Lenin ve Stalinin Çindeki temsilcisi olarak sahneye çıkan Mao da dine karşı bir düşmanlık beslemiş ve bu yönde bir politika uygulamıştır.
Maonun iktidara gelmesiyle birlikte Çinde dine ve dindarlara karşı büyük bir savaş başlatılmıştır. Bu savaş Leninin komünistlere gösterdiği yöntemle, yani "örtülü" olarak gerçekleşmiştir. Komünist parti, "kendi kendini yönetme hareketi" adı verilen bir politika uygulamaktadır. Bunun anlamı, bütün dini kurumların "kendini finanse eden, kendini yöneten ve kendini organize eden" bir 3lü yapıya sahip olmasıdır. Görünüşte "din özgürlüğü" gibi duran bu politika, tamamen dini yok etmek amacına yönelik bir kampanya olarak uygulanmıştır. Ülke içindeki tüm dini kurum ve ibadethaneler devlet tarafından kurulan merkezi organizasyonlara bağlanmıştır. Kısa süre içinde de bu dini kurumlar "Maoizm propaganda merkezi" haline gelmiştir. Harry Wu isimli Çinli bir Hıristiyan, Amerikan
Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonuna 16 Mart 2000 tarihinde verdiği ifadesinde, bunu şöyle anlatmaktadır:
Mao Tse-Tung, herhangi bir Çin vatandaşının Komünist Parti dışındaki bir otoriteye bağlanmasına izin vermediği için, Mao yönetiminde hükümet tarafından yönetilen bu merkezi din organizasyonları hiçbir dini faaliyette bulunmamıştır. Maonun Çini yönettiği 30 yıl boyunca, bu 3 "kendi-kendine hareketi" Çin Komünist Partisi ile birlikte dini yok etmek ve Komünist Parti ideolojisini yaymak için çalışmıştır. "Maoizm" Çinin yasal dini, Maonun "Kızıl Kitabı" ise kutsal kitabı olmuştur.
Doğu Türkistandaki Müslüman Uygur Türkleri veya Tibetteki Budistler ise kanlı vahşet uygulamalarına hedef olmuşlar, Çin Komünist Partisi bu halkları hem nüfuslarını azaltarak hem de dini inançlarını yok ederek kontrol altına almaya çalışmıştır. Maoizmin dine düşmanlığı, Maonun yolunu izleyen diğer komünist Asya rejimleri tarafından da sürdürülmüştür. Kamboçyadaki Kızıl Khmer rejimi, Kamboçya halkına karşı yürüttüğü soykırımda, ülkenin Müslüman azınlığı olan Çam topluluğuna özellikle zulüm uygulamıştır.
"Komünizmin Kara Kitabı"nda Kızıl Khmerlerin Çamlara karşı uyguladıkları vahşetten şöyle söz edilir:
1973ten itibaren kurtarılmış bölgelerde camiler tahrip edildi ve ibadet yasaklandı. 1975ten başlayarak bu önlemler yaygınlaştı. Kuran’lar yakılmak üzere toplandı, camiler ya başka amaçlarla kullanıldı ya da yıkıldı. Haziranda 13 dindar Müslüman, bazıları ibadeti mitinge tercih etmiş olmaktan, bazıları ise dini nikah hakkına sahip olduklarını açıklamaktan dolayı idam edildi... Din adamları özellikle hedef alınarak öldürüldü. 1000 kadar hacının yalnızca 30 kadarı sağ kaldı. Diğer Kamboçyalıların aksine Çamlar sık sık ayaklandı; bu ayaklanmalara misilleme Kızıl Khmerler çok sayıda katliam yaptılar. Kızıl Khmerler 1978 yılı ortasından itibaren birçok Çam topluluğunun, kadın ve çocuklar da dâhil, sistematik biçimde soyunu tüketmeye koyuldu.
