 Şubat’taki o “tek ses, tek darbe” döneminde yaptıkları gibi ortak gazete manşetleri ve ortak televizyon programlarıyla “darbe iklimini” yaratamadılar.

Yaratamayacaklar da.

“Patronun parasını kurtarmak” için ülkeyi yangın yerine çevirme projesi tutmadı.

Çok insafsız ve alçakça bir oyundu zaten.

Bir medya patronunun vergi borcunu sildirme uğruna bir askerî darbeye altlık hazırlama işi bütün çirkinliğiyle çıktı ortaya.

Bu “kavramların” 27 Mayıs darbesini hazırlamak için nasıl kullanıldığı, “sivil vesayet”, “sivil faşizm” laflarının manasızlığı, “tek parti” rejimi denen şeyin “muhalefetin olmadığı” bir rejim anlamına geldiği birer birer anlatıldı.

Darbe yaptırmak için kıvrananlar aynı zamanda Ergenekon’u, askerî vesayeti, Kafes Planını da savunmak ya da görmezden gelmek zorunda olduklarından asıl yüzleri çok çabuk çıktı ortaya.

Bu işte olan, “darbe tezgâhına” pey süren genç kalemlere oldu.

Geleceklerini yağlı bir lekeyle kirlettiler.

İnsan üzülmüyor değil.

Yazılarını okuyup, konuşmalarını dinlediğinizde, bir yandan darbenin yol inşaatında çalışırken bir yandan da “demokrat” olarak tanınmak istediklerini görüyorsunuz.

Lenin’in o meşhur lafını bilirsiniz, “küçük bir hatayı büyütmek istiyorsan, o hatayı savun” der.

Bunlarınki zaten büyük bir hataydı, savundukça daha da büyük bir hataya dönüyor.

Halk iradesine karşı çıkmanın, bir yıl sonra seçime gidecek sivil iktidarı darbeyle devirecek bir harekete yol göstermenin, Ergenekon’u savunmanın aslında “demokratlık” olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.

Her yazıda, her konuşmada “zekâ” dozu da biraz daha eksiliyor.

Onlar için yapılabilecek bir şey yok artık.

Gençler ama çocuk değiller, onları parlatıp vitrine koymaya çalışan, arkalarından iten adamların geçmişlerine, ilişkilerine, amaçlarına biraz daha yakından bakmalıydılar.

Vitrinin ışığı gözlerini kamaştırdı.

Ne baktılar, ne de bakmak istediler.

Babıâli bataklığına birkaç parlak insanı daha kurban verdik.

Artık ne onların yapabileceği, ne de onlar için yapılabilecek bir şey var.

Ama “gerçekten” demokrasi isteyen, sağlam bir hukuk sistemi kurulmasını arzulayan, bu ülkenin bütün vatandaşları arasında eşitliğin gerçekleşmesini talep eden, “askerî vesayetin” bitmesini, yargının tarafsızlaşmasını savunanlar için yapılacak çok iş bulunuyor.

Belli ki anayasa değişikliği gündeme geliyor.

12 Eylül’ün o rezil anayasasından kurtulacağız.

Gerçek bir demokrasi isteyenlerin konuşmasının tam zamanı.

Herkes ne istediğini, nasıl bir anayasadan yana olduğunu anlatmalı.

Şimdi somut maddeler üstüne konuşabiliriz.

Konular netleşir.

Öyle soyut korkulardan bulanık tablolar çizmek yerine, açık seçik meselelerimizi anlatırız.

“Devleti” kutsayan, “paranoyak” korkular yaratarak halka kısıtlamalar getiren anayasalardan, “insanı” kutsayan, devleti sınırlayan anayasalara geçeriz.

Bunun yöntemlerini tartışırız.

Bizim anayasaların giriş bölümlerinin, anayasanın kavramının ruhuna uygun olup olmadığını masaya yatırırız.

Asker-sivil ilişkilerini hiçbir yanlış anlamaya yer vermeyecek biçimde çizeriz, halkın iradesini siyasetin belirleyicisi yaparız.

Sadece bir anayasa tartışması olmaz bu, “soyut” korkuları, sahte paranoyaları ortadan kaldıracak bir zihinsel iklimin de yaratılmasına yardım eder.

Sahtekârlığı bitirir.

Herkesin ne istediğini açıkça görürüz.

Bilinçli bir şekilde seksen yıldır bulanık tutulan ilişkileri, kavramları, korkuları keskin ışıklarla aydınlatır, sorunları netleştiririz.

İlk defa siviller eliyle bir anayasa yapmaya doğru gidiyoruz.

Becerebilirsek, hepimiz için büyük bir adım olur bu.

Ondan sonra da artık önümüz açılır, yürür gideriz.


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37371] 7.5 trilyon mercimek ise gerçek miktar ne kadar?

Posted: 16 Jan 2010 04:02 AM PST

7.5 trilyon için bakın ne dedi?

Org. Eruygur'un görevde olduğu dönemde harcanan örtülü ödenek ile ilgili ifade veren paşa, Karun gibi konuştu. Korgeneral Kılınç, hesabı verilemeyen 7.5 trilyon için, “mercimek tanesi” ifadesini kullandı.

--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37384] Baykal aynısını Özal'a da demiş. Hep muhalefette hep aynı tekerleme

Posted: 16 Jan 2010 04:01 AM PST

Baykal aynısını Özal'a da demiş

Sivil vesayet ve diktatörlük tartışmalarına sert tepki gösteren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Aynı oyunu Menderes'e de Turgut Özal'a da oynadılar' sözlerini geçmişteki gazete manşetleri doğruluyor.



Deniz Baykal, 21 Ekim 1989 tarihli Hürriyet Gazetesi'nin manşetinde Özal için 'sivil diktatör' diyor. SHP Genel Sekreteri olarak gazeteye demeç veren Deniz Baykal, o dönemde Özal'ın cumhurbaşkanı olmasını engellemeye çalışıyor. Haberde, Başbakan Özal'a çok sert eleştiriler yönelten Baykal, 'sivil diktatör' benzetmesini, "Özal bu girişimiyle parlamenter rejimin öngördüğü başbakanlığı ortadan kaldırıyor." sözleriyle gerekçelendiriyor. Hürriyet Gazetesi'nin 13 Ocak 1990 tarihli manşetinde de 'Özal'ın tek adam olma hevesi' başlığı yer alıyor. Bu haberde de "Amerika'ya başbakanlığı dönemindeki ekibiyle gidecek olan Cumhurbaşkanı Özal, eskisi gibi IMF yetkilileri, Dünya Bankası Başkanı ve iş çevreleri ile görüşecek. Türkiye adına taahhütlerde bulunacak." deniliyor.


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37376] En Güçlü Muhalefet YARGI

Posted: 16 Jan 2010 04:00 AM PST

Başbakan Erdoğan'dan sert tepki

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hükümet'in ve belediyelerin bazı projelerinin yargı engeline takıldığına işaret ederek, Atatürk Kültür Merkezi (AKM) örneğini verdi.



AKM'nin yeniden yapılması girişiminin mahkeme kararıyla engellendiğine vurgu yapan Erdoğan, "Siz adım atıyorsunuz, yargı pat karşınızda... Ciğerlerimize kadar bize kan ağlatıyorlar." dedi.

Yenilenen Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile çok sayıda sanatçı ve yazarın katılımıyla açıldı.

Açılışta konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yapımı öncesinde gerçekleştirilen protesto gösterilerini hatırlattı.

Erdoğan, "Biz burada inşaata ilk kazmayı vurduğumuzda, inanın bana da başkanıma da kazmayı vurdular. Çünkü, ne söylüyorsak kabul edilmiyor, inanılmıyordu. Sanki biz Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ni yere gömüyorduk. Halbuki durum böyle değildi. Neler söylemediler ki. Buraya cami inşa edeceğimizi bile iddia ettiler. Sanki biz tiyatro düşmanıyız. Ben 1994 yılında Büyükşehir Belediye Başkanı oldum. Bizden öncekilere bir bakın, kaç tane tiyatro sahnesi inşa etmişler? Sanki biz görsel sanatlara karşıyız. Anadolu yakasında Ümraniye'de ilk tiyatro sahnesi Haldun Alagaş'ta yapıldı. Bizim sanata karşı düşmanlığımız olamaz, tam aksine bunu yaygınlaştırırız. Türkiye genelinde tüm tiyatroları yıktığımızı, hepsini kaldıracağımızı söylediler. Böyle bir yaftayı yakıştırmaya, bizimle ilgili böyle bir imaj oluşturmaya kimin hakkı var. 'Tiyatroyu yıkım yerine cami yapacaklar' şeklindeki iddianın neresine cevap vereyim? Bu iddiaları, iftiraları düzeltmeye kalksam bu ülkede taş üstüne taş koyamayız. Çok enteresandır; bu eser yapıldı. Türkiye'de bir ilktir, bu kongre merkezi 11 ayda yapıldı." şeklinde konuştu.

Cemil Topuzlu Sahnesi'nin üstünün kapatılacağını vurgulayan Erdoğan, "Şimdi de Cemil Topuzlu'yu da yapıyoruz. Belli bir mevsimde hizmet vermesini fizbl bulmuyoruz. Cemil Toppuzlu'nun üzerine mobil olarak kapatalım, kışın da kültürel etkinlikleri yapabilelim. Sadece 4-5 ay olmasın. Bütün yıl boyu orada da kültürel etkinlikler yapılsın. Cemil Topuzlu'yu 4 mevsim çalışabilir hale getireceğiz." diye konuştu.

Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) yeniden yapılması konusunda bir takım engeller olduğunu söyleyen Erdoğan, "Daha enteresanını söyleyeyim; Kültür Bakanımızla dertleştik. Çözemediğimiz bir sorun var. Nedir o? AKM. Halkımızın arasında şöyle bir referandum yapılsa kimse şu anki AKM'nin durumundan memnun değildir. Otopark sorunundan içindeki yapısına kadar bu şekilde kullanımsız bir eser olamaz. Biz ne dedik? AKM'nin arkasında, yanında alanlarımız var. Burayı yıkalım, yerine yanındakilerle beraber Taksim'e yakışacak dev bir eseri inşa edelim dedik. Ona da inanmadılar, 'yok dediler, yapmayıp böyle bırakacaksınız' dediler. Yav arkadaş, ben ülkemin düşmanı mıyım? İnsanımızın düşmanı mıyım? Biz millete efendi olarak değil, hizmetkar olarak geldik. Eğer başladığımızda biz bu adımı atabilseydik 2010 açılışına orayı da yetiştirebilecektik. Siz bir adım atıyorsunuz, yargı tam karşınızda. Tabi yargı benim bu ifadelerime kızacak, biliyorum. Niye? olamaz. Yav niye olamaz? Bunu nedenini söyleyin. Proje ise proje, hizmetse hizmet, bu yapılacak, niye olmasın? Ülkeye hizmetse ülkeye hizmet. Bunu biz ülkemiz için yapıyoruz. Ciğerlerimize kadar bize kan ağlatıyorlar, kan. Bunu yapmaya hakları yok." ifadelerini kullandı.


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37386] 312 general avukatı, suçu itiraf etti! - Ali Karahasanoğlu - Vakit

Posted: 16 Jan 2010 03:59 AM PST

 
Ali Karahasanoğlu - Vakit
akarahasanoglu@vakit.com.tr
2010-01-16

312 general avukatı, suçu itiraf etti!
 

