Mart 2009 yerel seçimlerinde birçok il ve ilçede AK Parti'ye karşı ittifak yapan ve birbirlerinin adaylarını destekleyen CHP ve MHP, Kocaeli'de İşçi Partisi çatısı altında ikinci kez bir araya geldi.
Geçtiğimiz yıl yapılan Mahalli İdareler Seçimleri’nde AK Parti’ye karşı ‘Ergenekon koalisyonu’ kuran muhalefet partilerinin oluşturduğu ittifaka SHP de katıldı. SHP’nin katılımıyla da ittifak cephesini genişleten muhalefet partilerinin Kocaeli il başkanları Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği’nde İşçi Partisi İl Başkanı Fahrettin Uzuner’in sekretaryasında ikinci kez bir araya geldi. İşçi Partili Uzuner’in başkanlığındaki toplantıya CHP İl Başkanı Cengiz Sarıbay, MHP İl Başkanı Ruhi Çavdar ve Başkan Yardımcısı Adnan Metin, TP İl Başkanı Hüseyin Zeytinci, DSP İl Başkanı Yakup Kalmuk, HEPAR İl Başkanı Ergin Gümüş, Yeni Parti İl Başkanı Tahir Akköse, DP İl Başkanı Ercüment Şahin de katıldı. Toplantıya Tuncay Özkan’ın Yeni Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı İrfan Pınarbaşı da iştirak ederken SHP İl Başkanı Keramettin Gençtürk de ilk defa katıldı. Gençtürk’ün katılımıyla AK Parti Karşıtı İttifak’ın sayısı 9’a yükseldi.
Aynı zamanda Kıbrıs Adalet Partisi Genel Başkanı olan Kalelioğlu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde üst düzey görevlerde bulundu. Emekli olduktan sonra eski Diyanet İşleri Genel Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın da başdanışmanlığını yapan Kalelioğlu, ART’de Saygı Öztürk’ün sunduğu ‘Manşet’ programında sıkıyönetim dönemiyle ilgili tarihi bir itirafta bulundu.
Kalelioğlu söz ihbar dilekçelerine gelince farkında olmadan sıkıyönetim dönemiyle ilgili şu itirafta bulundu:
“Ben de o bölgede bu dilekçelere bakan komisyonun başkanıydım. Eğer komutanlar ve şey olsaydı, bu operasyon timleri polis, askerden müteşekkil timler vardı. Bu dilekçe önlerine gitse anında o şahsı tutuklayacaklar. O belli kanuni süre içinde gözetim altında kalacak ve artık ve artık itibarı sıfır olacak. Hiçbir şey çıkmasa bile o şahıs zaten oradan sağ çıkmazdı.”
KURAN MUCİZELERİ Mânevi ve ilmi yorumları ile (en büyük yanlışımız olan) Kuran-ı Kerim'i mezarlık kitabı anlayışından çıkarıp, Sırrı Muhammedi cereyanından sunarak Kuran'ı seziş ufkumuzu genişleten, Yüce Aşknâmeyi gönüllerimizin hakikat mekânına sunan Onk. Dr. Haluk Nurbaki; bu sohbeti ile Yüce Kitabımızın ilmi gerçeklerini zihin idrakimize açıyor.
HAC İslam aleminin en önemli ibadetlerinden HAC'ın usülleri, hac vazifesinin sebepleri, mânevi hikmetleri hususunda Onk. Dr. Haluk Nurbaki'nin mâna sohbeti.
Kalkıp da bir insanın herhangi bir sahada, bilimde biraz sivrilmiş olması onun Mehdi olmasını gerektirmez. «Bunlara çok dikkat etmek lazım, hassas noktalar diye arz ediyorum.»... «Mesafeli çağlar gelecektir» ki bu çağlardan bir tanesi "inananların altın çağı" anlamına gelen, içinde bulunduğumuz çağdır. Aşağı yukarı 1980 de başlayıp takriben 2020 veya 2010 yılına kadar süreceği tahmin edilen, inananların bir altın çağıdır. Onun için kıyamet belirtilerini, şu dile getirdiğim bölümü içerisinde kıyameti, bunu hatırınızdan hiç çıkarmayınız ki, Sure-i Duha'nın emrettiği parlak, "leyli secâ" da, yani çok karanlık zulmet bir devrinde yeniden İslam güneşinin parlaması olayı, şu içinde yaşadığımız çağın zaman dilimine aittir. Ki, bu inşallah 2010, 2020 yılına kadar tahmin ediliyor süreceği… Bu devirde böyle bir kıyamet beklemek mümkün değildir. Çünkü kıyametin genel motifine, genel yapısına, Efendimiz'in temel tanımlarına ters düşer.
Cennetin ve Cehenemin yapısını, bu mekânların varlığına iman konusunda Sayın Onk. Dr. Haluk Nurbaki'nin ilmi, hadisler ve Kur'an yorumları ile özel olarak yaptığı gönülleri aydınlatan mânâ sohbeti. * Cennet nasıl bir yerdir? * Cehennem neden yaratılacaktır? * Cennet ve Cehanneme iman nedir? * /
Prof.Dr.Ahmet.Maranki'den bu günlerde adını çok duyduğumuz kapari halk arasında gebere otu olarak bilinmektedir ;özellikle kanser hastalarıın tronbosit oluşumunda çok etkilidir.
Prof.Dr Ahmet Maranki’nin yaptığı bilimsel çalışmalar sonucunda Kapari bitkisinin faydaları şöyle sıralanabilir;
Kaparinin Faydaları;
-Ağrı kesici özelliği vardır. -Sindirim sistemini düzenler -Kabızlık gidericidir. -İdrar söktürücüdür. -Balgam söktürücüdür. -Adet düzenleyicidir. -Solucan ve parazit düşürücüdür. -Romatizma rahatsızlıklarına iyi gelir. -Felçten korur. -İskorbit hastalığında kullanılır -Kan bozukluklarına faydalıdır -Gut hastalığına iyi gelir. -Antitümör etkilidir. -Mide rahatsızlıkları, ülsere iyi gelir -Hemoroid hastalarına fayda sağlar. -Dalak büyümesinde faydalıdır. -Kalça rahatsızlıklarında kullanılır. -Özellikle kanser hastalarında trombosit sayısını yükselttiğinden faydalıdır. -Karaciğer fonksiyonlarını düzenleyicidir. -Multipl Skleroz (MS) hastalığında faydalıdır. -Cinsel gücü arttırıcıdır.
Kapari bitkisi oldukça faydalıdır. İşlenmiş olanını, ya da tablet halinde satılanları almak gerekir. Mufi markası ile hazırlanan Kapari salamurası da Aynı özellikler sahip doğadan toplanmış steril ve haccp belgeli üretim tesislerinde işlenmiş bir bitki salamurasıdır. Özellikle hazırladığınız salatalara karıştırılması durumunda eşsiz bir lezzet kaynağıdır.
www.zilepekmezi.com Web sitemizden satışını yaptığımız %100 doğal ve katkısız ürünleri tüketmenizi önerirken sağlıklık bir hayat geçirmenizi temenni ederiz.
Yaşanan siyasi gelişmeler, olağan olmaktan oldukça uzakta kaldı... Demirel, - Bu işin arkasında bir organizasyon var, diyor... Baykal; - Ortada darbeci bir muhalefet yok... Komplocu bir Hükümet var, diyor... Eskinin ünlü İçişleri Bakanı Tantan; - Süleymaniye'de Türk askerinin başına geçirilen çuval ile... Ankara'da bileklerine kelepçe geçirilen subaylar arasında büyük bir fark yoktur. TSK savunma halindedir. Türk milletine karşı bir program uygulanmaktadır, diyor... Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın baş raportörü olan zatı muhterem [açık açık]; - AKP kendi yargısını yaratmalıdır, diyebiliyor... Sincan Ağır Ceza Mahkemesi başkanı; - Hukuk dışı dinlemelerin ortaya çıkmasını sağlayabilmek amacı ile Telekomünikasyon merkezi için inceleme kararı veriyoruz; Adalet Bakanlığı bizim için müfettişler gönderiyor... Ama, Devlet'in en gizli odaları aranıyor... Kimsede "tık" yok, diyor... Ve sonra da ilave ediyor: - Bir çok hakim ve savcı hakkında yüzlerce şikayet var... Ancak, ivedilikle ve sadece bizim üzerimize geliniyor, diye isyan ediyor... Evet... Bu gelişmeler olağan değildir... Bu sözler boşuna edilmemektedir. Ayrıca bu sözleri sokaktaki adam da etmemektedir. Bir yanda ömrünü politikaya vermiş, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış, darbeler görmüş, Zincirbozanlardan geçmiş siyaset ustaları var... Öte yanda, yine yıllarını siyaset içinde harmanlamış ana muhalefet partisinin lideri, bir diğer yanda polis şefi olarak ün yapmış, ömrü istihbarat iş ve işlemleri içinde geçmiş, içişleri bakanlığı yapmış ünlü bir Tantan... Sonra "yandaş" yargının, yandaş yargı kurulmalıdır fetvası ve namuslu bir Cumhuriyet yargıcının hukuksuzluğa olan isyanı... Öte yanda ise, basit bir kroki mesnet yapılarak günlerdir Devlet'in en gizli sırlarının hallaç pamuğu gibi atılması "vakıa"sı... Evet... Bu bir "vakıa"dır! Evet... Bu bir hukuk faciasıdır! Evet... Bu Türkiye'de Anayasal düzenin, hukuka olan güvenin, yargı bağımsızlığının, özüne dokunulamaması gereken özgürlüklerin iğdiş edilmesi... Ve neredeyse kerpeten kullanılarak, çivisinin çıkartılması eylemidir!.. Türkiye'de her gün olağanüstü şeyler olmaktadır. Türkiye, her gün biraz daha karanlık bir koridora doğru sürüklenmektedir. Türkiye, her vurulan darbe sonrasında biraz daha emperyalizmin pençesine düşürülmekte... Ve azıcık daha taşeronluk işlevini üstlenmektedir! Bu gidiş normal değildir... Olağan değildir! Sapılan yolun sonu bu ülke için altından kalkılamaz risklerle doludur. Türkiye Ortadoğu'nun ateş dolu karmaşası içine Batılı emperyalistlerin çıkarlarının karakolu olarak sürülmektedir. Türkiye, Amerikan emperyalizminin menfaatleri doğrultusunda İran'a doğru kışkırtılmaktadır. Türkiye, Kıbrıs politikası ve Batı hudutlarının güvenliğini zedeleyecek politikalarının içine her gün biraz da itelenmektedir. Bu sürüklenme, kışkırtılma ve itelenmelerin hiç birisinde Türkiye'nin bir çıkarı ya da savunma refleksi yer almamaktadır. Türkiye'nin dış politikası, kendi çıkarları doğrultusunda değil; yabancıların stratejileri yönünde oluşturulmaktadır. Türk dış politikasının bu yönde ve bu nitelikte oluşturulabilmesi için gerekli olan etkin güç ise, Türkiye'nin iç politikasını da dilediğini şekillendirebilmekte ve istediği ölçülere uygun olarak yapılandırabilmektedir... Türkiye haritasının [görünür] koordinatları, işte bu unsurlardan oluşmaktadır. Türkiye'nin milli çıkarlarının savunulması ise, [zorunlu olarak] işte yine bu aynı koordinatlardan hareket edilerek örgütlenecek ve zafere ulaştırılacaktır!... Çünkü, "hattı müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır!.." - Ve bu satıh da, bütün vatan toprağıdır!..
