HAYDUT DEVLETLER
"Haydut devlet" kavramı bugün politika planlamasında ve analizinde etkin bir rol oynamaktadır. Mevcut Irak krizi bunun yalnızca en son örneğidir. Washington ve Londra, Irak'ı komşuları ve bütün dünya için bir tehdit oluşturan "haydut bir devlet" olarak ilan ettiler. Irak "yasadışı" bir ulustur.
Dünya düzeninin bekçileri, ABD ve -yarım yüzyıl önce İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın hüzünle kullandığı bir terimi benimsersek -onun "küçük ortağı" İngiltere tarafından zapturapt altına alınması gereken, Hitler'in onda yeniden bedenlendiği birisi tarafından yönetilmektedir. Kavram yakından ele alınmayı hak etmektedir. Fakat önce, mevcut krizde nasıl uygulandığına bir bakalım.
Irak krizi hakkındaki tartışmanın en ilginç özelliği, böyle bir tartışmanın hiçbir zaman yapılmamış olmasıdır. Doğru, pek çok sözcük sarf edildi ve nasıl hareket edilmesi gerektiği üzerine tartışmalar yapıldı. Fakat tartışma şu aşikar yanıtı dışlayan katı sınırlar içinde tutuldu:
ABD ve İngiltere kendi yasalarına ve anlaşma yükümlülüklerine uygun olarak hareket etmek zorundadır.
İlgili hukuki çerçeve Birleşmiş Milletler Şartı'nda formüle edilmiştir. BM Şartı, uluslararası hukuk ve dünya düzeninin temeli olarak tanınan "bağlayıcı bir anlaşmadır" ve ABD anayasasına göre "ülkenin en üstün yasasıdır."
BM Şartı, "Güvenlik Konseyi barışa karşı herhangi bir tehdidin varlığını, barışın bozulmasını ya da saldırı edimini tespit eder ve tavsiyelerde bulunur veya 41. ve 42. maddelere uygun olarak hangi önlemlerin alınacağına karar verir" der. 41. ve 42. maddeler ise, tercih edilen "silahlı güç kullanımı içermeyen önlemleri" ayrıntılandırır ve bu tür önlemleri uygun bulmaması halinde, Güvenlik Konseyi'nin başka eylemlere girişmesine izin verir. Tek istisna, "Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği muhafaza etmek için gerekli önlemleri alana kadar silahlı saldırıya "karşı" bireysel ya da kolektif kendini savunma hakkına" izin veren 51. maddedir. Bu istisnalar dışında, üye devletler "uluslararası ilişkilerinde güç tehdidi veya kullanımından kaçınırlar."
Dünya barışına karşı birçok tehdide tepki göstermenin yasal yolları vardır. Eğer lrak'ın komşuları tehdit edildiklerini hissediyorlarsa, tehdide karşılık vermek için uygun önlemleri onaylaması için Güvenlik Konseyi'ne başvurabilirler. Eğer ABD ve İngiltere tehdit edildiklerini düşünüyorlarsa, aynı şeyi yapabilirler. Ancak hiçbir devletin bu konular hakkında kendi kararını verme ve dilediği şekilde hareket etme yetkisi yoktur. Elleri temiz olsaydı bile (ki durum pek öyle değildir) ABD ve İngiltere'nin böyle bir yetkisi olamazdı.
Yasadışı devletler bu koşulları kabul etmezler: Örneğin Saddam'ın lrak'ı veya ABD. O zaman BM büyükelçisi olan Dışişleri Bakanı Madeleine Albright tarafından ABD'nin pozisyonu açıkça ifade edilmişti. ABD 'nin lrak'la daha önceki bir karşı karşıya gelişi sırasında, Madeleine Albright Güvenlik Konseyi'ne ABD 'nin "mümkünse çok yönlü ve gerektiğinde tek yönlü olarak" harekete geçeceğini bildirmişti. çünkü "bu bölgenin ABD 'nin ulusal çıkarları açısından yaşamsal önemde olduğunu" düşünüyorlardı, dolayısıyla dışsal bir kısıtlamayı kabul etmiyorlardı. BM Genel Sekreteri Kofi Annan Şubat 1998'de diplomatik misyonunu başlattığında, Albright bu duruşu tekrarladı: "Kendisinin başarılı olmasını temenni ediyoruz", "geri döndüğünde, ne getirdiğine ve ulusal çıkarlarımıza ne ölçüde uyduğuna bakacağız".