“312 general davası”nda, davacıların avukatı Bilgin Yazıcıoğlu, gazetemize önemli bilgiler açıkladı.
Konuyu niye önemsiyorum?
Çünkü bu dava ile, Vakit gazetesinin susturulması planlanmıştı.
Vakit susturulunca, medyada muhalif ses kalmayacaktı.
Bazı Paşaların yaptıklar hataları hatırlatabilecek, ortalıkta kimse kalmayacaktı.
İşte onun içindir ki; bu davayı önemsiyor, dava ile ilgili her ayrıntıyı size aktarmaya çalışıyoruz.
Davanın bir emirle açıldığı; amacın tazminat talebi değil, Vakit’i tümü ile susturmak olduğu ortaya çıkarılmalı ki; medyadaki bazı satılık kalemlerin de, “Generallerimize hakaret ediyorlar, yok mu bunları susturacak” türünden ahlâksızca yazılarının da, aslında emirle yazdırıldığı ortaya çıksın..
Bu kapsamda, generallerin avukatı Bilgin Bey’in sözlerini masaya yatıralım..
Ne diyor Bilgin Bey?
Bilgin Bey diyor ki; “312 general tek tek bana masraf göndermedi. Genelkurmay Adli Müşavirlikten Hıfzı Çubuklu Paşa, bütün generallerin maaşlarından kestirdi, hepsini tek parçada bana gönderdi.”
Benim şahsi tahminim; masrafın örtülü ödenekten karşılandığı.. Bilgin Bey’in, daha vahim bir durumdan kurtulmak için, kendince daha az vahim bir suçu kabul ettiği..
Biz de, Bilgin Bey’in kabul ettiği suç senaryosu üzerinden olaya yaklaşalım..
Burada sorun şu.. Bir devlet dairesinde çalışanlar, toplu olarak bir dava açmak isteseler bile, bunun organizasyonunu devlet yapabilir mi?
Tabiî ki yapamaz. Dolayısıyla, Hıfzı Paşa da, generallerin hemen hemen tamamının katıldığı bir dava da olsa, Genelkurmay’ın asli görev alanı ile ilgili olmayan bir konu için, subayların maaşından kesinti yapamaz.
Yapamaz, yaptıramaz. Yaparsa, suç işlemiş olur.
Şunu da hatırlatalım.. O davaya, dönemin GenelkurmayBaşkanı Hilmi Özkök katılmamıştı.
Hilmi Paşa davaya katılmadığına göre, tüm generallerin maaşından kesinti yapılarak dava masraflarının karşılanması şeklinde bir emir vermesi de düşünülemez.
O halde?
O halde, Hıfzı Paşa böyle bir kesintiyi gerçekten yaptırdı ise, bu işlem keyfî olur. Suç işlenmiş olur. Bunun için de şimdi, Hıfzı Paşa’ya ceza davası açılması gerekir..
Görevi suîistimal, zimmet suçlamalı ceza davasının yanısıra, Ergenekon savcılarını da ilgilendiriyor, olay.. Niye?
Çünkü 312 general davası, Vakit’i susturmak için açılmış ise de, aslında darbe hazırlıkları içinde yer alıyordu. O açıdan, Ergenekon savcıları da, bu “maaş kesintisi”ni incelemeli...
Bilgin Bey’in bu açıklaması, şu açıdan da bir suç itirafı aslında.
Şöyle bir düşünelim..
Mahkeme masrafı için gereken para, generallerin hangi ay maaşından kesildi?
Dava, 30 Ekim 2003’te açıldı. Dolayısı ile o gün harç yatırıldığına göre, en geç Ekim başındaki maaştan kesinti yapılmış olabilir..
İyi de, Ekim başında ödenen maaşlardan kesinti yapıldığına göre, dava açacakların da o tarihte belli olması gerekir!
Ama öyle değil. Jandarma ve Kara Kuvvetleri Eylül ayında, Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri ise Ekim ayı içinde vekaletleri çıkartmış. Dolayısı ile, Ekim ayı başında, daha dava açacak olanlar, en azından Deniz ve Hava Kuvvetleri mensupları açısından belli değildi ki, maaşlarından da kesinti yapılsın..
Bunun tek izahı olabilir: “Generallere kesin emir verildi. Vekaletler zorunlu olarak çıkartıldı. Dava açmak istemeyenlere baskı uygulandı.”
Bu durumda da, kanunsuz emirle karşı karşıyayız demektir.
Gerçekten generaller kendi özgür iradeleri ile dava açmış olsaydılar, önce vekalet verip, sonra maaşlarından kesinti yapılması gerekmez miydi?
Ekim ayında vekalet çıkartan, en azından 150 general olduğundan, bu davacıların resmen bir zorlama ile karşı karşıya kaldıkları açık.
Bunun da araştırılması, yine askerî savcı ve Ergenekon savcılarının üzerine düşüyor.
Ama davanın özgür irade ile açılıp açılmadığını tespit açısından, tazminat davasının görüldüğü Ankara 20.Asliye Hukuk Mahkemesi de, bu konuyu re’sen araştırmalı..
Zoraki bir vekalet çıkartma, harç tahsili tespit ederse, en azından o davacılar için davayı reddedip, suç duyurusunda bulunmalı..



--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37383] Sivil dikta mı... Diktatör senin babandır! - Hasan Karakaya - Vakit

Posted: 16 Jan 2010 03:58 AM PST

 
Hasan Karakaya - Vakit
hasankarakaya@vakit.com.tr
2010-01-16

Sivil dikta mı... Diktatör senin babandır!
 
