[anadoluhaber:37463] SAYGIDEĞER ARKADAŞLAR, KISA ADI ÇETKODER OLAN ÇEVRE VE TÜKETİCİ HAKLARINI KORUMA DERNEĞİ, BUGÜN GENEL MERKEZLERİ ÖNÜNDE "DOLAYLI VERGİ SOYGUNUNA DUR DİYORUZ" EYLEMİ YAPTI. İŞTE O HABER: Posted: 21 Jan 2010 09:24 AM PST ÇETKODER'İN DOLAYLI VERGİ İSYANI |
[anadoluhaber:37450] WG: a b Bu Sayfamizi Size Öneriyor Posted: 21 Jan 2010 04:35 AM PST 2003 yilindan beri internet ortamlarinda mevcut bir plani, - Yeni birseymis gibi insanlara sunmak, - Darbe plani havasi vererek ortaligi bulandirmak.. Kime ve neye hizmet eden bir yaklasimdir. Ellerinde uyduracak, tezgah yapacak malzeme eksikligi olustu saniyorum.. Bu sahte söylemlerin arasinda, kimse isci' nin- köylü' nün, emeklinin özetle namusuyla kazanip gecinmekte olan insanlarin icine düsürüldükleri Ekonomik kaosla ilgilenmeye vakit bulamiyor. Cumhuriyetin bütün degerli birikimleri satilip, bedelleri heba edilmis, Devletin Ekonomideki gücü % 20 lere gerilemis, Almanya'da bile % 50 nin üzerindedir devletin Ekonomideki gücü.Ne hale getirildigimizi iyi anlamaliyiz. ( yarin bütün kararlarinizi, Tekelci sermayeye danisarak almak zorunda kalacaksiniz, esasen bugünde AB-D ne derse yapiliyor) Bu sahte haberleri yapanlar, nedense DENIZ FENERINI - iktidarin Fasist yapilanma calismalarini, yolsuzluklari, Ali-Dibo' lari unuttular, halkin cehaletine ve egitimsizligine güveniyorlar besbelli.. Neyse, son anketlerde gösteriyor ki, bu alcaklarin günleri sayili ve yasalar önünde hesap vermekten kurtulamayacaklar.
--- Vatan Gazetesi <webmaster@gazetevatan.com> schrieb am Do, 21.1.2010:
Von: Vatan Gazetesi <webmaster@gazetevatan.com> Betreff: a b Bu Sayfamizi Size Öneriyor An: azmiberberoglu@yahoo.de Datum: Donnerstag, 21. Januar 2010, 13:21
 |  |
Sayin a b;
a b adli arkadasiniz, asagida linki bulunan sayfamizi size öneriyor. Arkadasinizin önerdigi sayfayi görmek isterseniz lütfen asagidaki linki tiklayiniz.
ADRES: Sayfamiza ulasmak için tiklayin.
Arkadasinizin notu: ab |
|  |  |
| |
|
__________________________________________________ Do You Yahoo!? Sie sind Spam leid? Yahoo! Mail verfügt über einen herausragenden Schutz gegen Massenmails. http://mail.yahoo.com |
[anadoluhaber:37452] ERMENISTAN ANAYASA MAHKEMESI Posted: 21 Jan 2010 01:02 AM PST 
Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin Kararı hakkında Genel Başkan Çetin Özaçıkgöz’ün basın açıklaması : “Ermenistan ile imzalanan protokollerin bir sonuca varamayacağı, bir yerde tıkanacağı belli idi. Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararından çok kararın gerekçeleri önemlidir. Gerekçelere bakılınca protokolün çıkmaz sokağa girdiği açıkça anlaşılmaktadır. İki Cumhurbaşkanının beraber yan yana maç seyretmesi ile, iki ülke arasındaki sorunların çözüleceğini zannedenler yanılmışlar ve yanlış yapmışlardır. Olayın İsviçre’de başlamış olması yani protokollerin İsviçre’de imzalanmasıyla başlayan yanlış, Türk Dış Politikasının ne kadar acemi ellerde olduğunu göstermektedir. Zira protokolün yapıldığı İsviçre soykırım iddiasını kabul etmiştir yani taraftır. İsviçre ve Ermenistan’ın karşısında Türkiye’nin tek başına her zaman 2-1 geride olacağını evvelce açıklamıştım. Ermenistan tarafı halen soykırım iddiasında devam etmektedir, Ermenistan Anayasasında Ağrı Dağı problemi vardır, Ermenistan halen sınırlarımızı tanımamıştır. Tüm bunlar dururken halen protokolün başarılı olduğunu savunmak mantık dışıdır” |
[anadoluhaber:37451] Devlet Sırrı ve Benim Sırlarım yazan: Mersin İçel Şehrinden Burak CANLI Posted: 20 Jan 2010 11:59 PM PST DEVLET SIRRI VE BENİM SIRLARIM yazan: MERSİN İÇEL ŞEHRİNDEN BURAK CANLI Devletin sırrı olabilir mi? İşte soru bu. Bir kenara bırakalım bu soruyu ve bir an için dönelim benim sırlarıma. Ben sıradan alelade bir yaşamı olan bir zatım. Kendi halinde yaşayan birisiyim. O kadar ki özelliksizim ki yarınlar da torunlarıma ne anlatacağım bilmiyorum. Belki de bu sistem ilerilerimi görmeme engel olacak ama gene de burnumu her bir yere sokmak konusunda kendimi alamıyorum. Netice de benim dahi gizli, esrarengiz olan ve kimseler tarafından bilinmemesi gereken sırlarım bulunmaktadır. Bazı sırlar vardır. Paylaşılır ve bu paylaşılan kişiler tarafından bilinir. Fakat sırların bilinmesinde değil ulu orta konuşulmamasında değer vardır. Edindiğim ve diğer başkalarıyla paylaşmamam gereken sırlar toplumda bana biçilen role göre de değişiklik gösterebilir. Mesela ben Avukatlık gibi bir yüce mesleği icra etmekteyim. Ve işimin, mesleğimim gerektirdiği konular da benim için sır olması gereken bir takım bilgilere ulaşmam mümkündür. Evet, bu konu benim için bir sırdır. Müvekkil dileyip etrafa kendi bilgilerini açıklasa dahi benim bu konuda susmam ve onun hakkındaki hukuksal boyutlarla ilgili konuşmamam gerekecektir. Psikolog, Psikiyatrisi gibi meslek sahipleri içinde edindiği bilgiler sır olarak kalacaktır. Bu halde durum, şartlar, statüler için daha pek çok şeklini ekleyebileceğimiz sırların bulunması bir gerekliliktir. Bir eş dahi eşinin bilmemesi gereken bir takım şeylerin olduğunu düşünebilir. Sır bir gerçekliktir. Sır zamanın başlangıcından bu yana vardır. Var olacaktır. Kiminle hangi bilgiler paylaşılmamalıdır. Bu konuyu paylaşımın tarafları belirleyecektir. Ama her bir bilgi her bir kişiyle paylaşılmaz. Paylaşılmamalıdır da. Ülkemiz de son zamanlarda ağızlara dolanan bir konu olan Devlet Sırrı olmalımıdır? Sorusuna bence bu yazı bir cevap niteliğindedir. İnsanların nece gizli sırları bulunmaktadır. İnsanlar nezaket kuralları ve hatta yaşamın kuralları olarak da her bildiğini her düşündüğünü her dileğini başkalarına açıklamamalıdır. Bu göz önünde tutulmadan yapılacak açıklamalar hoş olmayacak sonuçların doğmasına yol açacaktır. Diyelim ki A kişisi B’ye tabi olan veya kendilerini B olarak niteleyen kişilerden nefret etmektedir. Ama bu konuda ulu orta konuşmaya başlayacak olursa sonuç diğer taraflar içinde pek iç açıcı olmayacaktır. A kişisi B kişisine ben sizleri sevmiyorum. Sizlerden tiksiniyorum. Sizler benim düşmanımsınız der ve bu hislerini içinde saklamayacak olursa görün bakın neler olacaktır. Veya bir kişi diğerine senin eşin çok seksi ve ben onu her gün yatakta hayal ediyorum diyecek olursa ortaya çıkacak tepkilerin sonucu hoş olmayacaktır. İşte sırlar da böyledir. Sırlar vardır. Sırlar birileri bilebilirken diğerleri bilmeyebilir. Sırlar böyledir. Avukatın sırrını hâkimler bilmeyebilirken. Savcıların sırlarını da Kalem müdürleri bilmeyebilir. Bilinen sırlarda ulu orta bir şekil de ağza alınmaması gereken nitelik arz edebilir. Bu konular böyle bir şekil de uzayıp gider. Bakın ben de kimseyle paylaşmamam gereken bir sırrımı sizlerle paylaşayım. Daha çocuktum. Ki halen çocuğum. Ama 18 yaşlarıma yeni girmiş ve artık oy kullanma hakkıma sahip olmuştum. İşte o dönemler de muhafazakâr, milliyetçi, İslamcı bir çizgiye girmeye başlamıştım. İşte oy günü gelmişti. Ve ben vermem gereken oyumu kim bilir ki belki arkadaşlarımın da etkisi altında bulunarak ve belki de bu davaya inanarak ve belki de öylesine MHP’ye verdim. Ve Parti barajı aşamayarak Meclis dışı kaldı. Sonraları bir türlü oy veremedim. Çalıştım çabaladım ama oy vermek öğrenci olmam nedeniyle mümkün olmadı. Ama hatırımda kaldığı kadarıyla Üniversite de Sayın Başbakanımızdan çok etkilenmiştim. Yani Recep Tayyip ERDOĞAN’dan ama ben gene de DYP’nin başın da bulunan Tansu ÇİLLER’e oyumu verecektim. Çok istedim ona oyumu vermeyi ama veremedim. İçimde uhdedir. Ve DYP barajı aşamayarak baraj dışı kaldı. Sonra Üniversite bitti ve memleketimiz olan Mersin İline geldik. Orada da Yerel Seçimler yapılmaktaydı ki ben de ki bakın buradaki oy verme sebeplerimi şimdilik bir sır olarak saklamaktayım. İşte o zaman gençlik yıllarımda aklımın ucundan geçmeyecek bir şekil de CHP’ye oyumu verdim. Zaman geldi ve geçti. Arkasında yani üçüncü oy vermem gereken yıllar da ise 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerin de oyumu bu sefer İşçi Partisine veya Komünist Partisine vermek isteğindeydim. Ses çıksın istiyordum. Birilerinin gerçekten de ezilenlerin sesini duyması adına ses çıksın. Bu isteğime ulaşmam pek mümkün olmadı. Ziya ben DP’den belediye başkan adayıydım. Ama Buna rağmen de CHP’ye oy vermeyi bile düşündüm. Çünkü kendi oy kullanacağım yerden aday olmamıştım. Ama sonuç olarak her bir şekilde DP’ye oy verdim. Dikkat edecek olursanız MHP-CHP-DP üçlüsünde oy haklarımı kullandım. Bir hakkı çok kullanmak istedim DYP olarak ama imkânlar buna yeterli olmadığı için kullanamadım. Son olarak da işçi Partisine veya Komünist Partiye oy atmak istiyordum ama tercihimi son olarak gene CHP olarak kullanacakken değiştirip DP olarak kullandım. Şimdi benim bu yukarda izahını verdiğim bilgiler gene de bir sırdır. Zira bu yazıyı okuyanların sayısı oldukça az olacaktır. Okuyanlar çokça olsa dahi benim gene de bu yazıyı ve burada yazılanları inkâr hakkım gene de bulunacaktır. Gökyüzünde benim oy verdiğim Partiler yazsa dahi gene de ben bunu yerine göre inkâr edebilirim. Dünya Ülkelerine bir göz atın. Devlet ilişkileri hep aynı noktalardadır. Taraf haklı olduğunu ve kendisinin eyleminin doğru olduğunu ne kadar doğru olmasa da doğru olduğunu savunur. Allah dahi günahlarınızı saklayın demiştir. Saklayın ve kimseciklerle paylaşmayın. Ben sizle zaten hesaplaşacağım demiştir. Benim için ve belki de diğer başkalarına da yansıyan diğer kötü bir huyumda yaptığım hatalarımı yerine göre yerinde ki kişilerle paylaşmamdadır. Ama netice de ben bir Devlet değilim ki. Yok, olsam kime ne! Bu son cümle dahi her birey açısından yanlışları bulunan bir düşüncedir. Çünkü evren de her bir varlığın bir başka varlıklar için değeri az veya çok bulunmaktadır. O halde yok olsam kime ne hataları içinde barındıran bir sitem midir ki acaba. MERSİN İÇEL ŞEHRİNDEN BURAK CANLI |
[anadoluhaber:37460] Adnan Hoca'ya 'Şalit ricası' Posted: 20 Jan 2010 11:28 PM PST İsrail Adnan Hoca'ya 'Şalit ricası'yla geldi! Aralarında hahamların da bulunduğu İsrailli bir grup Adnan Oktar'dan, Hamas'la İsrail arasındaki esir krizini çözmesini istedi. Çarşamba, 20 Ocak 2010 18:40 Dünya Bülteni / Haber Merkezi
Hamas'ın elindeki asker için İsrailli din adamları Türkiye'den yardım istedi. Ancak yardım, Türkiye hükümetinden ya da siyasilerinden değil Adnan Oktar'dan istendi.
CNNTürk'ün haberine göre, bir grup İsrailli haham, Harun Yahya ya da Adnan Hoca olarak bilinen bilinen Adnan Oktar'dan, Hamas'ın elindeki asker için yardım istedi.
İsrail'in Negev ve Galile bölgelerinin kalkınmasından sorumlu devlet bakanı yardımcısı ve Likud'un Dürzi milletvekili Eyüp Kara önderliğinde İsrail'den gelen heyet Adnan Oktar ile görüştü.
Ekipteki isimler Yahudi, Dürzi ve Hristiyan din adamlarından oluşuyor. Grupta, barışçı söylemiyle tanınan Aşkenaz Ortodoks Rabbi Menahem Fruman, Dürzilerin ikinci büyük şeyhi Amin Kabalan, Ortodoks Hristiyanların en büyük din adamı Dimitri Musa da var.
NEDEN ADNAN OKTAR?
Gruptakilerin söylediklerine göre, Hamas'ın lider kadrosu ve İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'a Adnan Hoca'nın "naz"ı geçiyor.
Haziran 2006'da Hamas tarafından kaçırılan İsrailli Şalit'in kurtarılması için bu nedenle ricacılar. Adnan Oktar ise, Gilad Şalit'in babası Noam Şalit'le görüştüklerini söyledi.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya yakınlığı ile bilinen ve kabinede Musevi olmayan tek İsrailli milletvekili olan Eyup Kara da, Hamas'ın sadece din adamlarının sözünü dinleyeceğini savundu.
