Batının İslami Kimlik Tanımlama Çalışmalarındaki Psikolojik Taktiği

Dünya genelinde gelişen son psikolojik harekat, Müslümanları daha anlayışlı ve mücadeleden caydırıcı nitelikte olup,  bir takım kişiler etrafında geliştirilip, o kişilerce empoze edilen fikre inandırmaktadır. Bu kişiler empoze edilen fikir çerçevesinde sahte bir kişilik olarakta ortaya çıkabilmektedir. Veya psikolojik harekat çerçevesinde empoze edilmek istenen fikre yakın kişiler ve fikirler kullanılmaktadır. Yine inandırılmak istenen fikir, başka fikirler bu fikre göre şekillendirilmek suretiyle de kullanılabilmektedir..

 

İlk psikolojik harekat 17. yy Papa XV. Greguar tarafından Alman Luther’in kurduğu Protestanlık mezhebine karşı yapılmıştı. Vatikan’ın gelişen eleştirisel bu mezhebe karşı kurumunun yıkılmaması ve kurumunun  gücünü yitirmemesi için.

 

Bazı fikirler etrafında kurulu bir takım güç merkezlerinin de güçlerini yitirmemesi için bu savaş devam ettirilir. Ancak kim bunun farkında.

 

Örneğin Filistin meselesi ile sürekli vurulan İslam buradaki psikolojik harekatın farkında mı? Ya da sürekli kendi fikrileri etrafında mücadele ettiklerine inandıkları kişilerinde dolaylı veya dolaysız yollarla bu psikolojik harekata dahil edildiğinin. İsrail Gazzeyi bombaladığında, hepiniz bön bön baktınız öyle değil mi? İşte onlarda ben orayı bombalarım Siz Hiçbir Şey Yapamazsınız mesajını vermek, bu mesaj altında SİZ GÜÇSÜZSÜNÜZ FİKRİNİ TELKİN etmek istemişlerdir (İsrail'in "Fosfor bombalarının atılması neticesinde bin 400'e yakın insan; çocuk, kadın, burada hayatını kaybetti. 5 binin üzerinde insan yaralandı ve Gazze'nin altyapısı yerle bir edildi. BM'nin Gazze'deki binaları dahi bu yıkımdan kurtulamadı..) Şimdi her bomba yağdırdığında Biz Güçsüzüz Telkininin Şuur Altınıza Yer etmesi sebebiyle, sizden herhangi bir müdahale görmemeyi GARANTİLEDİĞİ için, diğer bir seferde bombalamak istediğinde bunu kolaylıkla yapabilecektir. Filistin’in Sorun Olması Gerekmektedir. Sorun olmalıdır çünki Filistin Dünya Müslümanlarının Kontrol edildiği bir merkezdir. İsrail istese, kimseye aldırış etmeden Filistin’i İşgal eder ( Kral Davut Katliamı (22 Temmuz 1946), Deir Yasin Katliamı(9 Nisan 1948),  Lida Katliamı (9-18 Temmuz 1948), Safsaf Köyü Katliamı(29 Ekim 1948), Davayima Köyü Katliamı (29 Ekim 1948), Kibya Köyü Katliamı(12 Ekim 1953), Kufr Kasem Katliamı (29 Ekim 1956),  Samu Katliamı (Kasım 1956), Ürdün Katliamları (15 Şubat, 4 Haziran 1968), Abu Za’abel Katliamı (12 Şubat 1970),  Sha’a Katliamı (8 Nisan 1970), Suriye Katliamı (8 Eylül 1972), Libya Katliamı (19 Şubat 1973), Beyrut Katliamı (20 Temmuz 1981), Sabra ve Şatilla Katliamları (15-16 Eylül 1982), Kudüs Katliamı (8 Ekim 1990), Hz. İbrahim Camii Katliamı (25 Şubat 1994), Kana Katliamı (18 Nisan 1996), Cenin Katliamı (3-15 Nisan 2002), Nuseyrat Katliamı ( Mart 2004) ) ve bunu kolaylıkla da yapar. Bu bir gerçek. Eğer gerçek olmasaydı herkesin gözünün içine bakarak orayı bombalayamazdı. Konulan Ambargonun anlamı SİZLER ÇARESİZSİNİZ, SİZLER HİÇBİRŞEY BAŞARAMAZSINIZ ‘dır. Bir kaçtane LOLİPOP şekeri dahi oraya sokmaya çalışmanızı  bu sebeple kabul etmezler. Mesaj hiçbir şekilde mesele LOLİPOP şeker götürmek olsa dahi yön değiştirmemelidir. Bu hususta çıkartılan zorluklar bile Müslüman’a Cihad’a çıkmış hissi vermekle beraber, ASIL CİHAD’ı engellemek gayesi güder.  Katil İsrail Filistinden Defol sloganı veya Katliamlar durdurulmalıdır gibi siyasi söylemlerin dışında, İsrail Müslüman Milletin herhangi bir eylemde bulunmayacağından emindir.