Gündem yoğun... Hemen hepsi, ayrı bir yazı konusu... Meselâ, Aydın Doğan’ın “zorla getirilme” kararına uyarak, dün mahkemeye gidip “ifade” vermesi!.. Ya da, dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur’un “örtülü ödenek”ten harcadığı iddia edilen “7.5 Trilyon Lira” için ifade veren Korg. Hakkı Kılınç’ın, medyayı suçlayıp “Mercimek tanesi kadar olay yokken, siz büyüttünüz” demesi...
“CHP’nin yeni Tuncay’ı” olarak Uğur Dündar isminin telâffuz edilmeye başlanması!.. Firari Uzan’lardan sonra 312 General’in avukatlığını da yürüten Bilgin Yazıcıoğlu’nun, Vakit’e açılan dâvânın “Emir-komuta” ile yapıldığını itiraf etmesi!.. Genelkurmay’dan mahkemeye gönderilen resmi yazıda; 12 Haziran 2007’de “Ümraniye’deki gecekonduda ele geçirilen el bombaları” konusunda, “Görmedik!.. Duymadık!.. Bilmiyoruz!” anlamına gelecek, “TSK’nın envanterinde kayıp, eksik ve çalıntı mühimmat yoktur” denilmesi!..
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin; sırf “Kutlu Doğum ve Fetih Gecesi” ile ilgili basın açıklaması yapan “19 kişiye toplam 150 yıl hapis cezası” vermesi!.. Ve son olarak; “Demokratik Açılım’da somut bir adım yok” suçlamalarına, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın dün cevap verip, “4 somut öneri” açıklaması...
Dediğim gibi; sadece “dünün gündemi”ne yansıyan bu haberlerin hemen hepsi, ayrı bir yazı konusu... Bu konular üzerinde uzun uzun durmak, “yorum” yapmak mümkün... Ancak, gerek “muhalefet”in gerek “muhalefet yandaşı” olan “soldaş medya”nın bu konularla uzaktan-yakından ilgisi yok!.. Onlar, varsa-yoksa “Sivil dikta!.. Sivil vesayet!.. Tek parti faşizmi” türküsü söylemeye devam ediyor... Sanki, “Bremen Mızıkacıları” gibi “organize” olmuşlar, bir “grup” kurmuşlar, “hep bir ağızdan” bağırıyorlar!..
MADEM ÖYLE; ZİL TAK OYNA!
Yalnız, unuttukları bir şey var...
Bu türküyü söylerken, “kendileriyle tezata düştüklerinin” farkında bile değiller!..
Bir yandan “açılım politikasının AK Parti’nin oylarını erittiğini ve oy oranının yüzde 26’lara düştüğünü” iddia ediyorlar, bir yandan da “sivil dikta”dan dem vuruyorlar!..
Adama sorarlar;
“Bu ne perhiz, bu ne turşu!”
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Moskova’dan İstanbul’a dönüş yolunda dediği gibi;
“Ey Baykal ve yandaşları! Böyle bir durum varsa, AK Parti’nin oyları yüzde 26’lara düştüyse zil takıp oynayacağınıza, sivil diktadan bahsediyorsunuz. Oyumuz 26 veya daha aşağıya düştüyse CHP ile MHP’nin toplamı 40’lara varır.
Durum böyle ise niye ağlıyorsunuz?
Seçimlere kalmış 1.5 sene. Daha yükselirsin. Halk seni seçer. Millet getirirse iktidara gelirsin. Ama iftiralarla bir yere varmak mümkün değil...”
Gerçek de bu değil mi?..
Madem seçimlere “birbuçuk yıl” kalmış ve madem AK Parti eriyor, o halde “ağlama”nın, “zırlama”nın, “diz dövme”nin ne lüzumu var?..
Alırsın oyu, gelirsin iktidara!..
Ama sen ne yapıyorsun?..
Aynen, “gelin olacak kız” gibi davranıyorsun!..
Hani, bir hikâye vardır:
“Evlilik arefesi”ndeki bir genç kıza, sormuş yakınları... “Evliliğe hazır mısın?.. Bir problem yok değil mi?”...
Genç kız;
“Anam, benim kız oğlan kız olduğumu söylüyor ama, benim pek umudum yok” diye cevap vermiş!..
Demek oluyor ki;
Kızın “oynaş”larından, “aşna-fişne”lerinden anasının haberi yok...
Haberi olsa, herhalde “kız oğlan kız” demezdi.
“CHP ve yandaşları” da aynı durumda!..
Dışarıdan birileri, “Ha gayret!.. Oylarınız yükseliyor!.. İktidara geliyorsunuz!” diye habire “gaz” veriyor ama görünen o ki, CHP’nin “iktidar umudu” yok!..
Olmayınca da, “çamur” atıyor;
“Sivil dikta!.. Tek parti faşizmi!”
DEMEK Kİ; KALE, CHP’NİN ELİNDE!
Adama sorarlar;
“Sivil dikta nedir?..”
“Tek parti faşizmi nasıl bir şey?”
Öyle ya;
Bir “iddia” ortaya attığında, “delil” göstermen lâzım!
Peki, var mı bir delilleri?..
Var!!!..
Diyorlar ki;
“Hükümet, yargıyı ele geçirmeye çalışıyor!.. Yargıyı ele geçirip, kendilerinin kapatılmasını önlemek için Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirecekler!.. İstedikleri hakimi, istedikleri yere getirebilmek için de HSYK’nın yapısını değiştirmeye çalışıyorlar!”
Gülünç iddialar!.. Çünkü bu iddiaların “doğmamış çocuğa don biçmek”ten hiçbir farkı yok!..
Ama, şu da var:
“İddia”nın içinde, “itiraf” da var!..
Öyle ya;
AK Parti iktidarı eğer “yargıyı ele geçirmeye” çalışıyorsa, demek oluyor ki, yargı halen “ele geçirilmiş” durumdadır!..
Demek oluyor ki;
Orada “birileri” vardır!..
Hele söyleyin;
Askerler, “kuşattıkları bir kale”yi niye ele geçirmeye çalışır?.. Çünkü, içerisi “dolu”dur!.. Evet, “askerlerle” doludur!..
“Boş” olsa, niye ele geçirmeye uğraşsınlar ki!.. Giderler, otururlar içine!..
CHP ve yandaşları, “yargı”yı da bir “kale” olarak görüyor ve “ele geçirilmeye” çalışıldığını iddia ediyor!..
Yargı bir “kale” ise, demek oluyor ki, içinde “CHP askerleri” var!..
“Teslim olmamak” için de, savaşıyorlar!..
Peki, “CHP’nin askerleri” acaba ne zaman ele geçirmiş, “yargı kalesi”ni?..
Herhalde Mehmet Moğultay zamanında...
Malûm;
Mezhebi kimliği ile öne çıkan Mehmet Moğultay, “yargıda sol kadrolaşma”dan şikâyet edenlere karşı “kem-küm” etmek yerine, “dik bir duruş” sergilemiş ve aynen şöyle demişti:
“Evet, hükümeten sınavlı beş bin kişilik kadro çıkarttım. Bu kadroları örgütüme vermeyip de, MHP’ye ve RP’ye mi verseydim? Seyfi Oktay ve benim dönemimde de iki bin hakim aldık. Bu aldığımız kadrolar, ileride yeşerecek demokrat insanlardır. Yaptığım suçsa, bu suçu işlemeye devam edeceğim. Ben yılmayacağım, bu makamı da terk etmeyeceğim.”
Anlaşılan o ki;
CHP ve yandaşları, geçmişte “Moğultay tarafından ele geçirilen kaleleri”ni teslim etmemek için mücadele veriyor bugün!..
Ama, o “kale”nin, halen “CHP işgali altında” olduğunu “itiraf” ettiklerinin farkında bile değiller!..
Uzun lâfın kısası;
Bir yerin, eğer “ele geçirilmeye çalışıldığı” iddia ediliyorsa, durum şudur: “O yer, iddia sahibi tarafından zaten ele geçirilmiştir!.. Kale, onların elindedir!”
“MİLLÎ ŞEF”İ NE ÇABUK UNUTTULAR?
Bu durumda; hangi “dikta”dan, hangi “faşizm”den bahsediyorsun ki?..
“Diktanın önde gideni” sensin!..
Bundan alâ “faşizm” mi olur?..
Kaldı ki;
“Dikta” ve “faşizm” ile suçlanacak “ne” yapmıştır AK Parti?..
Milletin “eşek sırtında” veya “kağnı” ile yolculuk yaptığı, “derme-çatma bina”larda oturduğu yıllarda, “Millî Şef İsmet İnönü” gibi “Beyaz Tren’lerle seyahat” mı etmiş, “Dolmabahçe Sarayı”nda ikâmet mi etmiştir?..
AK Parti kurmaylarının yerinde ben olsam, sadece bu olayı “delil” gösterir, “Baykal ve yandaşları”na derdim ki;
“Diktatör senin babandır!”
Evet, “dikta” suçlamasına maruz kalacak ne yapmıştır AK Parti?..
“Terörle mücadele” için kullanılması gereken “örtülü ödenek” paralarını, “ETÖ yandaşları”na peşkeş mi çekmiştir?.. Dahası, “hesabı verilemeyen 7.5 Trilyon Lira” için; “7.5 trilyon ne ki?.. Mercimek tanesi kadar bir parayı niye büyütüyorsunuz?” mu demiştir?!?..
“Dikta” adına, ne yapmıştır AK Parti?..
Bir yandan, “Karakolların yerinin değiştirilmesi için ödenek ayrılmadı” diye yakınırken, bir yandan da “askerî helikopterle, ailece Artvin’e piknik yapmaya” mı gitmiştir?..
AK PARTİ DİKTA KURSAYDI!
AK Parti, eğer “faşizan emeller” taşısaydı, eğer “diktatörlük özlemi” içinde olsaydı, bunu “bugün” yapmaz, 7 yıl önce “iktidara geldiği ilk günlerde” yapardı!..
Almanya ve İtalya örneklerinde olduğu gibi, “iktidara geldikten 6-7 ay sonra” hemen kolları sıvar, bırakın “Yüksek Yargı”yı, ortada “kanun” bile bırakmaz, hepsini kendi lehine değiştirirdi!..
Tabiî, “yargıç”ları da, çoktan hapse atardı!..
Dahası, ortada “rakip parti” de kalmazdı!.. Hepsi ya kapatılır, “tasfiye” edilir, ya da yasaklanırdı!..
Ama, son 7 yılda, bunların hiçbiri yaşanmadı Türkiye’de!..
“Yargı” hem yerli yerinde duruyor, hem de “Demokles’in kılıcı” gibi sallanıyor “AK Parti iktidarı” üzerinde!..
Böyle bir manzaraya rağmen, hâlâ “Tek parti diktası” veya “Sivil faşizm”den dem vuranlar, bana öyle geliyor ki, “aynada kendilerini görüyorlar!”
Ya da, “İsmet baba”larını!..
================
Ele geçirme, ele verme!
AK Parti, iktidara geldikten sonraki ilk bir yıl içinde, tüm Türkiye genelinde sadece 230 bürokratı değiştirdi. CHP, bu 230 bürokrat değişikliği için, “Türkiye’nin yörüngesi değiştiriliyor” diyerek yaygara kopardı. Ancak aynı CHP, 1994-1995 yılında sadece Adalet Bakanlığı’nda 5 bin personeli değiştirmişti.
28 Temmuz 1994 ile 6 Ekim 1995 tarihleri arasında Adalet Bakanlığı yapan Mehmet Moğultay, eleştiriler karşısında açıkça meydan okumuştu:
“Ne yani; MHP’lileri ve Refahlıları mı atasaydım?”
ANASOL-M Hükümeti bile iktidara geldiği ilk 6 ayda, bin kişinin yerini değiştirdi. Bir taraftan MHP, bir taraftan DSP, diğer taraftan ANAP, istedikleri noktalara kendi adamlarını getirirken, AK Parti tek başına iktidar olmasına rağmen bürokratlarla fazla oynamadı!..
Şurası, açık bir gerçek: “Devleti ele geçiren” CHP’dir!.. Genel olarak, “bürokrasiye egemen” olan da “CHP kafası”dır!..
“Ele geçirme” yaygaraları “CHP’yi ele vermeye” yeterlidir!..



--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

AW: [anadoluhaber:37375] Kılıçdaroğlu'ndan İsrail'e destek!

Posted: 16 Jan 2010 03:40 AM PST

Asadıdakı söylemi. israile destek olarak sunmak.!!! Gercekten ilginc, bu yaklasım, rehabilitasyona muhtac diye degerlendiriyorum.

--- Dr. Tarık Ziya - Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyo <tarik.b.ziyad@gmail.com> schrieb am Mi, 13.1.2010:

Von: Dr. Tarık Ziya - Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyo <tarik.b.ziyad@gmail.com>
Betreff: [anadoluhaber:37349] Kılıçdaroğlu'ndan İsrail'e destek!
An:
Datum: Mittwoch, 13. Januar 2010, 20:01

Kılıçdaroğlu'ndan İsrail Krizine İlginç Yorum: AK Parti Ektiğini Biçiyor
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin İsrail ile Yaşadığı Diplomatik Krizle İlgili AK Parti İktidarını Suçladı.


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
--
Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin

__________________________________________________
Do You Yahoo!?
Sie sind Spam leid? Yahoo! Mail verfügt über einen herausragenden Schutz gegen Massenmails.
http://mail.yahoo.com

[anadoluhaber:37369] KANSER TEDAVİSİNDE KEÇİ BOYNUZU PEKMEZİ KULLANILIYOR!!!

Posted: 16 Jan 2010 03:40 AM PST

KEÇİBOYNUZU PEKMEZİ NEDİR?

Anadolu'da bazı yörelerde harnup olarak da bilinir.
Yeryüzünün en eski bitkilerinden olup anavatanı olarak Güney Anadolu, Suriye, Kıbrıs, Yunanistan, İspanya, Fas, Tunus, Cezayir, Filistin ve Libya olup
memleketimizde, Antalya, Mersin, Silifke, Datça dolaylarında yaklaşık 1500 km2lik sahil şeridinde doğal olarak yetişmektedir.



Keçiboynuzu, yetişmeye başladığı ilk 15 yıl meyve vermeyen bir bitkidir. Meyveleri ilk başlarda yeşil olup, olgunlaştıkça kahverengileşen ve tam olgunlaşınca parlak kahverengi renk alır.

Keçiboynuzunun en büyük özelliği nefes darlığına ve vücudun direnç kazanmasına  karşı oldukça etkili olmasıdır.

Keçiboynuzunun nefes darlığına karşı etkili olan etkin maddesi hemen hemen başka hiçbir bitkide bulunmamaktadır.

Bu etkin madde aynı zamanda bazı alerjik astım rahatsızlıklarında öylesine etkilidir ki;
derhal sonuç almak mümkün olabilmektedir.

Ayrıca alerjinin neden olduğu nefes darlığı problemlerinde büyük bir başarıyla uygulanabilir .

Keçiboynuzunun içerdiğigallik asit insan sağlığı üzerinde öylesine çok yönlü özellikleri olan bir maddedir ki,

Bu özelliklerinden bazıları aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.


analgesicAğrı kesici

AntiallergenicAlerjiye karşı

AntiasthmaticAstıma karşı

AntibacterialBakteri yok edici

AntibronchiticBronşite karşı

AnticancerKansere karşı

AntihepatotoxicKaraciğeri toksinden arındırıcı

AntioksidantSerbest radikalleri yok edici

ImmunostimulantBağışıklık sistemini güçlendirici

AntiviralMikroplara karşı

AntisepticAntiseptik

Cancer-preventiveKansere karşı koruyucu

AntinitrosaminicNitrozamin yok edici

BronchodilatorBronş genişletici AntipolioÇocuk felçine karşı

Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi gallik asit çok yönlü bir maddedir.

Bu maddenin belirtilen bu özelliklerini artıran ve takviye eden keçiboynuzunda bulunan promotor maddelerdir.

Akciğer ödemine karşı keçiboynuzu pekmezi desteği bulunmaz bir imkandır.

Balgam söktürücü gücü ve astım a karşı olan tedavi edici gücü çok fazladır. Gribal enfeksiyonlara karşı vücudu korur.

Sigara içenler keçiboynuzu pekmezine  başladıktan bir iki gün sonra nasıl balgam çıkardıklarını hayretle gözleyeceklerdir.

Keçiboynuzu pekmezi, insanlığın korkulu rüyası akciğer kanserini%90 oranında önleme gücüne sahiptir.
Özellikle sigara içen insanlarda akciğer kanserine yakalanma riskinin ne kadar yüksek olduğu,
bu konuyla ilgili hemen her klinik deneyde ortaya konmaktadır.

Keçiboynuzu pekmezi akciğer kanserini önleyen mükemmel bir pekmezdir.

 
 Keçiboynuzu pekmezinde  kolestrol bulunmaması ayrı bir avantajdır.

Kaffein ve theobromine içermediği içinde tansiyon problemi olanların rahatlıkla kullanabilecekleri bir bitkidir.

Fosfor ve kalsiyum bakımından zengindir.
Bu nedenle osteoporoz rahatsızlığı (Kemik Erimesi) olanlara kalsiyum ihtiyaçlarının karşılanmasında çok iyi bir destekleyicidir. --------

 

 

KEÇİBOYNUZU (HARNUP) PEKMEZİ

Faydaları:

* Gribal enfeksiyonlara karşı vücudu korur, Direnç kazandırır.

