Kainatın tek ve mutlak Maliki Yüce Rahman (c.c) asla unutmaz, geciktirir sınamak için belki ama adaletinin terazisi hiç şaşmaz. Bu hüküm üzerine kaleme alınmış bir yazı bu, matematiksel küçük bir sağlama işlemi. Şimdi zihnimizi bir yoklayalım, Şubatın 10. yılında bugün, 21. yy sinema teknolojisine, donanımına parmak ısırtacak derecede dahiyane bir kurguyla düzenlenmiş o menfur filmden hangi roller kaldı aklımızda? O dönem, günlük sohbetlerimizde adını sıkça ıslattığımız, bazen korku, bazen nefret, kimi zaman beğeni takdir, kimi zaman da öfke ile andığımız post modern aktörlerden Allah aşkına kaçını hatırlıyoruz? Biz unutsak da çoğunu not etti tarih ve daha onuncu yılında hesabını kesti bir çoğunun. Perde kapandı, ışıklar söndü ve sahnenin süsü bitti, şimdi bakalım kaç tanesi becerebilmiş reel hayatta tutunmayı, mazlumun ahı kalmış mı yerde, kaçı ne ile sınanmış, kaçı kaybetmiş yokluğunun farkına vardığında…
Tarihe paraf atmak değil niyetimiz, sadece sürece dair birkaç büyük ismi anacağız burada sığarsa satırlarımıza (!) sosyal bir çalışma diyelim adına ve hadi şöyle bir hafızalarımızı tarayalım ibret-i alem için…
Şimdi ne yapıyorlar?
Süleyman Demirel: O bir cumhurbaşkanından çok silahsız kuvvetler komutanı gibiydi. Süreçte sivillerin örgütlenmesinden sorumluydu neredeyse. Ama o kendini her zaman ülkeyi uçurumdan alan kilit adam olarak gördü. Gerçek bir darbe, sayesinde atlatılmıştı (!) Refah-yolu devirdi, Çilleri evlatlıktan reddedip DYPyi böldü.Şubat sahnesindeki gayri demokratik tutumları sonunu hazırladı. İkinci kez köşke çıkma formülü "5+5" kabul görmedi. Hayallerine kavuşamadı, ombudsman olamadı. Şimdi sadece Yavuz Donatın ziyaret ettiği Güniz sokakta, köşesine çekilmiş siyasi komplo teorileri üretiyor.
Mesut Yılmaz: 8 yıllık kesintisiz eğitimin "yılmaz" savunucusuydu, en çok o istedi hayata geçmesini ikbal beklentisi kısa vadede gerçekleşmiş olsa da 2002 seçimlerinde kendi kendini tasfiye etti. Türkiye Cumhuriyetinin ilk ve tek "Sanık Başbakanı" oldu, Yüce Divanda yargılandı. Siyasetten tasdikname aldı derken yeni oluşum çabalarıyla adını tekrar duyurmaya başladı.
Fadime Şahin: 28 Şubatın yıldızıydı. Sansasyonların aranan kadını, şahsi aşırılıklarından yola çıkılarak açıkça başörtüsü hedef alındı, yaptıkları (yaptırıldıkları) koca bir zümreye mal edilmeye çalışıldı .O ise iplerini idare edenlerin kendisi ile işi bittiğinde unutuldu, medyanın arşivinde görüntüleri yerini alırken o yoluna röfleli saçları ve estetikli yüzüyle devam etti.
Tansu Çiller: Türk siyasetinin ilk kadın başbakanıydı, sarışın, sempatik kadının cilt ve saç bakımı siyasi çehresinden daha çok yer aldı günlük gazetelerde, yükselişi gibi çöküşü de hızlı oldu. Uyumlu bir koalisyon ortaklığı yürütürken tecrübesizliği ile hükümetin düşmesine üst düzey katkıda bulundu. DYPyi barajın altına düşürdü, Genel Başkanlığı kaybetti, darbe yıkamadı, sandık yıktı.Bugün daha çok eşi ve oğulları ile anılıyor.