Arnavutluk
Maoculuğun din düşmanlığını sergileyen bir başka komünist rejim, Arnavutluktaki Enver Hoca diktası olmuştur. Arnavutluk, II. Dünya Savaşı’nın ardından bir Sovyet uydusu olarak ortaya çıkmasına rağmen, 1960lardaki Çin-Sovyet çatışması sırasında Çinden yana tavır almış ve kısa sürede Kızıl Çinin ve Maoculuğun Avrupadaki temsilcisi haline gelmiştir. Enver Hoca, bütün dini ibadethaneleri(camileri ve ülkenin kuzeyindeki katoliklerin kiliselerini)kapatmış, insanların kendi evlerinde bile ibadet yapmalarını yasaklamıştır. Herhangi bir dine inanmak ve bunu ifade etmek suç haline gelmiş, buna karşı gelenler çeşitli baskı ve işkencelere maruz kalmıştır. Enver Hoca tüm bu uygulamalarla dini inançları tamamen ortadan kaldırdığını zannederek "dünyanın gerçek anlamda ateist olan ilk devletini kurduğunu" ilan etmiştir. Çinin Uzakdoğuda Anti- İslami Rolü Doğu Türkistanda Müslüman Türklere yönelik zulüm, şiddetle devam etmiştir. Çin resmi görevlileri, Türk gençlerini potansiyel olarak rejim karşıtı görerek sebepsiz yere evlerinden toplamaktadırlar. Gençler bu zulümden kurtulmak için dağlara veya çöle kaçmaktadırlar.
1996 yılından beri onbinlerce Uygur Türkü kamplarda ağır işkence altında tutulmaktadır. Bir insan hakları örgütünün resmi yazısında da belirtildiği gibi sanıklar, tek celsede biten davalarda ya kürek cezasına mahkûm edilmekte veya meydanlarda infaz mangaları tarafından kurşuna dizilmektedir. Mahkemeler, Komünist Partinin talimatı ile çalışmaktadır. En dehşet verici olan ise hamile kadınların evlerinden alınarak gayrı sıhhi şartlarda kısırlaştırılmaları, sınırlama fazlası doğan bebeklerin ailelerine rağmen öldürülmeleridir.
1997 yılının Şubat ayında tekrar alevlenen olaylar sırasında yaşananlar, Çin zulmünün bir özeti niteliğindedir. Kamuoyuna yansıyan haberlere göre Çin milis güçleri, 4 Şubata rastlayan Kadir Gecesinde bir mescitte toplanan 30un üzerindeki kadını, Kuran okurlarken demir sopalarla dövdüler ve sürükleyerek Emniyet Merkezine götürdüler. Mahalle sakinleri Merkeze giderek kadınların serbest bırakılmalarını isteyince işkence ile öldürülen 3 kadının cesedi önlerine atıldı. Bunun üzerine galeyana gelen halk ile Çinliler arasında çatışmalar başladı. 4-7 Şubat arasında 200 Doğu Türkistanlı hayatını kaybederken, 3500den fazla Uygur kamplara kapatıldı. 8 Şubat sabahında ise bayram namazı için camilerde toplanan halkın namaz kılması güvenlik güçlerince engellendi. Bunun üzerine çatışmalar tekrar alevlendi ve sonuç olarak Nisan-Aralık 1996 arasında 58 bin olan tutuklu sayısı, bir anda 70 bini geçti. 100 kadar genç meydanlarda kurşuna dizilirken, 5 bin Uygur Türkü çırılçıplak soyularak 50şer kişilik gruplar halinde meydanlarda teşhir edildiler.
Batılı güçler her zamanki gibi tüm bu vahşete karşı tepkisiz kalmaktadır. Birleşmiş Milletlerin soykırım için yaptığı tanım, Çin işgali altındaki Doğu Türkistandaki duruma tam olarak uymaktadır. Buna rağmen Doğu Türkistanlılar BMnin koruyucu şemsiyesi altına girememektedir. BMye yapılan tüm başvurular geri çevrilmiştir. 25 milyon Doğu Türkistanlı Müslüman, halen Çin baskısı altındadır. Binlerce siyasi tutuklu vardır ve bazıları hapishanelerde "kaybolmuş" tur. Tutuklulara işkence yapılması ise artık sıradan bir olay haline gelmiştir. Kısacası Çin, Uzakdoğuda zulüm politikası uygulayan en önemli İslam-karşıtı güçlerden biridir. Doğu Türkistanlı Müslümanlara yönelik politikasının yanında, etrafındaki İslami potansiyel için de ciddi bir düşmandır. Dünyanın en kalabalık ülkesinin bu stratejik "Anti-İslami" konumu, komünist rejimden kapitalist rejime geçilmesiyle de hiçbir şekilde azalmamıştır.