*Kalsiyum bakımından çok zengindir (sütün 3 katı)

*İçindeki E vitamini sayesinde; öksürüğe, gribe, kemik erimesine ve kansızlığa iyi gelir

* Balgam söktürür,göğsü yumuşatır,bronşları açar, sigara tiryakileri için faydalıdır ve nefes darlığına oldukça etkilidir.

(Alerjik nefes darlığı çekenlere ısrarla keçiboynuzu pekmezi tavsiye edilir.)

*Yüksek ham selüloz etkisi ile bağırsak rahatsızlıklarına ve gastrite etkilidir.

Mide ve bağırsak gazlarını dışarı atarak mide şişkinliğini giderir .

Bağırsak kurdu, tenya, solucan gibi bağırsak parazitlerini temizler.

Mideye kuvvet verir.

*Yüksek mineral ve vitamin içeriği ile de diş ve diş etleri üzerinde çok olumlu etkileri vardır.

* Yüksek doğal şekerler , zengin mineraller (özellikle çinko) ve vitaminler (A , B , B2, B3, D) içeriği dolayısıyla doğal güç ve besin kaynağıdır.

*Yüksek sodyum ve potasyum içeriği sayesinde tansiyon, karaciğer ve akciğer üzerine çok yaralı etkileri bulunmaktadır.

Kanın zehirli maddelerini temizler.

*İnsanlığın korkulu rüyası akciğer kanserini %90 oranında önleme gücüne sahiptir.

*Kalbe faydalıdır, kalp çarpıntısını önler*İnsan vücuduna giren radyasyonu dışarı atar

 

Üretimini yaptığımız keçiboynuzu (harnup) pekmezi ve diğer pekmez çeşitlerimiz %100 doğal olup ilave şeker vb hiçbir katkı maddesi içermemektedir.

 

Herkese sağlıklı bir hayat dilerken, sağlık mutluluk ve esenlikler temenni ederiz.

 

www.zilepekmezi.com

[anadoluhaber:37385] TÜRKİYE BU YANGINI SÖNDÜREBİLECEK MİDİR?/www.soruyusormak.com

Posted: 16 Jan 2010 03:03 AM PST

Yargıtay Başkanı,
- Ateş bacayı sardı, diyor... Yangın büyüyor!..
Devletimizin "yargı" erkinde çıkan yangın, bacayı sarıp, yapının
tümünü kuşattı, diyor...
Bu söz, ciddiye alınması gereken bir tespittir
Yargıtay, hep bildiğimiz gibi, "yargı" erkinin en üstündeki bir kurum...
Ülke içindeki tüm mahkemelerin kararlarını irdeleyip, yanlışlarını
düzelten, en ehil, en bilgili, en üst merci...
İşte yangından söz eden bu merciin de en üst kişisidir.
Yangının bacayı sardığından yakınan bu merciin başkanıdır.
Hasmı ile girdiği hukuk mücadelesini kaybettiği için tepki gösteren
sıradan bir yurttaşın dar açısından yapılan bir değerlendirme değildir
bu...
Kişisel çıkardan azade, kazanıp kaybetmenin dışında yer alan objektif
bir "hakem"in, hukukun en üst makamında oturan önemli bir adalet
insanının uyarı yüklü bir tespittir karşımızda duran...
Bir an için belleklerimizi gözden geçiriyoruz... Ve iki yıl öncesine
gidiyoruz
Bugünkü yangını çıkartan küçük, ama önemli kıvılcımların üzerine
tutuyoruz projektörlerimizi..
Ne görüyoruz?..
Milli Güvenlik Kurulu'nun (sivil) başkanlığı koltuğunda oturan bir zat-
ı muhterem, Amerika'da çok önemli ve çok değerli ve çok verimli
geçtiğini söylediği resmi temasları sonrasında düzenlediği basın
toplantısında şöyle konuşuyor:
- Türkiye'de hâkim ve savcıların eğitilmesi gerekiyor...
Ve devam ediyor "sivil" başkan:
- İran operasyonu yaklaşırken, Türkiye'deki ABD karşıtları
susturulacaktır.
İşin en önemli yanı, bu sözlerin sahibi olan kişinin, "Milli"
güvenliğimizden sorumlu kurulumuzun başkanı olması...
Peki, ekselanslarının bu açıklamaları yaptığı yer neresi?..
- Amerika!
Yani, tüm dünyada milli nitelikteki direnişlerin baş belası, saldırgan
bir emperyalist Devlet...
Gelin, bir de bu açıdan bakın ülke gerçeklerimize...
İstiklal (Bağımsızlık) Savaşımız sırasında da İstanbul hükümeti ve
Padişah, İngiliz'den yana olmayı ve Yunan Ordusu'nun Anadolu'yu
işgalini meşru sayıp... Kuvayı Milliyecileri susturmaya çalışmıyor
muydu?..
Çalışıyordu...
Peki şimdilerde neler oluyor bu güzelim ülkede?.. İşte malum medyanın
yürüttüğü "a-simetrik" psikolojik savaş doğrultusunda olup/bitenlerin
düğümü bu sorunun yanıtı içinde gizlidir.

Yan: [anadoluhaber:37388] IL BSK TOPLANTISI

Posted: 16 Jan 2010 02:38 AM PST

AMAN HAA  . sakın  sakın  yine eski  oyunlarınızı sahnelemeye  kalkışmayın.  şunu  iyi görünki artık  bu millet  canbaza bak canbaza  numaralarını   yutmuyor,   merhum  ADNAN MENDERES   gibi  bir  deyerli  karekter sahibini.  . 33 numara  bir masonla  aynı  kefeye  koymanızı  ve partinize  payanda yapmanızı  asla ve asla kabullenmiyor  ve kabullendiremiyeceksiniz. .  bu ülkeye  yapılabilmiş  en büyük hainlikler  emperyalizmin uşakları masonlar tarafından  yapılmış olduğunu  artık çok iyi biliyor  .   ALLAH cc. ın lanetlediyi bir  millete  yandaşlık ve uşaklık heveslilerini  artık  bu milletn  büyük çoğunluğu  biliyor.   sizler  partiniz  gerçekten  merhum MENDERESİN  mirasının  devam ettiricileri iseniz . kesinlikle  masonlardan  uzak durmak  ve bunu kamu oyuna  kabulenecekleri bir açıklıkla  açıklamak  zorundasınz.  aksi halde    partiler  mezarlığından  yerinizi  tekrar  hazırlamak  durumundasınız.   bırakın şu   bayrak ezan  vatan palavralarını.   masonların bu  ilkelere , sıloğanlara  gizlenerek  ülkeye  ve halka yaptıkları düşmanlıklarını    bu halk artık  biliyor.    bu kadar  pişkinliyin sonucu  tencerenin dibi  tutar  içindekilerde  çöpe atarlar.  bu  ülke    ve halkı artık  size asla  iktidar  hatta  mecl,ise girme vizesi  vermiyecektir.  hayal ile  yoktur alışverişim  her  ne dersem görüp bilipte  söylemişim  .   yanlış  yönleri kendinize kıble ediniş durumdasınız   bu halkın  kıblesi sizinkine  uymuyor.    müslimana salyangoz pazarladığınızı  bu halk  ve bilhassa NUR cular  cemaati   çok iyi   öyrendi artık.    bir daha masonların  dolmuşuna  binmeye hiç ama hiç  niyetleri  yok. geçti borun pazarı  sür     e .........    niğdeye. .    EH NE DİYELİM  EDEN BULUR  DÜNYASINDA YAŞIYORUZ.  İLK SEÇİMDE  EKTİYİNİZİ  BİÇECEKSİNİZ    bekliyelim  ve görelim  inş.   mevla görelim neyle neylerse güzel eğler.   daha söyliyecek pek çok  şey var ama  anlıyana sivrisinek saz anlamıyana davur zurna çalsan gelir   AZ.      size  gerçekten  doğrulmalar  temenni ederim   .  belki  bu ülkeye faydanız dokunur.   selam ile.                           --- 14/01/10 Per tarihinde doğru yol partisi <dyp.gnmrkz@gmail.com> şöyle yazıyor:

Kimden: doğru yol partisi <dyp.gnmrkz@gmail.com>
Konu: [anadoluhaber:37340] IL BSK TOPLANTISI
Kime: yilmazergul@gmail.com, ayse_akyurek01@hotmail.com, ayhan.kiskac@hotmail.com, dincergokce81@hotmail.com, batuhansezerhaberanaliz06@gmail.com, tevfikdiker@gmail.com, vcelikbas@gmail.com, aydinmenderes@ttnet.net.tr, aydin.menderes@tercuman.com.tr, sirri.cebeci@tercuman.com.tr, sirriyuksel.cebeci@tercuman.com.tr, bpamir@htgazete.com.tr, faltayli@htgazete.com.tr, sonkibar@gmail.com, anadoluhaber@googlegroups.com, INFOSOLBIRLIK@yahoogroupes.fr, erzincan-kemaliye-egin-grubu@googlegroups.com, fbila@milliyet.com.tr, ydonat@sabah.com.tr, akalyoncu@aysemkalyoncu.com.tr, info@bolununsesi.com, info@anayurtgazetesi.com.tr, info@lpghaber.com, info@ebmhaber.com.tr, info@f5haber.com, iletisim@partiler.org, haber@bugun.com.tr, haber@aksam.com.tr, haber@internethaber.com, bilgi@bolugundem.com, bilgi@boluolay.com, bilgi@aktifhaber.com, nihansert@gmail.com
Tarihi: 14 Ocak 2010 Perşembe, 0:32

DOĞRU YOL PARTİSİ
GENEL MERKEZİ
www.dyp.com.tr
 

DYP Genel Merkezi

Basın Bülteni       :                                                                         Ankara, 14.01.2010

 

"DYP İL BAŞKANLARI TOPLANTISI" NIN 2.Sİ ANKARA'DA YAPILDI. TOPLANTININ GENEL MERKEZDE YAPILAN BİRİNCİ BÖLÜMÜNDE İL BAŞKANLARI ORTAK BİR BİLDİRİ YAYINLAMIŞTIR :

 

(Toplantının Aldino Otel'de yapılan yemekli 2.bölümündeki Genel Başkan Çetin Özaçıkgöz'ün 1,5 saatlik konuşmasının YAZILI METNİ www.dyp.com.tr internet adresinden alınabilir)

 

         Bugün partimizin İl Başkanlarının yanı sıra Genel Başkan, Genel Başkan Yardımcıları ve Genel İdare Kurulu üyelerinin katılımı ile "DYP 2.İL BAŞKANLARI" toplantısı yapılmıştır.

         Toplantıda partimizin yeniden iktidara yürüyüş çalışmaları ve hazırlanan projelerin partinin muhatap olduğu saygıdeğer kamuoyu ile paylaşmamız gereken sorunları gözden geçirilmiştir.

         Ülkemizin iç ve dış sorunlarına yönelik olarak hazırlanan raporlar gözden geçirilerek alınması gerekli önlemler konusunda Akademik bir Komisyon kurulmasına karar verilmiştir.

         Doğru Yol Partisi'ni yeniden iktidara getirme ve yeniden şahlanış hareketimizin en önemli toplantılarından birini teşkil eden bu toplantıda sırasıyla aşağıdaki maddeler belirlenmiştir.

