Vakit'in başarısı bağımsız yayın anlayışından kaynaklanıyor Vakit gazetesi genel yayın koordinatörü Mustafa Karahasanoğlu: Ergenekon'un kartel medyasıyla bağlantısı var. ENGİN DİNÇ’İN HABERİ Vakit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Mustafa Karahasanoğ

Vakit'in başarısı bağımsız yayın anlayışından kaynaklanıyor Vakit gazetesi genel yayın koordinatörü Mustafa Karahasanoğlu: Ergenekon'un kartel medyasıyla bağlantısı var. ENGİN DİNÇ'İN HABERİ

Vakit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Mustafa Karahasanoğlu, Vakit'in yayıncılık anlayışından 28 Şubat'a, Ergenekon'dan kartel medyasına, yargının siyasallaşmasından 312 general davasına kadar pek çok konuda sorularımızı cevaplandırdı. Özellikle Ergenekon soruşturmasıyla ilgili ilginç bilgiler veren Mustafa Karahasonoğlu, uzun bir süre Ergenekon haberlerini görmezden gelen kartel medyasının bu yapılanmayla bağlantısı olduğunu söyledi.

VAKİT'İN BAŞARISI BAĞIMSIZ YAYIN ANLAYIŞINDAN KAYNAKLANIYOR

Vakit gazetesi inançlı, muhafazakar insanların takip ettiği bir gazete. Fakat cesur ve sıra dışı çizgisiyle elde ettiği başarı dikkat çekiyor. Bu farkınızı ve başarınızı neye bağlıyorsunuz?

Her şeyden önce yayın hayatına yeni başlayan Analitik Bakış'ın faaliyete geçmesi memnuniyet verici. Çünkü ne kadar çok kuruluşumuz medyada faaliyet gösterirse o kadar faydalı olacağı muhakkak. Yanlış bir kanaat var. Gazetemiz var, ikinci bir gazete olmasın ne lüzumu var diye düşünülüyor. 2., 3. gazetemizde olacak. Ne kadar geniş olursak, o kadar faydalı olur. Bu bakımdan da Analitik Bakış'ın faaliyete geçmesinden dolayı sizi tebrik ediyorum. Allah razı olsun, Cenab-ı Hak hayırlı hizmetler yapmayı nasip etsin.

Vakit gazetesiyle diğer gazeteler arasındaki fark için, temel olarak diğer gazetelerin hemen hemen tamamına yakınının farklı bağlantıları var diyebiliriz. Mesela bir gazetenin vakfı var, okulları var; bir gazetenin siyasi partiyle bağlantısı var. Bir başka gazetenin ticari faaliyetleri var. Dolayısıyla burada yayın yaparken eğer bir ticari kuruluşunuz varsa, bu ticari kuruluşunuzun menfaatlerini dikkate alarak yayın yapıyorsunuz. O ticari kuruluşunuza herhangi bir zarar geleceğini düşünürseniz o haberi yapmıyorsunuz. Bir vakıfsanız veya bir siyasi partinin yayın organıysanız o siyasi partinin genel politikasına aykırı olmamaya dikkat ediyorsunuz. Vakit gazetesinin böyle bir mecburiyeti yok. Vakit gazetesinin bir tek ilkesi var; İslam'a ters mi düşer, yoksa uygun mudur? Vakit gazetesi sadece onun kaygısını taşıyor. İslam'a ters düşmedikten sonra bizim herhangi bir haberi yapmaktan çekincemiz veya kaygımız olmuyor. Yani özgür oluyoruz. Gazetecilikte özgürlük istiyor. Eğer bir haberi ticari kaygıyla, bir haberi vakfınızın kaygısıyla, bir haberi bağlantılı oldunuz siyasi partinin stratejisiyle çelişir mi gibi mülahazalarla ele alırsanız haber yapamaz hale gelirsiniz. O nedenle Vakit'in böyle bir ayrıcalığı var. Çok rahatça her şeyi yapabiliyor; bağlantısız, bağımsız… Sadece İslami kaygısı olan bir çizgisi var. Bu bakımdan zannediyorum ki, çok daha çarpıcı haberleri kullanabilme şansına sahip. Yoksa bizim yaptığımız haberlerin birçoğundan diğer gazeteler de haberdar. Ama bu haberleri haberdar olmadıkları için değil, diğer kaygılardan dolayı sansürledikleri için yapamıyorlar. Vakit'in avantajı sansürsüz bir yayın yapabilmek. Bundan dolayı da okuyucudan müspet tepkiler alıyoruz. Vakit şu andaki tirajı ve yayınlarındaki etkinliğiyle Türk basın dünyasında önemli bir yer almış bulunuyor. Bunda tabi ki, Vakit gazetesinin sansürsüz, bağlantısız, bağımsız yayın yapabilmesinin etkisi mutlaka var.