Türkistan Sorununu Türk Milleti Çözecektir
Son 150 yıldır İslam âlemi dünyanın birçok bölgesinde benzeri zulüm ve baskıya maruz kaldı. Bu zulmün arkasındaki çevrelerin en büyük hedefi dini, özellikle de Müslümanlığı ortadan kaldırmaktı. Bu amaçla, neredeyse bir asır boyunca Müslüman katliamına giriştiler.
Bugün Çeçenistanın Ruslardan gördüğü zulmün aynısı, Doğu Türkistanda da Çin tarafından uygulanmaktadır. Dünya bu zulme göz yummaktadır. Ancak, vicdan sahibi insanlar bu zulmü durduracak bir yol bulabilirler. Her şeyden önce, Doğu Türkistan meselesi sadece Uygurların bir sorunu olarak görülmemeli ve onların tüm sorumlulukları vicdan sahibi insanlar tarafından sahiplenilmelidir. Akıllı, cesur ve uzak görüşlü politikalarla Türkiyenin ve Türk Milletinin de bu sorunun çözümüne önemli bir katkısı olacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır...
Çin, Uzakdoğunun en önemli İslam-karşıtı güçlerinden biridir. Doğu Türkistanlı Müslümanlara yönelik politikasının yanında, etrafındaki İslami potansiyel için de ciddi bir düşmandır. Dünyanın en kalabalık ülkesinin bu stratejik "İslam Karşıtı" tutumu, komünist rejimden kapitalist rejime geçilmesiyle de hiçbir şekilde azalmamıştır.
Zulmün Asıl Nedeni: Türk-İslam Düşmanlığı
Çinin, Doğu Türkistandaki halka uyguladığı zulmün en önemli nedenlerinden biri halkın Türk ve Müslüman olmasıdır. Çin, bölge halkının Türk-İslam kimliğini Çin Hakimiyet ve Sultasına karşı en büyük tehlike olarak görmektedir. Halkı dininden vazgeçirmek için her türlü yıldırma ve baskı yöntemini kullanan Çin Şovenizmi en fanatik dönemini Maonun 1966-1976 yılları arasında uygulattığı Kültür Devrimi esnasında yaşadı. Camiler yıkıldı, toplu ibadet yasaklandı, Kuran kursları kapatıldı ve bölgeye yerleştirilen Çinliler özellikle Müslümanları taciz etmek için domuz beslemeye başladılar. Okullarda dinsizlik propagandası yapıldı. Ayrıca iletişim araçları vasıtasıyla insanların dinden soğutulmaları için yoğun çaba harcandı. Dini ilimlerin öğrenilmesi ve dini bilgilere sahip öncü kişilerin halkı eğitmeleri tamamen yasaklandı. Buna rağmen halkın İslami kimliği yok edilemedi. Türk halkına uygulanan bir başka sindirme ve baskı yöntemi ise eğitim alanında kendini göstermektedir. Bölgedeki üniversitelerde eğitim Çince olarak yapılmaktadır. Öğrencilerin ise ancak 20si Müslümandır. Okullarda din dersi programlarının esası ateizm üzerine bina edilmiştir.
30 yıl içinde 4 defa alfabelerinin değiştirilmiş olması da yine bölgedeki Müslüman Türklere yapılan zalim uygulamanın bir parçasıdır. Mao, kültür devrimine rağmen Çin alfabesine dokunmazken Uygur alfabesini İslam Harflerinden Krilceye çevirmiştir. Bir müddet bu alfabe kullanıldıktan sonra Rus korkusu ile Latin Harflerine geçilmiş, ancak bu defa da Türkiye ile kültür köprüleri kurulmasın diye tekrar İslam Harflerine dönülmüştür. Alfabe ile bu kadar sık oynamanın nesiller arası anlaşmayı ne kadar zor bir hale getireceği ise açıktır.