 

Şu an kullanılan diğer bir psikolojik harekatta muhalif düşünceleri kullanma yöntemi. Genelde muhalif düşüncelerin tümü İslamı yıpratma dejenere etme mahiyetinde destek görür. Zaman içinde muhalif düşünce İslami olsa bile tamamiyle İslami veya muhalif  olmaktan çıkar, İslamın dejenerasyonunu sağlamaya başlar. İşte bu noktada İslamı İslamla vurmaya başlarlar. Bugün yoğun olarak bu düşünce etrafında gelişen İslamın en çok zarar gördüğü psikolojik harekat şekli budur.

 

Kendi tarihimizden örnek verecek olursak, görürüz ki Osmanlı bu harekatların sonuçları neticesinde yıkılmıştır. İngiltere’nin bugün hala devam ettirdiği psikolojik harekatın, asli görevi İslamı tam anlamıyla yeryüzünden kaldırmaktır. İngilizlerin, padişah karşıtlarına vermiş olduğu destek (1800 yıllarda Fransanın desteklediği oluşumu ,1899 yılından sonra İngiltere, çeşitli yollardan yurt dışında kalan İttihat ve Terakki muhalefetini desteklemeye başladı.) Osmanlının iç işlerini daha sonra dış işlerini yönlendirmelerine sebep olmuştu(Mithat ve Hüseyin Avni Paşalar 30 Mayıs1876'da askeri bir darbe ile Sultan Abdülaziz'i tahttan indirerek yerine V. Murad'ı oturtmuşlardı. Ancak onun da sağlık problemlerinden dolayı tahtta kalması sakıncalı görülmüş ve II. Abdülhamid, Kanun–ı Esasi'yi ilan etmek şartıyla tahta çıkmıştı. Bir ferman anayasası olarak nitelendirilen Kanun–ı Esasi, meşruti idare öngörmekle beraber padişahın yetki ve idaresi anayasa hükmü kazanmıştı. Ancak 14 Şubat1878 tarihinde II. Abdülhamid, Kanun–ı Esasi’nin ilgili maddesi gereğince Osmanlı – Rus Savaşı’nı da gerekçe göstererek mebusanları dağıttı ve I.Meşrutiyet devri sona erdi. 1878 yılında Meclis–i Umumi'nin kapatılmasıyla Osmanlı Devleti’nde II.Abdülhamid'in yönetimi eline aldığı istibdad dönemi başladı. 1908 yılına kadar sürecek bu dönemde II.Abdülhamid iktidarı elinde bulundurmayı başarmış olsa da kendisine karşı olan oluşumlara engel olamadı. İşte bu oluşumların başında da İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türkler geliyordu..) Padişah karşıtlarının İngilizlerden aldıkları güç ile, iktidara gelmeleri, iktidara gelme aşamasında halk desteği de görmüş, bu destekler etrafında yerel yönetimlerin haksız tutumlarından bulanan halk kullanılmıştı (Abdülhamit rejimine muhalefet eden herkesi, ki buna Ermeniler ve Rumlar da dahil olmuştu, ulusçu eğilimleri ön plana çıkan bir grup oluşturmuşlardı. Önce sadece Türkler, daha sonra Türkler arasında sadece İttihatçılar için kullanılır bir terim oldu. II. Meşrutiyet için çaba gösterenler anlaşılmaktadır. İlk devrimci kuşak ise Türkiye’de daha çok Yeni Osmanlılar diye tanınmaktadır. Osmanlı Devleti’ndeki muhalif güçlerin birleşmesinden oluşan bu grubun hedeflerinin başında süregelen rejimin değişmesi yatıyordu. Bu zümre eğitimli kesimden oluşuyordu. 1892 yılında Abdülhamit cemiyetin varlığından haberdar olmuştu. Okul kumandanı Ali Saip Paşa görevinden alınmış, bu komployu önlemekle görevlendirilen askeri okullar müdürü Zeki Paşa iş başına getirilmişti. Birçok öğrenci sorguya çekilmiş, aralarında Abdullah Cevdet, Giritli Şefik ve Şerafettin Mağmumi'nin de bulunduğu bir kaçı tevkif edilmiş ve nihayet bu olayları protesto eden on dört öğrenci daha tutuklanmıştı.. Ahmet Rıza Bey, Auguste Comte pozitivizmi ile Namık Kemal'in ütopik “Osmanlı Milliyetçiliğini” birleştirmişti. Cemiyetin Paris başkanı oydu. Sıra cemiyetin yayın organını çıkarmaya gelmişti. İstanbul'daki merkezi örgüt, gazetenin adının İttihadı İslam olmasını istiyordu. Ahmet Rıza ise gazetenin sadece Müslümanların