Selami Güdener
28 Şubat post-modern darbesinin üzerinden tam on yıl geçti; sıcağı sıcağına yazılanlar oldu, duygusal değerlendirmeler yapıldı… Pek çok şey yazıldı çizildi. Ne ki onuncu yılında esaslı bir değerlendirme yapmak, aydın sorumluluğu olsa gerektir.
Sonuçtan yola çıkmak gerekirse… Bin yıl sürecek dendi, ne oldu? Ne darbe kaldı geride, ne darbeciler! Onlar şimdi emekli asker; kim bilir canları neler çeker, ama emeklilik günlerinin asudeliğine, derin sükutun hüznü karışmış görünüyor.
28 Şubatı samimi olarak "irtica ile mücadele" sanan ve laiklik bayraktarlığına soyunan kimi safdillerin şaşkınlıkları ise her hallerinden belli: Kâh çevik bir generalin gazına geldiklerini görüyorlar, kâh Erbakanın Tayyipten daha ulusalcı ve vatanperver olduğunun ayrımına varıp dövünüyorlar… Güler misin, ağlar mısın!...
Kiminde derin bir sükut-u hayal, kiminde kullanılmanın verdiği şaşkınlık ve belki de itiraf edilmiş ya da edilmemiş pişmanlık. Ne ki her şey için çok geç artık, bade harab-ül Basra! Son pişmanlık neye yarar!
Darbeden mütevellit travmatik etki, demokratik kurum ve kuruluşların olduğu kadar bütün toplumun üzerinde de olanca etkisini devam ettiriyor. Demokrasi denen nazenin, bir kez daha asker postalları ile tepelenmenin yara bereleriyle malül hâlâ. 28 Şubatın etkisi, sadece Refah-Yol hükümetini iktidar erkinin dışına atmakla sınırlı kalmış olsaydı, belki Türk siyaseti bu kadar yaralanmaz ve buna bağlı olarak travmalar yaşanmazdı. Hakkındaki abuk iddialar nedeni ile RPnin kapatılması, brifinglerle güdümlenmiş yargı organının "emir demiri keser" sözü gereğince görev ifa etmesi, yargının siyasallaşmasını beraberinde getirmiş ve adalet duygusunun onulmaz biçimde yaralanmasına neden olmuştur. Et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa!...
Tam da eski Yargıtay Başsavcısının dediği gibi, yargıya bulaşan habis ur, metastaz yapmış ve Türk demokratik sisteminin hemen her uzvunu, bir şekilde sirayet ederek çürütmüştür.
Tevhid-i Tedrisat sisteminin içinde meczedilen, Türk milli eğitiminin belki de en özgün ve kuşkusuz en güzide okulları olan İmam Hatipler yer ile yeksan olmuştur. Gerek İmam Hatiplerin, gerekse Kuran kurslarının kapatılmasının önümüze nasıl bir fatura çıkaracağının daha tam farkında değiliz. Çünkü Kuranla tanışmayan bir neslin, dengeli beslenmeyip adeta hilkat garibesine dönmesi mukadderdir, ama eğitimde iyi ya da kötü atılan tohumların hemen meyveye durmaması nedeni ile bu hilkat garibesi neslin ne tür sakatlıklarla ve garabetle malûl olacağını henüz bilmiyoruz, ne ki önümüzdeki yıllar bunu bize gösterecektir.
İnsanın haykırası geliyor; bre zalimler! Hadi, Refahyolla bir derdiniz vardı, hesaplaştınız, siyasettir olur. Hadi yolsuzluk ekonomisi ile beslenen ve yıllarca afur afur yiyip deveyi havuduyla götürdüğünüz için Refahyol hükümeti zamanında nemalanamaz oldunuz, her türlü şahsi menfaatiniz, her türlü milli menfaatin önüne geçti, açlıktan çıkmış gibi, Refahyoldan sonra banka-manka önünüze ne gelirse hortumlayıp yağmaladınız. Bütün bunlar tamam, darbenin de, yolsuzluğun da anlaşılabilir bir yanı var, fakat yavrucaklardan ne istediniz? Gelecek nesiller Kuranla tanışmazsa, bundan sizin kazancınız ne olacak?