Maonun iktidara gelmesiyle birlikte Çinde dine ve dindarlara karşı büyük bir savaş başlatılmıştır. Bu savaş Leninin komünistlere gösterdiği yöntemle, yani "örtülü" olarak gerçekleşmiştir. Komünist parti, "kendi kendini yönetme hareketi" adı verilen bir politika uygulamaktadır. Bunun anlamı, bütün dini kurumların "kendini finanse eden, kendini yöneten ve kendini organize eden" bir 3lü yapıya sahip olmasıdır. Görünüşte "din özgürlüğü" gibi duran bu politika, tamamen dini yok etmek amacına yönelik bir kampanya olarak uygulanmıştır. Ülke içindeki tüm dini kurum ve ibadethaneler devlet tarafından kurulan merkezi organizasyonlara bağlanmıştır. Kısa süre içinde de bu dini kurumlar "Maoizm propaganda merkezi" haline gelmiştir. Harry Wu isimli Çinli bir Hıristiyan, Amerikan
Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonuna 16 Mart 2000 tarihinde verdiği ifadesinde, bunu şöyle anlatmaktadır:
Mao Tse-Tung, herhangi bir Çin vatandaşının Komünist Parti dışındaki bir otoriteye bağlanmasına izin vermediği için, Mao yönetiminde hükümet tarafından yönetilen bu merkezi din organizasyonları hiçbir dini faaliyette bulunmamıştır. Maonun Çini yönettiği 30 yıl boyunca, bu 3 "kendi-kendine hareketi" Çin Komünist Partisi ile birlikte dini yok etmek ve Komünist Parti ideolojisini yaymak için çalışmıştır. "Maoizm" Çinin yasal dini, Maonun "Kızıl Kitabı" ise kutsal kitabı olmuştur.
Doğu Türkistandaki Müslüman Uygur Türkleri veya Tibetteki Budistler ise kanlı vahşet uygulamalarına hedef olmuşlar, Çin Komünist Partisi bu halkları hem nüfuslarını azaltarak hem de dini inançlarını yok ederek kontrol altına almaya çalışmıştır. Maoizmin dine düşmanlığı, Maonun yolunu izleyen diğer komünist Asya rejimleri tarafından da sürdürülmüştür. Kamboçyadaki Kızıl Khmer rejimi, Kamboçya halkına karşı yürüttüğü soykırımda, ülkenin Müslüman azınlığı olan Çam topluluğuna özellikle zulüm uygulamıştır.
"Komünizmin Kara Kitabı"nda Kızıl Khmerlerin Çamlara karşı uyguladıkları vahşetten şöyle söz edilir:
1973ten itibaren kurtarılmış bölgelerde camiler tahrip edildi ve ibadet yasaklandı. 1975ten başlayarak bu önlemler yaygınlaştı. Kuran’lar yakılmak üzere toplandı, camiler ya başka amaçlarla kullanıldı ya da yıkıldı. Haziranda 13 dindar Müslüman, bazıları ibadeti mitinge tercih etmiş olmaktan, bazıları ise dini nikah hakkına sahip olduklarını açıklamaktan dolayı idam edildi... Din adamları özellikle hedef alınarak öldürüldü. 1000 kadar hacının yalnızca 30 kadarı sağ kaldı. Diğer Kamboçyalıların aksine Çamlar sık sık ayaklandı; bu ayaklanmalara misilleme Kızıl Khmerler çok sayıda katliam yaptılar. Kızıl Khmerler 1978 yılı ortasından itibaren birçok Çam topluluğunun, kadın ve çocuklar da dâhil, sistematik biçimde soyunu tüketmeye koyuldu.
