Hasta adam Amerika Birleşik İmparatorluğu

Dünyada komşularıyla arasına “Ölüm Duvarı” çeken iki ülkeden biri olan Amerika Birleşik İmparatorluğu’nun ekonomisi ve siyasetinin yanında kültürel değerleri de çöktü.
Michael Leon Guerrero*

Birleşik Devletler’de, hem aşırı-sağ Cumhuriyetçiler ve Demokrat liberaller benzer şekilde pazarın ekonomiyi yöneten ve sosyal ilişkileri tanımlayan ana güç olması nosyonunu pazarlamışlardır. Hükümetin insanların sırtlarından ve cüzdanlarından uzak durması gerektiğini desteklemişlerdir. Kaba bireyselciliği ve tüketiciliği, “kişisel sorumluluk”, “özgürlük” ve “bağımsızlık” gibi terimlerle teşvik etmişlerdir. 1980’lerin sinema filmi “Wall Street”de, Michael Douglas’ın canlandırdığı Gordon Gecko karakterinin “Açgözlülük iyidir” mantrası, 80’lerde ve 90’larda geçinmek için kelimelere dönüştü. Açgözlülüğün felsefesi ve değeri birçok şirket CEO’su tarafından gönülden inanılmış ve son 30 yıldır bu çarpık/sapkın mantık, bireyselliğin ve tüketicilik kültünün değerlerinin altını oyarak, harap edici sonuçlarıyla insan gelişiminin ibresini ters yöne çevirmiştir.

Chicago’lu Çocukların Yarattığı Felaket

Naomi Klein’ın dönüm noktası çalışması “Şok Doktrin: Felaket Kapitalizm’inin yükselişi” neoliberal (ve neomuhafazakar) projenin son 30 yılını özetler. Bu politikalar onlarca yıldır küresel ekonominin kaleleri oldular. Ancak Klein, Milton Freidman gibi guruların Chicago Üniversitesi’nde eğittikleri gibi kapitalist ekstremistlerinin kendi politik ve ekonomik ajandalarını dayatmaların için en hareketli olduğu zamanların sosyal ve doğal karışık anları olduğunu ikna edici şekilde tartışır. Hatta eğer doğal bir felaket ortaya çıkmasaydı bile, Kissinger, Nixon, Reagan, Bush ve Clinton gibi Friedman’ın müritleri savunmasız ülkelere kendi hırslarını tatmin etmek için zarar vermekte bir sorun görmezdiler.

Şimdilerde “Chicago çocuklarının” mantraları yaygın hale geldi: küresel elit hayalin ötesinde zenginleşirken, regülasyonları elimine et, vergileri kıs, halk harcamalarını buda ve sosyal hareketlerin yüzyıllık kazanımlarını söküp at. Bir elin parmakları sayısında insan süper-zengin hale geldi ve mega-kurumlar çok daha güçlendi ve büyüdü.

“Serbest ticaret” politikaları ve Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nu yöneten kredi canavarları ulusal ekonomileri yok etmişlerdir. Milyonlarca insan yoksulluğa itilmiş, bütün toplumlar kırsaldan göçe zorlanmışlardır. Vatanlarından geçim için kuzeye göç edenler, duvarlar, kurşunlar ve ırkçılıkla karşılandılar. Birleşik Devletler’de milyonlarcası evsiz, hapishanelerde ve iflastan bir fatura ilerisinde. Sosyal ücretler sürdürülemez seviyelere indi, gerçek maaşlar 30 yıl öncesinin bile altında. Tavan yapan benzin ve hammadde fiyatları, tüm dünyada gıda kıtlığına yol açtı. En çok kar edenlerin hesabına vergileri kaldırarak kamu bütçesini yok ettik. Hayati toplum alt yapısı ve hizmetleri, New Orleans’ın su setlerini ayakta kalması, Körfez Sahili’nin yeniden yapılanması ya da Güney California’yı yakıp kül eden alevleri kontrol edilmesi gibi temel ihtiyaçları bile karşılayamaz hale geldi. Buna rağmen federal bütçemizin büyük kısmı savaşları, Orta Doğu’nun işgalini, nesillerce fakir ve renkli insanların istiflenişini, ABD yabancı ve ticari politikasının göçmen mültecilerinin cadı avını ve yükselen ulusal borcu karşılamayı başardı.

Başıboş bırakılmış kapitalizm bize Büyük Petrol, Kanlı Elmaslar, Enron (2001’de iflas eden Amerikan enerji firması) ve Halliburton’u kazandırdı. Onlar bize Afganistan’ı, Irak’ı, Guantanamo’yu ve ABD-Meksika sınırındaki Ölüm Duvarı’nı verdi.

Birleşik Devletler imparatorluğunun ekonomik ve politik nüfuzunun düşüşünü hissettiğimiz zaman dilimi neoliberal rejimin yükselişine denk düşer. Akademisyen Immanuel Wallerstein, diğer bölgesel ekonomilerin genişlediği 1970’lerden beri Birleşik Devletleri’in lider ekonomik pozisyonun kaybettiğini ortaya koyar. Ülke, konut balonun patlamasının sürüklediği ekonomik bir çöküşle karşı karşıya. İflas, milyarder George Soros’u bile tedirgin edecek kadar büyük. Bu çöküşün öncekilerden derin bir farkı olduğunu Soros şöyle anlatıyor:

… yaşanan kriz uluslararası rezerv para birim olarak dolarla kredi genişlemesi döneminin bittiğini simgeliyor. Dönemsel krizler daha büyük patlama-düşme sürecinin bir parçasıydı. Şu anki kriz, 60 yıldan fazla süregelen süper-patlamanın eriştiği nihai zirvedir.

