En az üç bin yıllık tarihin eski dünyayı teşkil eden üç kıtadaki torunlarına, tekniğin tahakkümüne dayanan barbarlıkla söz geçiren tarihsiz bir millet, şayet bir gün tarihini yapacak olursa, kendini şöyle anlatacaktır: "Büyüklerimizin katili milletimizdir!"
Her halde insanlık davasının iktidar beldesinde temsilciliğini yapan ve insanlığın tarihine pek şerefli isim bırakan Kennedy'leri Amerikan milleti öldürmemiştir. Ancak katillere ve onların bağlandığı gerçekte bütün insanlığın selâmetinin katili olan zümreye karşı Birleşmiş Milletlerin yaptığı tepki pek zayıf, bu vicdan pek mecalsizdir. Siyasî olduğunda hiç kimsenin zerre kadar şüphesi bulunmayan bu cinayetlerin benzeri tarihte de görülmüştü. Hz. Osman'ın katli, Birinci Dünya Harbi'nin açılmasına sebep olan Avusturya veliahdı Arşidük Ferdinand'ın Saraybosna'da öldürülmesi, Millî Mücadele'nin sonunda Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey'in katli de tarihi dolduran siyasî cinayetler serisi içindedir. Bunların ilk ikisi harple sonuçlanmış, birincisinin doğurduğu harp İslâm dünyasının, ikincisinin başlattığı harp ise yirminci asır dünyasının nizam temellerini devirmişti. Trabzonlu Ali Şükrü'nün katli, bir millet vicdanına uzanan bıçağın sadece ucunu gösterdi ve gelecekteki cinayetlerin habercisi oldu.
Hâlâ sürüp giden particilik cinayet ve facialarının, mukadderatımızı içten tehdit eden tehlikelerin o cinayet ilk işaretidir. Onunla bu meşum tohum atılmış bulunuyor. Kennedy kardeşlerin yenidünyada akıtılan kanları ise, insanlık için benzeri görülmemiş, hatta işitilmemiş ve düşünülmemiş bir felâket getirecek olan Üçüncü Dünya Savaşı'nın az veya çok yakın gelecekte mutlaka başlangıcı olacaktır.
Kaynakları bakımından mahut Yahudi teşkilâtına gidip dayanan bu cinayetler karşısında Birleşmiş Milletlerin bunamış denebilecek kadar mecalsiz davranışı, yirminci asır insanlığının önderliğini yapan Amerika'nın vicdan kudretsizliğini ortaya koymaktadır. İstiklâl mücadelemizdeki cinayetin karşısında Millet Meclisi'nin şahlanışı ile Erzurumlu Hüseyin Avni'nin "Ey Kâbe-i millet! Sana da mı taarruz?" diye başlayan hitabesi ve onun "Bu bayrağın uğruna yüz bin hoca, yüz bin paşa, yüz bin Ahmet ölsün! Yalnız bir şey yaşasın: O da istiklâl-i millet!" diye davanın işaretini veren muhteşem ihtarı karşısında bugün demokrasinin liderliğini yaptığını zanneden Birleşik Amerika'nın ruhsuzluğu ve hareketsizliği, tarihi olan milletle, tarihsiz milletin karşılaştırmasını, gören gözlerin önüne sermiş bulunuyor. Tarihi olmadığı gibi yine bu sebeple felsefesi ve hikmeti de olmayan bu güler yüzlü yenidünya diktatörünün millî karakteri yoktur. İslâm kültürü erginleşirken adalet ışıklarıyla âleme yayılmıştı. (...)
Amerikalılar 'kültür' adı altında ruh kültürünü yok edici eğitim sistemlerini ve iktisadî tahakkümlerini Avrupa'nın en güçlü milletleri içinde bile yaymak ve yerleştirmek suretiyle, Avrupa'nın ruhunu, bilhassa yetişen nesillerde katletme durumundadırlar.
Biz de ise, Avrupalıların karşı koyduğu mukavemet gücü bulunmadığından, Amerikan faciası hayatımızın her sahasına süratle yayılmakta ve varlığımızı kıskıvrak sarmaktadır. İşin en acıklısı milliyetçi ve dinci geçinen birçokları, sola karşı koyma bahanesiyle, kendilerine sunulan menfaatlere sarılarak, Amerikan tesirlerinin simsarlığını üzerine almış bulunmaktadır. İktisadî hayatımız, gayesi beş-on Yahudi tröstçünün milyarlarına hizmetten başka bir şey olmayan liberal sistemin kucağına, çeşitli bahanelerle ve pek kolaylıkla sığındı. Sonunda bütün dünya milletlerini birer Amerikan pazarı hâline koyacak olan bu sistemin memleketi zenginleştirerek refaha ulaştıracağını söyleyenler, sadece kendi çocuklarına bırakacakları milyonların hesabını pek iyi bildiler. Millet hesabına, gerçekte milletle alay mahiyetinde olan seçim şarlatanlıklarından öte, ortada olmuş ve olacak hiçbir şey yoktur. Memlekete girecek refahın sadakası veya sızıntısı da köylüye ve aşağı tabakaya dağılacakmış. Hakikatte saf dilenci ruhlarını oyalamaktan başka bir esasa dayanmayan bu iddia, servet yoluyla meydana gelen tahakkümün sahasını genişletti ve bütün çalışan zümreleri bir nevi ecir, gerçekte esir sınıflar haline koydu.