Arnavutluk
Maoculuğun din düşmanlığını sergileyen bir başka komünist rejim, Arnavutluktaki Enver Hoca diktası olmuştur. Arnavutluk, II. Dünya Savaşı’nın ardından bir Sovyet uydusu olarak ortaya çıkmasına rağmen, 1960lardaki Çin-Sovyet çatışması sırasında Çinden yana tavır almış ve kısa sürede Kızıl Çinin ve Maoculuğun Avrupadaki temsilcisi haline gelmiştir. Enver Hoca, bütün dini ibadethaneleri(camileri ve ülkenin kuzeyindeki katoliklerin kiliselerini)kapatmış, insanların kendi evlerinde bile ibadet yapmalarını yasaklamıştır. Herhangi bir dine inanmak ve bunu ifade etmek suç haline gelmiş, buna karşı gelenler çeşitli baskı ve işkencelere maruz kalmıştır. Enver Hoca tüm bu uygulamalarla dini inançları tamamen ortadan kaldırdığını zannederek "dünyanın gerçek anlamda ateist olan ilk devletini kurduğunu" ilan etmiştir. Çinin Uzakdoğuda Anti- İslami Rolü Doğu Türkistanda Müslüman Türklere yönelik zulüm, şiddetle devam etmiştir. Çin resmi görevlileri, Türk gençlerini potansiyel olarak rejim karşıtı görerek sebepsiz yere evlerinden toplamaktadırlar. Gençler bu zulümden kurtulmak için dağlara veya çöle kaçmaktadırlar.
1996 yılından beri onbinlerce Uygur Türkü kamplarda ağır işkence altında tutulmaktadır. Bir insan hakları örgütünün resmi yazısında da belirtildiği gibi sanıklar, tek celsede biten davalarda ya kürek cezasına mahkûm edilmekte veya meydanlarda infaz mangaları tarafından kurşuna dizilmektedir. Mahkemeler, Komünist Partinin talimatı ile çalışmaktadır. En dehşet verici olan ise hamile kadınların evlerinden alınarak gayrı sıhhi şartlarda kısırlaştırılmaları, sınırlama fazlası doğan bebeklerin ailelerine rağmen öldürülmeleridir.
1997 yılının Şubat ayında tekrar alevlenen olaylar sırasında yaşananlar, Çin zulmünün bir özeti niteliğindedir. Kamuoyuna yansıyan haberlere göre Çin milis güçleri, 4 Şubata rastlayan Kadir Gecesinde bir mescitte toplanan 30un üzerindeki kadını, Kuran okurlarken demir sopalarla dövdüler ve sürükleyerek Emniyet Merkezine götürdüler. Mahalle sakinleri Merkeze giderek kadınların serbest bırakılmalarını isteyince işkence ile öldürülen 3 kadının cesedi önlerine atıldı. Bunun üzerine galeyana gelen halk ile Çinliler arasında çatışmalar başladı. 4-7 Şubat arasında 200 Doğu Türkistanlı hayatını kaybederken, 3500den fazla Uygur kamplara kapatıldı. 8 Şubat sabahında ise bayram namazı için camilerde toplanan halkın namaz kılması güvenlik güçlerince engellendi. Bunun üzerine çatışmalar tekrar alevlendi ve sonuç olarak Nisan-Aralık 1996 arasında 58 bin olan tutuklu sayısı, bir anda 70 bini geçti. 100 kadar genç meydanlarda kurşuna dizilirken, 5 bin Uygur Türkü çırılçıplak soyularak 50şer kişilik gruplar halinde meydanlarda teşhir edildiler.
Batılı güçler her zamanki gibi tüm bu vahşete karşı tepkisiz kalmaktadır. Birleşmiş Milletlerin soykırım için yaptığı tanım, Çin işgali altındaki Doğu Türkistandaki duruma tam olarak uymaktadır. Buna rağmen Doğu Türkistanlılar BMnin koruyucu şemsiyesi altına girememektedir. BMye yapılan tüm başvurular geri çevrilmiştir. 25 milyon Doğu Türkistanlı Müslüman, halen Çin baskısı altındadır. Binlerce siyasi tutuklu vardır ve bazıları hapishanelerde "kaybolmuş" tur. Tutuklulara işkence yapılması ise artık sıradan bir olay haline gelmiştir. Kısacası Çin, Uzakdoğuda zulüm politikası uygulayan en önemli İslam-karşıtı güçlerden biridir. Doğu Türkistanlı Müslümanlara yönelik politikasının yanında, etrafındaki İslami potansiyel için de ciddi bir düşmandır. Dünyanın en kalabalık ülkesinin bu stratejik "Anti-İslami" konumu, komünist rejimden kapitalist rejime geçilmesiyle de hiçbir şekilde azalmamıştır.