değil, Yahudi, Rum, Ermeni yani tüm Osmanlı'nın çıkarlarını gözeteceğinden, adının İttihat ve Terakki olmasında ısrar ediyordu. Doktor Nazım ise orta yolu buldu ; gazetenin adı Meşveret oldu ve ayda iki defa altı sayfa olarak çıkacak olan gazete 1 Aralık1895'te yayın hayatına başladı. İttihat ve Terakki'nin planları arasında, bazı yüksek düzeydeki kişilerin işbirliğinin sağlandığı belirtilerek, batıya güven verilmekteydi.) İç işlerinde meydana gelen karışıkların, halkın amacının dışında sonuçlar getirmesi, halk desteğini ortadan kaldırırken, muhalifler tasviye edilerek (Osmanlıda ilk suikastler bu dönemde olmuş) iktidar elegeçirilmiş, ve bir sonraki iktadarda hesapların şaşmasından ötürü tasviye edilerek, tasviyeler şeklinde günümüze kadar gelmişti(Çok geçmeden İttihat ve Terakki'ye karşı olan muhalefet sertleşti, bunda İttihat ve Terakki'nin sert siyasetinin de rolü vardı. Ayrıca ittihatçılar Meşrutiyet'e ve vatana ihanet ettiğini düşündüğü siyasal kişiliklere karşı açıktan açığa siyasal tedhiş yöntemleri uygulamaktan da kaçınmıyordu. İttihat ve Terakki'nin egemenliği altında Mebusan'ın Kamil Paşa hükümetini düşürmesinden sonra kurulan Hilmi Paşa hükümeti sırasında da cemiyetle hükümet arasındaki çalkantılar azalacağına daha da arttı. Gerçektende 31 Mart Ayaklanması'na doğru siyasal çatışmanın serleştiği ve arttığı görülmektedir. 31 Mart ( yeni takvimle, 13 Nisan1909 ) olayı asker – softa bağlaşması aracılığıyla, muhalefetin yaptığı sonuçsuz kalmış bir hükümet darbesidir. İrticai bir faaliyet olarak görülen bu faaliyette, Almanya ve İngiltere’nin parmağı olduğu görüşü ortaya çıkmıştı. 31 Mart Olayı Ahrar Fırkası’nın da sonunu getirdi. Hatta 31 Mart Olayı'nda Prens Sabahattin Bey'in de kışkırtması olduğu iddiası ile tutuklanmış ise de sonra serbest bırakılmıştır. )İlk muhalifler ile sonraki muhalifler aynı kaynaktan yani İngiltere’den beslendiği halde birbirleri ile çarpışmaya kadar gidebilmişlerdir. (Çerkez Ethemin, M.Kemale İsyanı gibi)- Doğan Avcıoğlu Milli Kurtuluş Tarihi’nde (Cilt 2, sayfa 576) olayı Ethem’in İngilizlere yaranma çabası olarak niteler. “Çerkezler ile Müslümanların en içten koruyucusu olan Büyük Britanya’ya manevi bağlılık ve saygı duygularını göstermeyi başaramayan Ethem Bey, İngilizlerin tutukladıkları valinin oğlunu kaçırarak İngilizlere saygı göstermektedir.- 1920 yılı sonlarına doğru Çerkez Ethem ve emrindeki 1. Seyyar Kuvvetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne karşı 29 Aralık 1920’de isyan etti. Kılıç Ali ise, Mustafa Kemal, Ethem’in kendisini istirkap ettiğinin, öldürmek istediğinin de farkında idi. Diyor)Burada aynı merkez bir tarafı kendi içinde muhalifleştirirken diğer tarafıda kendi çıkarları etrafında kullanmaya devam etmiştir. Yani iktidarda da muhalefette de var olan gücü kendi çıkarlarına hizmet ettirebilmiştir. İngilizlerin desteğinden habersiz bu VATAN HÜRRİYET aşıklarının sloganlarına aldanan bazı kimselerin, başkaldırdıkları Saltanat’la aynı dini duygu ve hassasiyetlere sahip olmaları bile, ne Saltanatın, içinde bulundukları gruptan ötürü bunları cezalandırmasını engelleyebilmiş nede o grup içinde hareket edenlerin gerçekten aldanmış olduklarının önüne geçebilmiştir. Buradaki ince oyun iki Dindar kesimi karşı karşıya getirirken, asıl muhalifleri iki kesimide ezip iktidarlaşmaya götürmüştür. (Said Nursi, 31 Mart İsyanı sonrasında tutuklandı, yargılandı suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Sultan II. Abdülhamit'e karşı çıktı, Selanik'ye İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleri ile