Keşfedilmemiş kayıp medeniyet Osmanlı
Osmanlı tarihi hâlâ büyük ölçüde esrarını muhafaza ediyor.
Osmanlı tarihi hâlâ büyük ölçüde esrarını muhafaza ediyor. Keşfedilmemiş kayıp bir medeniyet ya da kıta olarak Osmanlı, tarihçilerin ve tarih okurlarının merak ve ilgisini cezbetmeye devam ediyor.
Söyleşi: Kürşat YEŞİLDERE
Öncelikle son kitabınız "Osmanlı'nın Gizli Tarihi"nin içeriğini konuşalım, bu kitap bize ne diyor? Osmanlıyı neden tam olarak keşfedemedik?
Osmanlı tarihi hâlâ büyük ölçüde esrarını muhafaza ediyor. Keşfedilmemiş kayıp bir medeniyet ya da kıta olarak Osmanlı, tarihçilerin ve tarih okurlarının merak ve ilgisini cezbetmeye devam ediyor. Biz de eserimizde, Osmanlı'daki kimi çetrefilli, tartışmalı hâdisenin ve muammalı şahsiyetin sırlarla dolu saklı çehresini; yakın tarihimizin bilinmeyen, unutulmaya yüz tutmuş ve münakaşaların bir türlü durulmadığı mühim bazı kesitlerinin esrarlı içyüzünü aydınlığa kavuşturmaya çalışıyoruz. Bu anlamda kitabımızın, Osmanlı ve yakın tarihimizin tozlu sayfaları üzerindeki kalın tabakayı kaldırma, hadiselerin üzerindeki esrar perdesini aralama adına önemli bir ipucu ve anahtar vazifesi göreceğini ümit ediyorum. Eser, genel okuyucu kitlesine hitap eden, onların Osmanlı'ya olan ilgi ve merakını müspet manada kamçılayıcı bir niteliğe sahip.
Avrupa Osmanlı'yı taklit ederdi
"Gizli Tarih" isminden yola çıkarak şöyle soralım: Eserde hangi bilinmeyen, gizemini koruyan ilginç olaylara yer verdiniz, birkaç misalle örneklendirebilir miyiz?
Mesela Avrupalılar tarafından Türk Asrı olarak anılan 15. ve 16. yüzyıllarda Batı'da, Osmanlılaşma akımının ve modasının çok enteresan bir biçimde yaygınlaşıp kök saldığını ve Avrupalı milletlerin Osmanlı'yı taklit ettiklerini, tarih keşfedilmeyi bekleyen bir sır olarak koynunda saklıyor. O kadar ki, bu durum Avrupa'da sanattan mimariye, müzikten edebiyata, giyimden yemeğe kadar oldukça geniş bir yelpazede varlığını hissettirmiş ve büyük halk kitleleri, sanat ve sosyete çevreleri, aydın ve devlet kesiminde hatırı sayılır ölçüde taraftar ve sempatizan toplamış. Hatta evlerinde "Osmanlı Köşesi" bulundurmayan sosyete mensupları ayıplanır hale gelmiş. Kitapta bu gizemli gelişmeyle ilgili çok enteresan ayrıntılar var. Kitapta yer verdiğimiz sırlı gelişmelerden biri de Osmanlı-Amerika ilişkileri ve Osmanlı'nın, Müslümanların ABD tarihindeki silinemez ve yabana atılamaz büyük izidir. ABD'nin Kristof Kolomb tarafından sözde keşfinin bilinmeyen içyüzü ve bununla Osmanlı'nın ilişkisine dair inanılması oldukça güç son bilgileri ve araştırmaları aktardık. Bu noktada Müslümanların, daha Hz. Ali ve Hz. Osman döneminde Amerika'ya ulaştıklarından, kıtanın varlığından 1000 yıllarında ilmen ilk defa bahsedenin Müslüman bilgin Biruni olduğundan, Müslüman âlim ve kâşiflerce Amerika'nın Kolomb'dan daha asırlar önce varlığından söz ettiklerinden ve Kolomb'un da başta İbni Rüşd olmak üzere birçok Müslüman kâşif ve bilginin eserleri ve tecrübelerinden istifade ettiğini ayrıntılı bir biçimde ele aldık. Osmanlı denizcilerinin de 15. Yüzyılda Amerika'nın doğu kıyılarına kadar gittiği, bugünkü Büyük Türk Takımadalarının ilk kâşifi olduklarından ve Piri Reis'in meşhur Kitâb-ı Bahriyesinde Amerika'nın Osmanlılar tarafından resmen keşfinin Kolomb'tan 29 yıl önce 1463'de Antilya ismiyle yapıldığını belirttiğinden de ayrıntılı olarak söz ettik. Hatta Kolomb'un Sultan II. Beyazıd'dan yardım istediği, Osmanlıların kıtayı bildikleri için iltifat etmedikleri ve daha da ilginci Barbaros'un Kanunî'ye buranın fethedilmesi için başvurduğu, padişahın da çok uzak olduğundan vazgeçilmesini istediği ile ilgili ağzı açılmamış bilgiler mevcut.