Hamas'ın esir tuttuğu Şalit'in babası Noam'un da önümüzdeki hafta Türkiye'ye gelerek Adnan Oktar'la yüzyüze görüşeceği öne sürüldü.
http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=102713
Windows 7: Size en uygun bilgisayarı bulun. Daha fazla bilgi edinin. |
[anadoluhaber:37457] WG: gafletten uyanmak zamanıdır Posted: 20 Jan 2010 01:04 PM PST
--- vedat bulut <vbulut@yahoo.com> schrieb am Mi, 20.1.2010:
Von: vedat bulut <vbulut@yahoo.com> Betreff: gafletten uyanmak zamanıdır An: erzurumluyum@yahoogroups.com, "erzurum" <ERZURUM-HABER@yahoogroups.com>, "erzurumlular" <Erzurumlular@yahoogroups.com>, BiZiMTEVLUGAT@yahoogroups.com, domino_etkisi@googlegroups.com Datum: Mittwoch, 20. Januar 2010, 11:34
Değerli Arkadaşlar, Ekteki haberi dikkatle okuyunuz. ABD nin Irak ve Afganistan'da kullandığı silahların üstlerinde İncilden şifreler yerleştirilmiş. Haber ABC TV de verildi ve Joseph Rhee, Tahman Bradley ve Bradley Ross tarafından hazırlandı. Aşağıdaki bağlantıdan haberi izleyebilirsiniz. Özetle, spiker Barack Obama'nın müslüman Türkiye'ye yaptığı ziyaretin birinci gününde OBAMA'nın ABD nin İslam'la kavgası olmadığını ve asla olmayacağını söyleyerek başlıyor. Spiker bunun karşıtı bir haberin ortaya çıktığını belirtiyor. Haberden bu şifrelerle ilgili kısımları sizin için çevirdim. Brian Ross: ABD nin ordularına yayınladığı bir Genel Emir de 1 no lu madde: Herhangi bir din, dinsel ibadet, inançın baskılanması ve teşvik edilmesi kesinlikle yasaktır. yazılmaktadır. Fakat ABD ordusunun en büyük silah tedarikçilerinden TRIJICON bu emirlere karşı üretim yapmaktadır. Bazı ABD askerleri kendilerini Jesus Tüfekleri olarak isimlendiriyor. Bunun nedeni taşıdıkları silahların yanında yazılan şu yazıdır. JN 8:12 Bu İncil'de bulunan JOHN 8:12 (Yuhanna İncili) da mevcut. 'Ben Dünyanın ışığıyım diyerek, İsa onlara seslendi' Binlerce asker üyesi bulunan 'Military Religous Freedom Foundation' (Askeri Dinsel Özgürlük Örgütü) başkanı Sayın Mikael Weinstein bunu çağdışı bulduğunu ve askerlerin binlercesinin buna karşı olduğunu ve tehlikede olduklarını, korktuklarını söylüyor. Afganistan ve Irak'ta ki mücahitlerin ve TAliban'ın onları Jesus Riffles-Tanrı İsa Tüfekleri olarak görmektedir. Diğer bir silahta (gece görüş ve termal kameralar) 2COR 4:6 yazmaktadır. (Corinthians) 'Tanrı'nın zaferi Jesus İsa'nın yüzündedir' Bu uzun namlulu silahlar Michigan'da Trijicon şirketince üretilmektedir ve bu şirket milyarlarca dolarlık anlaşma yapmıştır. Glyn Blindon şirketin kurucusu bu uygulamayı yıllar önce başlatmıştır. Şirketin sözcüsü İncil'den kodlar koymanın yasalara aykırı olmadığını ve yanlış bir uygulama olmadığını savunmuştur. Irak'ta ordu din görevlisi olaral çalışmış olan MG William Nash (Rahip) bu konuda şunları söylüyor: Orduda isteyen askerlere İncil, tevrat ve hatta Kuran verilmektedir. Bununla ilgili bir problem yok. Ancak problem askeri silahların bu şekilde etiketlenmesidir. Bu bizim tanrımız onların tanrısına karşı gibi bir görünüm vermektedir. Şirketler bu yazıları silmelidir ve yapmazlarsa cezalandırılmalıdır. Pentagon ve Deniz Kuvvetleri haberciler kendileriyle temas kurmadan önce bu konunun farkına varmadıklarını belirtmişlerdir. Şirketin Web Sitesinde bile bu kodlar net olarak görülebilmektedir. Görüntülerde İncil yazan tank namluları ve ordunun kullandığı binaların duvarların daki Hristiyan figürleri eleştirilmektedir. Binlerce Afgan dilinde İncil basılarak Afganistanda sivillere dağıtıldığı vurgulanmaktadır. Belgesel yapımcısı Brian Hughes şöyle demektedir: Bu İnciller doğrudan Afgan sivillere yönelik basıldı ve dağıtıldı. Askerler için değildi. Bu sınırlarımızın dışında 1 No'lu Genel Emire uygun değildir. ABD ordusu vaizlerinden LTC Gary Hensley askerlere vaazında kışkırtıcı bir şekilde şöyle demektedir: Biz özel kuvvetlerin askerleriyiz ve temelde insan avlarız. Biz İsanın topluluğuyuz-insanlarıyız. Biz de aynı şeyi Hristiyanlar için yaparız. Onları Jesus için avlarız. Böylece Cenneti hediye olarak alırız. Bizim yaptığımız budur. işimiz bu. Sayın Mikael Weinstein şöyle eklemede bulunuyor. Biz üzerlerinde İncil kodları bulunan bu silahlarla Iraklı ve Afganlılara da eğitim veriyoruz. Bunun dostça olduğunu düşünebilir misiniz? U.S. Military Weapons Inscribed With Secret 'Jesus' Bible Codes Pentagon Supplier for Rifle Sights Says It Has 'Always' Added New Testament References By JOSEPH RHEE, TAHMAN BRADLEY and BRIAN ROSS Coded references to New Testament Bible passages about Jesus Christ are inscribed on high-powered rifle sights provided to the U.S. military by a Michigan company, an ABC News investigation has found. Brian Ross looks at the biblical verses written on firearms. More Photos The sights are used by U.S. troops in Iraq and Afghanistan and in the training of Iraqi and Afghan soldiers. The maker of the sights, Trijicon, has a $660 million multi-year contract to provide up to 800,000 sights to the Marine Corps, and additional contracts to provide sights to the U.S. Army. U.S. military rules specifically prohibit the proselytizing of any religion in Iraq or Afghanistan and were drawn up in order to prevent criticism that the U.S. was embarked on a religious "Crusade" in its war against al Qaeda and Iraqi insurgents.
|
__________________________________________________ Do You Yahoo!? Sie sind Spam leid? Yahoo! Mail verfügt über einen herausragenden Schutz gegen Massenmails. http://mail.yahoo.com |
[anadoluhaber:37453] 33 ER PKK'NIN ÖNÜNE ATILDI Posted: 20 Jan 2010 12:38 PM PST 33 ER PKK'NIN ÖNÜNE ATILDI Suçlamaların odağındaki Şemdin Sakık, Can Dündar'a 33 er olayını anlattı. PKK'nın 1993'teki Bingöl saldırısında şehit ettiği 33 erin silahsız olarak örgütün önüne atıldığını belirten Şemdin Sakık, 'ateşkes süreci'nin dönüm noktasını şöyle anlattı:
Öcalana 'Misilleme yapın' dedi
"Örgüt 'Gidin 33 askeri vurun' talimatı vermedi. Kesinlikle kurşun sıkılmadı ateşkeste... Ancak örgüt lideri de (Öcalan) ateşkese rağmen opğerasyonlar yoğunlaşınca, askeri birimlerin de dinlediği sahra telsiziyle tüm birimlere açık bir konuşma yaptı: 'Siz de misilleme yapın' dedi. O talimatla bazı birimler yol kesti, kimi mayın yerleştirdi, kimi karakol bastı."
Eylemi yapan Celal Barak'tır
"Eylem olacağını telsizden dinledikleri halde korumasız asker gönderdiler. O bölgede korumasız sivil bile gezmezken 33 er savunmasız olarak örgütün önüne atıldı. Eylemi yapan Celal Barak, daha sonra yaralı ele geçirildi. Konuşturulması mümkün iken öldürüldü. Öcalan, önce BBC'ye, 'Bu bir misilleme' dedi. Tepki oluşunca bana yükledi." Can Dündar/Milliyet Şemdin Sakık, 1993’te Uğur Mumcu’nun öldürülmesiyle başlayıp Eşref Bitlis, Cem Ersever, Bahtiyar Aydın’ın öldürülmeleriyle süren ve Özal’ın ölümüyle bir iktidar değişikliğine yol açan sürecin aslında “barışçı çözüm isteyenlerin tasfiye edildiği, şiddetle çözümü savunanların başa geldiği kanlı bir darbe” olduğunu savunuyor. 33 erin katledilmesini de “Bu zincirin bir halkası” olarak yorumluyor. “33 er silahsız olarak örgütün önüne atıldı” diyor Dile kolay; üst üste iki gece aynı yerde yatmadan, bazen ağaç kovuklarında bazen mağaralarda saklanıp sadece otlarla beslenerek, en yakınlarının ölümünü izleyerek, her an tetikte bekleyip yeri geldiğinde acımasızca öldürerek geçen 18 yıl... Sonra bir kadına gönül vermiş... “Silahın artık çare olmadığı”na inanmış... Önce Barzani’ye sığınmış... sonra yakalanmış... Her gece aynı yerde yatacağı hücre dönemi başlamış. 12 yıldır Diyarbakır Cezaevi’nin bir hücresinde yaşıyor Şemdin Sakık... Kendi deyimiyle “dershane”sinde... Görüşe geleni yok. Avukatı, arkadaşı, arayıp soranı yok. 5 yıldır tek görüşe çıkmamış. Her sabah 6.30’da kalkıyor. Günde 10 saat çalışıyor. TV izliyor, gazeteleri okuyor, kitap yazıyor. Kilo almamak için kitabını volta atarak okuyor. Penceresi önüne gelen kuşları, kedileri besliyor. 30 yılı dağlarda ve hücrede geçen ömrünün muhasebesini yapıyor.
Kürt Ergenekonu’nu anlattı En son 33 er olayıyla adı yeniden gündeme geldi. 1993 ateşkesi sırasında 33 er, silahsız olarak nakledilirken pusuya düşürülmüş ve katledilmişti. Saldırıyı Sakık’ın biriminin gerçekleştirdiği söylenmişti. Ateşkesi bozan bu saldırı, çatışmaların çok daha şiddetlenmesiyle sonuçlandı. Erleri oraya korumasız gönderdiği gerekçesiyle dönemin yerel askeri yetkilileri hakkında davalar açıldı, ama kimse mahkûm olmadı. Dosya kapandı sanılırken, yıllar sonra Ergenekon savcılarının konuyu gündeme aldığı, Şemdin Sakık’ın ifadesine başvurduğu öğrenildi. Bunun üzerine NTV’deki “Canlı Gaste” için, şiddet ve cezaevleri üzerine araştırmalar yapan akademisyen Adem Solak’la birlikte ve özel izinle 12 Eylül’ün korkunç anılarını unutmaya çalışan Diyarbakır Cezaevi’ne girdik. Şemdin Sakık’la sadece 33 er olayını değil, dağa çıkış nedenlerini, dağda yaşamı, PKK’yı, Öcalan’ı, DTP’yi, yakalanışını, “Kürt Ergenekonu”nu ve nihayet Kürt açılımını görüştük.
Atatürk’e gözyaşı Bizi gayet samimi karşıladı Sakık... Anlatma isteğiyle doluydu. “Sarı Zeybek”i okumuştu. Daha öncesinde Atatürk’e dair pek fikri olmamasına rağmen son sayfalarda bir damla gözyaşı dökmüştü. “Gelmenize çok sevindim” dedi. Ama hemen ardından kulağıma eğilip “Tabii Helin Avşar gelse daha da çok sevinirdim” diye espri yaptı. Röportaj öncesi de “Aman yüksek koltuğa oturmayayım. Kriz çıkmasın” diyerek gündemi yakından izlediğini gösterdi. Cezaevinde, jet ve helikopter sesleri eşliğinde, 2 gün üst üste toplam 7 saat konuştuk. Devlete göre “terörist”, örgüte göre “hain”... Ama şüphesiz önemli bir tanık. Kulak vermekte yarar var.  Şemdin Sakık ÖNÜNÜZDE DİZ ÇÖKÜP DİYORUM Kİ: “BEN YAPMADIM!” “Öncelikle orada şehit düşen 33 er, 5 sivilin anne babalarına ve genelde bütün bu kavga ortamında hayatını kaybeden insanların ailelerine başsağlığı diliyorum, acılarını paylaşıyorum ve ben de aynı acıları yaşıyorum. Bu savaşta ben de kardeşlerimi, hayatımı, her şeyimi kaybettim. Sizi onların temsilcisi olarak değerlendirip önünüzde diz çöküyor ve şunu söylüyorum: Şerefim, namusum üzerine yemin içerim ki bu olayın ne talimatını verdim, ne planlamasını yaptım, ne de bu olaya katıldım.”
ÖRGÜT “YAPIN” DEMEDİ “Örgüt açısından ele alalım: Örgüt ‘Gidin orada 33 askeri vurun’ diye talimat vermedi. Kesinlikle tek kurşun sıkılmadı ateşkeste... Çatışmalar irade dışıdır. Karşınızdaki gelir, çatışırsınız. Onun dışında talimatlara bağlı kalındı. Zaten ateşkes ilan edildiği zaman, iklim koşulları operasyona müsait değildi. Fakat iklim koşulları uygun hale gelir gelmez askeri operasyonlar başladı. Örgüt lideri de ateşkese rağmen operasyonlar yoğunlaşınca, her gün 5-10 militan ölünce, Genelkurmay’ın da, askeri birimlerin de dinlediği sahra telsiziyle tüm birimlere açık bir konuşma yaptı: ‘Siz de misilleme yapın’ dedi. O talimat doğrultusunda bazı birimler yol kesti, kimi mayın yerleştirdi, kimi gidip karakola kurşun sıktı.”
BU SAVAŞ BİTSİN İSTİYORDUM “Ben ise ateşkese belki herkesten fazla bağlı kaldım. Bir gerekçem de vardı: Bir yıl öncesinde bir kızı sevmiştim ve benim için Kürdistan da, dava da, silahlı mücadele de, hepsi ondan sonra bitmişti. Ben ona Türkiye’yi satardım. ‘Bu iş bitsin ne olursa olsun’ havasındaydım. Diyorlar ki ‘Ateşkesi Şemdin bozdu.” Kesinlikle öyle bir şey yok. Ayrıca ben o zaman Diyarbakır’daydım. Bölge komutanıydım. Sonradan bütün silahlı birliklerin komutanlığını üstlendim. Örgütün karşı çıkmasına rağmen bu eylemi ben yapmış olsaydım, bu görevleri bana vermemesi gerekirdi. Ya eylemi tasvip etmiştir ya da ben yapamamışım.
ÖRGÜTÜN ÖNÜNE ATTILAR “Eylem olacağını telsizden dinledikleri halde korumasız asker gönderdiler. Ordunun tarihinde böyle bir şey yoktur. Bir yerde bozuk bir tank olsa başına 50 yıl nöbetçi dikilir. O bölgede bırakın askeri, korumasız sivil bile gezmiyordu. Bütün bunları yan yana getirdiğimde diyorum ki; 33 er savunmasız olarak örgütün önüne atıldı. Eylemi yapan Celal Barak, Diyarbakır cezaevinde 10 yıl aralıksız işkence görmüş biridir. Daha sonra bir çatışmada yaralı ele geçirildi. Alıp konuşturulması mümkün iken öldürüldü. Ayrıca Yeşil’in oğlu da babasının o gün Bingöl’de olduğunu yazdı. Öcalan, önce BBC’ye çıkıp eylemi üstlendi. “Bu bir misillemedir” dedi. Tepkiler oluşunca bana yükledi. Sayısını bilmediğim kadar çatışmaya girip polis, asker, korucu vurmuşumdur. Ama şerefim üzerine yemin ediyorum ki, ben silahsız bir tek adama ateş etmedim. Daha sonra mahkemede de bunu kanıtladım ve o olaydan beraat ettim.” Reşadiye aynı değil Ahmet Türk, Reşadiye saldırısından sonra 33 er olayını hatırlattı. Bir benzerlik görüyor musunuz Reşadiye ile? Reşadiye buna benzemiyor. Reşadiye, Abdullah Öcalan’ın talimatıyla, Kandil’in yönlendirmesiyle, oradaki birliğin planlı, programlı harekete geçmesiyle gerçekleşen bir olaydır. Bundan Şemdin adı kadar eminim. Talimatı nasıl verdi? Şimdi bizde talimat, öyle “Gidin filan yerde şu eylemi yapın” biçiminde verilmez. Bunun imkânı da yok. Öcalan’ın İmralı’dan talimatı şöyledir: Mesela “Benim karnım kaşınıyor” bir talimattır. “Benim boğazım kurudu, cildim yaralandı, işte odamı badana ettiler, aslında beni zehirlediler, yerimi değiştirdiler. Çok dar bir yer vermişler, burası çok dardır, ben boğuluyorum, ben ölüyorum.” Bu, dağdaki militanlara “Ya aptallar, siz ne durmuşsunuz, ben sizin lideriniz değil miyim, nasıl cevap vermiyorsunuz?” mesajıdır. Bu mesaj Kandil’e gitti. 33 er olayı, sonuçları, önü arkası hesaplanmamış, biraz da o anda ortaya çıkmış bir durumdur. Kimsenin de haberi yoktur. Ya oyuna geldiler ya kendileri duygularına yenilip yaptılar. Ama Reşadiye’deki bilinçli, planlıdır; sokak gösterilerinin bir parçasıdır.”  Bir parmağını kaybettiği için “Parmaksız Zeki” kod adını alan Şemdin Sakık, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle birçok çatışmaya girdi. Sakık, 33 er olayına karışmadığını iddia etti.