görüştü. Milli Mücadele'ye destek verdi, Ankara'ya giderek Mustafa Kemal Paşa ile görüştü.) İngilterenin egemenliği ve desteği altındaki bu muhalif güç, 1. Dünya Savaşında ise muazzam işlere imza atmıştır(Toktamış Ateş de Siyasal Tarih isimli geniş kapsamlı kitabında, bu konuya değinmektedir: "Babıali, Birinci Dünya Savaşı öncesi gelişmelerin ve kendini bekleyen tehlikelerin farkındaydı. Ve Abdülhamid'in başlattığı 'denge politikası'ni İttihatçılar da sürdürüyorlardı. Avrupa'da savaş patlak verince, Babıali Londra'ya başvurmuş ve Boğazlar ve toprak bütünlüğü konusunda güvence verilirse, Almanya ile yapmış olduğu anlaşmaya rağmen, savaşa girmeyebileceğini bildirmişti. Ancak İngiltere bu öneriye ilgi duymadı. Zira, Rusya ile yaptığı gizli anlaşmalarla, Osmanlı topraklarının paylaşımını çoktan yapmıştı. Kısaca belirtmek gerekirse, Osmanlı savaşa girmese bile, eğer savaşı İngiltere-Rusya-Fransa kazansaydı, imparatorluk parçalanacaktı. Bu koşullar altında savaşa Almanya'nın yanında girmekten başka çare yoktu." [Sayfa 412]Tuğgeneral Ziya Yergök de, hatıralarında şöyle demektedir: "Boğazlar bizde idi. İngiliz ve Fransızlar İstanbul'u Ruslara verme sözü vermişti. Bunun için bizi ittifaklarına almıyor, isteklerimizi kabul etmiyorlardı. Açıkça anlaşılıyor ki, harbe girmesek bile İstanbul elden gidecek, ülkemiz parçalanacaktı. Artık doğal olarak Almanların tarafına geçmemiz gerekiyordu. Denize düşenin yılana sarılması gibi..." Sayfa 22,  Enver Paşa'nın yaptığı şu konuşma, Birinci Dünya Savaşı'na niçin girdiğimizin en açık göstergesidir: "Bizi doğrudan doğruya boğazlamak isteyen Çarlık Rusyası ve İngilizlere karşı, yalnız hayatımızı bağışlamaya razı olan Almanlarla yan yana harp ettik.") . Muhalif gücün Saltanata hucumları, Halifeyi Tahtan İndirmeleri etrafında bir İslami söylem politikası geliştiren İngiltere, 1.Dünya savaşında kendisinin desteklediği muhalif gücü kendi sömürgesindeki diğer Müslümanlara Halifeye savaş açan ve Almanlarla işbirliği yapan hilafeti yıkmak isteyen  taraf olarak göstermiştir. Halifeyi bu muhalif gücün tehlikesinden kurtarmak için savaşmaları gerektiğine inandırmıştır(İngilizler I. Dünya Harbinde Müslüman ülkeler halkını propaganda bombardımanına tutarak onları kandırmışlardı. Çanakkale Muharebeleri’nde savaşmak üzere sömürgelerden getirdikleri Müslüman askerler Almanlarla savaşmaya geldiklerini sanıyorlardı. Propagandaya göre Almanlar Osmanlı Müslüman halifesini esir almışlardı ve Hintli askerlerde halifeyi kurtaracaklardı. İngilizler bunun dinî bir borç olduğunu telkin etmişler ve inandırmışlardı. Yrd. Doç. Dr. Hamit Pehlivanlı ). Diğer taraftan, kendi desteğine sahip muhalif gücün ricasına rağmen, bu gücü itilaf devletlerine dahil etmemiş, mahsus kasıtlı bir şekilde Almanya tarafında göstermiştir. Kısacası Almanya ve İttihat adı altında geliştirdiği psikolojik harekatla, hem muhalefettekileri hemde Müslümanları (“... yabancı hatırı ve menfaati için harb-i din etmek istiyorsunuz. Bu muharebe mukaddes yani cihat değildir. Teessüf olunur ki İslâm karındaşlar birbirini Alman İmparatoru’nun uğruna. Almanya İmparatoru memnun olsun diye İslâm’ın İslâm’ı kesmesi nasıl tecviz edilebilir.’ deniliyordu Yrd. Doç. Dr. Hamit Pehlivanlı )  kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmiştir. Nihayetinde savaş sonrasında, savaş öncesi bir takım gizli antlaşmaların neticesinde VATAN Hürriyet aşıklarının payıda kendilerine verilmek süretiyle İslam alemi tam anlamıyla geleceğinden yoksun bırakılarak, bir daha ebediyete kadar toparlanamamak gayesiyle yok edilmiştir.

