İman ve Amelde Mezhep- Salih Mirzabeyoğlu

Mezhep, zan ve tahminden geliyor… Bu kelime, bellibaşlı bir noktaya giden yolun nerelerden ve nasıl geçtiği ve ne gibi kısımlar ve şekiller çizdiği üzerinde bilgiler ve ölçüler manzumesi demek. Peygamber, “doğru yol”un doğrudan doğruya açıcısıdır. O’nun zan ve tahmin yâni mezhep kuruculuğu ile alâkası olamaz. Peygamber’de herşey berrak ve mutlak; ne “acaba”sı var, ne “belki”si…

İhtilâf… Çok defa aziz ve erdirici, çok defa da sefil ve kaybettirici bu fakültenin, kurtarıcılıktan öldürücülüğe sürüklenmesine mani “ferdî ve içtiimaî nizâm” iklimini kurmak… İşte bütün mesele…

“İhtilâf “ın “ayrılık” ifâdesi, bir yönüyle “halef olma”, diğer yönüyle de “aykırı olma” mânâsınadır.. Birinci yön aziz ve erdirici, ikinci yön sefil ve kaybettirici… İşin tuhaf tarafı, mezhepleri parçalanma sanan başıbozuk alayı, mânânın ikinci yönünde bulunmakta olduğunu bilmiyor!..

Hayatın ARAZ’lardan yürüdüğü hikmetini anlayanların bayılacağı bir ölçü olarak “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir!” buyuran Kâinatın Efendisi, ruhî kıvam ve içtimaî nizâmın en üstün âhengi içinde, müsbet cephesiyle ihtilâfı ne güzel âbideleştirmişlerdi!.


“’Topluluk hakikati”nin dağıldığı ve sapık kolların yelpazevârî açıldığı, modalaştığı ve bir cümbüş havası içinde tepindiği İkinci ve Üçüncü asırlar, “Sünnet ve Cemaat Ehli” caddesinde yolun bütün ölçülerini âbideleştiren iki zafer tâkına şahit oldu. Biri, İslâmi itikat esaslarıyla beraber iş ve amel kanunlarını istikametlendiren “dört geçitli”, diğeri, doğrudan doğruya imân ve itikat yönlerini perçinleyen “iki geçitli”, biri “iş ve amelde”, öbürü “imân ve itikatta” iki tâk…

İş ve amelde: Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî mezhepleri…

İmân ve itikatta: Maturidi ve Eş’arî yolları…

Bunlar “Doğru yol”un hudut bekçisi karakollarını temsil ve “sünnet ve cemaat ehli” zabıtasını teşkil ederler; bütün yönlerin mizâna vurulacağı dayanak noktaları… Meydana gelişleri Hicri 2. ve 3. Asırlar içinde başlar ve bütün sapıklıkların cümbüşleştiği devreye rastlar: “İş ve amel”e bağlı mezheplerin ilk iki kahramanı Birinci Asır sonlarında doğmuş ve eserlerini 2. Asırda vermiştir. Son ikisi de 2. Asır… İmâm Ahmed Bin Hanbel, eserini 3. Asır başlarına taşırıyor… “İmân ve itikat” mezheplerinin sahipleri, bunlardan sonra geliyor ve 3. Asrı dolduruyor.

“Metodoloji-usuliyet”, en eskileri ve temel müçtehid İmâm-ı Azam’dan gelen ve hepsine birden hâkim olan: Kitap, sünnet, icmâ-ı ümmet ve kıyas… Kitap: Kur’ân… Sünnet: Allah Resülü’nün her sözü, her emri, her hareketi… İcmâ-ı ümmet! Ümmet’in, yâni ÜMMETLIK VASFINA EN LAYIK VE EN ÜSTÜN DERECEDEKİ SAHABİLER’in, üzerinde birleştikleri toplu hükümler…

Kıyas: Bellibaşlı üstün vasıflardan din âlimlerinin NİSBET YOLU ile buluşları… Dereceler yukarıya doğru birbirinde erir ve nihâyet tek MUTLAK’ta toplanır: Allah’ın Kitabı ve yanıbaşında Peygamber’in Sünneti.

İşte SÜNNET VE CEMAAT EHLİ YOLU, bu kahramanların binbir fesat çizgisi arasında düpedüz meydana çıkardığı caddedir; ve bu caddede “iş ve amel”i itikat üzerinde yükseltenler, kendilerinden sonra “imân ve itikat”ı iş ve amel üzerinde yükseltecek MİMARLARIN DA ÇEKİRDEĞİNİ GETİRMİŞ olarak, dış cephenin en büyük mühendisleridir.

Dış cephe; yâni, Allah Resülü’nün zâhirî, ŞERİAT… Allah Resülü’nün bâtını ise; Hicri 2. ve 3. Asırda müesseseleşecek ve resmi ifâdeye kavuşacak olan, TASAVVUF… Ve bu iki cephe, Gaye İnsan-Ufuk Peygamber’in içi ve dışı gibi birbirine tam mutabık… Bildirdiğimiz kahramanlar da, feyzlerini iç cepheden de almış olarak dışta sımsıkı bağlı, iç cephe perdesindeki tecelliler… Biri bâtın hissesiyle zâhirde, öbürüyse zâhir intibakıyla bâtında…

İşi ve ölçüyü böyle bildikten sonra, zâhirden yana görünüp bâtını ve bâtından yana görünüp zâhiri inkâr edenlerin felâketi kendi kendisine meydana çıkar; ve işte bütün sapık kollar, yâni “topluluk hakikati” çilesi çekmeyenler, “ana cadde-kurtuluş yolu”nun bu âhenkli kıvrım sırrından mahrum olanlardır.

“İş ve amel”de Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî, “imân ve itikat”ta da Maturidî ve Eş’arî mezhepleri arasında en küçük mikyasta bile esasa bağlı bir fark yoktur; ve bütün fark, iki tarafa da çekilmesi mümkün, fakat hangisinin doğru olduğu meçhul “fer’i-teferruat” üzerindedir… Ümmete rahmet olan ihtilâf!”

Orta yere bir çiçek vazosu koysalar, etrafındaki herkes onu başka başka noktalardan göreceğine ve hiç kimsenin gözbebeği içinden bakamayacağına göre, ihtilâf, insan yapısının zarurî bir neticesi… Elverir ki, bellibaşlı bir sınırı çatlattığı hissini vermesin ve ayrı uzuvlardan fili muayene eden körlerin hikâyesindeki gibi, TOPLAYICI
HAKİKAT’i kaybetmesin.

Salih Mirzabeyoğlu
İBDA DİYALEKTİĞİ
“Kurtuluş Yolu”
Sayfa: 139-140-141-142

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.