Adalet ve Demokrasi Haftası Posted: 31 Jan 2010 12:42 AM PST ‘Balbay’a şimdi, hemen şimdi özgürlük!’ at FOR REASONS UNKNOWN |
CIA'nın, orduyu bölmeye dayanan iç savaş stratejisi Posted: 30 Jan 2010 09:50 PM PST 30 Ocak 2010 Arslan BULUTarslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
Henry Barkey ve Graham Fuller’in “ordu içinde bölünmeler” umuduna dayanan iç savaş stratejisine karşı Türkiye’nin çözümü, Atatürk’ün İstiklal Savaşı’na hazırlanırken, Alevisini Sünnisini ve etnik köken ayırt etmeden bütün milleti, ortak bir hedefte nasıl buluşturduğunu inceleyerek, Atatürk’ün milletin kendine güvenmesini sağlamakta kullandığı yöntemleri uygulamaktır. Türkiye’nin, Birinci Meclis ruhuna ihtiyacı vardır. Türkiye’nin yeniden “Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için” motivasyonuna ihtiyacı vardır. Türkiye’nin daha fazla sağduyuya ihtiyacı vardır. Bunu sağlayacak olan da medyanın ulusal niteliği zayıfladığı için Milli Güvenlik Kurulu’dur; dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Türkiye, Türkiye’yi yönetenler tarafından resmen ve alenen satılıyor ve askerler dahil herkes bunu özelleştirme diye yutuyor. Türkiye satıldıktan sonra, sağlanacak olan kimin güvenliği olacaktır? Amerikan ve İngiliz şirketlerinin güvenliği değil mi? Türk Silahlı Kuvetleri, milli güvenliği tehdit eden bu gidişe MGK’da dur demelidir. Yoksa vebal altında kalırlar. Türkiye’ye yönelik iç savaş senaryolarının tartışıldığı bir ortamda, ülkenin bütün malvarlığının satılıyor olması asıl tehdit değil midir? Tehdit değerlendirmesi, bunun için yeniden gözden geçirilmelidir. İşte o zaman, bütün çatlak sesler susar ve Türk Milleti yeniden tek vücut olur. Bunlar yapılmasa da, Türk Milleti kendi kaderine sahip çıkacaktır ama, kargaşa yaşamaya lüzum var mı? * * * Yukarıdaki satırları 1998 yılında, bugün “Fatih Camisi’ni bombalayacaklardı” diye ortaya atılan CIA projesinin orijinali ABD’de tartışıldığı zaman Sağduyu gazetesinde yazdım.. O tarihten bugüne, köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye’nin malvarlığı tamamen yabancılara satıldı. Sıra orduyu bölmeye geldi. 17 Ağustos 2005’te “İrtica diye gürleyenler vatan satılırken niçin sessiz?” başlıklı yazımda da benzer uyarıları yapmıştım. Fakat aldığım karşılık, “Devletin askeri kuvvetlerini aşağılamak” suçundan hakkımda dava açılması oldu. TCK 301/2’den yargılandım. Neyse ki bir yıl sonra beraat ettim. * * * The Times gazetesi, “İktidar mücadelesi, silahlı kuvvetleri, yüksek profili olan komplocular ile hassas belgeleri sızdıran ve siyasetten uzak bir orduyu isteyen isimsiz askerler olmak üzere ikiye böldü. Bir araştırma şirketi, orduya olan güveninin yüzde 60’lık tarihi bir düşük düzeyde bulunduğunu açıkladı” diye yazıyor. Türkcelil.com’da çıkan bir yazıda, İranlı Mohsen Yazd, “İran’da da önce halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla mollaların safına çekildi. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı. Humeyni, devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. İran devriminde kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazlar, ellerinde Kur’an ile erleri geçerek, direnen subay ve komutanları katlettiler” uyarısında bulunuyor! Mohsan Yazd, “Yüreğim kan ağlayarak İran’da ’O gün’ gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye’de görüyorum” diyor ve Türkiye’de kışlaları basacak olanların da emir komuta zinciri içinde hazır bekletildiğini belirtiyor. Arslan BULUT - CIA'nın, orduyu bölmeye dayanan iç savaş stratejisi |
Ne biçim Genelkurmay Başkanı'ymışsın!' Posted: 30 Jan 2010 09:44 PM PST 30 Ocak 2010 Selcan TAŞÇIselcantasci@gmail.com 'Ne biçim Genelkurmay Başkanı'ymışsın!' Zırt pırt ortaya darbe planları çıkıyor. Herkesin hedefi Genelkurmay oluyor. Hepimiz el birliğiyle mevcut Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan hesap soruyoruz. Ne var ki ortaya çıkan planların hepsi 2003-2004 yıllarına ait. Yani mevcut Genelkurmay Başkanı’nın daha yeni Orgeneralliğe terfi ettiği günlere. Balyoz’da da, Sarıkız’da da, Ayışığı’nda da, Eldiven’de de hep aynı kişi Genelkurmay Başkanı. Orgeneral Sayın Hilmi Özkök. Bir tek ferdi vahit de çıkıp Özkök’ten hesap sormuyor. ‘Yahu kardeşim, sen ne biçim Genelkurmay Başkanı’ymışsın. Altındaki herkes darbe planlamış. 1. Ordu’da katliam planları yapılmış. Bu planların hepsi sana da ulaşmış. Niye o günlerde gereğini yapmadın’ diye soran yok. Varsa yoksa ‘Hilmi Paşa çok demokrat adamdı’ lafları. Başlarım demokratlığına. Bu gün kızdığımız öfkelendiğimiz, ‘Yuh bu kadarı da olur mu’ dediğimiz, TSK’yı suçladığımız ne kadar plan varsa ve eğer siz yayınlayıp durduğunuz tüm bu planlara inanıyorsanız, bunların hepsi Başbuğ zamanında değil, Özkök zamanında yapılmış. Gerçekten merak ediyorum, niye hiç kimse Özkök’ün adını anmıyor? ‘Paşa Paşa, sen ne o zaman ne halt ediyordun bütün bunlar olup bitiyordu’ demiyor? Yedi sene öncesinin hesabını bugünün komutanına sormayı biliyorsunuz da, 7 sene öncesinin hesabını o günün komutanına sormayı neden düşünmüyorsunuz? Kim bu Hilmi Özkök? Neredendir torpili de kimse ona bir şey soramaz. Ve savcılar dahi ayağına gider. Döneminde darbe planları yapılan bir demokrattır anladık da, aslen necidir? -Fatih Altaylı / HaberTurk * * * ABD’ye uyum yasaları AB’ye uyum diye, AB üyesi hiçbir ülkede tartışılmayan ulusal kimlik yerle bir edildi, demokrasi diye otokrasi yerleşti. Türkiye, uyum çerçevesinde, tamamı Amerikan olan bir planla BOP’a taşınıyor AB’ye uyum çerçevesinde çıkartılan yeni yasalarla, basın ve yayın yoluyla özgürce ifade ettiğimiz düşüncelerden ötürü zırt pırt yargılanmayacaktık. Yalakalık ifade özgürlüğü gerektirmediğine göre, böyle bir yasal düzenleme de pratikte “muhalefet” hakkını genişletiyordu. Oysa pratikte, sadece iktidar yanlısı, yalakası, şakşakçısı kişiler ya da iktidar tarafından onaylanan, talep edilen, bazen de yaratılan medya kurumlarının ifade özgürlüğü genişledi. Hatta iftira atmak, komplo üretmek, manipülasyon yapmak özgürlüğü azgınlaştı! Güya AB’ye uyum yasalarından önce haklarında açılan davalara rağmen düşüncelerini söyleyip yazabilenler, bu yasalardan sonra haklarında dava açılmadan susturuldular, sansürlendiler. Çünkü yazdıkları gazeteler, konuştukları televizyonlar batırıldı, batırılıyor, henüz batmayanlar da batırılmamak için sustular! Yerli üretim bitirildi Acaba AB, Türkiye’ye özel bir uyum planı mı sundu, yoksa Türkiye AB kriterlerini AKP iktidarına biata mı uydurdu? AB’ye uyum çerçevesinde “tarım politikası” dendi, yakın zamana kadar et, süt, yağ, tahıl, sebze ve meyve ihtiyacının tamamını karşılayıp ihracat yapan Türkiye, tüketiminin tamamına yakınını ithal eder hale geldi. Oysa benim bildiğim AB, genel bütçesinin yüzde 40’ını tarım ve hayvancılık sübvansiyonuna ayırıyor, 100 milyar Euro demek olan bu para üye ülkelere üretim kapasitelerine göre dağıtılıyor. Dünyanın en sanayileşmiş ve teknolojide en ileri beş devletinden biri olan Fransa, ne tarımını gözden çıkardı, ne hayvancılığını: AB’nin tarım ve hayvancılık sübvansiyon bütçesinin yüzde 27’si, bir başına bu ülkeye veriliyor! Oysa Türkiye’de, AB’nin “tarım politikası”na uyum, hiçbir AB ülkesinde bitirmediği yerli üretimi -nedense- bir bizim sınırlar içinde bitirdiği gibi, AB’ye uyumsuz dönemde tarım ve hayvancılıktan geçinen milyonlarca kişinin işsiz kalmasına, aç, sefil, çaresiz ailelerin kırsal alandan kentlere göçmesine, böylece hem çarpık kentleşmeye, hem de mega köylere dönen kentlerde nüfus patlamasına yol açtı. AB’ye uyum çerçevesinde siyasal partiler yasasını da değiştirmek, siyasal örgütlenmeyi de lider sultasından kurtarmak, milletvekili dokunulmazlıklarını da sınırlandırmak gerekiyordu. Nedense bu başlıklarda, AB’ye uyuma gerek görülmedi. Tarikatlar örgütlendi, sendikalar boğuldu, STK’lar onun bunun maşası oldu. AB’ye uyum diye, AB üyesi hiçbir ülkede tartışılmayan ulusal kimlik yerle bir edildi, ümmet yüceltildi, AB’nin olmazsa olmazı seküler devlet yıkıldı, imamlar kadrolaştı, demokrasi diye otokrasi yerleşti bu ülkeye. Ve tamamı Amerikan olan bir plan, “AB’ye uyum” çerçevesinde BOP’a taşıyor Türkiye’yi. Sınırdan asker çeken yok Şimdi de polis ağır silahlarla donatılmaya, seküler orduya alternatif mümin ordu kurulmaya, en riskli sınırda askerin, jandarmanın görevi ABD’nin maşası olanların emrine verilmeye kalkışılıyor. Oysa AB’de polisi ağır silahlarla donatılmış bir ülke bilmiyorum ben. Sınırlarından jandarmasını, askerini çekip polisi koyan bir AB ülkesi de bilmiyorum. Ya ben AB’yi bilmiyorum ya da Türkiye ABD’ye uyum çerçevesinde darmadağın... - Mine Kırıkkanat / Vatan * * * TRT bir tek bu haberi yapmadı TRT Genel Müdürlüğü’ne Amasyalı İbrahim Şahin’in gelmesinin ardından hem kurum içinde Amasyalı çalışanların sayısı artmış hem de Amasya ile ilgili her türlü program yapılmaya başlamıştı. Hatta İbrahim Şahin’in doğum yeri olan Akyazı Köyü ile ilgili bir belgesel dahi TRT tarafından hazırlanmıştı. TRT yayınlarında Amasya ile ilgili olarak, ilginç başlıklar taşıyan çok sayıda haber ekranlara getirildi. Amasya’da yapılan ışıklandırmalardan Amasya Tarihi kitabının basılmasına, Amasya’da yapılan deprem tatbikatından Amasya’da yapılan çiftçi yarışmalarına, Amasya’da yeni yapılan kamu binalarından Amasya Belediyesi’nin açtığı kurslara, Amasya’da okuma alışkanlığından Amasya semaverine kadar her şey haber oldu. TRT Amasya ile ilgili her haberi yaptı. Bir tanesi hariç. O da Tekel Direnişi’nde bulunan Amasyalı işçiler. O işçiler Amasya’dan geldiklerini çadırlarına astıkları afiş ile gösterdiler. Ancak bu afişi TRT görmedi. -odatv.com
