KUTLU FETİH MÜBAREK OLSUN...

Kutlu Fetih Mübarek olsun!
Sene 1453 Peygamber Müjdesine mazhar olmak ve Haçlı Bizansın merkezi İstanbul'u da alarak bu topraklara İslam Mührünü vurmak için çıkılan kutlu seferin bu sene 555. yıldönümünü kutluyoruz..
İstanbulun Fethi şüphesiz her açıdan önemlidir...


Ve bir devrin sona erip yeni bir devre kapı aralayıcı özelliği ile de önem arzeder..Bugün haçlı ve emperyalistlere vurulan her tokatta bu Şanlı Fetih hatırlanmaktadır.. velhasıl Haçlı sürüleri bu Büyük Fethi İşgal olarak dünyaya lanse etmeye ve Başta Kutlu Fethin Sembolü AYASOFYAYI yerli işbirlikçileri vasıtası ile tamamen KLİSE ye çevirmeye çalışmaktadırlar ...Bugün İstanbul başta olmak üzere Osmanlıdan miras kalan bu toprakların üzerinde ki siyonist ve Haçlı oyunları devam etmekte olup Osmanlı ve İslam mührünü kazıma faaliyetleri de tüm hızı ile devam etmektedir...



Bugün emperyalizmin işgaller ve sömürülerle kan deryasına çevirdiği , fetih sonrası tabloya muhtaçtır.Dünya Fatihin açtığı Yeni çağa ve de bugün bizlerin eli ile kurulacak o tarihi birikimlerin ışığında Yeni bir Nizama Muhtaçtır...

Yeniden Fethedilerek aslına rücu ettirilmesi gereken İSTANBUL,Fatih Sultan Mehmet Han hz.lerinin bize bıraktığı mirastır ve bugün batıcı -hristiyan kültürün işgalindedir.. bu işgal Silah ile gerçekleşmiş bir istiladan daha tehlikeli olup İnsanımızı ve de bu toprakları içten kemirici özelliği ile de yeniden FETH'e memuriyetimizi ve de mecburiyetimizi ihtar eder...


Karada Gemilerin, Denizde KüheylanlarınYürüdüğü Fetih


İstanbul’un fethi İznik’ten, Bursa’dan Eskişehir’den ve en son olarak da Edirne’nin fethinden başlamıştı. İstanbul fethedilmeliydi, çünkü Efendimiz’in (sas) kutlu işareti vardı.
Allah Rasûlü (sas) Rabbimiz’in bildirmesiyle Arap Yarımadası’nın, İran ve Kıbrıs gibi bazı yerlerin fethedileceği müjdesini kendleri hayattayken vermişti. O’nun gelecekle ilgili emir ve müjdelerinden biri de, İstanbul’un fethedilmesiyle ilgiliydi.

İstanbul Elbet Fetholunacaktır...!


Asr-ı Saadet’ten başlayarak hemen her devrin büyük kumandan ve bahadırları hem bir müjde hem de bir vazife olarak kabul ettikleri bu kutlu habere muhatap olabilmek için defalarca İstanbul’a kadar gelmiş ve geriye dönmüşlerdi. Milletimizin aziz misafiri Ebu Eyyûb El-Ensâri Hazretleri de aynı gayeyle, ilerlemiş yaşına rağmen İstanbul sırtlarına kadar gelmiş; vefat edeceği sırada ordunun komutanına “Burada ölsem de beni İstanbul’un bağrına defnedin.” ricasında bulunmuş ve asırlarca sonra gelecek kahramanların kılıç seslerini, tekbir sadâlarını kabrinden duymak istediğini belirtmişti.
Yıldırım Bayezid, Fetih için Anadolu Hisarı’nı inşa ettirmiş, Moğol fitnesi yüzünden projeleri akim kalmıştı. Fatih’in babası II. Murad da birkaç kere İstanbul’u kuşatmayı denemiş ama fetih için yeterli hazırlığının olmadığını görmüştü. Bir gün Ankara’dan bir misafiri olduğu söylenmiş; karşısında devrin gönül sultanı Hacı Bayram Veli Hazretleri’ni görünce heyecanlanmış ve hemen “Hocam, size mâlum olur; yoksa İstanbul bize nasip olmayacak mı?” deyivermişti. Hak Dostu şöyle bir murâkabeye dalmış ve sonrasında da “Sultanım, Fetih sana ve bize nasip olmayacak. Ama Cenab-ı Allah, İstanbul’un anahtarlarını senin göz nurunla bizim çırağa nasip edecek.” demişti.Fetih asırlar süren sabırlı bir plan ve projenin ürünüydü. İstanbul, Anadolu yakasından değil Avrupa yakasından gelinerek fethedilmiştir. Devletin merkezi Avrupa’da yani Edirne’dedir. Bizans’ın Avrupa ile bütün bağlantıları kesilip Anadolu’dan da bir çıkış bırakılmamış ve son saldırıyla tarihin en büyük imparatorluklarından biri olan Doğu Roma tarihe gömülmüştür.Anadolu Hisarı’nın karşısına Boğazkesen Hisarını (Rumeli Hisarı) yaptırmak başlıca bir deha ürünüdür. Surların şekli kûfi yazıyla Arapça “Muhammed” (sas) kelimesi şeklindedir. Devrin harikası olan şahi topları Topkapı denilen bölgeyi dövüyordu. Fakat, 50 gün boyunca devam eden hücumlara rağmen şehir bir türlü düşmüyordu. Genç sultan yerinde duramıyor, atını denize sürüyor, "İstanbul, ya sen beni alırsın ya da ben seni!.." diyordu.