1)     Doğru Yol Partisi, 27 Mayıs 2007 de RED-Dİ MİRASCILAR tarafından ihanete uğrayan, logosu değiştirilerek kıratı sola döndürülen, misyonu terk edilen, Menderes ve Demirel çizgisinden çıkartılarak % 2 oy oranlarına düşürülen ama bunlara rağmen Genel Başkanımız Av.Çetin Özaçıkgöz tarafından yeniden kurularak bayrağı yeniden 54 ilde dalgalandırılan partidir.

2)     Doğru Yol Partisi her türlü dinsel, etnik, kültürel, mezhepsel ve bölgesel ayrımcılığa karşıdır. Atatürk ilkeleri ile Anayasal düzen ve Hukuk sisteminin yanında halkımızın milli değerlerine de saygılıdır.

3)     Doğru Yol Partisi tarih ve destanlar yazan bir partidir, muhalefete alışmamış iktidara alışık olan bir partidir. Bunun farkında olarak çalışmalıyız.

4)     Doğru Yol Partisi demek, rahmetli MENDERES demektir, barajlar kralı Türkiye'nin mimarı DEMİREL demektir. Bu iki büyük devlet adamının misyonları, üzerinde hiçbir partinin logosunu taşımayan, rengini Türk bayrağından alan kıratın temsilcisidir.

5)     Doğru Yol Partisi demek, yaptığı tüm ekonomik değerleri ile Türkiye'yi yaratan parti demektir. İşçinin, köylünün, esnafın, memurun, tüccarın, emeklinin, dulun partisi demektir. Doğru Yol Partisi lekesiz tertemiz bir parti demektir.

6)     Bugünkü Doğru Yol Partisi iktidara aday, iktidara gelmek için SANDIKTA HALKLA RANDEVULAŞMIŞ bir partidir.

7)     Doğru Yol Partisi, ülkenin tüm değerlerinin yitirilmesine, kardeş kavgasına başlanmasına, tüm yatırımların satılmasına meydan vermiş olan mevcut hükümetten milleti kurtaracak partidir.

8)     Çağın yükselen değerleri ile milletimizi buluşturmaya kararlıdır.

9)     İsmini bizzat 9.Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'in koyduğu Doğru Yol Partisi'ni yeniden iktidar yapmaya kararlıdır.

 

Doğru Yol Partisi İl Başkanları olarak yüce milletimize şunu arzetmek isteriz.

         Son günlerde ülkemizde meydana gelen yeni siyasi yapılanma, birleşme gibi varsayımlarla, daha düne kadar doğal liderimiz Sayın Süleyman Demirel'in yasağının kalkmasında en çok mücadele ettiğimiz parti ile birleşmelerle, misyona ihanet edercesine SOL SİYASET yaparak başarılı olunamaz.

         Başarının tek yolu misyona ihanet etmeden, DYP çatısı altında toplanmaktır.

         Başarının tek yolu Türkiye'nin mimarı olan, halen eserleri satılarak ayakta durulabilen, mevcut üniversitelerin, barajların, yolların, köprülerin, hastanelerin, dev tesislerin altında imzası bulunan doğal liderimiz Süleyman Demirel'in yakın mesaisinde, gençlik teşkilatında, Güniz sokakta yetişmiş Çetin Özaçıkgöz'ün Genel Başkanlığında Doğru Yol Partisi çatısı altında toplanmaktır.

         Doğru Yol Partisi Milli Barışın, gelişmenin, kalkınmanın, demokrasinin, refahın teminatıdır.

         Yeniden kurduğumuz Doğru Yol Partisi'nin seçime girebilme yeterlilik şartlarını Şubat ayında tamamlayarak, Milletimizin karşısına çıkacağız.

         MİLLETİMİZLE SANDIKTA RANDEVUMUZ VAR…..

         Tüm parti teşkilatımıza ve kamuoyuna saygı ile duyururuz.

 

         Doğru Yol Partisi

Kurucu İl Başkanları.

 

GENEL BAŞKAN ÇETİN ÖZAÇIKGÖZ'ÜN KONUŞMASI.

 

          DYP nereden geliyor ve nereye gidiyor? Büyük ve köklü geçmişi, geleceği, unutulmayacak yatırım ve hizmetleri olan DYP, neden barajın altına düştü? Bu soru zaman zaman, Merkez Sağ neden çöktü? diye de sorulmaktadır.

          Acaba Merkez Sağ gerçekten çöktü mü?

          Yoksa Merkez Sağ ile özdeşleşen DYP barajın altına düştüğü için mi, Merkez Sağ'ın çöktüğü zannediliyor.

          Türkiye'nin önümüzdeki 10 yılının kurtarılabilmesi için Merkez Sağın ve DYP'nin durumunu çok iyi tahlil etmek gerekmektedir. Yani neden böyle olmuştur? İşte bu sorunun cevabını tesbit etmeden ne Merkez Sağı ne de DYP'ni ve en önemlisi de Türkiye'yi layık olduğu yere oturtamayız. Bugün gelinen noktanın sebebini doğru tesbit ve teşhis ettiğimiz taktirde, çözüm yollarımız ve tedavi yöntemlerimiz de isabetli olacaktır.

          MİSYON ve VİZYON

          Misyon ve vizyon, DYP'nin vazgeçemeyeceği dayanaklardır. Sadece misyon veya sadece vizyon partiyi başarıya ulaştıramaz.

          Misyon, geçmişte iktidar olduğumuz zaman yaptıklarımız ve söylediklerimizdir. Vizyon ise parti programı, iktidar olduğumuz zaman hükümet programına yansıyacak olan seçim beyannamesidir.

Yani misyonumuz geçmişte yaptıklarımız, vizyonumuz ise gelecekte yapmak istediklerimizdir.

Geleceğe ait program, seçim beyannamesi her partide vardır, olmaması düşünülemez. Ama bizde hem geleceğe ait program (vizyon) hem de geçmişte yaptıklarımızın bilançosu mevcuttur.

Seçmen önce vizyona değil, misyona bakar.

Etrafınıza bakın, bugüne kadar bütün seçimleri gözlerinizin önüne getirin. Komşularınızın, arkadaşlarınızın arasında seçimlerde önce herhangi bir partinin seçim beyannamesini, geleceğe ait kitapçıklarını okuyup araştıran ve bunlara göre kararını verip, oyunu sandığa atanı hiç gördünüz mü? Görmemişsinizdir çünkü zannedildiği gibi seçmen, partileri gelecekte yapacaklarına göre değil, geçmişte yaptıklarına veya yapmadıklarına göre değerlendirir.

Bu görüş ve düşüncelerimizden dolayı hiç kimse, geleceğe ait plan, program ve projelerimizin olmadığı veya bunları iktidar olduktan sonra düşüneceğimizi zannetmesin. Tam tersine Türkiye'nin geleceği ile ilgili Eğitim, Ekonomi, Sağlık, Tarım, Sanayi, Turizm, Denizcilik (Balıkçılık, deniz nakliyatı, gemi yapımcılığı) ve çağımızın en büyük sorunu olan Enerji konusundaki gerçekçi, faydalı ve kalıcı projelerimizi zamanı gelince milletimizle paylaşacağız.

Bu projelerimizi ortaya koyduğumuz zaman seçmenin vaatlerimize inanabilmesi ve bize güven duyabilmesi için geçmişte neleri ve nasıl yaptığımızı bilmesi şarttır. Bugün, doğrular yanlışlara karışmıştır. Yaptıklarımızı bilmeyenlere anlatmak, unutanlara hatırlatmak birinci derecede görevimizdir. Zaten bizi her zaman iktidar yapan ve geçmişle bağlarımız koparıldığı için de bizi terk eden taraftarlarımızın yeniden yuvaya dönmelerini, onlarla yeniden kucaklaşmamızı sağlayabilmenin başka bir yolu da yoktur.

Sayın Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanlığına çıkmasıyla birlikte aktif siyasetten ayrılmasından sonra, sonraki yöneticilerin Demirel'in izinden ayrılması ve  DYP'nin geçmişinden, köklerinden yani misyonundan farklı bir politika ortaya koymaları düşüşün fitilini ateşlemiştir.

Yeni bir kimlik arayışı ve geçmişimizin üzerine konan zımni reddi miras, partimize her zaman destek, güç ve oy vermiş taraftarlarımızı partiden soğutmuş ve kopartmıştır. Yok oluşun sebebi sadece budur.

İşte onun için biz öncelikle misyonumuz ve geçmişimiz üzerindeki bu zımni reddi mirası kaldırıyoruz. Biz Rahmetli Adnan Menderes'in Demokrat Partisi'nin, Sayın Süleyman Demirel'in Adalet Partisi'nin 23 Haziran 1983'de Zincirbozan yollarında kurulan Doğru Yol Partisi'nin ta kendisiyiz.

Seçmen sandık başına gittiği zaman isabetli bir karar verebilmesi için geçmişin muhasebesinin milletin önüne konması gerektiğine inanıyoruz.

MİSYONUMUZUN FOTOĞRAFI

Biz üç isimden meydana gelen tek bir partiyiz. Rahmetli Adnan Menderes ile simgeleşen 1946 DP'si, Sayın Süleyman Demirel ile simgeleşen AP ve DYP.

Son zamanlarda yöneticileri tarafından önce misyonu terk edilen DYP, bu yetmiyormuş gibi 27 Mayıs 2007 tarihinde Büyük Kongrede bir de DYP ismi terk edildi ve tabelaları indirildi. Bu Büyük Kongrenin delegesi olduğum halde böyle bir karara oy veremeyeceğim için kongreye gitmedim. Daha sonra, benim teklifim üzerine bazı kurucu arkadaşlarım ile ertesi günü 28 Mayıs 2007 tarihinde DYP'nin yere atılan kırat bayrağını yerden kaldırdık.

Bu bayrak yere bırakılmamalıydı. Çünkü bu bayrak rahmetli Adnan Menderes'in Sayın Süleyman Demirel'in bayrağıydı.

7 Ocak 1946 yılında kurulan Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 yılında milletimiz tarafından iktidara getirildi. 1954 ve 1957 seçimlerini de kazandı.

O güne kadar sadece "Cumhuriyet" ile yönetilen Türkiye, bizim misyonumuz sayesinde "Demokratik Cumhuriyet" ile yönetilmeye başlandı.

Fakat milletin hep iktidar yaptığı Adnan Menderes'i 27 Mayıs 1960 darbesi ile, 38 cuntacı iktidardan indirdi. Yassıada'da düzmece bir mahkemede sözde bir yargılama yapılarak Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildiler. Sözde yargılama diyorum çünkü önce Karar verilmiş, sonra da yargılama yapılmıştır. Hasan Polatkan'a son savunması dahi yaptırılmamıştır.

Adnan Menderes, Anayasa'ya aykırı kanun çıkarttığı gerekçesi ile suçlanmıştı. Oysa ki bu yargılama tarihinde Anayasa Mahkemesi kurulmuş değildi. Yani Menderes'in çıkarttığı kanunların Anayasa'ya aykırı olup olmadığına Anayasa Mahkemesi değil, cuntacılar karar vermiş idi.

14 Mayıs 1950 den 27 Mayıs 1960 darbesine kadar geçen 10 yıllık iktidar döneminde rahmetli Menderes büyük bir kalkınma gerçekleştirmiştir.

1 Milyar 250 milyon liralık (eski para birimi ile) bir bütçe ile işe başlayan Menderes, 13 köyünde elektrik olan, kağnı ile seyahat eden, öküz ve karasapan ile tarım yapan, yolu olmayan, okulu olmayan, öğretmeni olmayan, hastanesi olmayan, doktoru olmayan, sanayisi olmayan bir Türkiye devralmıştı.