|
ÇUKURAMBAR'DA BAŞBAKAN VE CUMHURBAŞKANI NEDEN GİZLİCE BULUŞTULAR? YANLARINDAKİ 3.KİŞİ ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI MI İDİ ? Posted: 30 Jan 2010 04:31 PM PST ÇUKURAMBAR'DA BAŞBAKAN VE CUMHURBAŞKANI NEDEN GİZLİCE BULUŞTULAR? YANLARINDAKİ 3.KİŞİ ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI MI İDİ ? Sayın İstanbul Bilgi, Dezenformasyon yapıyor ve bilgi kirliliği yaratıyorsunuz. YAZINIZDA DİYORSUNUZ Kİ ; "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi eski başkanlarından Mustafa Bumin ile özel bir görüşme gerçekleştirdi " yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı böyle bir görüşmenin olmadığını söyledi. Velev ki ; Olsa bile bunda ne vardır ? Aynı meslekten hukukçu iki arkadaş, birisi görevde , diğeri emekli görüşseler ne olur ki ? Bu ne etik dışıdır, ne de üzerinde durulacak bir konudur. Emekli Mustafa Bilgin'in elinde ne yürütme ne de yaptırım gücü vardır !! Yani hukuken ve siyaseten AKP aleyhine açılacak olan yeni bir kapatma davasında etkinliği yoktur. Mustafa Bumin ne siyasetçidir, Ne de bir iş adamıdır !! Başsavcının etik yönden görüşmesi sakıncalı olmayan bir kişidir.Meslektaşı ve arkadaşıdır. *** Aslında üzerinde durmanız gereken ve bunun yanında çok daha önemli bir konu için size ip ucu vereyim ; Bu konuyu da yazar mısınız ? AKP'nin kapatılma davasının görüleceği günün bir gece öncesi Gece vakti , Yine Çukurambar'da başbakanın akrabası milletvekilinin evinde Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan neden GİZLİCE buluştular ? Bu buluşmada Anayasa Mahkemesinin Başkanının ne işi vardı ? Asıl etik olmayan bu buluşmadır. Ve Anayasa mahkemesinin kararını böylece Mahkeme başkanıyla birlikte olarak etkileme yoluna gitmişlerdir. Bu buluşma hem AKP'nin hem de Türkiye'nin geleceğini etkilemiştir. Aynı Mahkeme Başkanı yine dava sürecinde de yine AKP'li milletvekilleriyle bilmem ne kebapçısının açılışında bir araya gelerek yemek yemiştir. Bu buluşma yetmez ise size daha önemli buluşmaların başlığını verebilirim.Asıl üzerinde durulması gereken konular ve gerçekler gözden kaçırılıyor. Bir soru daha ; Anayasa Mahkemesi Başkanının İBDA C ile olan bağlantıları nedir ? Fasulyadan konularla uğraşacağınıza asıl bunlarla uğraşın !!! NKpt -------Original Message------- Date: 30.01.2010 00:17:13 Subject: Yalçınkaya - Mubin ...Yargıtay'da gizli buluşma! - (Sabih Kanadoğlunu Neden Almamışlar Aralarına ki.) Yargıtay'da Gizli Buluşma! – (Sabih Kanadoğlunu Neden Almamışlar Aralarına ki…) Vakit - YENER DÖNMEZ'İN HABERİ... Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi eski başkanlarından Mustafa Bumin ile özel bir görüşme gerçekleştirdi. Bakanlıklar'daki Yargıtay binasında önceki akşam gerçekleşen gizli görüşme yaklaşık bir saat sürdü. Görüşmenin ardından saat 17:30 sıralarında Başsavcı Yalçınkaya ve eski Başkan Bumin, Yargıtay binasının kapısından birkaç saniye arayla ayrı ayrı çıktı. Yalçınkaya resmi makam arabasıyla, Bumin de 'Megane' marka otomobille Başbakanlık'ın bulunduğu sokaktan ayrıldı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi eski başkanlarından Mustafa Bumin ile özel bir görüşme gerçekleştirdi. Bakanlıklar'daki Yargıtay binasında önceki akşam gerçekleşen gizli görüşme yaklaşık bir saat sürdü. Görüşmenin ardından saat 17:30 sıralarında Başsavcı Yalçınkaya ve eski Başkan Bumin, Yargıtay binasının kapısından birkaç saniye arayla ayrı ayrı çıktı. Yalçınkaya resmi makam arabasıyla, Bumin de 'Megane' marka otomobille Başbakanlık'ın bulunduğu sokaktan ayrıldı.
AK PARTİ'Yİ KAPATMA İDDİALARI Yalçınkaya ve eski Başkan Bumin'in gizli görüşmesi Ankara'da konuşulan senaryoları yeniden gündeme getirdi. İlginç randevunun AK Parti'ye ikinci kez kapatma iddianamesi hazırlandığı öne sürülen günlere rastlaması dikkat çekti. Başsavcı ve Bumin'in parti kapatmaya ilişkin ne konuştuğu bilinmiyor. 2000-2005 yılları arasında Yüksek Mahkeme'nin başkanlığını yürüten Mustafa Bumin'in başkanlık yaptığı dönemde Anayasa Mahkemesi'nden Fazilet Partisi hakkında 'laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak' gerekçesiyle kapatma kararı çıkmıştı. Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya da AK Parti hakkında "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu" iddiasıyla kapatma davası açmış, ancak Yüksek Mahkeme kapatma istemini reddetmişti.
BUMİN BAŞKANLIĞINDAKİ KAPATMALAR Yargıtay Başsavcılığı'nın birinci kapatma davasıyla ilgili dosya arşivlerde tazeliğini korurken, Yalçınkaya'nın AK Parti hakkında ikinci kez kapatma istemiyle dava açacağı iddiaları gündeme gelmişti. Halkın Demokrasi Partisi de (HADEP) 13 Mart 2003'te Bumin'in başkanlığını yaptığı Mahkeme tarafından kapatılırken, 22 Ocak 2001'de Bumin başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi'nden parti kapatmayı zorlaştıran Anayasa değişikliği ve AYM'ye meclis tarafından üye atanması önerileri ile gündeme gelmişti.
YALÇINKAYA'DAN İLGİNÇ SÖZLER Ak Parti hakkında daha önce kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Kasım ayında askeri çevrelere yakınlığıyla bilinen bir gazeteciye verdiği demeçte kapatmayla ilgili ilginç ifadeler kullanmıştı. Yalçınkaya, "Siyasi partilerin tüzükleri, programları ve eylemleri Anayasa'nın 68. maddesine aykırı olamaz. 68. maddenin 4. fıkrasında; siyasi partilerin tüzük, program ve eylemlerinin hukuk devleti ilkelerine aykırı olamayacağı yazılı. Eğer bu hüküm ihlal edilmişse o zaman Siyasi Partiler Yasası'nın 98. maddesinde yazılı olduğu gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı olarak bizim görevimiz başlar. Siyasi Partiler Yasası'nın 98. maddesi siyasi partilerin kapatılması davalarını düzenliyor. Bilgi ve belgeleri Anayasa'nın 68/4 ve Siyasi Partiler Yasası'nın 98. maddeleri açısından incelemeye almak zorundayız" demişti.
ASLI OLMAYAN DİNLEMELERLE İLGİLİ SÖZLERİ Yalçınkaya, aslı olmayan dinleme olaylarına değinip, "Dinleme hukuk devleti ilkelerine aykırı biçimde yapılıyorsa, Siyasi Partiler Yasası ve Anayasa'nın 68/4 maddesiyle ilgilidir. Dinleme, kayda alma, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesinin hangi hallerde yapılabileceği yasada belirlenmiştir. İşlem zinciri içinde Bakan veya ona bağlı kişilerin onayı olduğuna göre siyasi otorite ve dolayısıyla siyasi partiler hukukunu ilgilendirir" ifadelerini kullanmıştı.
ERBAKAN VE HATİPOĞLU'NU DİNLEMİŞLERDİ Aslı olmayan dinleme iddialarından dolayı kapatma davası açabileceği tehdidinde bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurahman Yalçınkaya ile Bumin'in görüşmesi, kapatılan Fazilet Partisi hakkındaki iddianamede eski Başbakan Necmettin Erbakan ile dönemin Fazilet Partisi Milletvekili Yasin Hatipoğlu'nun telefonlarının dinlenmesini hatırlattı. Yasalara aykırı bir şekilde Erbakan ve Hatipoğlu arasındaki konuşmalar dinlenmiş ve bu görüşme partinin kapatılması davasında iddianameye delil olarak konmuştu.
BUMİN, "DELİL OLARAK KABUL EDİLMESİN" DEMİŞTİ! Dönemin AYM Başkanı Bumin, Fazilet Partisi'nin, kapatılan Refah Partisi'nin devamı olduğu iddiasıyla, İddianameye eklenen deliller arasında yer alan ve üçüncü kişiler tarafından getirildiği belirtilen Necmettin Erbakan ile Yasin Hatipoğlu arasındaki araç telefonundan yapılan konuşma kaydının, Anayasa'nın 22. maddesinde belirtildiği biçimde, usulüne uygun bir yargıç kararına ya da kanunla yetkili kılınan merciin emrine dayanmadığı bu nedenle de haberleşme özgürlüğünü ihlal ettiği açık olduğundan hukuka uygun olarak elde edilmediği sonucuna varılan söz konusu konuşmaya ait kasetin, "delil olarak kabul edilemeyeceği yönünde" oy kullanmıştı.
Şu an benzer bir konuda Ak Partiyle ilgili inceleme yaptığı iddia edilen Yalçınkaya'nın bu gizli görüşmede Bumin ile dinlemeler konusunda görüş alış-verişinde bulunduğu öne sürülüyor.
__________ Information from ESET NOD32 Antivirus, version of virus signature database 4818 (20100129) __________ The message was checked by ESET NOD32 Antivirus. http://www.eset.com | |
Re: ABD'nin günah galerisi Posted: 30 Jan 2010 02:49 PM PST Merhaba, "Cazibesi ve caydırıcılığı olan güçlü bir ülke ancak devlet-millet-ordu bütünlüğü ile sağlanır."