1993’e damgasını vuran kritik olaylar Şemdin Sakık, 33 er olayını kendi başına ele almamak gerektiğini düşünüyor ve o yıl yaşanan diğer olaylara dikkat çekiyor. Verdiği liste şu: 1. UĞUR MUMCU (24 OCAK 1993) “Uğur Mumcu, PKK’nın MİT’le, diğer oluşumlarla karanlık ilişkilerini araştırıyordu. Bu savaşın öyle görüldüğü gibi olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Bir savaş karşıtlığı vardı; onu bu işin bitirilmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordu; o öldürüldü.” 2. EŞREF BİTLİS (17 ŞUBAT 1993) “Hemen ardından Kürt sorunu konusunda Özal’la birlikte hareket ettiğini öğrendiğimiz, silahlı militanlara karşı en alasından savaşan, ama başka yöntemler de geliştirmeye çalışan Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağı düşüyor, ölüyor.” 4. TURGUT ÖZAL (17 NİSAN 1993) “Sonrasında ‘Federasyonu da tartışabiliriz’ diyen, Kürt liderlerle, Barzani ile, Talabani ile ilişki kuran, onları Türkiye’ye davet eden, HEP’i oluşturan Turgut Özal ölüyor. Bu da halen netleşmemiş; ailesi de bu konuda kuşku duyuyor.” 5. DEMİREL-ÇİLLER İKİLİSİ “Sonrasında yönetim değişiyor. Statükoyu temsil eden Demirel Cumhurbaşkanı, Çiller de Başbakan oluyor.” 6. TUĞGENERAL BAHTİYAR AYDIN (22 EKİM 1993) “Sonrasında savaş korkunç tırmanıyor. Her yerde yol tutuluyor, pusu atılıyor, kan gövdeyi götürüyor. Sonbahara doğru bana yönelik operasyonlar var. Tam bana yönelik 300 kişi göndermişler. Lice’de sahte bir çatışma oluşturuluyor. Jandarma Tugay Komutanı, Bahtiyar Aydın vuruluyor.” 3. CEM ERSEVER (EKİM 1993) “Hemen ardından komutanın emrinde çalışan istihbaratın başı Cem Ersever bir suikasta kurban gidiyor. Cem Ersever’in kitabını okudum. Kitabında anlatıyor. Radikaldir, savaşçıdır, vurucudur, kırıcıdır, ama işin içinde olduğu için sonunda ‘Bu iş böyle yürümez’ noktasına gelmiştir; tıpkı benim gibi...” 1993 DARBESİ “Şimdi yılbaşından yılsonuna kadarki olaylar zincirinden bir tablo oluşturalım: önüne geçip bir bakalım: Benzer bir yıl yoktur; ne öncesinde ne sonrasında... Yani bu kadar kanlı bir yıl yoktur. 33 asker olayını da bu zincirin bir halkası olarak görüyorum. Yani münferit bir olay değildir bu... ÖBÜRLERİ DARBEYSE BU NE? Bu bir darbedir. Çünkü içinde hem kan var, hem yönetim değişikliği var; (yani Cumhurbaşkanı da değişmiştir, Jandarma Genel Komutanı da değişmiştir, Başbakan da değişmiştir. İstihbaratın başı da değişmiştir) ve onun da ötesinde, ondan sonra 94-95’e yayılan korkunç bir şiddet ortamı geliştirilmiştir. Yani eğer 12 Eylül bir darbeyse, 28 Şubat bir darbeyse bu da bir darbedir. Kime karşı geliştirilmiştir? Kürtlere karşı... PKK’ya karşı da değil... Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözülmesini isteyenleri tasfiye etmiş, bu sorunun kanla bastırılmasını savunanları iktidara getirmiştir.” |
[anadoluhaber:37458] Özkan'dan Çıkan Belgeler Şok Etti Posted: 20 Jan 2010 12:38 PM PST Özkan'dan Çıkan Belgeler Şok Etti Silahlı Terör örgütü üyeliğinden ve Darbeye teşebbüs suçlarından yargılanan Tuncay Özkan'da ele geçen belgeler çok konuşulacağa benziyor... Silahlı Terör örgütü üyeliğinden ve Darbeye teşebbüs suçlarından yargılanan Tuncay Özkan'dan ele geçen belgelerin incelemesi titiz bir şekilde devam ediyor. DEVLETİN GİZLİ BELGELERİ ÇIKTI Özkan'ın Halkalı'da özel bir depoda sakladığı belgeler arasında, devletin çok gizli bilgileri ile istihbarat örgütlerinde olması gereken belgeler olduğu anlaşıldı. İncelemesi tamamlanıp 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen belgeler Özkan'ın ilginç ilişkilerini de ortaya koyuyor. BOMBA YAPIMINI ANLATAN DÖKÜMAN 2. Ergenekon davasına giren belgelerde, İstanbul Emniyet müdürlüğü ibareli orgnize suç çeteleriyle ilgili hazırlanmış detaylı raporlar dikkat çekiyor. Belgeler arasında terör örgütü İBDA-C başlığını taşıyan bomba yapımında kullanılan malzemelerin geniş detaylı bilgilerinin yer aldığı 107 sayfalık döküman da bulunuyor. Belgelerin en dikkat çekeni ise yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'la ilgili olanlardı. Yıldırım'a çeşitli devlet kurumlarından verilen çok sayıda belge Özkan'dan çıktı. YEŞİL'İN PASAPORTU TUNCAY ÖZKAN'DA Tuncay Özkan'da ele geçen belgeler arasında, Ahmet Demir adına Başbakanlık istihbarat Dairesinden verilmiş görev Kartı ile 1996 yılına ait Yıldırım'ın fotoğrafının olduğu Metin Atmaca adına düzenlenmiş pasaport yer alıyor. Yine belgeler arasında geçtiğimiz günlerde şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden Emniyet Özel Hareket Daire Başkanı Behçet Oktay imzalı özel araç giriş kartı ile Kur. Alb. İstihbarat Birim Başkanı Fikret Savaş imzalı Diyarbakır Jandarmaya ait araç görev kartı örnekleri ile vesikalık fotoğrafler da var. |
[anadoluhaber:37461] Türkiye Kıbrıs'ı Lozan'da Vermişti Posted: 20 Jan 2010 12:33 PM PST Türkiye Kıbrıs'ı Lozan'da Vermişti Kıbrıs, Lozan Antlaşması'yla İngiltere'ye verilmişti. 1959'da imzalanan antlaşmalarla Ada üzerinde söz sahibi olduk. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki temel belge olan Lozan Antlaşması ile Kıbrıs İngiltere'ye verilmişti. Osmanlı İmparatorluğu 1571'de fethedilen Kıbrıs'ı 1878'e kadar elinde tuttu. 1878'de ise Hariciye Nazırı Saffet Paşa ile İstanbul'daki İngiliz sefiri arasında imzalanan anlaşma ile Kıbrıs İngiltere'nin kullanımına tahsis edilecek ve İngiltere'nin Kıbrıs'ta asker bulundurarak adayı yöneteceği kabul edilecekti. Osmanlı Devleti, Almanya'nın müttefiki olarak İngitere'ye karşı da 1'inci Dünya Savaşı'na girince, İngiltere 5 Kasım 1914'te Kıbrıs'ı ilhak etti. Lozan'da ise antlaşmanın 20'nci maddesine "Türkiye, Britanya Hükümeti tarafından Kıbrıs'ın 5 Kasım 1914'te ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan eder" diye yazıldı. Böylece 1950'li yıllarda Kıbrıslı Rumlar örgütlenip İngiliz yönetimine karşı şiddet eylemlerine başlayıncaya ve Yunanistan'la birleşmek isteyinceye (Enosis) kadar, Türk iç ve dış siyasetinde Kıbrıs diye bir sorun var olmadı. Daha da ötesi bu döneme kadar Kıbrıslı Türkler büyük sayılarla Türkiye'ye göç etti. Bu göçler teşvik edilirken Ada'daki nüfus dengesinin Türkler aleyhine bozulduğu da hiç önemsenmedi. Çünkü Cumhuriyet'in kurucu liderleri olan Atatürk de, İsmet İnönü de, Osmanlı'nın son dönemindeki felaketlerden ders almışlar ve dış siyasette, dünya konjonktürüne ters düşmemeyi, antlaşmalara kesin olarak uymayı, sıcak anlaşmazlıklardan uzak durmayı temel çizgi olarak benimsemişlerdi.
ÇİZGİNİN KIRILMASI Bu çizginin üzerindeki süreçte, Misak- ı Milli sınırları içinde bulunan bazı topraklardan da Lozan'da feragat edilmiş, 2'nci Dünya Savaşı dışında kalınmış, 1947'de "12 Ada" Roma Antlaşması ile İtalya'dan alınıp Yunanistan'a verilirken bir girişimde bulunulmamıştı. Bu çizgi Kıbrıslı Rumların İngiltere'ye karşı başkaldırmaları üzerine, değiştirildi ve Kıbrıs, iç siyasetin de ipoteği haline geldi. 1950'lerde Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhak edilmesi anlamına gelen "Enosis" söylemleri, İngiliz yönetimine yönelik şiddet eylemleri ile tırmanırken, Türkiye'de de "Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır" ve "Ya Kıbrıs ya ölüm" sloganları meydan mitinglerinde duyulur olmaya başlamıştı. Daha sonra bu sloganların "Ya taksim ya ölüm" şeklinde değiştiği de görüldü. Bu gelişmenin en acı sonucu Selanik'teki Atatürk'ün evine bomba koyulduğu haberleri üzerine, 6-7 Eylül 1955 akşamı İstanbul ve İzmir'de yaşayan Rumların evlerine, işyerlerine, kiliselerine ve hatta mezarlıklarına dönük yağma ve şiddet içeren kitlesel saldırılar oldu. Daha sonra Selanik'teki bombanın arkasında Türk görevlilerin bulunduğu da anlaşıldı. Bu gelişmeleri iyi yönetemeyen ve dış konjonktürü yok sayarak kitleleri sokağa döken iktidardaki Demokrat Parti'nin sorumluları, olaylar "Bu bana ders olsun" denilecek noktaya gelmeden, uluslararası bir çözümü görüşmeler yoluyla aramaya başladı.
ÜÇ TEMEL ANLAŞMA Zaten Yunanistan da Kıbrıs'ın ilhakını amaçlayan politikasını değiştirmiş ve "İki toplumlu bağımsız Kıbrıs Devleti" formülü, Amerika ve İngiltere tarafından da Türkiye ve Yunanistan'a zorlanmaya başlamıştı. Sonuçta Türkiye'den Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun katıldıkları, Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve iki toplum liderleri arasında 1959'da Londra ve Zürih'te üç temel antlaşma imzalandı. Buna göre Türkler yönetime %30 oranında katılacak, Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacak, Türk ve Rum meclisleri kendileri ile ilgili kararlar alabilecekler, resmi dil Rumca ve Türkçe olacak, Kıbrıs Devleti başka hiçbir devletle birleşmeyecekti. "Garanti Antlaşması"na göre de anayasal düzen ihlal edildiğinde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere birlikte müdahale edecek bu oluşmadığı takdirde garantör devletlerden her biri tek başına müdahale hakkına sahip olacaktı. Kıbrıs'ta kurulacak ortak karargâha da Yunanistan 950, Türkiye 650 kişilik bir kuvvetle katılacaktı. Sonuçta Türkiye, Kıbrıs konusunda yeniden Cumhuriyet'in temel dış siyaset çizgisine dönmüş ve uluslararası konjonktür ile uyum halinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını önlemeyi ve Kıbrıslı Türklerin güvenliklerini sağlamayı başarmıştı. Kıbrıs, uluslararası camiada bağımsız bir devlet olarak yerini alıyordu. Cumhurbaşkanı olan Makarios, Bağlantısız Ülkeler Bloku'nun saygın bir lideri konumuna giriyor, "Akdeniz'in Castro'su" diye anılıyor, bu arada Kıbrıs Devleti de İngiliz Commonwealth'ine üye oluyordu. Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti'nde işler, anlaşmalarla düzenlendiği gibi gitmiyordu.
İŞLER KARIŞIYOR Ankara'yı da ziyaret eden Makarios, 1963'te Kıbrıs Anayasası'ndaki 13 maddenin değiştirilmesi önerisini gündeme taşımış ve anayasadaki toplumlararası eşitliğin katı uygulanmasının devleti işlemez hale getirdiği tezini seslendirmeye başlamıştı. 27 Mayıs 1960 darbesi ertesindeki siyasi kararsızlıkları yaşayan Ankara ise önce bu gelişmeleri tam olarak değerlendiremedi. Sonunda Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük ve kamu görevi üstlenmiş Türk memurlar görevlerinden istifa etti. Rum toplumu içindeki aşırıların örgütü EOKA, yine Enosis sloganı ile üstelik bu kez İngilizleri değil Türkleri hedef alan şiddet eylemlerine başladı ve bu eylemler 1963 Aralık sonunda "Kanlı Noel" olarak tarihe geçen, Türklere dönük katliama dayandı. İşte bu noktadan sonra Kıbrıs sadece dış siyasetin değil iç siyasetin de bir ipoteği olarak kriz konusu biçiminde günümüze kadar ağırlığını korudu. O günkü gelişmeleri hatırlayalım: 1963 Aralık'ta Rumların Kıbrıs Türklerine saldırıları yoğunlaşınca 25 Aralık'ta Türk savaş uçakları Lefkoşe üzerinde alçak uçuşlar yaptı. BM Güvenlik Konseyi, adaya Barış Gücü gönderilmesine karar verince bu gelmeden önce Rumlar avantajlı durum elde etmek için saldırılarını yoğunlaştırdı.