Bırakın bin yıl sürmesini, 28 Şubat eğer on yıl bile sürmemiş ya da sürdürülememişse, milletin inançlarına karşı bir kalkışma olması nedeniyledir.
Bu millet gelene ağam, gidene paşam der, sanılır. Her ne kadar 28 Şubatın neticesinde Tayyip ağa gelmiş, Çevik Paşa gitmişse de, bu millet her şeye boyun eğen koyun ruhlu bir millet değildir. Sadece hesabını zamana yayar ve bazı şeyleri kabullenmiş gibi yapar. Bu durumu görenler ve işin künhüne vakıf olmayanlar da bu milleti kandırdıklarını zannederler. Bu, bana, 28 Şubat sürecinde anlatılan ve o süreci en iyi anlatan bir hikayeciği anımsattı. Bir tarihte köyün birine şehirli bir züppe gelir. Köylünün sigarasını yakmak istediğini görünce, muziplik olsun diye el fenerini uzatır. Bir süre böyle dururlar; züppe, "Ne cahil adam, el feneriyle sigarasının yanacağını sanıyor" diye, düşünmektedir. Köylü ise, "Beni kandırdığını sanıyor, oysa pilini bitirdiğimin farkında değil" der. Söyler misiniz, aldanan kim, bin yıl süreceğini zanneden, sille-i milletle on yılda pili biten post-modern darbecilerin şu şehirli züppeden ne farkı var?
Sadece kendi pillerini bitirmekle kalsalar, bunda üzülecek bir şey yok. Ne ki, her defasında millete verdikleri zarar ziyan o kadar çok ki… Soruyorum buradan, 2001de Cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci küçülmesinin, dip yapan ekonominin müsebbibi kim? Soruyorum, gerek Kuzey Irakta, gerekse Kuzey Kıbrısta kırmızı çizgiler yalanmışsa, bunun sorumluluğu kimde? Soruyorum, Türk siyasetinde ayaklar baş, başlar ayak olmuşsa, bunun vebali kimin boynuna? Sormuyorum, suçluyorum; devlette kör kuruşun hesabını vermek zorken, milyarlarca dolarlık banka hortumlarının hesabını nasıl vereceksiniz? Adaletten eğitime, siyasetten ticarete, egemenlikten din ve diyanete bunca yozlaşmanın miladıdır 28 Şubat. Adalet burada şaşabilir, fakat mahşerde mutlaka yerini bulur.
Sorumluları, sorumluluklarına göre suçlamak ve sorumlulukları nisbetinde cezaya çarptırmak da adaletin gereğidir. O nedenle 28 Şubatı bir iki çevik paşa ile menfaati zedelenen bir iki rantiyecinin sırtına yıkmak doğru değildir.
Her şeyleri ile dışa bağımlı insanların, Türkiye gibi önemli bir coğrafyada, dışarıdan habersiz ve bağlantısız "darbe" yapabilmeleri muhaldir, bunu düşünebilmek ise safdilliğin daniskasıdır. Refah-yol iktidarı nedeni ile sadece yerli rantiyenin çıkarları zedelenmemiş ve tekerlerine çomak sokulmamıştır ki…
1897de Baselde Siyonist Kongreyi toplayan Thedor Herzlin yüz yıllık planlarını unutamazsınız: İlk elli yılda İsrail Devleti, yüz yılda ise Büyük İsrail kurulacak, sonra da Dünya hakimiyeti… İsrail tam da Herzlin kehanetlerine uygun olarak 1947de kurulmuştur. Hesaplayın bakalım, Büyük İsrail için verilen yüz yıllık randevu hangi tarihe denk gelmektedir? Bu plan uyarınca dünya savaşları mı yapılmamıştır, iki kutuplu dünya mı yıkılmamıştır, Birinci Körfez Savaşı mı çıkartılmamıştır?... Her şey yolunda giderken, o da ne? Allahın hikmeti işte, Türkiyede Refah-yol iktidara gelmez mi? "Bu da nerden çıktı böyle?" dedirtecek sürpriz bir gelişme. Ancak her türlü duruma göre senaryo hazırlığı bulunduğu için, Refah-yol hükümette boğulursa, "Hem umut olmaktan çıkar, hem de engel olmaktan…" düşüncesi ile düğmeye basılmıştır. Ocak 2007 gazete arşivleri taranırsa görülecektir ki, ilk altı aylık süreçte plan yürümemiştir. Bırakın umut olmaktan çıkmayı… Gelir gelmez yüzde 50 zamla işe başlanmış, "kaynak nerde?" diyenlere, sayısız kaynak paketleriyle cevap verilmiştir. Denk bütçeler, havuz sistemleri, kaynak paketleri derken, Türkiye için aranan kan olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Tabii rantiye için de tam bir kabus… "Biz batarız, ama unutma, sen de batarsın!" tehditleri bunun için yapılmıştır.