KARTEL MEDYASI TİCARİ FAALİYETLERİNİ GÖZETİYOR

Siz Türk medyasının şu anki durumunu nasıl görüyorsunuz?

Medya haber vermek için vardır. Gazetenin fonksiyonu haberi okuyucuya oluşturmak, kısmen de haberleri yorumlayarak okuyucuya ufuk açmaktır. Asli görevi budur. Ama maalesef bazıları ideolojik faaliyet halinde yürütüyorlar. Buna açık bir örnek vermek istersek Cumhuriyet gazetesi ideolojik bir faaliyet içerisindedir. Hadiseleri o gözlükle bakarak yorumluyor. Haberleri değerlendirirken o çerçeve içerisinde değerlendiriyor. Dolayısıyla objektif bir gazetecilik beklemek mümkün değil.

Diğer taraftan Türkiye'de bir takım grupların; Aydın Doğan'ın, Karamehmet'in gazeteleri var. Sabah grubu şimdi değişti, Çalık'a geçti. Daha önce Dinç Bilgin'deydi. Bir de Cem Uzan'ın Star grubu vardı. Bunların geçmişlerine bakarsanız hepsinin ticari faaliyeti var ve bu ticari faaliyetlerin de -birbirleri hakkında yaptıkları yayınlardan anlıyoruz ki- gazetelerini tetikçi olarak kullanmışlar, gazetelerinin nüfuzundan istifade ederek ticari faaliyetlerini geliştirmişler. Yoksa bunlar ticarette çekirdekten yetişme insanlar değiller. Bakıyorsunuz bir POAŞ ihalesine giriyorlar, POAŞ ihalesini kazandıkları zaman onun parasını devlet bankasına ödettiriyorlar. İş Bankası'nın hissesini alıyorlar, onun parasını bir başka bankaya ödettiriyorlar. Bunları nasıl yapıyorlar? Gazetelerinin nüfuzunu kullanarak yapıyorlar.

Mesela şimdi Hilton otelinin ihalesini Aydın Doğan kazandı. İhaleye çıktığı zaman buranın 1. derecede SİT alanı olduğu, dolayısıyla burada yeni bir inşaat yapılamayacağı biliniyordu. Nüfuzu olmayan, gazeteci olmayan insanlar bu ihaleye girmediler. Çünkü bu haliyle edeceği fiyat belliydi. Ama Aydın Doğan şunu düşündü: Dedi ki, "Ben nüfuzumu kullanarak burayı SİT alanından çıkarırım. Buraya çok büyük bir otel yaparım ve çok da büyük bir para kazanırım."

Ama bunu sıradan bir müteahhit yapamaz, güçlü bir gazetenin patronu yapabilir. Dolayısıyla ihaleye girdi. En yüksek fiyatı verdi ama gerçek fiyatı vermedi. Şu anki durumuna göre belki yüzde 5 fazla verdi. Ama orası SİT alanından çıktığı zaman değeri 5-6 kat artacak. 6 kat arttığını kabul ederseniz değerinin yüzde 15'ini vermiş oldu. Bunu sadece misal olsun diye söyledim. Birçok konuda gazete nüfuzu kullanılarak hükümetlere baskı yapılarak bu şekilde gelişmeler sağlanmış oluyor. Dolayısıyla kartel dediğimiz medya kuruluşları kendi ticari faaliyetleri için gazeteleri bir araç olarak kullanmaktalar. Bu yayın politikası zaman zaman hükümetleri korkutmak için haksız saldırılar, işleri görüldüğü zaman hükümet hak etmediği halde övgüler şeklinde yürüyor. Bu şekilde tamamen ticari faaliyetleriyle ilintili bir yayın politikası izliyorlar. Ve maalesef bunun neticesinde de Türkiye'de medya gerçek görevini yapamıyor.