Bir de son yıllarda Avrupa'da sık sık gündeme gelen Peygamber Efendimize hakaret içeren çirkin saldırıların Osmanlı zamanındaki tarihi geçmişi üzerine son derece dikkat çekici, teferruatlı müthiş bilgiler kaydettik.
Batılılar dışardan Jön Türkler içerden
Osmanlı'nın Yükseliş döneminden ziyade gerileyiş ve yıkılış dönemleri daha çok tartışılıyor. Sizde bu alanda bir tartışmaya girmişsiniz. Kitapta Osmanlı'nın yıkılışında rol oynayan kişi ve kesimlere yönelik önemli bir yer var. Biraz bu konuyu açabilir misiniz?
Osmanlı'nın son devir Dışişleri Bakanlarından Fuad Paşa'nın da dediği gibi, yüzyıllardır Batılı devletler dışarıdan, Tanzimatçılar, Jön Türkler ve İttihatçılar da içeriden, çok defa elbirliği ve çıkar birliği ederek Osmanlı Devleti'ni çökertmeye çalışmışlardır. Başta İngiltere ve Rusya olmak üzere tüm düvel-i muazzama, Osmanlı'yı yıkmak ve terekesini paylaşmak için Şark Meselesi dâhilinde asırlarca plan üstüne plan yaptılar, kazmadık kuyu, çevirmedik dümen bırakmadılar. Osmanlı, Haçlı-Siyon ittifakına ve onların içerdeki uzantılarının çeşitli hain komplolarına maalesef kurban gitmiştir. Kitapta Osmanlı aleyhinde kurulan bu emperyalist tezgâha ve şebekeye işaret etmek için özellikle üç kişinin rolü üzerinde durdum: Theodor Herzl, Zaharoff ve Enver Paşa.
Sultan II. Abdülhamid, Yahudilerin Filistin'deki emellerinin önüne âdeta heykel gibi dikilince, Siyonistler, Theodor Herzl liderliğinde onu tahttan indirme kararına varmışlar ve İttihatçıların 1908 Meşrutiyet Hareketi ile 31 Mart Vakası'nda aktif rol almışlardır. Bu çerçevede İttihatçıları, mason örgütleri kanalıyla bütün güçleriyle destekleyip gizli işbirliği içerisine girmişlerdir. Öyle ki Abdülhamid'in tahttan indirilmesi karşısında Siyonistler adeta bayram etmişlerdi. Abdülhamid'i devirmek hedeflerine ulaşmaya yetmeyince ve İttihatçılardan da aradıklarını bulamayınca, bu defa Osmanlı Devleti'ni yıkma planına devreye sokmakta herhangi bir sakınca görmemişlerdir. Osmanlı'yı yıkma ve Filistin'de bir Siyon Devleti kurma amacına hizmet etmesi noktasında I. Dünya Harbi Siyonistlerin karşısına altın bir fırsat olarak çıkacaktır. Bu maksatla, 500 asker ve 750 katırdan mürekkep bir "Siyon Katır Alayı" oluşturarak, cephe gerisinde müttefiklere yardım etmek düşüncesiyle Çanakkale'ye gelmişlerdir. Ardında da Kudüs ve Filistin'i Osmanlı'dan almak için bu sefer Sina-Filistin Cephesinde savaşmak üzere Vlademir Jabodinsky'nin organizatörlüğünde, "Kral Askerleri" ismiyle 5000 kişilik 4 alay tesis etmişlerdir. Siyonistlerin I. Dünya Savaşı'ndaki bu göstermelik yardımları, harbin sonunda bu bölgenin İngiliz mandasına girmesiyle birlikte semeresini vermiş ve İngilizlerin yardımıyla Yahudilerin Filistin ve çevresinde İsrail Devleti'ni inşa etmeleri için gerekli zemin ve şartlar oluşmuştur.
İstiklal Harbi'ni kim ve neden başlattı?
Bu bağlamda yakın tarihin kimi tartışmalı ve karanlıkta kalmış konularını da aydınlatmaya çalışmışsınız.