Bu da "nasıl tepki göstereceğimizi belirleyecektir." Annan bir anlaşmaya varıldığını duyurduğunda, Albright doktrini tekrar etti: "Annan'ın bizim hoşumuza gitmeyen bir şeyle dönecek olması mümkündür, ki bu durumda ulusal çıkarımıza uygun davranacağız." Başkan Clinton, Irak'ın (Washington tarafından belirlenen) uyum testinde başarısız olması halinde olacakları şöyle duyurdu: "ABD'nin ve umut edilir ki bütün müttefiklerimizin, bizim seçtiğimiz bir zamanda, yerde ve tarzda tek yanlı karşılık verme hakkı olacağını herkes anlayacaktır." Verecekleri karşılık, diğer zorba ve yasadışı devletlere benzer bir tarzda olacaktı. Güvenlik Konseyi oybirliğiyle, ABD İngiltere'nin Irak'ın anlaşmaya uymaması halinde güç kullanmalarına izin vermesi taleplerini reddetti ve Annan'ın anlaşmasını desteklediğini bildirdi. Karar "çok ciddi sonuçlar" hakkında uyarıda bulunuyordu, fakat daha fazla ayrıntıya yer verilmemişti. Kritik önemdeki son paragrafta, Konseyin "anlaşmadan kaynaklanan sorumluluklarına uygun olarak, bu kararın uygulanmasını temin etmek ve bölgede güvenliği sağlamak amacıyla, konu üzerinde aktif olarak durmaya karar verdiği" yazıyordu. Kararı veren Konseydi, başkası değil; BM Şartı'na uygun olarak…
Olgular açıktı ve belirsizlik içermiyordu. Gazete başlıkları şöyle diyordu: "Otomatik Bir Saldırı Desteklenmiyor" (Wall St. Journal); "BM, Anlaşmaya Uymaması Halinde ABD'nin Irak'ı Tehdit Etmesini Reddetti" (New York Times) vs. İngiltere'nin BM büyükelçisi "Irak'ın (BM'nin araştırmasını) engellemesi halinde, kararın ABD ve İngiltere'ye Irak'a karşı "otomatik bir saldırı başlatma' yetkisi vermediğini konseydeki meslektaşlarına kişisel olarak garanti etti." Kosta Rika büyükelçisi, "silahlı gücün ne zaman kullanılacağına Güvenlik Konseyi'nin karar vermesi gerektiğini" belirterek, Güvenlik Konseyi'nin pozisyonunu ifade etti
Washington'un tepkisi farklıydı. ABD büyükelçisi Bill Richardson "anlaşmanın tek yanlı güç kullanımını engellemediğini" ve ABD'nin dilediğinde Bağdat'a saldırmak için yasal hakkını koruduğunu ileri sürdü. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü James Rubin karar metnini "yaptığımız özel tartışmalar kadar önemli değil" diyerek dikkate almadı: "Bu karara aldırış etmediğimizi söylemiyorum", fakat "eğer anlaşma ihlal edilirse, tekrar Güvenlik Konseyi'ne başvurmaya gerek görmediğimizi açıkça ortaya koyduk." Başkan, ABD'nin Irak'ın anlaşmaya uyması konusunda tatmin olmaması halinde kararın "harekete geçme yetkisi tanıdığını" belirtti. Başkanın basın sekreteri, bunun askeri eylem anlamına geldiğini açıkça söyledi. New York Times'ın manşeti doğru olarak "ABD Irak'ı Cezalandırma Hakkını Saklı Tutmakta ısrarlı" diye yazıyordu. ABD dilediğinde tek yanlı güç kullanma hakkına sahiptir: İşte bu kadar.
Bazıları bu duruşun bile, uluslararası ve ulusal hukuktaki bağlayıcı yükümlülüklerimize fazlasıyla yakın olduğu hissine kapıldılar. Senato çoğunluk lideri Trent Lott, yönetimi dış politikayı "taşerona verir gibi" "başkalarına" -yani BM Güvenlik Konseyi'ne- teslim ettiği için eleştirdi.