ABD'DEN TEHDİT Bunun üzerine Türk hükümeti, TBMM'den Kıbrıs'a müdahale yetkisi aldı ve 7 Haziran'da (1964) müdahale edileceği kararı planlandı. Ancak 5 Haziran'da ABD Başkanı Johnson Başbakan İsmet İnönü'ye gönderdiği mektubunda ağır ve tehdit dolu ifadelere yer veriyor ve Kıbrıs'a müdahalede Türkiye'nin başı Sovyet Rusya ile derde girerse yardım etmeyeceğini söylüyordu. Ayrıca Amerika'nın verdiği silahların da müdahalede kullanmamasını, bu silahların sadece savunma amacıyla kullanabileceğini söylüyordu. 1964 yazında Rum saldırıları yine başlayınca Türk jetleri 8-9 Ağustos'ta Rum mevzilerini bombalayacak ve bu kez de Sovyetler Birliği'nden Türkiye'ye uyarı mektubu gelecektir. Kıbrıs'a ilişkin gelişmeler demokrasimizin sağlığını da etkileyen biçimde bizim açımızdan çözümsüzlüğünü sürdürecek ve Ecevit'in başbakanlığı sırasındaki 1974 Barış Harekâtı ertesinde alınan yanlış siyasi kararlar "Bu bana ders olsun" özeleştirisini yine getirmeyecektir. |
[anadoluhaber:37454] 'SİVİL DİKTA' ŞAHESERİ-AKP'yi kapattırma planı devrede. Posted: 20 Jan 2010 12:31 PM PST 'SİVİL DİKTA' ŞAHESERİ AKP'yi kapattırma planı devrede. 20 yıl önce de dost medyada aynı manşetler vardı. Şamil Tayyar, medyadaki “sivil darbe” söyleminin AKP'yi kapattırma planından bağımsız olmadığını söylerken, dost medyada 20 yıl önce de aynı strateji uygulanmıştı. Medyada bir süredir devam eden “Sivil dikta” iddiaları Türkiye’ye Deja Vu duygusu yaşattı. Bugün iddianın bayraktarlığını yapan isimler, 20 yıl önce aynı nakaratı Turgut Özal için seslendirdi. İsimler aynı, iddialar aynı, gazeteler aynı... Türkiye “Sivil diktatör” ‘dejavu’su yaşıyor. İddialar, iddia sahipleri ve yayın organları aynı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Aynı oyunu Menderes’e de, Turgut Özal’a da oynadılar” diye uyardığı “sivil diktatör” nakaratının Hürriyet gazetesinin 21 Ekim 1989 ve 13 Ocak 1990 tarihli sayılarının manşeti olduğu ortaya çıktı. 21 Ekim 1989’daki Hürriyet’te SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal’ın, Özal için yaptığı “sivil diktatör” nitelemesi manşette yer alıyor. 13 Ocak 1990’daki Hürriyet’te de gazetenin Ankara Temsicisi Ertuğrul Özkök imzalı “Özal’ın tek adam olma hevesi” manşeti bulunuyor. Her iki manşetin atıldığı dönemlerde başyazar Oktay Ekşi, benzer iddiaları köşesinde sürdürüyor. ÖZKÖK, HÜRRİYET VE BAYKAL 14 Ocak 2010... Gazete yine Hürriyet. Yazar yine Ertuğrul Özkök. Senaryo yine aynı: Sivil dikta korkusu. Hürriyet’in birinci sayfasından da anonslanan Özkök’ün “Şahsi facebookumdam portreler” başlıklı yazısında, “Son günlerdeki sivil dikta tartışmalarını izlerken, o sahne yine gözümün önüne geldi” diyerek Ergenekon sanıklarını savunmasını yapıyor. Aynı medyada başlayan “sivil dikta” iddialarına 20 yıl önce Hürriyet’e “Özal sivil diktatör” suçlamasıyla manşet olan Deniz Baykal sahip çıktı. CHP lideri Deniz Baykal’ın Hürriyet’ten ilhamla dile getirdiği “Askeri vesayetten kurtuluyoruz diyerek sivil diktaya gidiliyor” sözleri yine Hürriyet’e haber oldu. Hürriyet’in başyazarı Oktay Ekşi’nin 15 Ocak 2010’da yazdığı ‘Referandumun arkası’ başlıklı yazıda, şu ifadeler yer alıyordu: “Zaten son günlerde tam da bu nedenle bir “sivil darbe” yahut “sivil dikta” tartışmasıdır gidiyor. Nitekim bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan da tartışmaya katılarak, bu konuda görüşünü soran gazeteciye, ‘Hiç kimse üzerinde baskı yok. Baskıya izin vermeyiz. Seçimle geldik. Vakti zamanı geldiğinde ve milletimiz emaneti bizden aldığında baş göz üstüne der hemen yerimize gideriz’ yanıtını verdi. Verdi de... Bizzat Yargıtay Birinci Başkanı’nın yargıya yapılan baskılara bakarak ‘Alev bacayı sardı’ dediği; ülkenin en büyük ve bağımsız medya grubunun ölüm mangası önüne dikildiği... Özgürlüklerimizin her gün daha fazla daraldığının uluslararası örgütler tarafından da ilan edildiği bir Türkiye’de yaşıyorsak, ‘sivil dikta tehlikesi yok’ mu diyeceğiz?” 50 YILLIK SENARYO AKTİF 27 Mayıs darbesi ile idam edilen Başbakan Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, bugün AK Parti için yapılan sivil dikta yakıştırmasının aynısının 27 Mayıs öncesinde darbe zeminini hazırlamak için yapıldığını söyledi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Prof. Emine Görsoy Naksali de “O gün ile bugün arasında bir paralellik görüyorum. Yassıada davaları sırasında ortaya bugünkü sivil dikta meselesi atılıyordu” diye konuştu. Vatan başlattı Baykal sürdürdü Sivil dikta tartışmasını Hürriyet’in kardeş gazetelerinden Vatan’da yayımlanan bir röportaj başlattı. Nuray Mert’in “Demokrasi diye diye tek parti rejimine doğru koşuyoruz” sözlerini yazı dizisine çeviren Vatan’a gelen tepkiler, Ertuğrul Özkök’e yazı malzemesi oldu. Bazı kadın köşe yazarlarının da adını veren Özkök, sivil dikta iddialarına köşesinde yer verdi. Aynı gruba ait diğer gazeteler ve köşe yazarları da sivil dikta yazıları kaleme aldı. CHP lideri Deniz Baykal da partisinin Meclis grup toplantısında, bu iddiaya dayanarak hükümeti “sivil faşizm”le suçladı. 1989
1990
2010
Kaynak: Star ŞAMİL TAYYAR NE DEMİŞTİ? Taraf'tan Neşe Düzel'e konuşan Star Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, "medyadaki “sivil darbe” söylemi AKP’yi kapattırma planından bağımsız değil: İkinci bir kapatma davasının, telefon dinlemelerinden hareketle, ‘sivil dikta var’ iddiasıyla açılmasının hesapları yapılıyor. Dava, tartışma konusu olan sivil vesayet, sivil dikta, sivil faşizm gibi gerekçelerle açılacak. Dava açılırsa bu sefer kesin kapatırlar. Sivil darbe iddiası da yargı darbesine dönüşür." demişti. Demirel'e bile aynı şeyi yapmışlar 80 darbesi öncesi İngizilizler, Demirel'in iktidara gelmesiyle Türkiye'nin Hitler faşizmine kayacağını söylemişler. |
[anadoluhaber:37459] Altısı YARSAV Üyesi her fırsatta Ergenekon davasını hedef alan YARSAV üyesi. 2'si de yine ETÖ bağlantılı... Posted: 20 Jan 2010 12:29 PM PST Altısı YARSAV Üyesi... HSYK'nın diretmesiyle Yargıtay'a seçilen 34 kişiden 6'sı her fırsatta Ergenekon davasını hedef alan YARSAV üyesi. 2'si de yine ETÖ bağlantılı... Yargıtay’a üye seçimi krizi önceki gece Adalet Bakanlığı web sitesine konulan yeni listeyle bitti. HSYK tarafından oluşturulan 34 kişilik listeye, Adalet Bakanlığı kontenjanından 3 üye alınırken 31 üye ise yargının çeşitli kademelerinden seçildi. Yargı kontenjanından seçilen 31 üyenin 6’sının Ergenekon davasını eleştiren YARSAV’a üye olduğu ortaya çıktı. Bunun yanı sıra HSYK’nın seçilmesini istediği Ergenekon davasında ismi geçen Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve bilgisayar delillerinin tartışmalı olduğunu iddia eden Yargıtay Tetkik Hakimi Adnan Değnekli de seçildi. HSYK’NIN DİRETTİĞİ 8 İSİM YARGITAY’A SEÇİLDİ HSYK’nın hakkında soruşturma bulunan personeli Yargıtay üyeliğine seçtirme girişimi dün Adalet Bakanlığı ile uzlaşma sağlanması ile tatlıya bağlandı. 8 aydır seçilemeyen 34 Yargıtay üyesi sonunda seçildi. Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı listeye alternatif liste hazırlamayı adet edinen HSYK’nın seçilmesi hususunda direttiği isimlerden 8’ini Yargıtay üyesi yapmayı başardığı öğrenildi. 6 YARSAV ÜYESİ LİSTEDE Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in onayladığı 34 yeni Yargıtay üyesinden 3’ü bakanlık kontenjanından seçilirken 31 üye ise yargı kontenjanından seçildi. Seçilen isimlerden bir kısmının YARSAV üyesi, hatta yönetim kurulu üyesi olduğu belirlendi. Yargıtay’a seçilen YARSAV üyelerinin Ankara Ticaret Mahkemesi Başkanı YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Köksal, Kadıköy Hakimi Aysel Koçak, Bakırköy Ticaret Mahkemesi Başkanı Ali İnceman, İstanbul Ticaret Mahkemesi Başkanı Ayşe Şentürk, İzmir Hakimi İrfan Okur, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Methiye Şebnem Günaydın olduğu ifade edildi. ERGENEKON’DA ADI GEÇEN BAŞSAVCI DA SEÇİLDİ Ayrıca Ergenekon’la ilişkisi olduğu iddiaları üzerine hakkında soruşturma açılan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Poyrazoğlu ve bilgisayar delileri ile ilgili ilginç yorumları ile dikkat çeken Yargıtay 19. Hukuk Dairesi Üyesi Adnan Değnekli’de Yargıtay Üyesi yapıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Poyrazoğlu hakkında inceleme ve soruşturma başlatılması için Adalet Bakanlığı’na başvurduğu ortaya çıkmıştı. Ergenekon Davası’nın ek klasörlerinde yer alan gizli tanık ifadelerinde, Poyrazoğlu’nun tutuklu sanıklardan Veli Küçük ile sürekli görüştüğü iddia edilmişti. İŞTE YARGITAY’IN YENİ ÜYELERİ
“Hacı Hüseyin Ünaldı (Ankara Hakimi), Hüseyin Poyrazoğlu (Ankara Cumhuriyet Başsavcısı), Aysel Koçak (Kadıköy Hakimi), Mehmet Erdoğan (Sarıyer Hakimi), İnci Aytaç (Ankara Hakimi), Mustafa Aysal (İzmir Hakimi), Mehmet Nuri Öztürk (Ankara Hakimi), Beyhan Azman (Ankara Hakimi), Refik Cemal Hanedan (Ankara Ticaret Mahkemesi Başkanı), Leyla Elen Köksal (Ankara Ticaret Mahkemesi Başkanı), Selma Bellek (Kartal Hakimi), Birol Soner (İzmir Hakimi), Ali İnceman (Bakırköy Ticaret Mahkemesi Başkanı), Mehmet Çamur (Bakırköy Hakimi), Meryem Üstener (Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı), Nilgün Zehra Canlı (Ankara Hakimi), Ayşe Şentürk (İstanbul Ticaret Mahkemesi Başkanı), Belkız Karakaş (Bakırköy Ticaret Mahkemesi Başkanı), İrfan Okur (İzmir Hakimi), Ahmet Tuncak (Ankara Ticaret Mahkemesi Başkanı), Mehmet Akarca (Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı), Mustafa İsmet Yörük (Muğla Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı), M. Şebnem Günaydın (Yargıtay Cumhuriyet Savcısı), Yakup Ata (Yargıtay Tetkik Hakimi), Ahmet Karadavut (Yargıtay Tetkik Hakimi), Ayşe Çevikbaş Tartıcı (Yargıtay Tetik Hakimi), Fahri Akçin (Yargıtay Tetkik Hakimi), Doç. Dr. Adnan Değnekli (Yargıtay Tetkik Hakimi), Ali Orhan (Yargıtay Tetkik Hakimi), Fikriye Ernalbant (Yargıtay Tetkik Hakimi), Mete Duman (Yargıtay Tetkik Hakimi), Halit Baysoy (Adalet Başmüfettişi), Hüsnü Uğurlu (Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdür Yardımcısı), Hüseyin Yıldırım (Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı)” |
[anadoluhaber:37464] HABERAL'IN VURGUNCU SEKRETERİ Posted: 20 Jan 2010 12:26 PM PST HABERAL'IN VURGUNCU SEKRETERİ Ergenekon tutuklusu Haberal'ın vurguncu sekreteri yakalandı. 5 milyon TL hortumlandı... Zübeyde Hanım Hastanesi’nin müdürü iken 5 milyon TL yolsuzluk yaptığı iddiasıyla aranan ve Ergenekon tutuklusu Prof. Haberal’ın da özel sekreteri olan Sibel Akyel yakalandı Ergenekon soruşturmasının 12. dalga operasyonları kapsamında tutuklanan Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın önce özel sekreterliğini yapan ardından da Başkent Üniversitesi Zübeyde Hanım Hastanesi müdürlüğü görevini üstlenen Sibel Akyel 5 milyon TL’lik yolsuzluk yaptığı iddiasıyla 6 yıldır aranıyordu. 2004 yılında yargılanarak 14 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan, 49 yaşındaki Sibel Akyel Bursa’nın Mudanya ilçesinde yakalanarak tutuklandı. İzmir’e götürülen Sibel Akyel, “Ne yaptımsa O’nun bilgisi dahilinde yaptım” diyerek Haberal’ı mahkemeye ihbar etti. ‘BANA SAHİP ÇIKMADI’ İHBARI YAPMIŞTI Cezaevine gönderilen Akyel, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın kendisine sahip çıkmadığını iddia ederek, yolsuzlukların Haberal’ın bilgisi dahilinde olduğunu söyleyip konuyla ilgili 1 Aralık 2008 tarihinde Yargıtay 11. Ceza Dairesi’ne dilekçe göndermişti. Akyel, yazdığı dilekçede, Haberal’ın kendisine sahip çıkılmadığını iddia ederek, yapılan yolsuzluktan Haberal’ın da bilgisinin olduğunu, yolsuzluğa konu olan harcamaların ekstrelerinin Haberal’a her ay gönderildiğini, bu belgelerin kurumun muhasebe kayıtlarında bulunduğunu ve savcılık makamına da verildiğini açıkladı. HABERAL’A DA MEKTUP YAZMIŞTI Sibel Akyel, henüz bu skandal yargıya intikal etmeden önce de kurum içinde kendisi aleyhine hazırlanan denetim raporuna karşı üniversitenin rektörü Prof. Haberal’a gönderdiği savunma yazısında, çok ilginç ifadelere yer vermişti. 18.10.2003 tarihli, ‘Sayın Rektörüm’ diye başlayan Prof. Haberal'a hitaben kaleme alınmış olan imzalı yazıda Akyel, denetim raporunda dile getirilen astronomik harcamaların her birinin hesabını tek tek vermeye hazır olduğunu belirterek, özellikle ‘hediyeler’ konusunda şu ilginç ifadeleri kullanıyordu: İLGİNÇ HEDİYELERE İLGİNÇ AÇIKLAMA “Ekteki raporda şaibe oluşturulan ya da oluşturulmak istenen hasuslarla ilgili açıklamaları (sözlü olarak zaten size yaptım), yazılı olarak da takdim ediyoruz... Harcamalara gelince, sizin onayınızla ve icazetinizle oluşturduğumuz bu hediye ve promosyon fonu... Biize kolaylık sağlayan, resmi kurum ve kuruluşlarda görevli insanlara motivasyon ve iyi ilişki kurmak, ödeme çıkartmak amaçlı hediyeler, yılbaşı hediyeleri; hastane yönetimimizdeki bazı insanların özel günleri gibi hediyeler... |