Millî Mücadele'nin en çok tartışılan, Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışı ve İstiklal Harbi'ni kimin başlattığı hâdisesinin tarihî arka planı, ilmî ve objektif bir nazarla belgeler ışığında netleştirilmeye ve zihinlerdeki muammalı sorulara tatminkâr cevaplar vermeye çalıştım. Hain yaftası vurulan Sultan Vahdeddin'in Millî Mücadele'yi başlatmadaki inkâr edilemez büyük rolü ve gurbet hayatında başına gelen acı olayları, kendisine yapılan çirkin tekliflere karşı takındığı haysiyetli tavırları ve tahttan hacizli tabuta uzanan bu sefil gurbet yıllarında Cumhuriyet Türkiye'sine bakışını ortaya koyarak, hain olup olmadığını tarihi gerçekler ışığında aydınlatmaya ve netleştirmeye gayret ettim.
Osmanlı'nın sırlı ve manevi cephesi
Bunların dışında, kitapta dikkat çeken bir başka bölüm daha var. Osmanlı tarihindeki bir kısım sırlı, esrarengiz olaylara da değiniyorunuz. Nedir bu esrarengiz olaylar?
Osmanlı tarihindeki pek çok hadisenin, görünürdeki sebepler ve gelişiminde rol oynayan fiziki faktörler haricinde, görünmeyen, sırlı ve manevi cephesinde cereyan eden metafizik unsurların da belirleyici olduğunu göz ardı edemeyiz. Osmanlı Devleti'nin kurulması, manevi temellerinin atılması ve ideal yapısına kavuşmasında başta Şeyh Edebali olmak üzere Emir Sultanlar, Somuncu Babalar, Hacı Bayram Veliler, Akşemseddinler, Zembilli Ali Efendiler, Ebusuud Efendiler gibi din büyüklerinin ve çeşitli tarikatların manevi rolünü ve payını yabana atamayız. Bir Bursa'nın fethinde Geyikli Baba'nın, Niğbolu zaferinde Emir Sultan'ın; İstanbul'un fethinde Kur'an ve hadislerdeki manevi işaretlerin, Hacı Bayram Veli'nin kerametinin, Hızır (a.s.)'ın, Şeyh Ubeydullah Ahrar ve Akşemseddin'in manevi yardımlarını; Yavuz'un asırlardır geçilemeyen korkunç Sina Çölünü geçmesinde Muhyiddin Arabi'nin manevi himmetini asla görmezden gelemeyiz. Ayrıca gaza ülküsünü, ilayı kelimetullah davasını ve peygamber sevgisini, devletinin temeli ve varlık sebebi olarak bayraklaştıran Osmanlı'nın giriştiği pek çok fetihte, manevi unsurları ve olayların metafizik cephesini de dikkate almak durumundayız. Örnek teşkil etmesi açısından İstanbul'un fethi ve Çanakkale zaferinde söz konusu manevi dinamiklerin etkisine kitabımızda geniş yer verdik. Dilerseniz Çanakkale zaferiyle alakalı mucizevî bir hadiseyi burada okuyucularla paylaşayım:
Hadise, 1928'de Medine-i Münevvere'de, Alasonyalı Cemal Öğüt Hoca ile Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) türbedarı arasında geçiyor. Türbedar, tam bir Osmanlı hayranıdır; Osmanlı ile oturuyor, Osmanlı ile kalkıyor. Cemal Öğüt Hoca, bir gün dayanamaz sorar: "Niçin bu derece Osmanlı muhabbeti? Neden Allah ve Resulünün muhabbeti, Osmanlı'yı sevmeyi gerektirir?" Türbedar, "Osmanlı'yı, İslâm namına sevmek için şu hatıram sana yeter" der ve yaşadığı şu olayı anlatır: 1915 yılında, Hindistan'dan Allah dostu bir zat, hacdan evvel Resulullah'ı ziyaret için Medine'ye teşrif etmişti. Bir türlü gözünün yaşı, gönlünün kederi dinmiyordu. Bu hüznün günlerce geçmediğini görünce sebebini sordum: "Burası, Cennet bahçesi, Resulullah'ın mescidi, makamı... Neden bu ziyaret sizi sevindirmiyor; yoksa gözünüzden akan sevinç gözyaşları mı?" Gözyaşları çoğalan Hindistanlı âlim şu cevabı verdi: "Bunca yıl sonra nasip oldu, o Güzeller Güzeli'ni ziyarete geldim, özlem giderecektim. Fakat müşahede ettim ki, Resulallah makamında değil. Resulullah niçin burada değil; yoksa benim kalp gözüm mü körelmiş? Hangi günahım O'nun varlığını hissetmeye, O'nunla dolmaya engeldir? Geldim geleli bu düşüncelerle perişanım!" Bu sözler üzerine hayretler içerisinde kaldım ve ne diyeceğimi bilemedim. Gece rüyamda Hz. Peygamber'i gördüm. Hz. Muhammed (s.a.v.) bana şunları söyledi: "Evet, hissedilen doğrudur. Ben şimdi Medine'mde değilim, Çanakkale'deyim. Çok zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Şimdi onlara yardım ediyorum."