Nitekim çok önemli bir husus olarak medyanın batıda Türkiye'den farklı bir konumu var. Orada medya herhangi bir siyasi partiyle alakalı olumlu bir yayın yapıyorsa o siyasi partinin seçimlerde sağlıklı bir netice aldığını görüyoruz. Ama Türkiye'de tam tersi oluyor. Kartel medyası bir siyasi partiye ne kadar vurursa, bakıyorsunuz o siyasi parti en yüksek reyi alıyor. Bu da kamuoyunun medyaya güveni olmadığını ortaya koyuyor.

Son dönemde medyada alternatif sesler daha da yükseldi. Bu gelişme medyadaki durumu nasıl etkiledi?

Çok önemli bir noktaya temas ettiniz. Müftünün keçisi çalınıyordu, Cumhuriyet gazetesi 'müftü keçi çaldı' diye haber yapıyordu. Bunun alternatifi, başka bir gazete olmadığı için müftü keçi çaldı olarak biliyorlardı. Şimdi de zaman zaman yalan haberleri yapıyorlar. Bu yalan haberleri korkarak, ürkerek yapıyorlar. "Aman Vakit, bu haberin araştırır da doğrusunu çıkarırsa mahcup oluruz" düşüncesi içerisindeler. Bütün bunlara rağmen hala bu yalan haberleri yapmakta ısrarcı oluyorlar. Biz de bu yalan haberleri devamlı deşifre ediyoruz. Tabi bu deşifre edilmenin neticesinde önemli bir güç kaybına uğradılar. Eskisi kadar yalan haber yapamıyorlar ama yine de hayatiyetlerini devam ettirmek için buna tevessül ediyorlar. Eskiden bir yalan söyledikleri zaman yatsıya kadar da, sabaha kadar da 'yalan' mumları yanabiliyordu. Şimdi yatsıya kadar ancak yanabiliyor. Oraya Vakit muhabirleri gittiği zaman olayın aslını kamuoyuna yansıtıyorlar.

28 ŞUBAT BİR TALAN DEVRİYDİ

Kartel medyasının geçmişte -özellikle de 28 Şubat sürecinde- darbecilerle birlikte hareket ettiği, bir psikolojik savaş yürüttüğünü söyleyebiliriz. Vakit o dönemde en çok direnen gazetelerden biri hatta başta geleniydi. O dönemle ilgili neler söyleyeceksiniz? Vakit'in 28 Şubat sürecinde yaşadığı sıkıntılar nelerdi?


28 Şubat süreci her şeyden önce bir talan devridir. Halkın oyuyla iktidara gelmiş bir hükümeti değişik desiselerle, kara propagandalarla alaşağı edip bundan istifade ederek bir talan devrinin başlatılmasıdır. Nitekim bugün 28 Şubat sürecinin akabinde görüyoruz ki, o dönemde birçok kuruluş vurgunlar yapmış ve büyük nemalar elde edilmiş. O dönem hortumlanan bankalara baktığımız vakit katrilyonlarla ifade edilecek rakamlar karşımıza çıkıyor. Bu hortumlamaların 28 Şubat sürecini destekleyen veya o sürecin içerisinde aktif rol alan kişiler tarafından yapıldığı anlaşılıyor. Bir kısmı banka alarak, örneğin Etibank'ın içini boşaltmış (Dinç Bilgin'i kastediyor). 28 Şubat'ı yapanlar da bu bankaya murakıp olmuş. Sonunda bu bankanın içi boşaltıldığı zaman mahkemede, "Niçin bu bankanın içinin boşaltılmasına müdahil olmadınız" diye bir emekli oramirale sorulduğu zaman (Deniz Kuvvetleri eski komutanlarından Oramiral Vural Beyazıt'ı kastediyor) "Ben bu işlerden anlamam" demiş. Ama şu sualler sorulmuyor: "Sen bu işlerden anlamazdın da niçin o yönetim kurulunda görev aldın? Bilmediğin bir konuda yönetim kurulu üyeliği yapmak ne demek oluyor?"