Büyük bir kalkınma hamlesine girişen Menderes, şehirlerarası yolları, barajları, fabrikaları, limanları, rakip partinin bütün muhalefetine rağmen milletin hizmetine sunmuştur. Barajlardan hem elektrik elde ediliyor hem de tarım için sulama yapılıyordu. Tarımla uğraşan kesim karasapan ve karaöküzden kurtulmuş ve traktöre kavuşmuştur. Köylünün ayağından çarık çıkmış, ayakkabıya kavuşmuştur.

Kaymakamlığın, Valiliğin önünden geçemeyen hatta Ankara'ya sokulmayan insanlarımız artık Kaymakamın, Valinin kapısını çalıp dertlerini söylemeye başlamış, milletvekilleri ve bakanlar vatandaşın ayağına gider hale gelmiştir.

Yani "Yeter Söz Milletindir" sloganı fiiliyata dönmüştür.

Halk sadece vergi istenen, askere çağrılan bir toplum olmaktan çıkmış, kendisi devletten bir şeyler isteyen ve yönetimde söz sahibi olan bir toplum haline gelmiştir.

Her seçimde % 50 nin üzerinde bir oy alan Adnan Menderes 27 Mayıs 1960 darbesinden 1,5 yıl evvel yapılan yerel seçimlerde de % 72 oy almıştı.

1950'den 1960 darbesine kadar tam 10 yıl bir siyaset adamı, bir devlet adamı, bir Başbakan gibi değil, gecenin saat üçünde dördünde beşinde, seher vakti, sabah namazı bir şantiye şefi gibi Türkiye'nin imar ve kalkınma hareketlerine katılmaktan başka bir suçu ve günahı olmayan Menderes, seçimle değil 38 kişinin silah zoruyla iktidardan düşürülmüştür.

Dış politikada da büyük ataklara girişen Menderes, Türkiye'yi NATO'ya sokmuş, (NATO'ya girişimiz sırasında da tıpkı AB gibi "almazlar" deniliyordu) Avrupa Konseyi'nin "Kurucu Üyesi" yapmıştır.

Kıbrıs'ın elimizden çıktığı bir zamanda 1959 ve 1960 tarihlerinde Londra ve Zürih Antlaşmalarını sağlayarak, Türkiye'nin Kıbrıs üzerinde garantör devlet olma hakkını sağlamıştır. Türkiye, Kıbrıs çıkartması ve halen orada asker bulundurma hakkını bu antlaşmalar sayesinde elde etmiştir. Bunu da Menderes'e borçludur. Hatta bu antlaşma çalışmaları sırasında uçağı, Londra'da düşmüştür.

Bu zaman zarfına Rahmetli Menderes, Türkiye'nin Ekonomik Kalkınma ve Demokrasi Destanı'nın BİRİNCİ cildini yazmıştır. İşte bu yüzden geçmişin muhasebesinin milletin önüne konması gerektiğine inanıyoruz.

ADALET PARTİSİ ve SÜLEYMAN DEMİREL DÖNEMİ

Darbe ile yok edilmeye çalışılan büyük hizmet kervanı pes etmemiş ve 11 Şubat 1961'de DP'nin devamı olarak Adalet Partisi kurulmuştur. AP bizim yani DYP'nin, devamı olmakla övündüğümüz parti adıdır.

1961 seçimlerinde 450 sandalyeli Millet Meclisine 165 milletvekili sokan AP, 1.ve 2..İnönü koalisyonlarına iştirak etmiş fakat 3.İnönü hükümetine girmemiştir.

Kurucu Genel Başkanımız Emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın vefatından 6 ay sonra yapılan AP 2.Büyük Kongresinde 28 Kasım 1964 tarihinde parlamento dışından Sayın Süleyman Demirel Genel Başkanlığa seçilmiştir. 75 gün sonra 13 Şubat 1965 tarihinde Bütçe Müzakereleri sonunda yapılan oylamada Demirel'in girişimleri neticesinde bütçeye red oyu verilmiş ve 3.İnönü Hükümeti düşürülmüştür. Demirel Milletvekili olmadığı için AP Genel Başkanı olarak hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı tarafından kendisine verilememiştir. Bunun üzerine bağımsız Kayseri Senatörü Suat Hayri Ürgüplü'nün başkanlığında kurulan Koalisyon Hükümetine AP iştirak etmiş ve Sayın Demirel bu hükümette Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevini üstlenmiştir.

8 ay sonra 10 Ekim 1965 de yapılan seçimde, milli bakiyeli seçim sistemine rağmen Demirel liderliğindeki AP, oyların % 52,9 unu alarak 450 sandalyeli Millet Meclisi'ne 262 milletvekili sokarak tek başına iktidar olmuştur. Demirel sanayi ve kalkınma hareketlerine Menderes'in bıraktığı yerden devam etmiştir. 13 Milyar 400 Milyon (eski para birimi ile) liralık bir bütçe ile yatırımlara girişen Demirel, bugüne kadar yapılan yolların, barajların, fabrikaların, rafinerilerin, hidroelektrik santrallerinin, üniversitelerin % 80 ini başlayıp bitirmiştir. 57 Üniversitenin altında imzası vardır. Hastanelerin % 60'ı Demirel zamanında yapılmıştır.

Kalkınma planlarında % 7 lik bir kalkınma hızı tesbit edilmiş olmasına rağmen AP iktidarında plan ve program hedefleri aşılarak, sanayi sektöründe % 9 luk, tarım sektöründe % 11 lik kalkınma hızına ulaşılmıştır. 5 yıllık fiyat artışları % 5 olmuştur. Ve millet enflasyonun ne kendisi ile ne de enflasyon adı ile tanışmamıştır. OECD ülkeleri arasında dünyada kalkınma hızında Japonya'dan sonra ikinci geliyorduk. AP İktidara gelmeden önce kalkınma hızı % 3,9 ve % 4,6 idi.

Kalkınma planında devlet sektörü için emredicilik, özel sektör için yol göstericilik prensibi hakimdi.

Karma ekonomi gereği bir taraftan Azot fabrikaları, Seydişehir Aliminyum Tesisleri, İskenderun Demir Çelik Fabrikası, rafineriler, barajlar gibi büyük devasa yatırım ve tesislerin temelleri atılıyor, diğer taraftan biten tesisler işletmeye açılıyordu. Hür teşebbüse önem ve destek verilerek yapılan yatırımlarla Türkiye bir şantiye yerine çevrilerek baş döndürücü bir şekilde yurt kalkınması sağlanıyordu.

Tarım kesiminde "yeşil plan" uygulanarak çiftçiye ucuz tohum, ucuz gübre, ucuz mazot, ucuz ilaç, ucuz traktör ve techizat, ucuz kredi ile barajlardan gelen sulama sayesinde tarım kesimi ve dolayısıyla bütün Türkiye altın devrini yaşıyordu.

1966'da Keban Barajı yapımına başlanarak, 1,5 senede tamamlandı.

Ayrıca bu dönemde 5 Milyon dönüm hazine arazisi topraksız köylü ailelerine dağıtılmıştır. Sosyal hüviyetli kanunlar çıkarılarak, sosyal adalet ve sosyal barışa büyük katkılar yapılmıştır ki, bunları daha sonra açıklayacağız.

İnönü hükümeti zamanında 1964 yılında Kıbrıs'a gitmek üzere havalanan savaş uçaklarımızın benzin sıkıntısı ve ABD Başkanı Johnson'ın bir mektubu ile yoldan geri döndürüldüğü hala daha unutulmamıştır.

Başbakan Demirel Hava, Deniz ve Kara Kuvvetleri olmak üzere ordumuzun vurucu gücünü kuvvetlendirmiştir.

1965'de iktidara geldiğimiz zaman Deniz Kuvvetlerimizin 2 tane çıkartma gemisi (Onaran ve Donatan), Türkiye'nin 10 tane helikopteri ve 150 paraşütü vardı.

Ekonomik kalkınmayı, yatırımları hızlandıran Demirel, diğer taraftan da Türk Silahlı Kuvvetlerine büyük güç katıyordu.

Nihayet 1967'de Rumlar Kıbrıs'ta 33 köyümüzü yakıp yıkmışlardı. Kıbrıs'a askeri müdahale için TBMM'den karar çıkartan Başbakan Demirel, askeri harekatı hemen başlatarak birliklerimizi güney sahillerimize nakletmeye başlamıştı. Bunun üzerine işin çok ciddi olduğunu gören yabancı devletlerin Başbakanları, Dış İşleri Bakanları Ankara'ya kadar gelerek "Siz ne istiyorsanız söyleyin, biz yerine getirelim, yeter ki kan dökülmesin. Savaş çıkmasın" diyorlardı. Bunun üzerine Demirel kendilerine şu isteklerimizi sıralamıştı :

1)     Yakılan yıkılan 33 köyümüze derhal tazminat ödensin,

2)     Kıbrıs'ta bulunan 15.000 Yunan Subayı ve askeri Ada'dan derhal çıkartılsın,

3)     Rumların elinde bulunan büyük miktardaki Çek yapısı bütün silahlar Ada'dan çıkartılsın.

            Bütün isteklerimiz derhal yerine getirilmiş ve Türkiye'de de havadan ve denizden Kıbrıs'a yapılacak olan müdahaleyi durdurmuştur.

            İşte 1974'de yapılan Kıbrıs çıkartması, Adnan Menderes'in sağlamış olduğu Londra ve Zürih Antlaşmalarının Türkiye'yi uluslar arası alanda Kıbrıs'a garantör devlet olma hakkını kazandırması ve Demirel'in de Kıbrıs'taki 15.000 Yunan Subay ve askeri ile Çek yapısı silahlardan arındırılması ve ordumuzu güçlendirmesi sayesinde olmuştur.

           Televizyon, Boğaz Köprüsü ve Muhalefet.

  1968'de Demirel Türkiye'ye televizyonu getirdiği zaman muhalefet buna karşı çıkmıştı. MÖ 300 yılında Pers İmparatoru Darins, daha sonra II.Abdülhamid ve Adnan Menderes tarafından hayal edilen Boğaz Köprüsü'nü gerçekleştirmek için çalışmalar başlatan Demirel yine muhalefetin hışmına uğramıştı. Muhalefet ve bazı yazarlar köprünün lüks olduğunu, buraya yapılacak masrafın doğuya kaydırılmasını talep ederek insanların duygularıyla oynamaya çalıştılar.. Halbuki gereken parayı, Avrupa Yatırım Bankası köprünün yapılma şartı ile veriyordu. Yani Avrupa Yatırım Bankası krediyi köprüye veriyordu. Muhalefetin aklı ile hareket edip köprüden vazgeçilseydi, ortada zaten doğuya kaydıracak para da olmayacaktı.

   Muhalefet "zengine köprü, fakire kolera" sloganını kullanıyor, köprü çalışmalarını başlatan Demirel'i ise Mimarlar ve Mühendisler Odası'ndan atmaya kalkıyordu.

   Bütün bunlara rağmen, merkezi ABD'de bulunan "Uluslar arası Karayollar Federasyonu" iki kıtayı birleştirdiği için Demirel'i 1974'de dünyada yılın Devlet Adamı seçmişti.

   Birincisinin yapılmasına karşı çıkılan köprünün, şimdilerde üçüncüsünün dördüncüsünün nereye yapılması gerektiği tartışılıyor.