 

İngiltere bugün hale güdümündeki Müslümanları kullanmak ve yönlendirmektedir. Şu an Dünya üzerindeki tüm İslami Hareketlerin Planları 18.yy İngiltere’de belirlenen İslami Anlayış Şekline Göre Düzenlenmiştir. (19. asırdan beri bu iki dünya görüşünü uzlaştırma ve bu iki tip insanı anlaştırma çabaları hep sonuçsuz kalmıştır. Cemalettin Afgani ve Muhammed Abduh'la başlayan, İslam dininin nass'larını yeniden yorumlama akımı, günümüzde de devam etmektedir. Buna örnek olarak Yaşar Nuri Öztürk ile bazı ilahiyat profesörlerini gösterebiliriz. Yeniden yorumlama eyleminde egemen olan yöntem, Batı'da halen mevcut olan ve ortaya çıkacak olan kavram ve pratikleri esas alıp bunlara, İslam'ın nass'larında meşruiyet bulmaktır. )Bunun ilk çalışmaları Medeniyetler İttifakı Olarak İsimlendirilmiş, bugünkü İslami Hareket Düşüncesinin liderleri o günkü toplantıda belirlenen anlayışların savunucularının İslami Hareket Tanımlamasına verdikleri anlamdan etkilenmişlerdir. Bu yanlış tanımlama çerçevesinde gelişen tüm olaylar (Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin AB'ye alınmasını bir 'asimilasyon' olarak nitelerken, Türkiye Başbakanı bunu 'entegrasyon' olarak ifade etmiştir.), bu tanımlama içerisinde yapılan tüm eylemler o grupların veya derneklerin ötesine gidememekte, Dünya gelenine yayılabilecek bir yapıya bürünememekte olduğu gibi, hakiki manada Gerçek İslami Mücadelenin Önünü de tıkamaktadır. Çünkü tanımlama('Batı karşıtsız İslami bir kimlik modeliyle', modernleşme) İslami Ölçüler içerisinde değil, İngiltere çıkarlarına göre yapılmış bir tanımlamadır.