Exxon ve Petrobras şirketleri, TPAO ile Karadeniz'in derin sularında petrol ve doğalgaz aramak için anlaştı
12 Ocak 2010 Salı 15:31
Exxon Mobil Corporation ve Petrobras şirketleri, iştirakleri Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile Karadeniz açıklarındaki derin sularda petrol ve doğalgaz aramak için anlaşma imzaladıklarını açıkladı. Exxon Mobil'den yapılan açıklamada, anlaşma hükümlerine göre, ExxonMobil Exploration and Production Turkey B.V, AR/TPO/3922 numaralı arama ruhsatının Sinop, Ayancık ve Çarşamba bloklarında yüzde 25 hisse elde edecek. Petrobras, bloktaki yüzde 25 hisse payını elinde bulunduracak ve operatör olmaya devam edeceği TPAO'nun ise kalan yüzde 50 hisseye sahip olduğu belirtildi. Yaklaşık 3 milyon hektarı kapsayan anlaşmanın Türk hükümetinin onayından sonra geçerlilik kazanacağı bildirildi. TPAO Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Mehmet Uysal, konuya ilişkin değerlendirmesinde, Karadeniz'de potansiyel ticari kaynakları araştırırken 3 şirketin de teknoloji ve uzmanlıklarından yararlanmak için sabırsızlandıklarını belirtti. ExxonMobil International Limited Arama Direktörü Russ Bellis de söz konusu potansiyel sahayı küresel portföylerine eklemekten ve Karadeniz derin sularındaki mevcudiyetlerini genişletmekten memnun olduklarını ifade etti.
HaberX den Rauf Atilla Polat Türkiye deki bir çok önemli olayın arkasında Siyonist İSRAİL in parmağı olduğunu çok güzel deşifre etmiş…
İnönü İsrail ile ne görüştü?
Derin ’’HAHAMLAR’’ çok kızacak...
7 şehit olayının arkasında MOSSAD ile birlikte Rus Yahudilerinin yönettiği KGB’nin olduğunu yazdığımızda ’olmaz’ öyle şey diyenlere, zannediyorum Tayyar’ın makalesi bir şeyler anlatmıştır.
Devlet bu konunun üzerine gitmeli, muhakkak gitmelidir. Bu mesele 33 şehit olayından farklı bir boyuttadır. Konu kapatılmamalı. Bence MİT ve diğer güvenlik birimleri bu konuyu deşmeye çalışmalıdır.
Çünkü ufukta farklı bir birim vardır.
*
Asıl meselemize gelince;
28 Şubat darbesinde görünmeyen darbeci devletin İsrail olması;
7 Şehit olayının arkasında İsrail’in olması;
Güneydoğudaki olayların çıkmasında ve Kürt devleti projesinin arkasında İsrail’in olması;
ve İsrail’in Türkiye’de bu kadar rahat hareket ediyor olması...
Hayır, sizlere MOSSAD’ın Türkiye’deki yapılanmasını anlatmayacağım. Artık bu konulardan herkes sıkılmış durumda.
Anlatacağım yapının ucu çok ilginç yerlere bağlanıyor ve bu yapının Türkiye’de hala aktif olup olmadığı belli değil...
Ve hiç dile getirilmeyen bir ÜS...
Bu üsse Türkiye’de ’’İSRAİL ÜSSÜ’’ diyorlar.
Bu üssün ülkenin neresinde olduğu pek açık değil.
Üstelik bu üs uzun yıllardır kullanılıyor.
*
Malumunuz üzere İsrail’i ilk tanıyan devletlerden biri olarak İsrail’le görüşen ilk devlet büyüklerinden biriside bizim tek adam İSMET İNÖNÜ’dür.
İnönü’nün şu meşhur gizli görüşmesinin detaylarını kimse bilmemektedir.
Bu görüşmenin içeriği ne meclis kayıtlarında mevcuttur ne de İsmet İnönü’nün yanında kendisinden başka devlet yetkilisi vardır. Görüşme meçhul kalmıştır.
Bildiğiniz gibi ABD, TÜRKİYE ve İSRAİL 1958 yılında Türkiye’de bir İsrail üssü kurulmasına karar vermişti. MOSSAD elemanları CIA ile birlikte o dönemde kurulan Özel Harp elemanlarımıza eğitimi birlikte veriyordu. (Bu sürekli İsrail yandaşı basın tarafından görülmemektedir)
1958’ten sonra da ülkedeki karışıklıklar artmış ve 60 darbesi de peşi sıra gelmişti. -Detaya girmeye gerek yok-
Bilindiği kadarıyla bu MOSSAD üssü 1970 yılına kadar CIA ile birlikte Özel Harp dairesinde beraber çalışıyordu. 70’den sonra İsrail üssünün farklı bir yere taşındığı yönünde kesin bir bilgi elimizde bulunmasa da duyumlara göre o dönemde Ergenekon’da da değişen bir yapıyla birlikte üssün farklı bir yere taşındığı söyleniyor.
Öyle ki bu yapı, hem PKK’yı hem de Ergenekon’un belli bir kanadını çok rahat bir şekilde kullanabiliyordu. Şuan da içeride olan ve ismi geçen masonlar Ergenekon’da MOSSAD adına çalışan ayakları oluşturan kişilerden bazılarıdır.
İlk 8’in içinde de ciddi bir mason, yani Mossad ağırlığı göze çarpıyor. Masada oturan bir yöneticinin de ayda bir İsrail’e ve ABD’ye gittiğini ve Yahudilerle görüşmesini de işin içine katarsak zannediyorum olayın boyutu biraz daha belirginleşecektir.
80’den önce çıkan olaylarda özel harp dairesine eğitim veren CIA elemanlarında bazılarının Yahudi oluşu, Kandilin ve Barzani’nin en büyük dostu İsrail’in olması ve bu MOSSAD elemanlarının Türkiye’de rahat dolaşıyor olmaları bu üssün çok rahat hareket ettiğini gösteriyor.
Benjamin Beit-Hallahmi’nin de dediği gibi;
’’MOSSAD ile gerçekleştirilen bir gizli görüşme de Başbakan İsmet İnönü’nün 1964 yılında İsrail Başbakanı Levi Eşkol ve MOSSAD Başkanı Meir Amit ile Paris görüşmesiydi. Kıbrıs’ta katliamlar sürecinde gerçekleştirilen bu görüşmede çok önemli konuların yanı sıra MOSSAD üssü ve MOSSAD’ın faaliyet bağlantılarının görüşüldüğüne şüphe yoktur.’’
Ne yazık ki bu görüşme bugüne kadar gündeme getirilmemiştir. Gizli tutulmuştur.
İsmet bey, MOSSAD’la görüştükten sonra Türkiye’de İSRAİL ÜSSÜ kuruluyor ve bu üs hiçbir kitap ve gazeteye konu olmuyor.
Acaba niçin?...
CIA tartışılırken İSRAİL ÜSSÜ neden hiç konuşulmamıştır.
Bu üssün varlığını inkar etmek kolaydır. Ancak bazı şirketler ve Almanya’daki PKK ile Yahudi Merkel’in adamlarının bağlantıları ve PKK’nın yurt dışı sorumluları ile yapılan görüşmeler nasıl inkar edilecektir?
Başlarına çuval geçirilen askerlerden sorumlu olan Korgeneral Köksal Karabey’in, Dick Cheney’in şirketinin , Koç grubunun ve Yahudi işadamlarının desteklediği Silopi’de kurulan ’’Emekli Ajanlar Şirketi’nin’’ İsrail üssü ile bir alakasının olduğunu söylersek ve buradaki yöneticilerden bazılarının Türkiye’de uzun yıllardır bulunduğunu da eklersek hata mı etmiş oluruz?
Jitem’in aktif olduğu dönemde bölgede PKK kadrolarına hem sınır dışı hem de sınır için de rahat bir şekilde silah dağıtımı yapan, Ankara ve İstanbul’da PKK’lı bazı yöneticilerle özellikle 92-99 arası toplantılar yapan MOSSAD’ın Türkiye’de üssünün olmadığını nasıl yok sayacağız?
Kurulan bu Black Hawk şirketine birileri pasif demeye çalışsa da o bölgede yaşayanlarla konuştuğunuz zaman ve o bölgede çalışan askerleri dinlediğiniz de size çok farklı bilgiler verecektir.
Ayrıca;
’’Dışişleri Bakanıyken Hikmet Çetin İsrail’i ziyaretin de Şimon Perez’le 12 madde’lik çok gizli bir anlaşma yapmıştı.
Bu anlaşma ile İsrail; Suriye ve İran’da çok rahat operasyonlar yapabilecekti,
İsrail’in Türkiye’de organize ettiği bir ’’özel güvenlik şirketi’’ aracılığıyla ajan eğitimi verilmesine,
İsrail İstihbaratı’na Türkiye’deki MOSSAD Üssü’nü genişletme imkânı tanımasına,
Türkiye’de TEVEL ve TZOMET adlı MOSSAD şubelerinin resmen açılmasına,
İsrail savaş uçaklarına Konya’da uçuş üssü verilmesine ve savaş pilotlarının eğitimine izin verilmiştir. ’’
Dikkat ederseniz bu anlaşma 1993 yılında yapıldı. İkinci madde de özel bir şirket diyor. Silopi’deki Özel bir şirketti. Tansu Çillerin de İsrail ile olan görüşmelerini göz ardı etmemek lazım.
Veli Küçük ve Doğu Perinçek’in de alt kadrolarında şirketlerle bağlantılı isimler mevcut. Ergenekon’daki güvenlik şirketlerinde çalışanları da bir gözden geçirmekte fayda var.
Son olarak;
2001 yılında CIA ve MOSSAD tarafından 5 bin MİT mensubunun gerçek kimlikleri deşifre olduğu yönünde bir haber vardı. Bu bilgilerin deşifresin de o banka da çalışan yönetici ve güvenlik elemanlarından bazılarının MOSSAD’a çalıştığı yönünde bir de bilgi paylaşsak ve bu yöneticilerden bazılarının Ergenekon operasyonundan sonra kayıplara karıştığını açıklasak ne dersiniz?
Ya da;
Özel hap dairesine girilmesinden rahatsızlık duyan Murat Karayılan’ın 99 yılından önce MOSSAD’ın adamı olarak PKK içerisinde çalıştığını ve birçok harekatı da onlarla birlikte gerçekleştirdiğini yazsak ve yine desek ki; 7 şehit olayından birkaç gün sonra çıkıp operasyonu sahiplenmesini de başkan DAGAN istedi diye bir tez ortaya atsak ... Bize kızarlar mı?..
Evet fazla uzatmayalım;
Türkiye’deki İsrail üssünün varlığını devlet biliyor mu? Ergenekon’a 2003’te inanmayan devlet bu üssün varlığına inanıyor mu? Eğer cevap olumsuzsa son bir önerim var;
Devlet son iki MİT başkanı ve merkez medyanın eski yaşlı yazarını çekip sorgulasın. Bakarsınız duymadığınız şeyleri ilk kez duymuş olursunuz…
"Domuz gribi, ilaç firmalarının başlattığı sahte bir salgındır. Bu olay yüzyılın en büyük tıp skandallarından biridir"
Özellikle de işin içinde para isteyen ilaç firmalarının olduğu söylendi. Ancak bugüne kadar bu iddiaları dile getirenlerden hiçbiri de onun kadar güvenilir ve güçlü değildi. Avrupa Konseyi Sağlık komisyonu başkanı "Domuz gribi ilaç firmalarının başlattığı sahte bir salgındır" iddiası üzerine konuyla ilgili inceleme başlatılmasına karar verdi.