Nurullah bey anlasildi: TSK'ya laf kondurmayalim diyorsunuz. Ama TSK'nin en basta Amerika ile muttefik olmaktan vazgecmek gibi bir derdi yok. Simdi boyle bir ordu ile ordu millet butunlugu demek, bu milletin ABD'ya payanda yapilmasi demek. Cazibe ve caydiricilik sadece gucle olmaz Nurullah bey. Bir zamanlar Sovyetler de gucluydu, ama dunyanin hic bir yerinde, bir kac idealist komunist genc disinda kimse oraya gideyim ve yasayayim diye binbir eza ve cefaya katlanmiyordu. Bir ulkenin tek cazibe merkezi guc degildir. Bunun yanisira is (ve as) ve nispi de olsa bir serbestiye kavusma arzusu da bunlar arasindadir. Bugun Amerikada bazi tahminlere gore 12 milyon musluman var e bunlarin buyuk cogunlugu orta sinifa mensup insanlar. Siz bu insanlarin buraya neden geldigini saniyorsunuz? Bugun, muhtemelen sizin de imrendiginiz Cin, muazzam bir kalkinma ornegi gosterirken, ABD hala hergun binlerce egitimli ve egitimsiz cinli icin cazibe merkezi. Ustelik bu Cinliler Amerikalilasmakda da cok hizlilar. Zaten iclerinde eli yuzu duzgun olan kizlar hemen beyaz erkeklerle evleniyor. New York'da sadece Chinatown degil cinlilerle dolu yerler. Flushing denilen bolgede ingilizce konusmalarina bile gerek yok. Bazi mahalllerde tamamen hintli dolu. Burada Amerika ve Avrupanin epey bir gunahini saymissiniz (bizimkilere gelince de iddia demissiniz ve burada bir defa ciddiyetinizi zedeliyorsunuz). Cogu dogru. Bir kisminda ise malumati manipule etmissiniz. Mesela Hirosima ve Nagasaki konusunu ne kadar elestirseniz hakkinizdir. Ama o bombalarin oraya dusmesinden en az Japonyanin basindakilerin de sorumlu oldugunu unutmayiniz. Simdi TSK'yi korudugunuz belli. Ama sunu aklinizdan cikarmayiniz: Endonezya'da bir milyonun olumune yol acan surec ile bizim memleketteki anti-komunizm meselesi ayni surecin parcalari ve bizim TSK da komunizme karsi global mucadele sisteminin icinde ve de aktif olarak yer almis durumda. Birincisi, sadece gucle cazibe sahibi olamazsiniz. Cazibe sahibi olmak icin insanlarin belli haklarini da temin etmek zorundasiniz. O haklarin en azindan belli seviyede saglanmadigi toplumlar guclu olsa bile, o gucle fazla ayakta kalamazlar. Bunu sovyet sistemi gosterdi. Saddam macolugu da baska bir ornek.. Eger insanlara sadece gucu gosterirseniz, onlari sadece sindirirsiniz. Onlara ozgur ve hak sahibi olduklarini da hissettirmeniz lazim. Bu propaganda ile bir nebze olur, ama propaganda bunu tek basina temin edemez. Insanlara bazi somut kriterler de sunmaniz lazim. Amerika'yi bildigini sanan sizin anlayamadigi yer burasi: Evet, amerikanin ozgur ve demokratik olmadigini iddia etmeniz icin guclu bir argumaniniz olabilir. Ama korkarim bu argumani sadece bazi entellektueller anlayacaktir. Kitleleri her zaman kandirmak mumkun degil, ama onlara bazi somut olculer sundugunuzda onlari uzun sure ikna etmeniz mumkundur. Iste Amerikanin hem orada koklesmis nufusunu hem de oraya gelen gocmenleri oraya baglayan budur: yanlis veya dogru, ellerinde onlari ikna eden bazi somut kriterler var. Kendini en an azindan, geldigi yere veya baska bir ortama gore mukayese edince, nispeten serbest hissettigi kriterler var. Her zaman olmasa da, bizim hukuk sistemimizle karsilastirilinca, cogu kere iyi isleyen bir hukuk sistemi var. Daha baska seyler de var. Ben sizin dediklerinizden sunu anliyorum: ordumuzu elestirmeyelim. Demokrasi, haklar ve ozgurlukler hikayedir, Amerika once kendine baksin, onlar insan hakki nedir bilmiyor, bize niye karissin. Bizim guclu olmamiz lazim, bunun da yolu onunla kaynasmaktan gecer. Buna kusura bakmayiniz ama fasizm deniyor. Amerikayi tanimak istiyorsan, onu hem negatif hem de pozitif yonuyle tani. Onun kotuluklerini kendi ulkendeki kotuluklere mazeret icin kilif olarak kullanma. Amerika'da demokrasi, haklar ve ozgurlukler yonunden gordugun celiskiler seni bunlardan uzaklastirmasin. Sen de ki, ben Amerika gibi iki yuzlu olmayacagim ve gercek hak ve ozgurlukler rejimini kuracagim. Kusura bakmayiniz, baskalarinin gunahlari sizin gunahlarinizi mesrulastirmaz. Ve de hic de cazibesi ve caydiriciligi olan rejim kuramazsiniz. Beni insan olarak gormeyen rejime, beni asagilayan rejime, benim cocugumu egitim hakkimi elimden alan rejime ben nasil kaynasayim? ben insanim herseyden once ve o insanligimi tanimayan bir sistemi ben neden taniyayim. Ozgurluge ve haklara ragmen guc istenmez. Guc bunlari saglayarak saglanir. ABD'nin o kadar gfenc bir yasi olmasina ragmen bu gunlere nasil geldigini merak ediyorsan, onun tecrubesini cok iyi calisman lazim. Basindan kuruldugunda ortaya koydugu ilkelerle her yonden celisen bir yapisi vardi. Ama tarihsel surecte varolan yapiya karsi, o ilkeler kullanilip her zaman bir mucadele verildi. Bu mucadelelerin sonunda belki bazi kazanimlar cok gec elde edildi, ama o mucadelenin verilmesi icin kurumsal ve ilkesel yapi musaitti. Sistem kendini esnek tuttu ve o esneklik sayesinde, insanlara o sistemle aralarinda bir aidiyet kurmalarini temin etti. Tabi bu sozlerim birer genelleme. Genellemelere her zaman uymayan durumlar vardir ve sozlerime istisna teskil edecek pek cok somut durum var. Ancak bu sunu degistirmiyor: bugun ABD'den hic bir insan hayatini tehlikeye atarak bir kalkinma mucizesi olan cine gitmek icin yola cikmiyor, valizlerin veya havasiz konteynerlarin icine girmiyor. Ne idigu belirsiz adamlara tirnagiyla kazidigi, borc aldigi, bedenini satarak kazandigi parayi verip sonra okyanusun ortasinda, terkedilmiyor. Ama hala Cin'den ABD'ye bu dediklerimi goze alip gelmeye calisan tonlarca insan var. Cin mafyasi hala cinli kadinlari Amerikaya fuhus ticareti icin getiriyor, ustelik en az iki yil her ay ikibin dolar kendisini getiren insanlara odemek gibi agir bedellere katlanarak. Bence gunun sozunu siz soyle degistirin: yasasin fasizm. Kusura bakmayiniz, sundugunuz hic bir sey yok. Insanca yasamak adine ne sunuyorsunuz, onu soyleyin. Amerikanin gunahini bana baska gunahlari ortmek icin sunmanin otesinde bir sozunuz var mi? Ben sahsen Amerikayi sizden okumak yerine, bu isin ehli insanlarin yazdigi kitaplardan hem de belgeleriyle okumayi tercih ederim. Siz yargisiz infazsiz bir ulke istiyor musunuz? Siz faili mechulsuz bir ulke istiyor musunuz? Siz herkesin hak ve hurriyetlerine sahip oldugu, devletin insanin cocugunu yetistirmesine karismadigi, insanlarin kiyafetine karismadigi, insanlarin diliyle ve disiyle ugrasmadigi, zorla sadakat kazanmaya calismadigi bir rejim istiyor musunuz? Siz halkinin oyuna saygili bir sistem istiyor musunuz? Siz en dandik anayasayi bile delik desik edip icine etme rezaletini gosterebilmis bir Anayasa mahkemesinden ve de fasist bir sistem anayasasindan kurtulmak istiyor musunuz? Siz yukarida saydiklarima karismayacak bir ordu istiyor musunuz? --- On Sat, 1/30/10, nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com> wrote:
From: nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com> Subject: ABD'nin günah galerisi To: domino_etkisi@googlegroups.com, genclikgeliyor@gmail.com, genclikgeliyorgrup@googlegroups.com, liberal-izmirliler@googlegroups.com, haberver@yahoogroups.com, haberposta@googlegroups.com, aydinlik-gelecek-hareketi@googlegroups.com Date: Saturday, January 30, 2010, 6:08 AM
30 Ocak 2010 Ankara ABD'NİN GÜNAH GALERİSİ! ABD Başkanı Barack Obama gerek Amerikan halkında gerekse dünya kamuoyunda ciddi güvensizlikle karşı karşıya. Özellikle Müslüman ülkelerdeki hayal kırklığı artmış durumda. Obama'nın; Bush'un vahşi askeri işgallerine karşı duruşu görüntüsünün tersyüz olması, halkların beklentilerini boşa çıkardı. Dönüp kendi geçmişine bakmayan, katlettiği Kızılderilileri hatırlamayan, dünyada yaptığı soykırımları dile getirmeyen ABD başka ülkelerde de bunların konuşulmasına engel oluyor. Göreve gelir gelmez Dünyada geçmişteki ve günümüzdeki bütün katliamlar artık gizlenmeyecek, mağdurların feryadı duyulacak mesajını veren ABD Başkanı Barack Obama'nın yeni işgal senaryolarını uygulamaya koyması yeni cepheler açması dünyada büyük tepkilere sebep oldu. Dünya kamuoyu Obama'ya katledilen Kızılderililer için neden Amerikan mahkemelerinin tazminat uygulamasına gitmediğini ve Kızılderililerin gasp edilmiş topraklarına iade taleplerinin neden yerine getirilmediğini soruyor. Ayrıca Obama'ya, ABD yönetimlerinin Latin Amerika ülkelerinde, Japonya'da ve Afrika'da yaptığı katliamlar ile 1991 yılında Ortadoğu'ya yönelik başlattığı işgal sürecinde katlettiği milyonlarca insanla ilgili bugüne kadar hiçbir somut adım atmadığı hatırlatılıyor. Soykırımla dolu geçmişinize bakın ABD'nin ve Avrupa'nın yaptığı katliamlar hiçbir şekilde görülmüyor. Peki ama neden? Fransızlar zamanında 1,5 milyon Cezayirliyi katletti. Hıristiyan Avrupalıların geçmişlerinde, Osmanlı'nın yaptıklarını iddia ettikleri katliamların 10 misli var. Amerikalıların Kızılderili soykırım var. Bunlarla ilgili İran ve Venezuela başkanları konuşuyor, başka yok. 25 milyon Kızılderili katledildi. Kristof Kolomb 1492'de Amerika'ya ayak bastığında 27 milyon olan Kızılderili nüfusu, 1892'de 1.5 milyona düştü. 20. yüzyılın başında Kızılderili nüfusunun yüzde 95'inin katledildiği gazete ilanlarında iftihar olarak yayınlanıyordu. 24 Eylül 1863 tarihli Winona Dayly Republican gazetesindeki ilanda; "getirilen her ölü Kızılderili için 200 dolar ödül" vaad ediliyordu. ABD Başkanı Roosevelt, gazetelerde yayınlanan demeçlerinde "En iyi yerli, ölü yerlidir" diyordu. Bugün yapılan araştırmalara göre, eğer Kızılderililer yok edilmeseydi, Amerika'daki nüfusları Avrupa nüfusunun bir buçuk katı kadar olacaktı. ABD'de 25 milyon Kızılderilinin katledildiği tahmin ediliyor. İşte ABD'nin yüzyıllık günah galerisi 1898'de Meksika ABD tarafından işgal edildi, aynı yıl Küba'ya girildi ve her iki ülkede bir yılda 30 bin kişi katledildi. 1921'de ABD Nikaragua'yı işgal etti. 1945'te Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine ABD güçleri tarafından atom bombası atıldı ve 350 bin kişi katledildi. 1950-53 tarihlerinde Kore'yi işgal etti ve yüz binlerce Koreli katledildi. 1950-59 tarihlerinde Küba'da ABD güçleri tarafından 60 bin kişi katledildi. 1965 yılında Endonezya'da ABD'nin çıkardığı karışıklıklar nedeniyle 1 milyon insan hayatını kaybetti. Aynı yıl Dominik'te ABD paraşütçüleri tarafından 10 bin kişi katledildi. 1975 yılında ABD Vietnam'dan çıktığında geride 170 bin ölü, 80 bin de sakat Vietnamlı bıraktı. 1970-75 tarihlerinde Kamboçya ve Laos'ta 1 milyon kişi ABD tarafından katledildi. 1973'te Şili'de CIA darbesi ile 30 bin kişi katledildi. Aynı yıl Arjantin'de 30 bine yakın insan katledildi. 1983 yılında Lübnan'da 14 bin Amerikan deniz piyadesi binlerce Lübnanlıyı katletti. Aynı yıl 6. Filo Lübnan'ı günlerce bombaladı. Yine aynı yıl Grenada'yı işgal eden ABD, burada 2 bin kişiyi katletti. 1986'da Libya'yı bombalayan ABD birlikleri, bine yakın sivili katletti ve bu ülkeye yıllardır ambargo uyguluyor. 1989'da Panama'ya asker çıkaran ABD, 5 bin Panamalıyı öldürdü. 1991'de Irak'a saldıran ABD, bu savaşta 100 bin Iraklıyı katletti. 2001 yılında ikiz kulelere yapılan saldırıyı bahane eden ABD, İslam coğrafyasına karşı Haçlı Seferi başlattığını ilan ederek, Afganistan'ı işgal etti ve on binlerce Afganlıyı katletti. Aynı plan çerçevesinde 2003 yılında Irak'ı işgal eden ABD, bu güne kadar Irak'ta 1 milyon 250 bin civarında Iraklıyı katletti. ABD, her konuyu, ülkelere karşı bir şantaj unsuru olarak kullanılıyor. ABD ve Avrupa'ya dönüp kendi kirli geçmişinize bakın demek gerekir. Ama kim diyecek? ABD'nin gündeme getirdiği demokrasi, insan hakları konusu kabak tadı verdi. Bu kavramların neyi örttüğünü halklar anlamaya başladı.. GünüN SözÜ: Cazibesi ve caydırıcılığı olan güçlü bir ülke ancak devlet-millet-ordu bütünlüğü ile sağlanır. Windows Live: Arkadaşlarınız size e-posta gönderdiklerinde Flickr, Twitter ve Digg güncellemelerinizi öğrenirler.