İngiltere’de görev yapan (İngiltere’de Din Devletten hem destek görür hem de parasal yardım-İmamlar devletten maaş alır)  136 İmam’ (136 imamdan birisi ve şu anda İngiltere’ye gelen imamların denetlenmesi içi çalışan bir kurumun başında ) dan biri olan Masud Ahmada İngilteredeki Camilerin İmamlarının bazılarının Cami dolaplarında bomba bulundurduğunu, ve cemaattekilerden de ele geçirdiklerini İntihar Eylemcisine dönüştürebildiklerini söylüyor. Aynı zamanda İngiltere’nin İslama bakış açısının büyük bir hoşgörü içerisinde olduğunu lanse ederek, Müslümanların kendi ülkelerinden daha çok İngiltere gibi bir ülkede daha özgür, hak ve hürriyetler içerisinde yaşadığının siyasetini (Lordlar kamarasındaki 3 müslümandan birisi olan Baroness udin benim vatanım İngiltere burası, bangladeş değil diyor. Bu ülkede müslümanlar olarak her türlü düşünce özgürlüğüne sahip olduklarını kendi ülkelerinden bin kat daha rahat yaşadıklarını anlatıyor.) yapıyor. Geçmiş siyasetinde  1.Dünya Savaşında kullanmış olduğu söylemde ( “Ey bizim gazi ve sevgili Türk kardeşlerimiz! Mısır ve Hindistan’daki İslâm kardeşlerinizin sözünü ve sesini işitiniz.Mısır’da İngiltere’nin taht-ı idaresinde bulunan Müslümanlarla rahat ve saadettedirler...) buydu. Böylelikle yayılmacı politikasını Kendi Vatanları Uğruna savaşmaya gerek duymayacak nesiller ile idame edebilmek. Bunun için onların ülkelerini yerle bir edip onlar için yaşanmaz kılmak, kendilerine sığınanlara ise rahat baskısız özgür ortam aldatmacası içinde Yeni Bir İslami Yapı, Bünye, Düşünce Tarzı ortaya koymak. Hristiyanlar veya Hristiyanlık Dostlarımızdır gibi. Batı yaşam ve ahlak tarzının İslami yaşam  ve ahlak tarzı olabileceği gibi.

 