Ali Kalkancı: Sürecin en renkli kişiliklerinden Dallasa taş çıkartan hayatı ile haber bültenlerinin vazgeçilmeziydi. Çarpık ilişkileri tarikat liderliği üzerine sos edilip "sahtekar hoca" miti ile servise sunuldu, ta ki "limon" ihtisasının, dini bilgilerinden baskın olduğu ortaya çıkana dek. Nikahlı eşinin gazetelerde yer alan boy boy fotoğraflarındaki başörtüsü deseni modacılara ilham olurken, Emire Kalkancı bir yıl bile sürmeden her nedense tesettürden çıkmayı seçti.
Onları hatırlayan var mı?
Çevik Bir: Genelkurmay 2. Başkanı Bir, Şubatın baş aktörlerinden oldu. En büyük düşü; bir gün devletin televizyonuna çıkıp canlı yayında bildiri okumaktı, yapamadı... TSKnın resmi ağzıydı. Post modern "Evren"liğe soyunan Cuntacı Paşa, birinci adam olmak isterken, önce Genelkurmay Başkanlığı beklentisi boşa çıktı, ardından Cumhurbaşkanlığı hayalleri suya düştü. Siyaset mühendislerine göre; önümüzdeki 10 yılın kaderini o meşhur balans ayarları ile tayin edecekti, oysa şimdi onu hatırlayan kimse yok.
Erol Özkasnak: Genelkurmay Genel Sekreteriydi, kartel basına sızdırılan "asker haberleri"nin kaynağı olarak hatırlanıyor, T.C nin Başbakanına kafa tutacak kadar ileri gidebiliyordu. Kariyer basamaklarını hızlı çıkması beklenirken o sadece bir terfi koparabildi, beklentileri boşa çıktı. Sahneden kulise indi.Emekli olduğunda medya onu unuttu. Flaşların büyüsü tükendi. Zamanla geri dönüşüm kutusundan da tamamen silinmiş oldu böylece.
Hikmet Uluğbay: 55. Hükümetin Milli Eğitim Bakanıydı. Yani MGK kararlarını hayata geçirme şerefi(!) hazretlere nasip oldu. 8 yıllık kesintisizden yetişen çocukları YÖKe havale etti. Mesleki eğitimin canına okudu. Bu ahbap çavuş ilişkisinde yüz binlerce gencin hayatıyla oynarken 28 Şubattan sadece iki yıl sonra ruhsatlı silahıyla intihar teşebbüsünde bulundu, dili parçalandı ancak mucizevi bir şekilde kurtuldu. Bugün yaşıyor daha sakin bir hayat sürmeye çalışıyor..
Post-modern basın
Reha Muhtar: Sürecin medyadaki sesiydi, omuz plan kurulduğu anchorman koltuğundan her akşam evlerimize sızıyordu. Ondan öğrenirdik, Şevki Yılmaz nerede ne konuştu, Fadime Bacı, Müslüm Hoca hikayelerinin en ince detaylarını, habercilik tarzı ile bu alanda bir çığır açtığını söylerdi hep, haksız da sayılmaz yaşanan enformatik yozlaşmada aslan payı hala ona ait! Bugün pop solistler dalında master yapmakla meşgul kendisi, ha unutmadan akredite bir gazetede yer alan köşesinde light meseleleri işliyor artık…
Nazlı Ilıcak: Türk gazetecilik tarihinin en kara fişleme hadisesi "andıç" ta mağdur gazeteciler olarak Cengiz Çandar, Mehmet Barlas gibi meslektaşları ile adı anıldı.Demokrasinin ateş çemberinden nispeten yara almadan çıktı, Emin Şirini siyaset dünyasına hediye etti, gazeteciliği kadar milletvekilliği ve politik kişiliği ile de çok konuşuldu. Bugünlerde köşesinde günlük yazılarıyla okuyucusu ile buluşuyor.
Ahmet Hakan Coşkun: Bizim mahallenin çocuğuydu. Bu lümpen (!) camianın umuduydu. Gönüllerin imam hatip mezunu, seccadeli anchormaniydi o. Haber Saatlerinde TV karşısına kurulanlar, diğer kanallarda göremediği itibarın özlemiyle onun ağzından iyiye, güzele dair havadisler almak isterdi. 28 Şubatta beyaz camın en güvenilir yüzüydü. Liberalleşen dünya onu da bozdu. Şimdilerde, Hürriyet gazetesinde numunelik niyetine sürdürüyor mesleği... Namına açılan köşede Ertuğrul Abisinin himayesinde yazıyor .Magazin sayfalarında "Öteki Türkiyenin medyatik isimleri" ile kapışmaları sıkça yer buluyor bu sıra...