Senatör John McCain, "Birleşik Devletler kudretini Birleşmiş Milletlere bağımlı kılıyor olabilir" uyarısında bulundu -ki bu, yalnızca hukuka uyan devletler için bir yükümlülüktü. Senatör John Kerry, Saddam'ın "Birleşmiş Milletler kararlarını ihlal etmeye ve dünya topluluğu için tehditkar bir konumda kalmaya inatla devam etmesi" halinde, ABD'nin doğrudan Irak'ı işgal etmesinin "meşru" olacağını ekledi. Güvenlik Konseyi'nin buna karar vermesi ya da vermemesi önemli değildi. Böyle tek yanlı bir ABD eylemi, Kerry'nin kavradığı şekliyle "uluslararası hukukun çerçevesine" uygun düşecekti. Vietnam savaşına karşı çıkmasıyla ulusal bir şöhret kazanan, liberal bir güvercin olan Kerry, mevcut duruşunun eski görüşleriyle tutarlı olduğunu açıkladı. Vietnam ona, gücün ancak eğer hedefe "ulaşılabilirse ve ülkenizin ihtiyaçlarını karşılıyorsa" kullanılması gerektiğini öğretmişti. O halde Saddam'ın Kuveyt'i işgali yalnızca bir nedenle yanlıştı: Olayların gösterdiği gibi, hedef "ulaşılabilir" değildi.
Yelpazenin liberal-güvercin ucunda, Annan'ın anlaşması olumlu karşılandı, ama esas sorunları dışarıda bırakan dar çerçevede. Tipik bir tepkiyle Boston Globe, Saddam'ın pes etmemesi halinde "ABD'nin Irak'a saldırısı yalnızca haklı çıkmakla kalmayıp, saldırmazsa sorumsuz duruma düşeceğini" belirtti -öyle ki, saldırının sorgulanmasına hiçbir şekilde gerek kalmayacaktı. Aynı zamanda editörler, "bilimi daha önce hayal edilmemiş bir yıkım yaratma yoluna sapmaktan alıkoymak için dünyanın sahip olduğu en büyük şans" olarak "kitle imha silahlarına" karşı "evrensel bir utanç uzlaşması" çağrısında bulundular. Duyarlı bir öneri; güç tehdidine başvurmadan, başlamak için kolay yollar düşünülebilir, ama niyet edilen bu değildir.
Politika analisti William Pfaff, Washington'un "teolojik ve felsefi görüşe", Akinalı Thomas ve Renaissance teologu Francisco Suarez'in görüşlerine başvurmakta gösterdiği isteksizliğini esefle karşıladı. Halbuki, "felsefe ve teolojinin" rehberliğini arayan, ABD ve İngiltere'deki "analitik toplumun bir bölümü" 1950 ve 1960'larda böyle yapmıştı. Ama entelektüel kültürle ilintisiz olsa da, oldukça açık olan çağdaş uluslararası ve ulusal hukukun temellerinin rehberliğini aklından geçirmemişti. Başka bir liberal analist, ABD'nin şu olguyla yüzleşmesi gerektiğinin altını çizdi: Eğer ABD benzersiz kudretini "gerçekten insanlığın iyiliği için kullanıyorsa, insanlık bunun kullanılmasıyla ilgili söz hakkı talep ediyor. Oysa "anayasa, Kongre ve televizyonun Pazar bilgiçleri" buna izin vermeyecektir. "Ve dünyanın diğer ulusları Washington'a, (kendi) çıkarlarına ne zaman, nerede ve nasıl hizmet edilmesi gerektiğine karar verme hakkını devretmediler." (Ronald Steel).
Anayasa geçerli anlaşmaları, özellikle aralarında en temel olan BM Şartı'nı "ülkenin en yüksek yasası" ilan ederek, gerçekte bu tür mekanizmalar sağlamaktadır. Ayrıca Kongreyi, çağımızda temelleri BM Şartı tarafından belirlenen "ulusların hukukuna karşı saldırıları ... tespit etmeye ve cezalandırmaya" yetkili kılmaktadır. Diğer yandan, başka ulusların "Washington'a haklarını devretmediklerini" söylemek gerçekleri biraz hafife alan bir ifadedir. Uluslar ona bu hakkı vermeyi, BM Şartı'nı büyük ölçüde şekillendirmiş olan Washington'un (en azından retorik düzeydeki) yol göstericiliği doğrultusunda şiddetle reddetmişlerdir.