Avrupa Konseyi Aile ve Sağlık Komisyonu Başkanı Wolfgang Wodarg, "Domuz gribi, ilaç firmalarının başlattığı sahte bir salgındır. Bu olay yüzyılın en büyük tıp skandallarından biridir" dedi. İngiliz Daily Mail'e açıklama yapan Wodarg, grip ilaçlarının ve aşılarının üreticilerini Dünya Sağlık Örgütü'nün salgın ilanı yapma kararını etkilemekle suçladı. Wodarg'a göre Dünya Sağlık Örgütü'nün salgın ilanıyla ilaç firmaları 'devasa kazançlar' elde etti. Buna göre, Domuz gribi salgını 'sahte bir salgındı' ve dünya genelinde milyarlarca dolar kazanmak amacıyla ilaç şirketleri tarafından ortaya atıldı.
Wodarg şöyle konuştu: "Domuz gribi, ilaç firmalarının başlattığı sahte bir salgındır. Yüzyılın en büyük tıp skandallarından biridir. İlaç firmaları, domuz gribine karşı geliştirdikleri patentli ilaçlarını satmak için, bilim insanlarını ve halk sağlığından sorumlu resmi kurumlara telkinlerde bulunarak, dünya çapında hükümetlerin alarm durumuna geçmesini sağladılar." Aşıları üreten şirketleri Dünya Sağlık Örgütü'nün domuz gribini bir salgın olarak tanımlama kararını etkilediğini savunan Wodarg, "Tüm bu korku tohumları, 5 yıl önce kuş gribi salgınında atıldı. Kuş gribinin insana geçecek şekilde mutasyona uğraması riski pompalamasıyla panik atmosferi nedeniyle hükümetler milyonlarca dolarlık aşı kontratları imzaladı. İlaç şirketleri hiç finansal risk almadan milyonlarca dolarlık gelir elde etti."
Dr. Wodarg'ın ilaç firmalarının rolüyle ilgili bir soruşturma başlatılmasını öngören yasa tasarısı da Konsey'den geçti. Gelecek ay bu konuda Avrupa Konseyi acil olarak toplanacak.
Wodarg, geçen hafta aralarında AK Parti İstanbul Milletvekili Lokman Ayva ile Karabük Milletvekili Mustafa Ünal'ın da yer aldığı 14 Avrupa milletvekiliyle birlikte Avrupa Konseyi'ne "domuz gribi sahte bir salgın mıydı, araştırılsın" başlıklı bir araştırma önergesi vermişti. Geçen ay Uluslararası Şeffaflık Örgütü Yönetim Kurulu Üyesi Anke Martiny kuşkularını dile getirmişti.
__________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4762 (20100111) __________
Geçmiş yıllarda Bülent Ecevit MÜSİAD' DA bir konferans vermişti. Söylediklerini Müsiad Üyelerinden ileriydi. Salon her cümleden sonra alkıştan yıkılıyordu. Sıra sorulara geldiğinde ben de bir soru gönderdim: "Sayın Ecevit, Dünya değişiyor, insanlar farklılaşıyor. Bugün gördük ki, siz de değişmişsiniz. Bu sebepledir ki, 1975 de Gerede'de size taş atan ellerimiz bugün sizi alkışlamaktan kızardı. Bu değişikliği, Abdülhamit Han Hazretlerinin huzur hocası olan dediniz Şükrü Efendiye mi, yoksa zamana mı borçluyuz." mealinde sormuştum.. Verdiği cevabı http://muzafferdeligoz.blogcu.com/Bulent+Ecevit__e+sorumuzsitesinde okuyabilirsiniz.
Tayyip Erdoğan "değiştim" dediği zaman da çok kişi aynı şekilde şaşırmış, inanmamıştı.
Şimdi ben aşağıdaki maili okuyunca; devrin değiştiğine, insanların geliştiğine kesin olarak inandım.
Atatürkçü Düşünce Derneği Münih sekreteri Murat Taşdanoğlu'nun mailine Selamunaleykum diye başlaması bunu göstermiyor mu ? Ülkemiz için ümitvar olabiliriz. Sivrilikler aşınıyor, normal hale geliyor. Ne kadar sevinsek yeridir diye düşünüyorum.
T24 - Ahmet Kekeç, Star gazetesindeki köşesinde, 17 yıl önce öldürülen Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu'nun oğlu Özgür Mumcu'nun açıklamalarını değerlendirdi.
Kekeç, www.t24.com.tr için Selin Ongun'un sorularını yanıtlayan Özgür Mumcu'nun sözlerinden yola çıkarak Türkiye'deki “liberalizm” algısını da eleştirdi.
Ahmet Kekeç, Uğur Mumcu cinayeti için “Siyasal İslamcıların bir operasyonu olduğuna inanmıyorum” diyen Özgür Mumcu için şu ifadeleri kullandı:
“Birincisi, Özgür Mumcu, 'Uğur Mumcu’nun oğlu' tanımlamasının çağrıştırdıklarıyla alakalı bir yerde durmuyor.
İkincisi, hazır kalıp yargıların ve ezber bilgilerin adamı değil.
Üçüncüsü, hakkaniyet sahibi...
Dördüncüsü de şu olsun:
Evet, Uğur Mumcu’nun oğlu... Bunun gururu her evlada nasip olmaz...”
Ahmet Kekeç'in Star'da yayımlanan (12 Ocak 2009) yazısı şöyle:
Uğur Mumcu’nun oğlu liboş olmuş!
Bir “istihfaf” çabası içinde değilim. “Uğur Mumcu’nun oğlu” ifadesini de, “liboş” yakıştırmasını da küçültücü bulurum.
Fakat düzey bu...
Bizde liberalizmle ilgili tartışmalar “liboş” seviyesini aşamıyor. Murat Belge bir toplantı vesilesiyle bizzat gitmiş, Avrupa’da liberaller arasında bulunmuş, liberalizm tartışmalarına ve bu konudaki geniş müktesebata şahit olmuş da, şaşkınlıkla anlatıyordu: AB’ye aday koskoca Türkiye’nin liberalizm konusundaki birikimi maalesef “liboş aşağılaması” düzeyinde...
Böyledir.
Liberalizm bahsi, gazetelerde köşe tutmuş aklı ve zekâsı kıt ulusalcı takımının küfür jargonunda “liboş”u dönüştüğü için, bir süre daha “böyle olmaya” devam edecek.
Dün, “t24” adlı sitede bir röportaj okudum.
Evet, yine o site.
Röportajı yapan kişi, Selin Ongun...
Evet, yine o gazeteci.
Selin Ongun, çok iyi bir iş yapmış, Birgün gazetesi yazarı Özgür Mumcu’yu konuşturmuş.
Röportajı okuyunca, bir kez daha Murat Belge’ye hak verdim. Çünkü, ilerlemeci entelijansiyamız, Özgür Mumcu’nun ne anlattığına, kendisini nasıl konumlandırdığına, İlhan Selçuk ve Cumhuriyet gazetesi konusunda ne söylediğine değil, nerede durması yahut durmaması gerektiğine bakacak (İlhan abi’nin yanında durması tercih edilir) ve kafadan yargıyı yapıştıracak: “Uğur Mumcu’nun oğlu liboş olmuş.”
Evet, fazla değilse de, birazcık öyle olmuş.
Fena da olmamış hani... Yakışmış.
Daha önce yazılarına bakmazdım. Kendisiyle yapılan röportajı okuyunca neler kaçırdığımı fark ettim.
Birincisi, Özgür Mumcu, “Uğur Mumcu’nun oğlu” tanımlamasının çağrıştırdıklarıyla alakalı bir yerde durmuyor.
İkincisi, hazır kalıp yargıların ve ezber bilgilerin adamı değil.
Üçüncüsü, hakkaniyet sahibi...
Dördüncüsü de şu olsun:
Evet, Uğur Mumcu’nun oğlu... Bunun gururu her evlada nasip olmaz. Ama bunun da ötesinde düşünen, araştıran, bilgi ve muhakemeyle hareket eden, ismi de “Özgür Mumcu” olan bir entelektüel... Bunun güveniyle konuşuyor ve doğru şeyler söylüyor.
Röportajdan “tadımlık” kabilinden pasajlar aktarmak istiyorum; meramımı daha iyi anlatacaktır:
BİR- Uğur Mumcu cinayetini kontrgerillanın işlediğini duysam şaşırmam. Ben bu cinayetin bir İslamcı operasyonu olduğuna inanmıyorum.
İKİ- Başörtüsü yasağına karşıyım. (….) Babam da TCK’nın 141-142. maddeleriyle birlikte 163’ün kaldırılmasını savunurdu. “Tarikat, siyaset, ticaret” üçgenine eleştirileri vardı, ama ifade özgürlüğü açısından siyasal İslam’la ilgili problemi yoktu.
ÜÇ - Siyaseti tepkiyle kurmak ve ’nin yanlışlarına alternatif çözümler sunarak muhalefet yapmak yerine Atatürk'ün’ün sözlerini sloganlaştırıp, üstelik o sözlerin içeriğini algılamadan politika yapmak düzgün bir siyaset yöntemi değildir. Bu yöntemle ’nin hiçbir yere varmayacağı ortada. (….) Ben bırakın CHP'yi Fransız Sosyalist Partisi'ni dahi kendimi konumlandırdığım yerin sağında buluyorum.
DÖRT- İlhan Selçuk’un “İşkencecilerimi affettim”, “Trabzon’daki bayrak hadisesi haklı bir tepkiydi” yazıları ve Mustafa Özbek’in siyasi çizgisinin Cumhuriyet gazetesiyle ilişkilendirilmesi çok rahatsız edici... MHP’yi destekleyen, ona sıcak bakan bir Cumhuriyet, benim kafamdaki Cumhuriyet değil.
Röportajın tamamını “t24”ten okuyabilirsiniz...
Hem Murat Belge’ye, hem bu satırların yazarına hak vereceksiniz...
T24-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı ile yaptıkları görüşmeleri eleştiren muhalefete sert çıktı ve "Onlar çeteyle, mafyayla avukatları vasıtasıyla görüşüyor, biz Genelkurmayımızla. Farkımız bu" dedi. Erdoğan, "Niye rahatsız oluyorsun? 3, 5, 10 kez görüşürüm. Sana ne" diye konuştu
Partisinin grup toplantısında CHP'yi sert bir dille eleştiren Başbakan Erdoğan, muhalefetin yapay gündemler yaratarak kurumları yıprattığını belirterek, şöyle konuştu: "Genelkurmay Başkanı ile 10 gün içinde 2 kez görüşmemiz ana muhalefeti rahatsız ediyor. Niye rahatsız oluyorsun? 3, 5, 10 kez görüşürüm. Sana ne. Böyle saçmalık olur mu? Bunlar demokrasilerde olur mu diyor? Sen demokrasiyi tanımıyorsun ki. Asıl demokrasilerde olur. Onlar çeteyle, mafyayla avukatları vasıtasıyla görüşüyor, biz de Genelkurmayımızla. Bizim farkımız bu"
T24- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç TBMM’de CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun düello teklifine yanıt verdi: Kılıçdaroğlu dengim değil. Onunla düelloya girmem....
Parlamento Muhabirleri Derneği'nde basın toplantısı düzenleyen Arınç şunları söyledi:
Bir hakime kargoyla 8 mermi gönderildiği gazetelerde yer aldı. Gazeteci arkadaşlarım ne düşündüğümü sordular. Ben de bunun vahim bir olay olduğunu, savcılığın olayı soruşturacağını söyledim ama bir şey daha ekledim: Biz yargı sürecinde bu konulara fazla girmemiştik. Ama bazı siyasiler işi sulandırmak için çok garip cümleler kullandılar.
Ben kendi düşüncemi fade ettikten soran ''Sayın Baykal ve Kılıçdaroğlu’na da filan kişiye sorun ne diyecekler'' dedim.