[anadoluhaber:37465] Eski Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Çetin Doğan, Bırakın da sunniler ölsün Posted: 20 Jan 2010 12:23 PM PST Eski Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Çetin Doğan, Bırakın da sunniler ölsün  Ergenekon terör örgütü soruşturmasında İşçi Partili Adnan Akfırat’ın evinde ele geçirilen bir belgede, 1. Ordu Komutanlığı’ndan emekli olan Çetin Doğan’ın görevdeyken bir başka üst düzey rütbeli askere şok tavsiyeleri yer alıyor. Akfırat’ın Fatih Çakırağa Mahallesi Cerrahpaşa Caddesi’ndeki evinde ele geçirilen “GİZLİ TOPLANTIDA KONUŞMA NOTLARI!” başlıklı belgede, Çetin Doğan’ın tuğgeneral Volkan Kaplama’ya, “karılarınızı dekolte giydirin, diğerlerinin hanımlarını da açık giydirmeye teşvik edin” telkininde bulunduğu belirlendi. Ergenekon sanığı Adnan Akfırat’ta ele geçirilen belgede, dönemin Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Çetin Doğan ile K.K.K.’lığı Eğt. ve Ok. D.Bşk.Tuğg. Volkan Kaplama’nın görüşme tutanaklarına yer veriliyor. Notlara göre Çetin Doğan’ın şöyle dediği belirtiliyor: Türkiye’nin idaresi ordunun kontrolünde değil, darbe yapmayacağına yemin eden bir ordunun etkisi ne kadar olabilir, Tansu Çiller şu anda dini söylemleriyle rol yapıyor da olabilir, ciddi de olabilir çünkü geberesi kadın Sünni, Mesut Yılmaz için de aynı şey geçerli, irtica tehlikesi iyice büyüsün, din bizim için zararlıdır, TÜRKLERİN ÜSTÜN BİR ULUS OLDUĞU SAFSATASINI YIKIN, hanımlarınız dekolte giysin diğerlerinin hanımlarını açık giymeye teşvik etsin, ÇEVİK PAŞA’NIN YERİNE BİZDEN AKILLI BİRİ OLSAYDI, KARADAYI SÜNEPESİNİN DAHA VERİMLİ OLMASINI SAĞLARDIK. Arkadaşlar çok çalışsın, bizim olmayan bu devlet mutlaka bizim olacaktır. Biz Türkiye’de İslâm ile bağlantılı görülen ama bu dini tamamen değiştirecek bir Türkiye Aleviliği yaratmak zorundayız.” Notların devamında “BİR BAŞKA TOPLANTI” başlıklı K.K.K.’lığı Eğt. ve Ok. D.Bşk.Tuğg. Volkan Kaplama ile aynı dairede çalışan kurmay albay Turgay Tekmen arasında geçen görüşme tutunaklarına göre ise, Volkan Kaplama’nın şu sözleri kullandığı kaydediliyor: Gerçek laiklik ancak Alevi toplumda gerçekleşir, aptal komutanlar, her gün gündeme gelerek ülkedeki şeriatçı birikimi azaltarak bir müdahalenin önünü kesiyorlar, Doğu Paşa da ayrı görüşte.” “İRTİCA YAYGARASI YAPILSIN…” Tutanağın devamında “TOPLANTIDAN ÇIKAN PRENSİP KARARLARI” başlıklı notlarda ise şu satırlar kullanılmış: -Alevi dışında hiç kimseye ateist olsa bile güvenilmeyecek… -Hal hatır soranlara, “Allah’a şükür” densin. Bizi dinci sansınlar… -PKK’ya karşı savaşanlara el altından şu mesajı gönderin, “sakın ha ölmeyin, bırakın Atatürkçü olsa da Sünniler ölsün”. -Herkes, çalıştığı yerde irtica var yaygarası koparsın… -İrtica kokusu olan mektuplar iş adreslerine postalansın… Bilindiği gibi Çetin Doğan 28 Şubat sürecinin en hızlı isimleri arasında yer almıştı. Doğan sık sık irtica mesajları ile gündeme gelmişti. |
[anadoluhaber:37456] Derin Alevi Grubun Karar Listesi Posted: 20 Jan 2010 12:23 PM PST Derin Alevi Grubun Karar Listesi "Türklerin üstün olduğu safsatasını yıkın, Güneydoğu'da cepheye bizden olmayanları sürün, Din ve milliyetçiliği zayıflatın, Cinsel konularda sınırları zorlayın.." 28 Şubat'taki akıl almaz Ergenekon marifetleri... ŞUBAT SÜRECİNDE ALDIKLARI KARARLAR
Ergenekon iddianamesine giren dokümanlardan birinde aralarında üst düzey generallerin de bulunduğu Alevi bir grubun 1997 yılında aldığı ifade edilen kararlar sıralanıyor. Şüphelilerden Mehmet Adnan Akfırat'ın adresinde ele geçirilen Bşçvş. Muharrem Keskin ile biten dokümanda şu ifadeler yer aldı: Başlangıçta Alevilik söylemlerinin hoşuna gitmesi nedeniyle aralarına katıldığı grubun gerçekte Alevilikle alakalarının olmadığı ve Alevi söylemlerini kullanarak farklı amaçlar peşinde olduklarını anladığını, hedeflerinde vatansever insanlar ile ülke idaresi olduğunu, bu grubun bazı üst düzey generallerin de katıldığı Mayıs 1997' de yapmış olduğu gizli bir toplantıda almış olduğu kararlan Ülke ve Devleti tehlikeye atacakları düşüncesiyle deşifre etmeyi kendisine bir görev kabul ettiğini. Toplantıdan çıkan kararlar ise: Türklerin üstün bir Ulus olduğu safsatasının yıkın Atatürk'ün Alevi Kürt köylerini katlettiği gibi sözleri durdurun, Atatürk' ten başka kullanılacak neyimiz var. Güneydoğuda bizimkiler postu deldirmesin, buna yönelik önlemler alın. Tayin dairesi mutlaka elimizde olmalı. Cepheye bizden olmayan o namussuzları sürün. Kürt konusunda öne çıkmayın, ordu Alevi köyleri boşaltıyor, devlet zulüm yapıyor deniliyormuş, bize aydın insan lazım bırak gebersinler. Alevi olmayana hiçbir zaman tam güvenmeyeceksin, Alevi olmayan herkesin anti laik olma ihtimali uzun vadede de olsa olabilir. Dincilerin çok kızdığı ÇEVİK PAŞA ve DOĞU AKTULGA da dâhil, bu adamların milliyetçilik duygusu sokaktaki adamınki kadar fanatik, dinlediğin zaman Faşist zannediyorsun asla güvenmeyecek ama kullanacaksın. Ordunun müdahalesini sağlamak için, orduda ve sivil toplumda etnik ve irticai faaliyetleri seyredin, yer yer körükleyin. Ordudan altı ayda bir adam atarak, yarın darbe yapma gerekçenizi ortadan kaldırmayın, bırakın, tehlikeyi müdahale boyutunda büyütün. Herkes ne pahasına olursa olsun kendini gizlesin. Birliklerde bilinen ve deşifre olan varsa vitrin yapılsın, kendi söylemlerimizi seslendirsin. Her yerde irtica var kampanyası başlatılsın. Sadece eşi kapalı olan, namaz kılan değil, sağcı, milliyetçi, yarın irticaya kaçması veya size engel olması muhtemel herkesi yazın, ilgili mercilere şikâyet edin, onların adına dinci dergiler, gazeteler gönderin, akrabalarının adını öğrenin, onların isimleriyle başlarını belaya sokacak mektuplar, kartlar gönderin. Alevi olan birlik komutanları, yoksa Laikleri sıkıştırın, çokça eğlence düzenleyin, dansöz ve içkiye zorlayın. Din ve milliyetçilik duygusunu zayıflatan yolları kullanın Okullarda öğrencilerin kız arkadaşlıklarını teşvik edin, yapabiliyorsanız, Osmanlı hayranlığını kırın. Cinsel konularda sınırlan zorlayın, çünkü bu konu insan zaafının başında gelir. GİZLİ TOPLANTIDA KONUŞMA NOTLARI!" başlığı altında Genel Kurmay Harekât Başkanı Korgeneral Çetin DOĞAN ile K.K.K.' lığı Eğt. ve Ok. D.Bşk.Tuğg. Volkan KAPLAMA arasında geçen konuşma: Çetin DOĞAN'ın, Türkiye'nin idaresi ordunun kontrolünde değil, darbe yapmayacağını yemin eden bir ordunun etkisi ne kadar olabilir, Tansu ÇİLLER şu anda dini söylemleriyle rol yapıyor da olabilir, ciddi de olabilir çünkü geberesi kadın Sünni. Mesut YILMAZ için de aynı şey geçerli, irtica tehlikesi iyice büyüsün, din bizim için zararlıdır, TÜRKLERİN ÜSTÜN BİR ULUS OLDUĞU SAFSATASINI YIKIN, Hanımlarınız dekolte giysin diğerlerinin hanımlarını açık giymeye teşvik etsin, ÇEVİK PAŞA' NIN YERİNE BİZDEN AKILLI BİRİ OLSAYDI, KARADAYI SÜNEPESİNİN DAHA VERİMLİ OLMASINI SAĞLARDIK, Arkadaşlar çok çalışsın Bizim olmayan bu devlet mutlaka bizim olacaktır, Biz Türkiye'de İslam ile bağlantılı görülen ama bu dini tamamen değiştirecek bir Türkiye Aleviliği yaratmak zorundayız. AYNI GÜNLERDE BİR BAŞKA TOPLANTI" başlıklı K.K.K.' lığı Eğt. ve Ok. D.Bşk.Tuğg. Volkan KAPLAMA ile aynı dairede çalışan Kurmay Albay Turgay TEKMEN arasında geçen; Volkan KAPLAMA'nın gerçek laiklik ancak Alevi toplumda gerçekleşir, aptal komutanlar, her gün güdeme gelerek ülkedeki şeriatçı birikimi azaltarak bir müdahalenin önünü kesiyorlar, Doğu Paşa da ayrı görüşte, TOPLANTIDAN ÇIKAN PRENSİP KARARLARİ başlıklı, Alevilik bu ülkede bir gurur kaynağı olana kadar, yani memleketi avucumuza alana kadar herkes kendisini gizleyecek Fisunoğlu, bana korgeneral iken, 'ben kanmı oynata zıplata bu noktaya geldim' demişti. Bizim için de ölçü bu olmalıdır" Deşifre olmuş Aleviler... Sevgi desinler insanlık desinler ama ülke için oynadığımız belli etmesinler. Alevi dışında hiç kimse ateist olsa bile güvenilmeyecek... Hal hatır soranlara, "Allah' a şükür" densin. Bizi dinci sansınlar... PKK'ya karşı savaşanlara el altından şu mesajı gönderin, "sakın ha ölmeyin, bırakın Atatürkçü olsa da Sünniler ölsün" Herkes, çalıştığı yerde irtica var yaygarası koparsın... irtica kokusu olan mektuplar iş adreslerine postalansın. http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=177395 |
[anadoluhaber:37462] Re: Kılıçdaroğlu'ndan İsrail'e destek! Posted: 20 Jan 2010 12:00 PM PST PKK'ya destek versin cuntaya destek versin dersimli anaları görmezden gelsin sen onu savun sonrada doğru analiz yapamadığımızı iddia et. yok ya ne kadar akıllısın On 18 Ocak, 16:19, azmi berberoglu <azmiberbero...@yahoo.de> wrote: > Selamlar, > > Olaylara dogru bakmak ve iyi okumak gerekir diye degerlendiriyorum..Fanatik bir bakis acisinin hem ülkeye hemde sahibine pek bir hayri yoktur.. > > - Basbakan " siz öldürmeyi iyi bilirsiniz " derken, hem zamanlama ve hemde üslup noktasinda dogru yerdedir, isin " show " kismi bir yana, hakli oldugumuz kacinilmaz. > - Basbakan son büyükelci krizi baslangicinda, " durduk yerde" israil' e saldirmakta, haksizdir. Israil'e sagda solda, "show" amacli söylemler yerine, somut eylemler yapilmasi daha anlamlidir. Oysa show yapan basbakan, elindeki yetkilerin tamamini, Israile daha fazla TC olanaklarini ikram etmekte kullanmaktadir. Bu durum söylem- eylem uyusmazligini acikca ortaya koymaktadir.. > - Dünyanin her yerinde Iktidar olanlarin eylemleri yorumlanir-degerlendirilir, oysa Türkiyede birtakim kendini bilirler!!!, isi gücü birakmis, sürekli onyillar öncesine ait olaylari kullanarak, muhalefet üzerinden olaylari yorumlamaya calismaktadirlar.. " "safdillik" yada " aymazlik " yada "suiniyet" olarak degerlendirilecek, garabet bir durumdur bu. > > --- ahmet dogan simsek <ahmetdogan.sim...@gmail.com> schrieb am So, 17.1.2010: > > Von: ahmet dogan simsek <ahmetdogan.sim...@gmail.com> > Betreff: Re: [anadoluhaber:37400] Kılıçdaroğlu'ndan İsrail'e destek! > An: anadoluhaber@googlegroups.com > Datum: Sonntag, 17. Januar 2010, 1:02 > > Peki bu konuda bu Ak parti ektiğini biçiyor demek. Ak parti israişle kötülük etti şimdide cezasını buldu eee İsrailde haklı tabi siz öldürmeyi iyi bilirsiniz dersen o da haklı olarak senin büyükelçini aşağılar demiş oluyor. Ama israil Gazze de gerçekten öldürmeyi iyi bir şey olarak bildiğini kanıtladı. Başbakan da doğru söyledi. Bu İsraile destek, Dersim olayında da ölenler kendi akrabaları olduğu halde CHP ye destek olarak suçlamalarını geri çekmeside İsrailli bakan yardımcısından farksız bir durumdur. > > Bu yaptığı kabul edilemez bir şekilde İsrail yandaşlığıdırli zaten öyleler. > > 16 Ocak 2010 13:40 tarihinde azmi berberoglu <azmiberbero...@yahoo.de> yazdı: > > Asadıdakı söylemi. israile destek olarak sunmak.!!! Gercekten ilginc, bu yaklasım, rehabilitasyona muhtac diye degerlendiriyorum. > > --- Dr. Tarık Ziya - Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyo <tarik.b.zi...@gmail.com> schrieb am Mi, 13.1.2010: > > Von: Dr. Tarık Ziya - Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyo <tarik.b.zi...@gmail.com> > > Betreff: [anadoluhaber:37349] Kılıçdaroğlu'ndan İsrail'e destek! > An: > Datum: Mittwoch, 13. Januar 2010, 20:01 > > Kılıçdaroğlu'ndan İsrail Krizine İlginç Yorum: AK Parti Ektiğini Biçiyor > CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin İsrail ile Yaşadığı Diplomatik Krizle İlgili AK Parti İktidarını Suçladı. > > -- > Dr. Tarık Ziya > > Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon > > Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı > > -- > Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." > > Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... > > Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır > kurtulusyol...@gmail.com > > bahadirser...@gmail.com > forevermi...@gmail.com > > Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com > Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com > > Daha fazla seçenek için,http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr > adresinde bu grubu ziyaret edin > > __________________________________________________ > Do You Yahoo!? > Sie sind Spam leid? Yahoo! Mail verfügt über einen herausragenden Schutz gegen Massenmails.http://mail.yahoo.com > > -- > Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." > > Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... > > Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır > kurtulusyol...@gmail.com > > bahadirser...@gmail.com > forevermi...@gmail.com > > Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com > > Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com > Daha fazla seçenek için,http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr > > adresinde bu grubu ziyaret edin > > -- > Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." > Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... > > Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır > kurtulusyol...@gmail.com > bahadirser...@gmail.com > forevermi...@gmail.com > > Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com > Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com > Daha fazla seçenek için,http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr > adresinde bu grubu ziyaret edin > > __________________________________________________ > Do You Yahoo!? > Sie sind Spam leid? Yahoo! Mail verfügt über einen herausragenden Schutz gegen Massenmails.http://mail.yahoo.com |