            Anayasaya, kanunlara ve demokrasiye ne kadar ve nasıl bağlı olduğumuzun bir göstergesi olarak Demirel'in "Yollar yürümekle aşınmaz" sözünü de bu arada gündeme getirmek istiyorum.

            1968 de kredi, yurt, burs gibi konularda isteklerini dile getirmek isteyen öğrenciler, yürüyüşler yapıyordu. Bu sırada 5 Kasım 1968 de AP Ankara İl Kongresi yapılıyordu ki; Başbakan Demirel Genel Başkan sıfatıyla bir konuşma yapmak üzere kongrede bulunuyordu.

            AP Ankara İl teşkilatının Sefer ağabeyi kürsüde yapmış olduğu konuşmada "Sayın Başbakanım, bu gençler yine yürüyorlar, toplumun huzurunu bozuyorlar, bunları durduralım" diye konuşmasını bitirmişti. Bunun üzerine konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen Demirel, konuşmasının bir bölümünde bu konuya değinerek "Demokrasi ile yönetilen ülkelerde toplantılar ve yürüyüşler yapılır, bunlardan rahatsız olmaya gerek yoktur" diyerek her zaman ceketinin sol iç cebinde taşıdığı Anayasa'yı çıkartıp 28.maddeyi aynen okuyarak "Önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılır" demiş ve o günkü 172 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'nun fertlere bu hakkı verdiğini söyleyerek her zamanki espritüel haliyle tarihe geçecek "Korkmayın, yollar yürümekle aşınmaz" demiş ve salondaki tansiyonu düşürmüştür.

            12 Ekim 1969 seçimlerinde de, AP % 47 oy alarak 257 milletvekili çıkartmış, yine tek başına iktidar olmuştu.

            Anayasa ve Muhalefet

            İktidar döneminde AP, bu Anayasa ile ülkenin idare edilmesinin mümkün olmadığını söylediği gibi 1969 seçim kampanyasında seçmenden, bu Anayasanın (1961) değiştirilebilmesi için gerekliği çoğunluğu istiyordu. Çünkü mevcut Anayasa, bir Emniyet Müdürünü terfien dahi olsa değiştirme yetkisi vermiyordu.

            Böylesine yetkisiz ama sorumlu hükümet anarşiyi nasıl önleyebilirdi. Çünkü 1968 deki masum ve kanuni yürüyüşler yerini 1969 sonunda anarşiye dönüşme istidatı gösteriyordu. O günkü muhalefet ise "Anayasanın kılına dokunursanız, gökkubbeyi başınıza yıkarız" diye karşı çıkıyordu.

            Ve 12 Mart 1971'de Genel Kurmay Başkanı ve 3 Kuvvet Komutanı'nın imzası ile bir MUHTIRA geldi. "Hiç değilse Parlamentoyu açık tutalım" düşüncesi ile Demirel Başbakanlıktan istifa etti.

            40 yıllık CHP'li Nihat Erim, partisinden istifa ederek bağımsız oldu ve hükümeti de kurdu. AP olarak bizde hükümete 5 bakan verdik. Erim hükümeti bütün partilerin desteğini alarak büyük bir oyla güvenoyu almıştı. Sıkıyönetim, Parlamentonun tamamı, Sendikalar ve basın arkasında olmasına rağmen 15 gün sonra yapmış olduğu basın toplantısında "Bu Anayasa lükstür, bu Anayasa ile ülkeyi idare edecek biri varsa gelsin, bu Anayasa'nın değişmesi şarttır" demiş ve akabinde 56 maddesini değiştirmiştir.

            Halbuki aynı Erim, 10 ay evvel 10 Mayıs 1970 de Milliyet Gazetesi'nin 2.sayfasındaki "Düşünürlerin Düşüncesi" sütunlarında "Bu iktidar Anayasa'yı değiştirmek istiyor, bu Anayasa ideal bir Anayasadır, değişmesine izin vermeyeceğiz. Değişmesi gereken Anayasa değil Demirel'dir" diye yazıyordu.

            Erim Hükümetinin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Topaloğlu, Bakanlığı'nın ilk icraatı olarak bizim plan-projesini yaptığımız, finansmanını temin ederek ihaleye çıkarttığımız ve inşaatlarına başladığımız barajları, bir genelge yayınlayarak durdurmuştu. Durdurmuştu ama bu yüzden de elektrik sıkıntısı başlamış ve Türkiye Bulgaristan'dan elektrik almak mecburiyetinde kalmıştı. 12 Mart 1971 Müdahalesi ile hizmet kervanının yolu bir kere daha kesilmişti.

            1973 seçimleri sonunda CHP-MSP koalisyonu kurulmuş, Ecevit'in Başbakanlığında Necmettin Erbakan'ın Başbakan Yardımcılığında Nisan 1975'e gelinmiştir. 12 Mart 1971 Muhtırası ile Nisan 1975'e kadar ülke ekonomisi ilerleme sağlayamamış rutin işler yürütülmüş, Kıbrıs çıkartmasından sonra Türkiye'ye konan ekonomik ambargo ile döviz sıkıntısı içinde olan Türkiye'yi sırtlamak yine Demirel'e düşmüştür.

            1975 ilkbaharında 1.Koalisyon hükümetini daha sonra 2.koalisyon hükümetini kuran Demirel bir taraftan ambargolarla bir taraftan da döviz sıkıntısı ile mücadele ederken diğer taraftan yatırımları canlandırmaya gayret sarfediyordu.

            13 Nisan 1977'de GAP Projesi'ni yine Sayın Demirel başlatmıştır.

            1977 sonunda meşhur Güneş Motel operasyonuyla AP'den 11 Milletvekili istifa ettirilip Ecevit'in kuracağı hükümette Bakan oluyordu. 1978 başında AP'den istifa ederek bağımsız kalan 11 milletvekiline Ecevit tarafından Bakanlık verilmiş ve bu şekilde Meclis'de güvenoyu alabilmiş ve iktidar olabilmişti.

            22 ay sonra Ekim 1979'da 5 milletvekilliği için yapılan ara seçimlerde AP % 55 oy alarak 5 milletvekilinin 5'ini ve aynı gün yapılan Senato seçimlerinde oyların % 47 sini alarak 50 Senatörlüğün 33'ünü kazanmıştır.

            Ecevit'in "Milletin teveccühü Demirel ve AP'ne yönelmiştir" diyerek hükümetten çekilmesi üzerine 182 Milletvekili olan AP Genel Başkanı Demirel azınlık hükümetini kurmuştur.

            1979'da AP azınlık hükümetinin zamanında başlattığımız Kars Şeker Fabrikasını 1991'de iktidara geldiğimiz de biz bitirdik. Yani bizim iktidarda olmadığımız 1980-1991 arasında 11 yılda bitirilemedi.

            1980 yılında 10 aylık azınlık hükümetinin Başbakanı olan Demirel % 107 lik bir enflasyon, yağ, şeker, benzin, sigara kuyrukları devralmıştır. Demirel bütün kuyrukları kaldırarak, 12 Eylül yönetimine enflasyonu % 107'den % 28'e indirerek devretmiştir. 12 Eylül 1980'den sonra ise hiçbir üretim tesisi yapılmadı. İhracat patlaması yaptık diye övünenler, bütün ihraç edilen malların Demirel zamanında yapılan fabrika ve sanayi tesislerinde üretildiğini görmezden geliyorlardı. 12 Eylül 1980'den itibaren Demirel'i Hamzakoy'a daha sonra Zincirbozan'a gönderdiler. Yasakladılar, susturdular. Ama vicdanları susturamadılar. Demirel'in Türkiye'ye kazandırdığı bir zamanların rüyası olan televizyonda da, bütün milletin Demirel aleyhine beyinleri yıkanmış, birçok güçlükler çıkarılmış olduğu halde Büyük Türk Milleti O'nu yine iktidar yaparak, kendisini yok etmek isteyenleri yerle bir etti.

            1980 darbesi öncesinde, sıkıyönetime rağmen anarşinin engellenemeyip de, darbeden  sonra bir günde nasıl engellendiği konusuna fazla değinmeyeceğim.

            DEMİREL SONRASI DYP

            Sayın Demirel'in Genel Başkan olarak son katıldığı 1991 seçimlerinde % 27,5 oy ile birinci olan DYP, Demirel'in aktif siyasetten çekilmesinden sonra 1995 seçimlerinde % 19, 1999 seçimlerinde % 12 ve 2002 seçimlerinde % 9,6, isim değiştikten sonra da sırasıyla % 5,4 ve % 3,6'ya neden düşmüştür. İşte bu sorunun cevabını verebilirsek çareyi buluruz ve DYP'yi tekrar iktidara getirebiliriz.

            Eğer tek bir seçimde oy kaybetmiş olsaydık, "siyasi ve ekonomik konjöktürde bir dalgalanma oldu, önümüzdeki seçimlerde telafi ederiz" diye düşünebilirdik. Ama bir tek seçimde değil, 4 Genel Milletvekili ve ayrıca yerel seçimlerde sürekli olarak oy oranı ciddi bir şekilde düşmüştür.

            Misyonumuza her zaman destek veren oy veren kitle, partiyi tanıyamaz hale gelmişti. Eski, sağlam ve tutarlı olan misyonumuzun terk edilişi, yeni bir kimlik arayışından memnun kalmayan taraftarlarımız her seçimde partiden soğuyarak uzaklaştılar ve koptular. Halbuki siyasette geçmiş geçmişte kalmıyordu. Partinin arkasından bir gölge gibi takip ediyor, bazen adımlarını hızlandırarak başarılı veya başarısız partilerin önüne çıkıyordu.

            Bizim önümüze çıkacak olan geçmişimiz, bizim övünç kaynağımızdır. Geçmişi ile yüzleştiği zaman gurur duyacak olan siyasi partiler arasında bir tek biz varız.

            "Geçmişte nasıl yaptıksa, nasıl başardıksa, yine öyle yapacağız yine öyle başaracağız" diyebilecek parti sadece DYP'dir. Çünkü geçmişte yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır.

   Bu kadar muhalefet ve kesintilere rağmen Sayın Süleyman Demirel, Türkiye'nin Ekonomik Kalkınma ve Demokrasi Destanı'nın İKİNCİ cildini yazmıştır.

            Türkiye'de Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Destanı üç cilttir. Birinci cilt Adnan Menderes, ikinci cilt Süleyman Demirel tarafından yazılmıştır.

            İşte biz, bu destanın üçüncü cildini yazmaya talibiz. İnşallah üçüncü cildi yazmak DYP'ne kısmet olduğu taktirde Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Destanı tamamlanmış olacaktır. Bu destanın yazılıp tamamlanması ile herkese daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük daha fazla refah payı vaadimiz yerine getirilmiş olacaktır.

            VİZYONUMUZU YAKINDA AÇIKLAYACAĞIZ.

            Misyonumuzun destek vereceği, değişen dünya şartlarına uygun vizyonumuzu yani iktidar olduğumuzda hükümet programına yansıyacak geniş parti programımızı, plan ve projelerimizi, seçim beyannamemizi yakında açıklayacağız.

            Açıklamalarımızda sadece neleri yapacağımızı değil, neleri nasıl yapacağımızı ve finans kaynaklarını nasıl temin edeceğimizi de açıklayacağız.

  MERKEZ SAĞIN TEK TEMSİLCİSİ DYP.  