Fetih Ateşleri Geceyi Aydınlatıyor


Artık pazartesiyi salıya bağlayan geceye gelinmişti. Tarihler 29 Mayıs’ı gösteriyordu. Osmanlı İslam ordusu, bu geceyi “Mum donanması” yaparak ateş ve ışık şenliğiyle geçirdi. İstanbul’u tamamen kuşatan deniz ve kara birliklerinde kandiller, fenerler, meş’aleler ve ateşler yakılarak Kostantiniyye bir ışık çemberi içine alınmıştı. Tekbirler ve tehliller İstanbul semalarını inletiyordu. Bizanslılar ise Ayasofya’ya sığınmış azizlerin yardımını bekliyordu. O gece iki tarafa da uyku yoktu.Yarının “Fatih”i olacak Sultan 2. Mehmet bir o yana, bir bu yana koşturuyor; askerlerini coşturmaya çalışıyordu. Fatih, bir aralık hocası Akşemseddin’in yanına gidip onun himmetini istemiş; bir zamanlar babasının kendi hocasına sorduğu gibi "Yoksa bize nasip olmayacak mı?" demişti. Akşemseddin de kendi hocası gibi murakabeye dalmış; ağlamış, ağlamış. Sonra da "Sultanım, Allah bizi mahcup eylemeyecektir. Biz hele O’na teveccüh edip zaferi O’ndan bekleyelim; O bizi eli-boş geri çevirmeyecektir." cevabını vermişti.

Atını Denize Sürdü

İstanbul kuşatması esnasında Papa, Bizans'a yardım maksadıyla gemiler göndermişti. Bu gemilerin gelmekte olduğu II. Mehmed'e bildirildiğinde hemen atına atlayıp: "Hadem ü haşemle deniz kenarına indi."Bizans tarihçisi Dukas'ın ifadesiyle: "Atı ile beraber yüzerek ve denizi yararak kadırgalara doğru, sesi çıktığı kadar bağırıyor, emirler veriyordu."Onun bu konudaki azmi, samimiyeti, hedefine ulaşmak için maddi-mânevî herşeyini ortaya koyması sonunda, bin yıllık Bizans İmparatorluğu ve karanlık bir çağ aydınlık yolun ay yüzlüleri önünde eriyip gidiyordu.
Nasrun Minallahi ve Fethun Karîb!


29 Mayıs 1453 sabahı, şafak sökmeden önce başlayan top atışlarıyla surlar sarsılıyor, mehter takımı İstanbul semalarını inletiyordu. Bugün büyük bir gündü. Şahî adlı büyük top bugün Topkapı denilen yerdeydi. Fatih’in keşfi olan geliştirilmiş havan topları, Beyoğlu sırtları ve Galata surlarından aşırtma atışlarla Haliç’teki düşman gemilerini batırmaya başlamıştı.Toplar gümdürdedikçe yaşlı surlar birer birer gedik vermeye başlıyor, Osmanlı askerlerinin biri düşse diğeri surlara doğru saldırıyordu. Ulubatlı Hasan da bu yiğitlerdendi. Surlardan atılan taş, ok ve kızgın yağlara (Rum ateşi/Grejuva) rağmen ilerliyorlardı. Ulubatlı’nın vücudu delik deşik olsa da surlara çıkmış; elindeki mukaddes bayrağı en yüksek burca taşımıştı.
Kavga, Toprak Kavgası Değildi

Fetih hadisesi, bir toprak istilası ve yağma operasyonu değildir. İslam’ın özünü oluşturan cihad kavramı, insanları Allah’ı bilmeye ve O’nun rızasını aramaya götüren yollardaki engelleri kaldırma gayretidir. O güzel komutan ve güzel askerlerin asıl derdi şehri kuşatan kaleleri değil, insanlarla Allah’a iman arasındaki surları yıkma hedefiydi. Bundan dolayıdır ki, fetih ordusunun gayrimüslim halka tanıdığı güven, rahatlık, kazanç imkanlarını ve Müslümanların üstün ahlakını gören Bizanslılar’ın çoğu Osmanlı idaresini bir nimet ve kurtuluş olarak kabul etmişlerdi. Bu anlayışın bir sonucu olarak, Grandük Notaras, “Konstantinapolis’te kardinal şapkası (latin serpûşu) görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim.” diyordu.


Ve Fetih,şanlı Fetih gerçekleşerek Tarihe "İSTANBUL İSLAMIN ŞEHRİDİR"mührü vuruluyordu....

FETİH MARŞI YELKENLER DİKİLECEK.....


Şanlı Kumandan ve Askerlerini rahmet minnet ve dualarla anıyoruz...

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.