Irak'ın BM kararlarını ihlal ettiği söylendiğinde, genellikle bu, iki savaşan devletin "dünya polisi" rolünü üstlenerek, tek yanlı güç kullanmaya hakkı olduğu şeklinde anlaşılmıştır. Bu ilkesel olarak, yasaları yerden yere vurması değil, onları uygulaması beklenen polise bir hakarettir. Washington'un "güç konusunda küstahça davrandığı" ve benzeri eleştiriler yapılmıştır. Ama bu, kendi kendisini güç kullanmakla görevlendiren zorba bir yasadışı devlet için pek uygun bir ifade değildir.
Kimsenin gerçekten denememiş olmasına karşın, ABD-İngiltere'nin iddialarını desteklemek için, hayli eğilip bükülmüş yasal bir argüman kat edilebilir. Birinci adımda, Irak'ın 3 Nisan 1991 tarihli, 687 no'lu BM kararını ihlal ettiği söylenebilir. Sözü edilen karar, Irak'ın zikredilen hükümleri (silahların yok edilmesi, denetim vs.) kabul ettiğini belirten "resmi bildirimi üzerine" bir ateşkes ilan etmektedir. Bu muhtemelen kayda geçen en uzun ve en ayrıntılı Güvenlik Konseyi kararıdır, fakat uygulama mekanizmasından söz edilmemektedir. O halde, argümanın ikinci adımı, Irak'ın hükümlere uymamasının 678 no'lu kararı (29 Kasım 1990) "yeniden gündeme getirdiği" olacaktır. Bu karar üye devletleri "660 no'lu kararı desteklemek ve uygulamak için bütün gerekli araçları kullanmaya" yetkili kılmaktadır. 660 no'lu karar (2 Ağustos 1990), Irak'ın derhal Kuveyt'ten çekilmesini istemekte ve Irak ve Kuveyt'e, Arap Birliği sistemini tavsiye ederek, "ihtilaflarının çözümü için derhal yoğun müzakerelere başlama" çağrısı yapmaktadır. 678 no'lu karar, aynı zamanda "sonraki bütün ilgili kararlara" (bunları 662, 664 şeklinde sıralar) atıfta bulunur. Bunlar (662, 664) "ilgili" kararlardır, çünkü Kuveyt'in işgali ve lrak'ın bununla ilgili eylemlerine gönderme yapmaktadırlar. 678 no'lu kararı yeniden gündeme getirmek, bu nedenle, olayları daha önce oldukları haliyle bırakmaktadır: Güç kullanma yetkisi olmadan, 687 no'lu son kararın uygulanması -ki 687 no'lu karar, tamamen farklı konuları gündeme getirmekte ve yaptırımlar dışında hiçbir şeye izin vermemektedir.
Sorunu tartışmaya ihtiyaç yoktur. ABD ve İngiltere, BM Şartı'nın öngördüğü gibi, Güvenlik Konseyi'nden kendilerine "güç tehdidi ve kullanımı" için yetki vermesini isteyerek kolaylıkla bütün kuşkuları ortadan kaldırabilirdi. İngiltere bu yönde bazı adımlar attı, ama Güvenlik Konseyi'nin buna razı olmayacağı hemen belli olduğunda, bu çabalarına son verdi. Ama hukuk düzenini reddeden haydut devletlerin hakim oldukları bir dünyada, bu değerlendirmelerin pek bir önemi yoktur.
Güvenlik Konseyi'nin, BM 'nin 687 no'lu ateşkes kararını ihlal ettiği için lrak'ı cezalandırmak amacıyla güç kullanımını onayladığını varsayalım. Bu onay bütün ülkelere uygulandı: Örneğin, bu nedenle bir ayaklanmayı desteklemek için Güney Irak'ı işgal etmeye yetkili olacak İran'ı da. İran, Irak'ın komşusudur ve ABD-destekli Irak saldırısının ve kimyasal savaşın kurbanıdır. Ve pekala makul biçimde, işgal eyleminin yerel bir desteğe sahip olacağını iddia edebilir. ABD ve İngiltere böyle bir iddiada bulunamazlar. Eğer hayal edilebilirse, İran'ın bu tür eylemlerine hiçbir zaman izin verilmeyecektir, ama kendi kendilerini görevlendiren yaptırımcıların planlarından çok daha az acımasız olacaktır. Bu türden temel gözlemlerin, ABD ve İngiltere'deki kamuoyu tartışmalarına girdiğini hayal etmek oldukça güçtür.