[anadoluhaber:37455] KIYMETLİ ARKADAŞLAR, BARBARA KUREN MESLEKİ ODA BAŞKANLIKLARI VE BURALARA KAYIT MECBURİYETİNİ ELE ALMIŞ. ÖNEMLİ BİR YAZI. İŞTE O LİNK... Posted: 20 Jan 2010 11:59 AM PST MESLEKİ ODA BAŞKANLIKLARI... "Ya kapatın, ya aynı konu ve branştakileri birleştirin, ya da BURALARA zorunlu üyeliği kaldırın bunlardan birini mutlaka yapın." YAZIK GÜNAH BU MİLLETE..... |
[anadoluhaber:37436] Bu katil hangi odadan çıktı? - Ahmet Kekeç - Star Posted: 20 Jan 2010 09:52 AM PST |  | |
| Bu katil hangi odadan çıktı? | | Bıkmadınız mı aynı nakaratı tekrarlamaktan? Aynı kalıba, aynı şablona, aynı mazmuna dayalı yazılar yazmaktan? Bıkmadık... Ülke, aynı ülke... Manzara, aynı manzara... Kafa, aynı kafa... Filmi 30 yıl geriye sardırdığınızda karşılaşacağınız gurur tablosuyla, bugünkü “gurur tablosu” aynı. Bir katili, “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları eşliğinde, davullu zurnalı törenle karşılayıp, Ankara Sheraton Oteli’nin 540 Euroluk süitine yerleştirdik. Hiç kuşkunuz olmasın, 30 yıl sonra da izleyeceğiz bu filmi. İpekçi’nin katiliyle gurur duymuştuk. Hrant’ınkiyle de gurur duyacağız. Hiç kimse sormayacak: “İpekçi cinayetinin Özel Harp Dairesi’nde çalışan bazı kimselerin bireysel eylemi olduğunu söyleyebiliriz” diyen general ne demek istemiştir? Bu general kimdir? Neyi, ne kadar bilmektedir? Bazı cinayetlerin “devlet çalışanlarının bireysel eylemi” olduğunu söyleyecek cesarete sahip bu generalin, “Silahlı Kuvvetler Birliği” adı verilen cunta örgütlenmesiyle ilişkisi nedir? Bu örgüt, geçmişte, Cumhurbaşkanlığı seçimini manipüle etmiş midir? 60 Konvansiyonu ve “Milli Birlik Komitesi” üzerindeki etkisi nedir? Cevdet Sunay’ın torbadan çıkması, bu örgütün marifeti midir? Peki, “İpekçi suikasti bilgileri devletin elindeydi? Emri verenler, telefon konuşmaları, hepsi biliniyordu?” diyen Hasan Fehmi Güneş ne demek istemiştir? Neydi devletin elindeki bilgiler? Hasan Fehmi Güneş, İçişleri Bakanı olarak, neden olaylara müdahil olamıyordu? Elini tutan neydi? Hasan Fehmi Güneş’i “ketm” eden iradeyle, George Alexander Peck belasını memleketin başına sardıran irade aynı mıydı? Hasan Fehmi Güneş niçin istifa etmişti? Aynur Aydan kimdi? Peck niçin akredite bulunduğu Lefkoşa’da değil de, Türkiye’de dolaşıyordu? Çorum’da, Amasya’da, Kahramanmaraş’ta ne arıyordu? Kim tarafından sınır dışı edilmişti, hangi iktidar döneminde tekrar Türkiye’ye dönmüştü? Aynur Aydan’ın neden olduğu “skandal” hangi ünlü gazetecinin “hususi gayretiyle” manşete taşınmıştı? Bu gazeteci niçin yıllar sonra özel şoförüyle birlikte öldürülmüştü? Olay neden hemen İranlı ajanlara fatura edilmişti? Bu cinayeti işleyenlerle, durduk yerde “bireysel eylemde bulunan” bazı devlet çalışanları arasında ne gibi bir ilişki vardı? Durduk yerde “bireysel eylemde bulunan” bazı devlet çalışanlarının ofisi niçin JUSMATT adlı Amerikan kuruluşunun binasındaydı? Koskoca Ankara’da boş yer mi yoktu? Bugün kozmik odasına girilen yapıyla, Özel Harp Dairesi adı verilen yapı aynı mıydı? Soruları çoğaltabilirsiniz... Fakat, asıl soru şu: Bugün de “durduk yerde bireysel eylemde bulunan” bazı devlet çalışanları mevcut mu? Mevcutsa (ki, mevcut olduğu görülüyor), biz de dönüp dolaşıp aynı nakaratı tekrarlayacağız? Aynı kalıba, aynı şablona, aynı mazmuna dayalı yazılar yazacağız. Hazirun, “Bıktık sizin derin devletinizden, Hrant’ınızdan, Ergenekon’unuzdan, darbe yazılarınızdan... Başka konunuz yok mu?” dese de devam edeceğiz. Kamuoyundan haber gizleseler de devam edeceğiz... Memleketin “sivil faşizme gittiğini” yazıp hedef saptırsalar da devam edeceğiz. Bıkmadan usanmadan devam edeceğiz... | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37433] Ağca'nın tahliyesi ve intikamcı sol - İrfan Sönmez Posted: 20 Jan 2010 09:50 AM PST |  | |
| Ağca'nın tahliyesi ve intikamcı sol | | Ağca’nın tahliyesi bazı medya organlarında saniye, saniye canlı verildi. Stüdyoda veya telefonla bağlanan yorumcular Ağca’nın tahliyesinden duydukları üzüntüyü dile getirdiler. Bir katilin tahliye olmasına dikkat çekerek, Hukuk sistemi ile ceza politikamızın gözden geçirilmesi gerektiğine işaret ettiler. Halbuki aynı yorumcular çok değil bir kaç hafta önce barış için Apo’nun bile serbest bırakılabileceğini söylüyorlardı. Kimi yurt dışına gönderilmesini, kimi bir çiftlikte ikamete mecbur edilmesi gerektiğinden bahsediyordu. Söz konusu olan Ağca olunca hepsi birden ağız değiştirdiler.Bir kişiyi öldüren Ağca onlara göre 30 bin kişinin katili Öcalan’dan daha mücrim daha günahkardı.Kimse Ağca’nın tam 30 yıl hapis yattığına,oradan oraya savrulduğuna bakmadı.Yorum adı altında dolaylı dolaysız bir defa daha kinlerini, nefretlerini kustular. Ağca’nın yaptığı işi savunmuyor, tasvip de etmiyorum. Ama olaylara bakarken adil olmak gerekir. Bu ülkede Ağca’nın on misli suç işklemiş Dev-sol, DHKP-C militanları birkaç yıl yatıp tahliye oldular. Mesela TKP-ML lideri Hasan Şensoy’u hatırlayan var mı şimdi.Örgütü 60-70 kişiyi öldürmüştü. 7-8 askeri şehit eden Marksist militanların hepsi şimdi dışarıdalar.Kimsenin gıkı çıkmıyor. Bu tip değerlendirmelerde sağ-sol, ülkücü-Marksist ayırımı yapmak da yanlış. Yasaya aykırı her eylem aynı kategoride değerlendirilir. Ama bir ülkücü’nün niyeti, gayesi maksadıyla bir sol militanın hedeflerini aynı kefeye koymak da ihanettir.Bir şeyin yasalar karşısında suç olması ayrı şeydir,vicdanların terazisindeki durumu ayrı şeydir.Kimse bu ülkenin bayrağına sevdalı olanlarla, Rus bayrağı, Çin bayrağı sallayarak bu ülkeye hizmet edeceğini sananları karıştırmamalıdır. PKK nın salladığı paçavraları dün Marksist sol sallıyordu.Şimdi de sureti haktan görünerek onu bunu karalıyorlar, dün mücadele meydanlarında yenemediklerini medyayı kullanarak yenmeye çalışıyorlar. Ağca olayı solun ne kadar kinci ne kadar intikamcı olduğunu bir defa daha göstermiştir. 30 yıl hapis bile onların kinini nefretini teskin etmeye yetmemiş.Bir taraftan özgürlük demokrasi, insan hakları teraneleri edip, bir taraftan bitip tükenmeyen bir kin içinde olmak tam bir çelişkidir. Cezasını çeken adama bir de medya yoluyla düşmanca bir baskı uygulayarak ikinci bir ceza vermek ne hukukla ne de insanlıkla bağdaşır. Bu ülkede 30 yıl yatmış tek bir Marksist militan yoktur. Hatta tek bir PKK lı bile yoktur.Elbette ülkücüler Ağca’nın durumundan dersler çıkaracaklardır. Derinlerdeki çetelerin aslında ülkücülere ne kadar düşman , sola ne kadar yakın olduğunu anlayacaklardır.Kimse Ağca’nın bir istisna olduğunu düşünmemelidir. Ağca bir istisna değil, benzer durumda başka ülkücü mahkumlar da var. Mesela Adana-kayseri davası sanıklarından Muhsin Kehya tam 26 yıldır hapis yatıyor. Kaç kişi bunu biliyor?. Özal’ın affında idam cezası alanlar 10 yıl yatıp çıktılar. Muhsin Kehya hala çile dolduruyor. Barış herkesin ön yargılarını, saplantılarını bir tarafa bırakarak birbirini anlaması, farklılıklarını normal karşılaması ile olur. Bağışlamadan,kin ve nefreti terk etmeden barış olmaz. Marksist sol ve onun şimdi Sosyal demokrat takılan bazı uzantıları Ağca olayında bilinç altlarındaki düşmanlığı ele vermişlerdir.Bu tavır zalimi bile mazlum durumuna getiren bir tavırdır.Solun kimseye racon kesmeye,ceza biçmeye hakkı yoktur.Sol önce ihanetlerle, cinayetlerle dolu kendi geçmişine bakacak ondan sonra konuşacaktır.Cezasını çektikten sonra ister sağ, ister sol kimsenin kimseye yeni bir ceza vermeye hakkı yoktur. | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37445] Tüm intiharlar yoksa cinayet mi? - Arzu Erdoğral Posted: 20 Jan 2010 09:50 AM PST |  | |
| Tüm intiharlar yoksa cinayet mi? | | Türkiye adı Ergenekon’a bulaşan ya da deşifresine yardımcı olan birçok kişinin ardı ardına intiharlarıyla sarsıldı. Bu intiharların hepsine de şüpheyle bakıldı. Bunlardan biride Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Hareket Daire Başkanı Behçet Oktay’ın intiharıydı. Ankara’da gece yarısı başına bir el ateş ederek intihar ettiği söylenen Özel Harekât Daire Başkanı Behçet Oktay'ın ismi, Ergenekon'un 11. dalgasında gündeme gelmişti. Oktay'ın eski Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin'e yakın olduğu da iddia edilmişti. (Daha sonra Oktay'ın, Şahin'in Başkanvekilliği döneminde yardımcılığını yaptığı öğrenildi) Ayrıca Şahin’in oluşturduğu suikast timinde görev yapmakla suçlanan ve 11. dalgada gözaltına alınan Elazığ Emniyeti Özel Harekât Şube Müdürü Ayhan Atabek ile Antalya Özel Hareket Grup Amiri Servet Kaynak, ifadelerinde Behçet Oktay'dan gelen talimat üzerine resmi bir görev üstlendiğini düşünerek, Şahin'e özel ilgi gösterdiklerini anlatmışlardı. Atabek, verdiği ifadede Behçet Oktay vesilesi ile tanıştığı Şahin'i yine onun ricasıyla aradığını söylemişti. İntihar ettiği söylenen Oktay’ın dosyası ise şimdi tekrar açıldı. Dosya’nın tekrar açılmasına sebep olan raporda da şu ilginç bilgi yer aldı. “İntihar etmesi mümkün değil çünkü solaktı” Bu bilginin yanı sıra bu ölümün cinayet olabileceğini düşündüren birçok delil daha yer aldı dosyada… İşte bu nedenle yeniden açılan soruşturmada sorgulamalar başlayacak. Oktay öldüğü sırada yanında bulunan ve elinde barut izi tespit edilen Halil Kesici ifadeye çağırılırken, ona müdahale eden sağlık ekibi de sorgulanacak. İntihar ettiği söylenerek kapatılan bir dosya tekrar incelendiğinde “cinayet olabileceği ihtimalinin” güçlü delillere dayanarak ortaya çıkması şaşılacak bir durum değil… Şaşılacak olan, diğer intihar denilerek kapatılan dosyaların tekrar neden açılmadığı! | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37441] Buyurun CHP demokrasisine - Yavuz Bahadıroğlu - Vakit Posted: 20 Jan 2010 09:47 AM PST |  | |
| Buyurun CHP demokrasisine | | Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, ama dededen kalma CHP’li yazarlarımızın aklına geldi: “Milli irade demokrasiye karşıdır” (19 Ocak tarihli Hürriyet’te Özdemir İnce’nin yazısı) diyerek, işi kökünden çözdüler… Siz istediğiniz kadar “Demokrasinin özü milli iradedir” deyiniz, fark etmez; bildiklerini okumaya devam ederler… Koro (bir sürü gazete, yazar, televizyon, radyo, haberci, yorumcu) halinde bunu yaptıkları için de sesinizi duyuramazsınız. “Milli irade demokrasiye nasıl karşı olur?” diye sormayın isterseniz… Başka çareleri yok. Zira ilk özgür seçimlerde (14 Mayıs 1950) milli irade tarafından alaşağı edilen bu zihniyet, ondan sonra yapılan tüm özgür seçimleri de kaybedip iktidarsızlığa mahkûm oldu… Bölük-pörçük iktidarları ise, ya darbe ile sağlandı, ya da koalisyonlarla… Bu yüzden bir zamanlar millete “nankör millet” bile demişlerdi… Bunun ters teptiğini, beter oy kaybettirdiğini görünce, aynı şeyi daha dolambaçlı ifade etmeye başladılar: “Millet demokrat değil…” Yani?.. “CHP zihniyetini bu yüzden iktidara getirmiyor!” Başka?.. “CHP dışında kim iktidara gelirse gelsin, antidemokratiktir!” “Tut kelin perçeminden!” Yahu, CHP ne zaman demokrat oldu, Allah’ınızı severseniz?.. Eskisinde baskı, şiddet, müdahale; yenisinde (şimdiki CHP) “askercilik”, “Ergenekonculuk”, “ırkçılık”… Yetmez gibi, hukuku baskı altına alma amacı güden siyasi demeçler… Bunlar mı “demokrasi”? Mazisinde, tıpkı İtalya’nın faşist diktatörü Mussolini’nin “Duçe” unvanı gibi, Almanya’daki nazizmin önderi Hitler’in “Führer” unvanı (bu unvanlar aşağı yukarı “şef” anlamına geliyor) gibi, “Milli Şef” unvanlı İsmet Paşa bulunan bir partinin demokratlığından ne olur? CHP’nin geçmişinde yalnızca kıtlık, karne, yokluk ve yoksulluk yoktur, aynı zamanda baskı, şiddet, zulüm de vadır. Biraz kafaları bassa, başarısızlık, beceriksizlik ve baskı numunesi olarak tarihe geçen “Milli Şef” dönemini savunmaktan vazgeçerlerdi. Dedim ya, işi çözmüşler: Halkı devre dışı bırakıyorlar! Buna da “demokrasi” diyorlar: “CHP demokrasisi”… “Böyle bir şeyin uygulaması var mı?” diye sorarsanız, var: 1950 öncesinin CHP iktidarı, “CHP demokrasisi”ne tam bir örnektir. Formül: Parti=devlet” formülüdür. İktidarda tek parti… Partinin başında “Milli Şef”… Valiler iktidar partisinin İl başkanı, kaymakamlar ilçe başkanı… Devlet “Parti devleti”, memur “parti memuru”, jandarma “parti jandarması”, polis “parti polisi”… En vahimi ise partinin adaleti de kontrol etmesi… Tabii astığı astık, kestiği kestik! Parti, tek sesliliği (sadece CHP önderlerinin sesi çıkabilir) memlekete hâkim kılmak için kanun üstüne kanun çıkarıyor. Bu sayede ortalık sütliman… Her şeyi parti kontrol ediyor… Tabiatıyla müthiş bir baskı, şiddet ve müdahalecilik var. Partinin kolu medyadan, üniversiteye kadar uzanıyor. O kadar ki, Mevhibe Hanım’ın (İsmet Paşa’nın rahmetli eşi) fotoğrafı birinci sayfa yerine üçüncü sayfaya basıldığı için gazeteler kapatılıyor (Ziyad Ebuzziya’nın hatıralarından)… İngiltere Kralı Edward’ın Türkiye’ye gelişi öncesinde, “olay çıkarabilirler” denilerek, tanınan tüm solcu önderler, gerekçe gösterilmeksizin gözaltına alınıyor (aynı hatırat)… 17 Mayıs 1942 tarihinde, Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü İç Matbuat Dairesi tarafından, gazetelere şu mealde bir “genelge” gönderiliyor: “Her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak, dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.” 