Dolayısıyla burada görüyoruz ki, 28 Şubat'ta devleti birinci derecede hortumlayanlar bu medya kuruluşlarıydı. O hortumlama olayına sessiz kalan, böyle bir ortamı meydana getirenler de maalesef bir kısım askerî ve sivil bürokratlar basit yönetim kurulu üyelikleriyle bir anlamda bu talandan nemalanmışlardır.

Tabii böyle bir düzende birileri bu çarka çomak sokuyorsa, o çarka çomak sokanı yok etmek için bir şeyler yapacaklar. İşte bu soygun düzenini, soygun operasyonunu deşifre etmek, bu işin aslında bir soygun operasyonu olduğunu ortaya koymak anlamında yayınlar yapınca Vakit gazetesini susturmak için ellerinden geleni yaptılar. Öncelikle buraya geldiler beni tehdit ettiler. Dediler ki, "Bu devlet kendi bekası için her şeyi göze alır. Bu bina çöker siz de altında kalırsınız. Bu kadar açık tehdit ettiler. Biz onlara dedik ki, "Biz Elhamdülillah Allah'a iman etmiş insanlarız. Burada merdivenlerden inerken ayağımın kayıp beyin kanamasından ölemeyeceğime kimse garanti veremeyeceği gibi, bir şarjör kurşunu boşaltırsınız vakti saati gelmediyse ölmem.

İSTİHBARAT BİRİMLERİ BİZİ TEHDİT ETTİ

Sizi gazetenizde tehdit edenler kimdi?

İstihbarat birimlerinden geldiler. Onlara şunu da söyledim: "Devletin bekasını asıl tehdit edenler sizlersiniz. Bir devlet milletiyle var olur. Millet olmadan devlet var olamaz. Peki bizim yaptığımız yayınlar milletin hissiyatına mı tercüman oluyor, yoksa milletin istemediği yayınları mı yapıyoruz? Biz ne diyoruz, 'şu başörtüsü yasağını kaldırın' diyoruz. Çıkın bir dışarıya halka sorun bakalım 'Ne güzel yaptı devlet' diye başörtüsü yasağını alkışlıyorsa sizin yaptığınız doğrudur. Ama en hafifinden 'Devletimiz bunları yapmasaydı' diye bir küskünlük, kızgınlık hissediyorsa asıl devlet düşmanı sizsiniz. Çünkü yaptığınız uygulamalarla milleti devlete düşmana ediyorsunuz." Bu şekilde onlara gerekli cevabı verdik.

Daha sonra geldiler kalaşnikofla burayı taradılar. Onun akabinde 300 tane polisle gelip gazeteyi bastılar. Onun akabinde Hasan Karakaya ve Hasan Madeni, Kasım Gençyılmaz isimli bir mafya babasının eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'in öldürülmesi gibi düzmece bir terörist faaliyet iftirasıyla alıp götürdüler. O olaylar sırasında yaşanan enteresan bir hadiseyi anlatayım sizlere… Vakit'in nasıl bu işlerden Allah'ın izniyle sıyrıldığını, bu kadar hile ve desiseye rağmen Cenab-ı Hakkın korumasının önemini, Cenab-ı Hakkın korumasının her şeye muktedir olduğunu gösteren bir hadisedir.