Siyonistlerin zulüm ve soykırımı sürüyor
Kitabımın son bölümünü, Osmanlı-Ortadoğu, Ortadoğu-Batı ilişkileri ve Osmanlı'nın arka bahçesi Ortadoğu'da süre giden olayların can alıcı kilometre taşlarına ayırdım. Osmanlı'nın yokluğunda barış ve istikrara hasret kalan, fırtınaların hiç kesilmediği mahzun coğrafya Ortadoğu'nun başına gelenlerin sırlı geçmişi ile Haçlı Seferlerinden İsrail'in kurulmasına, oradan da ABD'nin Irak'ı işgaline kadar Haçlılar ve Siyonistlerin Bereketli Hilâl Toprakları'na yönelik dinmek bilmeyen hayâsız saldırılarının, işleye geldikleri terör ve soykırım girişimlerinin kanlı ve köktendinci temellerini deşifre etmeye çabaladım. Kudüs merkezli Filistin toprakları ve topyekûn Ortadoğu, Müslümanların, Osmanlı'nın elinden çıktığından beridir Batılı emperyalistlerin ve Siyonistlerin zulüm ve soykırımına, hüzün ve esaretine maruz kalmaktan ne yazık ki kurtulamadı. Bugün İsrail, kan deryası üzerinde yükselen, kendini Ortadoğu, hatta tüm dünyadan soyutlayan bir terör ve soykırım adası haline gelmiş vaziyettedir. Filistin de ne yazık ki koca bir kan gölüne ve kabristana dönüşmüş haldedir. İsrail terörünü alevlendiren en önemli faktörler, İsrail'in köktenci Tevrat öğretileri, Batının ve bilhassa ABD'nin tipik çifte standart anlayışı ve Bush idaresindeki Washington yönetimine arız olan Evanjelik köktenciliktir. ABD'nin, İsrail'e karşı duyarsız kalması, Bush'un bağlı bulunduğu Evanjelist görüşün etkisinde kalarak eleştirmeyen bir desteğin İsrail'e sağlanmasından kaynaklandığı bir gerçektir. Şurası muhakkak ki, Haçlılar ve Siyonistler, Kudüs ve Filistin'de hep terör estirdiler, kan ve gözyaşına doymak bilmediler.
Yaşanan yürek dağlayıcı hâdiseler Müslümanlara en çok da Osmanlı'yı hatırlatmakta; Osmanlı'nın İslâmiyet'ten kaynağını alan, huzur ve merhametini büyük bir hasret ve inkisarla aramalarına, sık sık Osmanlı'nın ruhunu geri çağırmalarına vesile olmaktadır. Kudüs ve Ortadoğu'da barış ve adaleti sağlamada model arayışlarının odak noktasında en fazla da Osmanlı bulunmakta ve dinmek bilmeyen çatışmaların durulması, durmadan kanayan yaranın kapanması için Osmanlı Modeli, bugün tek alternatif olarak tarafların karşısına çıkmaktadır. Hâsılı, Osmanlı'nın yaptığı gibi Kudüs'ün üç dinin aynı ölçüde kutsal merkezi olduğu dikkate alınır; buradaki her dine ait mukaddes mekân ve mabetlere hürmet ve özen gösterilir ve her türlü dinî inanca tam bir hürriyet bahşedilirse, bölgede ceddimizin dört asır boyunca hâkim kıldığı barış ve istikrar neden yeniden inşa edilmesin? Ancak Kudüs, İsrail'in başkenti olmaktan, Filistin, ırkçı Siyonizm'in hâkimiyet ve zulmünden mutlaka kurtarılmalıdır. Görünen o ki, Yeni Dünya Düzensizliğinden türeme Büyük Ortadoğu Projesi, İsrail terörü durdurulmadıkça, kanayan yara Filistin Meselesi çözülmedikçe ve Irak'taki işgal ve karmaşa sona erdirilmedikçe hep bir kuru laf ve aldatmaca olarak kalacak ve bölgede barış ve istikrar daha uzunca bir süre seraptan ibaret kalacaktır.
Milli Gazete
Osmanlı tarihi hâlâ büyük ölçüde esrarını muhafaza ediyor.