Kanal 7nin 17 Ocak 1997de yayınladığı gizli mason ayinleri ise bardağı taşırmıştır. Hani "Konutta sarıklı cüppeli şeyhlere iftar verilmesi ya da Sincanda Kudüs gecesi bardağı taşırdı" deniyor ya, hikaye… Asıl bardağı taşıran budur. Nitekim, İsrailden Fransız obediyansına, oradan da Türkiyedeki mason localarına çok sert paylama ve kesin talimatlar gelmiştir: Derhal bu rezalete son verin, medyadaki biraderler dahil herkes harekete geçirilerek Refah-yol iktidarını uzaklaştırın… Ocak 1997de ekonomiye ve Refah-yol hükümetine övgüler düzen medya, Şubat 1997de talimatı alır almaz irtica paranoyasına girmiştir. Bu hükümetin yerli olduğu, uyguladığı ekonomi politikaları kadar, bütün eylemleriyle, söylemleriyle, dış gezileriyle ortaya çıktığı için, iktidarda kendi kendini yok etmesini beklemenin sonuç getirmeyeceği anlaşılmıştır. O tarihlerde kamuoyu anketleri ile derinlerde yapılan sondaj, Refah Partisinin bu ivme ile devam etmesi halinde, 2000lerde yüzde 60larla tek başına iktidara geleceğini gösterdiği için, beklemenin vakit kaybından başka bir anlamı olmadığı görülmüştür.
Daha da kötüsü, tankları yürütmenin de, 28 Şubatta MGKda bildiri yayınlamanın da çare olmadığı anlaşılmıştır. Çünkü Erbakan, diğerlerine benzememekte, bir türlü şapkayı alıp gitmemektedir. 1969da TOBBdan polis zoruyla gitmediği gibi…
Asker, askeri tabirle Hocanın "hedefe kilitlendiğini" görmüştür. Nitekim şeytan taşlamaktan ibadet etmeye vakit bulunamayan o netameli günlerde, nasıl da D-8 gibi uluslar arası devasa bir proje devreye sokulabilmiştir? Ne koalisyon ortaklığı, ne ortağın çürük çıkması, ne de post-modern darbe, hedefe kilitlenen Hoca için mazeret teşkil etmemiştir?
Son tahlilde parti kapatılmış, siyaset yeniden dizayn edilmiş, milyarlarca dolarlık banka hortumlarıyla ekonomi dip yapmış; yani faturası acı olmuştur 28 Şubatın, ne ki, yüz yıllık rüya gerçekleşmemiştir ya… Büyük İsrail bir başka bahara kalmıştır ya… Büyük Türkiyenin temelleri atılmıştır ya…
Allahın da bir planı var işte!
Şimdi… Gün, yeniden toparlanma günüdür.
--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
Yavuz Sultan Selim Diyor ki:
Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.
Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.
Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.
Serhat ERDEMLİ
--
3/01/2008 01:44:00 PM tarihinde Serhat ERDEMLİ tarafından TARİHE BAKiŞ adresine gönderildi
--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
Yavuz Sultan Selim Diyor ki:
Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.
Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.
Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.