Türkistan Sorununu Türk Milleti Çözecektir
Son 150 yıldır İslam âlemi dünyanın birçok bölgesinde benzeri zulüm ve baskıya maruz kaldı. Bu zulmün arkasındaki çevrelerin en büyük hedefi dini, özellikle de Müslümanlığı ortadan kaldırmaktı. Bu amaçla, neredeyse bir asır boyunca Müslüman katliamına giriştiler.
Bugün Çeçenistanın Ruslardan gördüğü zulmün aynısı, Doğu Türkistanda da Çin tarafından uygulanmaktadır. Dünya bu zulme göz yummaktadır. Ancak, vicdan sahibi insanlar bu zulmü durduracak bir yol bulabilirler. Her şeyden önce, Doğu Türkistan meselesi sadece Uygurların bir sorunu olarak görülmemeli ve onların tüm sorumlulukları vicdan sahibi insanlar tarafından sahiplenilmelidir. Akıllı, cesur ve uzak görüşlü politikalarla Türkiyenin ve Türk Milletinin de bu sorunun çözümüne önemli bir katkısı olacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır...
Çin, Uzakdoğunun en önemli İslam-karşıtı güçlerinden biridir. Doğu Türkistanlı Müslümanlara yönelik politikasının yanında, etrafındaki İslami potansiyel için de ciddi bir düşmandır. Dünyanın en kalabalık ülkesinin bu stratejik "İslam Karşıtı" tutumu, komünist rejimden kapitalist rejime geçilmesiyle de hiçbir şekilde azalmamıştır.
Zulmün Asıl Nedeni: Türk-İslam Düşmanlığı
Çinin, Doğu Türkistandaki halka uyguladığı zulmün en önemli nedenlerinden biri halkın Türk ve Müslüman olmasıdır. Çin, bölge halkının Türk-İslam kimliğini Çin Hakimiyet ve Sultasına karşı en büyük tehlike olarak görmektedir. Halkı dininden vazgeçirmek için her türlü yıldırma ve baskı yöntemini kullanan Çin Şovenizmi en fanatik dönemini Maonun 1966-1976 yılları arasında uygulattığı Kültür Devrimi esnasında yaşadı. Camiler yıkıldı, toplu ibadet yasaklandı, Kuran kursları kapatıldı ve bölgeye yerleştirilen Çinliler özellikle Müslümanları taciz etmek için domuz beslemeye başladılar. Okullarda dinsizlik propagandası yapıldı. Ayrıca iletişim araçları vasıtasıyla insanların dinden soğutulmaları için yoğun çaba harcandı. Dini ilimlerin öğrenilmesi ve dini bilgilere sahip öncü kişilerin halkı eğitmeleri tamamen yasaklandı. Buna rağmen halkın İslami kimliği yok edilemedi. Türk halkına uygulanan bir başka sindirme ve baskı yöntemi ise eğitim alanında kendini göstermektedir. Bölgedeki üniversitelerde eğitim Çince olarak yapılmaktadır. Öğrencilerin ise ancak 20si Müslümandır. Okullarda din dersi programlarının esası ateizm üzerine bina edilmiştir.
30 yıl içinde 4 defa alfabelerinin değiştirilmiş olması da yine bölgedeki Müslüman Türklere yapılan zalim uygulamanın bir parçasıdır. Mao, kültür devrimine rağmen Çin alfabesine dokunmazken Uygur alfabesini İslam Harflerinden Krilceye çevirmiştir. Bir müddet bu alfabe kullanıldıktan sonra Rus korkusu ile Latin Harflerine geçilmiş, ancak bu defa da Türkiye ile kültür köprüleri kurulmasın diye tekrar İslam Harflerine dönülmüştür. Alfabe ile bu kadar sık oynamanın nesiller arası anlaşmayı ne kadar zor bir hale getireceği ise açıktır.
kaynak: haber vatan
siz kurban olun kömünistlere
YanıtlaSil