Sayın Baykal, kozmik odadaki aramayla ilgili olarak bakın 'kozmik patates çıktı' demişti. Ben de ona nazire olarak 'bu mermiler de çikolata' demiştim.
Gazeteci arkadaşlar Sayın Baykal’a sordular. Kendisinden beklenmedik bir şey söyledi ve ''Bu çop ciddi bir konudur. Üzerine gidilmelidir'' dedi.
Sayın Kılıçdaroğlu’na mermileri sormuştum o ise beni komik bulduğunu söylemişti.
Ben ona mizah olarak gördüğü bu konuyu sormuştum ona cevap vermemişti.
DÜELLO YAPMAM
Kılıçdaroğlu düello sorusuna 'yaparım' demiş siz de 1 haftadır cevap bekliyorsunuz.
Bir defa düello kelimesi kendisinin bana teklif ettiği bir şey değil bizim geleneğimizde düello diye bir şey yok.
Biz tartışabiliriz. Düello karşısındakini yok etmektir. Biz kimseyi yok etmek için dünyaya gelemdik.
Ben Sayın Kılıçdaroğlu ile bu konu hakkında tartışmak istemem. Bir defa Kılıçdaroğlu benim dengim değil.
BENİMLE TARTIŞACAK OLAN BAYKAL'DIR
Ak Parti içinde 5 tane Grup Başkanvekili var onlarla dilediği gibi tartışabilir.
Benimle tartışacak olan öncelikle Sayın Baykal’dır.
Düello diyerek olayı magazineştirmeye çalışmak bir siyasetçi için doğru değil.
T24- İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı’nın Türk Büyükelçi’yle tokalaşmayarak alçak koltuğa oturtması skandalının ardından İsrail Büyükelçisi Gabi Levy Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Dışişleri Bakanlığı ayrıca İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın "Türkiye ahlak dersi verecek son ülkedir" açıklamasını kınadı ve "Bu tarihe saygısızlıktır" dedi. Açıklamada Türkiye'de Yahudi karşıtlığı olduğu yönündeki iddianında tamamen temelsiz olduğunu vurgulandı.
İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı’nın Türk Büyükelçi’yle tokalaşmayarak alçak koltuğa oturtmasının ardından İsrail Büyükelçisi Gabi Levy Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Türkiye'nin koltuk skandalına cevabı sert oldu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Lübnan Başbakanı Said Hariri’yle dün yaptığı görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında, Davos’a gitmeme kararının arkasında olduğunu söylemişti.
Konuşmasında İsrail’in Gazze’yi önceki gün yeniden bombaladığını söyleyen Başbakan Erdoğan, “Niye bombaladınız, yine füze mi attılar? BM’nin kararlarına uymuyor, ‘Ben istediğimi yaparım’ diyor. İsrail'in tavrına sessiz kalmamız söz konusu değil” demişti.
Erdoğan'ın bu sözlerinin ardından İsrail Dışişleri Bakanlığı'ndan "Bize ahlak dersi verecek en son ülke Türkiye'dir" açıklaması geldi.
Ardından da İsrail Dışişileri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, "Kurtlar Vadisi Pusu" dizisiyle ilgili rahatsızlığını iletmek üzere çağırdığı Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol'la tokalaşmadı ve kendinden daha alçak koltuğa oturttu.
DIŞİŞLERİ: HADDİNİZİ BİLİN!
İki ülke arasındaki iplerin gerilmesine neden olan bu gerilimin ardından İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabi Levy, bu sabah Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun yurtdışına bulunması nedeniyle Büyükelçi Levy'le Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu görüştü.
Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre; görüşme sırasında Levy'ye "Herkes haddini bilmeli" mesajı verildi.
İsrail Büyükelçisi Levy’den konuyla ilgili açıklama istendi. Levy'nin yaptığı açıklamaya gerekli cevaplar verildi.
Türk Büyükelçisi'ne yapılan tavır "diplomatik terbiyesizlik" olarak nitelendirilerek, bunun "kabul edilemez" olduğu da vurgulandı.
BARAK GELECEK Mİ?
Bu hafta içinde İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'ın 17-18 Ocak'ta Ankara'ya gelmesi bekleniyor.
Tüm bu gelişmelerin ardından Barack'ın gelip gelmeyeceği merak ediliyor.
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un, Türkiye’nin Ankara Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a tokalaşmayıp, alçak koltuğa oturmasına tepki gösterildi.
Sanayi Bakanı Nihat Ergün, “İsrail hükümetinin kendi uygulamalarını gözden geçirmesinde fayda var” dedi.
Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan da “kem sözün sahibine ait olduğunu" söyleyerek, “Türkiye, Muz Cumhuriyeti değildir” diye konuştu.
ÖYMEN: SKANDAL HAFİF KAÇAR
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, şöyle konuştu: “Başbakan'ın yanlış tavrı, İsrail'e hiçbir zaman oradaki devletimizin temsilcisine saygıyla bağdaşmayan bir tavır sergileme hakkını vermez. Bunu son derece üzüntü verici bir tavır olarak görüyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir temsilcisi, dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir devletin yetkilisinin karşısında, ikinci sınıf bir insan muamelesine tabi tutulamaz, daha aşağıda bir muameleye tabi tutulamaz.Mutlaka gerekli cevap verilmelidir. Bu konu için skandal hafif bir kelimedir.”
VURAL: HESABI DİPLOMASİYLE SORULMALI
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural ''Herkes haddini bilmeli. İsrail'in tavrı, kabul edilebilir bir tavır değil. O tavır için nereden cesaret aldılar. Derhal özür dilemelidirler. Hükümet, bu kasıtlı davranışın hesabını, diplomatik yollardan sormalıdır'' dedi.
İsrail'in Türkiye'de yayımlanan Kurtlar Vadisi adlı dizide, İsrail karşıtı mesajlar verildiği gerekçesiyle, Türkiye Büyükelçisine rahatsızlığını iletme tarzı, İsrail'de büyük gürültü kopardı.
İsrail basını, diplomatik kuralları hiçe sayan Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon'a yüklenirken, bu davranışın amacının, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'ın Türkiye ziyaretini engellemek olduğu öne sürüldü.
Haaretz gazetesi, Ayalon ve iki yardımcısının oturduğu koltuğun Büyükelçininkine göre daha yüksekçe seçilmesinin, Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın talimatı ile yapıldığını belirtti.
Haaretz, İbranice nüshasında Lieberman'ın aslında Türkiye'deki İsrail büyükelçisini ülkeye çağırarak konuyla ilgili bilgi almak istediğini, ancak Başbakan Binyamin Netanyahu'nun buna karşı çıktığını da belirtti.
Gazete, Lieberman'ın Türkiye'ye karşı katı diplomatik adımlar atmak istediğini ifade ederken, Netanyahu'nun Türk büyükelçisine sözlü bir kınama ile yetinilmesini istediğini de yazdı. Bunun üzerine Lieberman ve Ayalon'un bu sözlü kınamayı sonuna kadar götürmeye karar verdikleri ve büyükelçiyi Knesset'teki odasına çağırdıkları da ifade edildi.
NETABYAHU İŞİN BURAYA VARACAĞINI DÜŞÜNMEDİ
Gazeteye göre, Netanyahu da İsrail karşıtı unsurlar içerdiği gerekçesiyle, dizi dolayısıyla Lieberman gibi, İsrail'in Türkiye'ye karşı tepki göstermesi gerektiğine inanıyor. Ancak, haberde "Başbakan Netanyahu, işin böyle bir küçük düşürmeye vardırılacağını düşünmüyordu" denildi.
LİEBERMAN ORTALIĞI KARIŞTIRMAK İSTİYOR
Gazete ayrıca, Dışişleri Bakanlığı kaynaklarının, Lieberman'ın Savunma Bakanı Ehud Barak'ın yaklaşan Türkiye ziyareti öncesinde, ilişkilerin onarılması çabalarını baltalamak için tansiyonu germe arayışında olduğunu söylediklerini de yazdı. Aynı kaynaklar, Barak ziyareti öncesinde Lieberman'ın ortalığı kızıştırmak istediğini söyleyip, "Geçtiğimiz dönemdeki tüm bu faaliyetler, Lieberman'ın siyasi gündeminin bir parçasıydı" diye konuştular.
Barak'ın, Dışişleri Bakanlığı'nın tüm karşı çıkışlarına rağmen, 17-18 Ocak tarihlerinde Türkiye'ye gitmesi bekleniyor. Geçen Ekim ayında da yine İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanı Binyamin Ben-Eliezer, iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmaması gerektiğini söyleyerek Türkiye'ye ziyarette bulunmuş, Lieberman bu ziyarete de karşı çıkmış ve bakanlığının bilgisi dahilinde olmadığını söylemişti.
LİEBERMAN, YENİ DİPLOMATİK YOLLAR İCAT EDİYOR
İsrailli eski diplomatlardan, eski Türkiye Büyükelçisi Alon Liel ise İsrail ordu radyosuna yaptığı açıklamada, Dışişleri Bakan Yardımcısı ve diğer diplomatların tavrını "çok gülünç" bulduğunu dile getirdi.
Liel, diplomasinin bilinen yolları varken, Lieberman'ın yeni yollar "icat ettiğini" söylerken, bundan sonra ne yapacakları sorusunu da yöneltti.
Liel, Türkiye ile ilişkilerin bozulmasını istemeyen, bunun Mısır ve Ürdün ile ilişkileri de olumsuz etkileyeceğini düşünen İsrailli yetkililerin, ne düşündüklerini söylemek yerine tavırlarıyla bunu gösterme yoluna gittiklerini de anlattı. Liel, "Reaksiyonlarınız genellikle diplomatik kodlar ve düşüncelerinizle gösterilir; burada öyle bir şey yapılmadı, alçaltma yoluna gidildi...
Büyükelçinin kanapesini alçak tuttular, bir defakine daha alçak bir yere oturtup, sonrasında dövecekler mi yani" dedi. Liel, "Türkiye ile ilişkilerde ciddi bir problem yaşanıyor. Türkiye'nin talepleri net ve açık. Filistinliler'le barış sürecinde bir yol katetilmediği sürece, bu hep böyle olacak. Eğer buna cevap veremiyorsanız, tavrınızı diplomatik yollarla gösterirsiniz. Bu şekilde değil" dedi.
DAHA ÖNCE DE 'HAMAS'LA GÖRÜŞENİ ASALIM' DEMİŞTİ
Avigdor Lieberman, İsrail siyasetinde en sağda yer alan isimlerden biri. Liderliğini yaptığı Evimiz İsrail partisi geçen yılki seçimde oy patlaması yapmış ve ona dışişleri bakanlığının yolunu açmıştı.
Lieberman'ın her zaman Türkiye'ye karşı mesafeli olduğu biliniyordu, ama son yaşananlar bizzat Türkiye ile ilişkileri koparmak için uğraştığı yorumlarına da yol açtı. Lieberman daha önce de "Ben Dışişleri Bakanı olarak kaldığım ve Evimiz İsrail partisi de hükümette olduğu sürece, Türkiye, İsrail-Suriye arasında arabulucu olmayacaktır" demişti.
İsrail'in sağcı Dışişleri Bakanı, bakanlık koltuğuna oturmadan önce de Arapları ülkenin geleceği için büyük tehdit olarak gördüğünü söylemişti. Hatta Arapların yaşadığı İsrail kasabalarını, Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim birimleriyle takas etmeyi önermişti. Siyonizme bağlılık yemini etmeyen İsrailli Arapları vatandaşlıktan atmayı da vaat etmişti seçim öncesinde.