Osmanlı tarihi hâlâ büyük ölçüde esrarını muhafaza ediyor. Keşfedilmemiş kayıp bir medeniyet ya da kıta olarak Osmanlı, tarihçilerin ve tarih okurlarının merak ve ilgisini cezbetmeye devam ediyor.
Söyleşi: Kürşat YEŞİLDERE
Öncelikle son kitabınız "Osmanlı'nın Gizli Tarihi"nin içeriğini konuşalım, bu kitap bize ne diyor? Osmanlıyı neden tam olarak keşfedemedik?
Osmanlı tarihi hâlâ büyük ölçüde esrarını muhafaza ediyor. Keşfedilmemiş kayıp bir medeniyet ya da kıta olarak Osmanlı, tarihçilerin ve tarih okurlarının merak ve ilgisini cezbetmeye devam ediyor. Biz de eserimizde, Osmanlı'daki kimi çetrefilli, tartışmalı hâdisenin ve muammalı şahsiyetin sırlarla dolu saklı çehresini; yakın tarihimizin bilinmeyen, unutulmaya yüz tutmuş ve münakaşaların bir türlü durulmadığı mühim bazı kesitlerinin esrarlı içyüzünü aydınlığa kavuşturmaya çalışıyoruz. Bu anlamda kitabımızın, Osmanlı ve yakın tarihimizin tozlu sayfaları üzerindeki kalın tabakayı kaldırma, hadiselerin üzerindeki esrar perdesini aralama adına önemli bir ipucu ve anahtar vazifesi göreceğini ümit ediyorum. Eser, genel okuyucu kitlesine hitap eden, onların Osmanlı'ya olan ilgi ve merakını müspet manada kamçılayıcı bir niteliğe sahip.
Avrupa Osmanlı'yı taklit ederdi
"Gizli Tarih" isminden yola çıkarak şöyle soralım: Eserde hangi bilinmeyen, gizemini koruyan ilginç olaylara yer verdiniz, birkaç misalle örneklendirebilir miyiz?
Mesela Avrupalılar tarafından Türk Asrı olarak anılan 15. ve 16. yüzyıllarda Batı'da, Osmanlılaşma akımının ve modasının çok enteresan bir biçimde yaygınlaşıp kök saldığını ve Avrupalı milletlerin Osmanlı'yı taklit ettiklerini, tarih keşfedilmeyi bekleyen bir sır olarak koynunda saklıyor. O kadar ki, bu durum Avrupa'da sanattan mimariye, müzikten edebiyata, giyimden yemeğe kadar oldukça geniş bir yelpazede varlığını hissettirmiş ve büyük halk kitleleri, sanat ve sosyete çevreleri, aydın ve devlet kesiminde hatırı sayılır ölçüde taraftar ve sempatizan toplamış. Hatta evlerinde "Osmanlı Köşesi" bulundurmayan sosyete mensupları ayıplanır hale gelmiş. Kitapta bu gizemli gelişmeyle ilgili çok enteresan ayrıntılar var. Kitapta yer verdiğimiz sırlı gelişmelerden biri de Osmanlı-Amerika ilişkileri ve Osmanlı'nın, Müslümanların ABD tarihindeki silinemez ve yabana atılamaz büyük izidir. ABD'nin Kristof Kolomb tarafından sözde keşfinin bilinmeyen içyüzü ve bununla Osmanlı'nın ilişkisine dair inanılması oldukça güç son bilgileri ve araştırmaları aktardık. Bu noktada Müslümanların, daha Hz. Ali ve Hz. Osman döneminde Amerika'ya ulaştıklarından, kıtanın varlığından 1000 yıllarında ilmen ilk defa bahsedenin Müslüman bilgin Biruni olduğundan, Müslüman âlim ve kâşiflerce Amerika'nın Kolomb'dan daha asırlar önce varlığından söz ettiklerinden ve Kolomb'un da başta İbni Rüşd olmak üzere birçok Müslüman kâşif ve bilginin eserleri ve tecrübelerinden istifade ettiğini ayrıntılı bir biçimde ele aldık. Osmanlı denizcilerinin de 15. Yüzyılda Amerika'nın doğu kıyılarına kadar gittiği, bugünkü Büyük Türk Takımadalarının ilk kâşifi olduklarından ve Piri Reis'in meşhur Kitâb-ı Bahriyesinde Amerika'nın Osmanlılar tarafından resmen keşfinin Kolomb'tan 29 yıl önce 1463'de Antilya ismiyle yapıldığını belirttiğinden de ayrıntılı olarak söz ettik. Hatta Kolomb'un Sultan II. Beyazıd'dan yardım istediği, Osmanlıların kıtayı bildikleri için iltifat etmedikleri ve daha da ilginci Barbaros'un Kanunî'ye buranın fethedilmesi için başvurduğu, padişahın da çok uzak olduğundan vazgeçilmesini istediği ile ilgili ağzı açılmamış bilgiler mevcut.