Bu düşünce Tarzının gelişmesi için, geliştirilen diğer psikolojik taktikte, bizden olanlarla veya bizden gibi görünenlerle bizleri psikolojik çerçevede etkisiz veya yönlendirilebilir kılmak. Ya varolan ile yada varolmak isteyeni kendi elleri ile oluşturarak geliştirdikleri hareketleri çıkarlarına hizmet ettirmek. Geçmişte bunu İngiltere, Thomas Edvard Lawrence ile gerçekleştirmişti (“Büyük Arabistan” hayali nasıl, Mekke şerifini büyülemişse; “Arzı Mev’ut” hayali de İsrail oğullarına diz çöktürmüştü. İşte; kadınıyla erkeğiyle, çoluğuyla, çocuğuyla muazzam bir gizli ordu. Diyordu. O, yıllarca Hind’i, Çin’i, Afgan’ı birbirlerine kattı. Afganistan kıralı Emanullah Han’ ın tahttan indirilmesiyle biten büyük isyan tamamen Thomas Edward Lawrence’in eseriydi.). Şeyh kıyafetiyle bol paralar sarf ederek, Müslüman kılığına girerek, saf Müslümanları ve Arapları Osmanlı aleyhine kışkırtmış, “ Din iman elden gidiyor, sizin en büyük düşmanınız Türklerdir ” diyerek, bir Müslüman kitleyi kullanmış kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmiştir. Yeni versiyonlar ise öteden beri içlerine yerleştirilmiş ve zamanı gelince liderlik makamında görebildiğimiz ama o an tespit edemediğimiz kendi adamlarıdır. Bunlar bizdendir fikri ile her sözünü emir telaki ettiğimiz kişilerdir ki, kim onlardandır kim değildir anlayabilmek için bunların bütününe işaret eden parçalarına bakmak yeterlidir. Çoğu İktidarlarla uyumlu hareket eder, veya kendilerinin benzeri olmayan fikirdekileri destekler. Bir çoğuda yaptırıma tabi olur. Anlıktır varlıkları (Aczmendi Tarikatı). Tarikat ve Cemaatteki yapılanmaları bu çerçeve içerisinde hapsedilmiş Müslümanlara hem kolay ulaşmak hemde empoze edilen psikoloji ile yön verebilmek adınadır. Hepsinin fikri ve mücadele şekli farklı olup birbirlerini hazmetmezler ve birbirlerini de kolaylıkla tekfir ederler. Aynı Allah’a ve Peygambere ve aynı amel şekillerine sahip oldukları halde anlaşamadıkları nedir anlaşılmamıştır. Veya varlık sebepleri neye hizmet içindir. Bunlar hala düşünülmüş ve sonuca bağlanmamış beklide ifade edilmekten çekilinen psikolojik harekatların İslam Ümmetini Kullanma yöntemleridir.

 

1895-1900) İngiltere’nin Hindistan Müstemleke Nazırı Matbuatta intişar eden bir makalesinde, müslümanların elinde Kur’an bulundukça İngiltere’nin İslâmlara tamamıyla hâkim olamayacağını tam hakimiyetin tesisi için Kur’an’ın sûkut ettirilmesi icab ettiğini yazmak suretiyle, hükümetinin İslamiyet hakkındaki gizli siyasetini açığa koymuştu. İngiltere hükümeti, İslamlar hakkında iki türlü hatt-ı hareket takip etmektedir.

Birisi:

O zamanın İslamların önderliğini yapan Türklere karşı olup, Türkiye’de gizli bir ifsad komitesi kurarak Türkleri İslamiyet’ten uzaklaştırmaya ve Kur’an-ı Türkiye’de sûkut ettirmeye çalışmakta idiler.

Diğeri de:

Türkiye’den başka memleketlerdeki müslümanlara tatbik edilen siyaset idi ki, bu siyasete göre de din hususunda müslümanlara geniş müsamaha gösteriyorlar ve onları okşuyorlardı. Türkiye’deki faaliyetlerinden, Türkleri İslamiyet’ten uzaklaştırmak ve bu gayede muvaffak oldukları takdirde Türkleri diğer müslümanların gözünden düşürerek Türklerin önderliğini bertaraf etmek amacını güdüyorlardı.

 

“Büyük Doğu'nun yirmidokuzuncu sayısında; "Lozan'ın İç yüzü" diye yazılan makaleden:

İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:

"Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz."

 

Lozan'da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye'yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:

 

"Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden (yani an'ane-i İslâmiyet'ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet'in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir."

 

Nihaî Vesika

Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası'nda "Türkler'in istiklalini ne için tanıdınız?" diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon'un verdiği cevab:

 

"İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz."

 



--
Nazlı Güral

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.