Hukuk düzeninin hor görülmesi, ABD'nin pratiğinde ve entelektüel kültüründe derin köklere sahiptir. Örneğin, 1986'da Dünya Mahkemesi'nin ABD'yi Nikaragua'ya karşı "yasadışı güç kullandığı" için mahkum eden kararına karşı gösterilen tepkiyi hatırlayın. Karar, ABD'nin yasadışı güç kullanımına son vermesini ve kapsamlı onarım işleri için tazminat ödemesini talep ediyordu. Ayrıca, ABD'nin kontralara bütün yardımının, niteliği ne olursa olsun, "insani yardım" değil "askeri yardım" olduğunu ilan ediyordu. Mahkeme, itibarını ayaklar altına aldığı için her yandan suçlamaya maruz kalmıştı. Kararın hükümlerinin basılması uygun görülmemiş ve görmezden gelinmişti. Demokratların kontrolündeki Kongre yasadışı güç kullanımını arttırmak amacıyla derhal yeni fonlar için yetki vermişti. Washington, bütün devletleri uluslararası hukuka saygı göstermeye davet eden bir Güvenlik Konseyi kararını veto etmişti. Karar, amacı açık olmakla birlikte, hiçbir ülkenin adını zikretmemişti. Genel Kurul benzer bir kararı kabul ettiğinde, ABD fiilen kararı veto ederek, sadece İsrail ve El Salvador'la birlikte karşı oy kullanmıştı. Bir sonraki yıl, yalnızca İsrail'in otomatik oyunu toplayabilmişti Ne anlama geldiğini bir yana bırakın, medya ya da fikir dergilerinde bunlara hemen hiç yer verilmedi.
Dışişleri Bakanı George Shultz bu arada (14 Nisan 1986) şu açıklamada bulundu: "Eğer kudretin gölgesi pazarlık masasına düşmemişse, müzakereler teslim olmanın nazikçe adlandırılmasından başka bir şey değildir." "Denklemdeki güç unsurunu ihmal ederek, dışardan arabuluculuk, Birleşmiş Milletler ve Dünya Mahkemesi gibi ütopik, hukuki araçları" savunanları mahkum etti. (modern tarihte öncellerine rastlanabilecek duygular.)
51. maddenin açıkça hor görülmesi özellikle bilgilendiricidir. Bu tutum, Hintçini için barışçıl bir çözümü öngören 1954 Cenevre Anlaşması'ndan hemen sonra, dikkate değer bir açıklıkla sergilenmiştir. Washington anlaşmayı "bir felaket" olarak görmüş ve altını oymak için derhal harekete geçmiştir. Ulusal Güvenlik Konseyi "yerel komünist ayaklanma ya da başkaldırının silahlı bir saldırı teşkil etmemesi" halinde bile, "eğer ayaklanmanın kaynağı olduğu tespit edilirse" Çin'e saldırı dahil, ABD'nin askeri güç kullanımını düşüneceğine gizlice karar vermiştir (NSC 5429/2). Her yıl kelimesi kelimesine planlama belgelerinde tekrar edilen bu ifade öyle bir şekilde seçilmiştir ki, ABD'nin 51. maddeyi ihlal etme hakkını açık hale getirmektedir. Aynı belge şu istekleri dile getirmektedir: Japonya'nın yeniden askerileştirilmesi, Tayvan'ın "ABD'nin Güneydoğu Asya'daki örtülü ve psikolojik operasyonları için odak noktasına" dönüştürülmesi, bütün Hintçini'nde "geniş ve etkin ölçekte örtülü operasyonlara" girişilmesi ve genel olarak Cenevre Anlaşması ve BM Şartı'nın altını oymak için etkili bir hareket tarzının izlenmesi. Bu son derece önemli belge, Pentagon belgeleri, tarihçileri tarafından çirkin bir biçimde tahrif edilmiş ve büyük ölçüde tarihten silinmiştir.