Hamas'la görüşen İsrailli Arap milletvekillerinin Nazi işbirlikçileri gibi asılması gerektiği de Lieberman'ın fikirleri arasında.
Lieberman'ın bakan olması sonrasında birçok ülke, onunla görüşmek yerine ilişkilerini Başbakan Netanyahu üzerinden yürütmeye gayret ediyor.
Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki; "Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri; "Uzaktaki sürüye bakarım," demiş, "koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş, "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."
Bilge kişi, uzun süre susmuş. Ögrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.
Bilge kişi şöyle demiş; "Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona "bacım" diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, kardeşim sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır..."
--
Çalışanlar Gelirlerini Katlayabilir (...) Çalışmayanlar İse Geçimini Sağlayabilir (!)
Havalar kötü... Ortam bulanık! Bir sıcak, bir soğuk... Tam grip havası, kimilerinin ateşi 39, 40'ı geçmiş, gribin domuzuna teğet yaşayıp gidiyor/ öksürüp geliyor... Durum ve vaziyetleri ciddi!.. Halleri perişan. Sallanıyorlar!.. Bir o yana / bir bu yana: "salınıyorlar!.." Bir o taraf / bir bu tarafa yalpalıyorlar... Bir soğuyup, bir ısınan bu kalleş Ege havanın karmaşasında hastalanıyorlar... Kişiliklerini oradan buraya savuran politik çıkarların oynak zemininde debeleniyorlar... Midemde ince bir sızı misali, yoğun bir bulantı... Derinden mi, derinden... Yoksa biz de mi kapıyoruz şifayı?.. Yoksa, üstü kabuk bağlayan ülserim yeniden mi cesaretleniyor?.. Hayır kardeşlerim, hayır!.. Siyaset bu değil. Siyaset bir geçim meşgalesi değil... Siyaset, Mustafa Kemal Atatürk'ün 6 OK'undan kalkarak, Fettullah Hoca Efendi'nin dizinin dibine kadar uzanan bir ilkesizliğin adı değil... Siyaset, bu ülkenin sorunlarının çözümü için var. Tartışmalar, ortaya çıkacak farklı çözümlerin birbirleri ile yarışarak, ülke yararına seyreltilebilmesi için var... Ama gelip görüyorum ki, siyaset, insanların gerçek niyetlerinin ve kimliklerinin ortalığa saçıldığı, katı atık kıvamda bir arenadan ibaret... Hayır, yurttaşlarım, hayır... Bu dalaşın içine dalmayacağız. Bu oynak Ege havasında grip olmayacağız!.. Siyaseti, gerçek bir öz/veri içinde kavrayacağız... O'nu ülkenin, adaletin, özgürlüklerin ve insanlığın savunulması yönündeki bir mücadele olarak ele alacağız... Siyasetin başına geçirilen çuvalı yırtıp atacak, onu kirli ilişkiler zinciri haline getirenlerden temizleyeceğiz; arıtacağız; arındıracağız... Bütün kirli ilişkileri ve çıkar hesaplı politika stratejilerini bir torbaya doldurup, torbanın ağzını sıkı sıkı bağlayacağız. Ve sonra o torbayı özenle, dipsiz bir kuyuya sallandıracağız.
Evet, biliyoruz... Karaladığımız bu satırları, bir bölüm okur, romantik bir heyecan dalgası olarak yorumlayacaktır... İdealizmin coşkusu içinde dile getirilmiş, ayağı yere basmayan hezeyanlar olarak değerlendirecektir... Ama hayır!.. Tam aksine, idealler önemlidir. İdeallerini kaybetmiş olan insan, insanlığını tümüyle yitirmiş bir insandır. İdealleri yaşama geçiren eylemdir önemli olan. İşte bu yöndeki pratiğin akıllıca olması gerekir. Hayallerden arınmış olması, ayaklarının yere basması, düşünülmüş/ taşınılmış bir stratejinin eseri olması lazımdır. İdealin kendisi ile [o ideali oluşturan özün mayası ve niteliği ile...] O'nu hayatın pratiğine aktaran; [yani gerçekleştiren] "akıl, bilgi, muhakeme ve tecrübe birikimi"ni birbirinden ayırt etmek gerekir. Birincisine egemen olan temel faktör, içinde yaşanılan toplumun "iyi, güzel ve yüksek şeyler" olarak ifade edilen en üst değerlerini sindirmek ve hayatın her kademesinde bu değerlerin savaşçısı olmak gibi bir "ide" yer almaktadır. ... Diğerinde ise, belirli bir hedefe doğru akıllıca yürüyen sağduyulu bir insanın ehliyeti mevcuttur... İşte gerçek insan, idealleri olan ve bu idealleri yaşamının pusulası olarak benimseyen... Ancak, sözünü ettiğimiz bu pusulanın gösterdiği yöne doğru ilerlerken sağlam, sağduyulu ve istikrarlı adımlar atabilen bir kişidir. Toplumumuzun özlediği kişi, işte bu bireydir. Toplumsal sorumluluklarını üstlenmiş, bireyliğinin çıtasını yükseklerde tutan, kültürlü, erdemli, aklı başında ve duyarlı bir birey ve böyle bir insan!..
Kürdistan Bölge Yönetimi, tank ve helikopter alıyor
YDH- Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin çok yakında tank ve helikopter satın alacağı bildirildi.
YDH- Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin çok yakında tank ve helikopter satın alacağı bildirildi.
İran radyo televizyon kurumuna bağlı Merkezi Haber Ajansı'nın Kürdistan Yurtseverler Birliği kaynaklarına dayandırdığı haberine göre Kürdistan Peşmerge Güçleri Sözcüsü Cebbar Yaver, bölgesel yönetimin yakında tank ve helikopter alacağını açıkladı.
Habere göre Kürdistan Peşmerge Güçleri Sözcüsü Cebbar Yaver, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Irak Savunma bakanlığı arasında bölgesel yönetimin her iki ayda bir bağımsız olarak silah satın alabilmesi konusunda anlaşma yapıldığını açıkladı.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin silah satın alabilmesi için bütçeye ihtiyaç duyduğunu belirten Yaver, "Kürtler, silah satın alabilmek için Irak Savunma Bakanlığının bütçe temin tmesini beklemektedir" dedi.
Cebar Yaver ayrıca Bölgesel Kürt Yönetiminin Amerikan ordusunun 2011 yılında Irak'tan çekilmesinden sonra silah ve teçhizat bakımından içerinin ve sınır bölgelerinin korunması için kendi kendine yeter hale gelmeyi planladığını söyledi.
Kan, içerdiği hücreler ve maddelerle kalpten tüm organlara pompalanan ve organların oksijen ve besin maddesi ihtiyaçlarını karşılayan bir sıvıdır. Düzenli olarak aldığımız sıvı ve besin maddeleri kana geçerek organlara dağıtılır. Soluduğumuz havada bulunan oksijen akciğerlerden kana geçerek kalbe buradan da organlara ulaştırılır.Kanda oksijen taşıyan hücrelere alyuvarlar adı verilir ve bu hücreler en iyi şekilde işleyebilmeleri için düzenli olarak üretilmelidirler. Yaşlanan hücreler dalak tarafından devre dışı bırakılır ve kemik iliğinde yeni hücreler üretilerek kana verilir.
Alyuvarların oksijen taşıyabilmeleri için hücrelerin içinde hemoglobin adı verilen proteine bağlı demir adı verilen bir madde bulunur. Esasen doğada bir metal olarak bulunan bu madde vücutta üretilemediğinden besinlerle alınması zorunlu bir maddedir.
Besinlerle alınan demir sindirim sisteminden kana geçtiğinde bazı taşıyıcılar tarafından alınır ve alyuvarların yapım yeri olan kemik iliğine götürülür. İhtiyaç fazlası ise çeşitli organlarda depolanır. Günlük ihtiyaç besinlerle karşılanamadığında bu depolardan faydalanılır. Demir depoları sonsuz bir kaynak değildir. Günlük alım yetersiz olduğunda veya ihtiyaç fazla olduğunda depolar tükenir ve alyuvarların üretimi aksamaya başlar.
Üretim aksaması ilk başlarda vücudun alığı çeşitli önlemlerle giderilmeye çalışılır. Önlemler yetersiz kaldığında "kansızlık" yani demir eksikliğine bağlı olarak alyuvarların yetersiz üretilmesinden kaynaklanan durum vücutta çeşitli belirtiler vermeye başlar.
Cildin sağlıklı rengini veren cilt altında bulunan kılcal damarlardır. Kansızlık durumunda cilt rengi kansızlığın şiddetiyle orantılı olarak soluklaşır.
Kan hacmi azaldığında kalp organlara yeterli kanı ulaştırabilmek için daha fazla devir yapmak zorundadır. Bu nedenle kansızlık durumunda nabız daha hızlı atar, kalbin bu aşırı çalışması arada sırada düzensiz atmasına yani çarpıntıların ortaya çıkmasına neden olabilir. Kalp bu aşırı aktivite esnasında "yorulmaktadır". Bu aşırı aktivite ileri durumlarda kalbin büyümesine ve çok ileri durumlarda yetersiz kalmasına neden olabilir.Kansızlığın tedavisinde Doktorlar tarafından Harnup (Keçi Boynuzu) pekmezi tüketilmesi önerilir
Özkaleli harnup pekmezi Antalya ve civarından getirip Tokat Zile'deki fabrikamızda işlediğimiz; Keçi boynuzu adı verilen bitkiden elde edilen %100 doğal katkısız pekmezdir. Tadı çok güzel ve hoştur. 450 gram, 800 gram şişe ve 25 Kğlık Teneke Ambalaj olmak üzere paketlenip satışa sunulmaktadır. Harnup pekmezi bir kalsiyum ve enerji deposudur. Bu özelliğinden dolayı gelişme çağındaki çoçuklarda , kansızlığın giderilmesinde, öksürük gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarının tedavisinde önemli bir besin kaynağıdır.%100 doğal Harnup (Keçiboynuzu) pekmezimizi Satış mağazamızdaki fiyatına satınalabileceğiniz tek adres www.zilepekmezi.com web sitemizdir. Herkese sağlıklı bir hayat temenni ederken,bir ömür boyu mutluluk ve esenlikler dileriz.
ÇARESİZ, KİMSESİZ, BEKLENTİ İÇERİSİNDE OLAN İNSANLARIN RUHLARI VE ONLAR yazan: MERSİNDEN BURAK CANLI
Koca bir dünya. Ah bu koca dünya. Koca ama bir o kadar da küçük dünya. Bu yazının sonunda çaresizlere çare olmayı o kadar çok isterdim ki. Kimsesizlerin kimsesi olmayı o kadar çok dilerdim ki. Beklenti içerisinde olanların beklentilerini karşılayabilmek tek dileğim olurdu.
Bu işleri ben başarmışım veya bir başkası başarmış. Önemli olan bu işlerin başarılabilmesi değilmidir? İnsanlar, ah! Şu kendisini dev aynasında gören kardeşlerimiz. Zamanımız çok kısa. Dünya üzerinde kalış süremiz kum saatinden dökülen taneciklerin ilk dökülmeye başlamasının üzerinden çok geçmeden bitmektedir. Oysa Kum tanecikleri biz yokken de dökülmeye devam etmektedir. Bir değil iki değil dökül babam dökül. Dökülebildiğin yere kadar dökül. He babam de babam dökül. Ne döküldüğün yerin ne de dökülme sebebinin önemi olmadan dökül. Saç taneciklerini. Hoyratça meydan oku insanoğluna. Düşünme. Hiç aklına bile getirme. Hırpala ruhlarımızı. Yok, say bizleri. Bizler de değerli olan ne varsa, al götür onu.