Bir de son yıllarda Avrupa'da sık sık gündeme gelen Peygamber Efendimize hakaret içeren çirkin saldırıların Osmanlı zamanındaki tarihi geçmişi üzerine son derece dikkat çekici, teferruatlı müthiş bilgiler kaydettik.
Batılılar dışardan Jön Türkler içerden
Osmanlı'nın Yükseliş döneminden ziyade gerileyiş ve yıkılış dönemleri daha çok tartışılıyor. Sizde bu alanda bir tartışmaya girmişsiniz. Kitapta Osmanlı'nın yıkılışında rol oynayan kişi ve kesimlere yönelik önemli bir yer var. Biraz bu konuyu açabilir misiniz?
Osmanlı'nın son devir Dışişleri Bakanlarından Fuad Paşa'nın da dediği gibi, yüzyıllardır Batılı devletler dışarıdan, Tanzimatçılar, Jön Türkler ve İttihatçılar da içeriden, çok defa elbirliği ve çıkar birliği ederek Osmanlı Devleti'ni çökertmeye çalışmışlardır. Başta İngiltere ve Rusya olmak üzere tüm düvel-i muazzama, Osmanlı'yı yıkmak ve terekesini paylaşmak için Şark Meselesi dâhilinde asırlarca plan üstüne plan yaptılar, kazmadık kuyu, çevirmedik dümen bırakmadılar. Osmanlı, Haçlı-Siyon ittifakına ve onların içerdeki uzantılarının çeşitli hain komplolarına maalesef kurban gitmiştir. Kitapta Osmanlı aleyhinde kurulan bu emperyalist tezgâha ve şebekeye işaret etmek için özellikle üç kişinin rolü üzerinde durdum: Theodor Herzl, Zaharoff ve Enver Paşa.
Sultan II. Abdülhamid, Yahudilerin Filistin'deki emellerinin önüne âdeta heykel gibi dikilince, Siyonistler, Theodor Herzl liderliğinde onu tahttan indirme kararına varmışlar ve İttihatçıların 1908 Meşrutiyet Hareketi ile 31 Mart Vakası'nda aktif rol almışlardır. Bu çerçevede İttihatçıları, mason örgütleri kanalıyla bütün güçleriyle destekleyip gizli işbirliği içerisine girmişlerdir. Öyle ki Abdülhamid'in tahttan indirilmesi karşısında Siyonistler adeta bayram etmişlerdi. Abdülhamid'i devirmek hedeflerine ulaşmaya yetmeyince ve İttihatçılardan da aradıklarını bulamayınca, bu defa Osmanlı Devleti'ni yıkma planına devreye sokmakta herhangi bir sakınca görmemişlerdir. Osmanlı'yı yıkma ve Filistin'de bir Siyon Devleti kurma amacına hizmet etmesi noktasında I. Dünya Harbi Siyonistlerin karşısına altın bir fırsat olarak çıkacaktır. Bu maksatla, 500 asker ve 750 katırdan mürekkep bir "Siyon Katır Alayı" oluşturarak, cephe gerisinde müttefiklere yardım etmek düşüncesiyle Çanakkale'ye gelmişlerdir. Ardında da Kudüs ve Filistin'i Osmanlı'dan almak için bu sefer Sina-Filistin Cephesinde savaşmak üzere Vlademir Jabodinsky'nin organizatörlüğünde, "Kral Askerleri" ismiyle 5000 kişilik 4 alay tesis etmişlerdir. Siyonistlerin I. Dünya Savaşı'ndaki bu göstermelik yardımları, harbin sonunda bu bölgenin İngiliz mandasına girmesiyle birlikte semeresini vermiş ve İngilizlerin yardımıyla Yahudilerin Filistin ve çevresinde İsrail Devleti'ni inşa etmeleri için gerekli zemin ve şartlar oluşmuştur.
İstiklal Harbi'ni kim ve neden başlattı?
Bu bağlamda yakın tarihin kimi tartışmalı ve karanlıkta kalmış konularını da aydınlatmaya çalışmışsınız.