            Biz 60 yıldan beri Merkez Sağ'dayız. 1960-1980 yılları arasında Türkiye'de partiler yelpazesi aşırı soldan aşırı sağa kadar çok genişti. Bu yelpaze içinde gerek o tarihlerde ve gerekse bugünkü partiler aşırı soldan aşırı sağa kadar alanda yer almıştı. Ama biz her zaman Merkez Sağ'da durduk. Başka yerlerde duran partilerin ortaya koymuş oldukları politikalara bakınca bugün Merkez Sağ'da yer alma çabası içinde olduklarını görülüyor.

            Biz ülkenin hür teşebbüsle kalkınacağını söylediğimiz, özel sektöre teşvikler getirdiğimiz zaman, bizi eleştirenler, bir toplantıda bir iş adamının elini dahi sıkmayanlar bugün hür teşebbüse karşı değiller. Avrupa Birliği'ne karşı olanlar bugün karşı değiller. Onlar doğruyu bularak değiştiler. Değişmeyen yalnız biziz. Her zaman olduğu gibi bugün de hür teşebbüs diyoruz, serbest piyasa ekonomisi diyoruz, kalıcı ve faydalı yabancı sermaye diyoruz.

            60 yıldan beri yapmış olduğumuz mücadele ve politika, gerek dünyanın ve gerekse Türkiye'nin gelmiş olduğu noktada ne kadar doğru ve haklı bir politika yapmış olduğumuzun ispatıdır. Çünkü Türkiye'de bütün partiler, bizim yıllardır söylediklerimizi söylemeye başlamışlardır. Diğer taraftan Güney Amerika ülkeleri haricinde dünyada demokrasi ile yönetilen ülkelerdeki iktidarlar, Merkez Sağ politika uygulamaktadırlar.

            Onun için diyoruz ki ; "Merkez Sağ'ın tek ve samimi temsilcisi biziz"

            DYP, doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle Türkiye'nin ortak paydasıdır. Özlenen DYP iktidarı yakındadır.  

            Milletimiz sabırlı olsun,

            Hepinize katılımlarınızdan ve çalışmalarınızdan dolayı teşekkür ederim.

 

            Av.Çetin ÖZAÇIKGÖZ

            Genel Başkan.

 

--
Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin


Yahoo! Türkiye açıldı!
Haber, Ekonomi, Videolar, Oyunlar hepsi Yahoo! Türkiye'de!
www.yahoo.com.tr

[anadoluhaber:37381] 16.Ocak.2010 Kafkasya Bölgesi Haber Özetleri

Posted: 16 Jan 2010 02:27 AM PST

Kukla Kadirov'un 2010 Planı; Umarov'u Öldürün
Çeçenya'daki Mürted çetenin başı Rus kuklası Ramzan Kadirov gene her zaman olduğu gibi zırvaladı ve emrindeki mürted polis çetesine 2010 yılı planını bir toplantıda açıkladı: Umarov'u öldürün !
Baş Kukla Kadirov, 11.Ocak.2010 tarihinde emrindeki diğer kukla yönetimin İçişleri Bakanlığında bir toplantı yaptı ve diğer kukla yandaşı İçişleri Bakanı Alkhanov'a  "2010 yılında ilk önceliğin, Kavkaz Emirliği Emiri Dokku Umarov'un öldürülmesidir" emrini verdi. Kafirov Kadirov, 2009 yılında İçişleri Bakanlığının çete elemanlarını da bu arada överek, "2009 yılında Militanlara karşı başarılı operasyonlar yürütüldüğünü, iyi sonuçlar aldıklarını ve en az 150 militanı yok ettiklerini" söyledi.


haberin devamı... www.shamilonline.org

****

İnguşetya Nazran'da Mürted Polislere İki Ayrı Saldırı Yapıldı; 4 Ağır Yaralı, 2 Ölü Var

Shamilonline'nin İmarat Kavkaz İnguşetya sektörü haber kaynaklarından edindiği habere göre, Dün (14.Ocak) akşam saatlerinde (yerel saat ile 19:20 sıraları) İnguşetya Nazran'ın merkezinde 10 dakika arayla Kukla MVD yönetiminin çeteci mürted polislerine iki ayrı saldırı yapıldı ve 4 mürted polis ağır yaralandı 2'si olay yerinde öldü.


haberin devamı... www.shamilonline.org
****
 
Kadirov: Putin için 100 kez ölürüm

Rus güdümlü Çeçen Başkan Ramzan Kadirov, patronu Rusya Başbakanı Vladimir Putin’e sadakatini bu kez “Onu kötü bir duruma düşürmemek için Kadirov 100 defa ölür” sözleriyle ortaya koydu.

Cersia.ru’dan Elena Sevrükova’ın soruların yanıtlayan Kadirov, Çeçenya’da federallerin çıkardığı engeller yüzünden iş yapamadığından da yakındı. İşte Kadirov’un Kadirovca sözleri:

 


haberin devamı... www.shamilonline.org

****

[anadoluhaber:37374] İsrail, Nezaket Kuralları ve Devlet İlişkileri yazan: Mersin İlinden Burak CANLI

Posted: 16 Jan 2010 12:29 AM PST

İSRAİL, NEZAKET KURALLARI VE DEVLET İLİŞKİLERİ yazan: MERSİNDEN BURAK CANLI

 

Bu satırları yazacağımı bana bundan 10–15 yıl önce söylemiş olsalardı büyük ihtimalle inanmazdım. Nedense Ülkemi bu yaşanan son gelişmeler ışığında tam olarak haklı görmekte zorlanmaktayım. Düşünün ki ben kendimi bir Vatan Sevdalısı olarak niteleyen birisiyim. İnsan odaklı olmam ve insana olan sevgim ise kuşku götürmez bir gerçektir.

 

Oysa tüm bunlara rağmen Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir’e girişi görmemiş olsam da hiç aklımdan çıkmamaktadır. Bana daha ilkokulda anlatılan ve belleğimde yerini alan şu olayları sizlere hatırlamam da yarar olacaktır. İzmir yanmıştır. İzmir harap bir şehir haline gelmiştir. Veya İzmir yanmamış ve harap bir şehir haline gelmemiştir. Esas olan İzmir Yunan Türk’ler arasında geçen bir öyküdür. Evet, bu öyküde İzmir’i Yunanlılar elinden kaybetmiştir. Belki onlar dahi İzmir’i kaybettiğini anlamakta zorluk çekmişlerdir. Belki onlar için bir zaman meselesiydi.

 

Bu hususlar üzerine Yunanlılar son olarak İzmir’i terk etmiş ve gitmişlerdir. Hikâyenin devamın da ise Mustafa Kemal gelmiş ve ayağının altına serilen Yunan Bayraklarının toplanmasını ve her Ülkenin inanışlarına saygı gösterilmesini tembih etmiştir. Yunanlılar en az diğer milletler kadar şerefli ve sağlam insanlardır. Yunanlılarla yapılan ve henüz belki de bitmemiş bir savaş ortadayken Mustafa Kemal içinde insan sevgisi olan biri gibi davranmış ve doğru davranışının güzelliği bu günlere kadar taşınabilmiştir.

 

 Mustafa Kemal’in bu gibi durumlarla pek defa karşılaştığını düşünmekteyim. Örneğin Çanakkale Savaşında yüz binlerce insanın hayatına mal olan taraflar için Mustafa Kemal hepsi bizim evlatlarımız demiştir. Evet, bu gün için Anzak olarak tabir edilen insanlar aynen denildiği gibi bizim insanlarımızdır. Bugün için Çanakkale Savaşı artık çok geriler de kalmıştır. İzmir’in kurtuluş günlerinin üzerinden çok sular akmıştır. Ama halen değişmeyen ve doğruluğu hep aynı kalacak bir şey vardır ki o da saygıdır. Nezakettir. Ulvi duygulardır.

 

Savaşlar kötüdür. Ölümler hiç iyi değildir. Silahlar zararlıdır. Düşününüz ki bir sigara paketinin üzerinde dahi insanı öldürür yazarken bir silahın üzerinde bunun yazmaması nasıl bir mana taşımaktadır. İnsanoğlu karşı konulamaz bir şekil de zararlı diye sigaraya savaş açmıştır. Ama ister savunma isterse de öldürme amacıyla yapılan silahlar nedense dokunulamazlar arasındadır. İşin boyutu nükleer olunca başka olmayınca başka anlayışı terk edilmeli ve riyadan uzak durulmalıdır. Riya kötüdür.

 

Bu yüzden Ülkeyi temsilen gidilen bir toplantı da Ülke adına beyanlarda bulunan Ülke Liderinin Tüm Ülke bunu arzulasa da kamuoyunca nezaketsiz olarak nitelendirilen hal ve tavırları, sonuçlarını taraflar için kan olarak fatura edecek olursa bunda şaşılacak durum nedir.

 

Çok eski yıllarda da anlatılan bir hikâye de Türklerle Çinliler barış yapmışlardır. Ama ne olmuşsa olmuş ve Çinli Yetkililer savaş çıkarmak istedikleri için türlü bahaneler yaratmaya gayreti içine girmişlerdir. Eskilerden beri öte gelen Türklerde at, ok, avrat kavramları namusu temsil ettiğinden dolayı tutup Türk Liderden atını istemişlerdir. Bunun üzerine beyler, savaşçılar demiş olmaz böyle şey savaşalım. Türk Lider hayır demiş ve at benim siz karışmayın deyip vermiş atını. Az uz demeden at gitmiş. Avrat gitmiş. Ok gitmiş. Netice de savaş çıkmamış. Ama iş toprağa gelince toprak benim değil bu yüzden de savaşırız demiş. Ve savaşa tutuşmuşlar. Bu söz konusu savaşta öncelikle itiraf etmeliyim ki sonuç ne olursa olsun ne ben ne sen ne de o kazandı. Ama uygulama da ki görünen şey Devlet Adamının doğru kararlarıydı.

 

Sonuç olarak nezaket kurallarına uygun hareket etmek bir zorunluluktur. Karşıda ki kişi kendisine nezaketli bir şekil de hareket edilmesini hak etmektedir. Hele ki kişiler birilerini temsil etmekteyse dikkat oranı maksimumların maksimumunda olmalıdır. Durum böyleyken bir Medeniyetin aşağılanmasının yanında hakir görülmesinin yanında ben olamam. Her ne kadar Filistinli Kardeşlerimiz için diğer kardeşlerimizde olduğu gibi her gün canımdan can gitmiş olmasına rağmen.

 

Kamuoyundan izlediğim kadarıyla bizlere karşılık vermişlerdir. Onların vermiş olduğu karşılık onların vicdanlarında yerini buluyor olmalıdır ki böyle bir hareket icra edilmiş olsun. Ama bu karşılık Filistinli Kardeşlerimizin geleceğini daha iyi yöne çekebilecek bir karşılıkta olabilirdi. Filistinli kardeşlerimiz zaten mağdurdur. Bu mağduriyetlerini daha üst seviyeye çıkarmak yerine onlara merhem olacak nitelikte hareketler de bulunulması gerekmektedir. Bu hareket sonuçlarını hem bizler hem onlar hem de başkaları için iyi olacak şekil de vermelidir. Ama sonuç öyle olmamış ve sonucun etkileri yeni artçılara yol açtığı gibi artçılar da bu gidişle yeni sonuçlara doğru sürüklenmeye devam etmektedir.

 

Gücü, gücü yetene dönemi netice de bir yerler de varlığını devam ettirmektedir. Ama unutmayalım attan büyük deve vardır. Temenni ederim ki bunu bizlere bir gün birileri hatırlatmaya kalmasın.

 

                                                                                                  MERSİNDEN BURAK CANLI

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.