İşte yukarda izah edildiği gibi bir durumla karşılaşırız. İnsanoğlu bundan binlercesi yıl önce de varlığını yeryüzünde devam ettirmekteydi. O varlık ki teknolojisiz bir varlık. O varlık ki belki de kimliksiz bir varlık. Ellerimize medeniyet kimlikleri verildi. Bizleri damgaladılar. Önümüze yepyeni daha öncesi eşi benzeri görülmemiş oyuncaklar verdiler. Eskileri eskiler de bırakarak yeni yol haritaları çizdiler. Hapishaneler kuruldu. Akıl hastaneleri oluşturuldu. Buda yetmedi okullar inşa edildi. Zati öncesinde de vardı ya ibadethaneler. İnsanoğlu tarifi imkânsız bir şekil de ara vermeden bir kavgadan diğer bir kavgaya sürüklendi. Sınırlarımız çizildi. Bu sınır dışına çıkana kaka kalana onlar denildi. Denildi de ne oldu. Kavgalarımız, isyanlarımız devam ede.
Bitmeyen bir şekil de aklımızla oynamaya devam ediyorlar. Etrafımız dar. Görüş alanımız kısıtlı. Olanaklarımız bir çığlık kadar bile bulunmamakta. Telefonlar, kameralar, televizyonlar, internet daha niceleri. Say, say bitmez. Peki, ruhlarımız ne oldu. Onlar nerde. Kimin elinde. Kim? Nerde? Tutsak etti onları. Bizim olan her bir şey onların. Hatta bizler oyuncaktan öte bir şey değiliz. Tek başına ne yapılabilir. Mücadelenin anlamı yok. Savaş vermek nediye. Manasızlaştık. Teslimiyet çoktan yapılmış. Bize artık boyun eğmek kalıyor.
Güvenlikli bir bölge yok. En gelişmiş yer sayıklarımızda dahi bu başarılamamış. Orda da ağlayanlar orda da isyan edenler var. Geçmiş geleceğe gelecek geçmişe karışmış. Zamanı onlar belirliyor. Onlar aklımızla oynuyor. Hep onlar vardı. Daim olan onlar. Ama onlarında onları var. Biliyorlar mı? Bilmiyorum. Belki de onların onları biliyor ama ya onlar onları biliyorsa o onlar da diğer onları biliyor mu? Bizim diğer onlar dediğimiz şeyler o onlar içinde sadece onlar olarak kalmakta. Tüm onların onlarına sesleniyorum. Ruhlarımızı geri verin. Çaresizlere, beklenti içerisinde olanlara, kimsesizlere bizler de cevap verelim. Onların çığlıklarını duyalım. Bırakın da kotaralım dünyayı.
Üzerinde papaz urbasıyla İsa Mesih"in öğretilerini yaymaya çalışan İlker Çınar"ın Emekli Sandığı"nın Mersin Bölge Müdürlüğü"ne “jandarma uzman çavuş” kadrosundan primleri düzenli olarak yatırılan bir istihbaratçı olduğunun ortaya çıktığı bir memlekette, TSK"nın “marangozlu, aşçılı, elektirikçili” açıklamasına gülmemek mümkün değil. http://www.stratejikboyut.com/yazi/kozmik-belgeler-taktik-geregi-sizabilir-836.html
-- Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır. Türkiye, eğer Türkiye'nin omurgasını çökerten, elini kolunu bağlayan, tarihî yürüyüşünü sona erdiren ve sadece laik küresel sistemin çıkarlarını korumaktan başka hiçbir iş yapmayan bu hastalıklı, marazî, şirret, ilkel çetelenme yapılanmasını çökertemezse, tasfiye edemezse, Türkiye tasfiye edilmiş olacak. Leş kargaları kapıda bekliyor... ------------------------------------- http://dava-vatan.blogspot.com/
---1952 yılından 6–7 Eylül 1955 hadiselerine kadar olan dönemdeki merhum Menderes hükümetine yönelik örtülü siyasi faaliyetler, psikolojik harekât ve 6–7 Eylül 1955 olaylarının koordinasyon planları (Org. Sabri Yirmibeşoğlu"nun kabul ettiği üzere)
---6–7 Eylül olaylarından 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar olan dönemdeki gayrinizamî harp faaliyetleri, siyasilere yönelik psikolojik operasyonlar
---27 Mayıs 1960 ihtilali sürecinin gerçekleştirilmesine yönelik eylem ve operasyonlar, ihtilal ile birlikte kimlerin nasıl ve nerede kontrol altına alınacağı
---12 Mart 1971 sürecine giden yolun yönlendirilmesi ve ilgili planlamalar
---12 Mart süreci öncesi ve sonrasında kullanılan siyasiler ve gazeteciler
---Dev-Yol, Dev-Sol, Dev-Genç, TİKKO, THKPC, MLKP gibi sol örgütlerin içine sızdırılan ajanlar, bu ajanlara yaptırılan eylemler, bu örgütlere yönelik silah trafiğindeki etkinlikler ve örgüt irtibatları
---Ülkücü grupların yönlendirilmesi, iştirak edilen eylemler, silah teminindeki etkinlikler ve teşkilat irtibatları
---12 Mart sonrasında Kıbrıs Barış harekâtından (1974) sonra sağ ve sol yelpazenin yönlendirilmesi, anarşik ortamın özel savaş konseptinde kontrolü, kullanılan medya unsurları, bürokratlar, siyasiler, suikastların takibi ve kontrolü
---12 Eylül 1980 ihtilaline giden süreçte ülkemizde Türk özel harp konseptine uygun olarak gerçekleştirilen yabancı istihbarat servis faaliyetleri, eylemleri ve operasyonları (özellikle CIA, Mossad ve BND)
---Gazeteci Abdi İpekçi"nin öldürülmesi hadisesinin net ve gerçek boyutu, olayda kullanılan unsurlar,
---1 Mayıs 1977 Taksim katliamında görevli aktif unsurlar, kimlikleri ve iltisakları
---12 Eylül darbesiyle ilgili olarak ihtilal öncesi dönemde gerçekleştirilen CIA-Genelkurmay bağlantıları
---1983 seçimlerine yönelik olarak ve sonrasında merhum Turgut Özal aleyhinde psikolojik harekât faaliyetleri
---SSCB"nin dağılışı ile tesis edilen yeni özel savaş konsepti, yeni operasyon hedefleri, siyasetin nasıl yönlendirileceği ve irtibata geçilen siyasiler
---Soğuk Savaşın bittiği 1990 sonrası yeni dönemde dış istihbarat servislerinin Türkiye"ye yönelik destabilizasyon (istikrarsızlaştırma) operasyonları karşısında alınan pozitif veya negatif tavırlar ve girişimler, yabancı servislerle ülke içi gerçekleştirilen liyezon operasyonları
---Turgut Özal"a suikast tertip eden Kartal Demirağ"a kimlerce ve nasıl özel savaş eğitimi verildiği ve bu kişinin iltisakları
---Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Org. Eşref Bitlis ve Necip Hablemitoğlu cinayetlerinin gerçek boyutlarıyla ilgili materyaller, operasyonlarda hangi servisin hangi unsurları kullandığıyla ilgili bilgiler
---Sivas-Madımak olaylarında; kullanılan ve takip edilen unsurlar, otelin yakılmasından bir gün önce bir bildiri okuyarak halkı dinlerinin gereğini yapmaya çağıran ajan provokatör unsurların kimliği ve statüsü
---Çatlı, Çakıcı, Yeşil ve faaliyetleriyle ilgili operasyon raporları, kullanıldıkları sahalar
---Ergenekon yapılanması, kurucu unsurları, muvazzaf bağlantıları, operasyonları, halen hangi muvazzaf düzeyde temsil edildiği, sivil unsurlar ve kuruluşlar
---Tuğg. Temel Cingöz, Ora. Kemal Kayacan, Tümg. Memduh Ünlütürk, Korg. İsmail Selen, Korg. Hulusi Sayın, Tuğg. Bahtiyar Aydın, Albay Rıdvan Özden cinayetlerinin gerçek istihbari ve siyasi boyutları
---Terör sahnesinin yönetiminde üstlenilen "görevler"
---PKK ile gerçekleştirilen irtibatlar (Ergenekon birinci ana iddianamesinde de bir ÖKK görevlisinin Öcalan"ın avukatıyla olan uzun ve inanılmaz telefon görüşmesi yer almıştı)
---PKK adına eylem gerçekleştiren muhtelif merkezlere ait unsurlar
---JİTEM unsurları ve faaliyetleri ile gerçekleştirdikleri infaz ve operasyonlar
---Hizbullah"ın kuruluşu, yönlendirilmesi ve kullanılmasıyla ilgili iltisak ve materyaller
---12 Mart sürecinden bu yana İslami grup ve cemaatlere üst, orta ve alt seviyeden sızdırılan ajanlar, kimlikleri ve görevleri
---Psikolojik harekâtta kullanılan daimi ve geçici medya unsurları, kimlikleri, etkinlik sahaları
---28 Şubat zemininin oluşturulması için gösterilen özel savaş faaliyetleri, yapılan operasyonlar, kullanılan unsurlar, akademisyenler, gazeteciler, bürokratlar ve STK"lar
---Siyasal partilerdeki unsurlarla yürütülen özel savaş faaliyetleri, siyasal partilerdeki destek unsurları, kimlikleri
---Özel savaş konseptinde üretilen STK"lar ve sivil toplum unsurları
---İsmailağa cinayetiyle ilgili materyaller
---Likidasyon ajanları (hedef kişileri ortadan kaldıran), faaliyetleri ve kimlikleri
---AKP"ye yönelik operasyonlar
---Demokratik Açılım süreciyle ilgili operasyonlar
---Ordu içi cunta grupları, büyüklükleri, çizgileri ve etkinlikleri (cunta çok büyükse komuta kademesinde müdahaleye itiraz eden diğer komutanları kendine ram eder)
G. Avcıoğlu
-- Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır. Türkiye, eğer Türkiye'nin omurgasını çökerten, elini kolunu bağlayan, tarihî yürüyüşünü sona erdiren ve sadece laik küresel sistemin çıkarlarını korumaktan başka hiçbir iş yapmayan bu hastalıklı, marazî, şirret, ilkel çetelenme yapılanmasını çökertemezse, tasfiye edemezse, Türkiye tasfiye edilmiş olacak. Leş kargaları kapıda bekliyor... ------------------------------------- http://dava-vatan.blogspot.com/
1-Sadece tek bir HAKİM arayabiliyor!..(Diğer hakimler, savcılar; T.C. hakim ve savcıları değil mi acaba? Türkiye'de sadece bir hakim mi var ?..)
2-O tek HAkim; sadece askerin gösterdiği odaları, dosyaları arayabiliyor! (Bu nasıl arama o zaman! Kim, aleyhindeki belgeleri hakim önüne atar?!)
3-Ve o tek Hakim; sadece Arınç'a Suikast'la ilgili arama yapabiliyor! (Bu arada Başbakan'a suikast bilgilerini bulsa ne olacak?!)..
-- Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır. Türkiye, eğer Türkiye'nin omurgasını çökerten, elini kolunu bağlayan, tarihî yürüyüşünü sona erdiren ve sadece laik küresel sistemin çıkarlarını korumaktan başka hiçbir iş yapmayan bu hastalıklı, marazî, şirret, ilkel çetelenme yapılanmasını çökertemezse, tasfiye edemezse, Türkiye tasfiye edilmiş olacak. Leş kargaları kapıda bekliyor... ------------------------------------- http://dava-vatan.blogspot.com/
Askerlerin (rütbesi ne olursa olsun) suç işleme hürriyeti yoktur, olmamalıdır...