Millî Mücadele'nin en çok tartışılan, Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışı ve İstiklal Harbi'ni kimin başlattığı hâdisesinin tarihî arka planı, ilmî ve objektif bir nazarla belgeler ışığında netleştirilmeye ve zihinlerdeki muammalı sorulara tatminkâr cevaplar vermeye çalıştım. Hain yaftası vurulan Sultan Vahdeddin'in Millî Mücadele'yi başlatmadaki inkâr edilemez büyük rolü ve gurbet hayatında başına gelen acı olayları, kendisine yapılan çirkin tekliflere karşı takındığı haysiyetli tavırları ve tahttan hacizli tabuta uzanan bu sefil gurbet yıllarında Cumhuriyet Türkiye'sine bakışını ortaya koyarak, hain olup olmadığını tarihi gerçekler ışığında aydınlatmaya ve netleştirmeye gayret ettim.
Osmanlı'nın sırlı ve manevi cephesi
Bunların dışında, kitapta dikkat çeken bir başka bölüm daha var. Osmanlı tarihindeki bir kısım sırlı, esrarengiz olaylara da değiniyorunuz. Nedir bu esrarengiz olaylar?
Osmanlı tarihindeki pek çok hadisenin, görünürdeki sebepler ve gelişiminde rol oynayan fiziki faktörler haricinde, görünmeyen, sırlı ve manevi cephesinde cereyan eden metafizik unsurların da belirleyici olduğunu göz ardı edemeyiz. Osmanlı Devleti'nin kurulması, manevi temellerinin atılması ve ideal yapısına kavuşmasında başta Şeyh Edebali olmak üzere Emir Sultanlar, Somuncu Babalar, Hacı Bayram Veliler, Akşemseddinler, Zembilli Ali Efendiler, Ebusuud Efendiler gibi din büyüklerinin ve çeşitli tarikatların manevi rolünü ve payını yabana atamayız. Bir Bursa'nın fethinde Geyikli Baba'nın, Niğbolu zaferinde Emir Sultan'ın; İstanbul'un fethinde Kur'an ve hadislerdeki manevi işaretlerin, Hacı Bayram Veli'nin kerametinin, Hızır (a.s.)'ın, Şeyh Ubeydullah Ahrar ve Akşemseddin'in manevi yardımlarını; Yavuz'un asırlardır geçilemeyen korkunç Sina Çölünü geçmesinde Muhyiddin Arabi'nin manevi himmetini asla görmezden gelemeyiz. Ayrıca gaza ülküsünü, ilayı kelimetullah davasını ve peygamber sevgisini, devletinin temeli ve varlık sebebi olarak bayraklaştıran Osmanlı'nın giriştiği pek çok fetihte, manevi unsurları ve olayların metafizik cephesini de dikkate almak durumundayız. Örnek teşkil etmesi açısından İstanbul'un fethi ve Çanakkale zaferinde söz konusu manevi dinamiklerin etkisine kitabımızda geniş yer verdik. Dilerseniz Çanakkale zaferiyle alakalı mucizevî bir hadiseyi burada okuyucularla paylaşayım:
Hadise, 1928'de Medine-i Münevvere'de, Alasonyalı Cemal Öğüt Hoca ile Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) türbedarı arasında geçiyor. Türbedar, tam bir Osmanlı hayranıdır; Osmanlı ile oturuyor, Osmanlı ile kalkıyor. Cemal Öğüt Hoca, bir gün dayanamaz sorar: "Niçin bu derece Osmanlı muhabbeti? Neden Allah ve Resulünün muhabbeti, Osmanlı'yı sevmeyi gerektirir?" Türbedar, "Osmanlı'yı, İslâm namına sevmek için şu hatıram sana yeter" der ve yaşadığı şu olayı anlatır: 1915 yılında, Hindistan'dan Allah dostu bir zat, hacdan evvel Resulullah'ı ziyaret için Medine'ye teşrif etmişti. Bir türlü gözünün yaşı, gönlünün kederi dinmiyordu. Bu hüznün günlerce geçmediğini görünce sebebini sordum: "Burası, Cennet bahçesi, Resulullah'ın mescidi, makamı... Neden bu ziyaret sizi sevindirmiyor; yoksa gözünüzden akan sevinç gözyaşları mı?" Gözyaşları çoğalan Hindistanlı âlim şu cevabı verdi: "Bunca yıl sonra nasip oldu, o Güzeller Güzeli'ni ziyarete geldim, özlem giderecektim. Fakat müşahede ettim ki, Resulallah makamında değil. Resulullah niçin burada değil; yoksa benim kalp gözüm mü körelmiş? Hangi günahım O'nun varlığını hissetmeye, O'nunla dolmaya engeldir? Geldim geleli bu düşüncelerle perişanım!" Bu sözler üzerine hayretler içerisinde kaldım ve ne diyeceğimi bilemedim. Gece rüyamda Hz. Peygamber'i gördüm. Hz. Muhammed (s.a.v.) bana şunları söyledi: "Evet, hissedilen doğrudur. Ben şimdi Medine'mde değilim, Çanakkale'deyim. Çok zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Şimdi onlara yardım ediyorum."