İddiaları ortaya atan Kasım Gençyılmaz, hakim önünde terörist faaliyet içerisinde olduğunu iddia ettiği Hasan Karakaya'yı teşhis edecek. Hasan Karakaya'nın gazetede hergün resmi çıkıyor, o resmi gösterecekler fakat diyorlar ki 'Bu resim gençlik resmi. Hasan Karakaya'nın 15 sene önceki halini görürse karıştırabilir. Biz işi garantiye alalım. 6 tane polis ve bir de Hasan Karakaya yan yana dizilmiş. Bu polislerin arasından Hasan Karakaya teşhis edilecek.' Garanti olsun diye Kasım Gençyılmaz'a, 'Soldan 3. sıraya Hasan Karakaya'yı yerleştireceğiz, sen soldan 3.'yü say ve onu seç' diyorlar. Kasım Gençyılmaz 6 polisle birlikte yan yana duran Hasan Karakaya'nın karşısına geçiyor ve kendisine göre soldan 3.'yü seçip 'Budur' diyor. Halbuki polisi gösteriyor. Çünkü karşıya geçip soldan 3. kişiyi seçtiği zaman sağdan 3. kişiyi seçmiş oluyor. Dolayısıyla Kasım Gençyılmaz polisi seçiyor. Hakim, 'Emin misin?' diyor, o da 'Evet' diyor. Bakın Cenab-ı Hak koruyacağı zaman ne sebepler halkediyor. Yoksa her şey hazırlanmış, 'Hasan Karakaya, Yekta Güngör Özden'i öldürmek üzere Kasım Gençyılmaz'a 10 milyon dolar teklif etmiş' şeklinde suçlama yapacaklar. Tabi siz gerçekten samimiyetle, ihlasla Cenab-ı Hakka tevekkül ederseniz, Cenab-ı Hak mutlaka bir yerden bir sebep halkedip sizi kurtarıyor.

Dolayısıyla 28 Şubat sürecinde bütün bu baskılara samimiyetle ve iyi niyetle direndik. Cenab-ı Hak da bizi muhafaza etti. Tabi buna ilaveten okuyucularımıza teşekkür etmemiz lazım, onlar da dua etti. Anadolu'yu gezdiğim zamanlarda birçok yerde okuyucularımızdan 'Benim anamın, babamın duası size yeter' şeklinde tepkiler aldık. Allah razı olsun, okuyucularımız dua ettiler. Biz de samimiyetle çalışmaya devam ettik ve Cenab-ı Hak bizi bütün bu badirelerden kazasız belasız bu noktaya getirdi.

312 GENERAL BİZİ BİTİRMEK İÇİN BİRLİKTE DAVA AÇTI

Ama üzerinizdeki baskılar bununla da kalmadı. Ergenekon operasyonundaki kimi belgeler gösterdi ki Vakit gazetesine karşı bir hareket sürekli var olmuş. Örneğin 312 generalin birden size dava açması vardı. Bu ve benzeri baskılar nelerdi?

Tabi bizi ekonomik linçe tabi tutmak için tazminat davaları açtılar. 3-5 tane general dava açsa onların açacağı davalar normal kabul edilebilirdi. Çünkü tazminat davalarında kanun diyor ki; 'Tazminatlar semboliktir, manevidir.' Dolayısıyla zengin olma sebebi olamaz. Şu anda Türkiye'de tazminat davaları en üst seviyede 50-60 milyar gibi bir rakamdan açılabiliyor.

Söz konusu 312 general ise 'Vakit gazetesi bu 50-60 milyarı ödeyebilir. Biz öyle bir dava açalım ki ödeyemesin' diye düşünerek hareket ettiler. Adam başı 2 milyarlık tazminat davası açıyorlar ama faizleriyle birlikte 1,5-2 trilyonluk bir rakama mal oluyor. Böyle bir oyun kurmak istediler ama tabi bunların bir hesabı varsa Allah'ın da bir hesabı var. Burada tekrar tekrar benim üzerinde durmak istediğim nokta samimiyettir. Eğer ki samimiyetle gayret edip çalışırsan, Cenab-ı Hak bir yerden bir şeyler halk edip bu işleri temize çıkarıyor.

Bu konuda da çarpıcı bir olay yaşandı. Bu generaller davasında hemen 2. duruşmada daha savunmamızı yapmadan bizi mahkum ettiler. Tabi onların derdi neydi? Hemen alel acele infaz yapalım, gazeteyi çökertelim. Bu acele etmeleri daha uzun bir sürecin önümüze çıkmasına sebep oldu. Nasıl oldu? Kanuna göre 2 tane önemli husus var. Bunlardan bir tanesi bizim yapmış olduğumuzu iddia ettikleri fiille alakalı savunmamızın alınması. Bu savunma alınmadan alel acele karar alındığı için temyize gidildiği için mahkeme eksik soruşturmadan dolayı kararı bozdu. Kararı bozunca da Yargıtay safhası 2 seneye yakın sürdü. Temyizden dönünce dava süreci sıfırdan başladı. O dava başlayalı da 1,5 sene oldu. Onların 3 ayda bitireceğiz dediği dava 3 seneye sarktı. Acele etmeleri onların aleyhine oldu. Halbuki bunu usulüne uygun yapmış olsalardı belki bu dava bu kadar uzun sürmeyecekti.