Saros, finans endüstrinin derügülasyonuyla, kayda değer iflas çevrimine dayanmak için oluşturulan birçok mekanizmanın yok edildiğini savunur. Federal Rezerv ve hükümetin resesyonu (küçülmesi-durgunluk) bertaraf etmek için araçları artık olmayabilir.

Bugün Birleşik Devletler, hapishanelerdeki nüfusunun oranı ve sayısıyla, dünya doğal kaynaklarının en yüksek tüketimiyle, umumi sağlık sigortası olmayan tek endüstrileşmiş ülke oluşuyla ve en yüksek askeri bütçesiyle birçok utanç verici istatistiğin lideridir. Öyle görünüyor ki, Birleşik Devletler’in üretebildiği en önemli ürün savaştır ve bu bizi çok tehlikeli bir ülke yapmaktadır. Küresel toplumda bizim öncelikli rolümüz büyük sermayenin çıkarları için paralı asker ordusu olmaktır.

ABD’nin nüfusu dünyanın yüzde 6’sını oluştururken, küresel kaynaklarının yüzde 30’unu tüketiyor ve en yüksek karbon kirliliği üretiyor.

Bu arada yeri gelmişken, Birleşik Devletler’de gördüğümüz serbest pazar kapitalizminin hiçbir şekilde “serbest” olmadığını açığa kavuşturalım. Gerçekte ABD ekonomisi zenginler için bir tür sosyalizm olarak işlev görür. Vergi verenlere bankaların, havayollarının, tasarruf ve kredi endüstrisinin kefaleti ödetilmiştir. En az iki federal sosyal güvenlik programını finanse etmekteyiz: ilki her faturada sağladığımız katkı, diğeri de Birleşik Havayolları işçilerine ödediğimizdir (firma emeklilik zorunluluklarını ödemeyi bıraktığından beri). Hapishane ve askeri endüstri komplekslerine ve artan bir şekilde özel eğitim ve sağlık firmaların büyük devlet ihaleleri veriyoruz.

“Özgürlüklerin ülkesi” dünyada komşularıyla arasına duvar ören iki ülkeden biri. (Diğeri İsrail.) Kale zihniyeti düşüşteki bir imparatorluğun işaretidir. ABD nüfusunun dünyanın geri kalanına ulaşmasına her zaman olduğundan çok daha fazla ihtiyaç duyduğu zamanda, hükümet liderlerimiz yük arabalarını çember yapmaktadır. (Amerika’nın ilk göçmenleri yerli saldırılarından savunmak için çember düzenine geçerek hızla dönerler)

Chicagolu çocuklar ve arkadaşları berbat bir pislik yarattılar ve daha başıboş endüstrileşme, bıkkın çevre regülasyonları ve gezegen üzerindeki hayatı tükenme noktasına getiren fosil yakıtlara bağımlılığın yarattığı yıkıma dokunmadık bile.

Kültürel Değişim: Sosyal Değerlerin Yeniden Kazanımı

ABD politik doğrultusunda köklü bir değişimin elzem olduğu açıktır. Ülkenin siyasi ve ekonomik gidişinde esaslı bir değişim, kültürel bir değişim ve sosyal ve siyasi ilişkilerin yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bireyselciliğin ve rekabetin değerlerine ve tüketim kültürüne karşı çıkarak ekonomik ve sosyal ilişkilerimizi tanımlayan mütekabiliyet, amme, işbirliği ve dayanışma gibi anahtar değerleri yeniden kazanmalıyız. Kolektif ve amme sorumlulukları paylaşan bir toplum olduğumuzu açıkça ortaya koymalıyız.

Neoliberal/neomuhafazakar ajandayı ayakta tutan daha az önemli önermelerle yüzleşmeliyiz. Yani vergiler, sendikalar ve hükümetin hepsi kötüdür. Donald Cohen’in özetlediği gibi vergileri savunmak, işgücünün organizasyonu, regülâsyonlar ve hükümet gerçekte açgözlüleri hizada tutmak ve adil ve demokratik bir toplum için gereklidir.

Birleşik Devletler’de belirgin bir siyasi ve kültürel değişim aynı zamanda bizlere “Amerikan Rüyası”nın da yeniden tanımlanmasını zorunlu kılar. Bu rüya motive olmuş bir bireyin zenginliye ulaşması hakkında değildir. Ekseri Amerikalıların (Latinler ve Kanadalılar dahil) faydasına olacak bu rüya Dr. Martin Luther King’in savunduğuna daha yakın olacaktır. Bu rüya ırki, cinsi ve homoseksüel özgülüğü içermeli, toplumdaki herkesin temel ihtiyaçlarını karşılamalı ve yerel ve küresel toplumda barışa ulaştırmalıdır.

Annie Leonard, “Story of Stuff”’ta gezegeni yıkıma sürükleyen üretim ve tüketim çevrimini güzel bir şekilde açıklar. 1950’lerde inşa edilen tüketicilik değerlerinin nasıl bugün DNA’mızın bir parçası haline geldiğini tanımlar. Tüketimcilik maksatlı bir politik strateji olarak tasarlandı ve ancak önceden düşünülmüş bir politik stratejiyle karşı çıkılabilir. Tüketim çevrimi maliyetlerin somutlaştırılmasıyla ayakta durur. Bu maddileştirme ucuz hammadde ve işgücü için toplumları sömürüsüyle elde edilir. Bu modele karşı çıkmak, sömürülenlerin, sürülen toplumların mücadelelerini ve onların organize olma haklarını desteklemekle mümkün olur.

Değerlerimizin değişimi kesinlikle elzem olan cesur politika değişikliklerini yapmamıza olanak sağlayacaktır.

Kaynak: Movement Vision Lab, Çeviri: Oğuz ESER

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.