| |
ABD Türkiye'deki azınlıklara gizlice eğitim vermiş Posted: 30 Jan 2010 01:30 PM PST ABD Türkiye'deki azınlıklara gizlice eğitim vermiş... ABD’nin, Türkiye’de yaşayan dini azınlıklara yönelik güvenlik eğitimi verdiği ortaya çıktı. ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nun, dini azınlıklara verdiği, stratejik güvenlik eğitimi konusunda Türkiye’den hiçbir resmi makama haber vermediği anlaşıldı. Partisinin il başkanları ve il müfettişleri toplantısına katılan Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, burada yaptığı konuşmada Türkiye’yi sarsacak bir olayı gündeme getirdi. Kurtulmuş, ABD’nin, İstanbul’da dini azınlıklara “stratejik güvenlik eğitimi” verdiğini belgeleriyle açıkladı. KURTULMUŞ: ABD, HANGİ GEREKÇEYLE DİNİ AZINLIKLARA GÜVENLİK EĞİTİMİ VERİYOR ABD Dışişleri Bakanlığına bağlı, İnsan Hakları ve Demokrasi Bürosu tarafından, Türkiye ile ilgili hazırlanan “Din Özgürlükleri Raporu” başlıklı raporda, “ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu tarafından İstanbul’da bulunan dini azınlıklara ‘Genel Güvenlik Stratejisi çerçevesinde güvenlik eğitimi sağlandığı” ifadesinin yer aldığını belirten Kurtulmuş, “ABD İstanbul Başkonsolosluğu, İstanbul’daki hangi dini azınlıklara, hangi gerekçelerle, hangi kapsamda, hangi konuları içeren bir güvenlik eğitimi vermiştir? Bunu bilmek 72 milyonun hakkıdır” dedi. VALİLİĞİN HABERİ YOK Raporda açık bir şekilde ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu tarafından İstanbul’da bulunan dini azınlıklara ‘Genel Güvenlik Stratejisi” çerçevesinde güvenlik eğitimi sağlandığı ifade ediliyor. Bu ne demektir?” diye soran Kurtulmuş, Partisinin İstanbul İl Başkanlığının İstanbul Valiliğine konuyla ilgili bir yazı yazdığını ve olayı sorduğunu kaydetti. Kurtulmuş, İstanbul teşkilatının, valiliğe “Söz konusu eğitimden Valiliğinizin haberi var mıdır? Eğitimin gerekçesi, içeriği süreci ve katılımcıları kimlerdir? Eğitimde partner kuruluşlar var mıdır?” şeklinde sorular sorduğunu ifade ederek, valilikten şu cevabı aldıklarını belirtti: “İstanbul Valiliğinin 6 Ocak 2010 tarihinde yazmış olduğu cevabi yazıda aynen şöyle deniyor; ‘Konu ile ilgili olarak yapılan inceleme ve araştırma neticesinde belirtilen eğitimle ilgili olarak valiliğimizin ve il emniyet müdürlüğümüzün ilgili kısımlarına her hangi bir müracaat olmadığı gibi valiliğimizin ve emniyet müdürlüğümüzün konu ile ilgili herhangi bir ilgi ve bilgisi bulunmamaktadır.” KONUNUN ÜZERİNE GİDİLSİN Kurtulmuş, ABD İstanbul Konsolosluğunun Valilik ve Emniyet’in bilgisi dışında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan dini azınlıklara yönelik hangi gerekçelerle güvenlik eğitimi verdiğinin İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları tarafından mutlaka açıklığa kavuşturulması gerektiğini de vurgulayarak şöyle konuştu: “Şimdi buradan kamuoyu vasıtasıyla İçişleri ve Dışişleri Bakanlığına bir sorumluluk olarak bu konuyu tevdi etmek bizim vazifemizdir. Böyle bir konuya muttaki olduktan sonra bunun üzerine gidilmesi lazım. ABD İstanbul Başkonsolosluğu, İstanbul’daki hangi dini azınlıklara, hangi gerekçelerle, hangi kapsamda hangi konuları içeren, bir güvenlik eğitimi vermiştir? bunu bilmek 72 milyonun hakkıdır.” KONSOLOSLUK CEVAP VERMEDİ Saadet lideri Kurtulmuş’un gündeme taşıdığı belgeyi ortaya çıkaran İstanbul İl Teşkilatı’nın, ABD İstanbul Başkonsolosu Sharon Anderholm Wiener’e de konuyu sorduğu ancak, Wiener’in cevap vermediği belirtildi. ABD'nin Resmi Sitesindeki Dini Özgürlükler Raporu'nun Türkiye Bölümü'nü okumak için tıklayın..   | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4821 (20100130) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com |
***YENİ DÜNYA DÜZENİ ************Re: Yalçınkaya - Mubin ...Yargıtay'da gizli buluşma! - (Sabih Kanadoğlunu Neden Almamışlar Aralarına ki.) Posted: 30 Jan 2010 11:26 AM PST HANGİ DÜNYA DÜZENİ Mustafa Nevruz SINACI 1944’den bu yana bir “yenidünya düzeni” furyasıdır almış gidiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu söylem, insanlara çok hoş; Demokrasi, hak-adalet, barış ve hukuk vaat eden sevimlilikte pek sıcak ve ümit-var geliyordu. Evrensel bir yalan, kirli bir oyun ve düzen olduğu çok çabuk ortaya çıktı. Aradan geçen yıllar, bu teranenin hiçte samimi ve iyi olmadığını gösterdi. Bitti denilen savaş gerçekte hiç bitmedi. Açlık, yokluk, yoksulluk da öyle… Hiç bitmeden sürdü, sürüyor.. Çünkü daha o yıllarda türeyen “yenidünya” düzencileri, bir takım sahtekâr-düzenbaz, yalancı-talancı, dolandırıcı, mukallit ve mutlak surette “kene ve domuz cinsi” kan emici-sömürücü, terör-tedhiş odağı, bölücü ve faşist-anarşist idiler. Bu nedenle, ileriki yıllarda 1. ve 2. Dünya Savaşları çok tartışıldı. Üstüne üstlük, yeni Çağ’ın adını da “BİLGİ ÇAĞI” koydular. Ancak “bilgi” namına yapılan tertip ve teşebbüsler asla “bilge’ce” olmadı. Adına “aydın” dedikleri bir garip tür ve manipüle yaratıklar ortaya çıktı. Gerçek ilim-bilim adamları, kanaat önderleri ve halk filozofları ustalıkla dışlandı. İşte bu süreçte, kolektif düşünce ortamları, kurumsal beyin fırtınaları ve akil adamlar tarafından “dünya savaşları” ile bunların aptalca sebepleri ve korkunç sonuçları sorgulandı. Hattâ, her iki savaşın da “bilumum öncü ve artçıları ile” bir provokasyon olduğu iddia edildi. Milyonlarca insanın alçakça katledilmesi, muazzam maddi-manevi eser ve servetlerin mahvı, doğal dengenin onarılmaz bir darbe yemesi gibi felâketler doğurduğu değerlendirildi. Nitekim şu anda, dünyanın tapusunu elinde tutan ve yeryüzü halkını amansızca sömüren kirli ve karanlık güçleri analiz ederseniz; Hakikatin aynen böyle olduğunu “sizde” görürsünüz… Sağcılar ve solcular, maddeci-materyalistler, dindarlar ve din tüccarları!.. 1944’den bu yana dünyanın bütün ülkelerinde uygulanan senaryo aynı. Zamanla bu arenada etnik kök, din-mezhep ve tarikat argümanları bile pazarlandı. Bir tarafta bütün unsur, uzantı ve bağlantılarıyla “yenidünya düzencileri” yer alıyor. Diğer tarafta, barışçı, pasif, insancıl, merhametli, üretimin ana unsuru ve dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan “merkezi oluşturan” geniş halk kitleleri; Sadece anılan, anlatılan ve içtenlikle özlenen “medeni siyaset ve adalet ahlâkı” Ve, tarihin derinliklerinde kalan bir Nuşirevan!... Ve adına “kemirgenler, sömürgenler, hortumcular, kan emici kapitalist, emperyalist vampir, din tüccarı kene, siyaset hak ve adalet istismarsısı, sağcı-solcu, şucu-bucu” denilen İnsani boyut ve bilinç toplumu düşmanı alt varlıklar… Bunlar, adeta devasa bir ahtapot (canavar) gibi dünyayı sarmış, güçlü kollarıyla çoğu devleti pençeleri içine almış, kuşatmış, dini-donu, aidiyeti-milliyeti olmayan insanlık dışı yaratıklar olup; Gerçekte aynı olan ve fakat birbirinden ayrı gibi görünen iki koldan hareket eder ve faaliyet gösterirler. Bunlardan birincisi ateist-pagan, din ve ahlâk, hak-adalet düşmanı, evrimci-devrimci sefih solcular; diğerleriyse dinci-kinci, yaradılışçı geçinen paracı-pulcu, fesat ve tefrikacı sözde sağcılar; Yerine göre farklı ad ve fraksiyonlar olarak tanımlanan tali gruplar… Tek merkezden kontrol, koordine, tedvir, organize ve idare edilen “insanlık düşmanı” bu unsurlar, dünyanın bütün ülkelerinde var olup; Her yerde ve her şekilde tezahür ederler. Örneğin meclisler, yönetim unsurları, köşe başları ve ekrandaki kuklalar! Daha çok gazeteci, yazar ve akademisyenler arasından seçilen popülist demagoglar… Her biri ellerine verilmiş senaryoları başarıyla oynuyorlar.. . Bir yazarın (*) dediği gibi “bazısı bilerek bazısı habersiz, gaflet, dalalet ve hıyanet içinde yüzyılın oyununu sahneliyorlar..” Bu yazar da onları ülkemiz özelinde (yerel bazda) iki kategoriye ayırıyor: “Birkaç kuşak kentli olanlar, Batı’yı Kâbe bilerek yoğrulmuşlar, kolejlerden çıkıp Avrupa ya da Amerika’nın yolunu tutmuşlar. Attila Ağabey’in (İlhan) deyişiyle, saatlerini hep Batı’ya ayarlamışlar. Her gün ekranlarda “Türk Ulusu hiç olmadı ki!...”, “Türkler etnik bir topluluk!”, “Türk sözü yasalardan çıkarılmalı!” demekteler... (İşin en garip ve enteresan yanı şu ki: Bunların kahir ekseriyeti kendilerini Atatürkçü, ilerici, aydın ve çağdaş olarak tanımlar!.. Ancak aralarında NUTUK’U okuyan nadir, Kuran’ı Kerim okuyanı ve namaz kılanı (!) hiç yoktur. Yine bu gruptakilerin çoğunluğunun Ermeni, Rum, Yahudi kökenli dönme-devşirme veya sabetaist, mason, misyoner ve koza-kripto olduğu gözlenir.) Biri “Batı’nın bu denli olumsuz bir imaja sahip olduğu bir ülkede, nasıl Batı yanlısı politikalar izlenecek?” diye iç çeker, bir başkası “Avrupa ve ABD Kürt Sorunu’nu çözmemizi istiyor, çözeceğiz!” diye çığlık atar, ani çark edişiyle dikkat çeken ötekisi “Türkiye bölgenin Amerika’sı!” diye yazarçizer, üstüne bir de kükrer! İkinci grup kırsal kesimden gelen, tarikat ve cemaatlerin taa içinde yer alan, hilafetçi, şeriatçı söylemlerle ortada dolaşan, her türlü parasal ilişkileri beceriyle başaran, Amerika’yı Kâbe kabul edenlerdir. Büyük Ortadoğu Projesi’ni canhıraş savunurlar. Saltanata ve hilafete büyük bir iştahla sahip çıkarlar. Aynı sırtlan iştahıyla Gazi Mustafa Kemal’e saldırırlar! (Bu grup Müslümanlık iddiasındadır. İslâmi argümanları ince bir ustalık ve derin bir kurnazlıkla kullanırlar. Görüntü mükemmeldir. Oruç, namaz, hac hiç ihmal edilmez. Fakat, aralarında bir tane bile “samimi, muttaki, imanlı-şuurlu” gerçek Müslüman yoktur. Zira bu kategoriyi oluşturan tür; Yalancı, küfürbaz, kinci, üçkâğıtçı, düzenbaz-madrabaz, emanete hıyanet eden, kul ve yetim hakkı yemekte mahir, sözünde durmayan, çalan-çırpan, fırsat buldukça her namussuzluğu, sapkınlık, yolsuzluk ve soysuzluğu çok kolaylıkla, fütursuzca yapabilen çok tehlikeli yaratıklardır. İşin garibi, nesepleri araştırıldığında bunların da büyük çoğunluğunun Ermeni, Rum, Yahudi kökenli dönme-devşirme veya sabetaist olduğu gözlenir) Batı’ya biat eden işte bu iki grup, Türk milleti ve Mustafa Kemal nefretinde birleşirler. Şu anda Türkiye’deki tüm kanalların başında Amerikalı Avrupalı “uzmanlar” var. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de medya bombardımanını yönetiyorlar. 10 yıl içinde millet, yarışmacı ve izleyici haline getirildi. Zehirli bir toplum projesi halkın direnme gücünü sınıyor. Her gün “demokrasi, hak hukuk, özgürlükler” adı altında! AÇILIN; SAÇILIN; DEĞİŞİN!” diyenleri dinliyoruz. Batı, Türk milletinden boşuna nefret etmiyor... Tarihin çeşitli dönemlerinde tüm planlarını defalarca alt üst eden başka bir millet yok. Halkını bin bir etnik gruba bölmeye çalışsalar da; Allah’la aldatmaya uğraşsalar, sahte dinleri dayatsalar da; beyaz camdan uyku hapları, zehirli iğneler fırlatsalar da; “aydın” kisveli deccalları besleyip besleyip büyütseler de, Türk milleti “mucize” bir millettir! Çok yakında yeni mucizesini, tüm ağırlığıyla hainlerin suratına geçirecektir!” NETİCE: 07.11.1982 Tarih ve 2709 Sayılı “mevcut” Anayasa’yı ilga ve sözde “sivil anayasa” yapmaya kalkışan (asker-sivil; sahibinin sesi) bilumum sulta ve cuntacılara “lütfen” DİKKAT ediniz!.. Bunların mütemmimi ve sadece bir kuşak öncesi de; TC’nin “Tek Sivil Anayasası” olan, Mustafa Kemal Atatürk’ün (1924/1928) Anayasası’nı 27 Mayıs 1960’da ilga, mahküm ve mülga etmişlerdi. (*) Banu Avar’ın Kasım 2009’de basımı yapılan “Hangi Dünya Düzeni?” adlı kitabı. |
ABD'nin günah galerisi Posted: 30 Jan 2010 03:08 AM PST Nurullah AYDIN 30 Ocak 2010 Ankara ABD'NİN GÜNAH GALERİSİ! ABD Başkanı Barack Obama gerek Amerikan halkında gerekse dünya kamuoyunda ciddi güvensizlikle karşı karşıya. Özellikle Müslüman ülkelerdeki hayal kırklığı artmış durumda. Obama'nın; Bush'un vahşi askeri işgallerine karşı duruşu görüntüsünün tersyüz olması, halkların beklentilerini boşa çıkardı. Dönüp kendi geçmişine bakmayan, katlettiği Kızılderilileri hatırlamayan, dünyada yaptığı soykırımları dile getirmeyen ABD başka ülkelerde de bunların konuşulmasına engel oluyor. Göreve gelir gelmez Dünyada geçmişteki ve günümüzdeki bütün katliamlar artık gizlenmeyecek, mağdurların feryadı duyulacak mesajını veren ABD Başkanı Barack Obama'nın yeni işgal senaryolarını uygulamaya koyması yeni cepheler açması dünyada büyük tepkilere sebep oldu. Dünya kamuoyu Obama'ya katledilen Kızılderililer için neden Amerikan mahkemelerinin tazminat uygulamasına gitmediğini ve Kızılderililerin gasp edilmiş topraklarına iade taleplerinin neden yerine getirilmediğini soruyor. Ayrıca Obama'ya, ABD yönetimlerinin Latin Amerika ülkelerinde, Japonya'da ve Afrika'da yaptığı katliamlar ile 1991 yılında Ortadoğu'ya yönelik başlattığı işgal sürecinde katlettiği milyonlarca insanla ilgili bugüne kadar hiçbir somut adım atmadığı hatırlatılıyor. Soykırımla dolu geçmişinize bakın ABD'nin ve Avrupa'nın yaptığı katliamlar hiçbir şekilde görülmüyor. Peki ama neden? Fransızlar zamanında 1,5 milyon Cezayirliyi katletti. Hıristiyan Avrupalıların geçmişlerinde, Osmanlı'nın yaptıklarını iddia ettikleri katliamların 10 misli var. Amerikalıların Kızılderili soykırım var. Bunlarla ilgili İran ve Venezuela başkanları konuşuyor, başka yok. 25 milyon Kızılderili katledildi. Kristof Kolomb 1492'de Amerika'ya ayak bastığında 27 milyon olan Kızılderili nüfusu, 1892'de 1.5 milyona düştü. 20. yüzyılın başında Kızılderili nüfusunun yüzde 95'inin katledildiği gazete ilanlarında iftihar olarak yayınlanıyordu. 24 Eylül 1863 tarihli Winona Dayly Republican gazetesindeki ilanda; "getirilen her ölü Kızılderili için 200 dolar ödül" vaad ediliyordu. ABD Başkanı Roosevelt, gazetelerde yayınlanan demeçlerinde "En iyi yerli, ölü yerlidir" diyordu. Bugün yapılan araştırmalara göre, eğer Kızılderililer yok edilmeseydi, Amerika'daki nüfusları Avrupa nüfusunun bir buçuk katı kadar olacaktı. ABD'de 25 milyon Kızılderilinin katledildiği tahmin ediliyor. İşte ABD'nin yüzyıllık günah galerisi 1898'de Meksika ABD tarafından işgal edildi, aynı yıl Küba'ya girildi ve her iki ülkede bir yılda 30 bin kişi katledildi. 1921'de ABD Nikaragua'yı işgal etti. 1945'te Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine ABD güçleri tarafından atom bombası atıldı ve 350 bin kişi katledildi. 1950-53 tarihlerinde Kore'yi işgal etti ve yüz binlerce Koreli katledildi. 1950-59 tarihlerinde Küba'da ABD güçleri tarafından 60 bin kişi katledildi. 1965 yılında Endonezya'da ABD'nin çıkardığı karışıklıklar nedeniyle 1 milyon insan hayatını kaybetti. Aynı yıl Dominik'te ABD paraşütçüleri tarafından 10 bin kişi katledildi. 1975 yılında ABD Vietnam'dan çıktığında geride 170 bin ölü, 80 bin de sakat Vietnamlı bıraktı. 1970-75 tarihlerinde Kamboçya ve Laos'ta 1 milyon kişi ABD tarafından katledildi. 1973'te Şili'de CIA darbesi ile 30 bin kişi katledildi. Aynı yıl Arjantin'de 30 bine yakın insan katledildi. 1983 yılında Lübnan'da 14 bin Amerikan deniz piyadesi binlerce Lübnanlıyı katletti. Aynı yıl 6. Filo Lübnan'ı günlerce bombaladı. Yine aynı yıl Grenada'yı işgal eden ABD, burada 2 bin kişiyi katletti. 1986'da Libya'yı bombalayan ABD birlikleri, bine yakın sivili katletti ve bu ülkeye yıllardır ambargo uyguluyor. 1989'da Panama'ya asker çıkaran ABD, 5 bin Panamalıyı öldürdü. 1991'de Irak'a saldıran ABD, bu savaşta 100 bin Iraklıyı katletti. 2001 yılında ikiz kulelere yapılan saldırıyı bahane eden ABD, İslam coğrafyasına karşı Haçlı Seferi başlattığını ilan ederek, Afganistan'ı işgal etti ve on binlerce Afganlıyı katletti. Aynı plan çerçevesinde 2003 yılında Irak'ı işgal eden ABD, bu güne kadar Irak'ta 1 milyon 250 bin civarında Iraklıyı katletti. ABD, her konuyu, ülkelere karşı bir şantaj unsuru olarak kullanılıyor. ABD ve Avrupa'ya dönüp kendi kirli geçmişinize bakın demek gerekir. Ama kim diyecek? ABD'nin gündeme getirdiği demokrasi, insan hakları konusu kabak tadı verdi. Bu kavramların neyi örttüğünü halklar anlamaya başladı.. GünüN SözÜ: Cazibesi ve caydırıcılığı olan güçlü bir ülke ancak devlet-millet-ordu bütünlüğü ile sağlanır.