24 Temmuz 1945 tarihinde gönderilen genelgede ise şu talimat geçiliyor: “Gazetelerin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahis bazı yazı, mütalaa, ima ve temennilere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihi, gerek temsili ve gerekse mütalaa kabilinden olan her türlü makale, bend, fıkra ve tefrikanın neşrinden tevakki edilmesi ve başlamış bu kabil tefrikaların en geç on gün içinde nihayetlendirilmesi ehemmiyetle rica olunur.” (İmza: Matbuat Umum Müdürü Namına İzzettin Tuğrul Nişbay). Bir de gelin, 30 Kânunuevvel 1928 tarihli Vakit Gazetesi’nde yayınlanan habere bir göz atın: “Müessesatı Diniyye Müdürlüğünce İstanbul'da cemaatsiz camilerden 90 tanesi sedd edilecektir… (kapatılacaktır) “Ekserisi İstanbul cihetinde bulunup sedd edileceği ilân olunan camilerin kayyumları (imam ve müezzinler) başka camilerde vuku bulan münhallere (açık kadrolara) tayin edilecek, böylece kayyumsuz kalacak camiler seddedilerek (kapatılarak) satılığa çıkarılacaktır.” Camiler satılıyor, kimisi kereste deposu olarak kiralanıyor, kimisi de CHP’nin il ya da ilçe merkezine dönüştürülüyor. Yıkıma bırakılanlar apayrı bir acı! Halk kendi ürettiği tütünü içme, sahilden birkaç balık tutma, başına yün başlık giyme “suçları”ından karakollara çekilip dövülüyor… Birkaç “hoca”nın şapkaya direnmesi bahanesiyle Trabzon’un Of ilçesi bombalanıyor. Sultan Ahmed Camii’nin “Resim-Heykel Müzesi” olarak kullanılmasının yanı sıra, camilere sıra konulması, ayakkabılarla girilmesi ve kiliselerde olduğu gibi “sıralara oturularak tapınılması” (ibadet) tartışılıyor… Camiler basılıyor, Müslüman çocuklara Müslümanlık öğretmeye çalışma “suç”undan imamlar tartaklanıyor… Köylüler hiçbir bedel ödenmeden devlet yolu yapımında çalıştırılıyor. Buna rağmen vergi borcunu ödeyemeyen fakirlerin malına-mülküne el konuluyor… Ve kimse gıkını çıkaramıyor. Zira darağaçları göz kırpıyor. Gördünüz mü, halksız Halk Partisi’nin “demokratik” uygulamalarını? Çiftetelli Medyası (İkitelli semtinde konuşlanmalarından dolayı böyle diyorum) kalemşorlarının özlemi tam da bu türden bir “demokrasi”dir! | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37437] İpekçi'nin gerçek kaatili kim? - D.Mehmet Doğan - Vakit Posted: 20 Jan 2010 09:46 AM PST |  | D.Mehmet Doğan - Vakit | 2010-01-20 | |
| İpekçi’nin gerçek kaatili kim? | | Katil zanlısının tahliyesi, Abdi İpekçi cinayetini tekrar gündeme taşıdı. Maktul İpekçi’nin gazetesi “Abdi İpekçi bir kez daha öldürüldü” manşetini attı… Her ne kadar, gazetenin adı değişmemişse de patronu dahil birçok şeyi değişmişti. Fakat değişmeyen bir tarafı vardı, o da körlüğü! Hedef olarak, “katil zanlısı” tanımlamasını kullanmak zorunda kaldığımız M. Ali Ağca seçilmişti. Onun Milliyet yayın yönetmeni Abdi İpekçi’ye suikast ve 3 gasp eyleminden suçlu bulunduğu, Türk adaleti tarafından 10 yıl ceza verilmekle yetinildiği, 19 yıl Papa suikasti dolayısıyla İtalya’da yattığı, Türkiye’de ise aflar ve mevzuat boşlukları yüzünden uzun süre yatmaktan kurtulduğu belirtiliyor ve Ağca’nın tekrar cezaevine konulmasıyla adaletin temin edileceği intibaı uyandırılıyordu… Aynı gün, İpekçi’yi Ağca’nın değil, başka bir tetikçinin öldürdüğü iddiası güçlü şekilde dile getirildiği halde böyle bir çözüm ortaya konulması şaşırtıcı değil mi? Abdi İpekçi’yi kimin öldürdüğü değil, kimin öldürttüğü önemli. Milliyet, cinayetin ertesi günü bunu araştırmadan ahkam kestiği gibi, otuz küsur yıl sonra da, her türlü değişikliğe rağmen değişmezliğini ortaya koymaktadır. Türkiye’yi siyasî cinayet üssü haline getiren aslında bu körlük... Yıl 1923. Milli Mücadele askeri zafere ulaşmış. Şimdi ülkenin siyasi geleceği ile ilgili kararlar verilecek. Uluslararası siyasi sistemin talepleri ya aynen kabul edilecek ya da Türkiye Milli Mücadele boyunca olduğu gibi dik duracak. Lozan müzakereleri gösteriyor ki, İngiltere kurgusu yeni Türkiye projesi Milli Mücadele’yi yürüten, başarıya ulaştıran Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmeyecek. Bu arada, muhalefetin önde gelen şahsiyetlerinden Ali Şükrü Bey, Ankara’da bir gazete yayınlamaya başlıyor. Milli Mücadele’yi başarıya ulaştıran Meclis olabildiğince demokratik bir yapı oluşturmuş; her şey konuşuluyor, tartışılıyor. Fakat, İttihatçı kanat bir süre sonra Müdafaa-yı hukuk grubunu oluşturuyor. Bu otoriter eğilimin dışında kalanlar ise “ikinci grup” sayılıyor. Ali Şükrü bu zorunlu gruptan. Bütün mesele zaferden sonra milli hakimiyet prensibinin gerçekten hayata geçirilip geçirilmeyeceği. Ali Şükrü’nün gazetesinin siyaset ipini elinde bulunduranları rahatsız etmemesi mümkün değil. Ali Şükrü Bey hunharca katlediliyor! Cumhuriyetin temelinde Ali Şükrü Bey’nin kanının olmadığını kim iddia edebilir? Ali Şükrü’yü öldürdüğü anlaşılan köşkün muhafız birliğinin başı Topal Osman başka bir cinayetle ortadan kaldırılıyor. O günden bugüne, siyasi cinayetlerin nasıl yorumlanacağına dair değişmeyen ölçüler var. Abdi İpekçi cinayetinde de aynı yorumlar yapılmıştır. Cinayeti işletenlerin bu yorumların yapılacağını bilmediklerini söyleyebilir miyiz? Haydi cinayetin sıcağında bu husus çok fazla gözetilememiş olsun. Ya otuz küsur yıl sonra? Türkiye’de ilk defa tetikçiler değil, azmettirenler, arkaplandakiler mahkeme ediliyor. Elbette Ergenekon davasından bahsediyoruz. Şimdi mütekait tetikçileri tekrar hapse tıkmak için seferber olmak yerine, bu davanın sonuçlanması için itina gösterme zamanı. Eğer bu başarılabilirse, İpekçi’nin gerçek katillerini de öğrenebiliriz. | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37439] Bilmeceler ülkesi - Ahmet Taşgetiren - Bugün Posted: 20 Jan 2010 09:44 AM PST |  | |
| Bilmeceler ülkesi | | Ağca bilmece. Cinayetteki suç ortaklarıyla, askeri cezaevinde, asker elbisesi giydirilerek kaçırılışı ile, Papa suikastı ile, Bulgar mafyası ilişkileri ile, "Devletliler"le ilişkileri ile, başka başka işleri ile bilmece... İpekçi cinayeti bilmece. Papa suikastı bilmece. Dink bilmece, Santoro bilmece, Malatya Zirve Yayınevi cinayeti bilmece... Susurluk bilmece. Çatlı, Hüseyin Kocadağ, Sedat Bucak bilmece. Susurluk konusunda bir rapor hazırlatan dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın "Ben bile Susurluk'un yüzde 20'sini ancak biliyorum" sözü bilmece... O raporu hazırlayan Kutlu Savaş'ın raporundaki devlet sırları bilmece. Aynı raporda, "Devlet adına bazı örtülü cinayetler işlenebilir ama bunun ayağa düşmesi olmaz" sözünün neleri kapsadığı bilmece. Danıştay cinayeti bilmece. Mumcu bilmece. Bu cinayetlerden sonra gerçekleştirilen kitle eylemleri bilmece. Cumhuriyet mitingleri bilmece. Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Yakamoz bilmece. Özden Örnek günlükleri bilmece... Öcalan bilmece, PKK bilmece. PKK-Ergenekon ilişkisi bilmece. Ergenekon bilmece... JİTEM bilmece. Cem Ersever'in ölümü bilmece. Eşref Bitlis bilmece. Rıdvan Aydın cinayeti bilmece. Peş peşe denizci asker intiharları bilmece. Kışlalı, Aksoy, Üçok, Doğan Öz bilmece... 11 Eylül akşamına kadar devam eden cinayetlerin 12 Eylül'de tıp diye kesilmesi bilmece... Sabah ülkücü, öğleden sonra solcu militanın aynı silahla öldürülebilir olması bilmece... Mahir Kaynak'ın, 12 Mart sürecindeki rolü bilmece. Altı kere gidip yedi kere gelerek devlet ümurunu en zirvesine kadar kullanan bir şahsiyetin, yani Demirel'in "Devletin rutin dışı işleri olur" sözü bilmece. Devlet sırrının içine nelerin girdiği bilmece. 1 Mayıs 1977 Taksim vahşeti bilmece. Jandarmanın örtülü ödeneği bilmece. Başbakan'a yapıldığı iddia edilen 10 küsur suikast girişimi bilmece. Başbakan Yardımcısı Arınç'a suikast girişimi bilmece. Kozmik Oda bambaşka bir bilmece. Özal'ın ölümü bilmece. Yazıcıoğlu'nun helikopter kazası bilmece. Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla, Gladio, Emasya bilmece... Devletin gömülü silahları var mı, bunlar nerede saklanıyor ve kimler biliyor, kimler hangi durumda kime karşı kullanacak, bilmece... PKK'nın eylem alanında 33 erin hiçbir koruma olmaksızın sevk edilmesi ve katledilmesi bilmece. Sıkıyönetim ve olağanüstü hal zamanlarında, adım başı kontrollerin yapıldığı ortamlarda uyuşturucu kaçakçılığı yapılabilmesi bilmece... 12 Eylül öncesinde, MSP'nin Konya mitinginde İstiklal Marşı okunurken oturanlar bilmece... Faili meçhuller bilmece... Demirel'in "Türkiye'de iktidar olmak, rodeoya benzer" sözü bilmece. Ağca'yı sorgulayan zamanın emniyet müdürü, sonraların milletvekili Hayri Kozakçıoğlu ne diyor: "Devletin içinde bir çekirdek olabilir. Devletin içindeki bazı görevliler bu olaya karışmış olabilirler ama ben bir devlet eylemi demiyorum da devletlilerin eylemi..." Yani "Devletliler" bilmece... Bu bilmeceleri bugüne kadar çözebilen oldu mu acaba? Diyelim bugünün Başbakanı, Genelkurmay Başkanı çözmüşler midir? MİT veya başka istihbarat kurumlarımız çözmüşler midir? Ziya Paşa şöyle demiş: "Halletmediler bu luğazın sırrını kimse, bin kafile geçti hukemadan ulemadan." Yani, "Filozoflardan, alimlerden bin kafile geçti ama bu bilmecenin sırrını çözemediler." Ağca cezaevinden çıktı, gazete manşetlerine bakın, herkes "Bilmece"ye odaklanmış durumda... Hani insan, kurşun yağmuru altında, biri isabet etmesin diye oradan oraya koşar ya... Bizde devlet yönetimini ona benzetiyorum ben. Bir Başbakan, bunca bilinmezin arasında, bilmem kaç tane koruma içinde hem canını korusun hem iş yapsın... Bir Genelkurmay Başkanı, evden sefer tası ile yemek getirsin... Bir başka Genelkurmay Başkanı, bir tatbikat sırasında, burnunun üzerinden geçen ve arkasındaki adama isabet eden kurşundan kıl payı kurtulsun... Ben bazen, Başbakan için, Genelkurmay Başkanı için, tüm devlet için, "Ergenekon"da sembolize olan örtülü dünyadan daha öncelikli bir sorun var mı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37440] Ulusalcı CHP'nin 27 Mayıs ihtilalini tahrik ve teşvik etmesinin delili Posted: 20 Jan 2010 09:41 AM PST
| |
| | Bir ihtilalcinin halet-i ruhiyesi | | E. Milli Birlik Komitesi Üyesi Ahmet Er, bir döneme ışık tutacak çarpıcı açıklamalarda bulundu. | | FATİH UĞURLU VE NAZİF KARAMAN'IN RÖPORTAJI F.U.: Kitabınızda bir bölüm var. 27 Mayıs ve CHP faktörü diye. Orada CHP’nin 27 Mayıs ihtilalini tahrik ve teşvik ettiğini söylüyorsunuz. Hatta o günlerde ihtilale zemin olabilecek kadar büyük olayların olmadığını, CHP’nin bunları abarttığını, büyüttüğünü herhalde görüyorsunuz. A.E.: Çok tebrik ederim. Aynen. İsmet Paşa ne demişti, “Sizi ben bile kurtaramam. Şartlar tamam olunca ihtilal meşru olur.” İnönü ihtilâli tahrik ve teşvik etmiştir. O zaman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüzde doksanı İsmet Paşa’cı idi. Biz değildik. Bunu söylerken, onunla bir çatışmamız, anlaşmazlığımız mı vardı, hayır! Biz bu ordunun subaylarıydık. Ama İsmet Paşa ordu ile çok oynuyordu. İşte bizi yurtdışına sürenler de bu İsmet Paşa’cı subaylardır.
F.U.: Hatıralarınızda şöyle bir bölüm var. “Tereddüt ve şüphe içinde örgüt çalışmalarını sürdürüyorduk. İsmet İnönü’den emir aldıkları ve örgüt çalışmaları hakkında dışarıya bilgi aktardıkları hususunda bazı örgüt üyeleri hakkında şüpheler vardı.” Şimdi şunu sormak isterim. Neden Demokrat Parti iktidarını düşürmek için bir örgütlü eylem içerisine girdiniz? A.E.: Bu çok önemli bir soru. Şimdi Türk tarihçileri şu anda söylediklerimi çok dikkatle dinlemeli ve anlamaya çalışmalıdır. Benim öz dayım CHP’nin Akhisar’daki ileri gelenlerinden idi. İhtilâlden sonra bana dedi ki:
- Eğer 27 Mayıs İhtilali olmasa idi, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak silahlanmıştık, müdahale edecektik. Bunu söyleyen herhangi bir Halk Partisi üyesi değil. O günlerde camiler ayrılmış, kahveler ayrılmış, mezarlar ayrılmış, millet bir iç savaşa doğru gidiyor. Biz Demokrat Parti aleyhine bir ihtilâl düşünmedik. Böyle bir olay karşısında meydana gelebilecek bir iç harbi önlemek için ihtilâlci kadronun içinde yer aldık. Halk Partililer ile Demokrat Partililer bizim gözümüzde aynı insanlar idi. “Türk ordusu bu milletin yarısına dost, yarısına düşman olamaz” diye bangır bangır bağırdık.
F.U: Ama sonuç böyle olmadı. A.E.: Evet olmadı. İsmet Paşa olaya hakim oldu. İhtilalden hemen sonra İsmet Paşa kendine bağlı komite üyelerini Afet İnan’ın evinde toplamış ve onlara iktidarın kendisine bırakılması şartı ile ömür boyu tabii senatörlük teklif edilmiş. Komite üyesi Fikret Kuytak bunu gelip bana anlattı. Nitekim sonunda üzerine seçim kılıfı giydirilerek yine İsmet Paşa’ya başbakanlık verildi. Kurucu meclisi meydana getirenlerin de çoğunluğu CHP’liler idi.
F.U.: Sayın Er, siz bu ihtilale katılmasa idiniz ya da 27 Mayıs hiç olmasa CHP’lilerin mevcut iktidara karşı böyle bir silahlı ayaklanmaya kalkışabileceklerine inanıyor mu idiniz? A.E.: Kesinlikle evet.
