[anadoluhaber] Yalan öldürücü bir virüstür..

 
Doğruluk, peygamberliğin mihveridir. Peygamberlik, doğruluk yörüngesi üzerinde hareket eder. Peygamberin ağzından çıkan her şey tasdik edalıdır. Çünkü onlar, hilâf-ı vaki hiçbir beyanda bulunmazlar. Allah Resûlü'nün hayat-ı seniyyeleri buna en güzel misaldir.
Kâbe tamir edilmiş ve Hacerü'l-Esved'in tekrar eski yerine konulması büyük bir mesele hâline gelmişti. Kabileler kılıçlarını yarıya kadar sıyırmış ve herkes bu şerefin kendine ait olmasını istiyordu. Sonunda şöyle bir karara vardılar. Kâbe'ye ilk girenin hakemliğini kabul edeceklerdir. Herkes merakla bekliyordu.. ve tabiî, Allah Resûlü'nün hiçbir şeyden haberi yoktu. O'nun dosta-düşmana güven telkin eden gül yüzü görününce, oradakiler sevinçlerinden havaya zıplayıp "Emîn" geliyor, dediler ve O'nun hükmüne kayıtsız şartsız razı olacaklarını söylediler.
Zira O'na güvenleri tamdı. Allah Resûlü o gün henüz peygamber olarak vazifelendirilmemişti ama herkesin itimat edeceği bir insandı ve bir peygambere ait bütün vasıfları üzerinde taşıyordu.
Eğer siz de insanlığa sevgi, barış ve kardeşlik götürmek üzere yola koyulmuşsanız ve nübüvvet misyonuna talipseniz doğruluk en büyük sermayeniz olmalıdır. Bir yalan insanı haline gelmeden, temrinat yapa yapa doğru söylemeye kendinizi şartlandırmalı ve asla hilaf-ı vaki beyanda bulunmamalısınız. Özellikle de, bir insanın sözünü ya da bir meseleyi naklederken her hususu kelimesi kelimesine aktarmaya ve yarım kelime de olsa farklı bir söz katmamaya çok dikkat etmelisiniz. Çünkü yalanın iki tarifi vardır: Birincisi, konuşan şahsın gerçek düşüncesini saklayıp kanaatinin aksini söylemesidir. İkincisi ise, vâkîye mutabık olmayan bir beyanda bulunmaktır; tabir-i diğerle, Allah nezdindeki hakikate ve Cenab-ı Hakk'ın gördüğü, duyduğu, bildiği bir meseleye aykırı bir söz söylemektir. Öyleyse, söylediğiniz her cümlenin gerçekten gönlünüzün sesi olup olmadığına özen göstermeli ve mutlaka kesin bildiğiniz şeyleri tam doğru olduğuna inandığınız şekilde söylemeli; bunu yaparken de "İşin hakikatini Allah bilir" düşüncesini zihninizden ırak etmemelisiniz. Günlük konuşmalarınızdaki sıradan gördüğünüz cümlelerinizde bile böyle bir doğruluk aramalı ve yalanın öldürücü bir virüs olarak kalbinize musallat olmasına meydan vermemelisiniz.
Sıdk konusundaki hassasiyetiyle hüsn-ü misal olan Abdullah b. Mes'ud hazretleri hadis rivayet ederken tir tir titrermiş. Peygamber Efendimiz'in mübarek beyanlarını naklederken o kadar titiz davranırmış ki, heyecandan adeta bütün vücudu ürperir ve alnından boncuk boncuk terler akarmış. Mesela, herkes tarafından bilinen "Bir günahtan tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir." mealindeki hadis-i şerifi söylerken bile birkaç defa ileri gider, geri gelir, ellerini ovuşturur; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah.." der, o sözü eksiksiz ve ziyadesiz aktarabilmek için âdetâ göbeğini çatlatır ve sonunda da yine "Allahu a'lem" kaydını düşermiş. Talebelerinden biri der ki, "Bir sene boyunca İbn-i Mesud hazretlerinin yanında kaldığım halde, onun bir kere bile "Resûlullah buyurdu ki" dediğini duymadım." 
İşte böyle bir hassasiyete de isterseniz "dil iffeti" diyebilirsiniz. Adına ne derseniz deyin, söylediğiniz sözlerin vâkıa mutabık olması ve Allah ilmindeki hakikate, yani, o meselenin mahiyet-i nefsü'l-emriyesine denk düşmesi de iffetin diğer bir parçasıdır. İnsan, iffet ve hayâ perdesini yırtmamak için doğrulukta temrin yapa yapa hilaf-ı vâkî beyanlara da bütün bütün kapanmalı ve yalanın gölgesine bile yaklaşmamalıdır.


0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.