Windows Live: Arkadaşlarınız size e-posta gönderdiklerinde Flickr, Twitter ve Digg güncellemelerinizi öğrenirler. |
BORİS YELTSİN'İN İKİNCİ KEZ DEVLET BŞK.LIĞINA SEÇİLMESİ NASIL OLDU..? İBRETLİK... Posted: 30 Jan 2010 12:02 AM PST SAKIN UZUN BİR HİKAYE DİYE SONUNA KADAR UKUMAMAZLIK YAPMAYALIM...GECİKMİŞ DAHİ OLSAK , DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ YASAKLANMADAN BU OLAYI İYİ İRDELEYİP ÜZERİNDE DÜŞÜNELİM..ÇOK DERS ALINACAK TARAFI VAR.. SEVGİ DOLU SAYGILARIMLA..N.D SEÇİMİ ABD VE MEDYA KAZANDIRDI
Sizlere Boris Yeltsin'in 3 Temmuz 1996'da ikinci kez devlet başkanlığına seçilişinin öyküsünü anlatacağım. Bu öykünün, sömürgeci karşıtı yurtseverlere bir ders, ağızlarından 'demokrasi' sözcüğü hiç düşmeyen sömürgeci uşaklarının ise suratlarında patlayacak bir şamar olmasını diliyorum.
Rusya 3 Temmuz 1996 başkanlık seçimlerine giderken, Moskova'daydım. Tüm olup bitenleri günü gününe televizyondan izledim, gazetelerden okudum. Böylece Rusya'nın bu tarihi sürecine tanık oldum.
Çok önemli dersler dolu 3 Temmuz 1996 seçimini ayrıntılarıyla anlatmadan önce, Boris Yeltsin'i dünyanın iki süper güçlü devletinden birinin başına getiren olayların çok kısa bir özetini sunuyorum.
Darbe Girişimi
1991 yılına girildiğinde Gorbaçov, Sovyetler Birliği'nin devlet başkanıydı.
12 Haziran 1991'de Sovyetler Birliği'nin on beş cumhuriyetinden en büyüğü olan Rusya'da başkanlık seçimleri yapıldı. Oyların yüzde 57'sini alan Boris Yeltsin, Rusya tarihinde halkın oylarıyla seçilmiş ilk başkan oldu.
18 Ağustos 1991'de Gorbaçov, bir askeri darbeyle devrilmek istendi. Darbecilerin tankları Moskova'ya girdi. Boris Yeltsin darbecileri hain ilan edip hızla Beyaz Saray adı verilen Rus Parlamentosuna koştu. Parlamentonun önünde konuşlanmış tanklardan birinin üzerine çıkarak, tüm dünya televizyonlarının canlı yayınladığı tarihi konuşmasını yaptı. Rus halkı adına darbecilere karşı direneceğini söyledi. O ana kadar olup bitenleri evlerinde, televizyonlarının başında korkuyla izlemekte olan Rus halkının büyük bir bölümü Yeltsin'in karşı çıkışından cesaretlenerek yollara döküldü. Kısa bir sürede on binlerce Moskovalı, tankın üstündeki Yeltsin'in etrafını büyük bir coşkuyla sarmıştı.
21 Ağustos 1991 günü darbeciler Moskova'dan kaçtı. Gorbaçov tutsak bulunduğu Kırım'dan Moskova'ya getirildi. Yeltsin, Rusya'nın parlayan yıldızı olmuştu. ABD ve Batı Avrupa ülkeleri Yeltsin'in darbecilere karşı başarılı direnişini demokrasinin bir zaferi olarak görüyor, demokrat Yeltsin'i çılgınca alkışlıyordu.
Yeltsin, IMF ve Dünya Bankasına Teslim Oluyor 8 Aralık 1991 günü Sovyetler Birliği Komünist Partisini kapattıran Yeltsin, Sovyetler Birliği'nin de dağılmış olduğunu duyurdu.
Yetmiş yılı aşkın bir süre, amansız düşmanı kapitalizme karşı savaşmış olan Rusya'nın devlet başkanı Boris Yeltsin, bozulan Rus ekonomisini düzeltmek için, ABD kapitalizminin en acımasız iki kurumu olan IMF ve Dünya Bankası'na başvurdu. Sonraları ABD yöneticileri, Rusya'yı tek kurşun atmadan teslim aldıklarını söyleyeceklerdi.
IMF'ye teslim olan Yeltsin, 'şok tedavisi' olarak sunulan IMF'nin önerilerini hemen kabul edip Rus halkına dayattı. Yeltsin, IMF'nin Rus halkını perişan edecek olan önerilerini, 'radikal reformlar' olarak niteliyor, hiç kimsenin bu reformlara karşı çıkmasını istemiyordu. İşte Yeltsin'in reformlarının sonuçları:
Faizler yükseldi, devlet yatırımları durdu. Sosyal harcamalarda büyük kesintiler yapıldı. Başta gıda maddeleri olmak üzere tüm tüketim maddelerinin fiyatları tavana vurdu. Dev ölçekli fabrikalarda üretim durdu, çoğu kapandı. Kadınlı erkekli milyonlarca kişi işsiz kaldı. Rus parası değer kaybetti, Rus halkının bir ömür boyu oluşturduğu birikimler buharlaştı. Ulusal gelir yarı yarıya azaldı, Rus halkı fakirleşti. Oligark denilen bir avuç vurguncu dolar milyarderi oldu. Sağlık sistemi çöktü. Rus halkının ortalama yaşam süresi azaldı. Özelleştirme adı altında devletin fabrikaları, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri yağmalandı. Büyük yağmacıların arkasında, Yeltsin'in etrafını kuşatmış Yahudi kökenli Rus politikacılara her türlü destek veren ABD'nin Siyonist bankerleri ve şirketleri bulunmaktaydı . Rus halkı açlık sınırına dayandı. Tüm Rusya, ABD ve Avrupa'da 1930'larda yaşanan 'Büyük Ekonomik Bunalım'dan daha kötü bir bunalıma girdi.
Rus halkı fakirleştikçe, ABD'nin Yeltsin'e olan övgüleri de artıyordu. Yeltsin'i tüm dünyaya örnek bir demokrat olarak tanıtıyorlardı.
Ekmek kuyruklarında sürünen Rus halkını görmezlikten gelen Yeltsin, 'radikal reformların' süreceğini duyuruyordu. Oysa kendi yardımcısı Rutskoy bile bu reform programını 'ekonomik soykırım' olarak niteliyordu.
Yeltsin, Parlamentoyu Topa Tutuyor
Ekonomi çöküp milyonlarca insan işsiz kalınca, Yeltsin'e karşı siyasi hareket başladı. Parlamentoda iki cephe oluştu. Yeltsin'e karşı olanlar üst üste önergeler vererek Yeltsin'i görevden almaya çalışıyorlardı.
21 Eylül 1993'te Yeltsin, televizyona çıktı, ulusa seslendi. Parlamentoyu kapattığını duyurdu. Yeni seçimlere kadar ülkeyi, özel yetkilerle kendisi yönetecekti. ABD'nin övdüğü örnek demokrat Yeltsin, muhalafete dayanamayıp parlamentoyu kapattığını duyurduğu günün hemen ertesinde Rus Parlamentosu toplandı. Yeltsin görevden alındı, yerine yardımcısı atandı. Artık herşey çığırından çıkmıştı. Rusya çok tehlikeli bir siyasi bunalımın içine yuvarlanmıştı. On binlerce Moskovalı sokaklara döküldü. Meydanlar Yeltsin karşıtı sloganlarla inliyordu. Rus halkı, parlamentosunu savunuyordu. Ordunun ve güvenlik güçlerinin desteğini alan Yeltsin, 4 Ekim 1993 günü, Beyaz Saray adı verilen Rus Parlamentosunu topa tutturdu. Tüm dünya televizyonları , Rus parlamentosunun topçu ateşi altında kalışını anında yayınladı. ABD Başkanı Bill Clinton, Yeltsin'in bu eylemini, demokrasinin savunulması olarak gördüğünü duyuruyor, demokrat Yeltsin'i destekliyordu. Özelleştirme Yağması
Yeltsin, Aralık 1994'de Çeçenistan'a askeri saldırıda bulunup işgal etti. Moskova'nın denetiminde özerk bir cumhuriyet kurmayı denedi. Ancak Çeçenlerin güçlü direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kaldı, iç politikada güç duruma düştü.
IMF'ye teslim olmuş Rusya'nın 1995'de dış borçları çok artmıştı. Hem bu borçları ödemek hem de Rusya'da yeni türemiş işadamlarının 1996 başkanlık seçimlerinde desteğini alabilmek için, Yeltsin yeni bir özelleştirme yağması başlattı. Rusya'nın en büyük fabrika ve işletmelerinin hisselerini, yeni türemiş Rus bankalarına nakit para karşılığı yok pahasına sattı. Bu hissleri ele geçiren, kendilerine oligark denilen, hemen hemen tamamı Yahudi kökenli olan Rus işadamları ulusal medyanın ve bankaların sahibi oldular.
Yeltsin İkinci Kez Başkan Olmak İstiyor
İşte şimdi sıra geldi, Boris Yeltsin'in ikinci kez devlet başkanlığına seçilişinin öyküsüne.
Alkol bağımlısı olan Yeltsin, 1995'de iki kez kalp krizi geçirdi.
17 Aralık 1995'de yapılan parlamento seçimlerinde, Yeltsin taraftarları beklenmedik ağır bir yenilgi aldılar. Yeltsin'in dolaylı olarak desteklediği 'Vatanımız Rusya Partisi' oyların sadece % 12,2'sini alırken, Genadi Zuganov'un liderliğindeki 'Rusya Federasyonu Komünist Partisi' oyların % 34,9'unu alarak seçimden birinci parti olarak çıkmıştı. Artık herkes, Haziran 1996'da yapılacak devlet başkanlığı seçimini Komünistlerin lideri Zuganov'un kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu.
Şubat 1996'da Boris Yeltsin, Haziran 1996'da yapılacak devlet başkanlığı seçimlerine katılacağını duyurdu. Bir dönem daha başkan olmak istiyordu.