Serhat ERDEMLİ
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
28 Şubat post-modern darbesinin üzerinden tam on yıl geçti; sıcağı sıcağına yazılanlar oldu, duygusal değerlendirmeler yapıldı… Pek çok şey yazıldı çizildi. Ne ki onuncu yılında esaslı bir değerlendirme yapmak, aydın sorumluluğu olsa gerektir.
Sonuçtan yola çıkmak gerekirse… Bin yıl sürecek dendi, ne oldu? Ne darbe kaldı geride, ne darbeciler! Onlar şimdi emekli asker; kim bilir canları neler çeker, ama emeklilik günlerinin asudeliğine, derin sükutun hüznü karışmış görünüyor.
28 Şubatı samimi olarak "irtica ile mücadele" sanan ve laiklik bayraktarlığına soyunan kimi safdillerin şaşkınlıkları ise her hallerinden belli: Kâh çevik bir generalin gazına geldiklerini görüyorlar, kâh Erbakanın Tayyipten daha ulusalcı ve vatanperver olduğunun ayrımına varıp dövünüyorlar… Güler misin, ağlar mısın!...
Kiminde derin bir sükut-u hayal, kiminde kullanılmanın verdiği şaşkınlık ve belki de itiraf edilmiş ya da edilmemiş pişmanlık. Ne ki her şey için çok geç artık, bade harab-ül Basra! Son pişmanlık neye yarar!
Darbeden mütevellit travmatik etki, demokratik kurum ve kuruluşların olduğu kadar bütün toplumun üzerinde de olanca etkisini devam ettiriyor. Demokrasi denen nazenin, bir kez daha asker postalları ile tepelenmenin yara bereleriyle malül hâlâ. 28 Şubatın etkisi, sadece Refah-Yol hükümetini iktidar erkinin dışına atmakla sınırlı kalmış olsaydı, belki Türk siyaseti bu kadar yaralanmaz ve buna bağlı olarak travmalar yaşanmazdı. Hakkındaki abuk iddialar nedeni ile RPnin kapatılması, brifinglerle güdümlenmiş yargı organının "emir demiri keser" sözü gereğince görev ifa etmesi, yargının siyasallaşmasını beraberinde getirmiş ve adalet duygusunun onulmaz biçimde yaralanmasına neden olmuştur. Et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa!...
Tam da eski Yargıtay Başsavcısının dediği gibi, yargıya bulaşan habis ur, metastaz yapmış ve Türk demokratik sisteminin hemen her uzvunu, bir şekilde sirayet ederek çürütmüştür.
Tevhid-i Tedrisat sisteminin içinde meczedilen, Türk milli eğitiminin belki de en özgün ve kuşkusuz en güzide okulları olan İmam Hatipler yer ile yeksan olmuştur. Gerek İmam Hatiplerin, gerekse Kuran kurslarının kapatılmasının önümüze nasıl bir fatura çıkaracağının daha tam farkında değiliz. Çünkü Kuranla tanışmayan bir neslin, dengeli beslenmeyip adeta hilkat garibesine dönmesi mukadderdir, ama eğitimde iyi ya da kötü atılan tohumların hemen meyveye durmaması nedeni ile bu hilkat garibesi neslin ne tür sakatlıklarla ve garabetle malûl olacağını henüz bilmiyoruz, ne ki önümüzdeki yıllar bunu bize gösterecektir.
İnsanın haykırası geliyor; bre zalimler! Hadi, Refahyolla bir derdiniz vardı, hesaplaştınız, siyasettir olur. Hadi yolsuzluk ekonomisi ile beslenen ve yıllarca afur afur yiyip deveyi havuduyla götürdüğünüz için Refahyol hükümeti zamanında nemalanamaz oldunuz, her türlü şahsi menfaatiniz, her türlü milli menfaatin önüne geçti, açlıktan çıkmış gibi, Refahyoldan sonra banka-manka önünüze ne gelirse hortumlayıp yağmaladınız. Bütün bunlar tamam, darbenin de, yolsuzluğun da anlaşılabilir bir yanı var, fakat yavrucaklardan ne istediniz? Gelecek nesiller Kuranla tanışmazsa, bundan sizin kazancınız ne olacak?