ABD "saldırıyı", "politik savaş veya iktidarın devrilmesini" (yani başkası tarafından) kapsayacak şekilde tanımlamayı sürdürmüştür. Bu, J.F. Kennedy'nin Güney Vietnam'a karşı saldırıları kapsamlı bir hücuma kadar tırmandırmasını savunurken, Adlai Stevenson'un "iç saldırı" olarak tanımladığı şeydir. 1986'da ABD Libya şehirlerini bombaladığında, resmi gerekçe "gelecekteki saldırılara karşı öz savunmaydı." New York Times hukuk uzmanı Anthony Lewis, Yönetimi "şiddeti (bu durumda) bir öz savunma edimi olarak haklı gösteren hukuki bir argümana" dayandığı için kutlamıştır. Lewis'in dayandığı BM Şartı'nın 51. maddesinin bu yaratıcı yorumu, eğitimli bir ortaokul öğrencisini bile zor durumda bırakırdı. ABD'nin Güvenlik Konseyi büyükelçisi Thomas Pickering, ABD'nin Panama'yı işgalini 51. maddeye başvurarak savunmuştur. Pickering'e göre 51. madde "bir ülkeyi savunmak, çıkarlarımızı ve halkımızı savunmak için silahlı güç kullanımına olanak sağlamaktadır" ve "ABD'ye uyuşturucu kaçakçılığı yapılması için toprağının bir üs olarak kullanılmasını" önlemek amacıyla ABD'yi, Panama'yı işgal etmeye yetkili kılmaktadır. Eğitimli görüş sahipleri, onaylama anlamına gelecek şekilde, başlarını bilgece salladılar.
Haziran 1993'de Clinton, Irak'a, sivillerin ölmesine yol açan bir füze saldırısı emri verdi. Saldırı, başkanı, kongredeki güvercinleri ve saldırıyı "yerinde, makul ve gerekli" bulan medyayı cesaretlendirmişti. Yorumcular, büyükelçi Albright'ın 51. maddeye gönderme yapmasından özellikle etkilenmişlerdi. Albright bombardımanın "silahlı saldırıya karşı öz savunma" olduğunu açıkladı -yani, iki ay önce eski Başkan Bush'a bir suikast girişiminde bulunulduğu ileri sürülüyordu. ABD Irak'ın işe karıştığını kanıtlayabilseydi bile, 51. maddeye yapılan gönderme en iyi tabirle saçma olarak nitelendirilebilir. New York Times, sorunu ciddi biçimde ele almadan, "isim belirtmeden konuşan yönetim yetkililerinin" basına "Irak'ın suçlu olduğu yargısının sağlam istihbarattan çok, tali bilgilere ve analize dayandığını" söylediklerini yazdı. Basın, koşulların 5 ı. maddeye "tamamen uyduğunu" söyleyerek seçkin görüş sahiplerini rahatlattı (Washington Post). New York Times, "her başkanın, ulusun çıkarlarını korumak için güç kullanma görevi vardır" diye yazarken, söz konusu durum hakkında bazı kuşkular dile getiriyordu. "Diplomatik açıdan, bu başvurmak için uygun bir gerekçedir" ve "Clinton'ın BM Şartı'na gönderme yapması, Amerikanın uluslararası hukuka saygı gösterme arzusunu iletmiştir"
(Bostan Globe). 51. madde "devletlere, düşmanca bir güç tarafından tehdit edildiklerinde, askeri olarak karşılık verme izni vermektedir" (Christian Science Monitor). İngiltere Dışişleri Bakanı Douglas Hurd, Clinton'ın "haklı ve orantılı öz savunma hakkını kullanmasını" destekleyerek, Parlamentoyu şu şekilde bilgilendirdi: 51. madde bir devlete "yurttaşlarına yönelik tehditlere karşı kendini savunmak için" güç kullanma yetkisi vermektedir. Hurd'e göre, eğer iki ay önce eski bir başkanı öldürmek için başarısız bir girişim emrini vermiş -ya da vermemiş -olabilecek bir düşmana karşı füze atmadan önce ABD'nin Güvenlik Konseyi'nin onayını alması gerekseydi, dünyada "tehlikeli bir felç olma hali" ortaya çıkardı.
Olayların kaydı, ulusal iktidar tarafından tanımlandığı şekliyle "ulusal çıkarlarına" uygun hareket ederek, kendini gücün egemenliğine vakfeden "haydut devletler" hakkında yaygın olarak beslenen kaygıya önemli bir dayanak sunuyor. En uğursuz biçimde de, kendilerini küresel yargıç ve cellat olarak kutsayan haydut devletler hakkında.
--
Söz bitmedi, Umut Yaşıyor!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.