Yeltsin'in karşısında iki güçlü aday vardı: Komünistlerin lideri Genadi Zuganov General Aleksandr Lebed
Yeltsin adaylığını açıkladıktan hemen sonra yapılan kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu görünüm şöyleydi:
Genadi Zuganov: % 50-55
General Lebed: % 30-35
Başkan Yeltsin: % 2-8
Ekonomiyi IMF'ye teslim eden, Rusya'nın yeraltı ve yer üsütü zenginliklerini özelleştirme adı altında yok pahasına yağmalatan, halkın işsiz ve aşsız kalmasına neden olan Yeltsin'i halk artık istemiyordu. Onun alkol bağımlısı oluşu, ciddi sağlık sorunlarının bulunuşu ve dengesiz davranışları da gözden iyice düşmesinin nedenleri arasındaydı.
Kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu kara tabloyu gören Yeltsin taraftarları paniğe kapıldılar. En çok korkanların başında, özelleştirme yağmasıyla milyarlarca dolar vurgun vuran oligarklar geliyordu. Bu kişiler toplanıp, Yeltsin'e başkanlık seçimlerini iptal etmesi için baskı yaptılar. Açıktan açığa, 'Seçime gerek yok, ülkeyi bir diktatör olarak siz yönetin!' diyorlardı. Bunları söyleyenlerin tümü de, ABD tarafından desteklenip övülen Rusya'nın yeni demokrat yıldızlarıydı. Yeltsin kendisine verilen öğütü dinlemedi. Seçim kampanyasını yürütecek ekibi değiştirdi. Ekibin başına kızı Tatyana ve özelleştirme yağmasının mimarı Çubais'i getirdi.
Çubais hemen işe koyuldu. Bankerlerden ve medya patronlarından oluşan bir çekirdek kadro kurdu. Medya patronları sürekli Yeltsin yanlısı propaganda yapacaklar, bankerler de paraları seçim kampanyasına akıtacaktı. Bu hizmetlerine karşlık olarak da Çubais, özelleştirme adı altında Rusya'nın en değerli kurum ve kuruluşlarını bu kişilere peşkeş çekecekti. 'Öküz Bokunu Altın Diye Yutturanlar' Moskova'da Yapılacak başkanlık seçiminde uygulanan kural şuydu: İlk oylamada oyların % 50'sinden fazlasını alan aday seçimi kazanıp başkan oluyordu. Eğer ilk oylamada hiçbir aday oyların % 50'sini alamazsa, bir ay içinde ikinci bir seçim yapılıyor bu kez en çok oy alan aday seçimi kazanıp başkan oluyordu.
Rusya devlet başkanlığı seçim tarihi, 16 Haziran 1996 olarak duyuruldu. Seçim kampanyası başladı.
Rus medyasının tamamı Yeltsin yanlısı propaganda yapıyor, diğer adaylara televizyonda konuşma fırsatı verilmiyordu. Buna rağmen yapılan kamuoyu yoklamalarında Yeltsin, hala Zuganov ve Lebed'in çok gerisinde kalıyordu.
Yeltsin'in kampanyasını yürüten kızı Tatyana ve ortağı Çubais, çok çabuk bir çare bulmak zorundaydılar.
Ve buldular da.
Özelleştirme yağmasından milyarlarca dolar vurmuş olan Yahudi kökenli Rus işadamlarının aracılığıyla, ABD'den yardım istediler. Açıkcası, Amerikalıların Rusya'ya gelip başkanlık seçimini kendilerine kazandırmaları nı bekliyorlardı !
Amerikan yönetimi, çok bilgili ve deneyimli üç siyasi uzman danışmanı Moskova'ya hemen göndermeye hazır olduğunu bildirdi. Üç Amerikalı siyasi uzman danışman; George Gorton, Dick Dresner ve Joe Shumate acele Moskova'ya geldiler ve hemen işe başladılar. Peki, bu üç danışman hangi konuda uzmandılar? Seçim kampanyanlarını yönlendirmede uzmandılar. Amerikan ağzıyla söyleyecek olursak, 'öküz bokunu altın diye yutturabilecek' kertede yetenekliydiler. Şimdi de Yeltsin'i Rus halkına, 'eşi bulunmaz demokrat bir lider' olarak yutturacaklardı .
Üç Amerikalı uzmanın ilk önerileri şu oldu: Yeltsin'in rakipleri hakkında medya sürekli olarak yalan haberler uyduracak, çamur atacaktı! Ruslar bu öneriye karşı çıktı. Yalan söylenmeyecek, çamur atılmayacak, dürüstlük ilkesine bağlı kalınacaktı. Amerikalıların yanıtı ise çarpıcıydı: Seçimi kazanmak istiyorsanız bizim söylediğimiz gibi davranacaksınız, dürüstlükle seçim kazanılmaz! Amerikalı üç siyasi uzman danışman ikinci önerilerini yaptılar: Yeltsin halkın arasına girecek, onlarla kucaklaşıp öpüşecek, gençler için düzenlenecek eğlence programlarına katılacak, onlarla beraber şarkılar söyleyip dans edecek, kısacası 'çok sevecen, çok tonton' bir kişi rolünü oynayacaktı! Ruslar bu öneriye de sıcak bakmadı. Yeltsin'in doğal davranmasından yanaydılar, rol yapmasını istemiyorlardı . Amerikalı uzmanlar yine sert çıktılar, rol yapmadan, halkı kandırmadan seçim kazanılamazdı!
Yeltsin'in seçim kampanyası neredeyse tam bir çıkmaza girmişti ki, üç Amerikalı uzmanın ABD'den getirilmesinde payı olan Rusya'nın özelleştirme vurguncusu dolar milyarderleri ve medya patronları araya girdiler. Ateşli tartışmalardan sonra Amerikalı üç uzman danışmanın önerileri kabul edildi. Artık Yeltsin'in seçim kampanyasında ipler bu üç Amerikalının eline geçmişti.
Seçimin İlk Aşaması
'Öküz bokunu altın diye yutturabilecek' düzeyde yetenekli üç Amerikalı uzman; bir yandan Yeltsin'in nerede, neler konuşacağını, kimlerle buluşacağını belirlerken, bir yandan da medyanın kullanacağı sloganları üretiyordu.
Rus medyası, Yeltsin'in rakipleri hakkında asılsız dedikodular, yalanlar, iftiralar uyduruyor, en aklı başındaların bile kafalarını karıştırıyordu. Yeltsin'in rakipleri Zuganov ve Lebed bu karalama kampanyası karşısında şaşkın, kendilerini savunacak, seslerini duyuracak değil bir televizyon kanalı, bir gazete dahi bulmakta zorlanıyorlardı .
İşte bu atmosferde, 16 Haziran 1996'da başkanlık seçimleri yapıldı. Katılım oranı % 70 olmuş ve şu sonuçlar alınmıştı:
Yeltsin ( % 35,3 ), Zuganov ( % 32 ), Lebed ( % 14,5 ).
Seçimin ilk aşamasında başkan seçilememişti, ancak bu sonuç Yeltsin için çok büyük bir başarıydı. Birkaç ay öncesine kadar kamuoyundaki desteği % 5 dolaylarındayken, sanki sihirli bir el değmiş ve bu oran % 35'e çıkmıştı! Yeltsin'in kampanya ekibi sevinç içindeydi. Üç Amerikalı uzman ise daha soğukkanlı davranıyor, asıl savaşımın yeni başladığını söylüyordu. Seçimin İkinci Aşaması
Üç Amerikalı uzman hemen kolları sıvadılar. Yolun yarısını başarıyla geçmişlerdi, ama asıl öldürücü darbeyi şimdi vurmaları gerekiyordu. Yeltsin'e acele bir öneri götürdüler: İlk aşamada % 14,5 oy alan Lebed'e, geri çeviremeyeceği kadar parlak bir teklif götürün ve Lebed'in ikinci aşamaya katılmasını önleyin! Seçimin ilk aşamasından iki gün sonra, 18 Haziran 1996'da Başkan Yeltsin, üç Amerikalı uzmanın önerisini yerine getirdi. Lebed'i, 'Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Sekreteri' ve 'Başkanın Ulusal Güvenlik Danışmanı' olarak atadı. Lebed, ağzı kulaklarında, bu yüksek prestijli atamayı hemen kabul etti ve başkanlık seçiminin ikinci aşamasından çekilmiş olduğunu ilân etti.
( İYİ AHLAK BURDA DEVREYE GİREMEMİŞ - SATMIŞ, AMA NEYİ, NELERİ?) Lebed'in çekilmesiyle meydan, Yeltsin ve Zuganov'a kalmıştı. Üç Amerikalı uzman, Zuganov'u yıpratacak kampanyaya hemen başladılar. Tüm medya hemen her gün ve neredeyse günün tamamında şu sloganları tekrar edip durdu: 'Zuganov'a verilecek oylar, Komünistleri tekrar iş başına getirecektir! ', 'Zugonov'u seçmek demek, diktatör Stalin'i diriltmek demektir!', 'Zuganov'a verilecek oylar, demokrasinin sonu, özgürlüklerin sonu olacaktır!', 'Bir komünist olan Zuganov eğer seçilecek olursa, Rusya'da iç şavaş çıkacaktır!', 'Mal sahibi, mülk sahibi, iş sahibi olmak istiyorsanız oyunuzu demokrat Yeltsin'e verin!', 'ABD'nin ve Avrupa'nın saygı duyduğu Başkan Yeltsin'i seçin!'.
Medya bu tek yanlı propagandayı sürdürürken, özelleştirme vurguncusu Rus işadamlarının oluşturduğu havuzdan milyonlarca dolar, üç Amerikalı uzmanın saptadığı bölgelerde, belirlediği gruplara dağıtılıyordu. Tam bu sırada IMF, Rusya'ya 10 milyar dolar kredi verdiğini duyurdu. Yeltsin'in seçim kampanyasını yürütenler sevinç içindeydiler.
Üç Amerikalı uzman, Yeltsin'e bir öneri daha götürdüler: Neredeyse iki yıla yakın ödenmeyen emekli maaşlarını ve birikmiş işçi ücretlerini hemen ödeyin! Ödemeler derhal yapıldı. Televizyon kanalları, birikmiş emekli maaşlarını alan yaşlıların ve ücretlerini alan işçilerin Yeltsin'in boynuna sarılarak nasıl ağlaştıklarını, ellerini yüzünü nasıl öptüklerinini tekrar tekrar gösterip durdu.
Seçimin ikinci aşamasına bir hafta kala, Yeltsin bir kalp krizi daha geçirdi. Üç Amerikalı uzmanın yönlendirmesiyle medya bunu halka, Yeltsin aşırı yorgunluktan grip oldu, diye duyurdu. Yeltsin'in yanına hiç kimse sokulmadı, fotoğrafı çekilmedi, görüntüsü alınmadı. Bu olumsuzluğun ustaca atlatılmasından sonra, 3 Temmuz 1996 günü başkanlık seçiminin ikinci aşaması gerçekleştirildi. Yüzde 68,9 katılımın sağlandığı seçimde iki aday şu oyları almıştı:
Yeltsin ( % 53,8 ), Zuganov ( % 40,3). ABD'den özel olarak getirilen üç Amerikal uzman, medyanın ve özelleştirme vurguncularının desteğiyle, 'öküz bokunu altın diye' Rus halkına yutturmayı başarmışlardı. Boris Yeltsin, ikinci kez Rusya'nın devlet başkanı olarak seçilmişti.
Yeltsin ikinci kez başkan olarak seçildikten sonra, IMF'den 40 milyar dolar borç alındı. Ancak bu para devletin kasasına girmedi! Yeltsin'in kızı Tatyana ve seçimlerde Yeltsin'den yana olan özelleştirme vurguncularının Amerika ve Avrupa'daki banka hesaplarına yatırıldı!