Bırakın bin yıl sürmesini, 28 Şubat eğer on yıl bile sürmemiş ya da sürdürülememişse, milletin inançlarına karşı bir kalkışma olması nedeniyledir.
Bu millet gelene ağam, gidene paşam der, sanılır. Her ne kadar 28 Şubatın neticesinde Tayyip ağa gelmiş, Çevik Paşa gitmişse de, bu millet her şeye boyun eğen koyun ruhlu bir millet değildir. Sadece hesabını zamana yayar ve bazı şeyleri kabullenmiş gibi yapar. Bu durumu görenler ve işin künhüne vakıf olmayanlar da bu milleti kandırdıklarını zannederler. Bu, bana, 28 Şubat sürecinde anlatılan ve o süreci en iyi anlatan bir hikayeciği anımsattı. Bir tarihte köyün birine şehirli bir züppe gelir. Köylünün sigarasını yakmak istediğini görünce, muziplik olsun diye el fenerini uzatır. Bir süre böyle dururlar; züppe, "Ne cahil adam, el feneriyle sigarasının yanacağını sanıyor" diye, düşünmektedir. Köylü ise, "Beni kandırdığını sanıyor, oysa pilini bitirdiğimin farkında değil" der. Söyler misiniz, aldanan kim, bin yıl süreceğini zanneden, sille-i milletle on yılda pili biten post-modern darbecilerin şu şehirli züppeden ne farkı var?
Sadece kendi pillerini bitirmekle kalsalar, bunda üzülecek bir şey yok. Ne ki, her defasında millete verdikleri zarar ziyan o kadar çok ki… Soruyorum buradan, 2001de Cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci küçülmesinin, dip yapan ekonominin müsebbibi kim? Soruyorum, gerek Kuzey Irakta, gerekse Kuzey Kıbrısta kırmızı çizgiler yalanmışsa, bunun sorumluluğu kimde? Soruyorum, Türk siyasetinde ayaklar baş, başlar ayak olmuşsa, bunun vebali kimin boynuna? Sormuyorum, suçluyorum; devlette kör kuruşun hesabını vermek zorken, milyarlarca dolarlık banka hortumlarının hesabını nasıl vereceksiniz? Adaletten eğitime, siyasetten ticarete, egemenlikten din ve diyanete bunca yozlaşmanın miladıdır 28 Şubat. Adalet burada şaşabilir, fakat mahşerde mutlaka yerini bulur.
Sorumluları, sorumluluklarına göre suçlamak ve sorumlulukları nisbetinde cezaya çarptırmak da adaletin gereğidir. O nedenle 28 Şubatı bir iki çevik paşa ile menfaati zedelenen bir iki rantiyecinin sırtına yıkmak doğru değildir.
Her şeyleri ile dışa bağımlı insanların, Türkiye gibi önemli bir coğrafyada, dışarıdan habersiz ve bağlantısız "darbe" yapabilmeleri muhaldir, bunu düşünebilmek ise safdilliğin daniskasıdır. Refah-yol iktidarı nedeni ile sadece yerli rantiyenin çıkarları zedelenmemiş ve tekerlerine çomak sokulmamıştır ki…
1897de Baselde Siyonist Kongreyi toplayan Thedor Herzlin yüz yıllık planlarını unutamazsınız: İlk elli yılda İsrail Devleti, yüz yılda ise Büyük İsrail kurulacak, sonra da Dünya hakimiyeti… İsrail tam da Herzlin kehanetlerine uygun olarak 1947de kurulmuştur. Hesaplayın bakalım, Büyük İsrail için verilen yüz yıllık randevu hangi tarihe denk gelmektedir? Bu plan uyarınca dünya savaşları mı yapılmamıştır, iki kutuplu dünya mı yıkılmamıştır, Birinci Körfez Savaşı mı çıkartılmamıştır?... Her şey yolunda giderken, o da ne? Allahın hikmeti işte, Türkiyede Refah-yol iktidara gelmez mi? "Bu da nerden çıktı böyle?" dedirtecek sürpriz bir gelişme. Ancak her türlü duruma göre senaryo hazırlığı bulunduğu için, Refah-yol hükümette boğulursa, "Hem umut olmaktan çıkar, hem de engel olmaktan…" düşüncesi ile düğmeye basılmıştır. Ocak 2007 gazete arşivleri taranırsa görülecektir ki, ilk altı aylık süreçte plan yürümemiştir. Bırakın umut olmaktan çıkmayı… Gelir gelmez yüzde 50 zamla işe başlanmış, "kaynak nerde?" diyenlere, sayısız kaynak paketleriyle cevap verilmiştir. Denk bütçeler, havuz sistemleri, kaynak paketleri derken, Türkiye için aranan kan olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Tabii rantiye için de tam bir kabus… "Biz batarız, ama unutma, sen de batarsın!" tehditleri bunun için yapılmıştır.