Askerlerin de herhangi bir şekilde hukuk kurallarını çiğneme hakları olmamalıdır. En azından bu kural, demokratik ülkelerdeki uygulamar çerçevesinde karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde de aynısını görmek istiyoruz. Almanya'da, bakanı zamanında bilgilendirmeyen Genel Kurmay Başkanı 24 saat içinde görevinden alınabiliyor. Federal Savunma Bakanlığı Müsteşarı yine aynı sebepten dolayı koltuğunu kaybediyor. Bu uygulamaların Türkiye'de de olması, ordunun imaj kaybı olarak algılanmamalı, aksine içindeki safranın atıldığı bir "temizlenme ve sağlığa kavuşma süreci" olarak değerlendirilmelidir. Doğru budur
-- Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır. Türkiye, eğer Türkiye'nin omurgasını çökerten, elini kolunu bağlayan, tarihî yürüyüşünü sona erdiren ve sadece laik küresel sistemin çıkarlarını korumaktan başka hiçbir iş yapmayan bu hastalıklı, marazî, şirret, ilkel çetelenme yapılanmasını çökertemezse, tasfiye edemezse, Türkiye tasfiye edilmiş olacak. Leş kargaları kapıda bekliyor... ------------------------------------- http://dava-vatan.blogspot.com/
BİR MUHALEFET LİDERİ! BİR BAŞBAKAN! SORU, DEVLETE YÖNELİK UYGULAMALAR, CEVAP, SANA NE! Yazan: MERSİNDEN BURAK CANLI
Gülelim mi ağlayalım mı şaşırdık. Benim bir an için olsa da AKP’li olduğumu düşünün. Ve hele bir dinleyin beni. Tabi ki siz okuyorsunuz. Ama ben içinden gelen sesleri size nakletmeye çalışıyorum. Bu yazı da bir kurgu bir düzmece yok. Bu yazının arka planında bir şeyleri gizlemiyorum. Sana ne! Kelimesi bir Muhalefet Liderine söylenebilecek en son kelimedir. Böyle bir üslup hatası yapılabilirmi. Böyle bir içerik hatası yapılabilir mi. Mümkün değil. Katiyetle kabul edilebilir değil.
Ne demek sana ne! Sanki yoldan geçen bir vatandaş yoldan geçen diğer bir vatandaşla konuşuyor. Aralarında söz düellosu yapıyorlar. Her bir şeyin kuralı vardır. Adın demokratsa demokrat olacaksın. Demokrasi deyip diktatörlük yapmayacaksın. Dikta rejimi uygulanabilirliği bir yönetim şekli olmaktan çıkmıştır. Ya olduğun gibi ya da göründüğün gibi olacaksın. Ama nerde. Bizler bunu kime söylüyoruz. Boş. Hiçbir anlamı manası bulunmamaktadır.
Bak buradan söylüyorum. Sayın ve Sevgili Başbakanım sen bir İNSANSIN. Yaratan ve Yaradan hiç birimiz olamayız. Diyelim ki bir an için gaflet ve delaletle tutup da sana ne dedin. Bundan gayri bu gaflet ve delaletlerin ucu bucağı görünmez olmuştur. Bu bir değil iki değildir. Tüm bunların sonu ne zaman gelecektir. Çık televizyonlara tamam ben bir hata ettim. Böyle dedim. Şahsım adıma özür dilerim de. Bunu dersen arkandayım arkandayız. Bizler senin yanındayız. Ama bunu demezsen bu olgunluğu bu büyüklüğü göstermezsen şimdiki seçim istatistiği yapan bu işin uzmanlarına söylüyorum. Bu iş bitmiştir. Seçimde AKP dibin dibini vuracaktır. Artık bu işin sonu bellidir.
Diyelim ki sandıktan halen birinci parti çıkmayı başardı. İşte bu halde mümkündür ki o vakit kendisine oy vermeyen elit kesim ki bu kesimden kastım okumuş, bilgili, eğitimli, üretkendir, kendisine oy vermemiş olacak ve kendisini de iktidarında desteklemeyecektir. İşte bu durumda da sonuç Ülke açısından tam bir fiyasko olacaktır.
Sana ne! Demekte ne demek anlamına geliyor. İnsan karısına sana ne diyemez. İnsan Dostuna sana ne diyemez. İnsan Milletine sana ne diyemez. İnsan Milletin seçmiş olduğu Muhalefet Liderine sana ne diyemez. Sana ne demeye başlarsa. Yanlışların en büyüğünü yapar. Sana ne demeye başlarsa artık YAŞAM MÜCADELESİN DE TEK BAŞINA KALIR. Sayın ve Sevgili Başbakanım siz artık tek başınasınız. Sonuçları ne olursa olsun bunu göğüslemeye kararlıyım. Gerek Türkiye gerekse de dünya açısından. Ve gerekse de benim açımdan. Tüm Türkiye ye sesleniyorum. Vaziyet budur. Maaşlar bundan sonra yüzlerce kat artsa da zamlar mazi de kalsa da Ülkemiz bir numara olsa da Aha da ben bir daha da gelmem sana. Ya Yüce Türk Milletine çıkıp gaf yaptım denecek ya da bu konu hep bellekler de kalacak.
Von: "D.Ali Ercan" <daliercan@gmail.com> Datum: 11. Januar 2010 10:14:37 MEZ Betreff:tarihi kişilikleri iyi tanıyalım...Bir mektup
Bu mektup, San-Remo'da Padişah Vahdettin tarafından yazılmış ve Halis Reşat Bey tarafından Paris'te bulunan Amerikan elçiliğine teslim edilmiştir. Elçilik de mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini (Vahdettin's Letter to the President of U.S.A) I5 Nisan 1924 tarihli yazısıyla Washington'a göndermiştir. Mektup Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivi'nde 86700/1788 numarada kayıtlıdır..
Prof.Dr. İhsan GÜNEŞ Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü
Amerika Birleşik Cumhuriyetleri(devletleri) Başkanı, Bay Coolidge ekselanslarına,
Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü,hangi nedenlerden dolayı Saltanat merkezimi geçicibir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorumBu süresiz uzaklaşmanın, babadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara meclisi gibi bir isyancı fitnenin bu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki; İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatından soyutlanması ve ayrılması ve Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir.Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur.İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktırHanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafindan kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanım bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz tarafindan olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur..Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim. 13mart1924
Mehmed VAHIDEDDIN
__________________________________________________ Do You Yahoo!? Sie sind Spam leid? Yahoo! Mail verfügt über einen herausragenden Schutz gegen Massenmails. http://mail.yahoo.com
__________________________________________________ Do You Yahoo!? Sie sind Spam leid? Yahoo! Mail verfügt über einen herausragenden Schutz gegen Massenmails. http://mail.yahoo.com
Çevre Ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER) Genel Başkanı Mustafa Göktaş, İsrail’in Büyükelçimize takındığı tavır ile sergilediği tutumu kınayarak derhal özür dilemeliler açıklaması yaptı.
“Ey İsrail, Sen kendini ne sanıyorsun?”
“Türkiye bize vaaz veremez, Kurtlar vadisi bizi küçük düşürüyor” gibi olmaz türlü lafı Türkçe, İngilizce değil bir de İbranice mırıldanıp elçimize hakaret etmeye, küçük düşürmeye, onu kendi oturduğu sandalyenin daha aşağısında bir yere oturtmaya tepkiler çığ gibi büyüyor.
Çevre Ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER) Genel Başkanı Mustafa Göktaş,” Ey İsrail, haddini bil. Bu ülkenin, devletin temsilcisine (elçisine) takındığın tavır ŞIK değil, etik değil. Kimse kimseye vaaz veremez. Sende veremezsin. Ve benim devletim ve hükümetim, muhalefetim senin yanında olmak zorunda değil. Yaptığın bir yanlış var ise eleştirmek hepimizin hakkı. Kaldı ki, Devletlerarası milletlerarası diplomatik kurallar var. Siz bu kuralları çiğneyemezsiniz. Ama çiğnediniz. Ve halende diretiyorsunuz. Sen İsrail’in dışişleri bakan yardımcısı olabilirsin. Hakir görmek, küçük düşürücü konuşmak, nezaketsiz bir tutum içinde olup bir ülkenin temsilcisini, büyükelçisini kamuoyu önünde aşağılayamazsın. Tepkileri görünce de gece yarısı sana yakışır şekilde kıvırtıyorsun. Çık ekranlara adam gibi özür dile. Bu millet senden özür bekliyor. Büyükelçi nezdinde Tüm Türk milleti ve devleti senden özür bekliyor” dedi.
Çevre Ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER) Genel Başkanı Mustafa Göktaş, “İsrail Dışişleri bakan yardımcısı Danny Ayalon’u bu şımarık ve aldırmaz tutumundan dolayı esefle kınıyoruz. Bu tutumu hayret ve ibret ile izledik. İzlemeye devam ediyoruz. Ama bilsin ki bu özür gecikirse ÇETKODER 81 ildeki gönüllüleri ile beraber İsrail’i kınamaya ve telin etmeye devam edecektir. Ayrıca önümüzdeki günler yapılacak olan Tel Aviv de ki Dünya milletlerinin temsilcilerinin katılım yapacağı ÇEVRE ŞÜRASINA da katılmayacaktır” dedi.
Son günlerde internet sitelerinde sürekli tekrar gönderilen 27 Mayıs ihtilali ihanetini meşrulaştırmak amaçlı bazı yazılar tedavüle çıkarıldı. Bunlardan biride İhtilalci Subaylardan Suphi Karaman ABD de komitacı yada Gladiocu olarak eğitilen 16 kişilik Türkeş’in ekibinin arasında yokmuş. Yani o ABD de eğitilmediğinde göre ABD tarafından kullanılan ekibin içinde değil sadece ihtilali yapan ekibin içinde imiş.
Bir sonraki adım ABD ekibi o günlerde zaten yurt dışına sürüldü sadece yurtsever!Kadrolar kaldı deyip kendilerini aklayacaklar. Hadi canım sizde.
Milletimiz Padişahlığı niye kaldırmış ve bu Cumhuriyeti ne diye Kurmuştu?