Siyonistlerin zulüm ve soykırımı sürüyor
Kitabımın son bölümünü, Osmanlı-Ortadoğu, Ortadoğu-Batı ilişkileri ve Osmanlı'nın arka bahçesi Ortadoğu'da süre giden olayların can alıcı kilometre taşlarına ayırdım. Osmanlı'nın yokluğunda barış ve istikrara hasret kalan, fırtınaların hiç kesilmediği mahzun coğrafya Ortadoğu'nun başına gelenlerin sırlı geçmişi ile Haçlı Seferlerinden İsrail'in kurulmasına, oradan da ABD'nin Irak'ı işgaline kadar Haçlılar ve Siyonistlerin Bereketli Hilâl Toprakları'na yönelik dinmek bilmeyen hayâsız saldırılarının, işleye geldikleri terör ve soykırım girişimlerinin kanlı ve köktendinci temellerini deşifre etmeye çabaladım. Kudüs merkezli Filistin toprakları ve topyekûn Ortadoğu, Müslümanların, Osmanlı'nın elinden çıktığından beridir Batılı emperyalistlerin ve Siyonistlerin zulüm ve soykırımına, hüzün ve esaretine maruz kalmaktan ne yazık ki kurtulamadı. Bugün İsrail, kan deryası üzerinde yükselen, kendini Ortadoğu, hatta tüm dünyadan soyutlayan bir terör ve soykırım adası haline gelmiş vaziyettedir. Filistin de ne yazık ki koca bir kan gölüne ve kabristana dönüşmüş haldedir. İsrail terörünü alevlendiren en önemli faktörler, İsrail'in köktenci Tevrat öğretileri, Batının ve bilhassa ABD'nin tipik çifte standart anlayışı ve Bush idaresindeki Washington yönetimine arız olan Evanjelik köktenciliktir. ABD'nin, İsrail'e karşı duyarsız kalması, Bush'un bağlı bulunduğu Evanjelist görüşün etkisinde kalarak eleştirmeyen bir desteğin İsrail'e sağlanmasından kaynaklandığı bir gerçektir. Şurası muhakkak ki, Haçlılar ve Siyonistler, Kudüs ve Filistin'de hep terör estirdiler, kan ve gözyaşına doymak bilmediler.
Yaşanan yürek dağlayıcı hâdiseler Müslümanlara en çok da Osmanlı'yı hatırlatmakta; Osmanlı'nın İslâmiyet'ten kaynağını alan, huzur ve merhametini büyük bir hasret ve inkisarla aramalarına, sık sık Osmanlı'nın ruhunu geri çağırmalarına vesile olmaktadır. Kudüs ve Ortadoğu'da barış ve adaleti sağlamada model arayışlarının odak noktasında en fazla da Osmanlı bulunmakta ve dinmek bilmeyen çatışmaların durulması, durmadan kanayan yaranın kapanması için Osmanlı Modeli, bugün tek alternatif olarak tarafların karşısına çıkmaktadır. Hâsılı, Osmanlı'nın yaptığı gibi Kudüs'ün üç dinin aynı ölçüde kutsal merkezi olduğu dikkate alınır; buradaki her dine ait mukaddes mekân ve mabetlere hürmet ve özen gösterilir ve her türlü dinî inanca tam bir hürriyet bahşedilirse, bölgede ceddimizin dört asır boyunca hâkim kıldığı barış ve istikrar neden yeniden inşa edilmesin? Ancak Kudüs, İsrail'in başkenti olmaktan, Filistin, ırkçı Siyonizm'in hâkimiyet ve zulmünden mutlaka kurtarılmalıdır. Görünen o ki, Yeni Dünya Düzensizliğinden türeme Büyük Ortadoğu Projesi, İsrail terörü durdurulmadıkça, kanayan yara Filistin Meselesi çözülmedikçe ve Irak'taki işgal ve karmaşa sona erdirilmedikçe hep bir kuru laf ve aldatmaca olarak kalacak ve bölgede barış ve istikrar daha uzunca bir süre seraptan ibaret kalacaktır.
Milli Gazete
--
Blog Adresim
http://sivilinisiyatif.blogspot.com
-------------------------------------------------------------------------
İster Mermi Kullansın, İster Oy Pusulası,
İnsan iyi nişan almalı, kuklayı değil kuklacıyı vurmalı...
-------------------------------------------------------------------------
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA (Son Günleri/Suikast):
http://www.youtube.com/watch?v=Vf8_oZf7nRo#GU5U2spHI_4
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.