Amerika'dan gelen musibetler Okullarımız ve millî eğitim sistemlerimiz, İkinci Dünya Harbi'nden bu yana bol para ile tetkik seyahatine gönderilenlerin gelişigüzel, bir takım şehirlerde görüp öğrendikleri Amerikan pragmatik terbiyesine feda edilmiş bulunuyor. Yakın aylarda tatbik edilip az zamanda terk edilen öğrencilere 100 üzerinden not verme modasına kadar bütün eğitim metotlarımız, körü körüne yapılan Amerikan taklitçiliğinin eseri olmaktadır. Şimdi de psikoloji ve felsefe kitaplarında uygulanan Amerikan sathiliği, Batının üç yüz yıllık kültürü ile beraber Türk kültür ve zihniyetini bütünü ile silip yok etme yolunda yürümektedir. Öğretim programlarında da klâsik kültür esası, aynı pragmatizme, yani hakikati pratik menfaatlerin kucağında arayan Amerikan zihniyetine kurban edilmiştir. Yabancı okul, yabancı dilde öğretim ve fen lisesi modası, Türk milletinin dehasının ayaklar altına alındığının apaçık belirtileridir. Büyük şehirlerimiz şimdiden bir Amerikan hayat pazarıdır. Musikimiz ve danslarımız, düğünlerimiz ve kadın kıyafetlerimiz, flimlerimiz ve Başkent'teki kiralık ilânlarımıza kadar hemen her şeyimiz Amerika'nın kutsallaştırılan varlığına feda edilmiş bulunuyor. Amerika'dan gelebilen bütün fenalıkları kapış kapış yağma etmekte müesseselerimiz sanki yarış halindedirler. Son devrin bütün ahlâk düşüklüklerini oradan aldık.
Bütün fenalıkların kaynağı olan bu ülke, tekniğin kıblesidir ve tekniği kutsallaştıran hırslarımız, ahlâkî varlığımızın katili olmuştur. Kırk yıldan bu yana bizde hırs arttıkça hâkimiyet azaldı. Bu toprak belki yakında Rockefeller ve birçok Johnsonlar yetiştirecektir. Lâkin artık bir Namık Kemâl, bir Hüseyin Avni yetiştiremeyecektir. Uğursuz kıta, milletleri maddî bakımdan sömüren kapitalizmin vatanı olduğu gibi ve onunla yan yana ruhları içten çürüterek yok etmenin yolu olan masonluğun barındığı ülkedir. Birincisi insanlığın maddî iktidarını, ikincisi ise ruhî iktidarını yok edicidir. Yeryüzünde muazzam musibet olan komünizmin süratle ve önüne geçilmez şekilde ilerleyişi ise, kapitalizmin vicdansız darbelerine karşı insanın içinden doğan zaruri bir tepkidir. Ondan da mesul olan, yine Amerikan kapitalizmidir. Amerika bütün bu musibetleri milletlere musallat etmek için, cahillerle mesuliyetsiz, merhametsiz ve menfaatçi zümrelerin hâkimiyetini gerçekleştiren pek berbat bir demokrasi sistemini kullanmaktadır. Eşitlik ve adalet kavramlarını tekmeleyen vicdansız bir kemiyet üstünlüğü, bunu her memlekette dağıtılan menfaatlerle elde etmeye kabiliyetli olan Amerika'nın varlığını, gerçek saadetimizle faziletimizin cellâdı halinde başların üstüne yükseltmiş bulunuyor. İnsanlığa karşı bin yılların Yahudi kin ve menfaatçiliğini ve barbar sömürücülüğünü benimseyerek bunları kendi millî karakteri haline getirmiş olan Amerika, aynı zamanda Batı'nın Ortaçağ barbarları ve Doğu'nun Moğolları kadar kanlı bir hüviyet yaşamaktadır. Barbarlar Roma İmparatorluğu'nun, Moğollar İslâm ve Selçuk medeniyetlerinin katili oldukları gibi, yirminci yüzyılda Amerika, en üstün silâhlarıyla dünyanın en müthiş iki silahıyla, para ile ve atomla milletleri tehdit etme iktidarına sahiptir. (...)
Amerika'nın insanlığı sürüklediği ufuklar karanlık gözüküyor. Ruhların selâmeti, her milletin çocuklarının, Amerika'dan gelecek bütün zehirlere kaşı koyucu iktidarı şuurlandırmaları ile kabil olacaktır.
Bugün İslâm adına İslâm'ı istismar eden kuvvetler, gazetesi ve politika simsarı ile İslâm dünyası için en büyük tehlike olan Amerika nüfuzunun hizmetinde çalışmaktadır. Amerika'nın menfaatlerine aykırı hareketlere toptan "sol" diye itham damgasını yapıştıranlar, farkında olsalar da olmasalar da, tröstçü Yahudi'nin Doğu'da uşaklığını yapıyorlar. Bin yıllık ruh ve ahlâk yapımızı koruyabilmek için, her şeyden önce Amerika'dan gelecek her şeyi reddetmekten başka yol yoktur. Acılarımızı sol'un ve hiçbir zaman "sağ" olmaması lâzım gelen Amerika'nın varlığından uzaklarda, kendi tarih ve mukaddesatımızın mihveri üzerinde ele alarak tedaviye çalışmazsak, ruhumuzun istiklâline yakın bir istikbalde veda etmemiz lâzım gelecektir. . Nurettin Topçu imzalı bu nefis yazı, Haziran 1968 tarihli Hareket dergisinde yayınlanmıştır.
Nurettin Topçu |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.