Egemenliği Padişah dediğimiz bir hanedanlıktan ve o pozisyonun çevresinde oluşan oligarşinin oligarklar’ının hakimiyetinden kurtarıp Cumhur=Halk idaresi kurarak yasa yapma ve yönetme yetkisini Cumhura yani milletimize, yani halkımıza vermek ve halkımız nasıl bir yönetim istiyorsa o şekilde yönetmek ve herkesin kendi yaşamında kapı kulu olmaktan kurtulup özgür ve özel kişi yani özgür birey olmak ve dilediği gibi yaşayabileceği özgür yaşayacağı kendi temsilcilerince yönetilen bir vatan ve o vatanın üzerinde özgürlüğü koruyan bir devlet ve halk idaresi olarak da Cumhuriyeti kabul ettik. Halkımızın beyni olarak da özgür seçimle seçeceğimiz parlamentoyu kabul ve kararları bizlerin adına ona bıraktık. Öyle ki düşman Ankara ya top seslerini duyuracak kadar yaklaştığı halde Meclisi kapatmadık ve başka yere taşımadık. Savaşın en şiddetli günlerinde bile kapatmadığımız meclisi ilk defa 27 mayıs 1960 yılında Amerikalılar adına vatanımıza ihanet eden tarih boyunca Türk milletler topluluğunun en alçak ve şerefsizlerinden biri olan işbirlikçi bir ihanet kadrosu meclisimizi kapattı.Bundan sonraki sözlerin tamamı bu gerçek altında mütalaa edilmeli ve böyle azim bir ihanetin içinde yer almış olanları sırf aptallıklarından veya ihaneti fark edemeyişlerinden dolayı yer almış olsalar dahi övenlerinde aynı ihaneti onaylamak ile o ihanete ortak olduklarını artık fark etmelidirler. Bu ihanetin içinde yer almış kimselerin hiç birisi hiçbir mülahaza ile övgü ile anılamaz. Çünkü onların yanında Ülkemizi işgal etmiş olan kovduğumuz düşmanlar çok daha şereflidirler. Çünkü onlar kendi ülkeleri adına bizim ülkemizi işgal ederken kendi ülkelerine hizmet ediyorlardı. 27 Mayısçılar ise Düşmanlarımız ve yabancı ülkeler adına ülkemizi işgal edip onların yapabileceğinden çok daha fena olarak biletlimizin ellerini bağlayıp onlara teslim etmekten başka, kurtulmak için her çırpınışımızda Türk ordusunun yeniden parlamentoyu devre dışı bırakıp milletimizin ellerini daha sıkı bağlayıp bizleri düşmana teslim etmek anlamına gelen ihtilaller yapmalarının yolunu açtılar.Ordumuzu vatanı savunmak görevinden alıkoyan ve milletimizin yabancı egemenliğine isyan etmesinler ve içimizdeki yabancılar ile iş tutanların çıkarlarını milletimizin rekabetinden korumak üzerekonuşlandırdılar. Üstelik Ordumuzun adını kullanarak çeşitli çeteler kurdurup bizleri sürekli bir birimize düşman edip çatıştırıp kırdırdılar. Yabancı ülkelerin ve onların başında bulunan ABD’nin hesabına milletimize ve vatanımıza ihanet ederek orduyu içindeki çeteleşmelere açtılar. Orduların içindeki mutlak olması gereken hiyerarşiyi başlarındaki GKB Orgeneral Rüştü Elderhun paşayı tekme tokat tutuklayarak ortadan kaldırıp, bazı askerlerin pozisyonunu Nazi ordusundaki SS sistemine döndürdüler. 27 Mayıs ihanetinin failleri olan çakallar Osmanlıdaki yeniçeri sistemini batılılar hesabına ülkemizde kurup Ordumuzu ve komuta kadrolarını halkımızdan devşiren batılıların yeniçeri ordusuna tebdil ettiler. Batının gönüllü yeniçeriliğini farkına varmadan üslenen bazı komutanlarda milletimizi zorla emperyalistlerin maskarası edebilmek için muasır medeniyet adı altındamilli kimliğimizden kültürümüzden dinimizden soyutlayıp kimliksiz kültürsüz dinsiz bırakıp batıların hizmetinde ne denirse yapan bön bön bakan zavallı mankurtlara dönüştürmek için ellerinden geleni batılılar hesabına yaptılar. Çünkü artık milli kültür, ahlak ve dinimizden soyutlanmamış hala geleneksel Müslüman Türk kimliği taşıyanları okullardan atmakla işe başlayıp devlet kademelerinden uzaklaştırdılar. Ülkemiz parçalanacak hale geldiğinde onların derdi Kürtlerin bölünüp gitmesi Ülkemizin bölünmesi değildi. Kurulacak Kürt devletinin de kendileri gibi bölgemize yabancılaştırılmış Kurt dan köpeğe evrimle çalışmaları sırasında köpek bile olamayıp çakallaştırılmış olanların egemenliğinde kurulması çalışması idi. Bölücü Kürt partisini nedense çoğunluğu Müslüman olan Kürtlere değil de Kürt CHP si olarak milliliğinden ziyade batıya tapar batıya sığınır, başı derde girince de batıya kaçarlara kurdurup Meclise taşıdılar. Teröristlerin ileri gelenlerini de zındık Müslüman düşmanlarından seçtiler. Atatürk ile ilgisi olmayan, kendileri olarak düşünme yetileri köreltilmiş tek tip düşünmeye mahkum edilmiş 27 Mayısın yetiştirdiği kadrolar tarafından yönlendirilmiş akademisyenler devlet kadroları ve subaylar ne Atatürk’ü anladılar nede bağımsız ve özgür bireyleri yetiştirmeyen bir ülkede özgürlüğe de insanlığı da kimsenin aldırmayacağını ve sonunda cehaletleri yüzünden köle olup dağılıp satılacaklarını da anlayamadılar. Millet dünyayı öğrenip geliştikçe kendileri geri kaldıkları için gelişmeyi bile algılayamadılar ve akıl ve bilgi ile önlemek de aciz kaldıkları gelişmeleri önleyebilmek içinde yine dış destekli ihtilal ve komplolara mecbur kaldılar. Bu sürekli püskürtülüşlerinin acısını her seferinde parlamentoyu lağvetmek ve milli iradeyi ortadan kaldırıp ordudaki subay kadrolarının tertiplileştirilmesin aradılar ama çare bulamadılar. 27 Mayısta ordumuzun subay kadrosunun .2/3 ünü ABD ye kuklalık etmezler ve milli iradeye ipotek koyarak gizli işgali onaylamazlar diye ordudan sözde emekli ederek attılar.
Şimdi bunların her hangi birinin ABD’demi yoksa ABD büyükelçiliğindeki askeri ataşeler ve casusları yada ülkemizdeki Siyonizm ve emperyalizmin doğal uzantıları olan Siyonist Sabataistler ve Masonlar tarafından mı kullanıldıklarının ne önemi var ki. Sonuçta ihanet ihanettir. Onlarda ihanet ettiler. O ihtilaldan beri millet bir daha iktidar olamamış ve seçtikleri ise kendilerine seç diye dayatılanlalar olmuş onlarında yetkileri de Türkiye çiftliğinde maraba başı amele çavuşu kadar ancak yetkili olabilmişlerdir. İhtilalciler kendilerini destekleyen batılılar ile birlikte yaptıkları milleti köleleştirme anayasaları ile Devleti tüm organları ile Amerika’nın ve batının kontrolüne esir düşmüşler. Silah geliştirmekten kendi petrol ve madenlerimizi aramaya kadar onların iznine bağımlı hale getirip hala kritik silahları üretemez. İlaç geliştiremez petrol ve madenlerini arayamaz. Sadece ideolojik eğitimle efsunladıkları milleti boş ve karşılığı olmayan böbürlenmeler ile dünyaya karşı küçük düşürüp alay konusu etmişlerdir.
27 Mayısı savunanlarında durumu yapanlardan farklı değildir. Türk milletinin milli hâkimiyeti yerine milletimize yabancılaşanların ve doku uyuşmazlığı olanların peşine takılmış olmakla aynı duruma düşmektedirler. Bu tipler adeta yabancıların başımıza diktiği maraba başları, amele çavuşlarına has diğer marabalara yada amelelere baş olarak onlara hava atmanın basitliği içinde milletimizin yitip gitmiş zavallı vatandaşlarıdır. Diğer maraba ve amelelere basit egolarını tatmini için yasak uygulayıcı, işkence edeci milletten kopmuş yabancılaşıp milletimize ihaneti kendilerince çağdaşlık olarak içselleştirip kabul ederek kendi vicdanlarını aklamaya çalışan zavallı mankurtlardır.
Haziran 2007’den beri süre gelen Ergenekon davası ve operasyon dalgaları, gözaltılar, tutuklanmalar, onbinlerce sayfayı aşan iddianameler en sonunda geldi ordunun en mahrem yeri olan kozmik odada aradığı cevapların hepsine ulaşacak ve çözecektir umarım.
2003 yılında seçimle başa gelen meşru hükümeti “ordu göreve” diye gazlayan statükocular başlarına geleceği önceden görmüşlerdi galiba. Tutuklamalar ve gözaltılar da en çok bu tiplerin olması bu tezi netleştiriyor. İhtilal ve Cunta yıllarında kendi görüşünde olan insanları birbirine kırdıran siyasi guruplar AKP başa geldiği zamandan beri kol kola girmişler vatan kurtarmaya çalışıyorlardı!
Hükümet başa geldiği günden itibaren hep bunlarla uğraştı. Adım adım iki tarafta hamle yaptı. Cumhuriyet Gazetesine bombayla başlandı, Danıştay baskını ardından, Yücel Özbilgin’in cenazesinde atılan sloganlar. Hükümet tüm kabine olarak eylemi kınadı. Bunun hükümeti yıkma komplosu olduğunu açıkladı. Nokta Dergisinin ortaya çıkardığı “Darbe Günlükleri” ise halkın kafasında yıllarca peşinden koştukları liderleri hakkında “ACABA” sorusunu oluşturmuş. AKP ise eline büyük bir koz almıştı. Ardından gelen “cumhuriyet mitingleri” ve “e-muhtıra” ise halkı gerçek demokrasinin ayak sesleri olarak için için mutlu etmeye başladı.
Ümraniye’de bulunan cephanelikle birlikte ise artık zincirin halkaları tek tek kopmaya başlamış. Yıllarca halkın gözünün içine bakarak sağcıyım, solcuyum, vatanseverim, Atatürkçüyüm, demokratım, laiğim diye kandıranların hepsinin aynı çanağa kaşık sallayan çıkarcılar oldukları ortaya çıkarıldı. Çıkarları, koltukları, nemaları kesilince en kötü idareden bile daha kötü olan demokrasiyi askıya alan cuntacılığı bu halka reva görebilecek adar vicdansızdır bunlar. Zaten onlar her zaman halkı yok sayan bir zihniyetin temsilcileriydi. Onların fikir babası “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diyen kişidir.
Devletin sinir uçlarına kadar yerleşmiş her noktada elemanı bulunan statükoculara bu mağlubiyetler de yetmedi. İbrahim Şahin’in evinde bulunan din adamları ve Alevi önderlerine yönelik suikast planları, Islak imzalı AK Parti ve Gülen’i bitirme planları, HSYK’nın Ergenekon davasına bakan hakimleri ve savcıları görevden alma girişimleri hep boşa çıktı. Kafes eylem planı ise tam bir fiyasko ve sona gelindiğinin kaçacak yer kalmadığının işaretiydi adeta.
Seksenli yılları çocuk olarak geçirenler bilirler. Bizi asker geliyor, cenderme geliyor diye korkuturdu ana-babalarımız. Babamın ihtilaldan 3 gün sonra tabancasını teslim etmedi diye ihbar eden muhtar meziyetiyle evden götürülüşü, 3 gün sonra anasından emdiği süt burnundan gelmiş halde eve dönüşü, çarşıda gezerken asker görünce yol değiştirmelerimiz, rahmetli dayımın 3 ay işkence görüp omuz lifleri kopmuş şekilde gelişi hep askerin bizde yarattığı silinmeyen izlerdi.
Asker bu ülkede kozmik odasına en mahrem yerine girilene kadar, en güçlüydü. Artık yıllarca soramadığımız soruları sorabiliriz. Zor ve meşakkatli bir yoldan geçeceğiz. Engelli dikenli bir yol. Bu yol demokrasiye ve hür düşünceye, herkes için özgürlük herkes için adalete giden yol. Artık adını bile söylemeye korktuğumuz “kozmik odada” hukukçular hak arıyorlar. Hukuku yerine getirmek adına günlerdir çalışıyorlar. Artık devlet rutinin dışına çıkmaktan korkmuyor, onu gördükçe bende korkmuyorum. Cuntacılar yargılansın diye bağırabiliyorum.
Kendimi on yıl öncesine göre daha özgür hissediyorum. Oğlum benden daha özgür olacak. Onun korkacağı tek şey günün birinde bizlerden ayrılacak olması olacak. İnşallah. Umutla diliyorum.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.