Kanal 7nin 17 Ocak 1997de yayınladığı gizli mason ayinleri ise bardağı taşırmıştır. Hani "Konutta sarıklı cüppeli şeyhlere iftar verilmesi ya da Sincanda Kudüs gecesi bardağı taşırdı" deniyor ya, hikaye… Asıl bardağı taşıran budur. Nitekim, İsrailden Fransız obediyansına, oradan da Türkiyedeki mason localarına çok sert paylama ve kesin talimatlar gelmiştir: Derhal bu rezalete son verin, medyadaki biraderler dahil herkes harekete geçirilerek Refah-yol iktidarını uzaklaştırın… Ocak 1997de ekonomiye ve Refah-yol hükümetine övgüler düzen medya, Şubat 1997de talimatı alır almaz irtica paranoyasına girmiştir. Bu hükümetin yerli olduğu, uyguladığı ekonomi politikaları kadar, bütün eylemleriyle, söylemleriyle, dış gezileriyle ortaya çıktığı için, iktidarda kendi kendini yok etmesini beklemenin sonuç getirmeyeceği anlaşılmıştır. O tarihlerde kamuoyu anketleri ile derinlerde yapılan sondaj, Refah Partisinin bu ivme ile devam etmesi halinde, 2000lerde yüzde 60larla tek başına iktidara geleceğini gösterdiği için, beklemenin vakit kaybından başka bir anlamı olmadığı görülmüştür.
Daha da kötüsü, tankları yürütmenin de, 28 Şubatta MGKda bildiri yayınlamanın da çare olmadığı anlaşılmıştır. Çünkü Erbakan, diğerlerine benzememekte, bir türlü şapkayı alıp gitmemektedir. 1969da TOBBdan polis zoruyla gitmediği gibi…
Asker, askeri tabirle Hocanın "hedefe kilitlendiğini" görmüştür. Nitekim şeytan taşlamaktan ibadet etmeye vakit bulunamayan o netameli günlerde, nasıl da D-8 gibi uluslar arası devasa bir proje devreye sokulabilmiştir? Ne koalisyon ortaklığı, ne ortağın çürük çıkması, ne de post-modern darbe, hedefe kilitlenen Hoca için mazeret teşkil etmemiştir?
Son tahlilde parti kapatılmış, siyaset yeniden dizayn edilmiş, milyarlarca dolarlık banka hortumlarıyla ekonomi dip yapmış; yani faturası acı olmuştur 28 Şubatın, ne ki, yüz yıllık rüya gerçekleşmemiştir ya… Büyük İsrail bir başka bahara kalmıştır ya… Büyük Türkiyenin temelleri atılmıştır ya…
Allahın da bir planı var işte!
Şimdi… Gün, yeniden toparlanma günüdür.
--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
Yavuz Sultan Selim Diyor ki:
Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.
Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.
Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.
Serhat ERDEMLİ
--
3/01/2008 01:44:00 PM tarihinde Serhat ERDEMLİ tarafından TARİHE BAKiŞ adresine gönderildi
--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
Yavuz Sultan Selim Diyor ki:
Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.
Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.
Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.
Serhat ERDEMLİ
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.