F.U.: Bu endişeniz bence hayal mahsulü bir endişedir. Üstelik böyle bir durumda ordu olarak siz ne güne duruyorsunuz. Halkın oyları ile gelmiş bir iktidarı savunmak sizin göreviniz değil miydi? Ayrıca siz ihtilali yapan kadronun Demokrat Partililere karşı en alçakça maddi ve manevi işkenceleri yaptığını da biliyorsunuz. A.E.: Onlar bizim sürgünümüzden sonra yapıldı.
MENDERES’E KARŞI EDEPDIŞI ŞEYLER YAPILDI
F.U.: Hayır daha birinci gün tüm DP milletvekillerinin ve yöneticilerinin bir zulüm çemberine alındıklarını bilmeyen mi var. Siz Adnan Menderes’in idama götürülecek kadar ağır bir suç işlediğine inanıyor musunuz? A.E.: Adnan Menderes’in idama götürülecek kadar ağır bir suç işlediği kanaatinde değilim. Ayrıca Adnan Menderes’in şahsına karşı edep dışı şeyler de yapıldı. Yok kasasından kadın külotu çıkmış, yok şuymuş, buymuş. Bunlar çok ayıp şeylerdi. Bu çirkin yakıştırmalar orduyu da lekeledi.
F.U.: Siz CHP’lilerin bir isyan hazırlığı içinde olduğunu söylüyorsunuz, neden bir subay olarak ihbar etmediniz? A.E.: Onu da düşündük. Sonunda Muzaffer Özdağ, Numan Esin ve Ahmet Er üçlüsü olarak bu ihtilale katılıp, işin içinde olarak bazı şeylere fren olabileceğimize karar verdik.
F.U.: Mesela 9 subay olayı var. İhbar da edebilirdiniz. A.E.: Onlar da başarılı olamadılar.
F.U.: Olamadılar çünkü ihbarı alan da, onları sorgulayan da gizli örgüt üyesi idi. Bir başka dikkatimi çeken husus da, sizin kitabınızda belirttiğiniz ince bir nokta. Siz DP’nin seçimle iktidara geldiği ve halkın meşru temsilcisi olarak mecliste bulunduğu zaman gizli örgüt kurdunuz. Bunun anlamı CHP’nin yapacağı bir darbeyi frenlemek olarak açıklayan Ahmet Er’i yalanlamıyor mu? Üstelik ihtilalin güçlü albayı Alparslan Türkeş, yabancı bir gazeteciye yaptığı açıklamada, en geç üç ay içerisinde seçim yapacaklarını ve iktidarı seçimi kazanan partiye kesinlikle devredeceklerini söylüyordu. Siz de o günlerde ve ölünceye kadar da Türkeş’in önemli bir müttefiki ve destekleyicisi idiniz. İktidarı üç ay içerisinde bırakmak şöyle dursun, koltuk sıcak geldi ve iktidarda daha fazla kalabilmek için yollar aramaya başladınız. Nitekim hatıralarınızda bunu açıkça belirtiyorsunuz. Hedefiniz 4 yıl iktidarda kalıp programınızı uygulamak. Yani halkın vermediği bir yetkiyi kullanmaya kalkıyorsunuz. A.E.: Biz sivil iktidarların yapmaya cesaret edemeyecekleri birtakım işleri yapmak istedik.
F.U.: Hangi hakla? A.E.: Mesela Türk ordusunda general ve albay sayısı çok artmıştı. Bir albay neredeyse bölük komutanı olarak vazife yapacak hale gelmişti. Bunların tasfiyesi lazımdı. Bunu sivil iktidarlar yapamazdı.
OYAK’I ORTADA KALMAYALIM DİYE KURDUK
F.U.: OYAK’ı kurdunuz. Subaylara birtakım yeni haklar sağladınız. CHP Milletvekili Nur Serter’in babası ve ihtilale sizin gibi İstanbul’dan katılan Kurmay Albay M. Emin Aytekin yazdığı “İhtilal Çıkmazı” adlı hatıralarında bu tür subaylara yönelik yapılan iyileştirmeleri ve sağlanan hakları “Biz ihtilali bunun için mi yaptık?” diyerek sert bir dille eleştiriyor. Sizse savunuyorsunuz. A.E.: OYAK’ı başarılı olamazsak ortada kalmayalım diye kurduk.
F.U.: Üç ay içerisinde seçimlere gitmek ve iktidarı kazanan kim olursa devretmek fikrinden hemen caydınız ve Menderes ve arkadaşlarını yurtdışında siyasi yasaklı hale getirmeyi düşündünüz. Hatta onlara örtülü ödenekten maaş bile bağlamak. Çünkü temel düşünceniz DP’ye oy veren kitlenin sizin kuracağınız partiye oy vermesi idi. Ama bu Türkeş’le birlikte sizin fikrinizdi. Tatbikatta öyle olmadı. A.E.: Evet olmadı.
F.U.: Olmadı, zira ordu içinde DP’ye ve onun lider kadrosuna karşı bir düşmana bile beslenmeyecek bir kin ve garez vardı. Nitekim Menderes, Celal Bayar ve DP’li milletvekillerine Harbiye de, Balmumcu’da ve Yassıada’da reva görülen muameleyi bu ordunun subayları savaşta düşman subaylarına bile göstermemişlerdi. Hepiniz CHP’nin Menderes’e atfen yaydığı “Ben gerekirse orduyu yedek subaylarla da idare ederim” dedikodusunun kurbanı oldunuz. A.E.: Biz, Anayasa Profesörü Ali Fuat Başgil’in başkanlığında bir heyetin yeni bir anayasa yapılmasını teklif etmiştik. Fakat CHP’li subaylar buna engel oldular ve anayasayı hazırlama görevi sol bir kadroya verildi.
F.U.: Üstelik Ali Fuat Başgil Hoca, Cumhurbaşkanlığı adaylığı dolayısı ile ölümle tehdit edildi. A.E.: İstanbul Valisi Refik Tulga’yı ziyaret ettim makamında. Tulga dışarı çıkmak üzereydi. Nereye gitmekte olduğunu sordum. Bakınız verdiği cevaba; “Sayın Er, İstanbul Üniversitesi’ne gidiyorum. O Ali Fuat Başgil denen adam, evinde bir anayasa taslağı hazırlamış. Bunun suç olup olmadığını öğreneceğim.” Düşünebiliyor musunuz Ali Fuat Başgil gibi bir anayasa hukukçusu, Ordinaryüs Profesöre böyle bir ifade ve düşmanlık. Birlikte üniversiteye gittik. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sıdık Sami Onar, Hüseyin Nail Kubalı…
NİYETLERİ BAŞGİL’İ TUTUKLAMAKTI
F.U.: Kubalı’nın hukuktan öğrencisiyim. A.E.: Yine de içlerinde en iyisi oldu. Refik Tulga, Ali Fuat Başgil’in evinde hazırladığı anayasa taslağını soruyor hocalara. Niyeti Ali Fuat Başgil’i tutuklayacak bir gerekçe bulmak. Sordular, Sıddık Sami Onar ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bunun fitneye sebep olacağını söylediler. Dedim bu tarımla ilgili bir konu olsaydı ne olurdu. Dediler ki, anayasa başka bu konu başka. Hüseyin Nail Kubalı, “Bu konuda ben Ahmet Er’le aynı düşünüyorum” diyerek bana destek verdi. Böyle bir hazırlık fitne de olmaz, suç da olmaz. Esas niyetleri bu bahane ile Başgil Hocayı tutuklamaktı. Biz oraya girince oyun bozuldu.
F.U.: Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyunu bozamadınız ama. Ali Fuat Başgil’i Sıtkı Ulay bizzat tehdit edip, Cemal Gürsel karşısında Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçirdi. Ve Başgil yurtdışına giderek hayatını kurtarabildi. A.E.: Ama o zaman biz yoktuk, sürgün olarak yurtdışına gönderilmiştik.
F.U.: Evet ayağınızın altındaki zemin kaymıştı. Men dakka duka. DP’ye reva gördüğünüz muamele sizin de başınıza gelecektir. VAKİT
| | 2010-01-20 10:41:26 | | | | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37438] Eşi MASON Arıtman yine gerdi! Posted: 20 Jan 2010 09:39 AM PST
| |
| | Arıtman yine gerdi! | | CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda ''Türkiye'deki kadınların Yemen, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirliklerindeki kadınlarla aynı durumda olduğunu'' söyledi. Arıtman'ın sözleri AK Parti'li komisyon üyelerinin tepkisine neden oldu. | | AK Parti İstanbul Milletvekili Güldal Akşit başkanlığında toplanan TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, AB Türkiye Delegasyonu Siyasi Müsteşarı Diego Mellado ve Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Eğitim Uzmanı İbrahim Ural'dan bilgi aldı. Mellado, Nisan veya Mayıs aylarında hazırlanacak yeni Lizbon Antlaşmasında yeni stratejilerin belirleneceğini, bu stratejiler arasında kadın erkek fırsat eşitliğinin önemli bir yer tutacağını bildirdi. Mellado, ''Ceza hukukunda sürdürülen çalışmalarla, kadınlara yeni yetkiler tanınması öngörülüyor. AB, kadın erkek fırsat eşitliği konusunda yetkisini daha da artırmış olacak. Türkiye'yi de artan kadın erkek fırsat eşitliğiyle AB'de görmek istiyoruz. Komisyonunuz, Türk mevzuatındaki uygulamalarında itici bir güç olabilir'' diye konuştu. -ARITMAN'IN GÖRÜŞLERİ- CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, Türkiye'de erkeklerden çok kadınların AB'ye üye olunmasını istediğini ileri sürerek, üye olunması halinde kadın haklarında ilerleme olacağını savundu. Arıtman'ın ''Türkiye'nin AB'ye sırt çevirip, yüzünü Arap ülkelerine dönmeye başladığını, Türkiye'deki kadınların Yemen, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirliklerindeki kadınlarla aynı durumda olduğunu'' söylemesi üzerine AK Parti'li komisyon üyeleri tepki gösterdi. ''Kimi kime şikayet ediyorsun'' diyerek tepki gösteren AK Parti Samsun Milletvekili Fatih Öztürk, Arıtman'ın söylediklerinin gerçeği yansıtmadığını söyledi. Canan Arıtman, Türkiye raporunun çok sağlıklı oluşturulması gerektiğini, namus ve töre cinayetlerinde öldürülen kadınların sayısının AK Parti iktidarı döneminde arttığını iddia etti. AK Parti'li Öztürk, Arıtman'ın yanlış bilgi verdiğini belirterek, ''İktidara karşı mücadele eden son donkişottur; tektir. Görüşleri, Komisyonumuzun görüşünü yansıtmamaktadır'' dedi. AK Parti Malatya Milletvekili Öznur Çalık, AK Parti döneminde kadın erkek fırsat eşitliğine yönelik çok sayıda yasal düzenleme yapıldığını anımsatarak, Türkiye'nin AB sürecinde tüm fasıllarda müzakereye başlaması gerektiğini söyledi. AK Parti Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz ise Türkiye'nin birilerine şikayet edilmesi yerine durumun daha iyi noktaya getirilmesi için çalışmalar yapılması gerektiğini belirterek, töre ve namus cinayetlerine ilişkin komisyonun ilk kez AK Parti döneminde kurulduğunu, hazırlanan rapor doğrultusunda genelge yayımlandığını bildirdi. Türkiye'nin yönünü ne tarafa çevirdiğini AB'nin çok iyi bildiğini ifade eden İnceöz, Türkiye'nin dünyadaki her ülkeyle iletişime açık olduğunu dile getirdi. -AKŞİT MİKROFONU KAPATTI- Komisyon Başkanı Akşit, sunumun ardından söz alan Arıtman'ın soru sorma yerine görüşlerini açıklamasına müdahale etti. ''Provokatörlük yapmayın'' diyen Akşit, Arıtman'ın mikrofonunu konuşmaya kapattı. Akşit, Komisyon üyelerini toplantının kurallarına uymaya davet etti. Arıtman, normal şartlarda Komisyondan ayrılması gerektiğini belirterek, mücadele etmek amacıyla Komisyonda kalacağını söyledi. -''DİNİ NİKAH ZORUNLU DEĞİL''- İslam açısından küçük yaşta evlendirilmenin değerlendirmesini yapan Ural, ''Resmi nikah kıyılmasıyla İslam dininin evlilik şartları yerine getirilmiş oluyor. Dini nikah daha çok örf, adet ve geleneklerden kaynaklanıyor. Resmi nikah yapılmasıyla evlilik aktı gerçekleştirilmiş olur'' dedi. -ÖRF VE ADETLERİN DEĞİŞTİRİLMESİ- Komisyonu Başkanı Güldal Akşit, belli değerleri değiştirmenin, ortadan kaldırmanın hiçbir topluma fayda getirmeyeceğini savunarak, ''Aslolan resmi nikahtır, nikahı geçerli hale getiren dini nikah değildir'' diye konuştu. CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, Komisyon Başkanı Akşit'in ''örf ve adetlerin değiştirilmemesine'' yönelik tutumuna katılmadığını söyledi. Örf, adet ve gelenekler değiştirilmeden çağdaşlaşmanın mümkün olmayacağını savundu. DSP İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş, resmi ve dini nikah konularının vatandaşa anlatılması gerektiğini söyledi.
(AA)
| | 2010-01-20 17:27:47 | | | | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
[anadoluhaber:37449] Ahlaksız diziye isyan! Posted: 20 Jan 2010 09:38 AM PST
| |
| | Ahlaksız diziye isyan! | | Kanal D'de yayınlandığı günden bu yana 'ahlaksızlık' kokan senaryo ve sahneleriyle toplumun tüm kesimlerinin büyük tepkisine neden olan Aşk-ı Memnu isimli dizinin yayından kaldırılması için girişimde bulunan duyarlı vatandaşlar internet ortamında organize olup RTÜK'e şikayet yağdırıyor. | | İşte internette başlatılan şikayet kampanyası:
'Aşk-ı Memnu '' İsimli AHLAKSIZ DİZİYİ Şikayet Ediyoruz. Aile ve Toplum Ahlaki kodlarımızı TAHRİB eden bu diziyi "Ben Annem, Babam, Kızım ve Oğlumla yüzüm kızarmadan Keyifle izliyorum " DİYEMİYORSANIZ !!! lütfen. İş işten Geçmeden... Aile Bağlarımız Çatırdamadan... .
Vatandaşlık göreviniz Olan Şikayet Etme Hakkınızı Kullanın LÜTFEN...Hemen ... ŞİMDİ...
RTÜK ŞİKAYET LİNKİ İÇİN TIKLAYIN İstediğiniz gibi doldurabilirsiniz yardımcı ÖRNEK olması cihetiyle Aşağıya Örnek bilgiler Yazılmıştır.
Kişisel Bilgilerinizi giriyorsunuz...
Kuruluşun Yayın Türü : TV işaretliyorsunuz.
Kuruluş Adı : KANAL D. Program Adı : AŞK-I MEMNU.
Yayın Tarihi : PERŞEMBE.
Yayın Saati : 20:15
GÖRÜŞLERİNİZ :
Perşembe Akşamları Kanal D Televizyonunda Saat : 20:15 'te yayınlanan ''AŞK-I MEMNU' isimli dizi, Bizi biz yapan temel değerlerimiz olan İNANCIMIZA, geleneksel ÖRF ve ADETLERİMİZE uymadığı genel TOPLUM KANAATİDİR.Ailemiz ve Bilhassa gençlerimiz üzerinde ahlaki bir çöküntüye sebebiyet veren bu diziyi PROTESTO ediyorum. Yetkili ve Sorumlu Bir üst KURUL OLARAK hassasiyetlerimizi dikkate alacağınız temennisi ile ilgili AHLAKSIZ DİZİNİN yayından kaldırılması için gerekli olanın yapılmasını ARZ ve TALEB EDİYORUM. Saygılarımla."
Engin KAŞDAŞ-habervaktim.com
| | 2010-01-20 09:35:42 | | | | -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.