Kemal Gürüz: Demirelin 3 "Kemal"inden biri. O, YÖKün dönem patronu, aldığı talimatlar üzerine üniversiteye giriş sınav sistemini değiştirerek, milyonlarca öğrencinin ve ailenin hayatını kararttı. Meslek lisesi öğrencilerini mağdur etti. Fen-Edebiyat fakültesi mezunlarının öğretmenlik hakkını gasp etti. Rektörlere hakaret ederek TVde ağlattı. Üniversitede başörtüsü diye bir problem yokken bunu problem yapmayı başardı. İlahiyatlara bile başörtülü öğrenci girişini yasakladı. Yurtdışındaki bazı üniversitelerin denkliğini iptal ederek 15-20 yıldır öğretmenlik yapanların bile işine son verdirdi. Orta Asya ve bazı İslam ülkelerinin üniversitelerini-bazı ABD üniversiteleri de dahil- tanımadı. Despot tutumu bir gün son buldu ve o da sahneyi terk etti.
Nur Serter: Kemal Alemdaroğlunun gözdesi idi. İstanbul Üniversitesinin asayişi ondan sorulurdu. 17 yaşındaki gencecik kızları gizli kameralı odalarda "ikna ederdi." Mahremiyetin çiğnendiği, insan hak ve özgürlüklerinin açıkça gasbedildiği bu nazi "gaz" odaları onun dahiyane(!) fikriydi. Rüzgar gülünü anımsatan siyasi yönelişleri ile her devrin kadını olmayı beceren bu hoş hatun şimdiki konjonktüre uymayı da başardı.
Vural Savaş: Milli Görüş Lideri Erbakanın iki partisini kapattırdı, darbenin hukuki mevzuatı ondan sorulurdu. Dindar insanlar için kullandığı "habis ur, kan emici vampirler" benzetmeleri yakın tarihe damgasını vurdu. Yıllar içinde "Keşke bugün Erbakan iktidarda olsaydı" diyebilecek kadar pişmanlık duydu. Cübbesini çıkardığında onu acı sürprizler bekliyordu. Siyasete atıldı, umduğunu bulamadı. O çok güvendiği sivil toplum örgütlerine de küstü zamanla. Verdiği her demeçte sitemle andı yoldaşlarını. Başkan olamadığı Atatürkçü Düşünce Derneğinden kırgın ayrıldı. Marjinal bir dergide haftalık yazılarına devam ediyor şimdi.
Yekta Güngör Özden: O bir Anayasa Hukuku Uzmanı, bu anlamda Anayasa´da en çok hangi ihlallere kapı aralanır, hangi maddelerde boşluk var çok iyi biliyordu. Mütedeyyin insanları rencide eden açıklamalarıyla tepki çeken bir isim olarak sivrildi. Şubatla aynı yıl emekli oldu. "Atatürkçü geçinenlerden çektiğimi şeriatçılardan çekmedim" deme efeliğini(!) gösterdi. Bir ara Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanlığı yaptı. Daha sonra ise bu görevden ayrıldı ve siyasete atıldı. Emekli generallerle birlikte Cumhuriyetçi Demokrasi Partisini kurdu. Ancak kurduğu partiyi seçime bile sokamadı.
Meral Akşener: Dönemin İçişleri Bakanı, cumhuriyet tarihinde bu göreve gelmiş tek kadın, ama kabinenin en delikanlı bakanlarından. "28 Şubatın hedefinde Refah-yol vardı." diyecek kadar cesur, özel hayatındaysa başörtülü kayınvalidesi ile birlikte yaşayacak kadar munis biri... Toplum hafızasında uzlaşmacı tavırları, mülki ahlakı ve tecrübesi ile yer bulurken, o aldığı ölüm tehditleri ile gündeme geldi.
Nurettin Şirin: Ankara Sincanda düzenlenen Kudüs Günü programı nedeniyle tutuklanarak, 17 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkum edildi ve bu cezanın 7,5 yılını cezaevinde tamamladı, gazeteciydi ama bu sıfatı ile anılmadı o; Nurettin Şirin, F Tipi Özel Cezaevinde kaldı.İnsanlık dışı keyfi uygulamaları, mahkum onurunun nasıl hiçe sayıldığını gördü burada. Düşünce özgürlüğü alanında bir sembol oldu. Suçunu bugün kendisi dahi net hatırlamasa da bildiği tek şey, rejim için çok güçlü bir tehdit olduğu...