Bu gerçek öykü, 2002 yılında Amerika'da çekilen bir filmin senaryosunu oluşturdu. Fimin adı şuydu: 'Spinning Boris'. Türkçeye şöyle çevirebiliriz: 'Boris Yeltsin'in Rus Halkına Yutturulması' .
Peki, Türk halkına kimlerin nasıl yutturulduğunun öyküsünü yazmanın zamanı gelmedi mi?
Yılmaz Dikbaş
25 Temmuz 2007, Antalya İŞTE BUNUN İÇİN DÜŞÜNME ZAMANI.. DÜŞÜNÜN, DÜŞÜNMEK HENÜZ YASADIŞI DEĞİL! | | |
NTV'den çok ilginç Başbuğ analizi . Yabancı Misafire Gülücükler. Yerli Misafire Çatık Kaşlar. Posted: 28 Jan 2010 01:37 PM PST NTV'den çok ilginç Başbuğ analizi … Yabancı Misafire Gülücükler… Yerli Misafire Çatık Kaşlar… Başbuğ'un liderlerle verdiği pozları inceleyen NTV bakın nelerle karşılaştı... Genelkurmay'ı ziyaret eden yerli ve yabancı misafirlerin İlker Başbuğ'la birlikte çektirdikleri fotoğraflarda dikkat çekici bir ayrıntı göze çarpıyor. Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un yabancı misafirlerle birlikte çektirdiği fotoğraftaki yüz ifadesiyle yerli misafirlerle birlikte çektirdiği fotoğraflardaki yüz ifadesi oldukça farklı. Başbuğ yabancı konuklarla birlikte objektife gülümseyerek bakarken, yerli konuklarda gülümsemiyor. Dikkat çekici bir nokta ise eğer fotoğraflar üzerinde oynama yapılmamışsa Başbuğ'un her karede aynı yüz ifadesinin olması. NTV __________ Information from ESET NOD32 Antivirus, version of virus signature database 4815 (20100128) __________ The message was checked by ESET NOD32 Antivirus. http://www.eset.com |
CUNTACI KOMUTAN(LAR)IN SIKIYÖNETİM İLANI İÇİN KONUŞMALAR...ŞOK SES KAYITLARI... Posted: 28 Jan 2010 01:03 PM PST Samanyolu 28.01.2010 Taraf Gazetesi'nin ortaya çıkardığı Balyoz Darbe Planının ses kayıtları yayınlandı. Komutanlar darbe planını işte böyle anlatıyor... SIKIYÖNETİM İLAN EDİLDİĞİ ZAMAN EN ÖNEMLİ KONU NELER OLURMUŞ… Sıkıyönetim ilan edildiği zaman en önemli konu, en önemli konu, halkın günlük ihtiyaçlarının yemesinden içmesindenm barınmasından asayişinden tamamen silahlı kuvvetlerin sorumlu olmasıdır ve yapılan her harekette yanlış adımda polisin yaptığı hareket yanlışsa bizlerin yaptığı, sokakta devriye gezen bir jandarmanın yaptığı bir hareket, yahut da bir merkez komutanlığına bağlı bir inzibat erinin yaptığı hareket kötüyse faturtası hepimize çıkacaktır. Onun için de bu konularda temel temel yaklaşım biçiminin belirlenmesi icap eder. Sıkıyönetim hallerinde sıkıyönetim hallerinde görev ve sorumlulukların belirlenmesinde merkez komutanlığı ve bu birim içerisinde görev yapanlar diğer unsurlar tamamen halka davranış biçimlerini, halkla ilişkilerini çok iyi bilmesi lazım. Bilelim ki bütün ihtiyaçların karşılanmasında silahlı kuvvetler sorumlu görülecek. Şu halde devlet su işleri bölgedeki belediyelerin diskisi iskisi yaskisi maskisi diye bir sürü teşkilkatlar ve şirketler var. Bu şirketler şu anda zaten gerici unsurların elindedir. Bu şirketler kendilerine serbest bırakıldıkları takdirde bunları denetim planlarını yapmadığımız takdirde bunlarla ilgili planlama bunların başına kendi içimizden yani emekli olmuş personel geçirmediğimiz takdirde bunları yeni bir yapıya kavuşmadığımız takdirde bunların yaptığı her hareket bizi sabotaja yönelik olacaktır ve baltalayacaklardır ve faturası da halk üzerinde bize çıkacaktır. İşlerin tıkır tıkır işlemesi ve gitmesi lazım. Üniversitedeki hayatın, üniversitedeki gençlerin hani böyle gereksiz güç kullanma baskı kullanma şeklinde değil de burdaki işlerde bile yani silahlı kuvvetlerin iyi temsilcilerinin bulunması yani demir yumrukla değil, demir eldivenle değil ama böyle yönetimde kadife eldiven dedikleri bir tarzda irticai kesimle hiçbir surette beraber olmamış unsurların da silahlı kuvvetlerin yanında olmalarını sağlayıcı tertip ve tedbirler alınması lazım. Böyle bir olayda, böyle bir olayda şükrü paşa bir şey söylemişti, tabi bu adamlar eli kanlı sopalı falan filan bizim tabi silahlı kuvvetlerin unsurları varken yani halkı silahlandırmamız söz konusu değil. Ama halkın manevi gücünün maddi varlığının bizim yanımızda olması sonuna kadar götürülmesi önem taşıyor. Onun için halkla ilişkiler boyutu bu harekatta çok önemli. Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim uygulamalarında temel hatamız, ben yaşamış, bölgede 1960'lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak söylüyorum temel hatamız şu olmuştur. Sıkıyönetim görevleri harp darp olmadığı halde hep tali görevler sayılmıştır. Belli karargahlarda işte 66. tümende g 3'tüm, g 2'lik yaptım, sonra g 3 oldum, temel görev o dönemde sıkıyönetim var arama tarama var bilmem ne var sıkıyönetimle ilgili faaliyetleri bir ek görev gibi tali görev saymamız birçok yerlerde, Diyarbakır'a gittim mesela 83 senesinin şubat ayında işte, tayin geçirdik. O zamanda yine de çok sınırlı nerdeyse kimsenin işe yaramazdır demeyeceğim, ikinci derecede yani konuları monuları itibariyle bu konuyu yürütecek böyle cerbezeli yahut bilgili kimseler değil yani madem ki onlar şunları şunları yapsın diye hep öyle vermişizdir. Hani istisnaları vardır, çok iyi görev yapılan edilen şeyler vardır. Böyle bir durumda da o yüzden ağırlıklı madem ki görevimiz birinci öncelikle iç güvenliktir, ve içte güçlü şeyi sağlamaktır, birlik ve beraberliği, en iyi personelimizi halkla ilişkilerde ve sıkıyönetim faaliyetlerinin yürütülmesinde olacak ve bunu yaparken doğrudan doğruya mevcut kamu kurum ve kuruluşlarını bölgemizde tamamını fiilen emre almak zorundayız. Planlarımızın boyutları böylece detaylandırılması lazım. Aksi halde her şey yarım, her şey şey kalır. Kim nereye nasıl gelecektir, kim nerde görev yapacaktır, şartları ve bu konudaki istihbarat dosyalarımız dolması lazım. Aksi halde her şey yarım yamalak olur ki olmuştur da. Mesela alelacele 80 ihitlalini yaşamış yine bir kimse olarak söyleyeyim, şimdi, bakanlıklara personel gönderdik, ama hiç bir talimat vermedik. Herkes korktu ne oluyor falan diye, ondan sonra bir iki gün yokladılar falan filan adamı böyle adamların boşluğunu gördüler, ne bir görev talimatı var, ne yapacağını biliyor. Ne edeceğini biliyor. Yani sorun oldu. Yani problem oldu, sonra da çekildi. Bu iş böyle olmaz. Gönderiyorsan o görevi o bakanlığı bütünüyle yönetecek irade ve güçte karargâhı yla beraber personel gönderirsin. Bir fukara bir kimseyi göndermek oraya, tamam mı, hem silahlı kuvvetlerin temsili bakımından sorun yaratıyor, bu konunun mutlaka bilinmesi lazım. Dediğim gibi halkın özellikle ihtiyaçları çok çok iyi giderilmesi kontrol edilmesi lazım. Bölgemizdeki stoklar nelerdir, kaynaklar nelerdir bölge içerisinde. Bölgede kim spekülatif faaliyetlerde bulunabilir, hangi şeyin kara borsası olabilir. Bütün ulaşım dahil deniz yolu, kara yolu, metrosu bilmem nesi falan filan. Bu konuların denetim altına alınması hikayesi vardır. Bunları dikkate alarak kuvvet ihtiyacının bu yönüyle de bakılmasına da ihtiyaç vardır. Kuvvet ihtiyacı, bakın şimdi, şeye, güneye yönelik bir harekât yapıyoruz. Yapmaya çalışıyoruz. bir sürü personel, 600 küsur kişi bizden gitti değil mi? 600 küsur kişi, şeyde he? Evet, buradan oraya görevlendirildi, bir kısım son birkaç arkadaşın geçici olarak durduruldu falan filan. Yani olay böyle tabi. Şimdi böyle bir durumda İstanbul'u idare etmek 16 İstanbul bölgesinde 1. ordu bölgesinde 16 milyon insan var. Hem en organize edilmiş, hem en şeysi??? Uçta taşıyanlar var, hem de genç kısmı üniversitelerde bilmem ne hayatı var. Başkent Ankara ama, ülkenin siyasal merkezi, başkent Ankara ama, kültürel merkezi, ekonomik merkezi her yönden burası. İstanbul ve bölgesi. Türkiye'deki sanayi üretiminin nerdeyse sanıyorum ki üçte ikisi buradan, tamamen Marmara bölgesi yani İstanbul bölgesinden ??????? sanayi kuruluşlarının üçte ikisi bu bölgeden. Bunların çalışması bunların devam ettirilmesi gerekir sıkıyönetim faaliyetleri içerisinde. Eskiden sıkıyönetim komutanlıkları biliyorsunuz doğrudan başbakana bağlıydı, kanun değişti. Şimdi bunlar ne oluyor, genelkurmaya bağlı oluyor. Kuvvet komutanlıkları ordu komutanlıkları devreye giriyor yani bir sistem içerisinde koordinasyonu falan filan sağlıyor. Bunların ne yapılması lazım, dikkate alınması lazım. Evet şimdi bu son bu bölüm içerisindeki kendi kara kuvvetlerimiz içerisindeki imkân ve kabiliyetleri düzenlemeyi düşündük. Şimdi kuzeyde bir saha komutanlığı bu bölgede bulunuyor. Şimdi kuzey deniz saha komutanlığı hiç kendisine emasya görevi veriliyor aslına. Kendisine emasya görevi kuzey deniz saha evet. Boğaz komutanlığı olarak verilen görev var. Şimdi biz şöyle düşünüyoruz. Bir dış tehdit olduğu zaman yeni bir durum ortaya çıkıyor. bundan eş zamanlı olarak acaba kendisine verilen emasya görevini yerine getirme imkânı var mı? kendi emrinde kuruluşunda bulunan unsurlar var. __________ Information from ESET NOD32 Antivirus, version of virus signature database 4815 (20100128) __________ The message was checked by ESET NOD32 Antivirus. http://www.eset.com |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.