Recep Tayyip Erdoğan: Okuduğu o şiirin hayatını bu kadar değiştireceğini bilemezdi, belediye başkanlığını kaybetti, hapis yattı. siyasi yasaklı olarak girdiği seçimde partisi tek başına iktidarı kazandı. Dava arkadaşları ile yollarını ayırdı. 28 Şubattan en karlı(!) o çıktı, halkın tepkisini oya dönüştürdü. Bugünlerde Cumhurbaşkanı olup olmayacağı tartışılıyor.
Ve vatandaş: Ona hiçbir zaman, hiçbir şey sorulmadı, adına kararlar alındı, imzalar atıldı. Ona sadece uymak düştü, tüm bu sürecin en edilgen tarafıydı. Her akşam büyük bir keyifle televizyon ekranlarından çekirdek-çay "şubat action"lar izledi. Huzursuzdu, aralarında feraset sahibi olanlar bunun dindarları açıktan hedef alan bir tezgah olduğunu biliyordu. Ancak (çoğumuzun) koltuğu ile gerçek dünya arasında öyle uzun mesafeler vardı ki yaşanılanların gerçek bir darbe olduğunu yıllar sonra anlayacaktı(k). Kafası karışan vatandaş yeni tanzimlerle kurulan sosyal hayatına zamanla alıştı. Her geçen gün rızkı biraz daha eridi. O nasılsa seçimden seçime hatırlanırdı, hayalet bir kalabalıktan ötesi değildi, cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi ile hemen şubatertesi tanışan vatandaş belini toparlamayı ilk seçimlere bıraktı. Değişenleri seçti, gömleği çıkarıp, AB liginde yedek forması giymelerine rağmen "Hoca"larının hatırını onlara oy verdi. Bugün bahsi geçen vatandaş, Avrupa Birliğine uyum çabaları içinde manevi değerlerini korumaya çalışıyor. Ömrünün son 40 yılına daha kaç darbe sığdırır bunu o da bilmiyor...
Savunan Adam: Necmeddin Erbakan
Savunan Adam ve Partisi light darbenin öncelikli hedefiydi. 28 Şubatın bütün tuzakları aslında onu pasifize etmek için kurulmuştu. Bütün kurgunun baş rolündeki adamdı. Ama O, Başbakanlığını yürüttüğü 54. Hükümet döneminde yaptığı icraatlarla, özellikle halk tabanında çalışana verdiği dolgun ücretle hatırlandı. KİTlere sahip çıkarak havuz sistemini kurdu. D-8 projesi ile emperyalizme kafa tuttu. Dünyanın en güçlü İslam Birliğini kurmak için var gücüyle çalıştı. Bugün halen İslam coğrafyası ülkeleri düzenli olarak yapılan zirvelerde bir araya geliyor. İlerleyen zamanda gayri demokratik yollarla iki partisi kapatıldı. Aldırmadı, gönül verdiği davası yolunda yeni hamleler yapmalıydı, şahlanışa geçti, çok geçmeden Saadet Partisini toparladı. Ancak bu kez yol arkadaşlarında kimileri sırt çevirdi ona. Ayıklanmış bir ekiple kaldığı yerden devam etti, Milli Görüşü sahipsiz bırakmadı. 28 Şubattan sonra aldığı siyasi yasağı aktif siyaset yapmasına engel teşkil etti, bu da yetmezmiş gibi hazine yardımını usulsüz kullandığı iddiaları ile ilerleyen yaşında ağır cezalara çarptırıldı. Yüzündeki tebessümü yitirmedi, hayat arkadaşı H. Nermin Hanımı yitirdi; ancak o gün de aynı metaneti üzerindeydi. Eşi Mevlaya kavuşmuştu ama o hiç yalnız kalmadı. Bugün, Milli Görüşün son kalesinin Onursal lideri…
--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
Serhat ERDEMLİ
--
3/01/2008 01:31:00 PM tarihinde Serhat ERDEMLİ tarafından TARİHE BAKiŞ adresine gönderildi
--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
Yavuz Sultan Selim Diyor ki:
Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.
Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.
Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.
Serhat ERDEMLİ
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.