ERGENEKON'UN KARTEL MEDYASIYLA BAĞLANTISI VAR

Ergenekon operasyonu başladığından bu yana kartel medyası uzun süre bu operasyonla ilgili haberleri girmedi. Sizce kartel medyasının bu haberleri görmemesinin sebebi ne olabilir?

Bir ilişki olduğu kesin. Zaten biliyorsunuz, Ergenekon sanıklarından İlhan Selçuk tutuklanıp serbest bırakıldıktan sonra Aydın Doğan ziyaretine gitti. Ve biliyoruz ki, iddianamedeki birçok husus yine kıyısından köşesinden kartel medyasıyla ilintileniyor. Son zamanlarda Ergenekon hakkında haber yapmalarının sebebi de artık mızrağın çuvala sığmayacak hale gelmesidir. Artık bütün kamuoyu tarafından bilinen bir haberi görmezden gelselerdi kendi itibarlarını kaybedeceklerdi. Bu bakımdan da yasak savmak için bu haberleri kerhen de olsa kullanmaya başladılar. Ama ben inanıyorum ki, Ergenekon çetesinin şu veya bu şekilde kartel medyasıyla da ilintisi vardır.

Vakit'in gündeme getirdiği bir Önder Sav olayı vardı. Bu da bir anlamda bir gazetecilik başarısıydı ama başka yönleriyle kamuoyuna yansıdı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben burada karşı tarafının tavrını kamuoyunun çok dikkatli bir şekilde irdelemesinin faydalığı olduğunu düşünüyorum. Mesela bakın Önder Sav kendi telefonunda 'Yes' tuşuna basmış, görüşemeye devam etmiş. Kapatmamış telefonunu… Biz de bu şekilde şarjı bitene kadar konuşmaya muttali olmuşuz. Fakat önce diyor ki, 'Efendim bunun belgelerini isteyeceğiz.' Türk Telekom'dan belge getiriyoruz. Bu görüşmenin yasal bir görüşme olduğunu, illegal bir görüşme olmadığını belgeliyoruz. Bu sefer Turcell'den belge alacağım diyor. Turcell de bu bilgiyi doğruluyor. Fakat bu kadar belgelenmiş olmasına rağmen ısrarla bunu inkar cihetine gittiler. Ama bir insan yanlışta ne kadar ısrar ederse o kadar bataklığa saplanır. İşin başında bir kısa özür dileselerdi bu iş bu kadar büyümezdi. Burada da Cenab-ı Hakkın yardımını görüyoruz. Bunlar debelendikçe battılar. Onlar bu işte ısrar ettikçe, bir yandan da belgeler doğrulandıkça kendileri daha kötü ve zor durumlara düştüler.

SAV'LA BİRLİKTE OLAN VALİ HAKKINDA BİR İŞLEM YAPILMADI

Bu haberi ortaya çıkaran muhabir arkadaşların da bir başarısı söz konusu…

Tabi çalışmadan herhangi bir netice istihsal etmek mümkün değil. Bizim gerek İstanbul, gerekse de Ankara haber merkezimiz yetişmiş arkadaşlardan oluşuyor. Bu arkadaşlarımız hakikaten karşı taraftan haber nasıl alınır, muhatap nasıl konuşturulur bunları gayet akıllı, habercilik anlayışına uygun bir şekilde çalışarak istihsal ediyorlar. Elbette ki bizim arkadaşlarımızın gayreti olduğu kadar Cenab-ı Hakkın da yardımı var. Yani orada 'Yes' tuşuna basmayıp da 'No' tuşuna bassaydı biz bu konuşmalara muttali olamayacaktık.

Burada enteresan bir nokta daha var; devletin bir valisi, görevde olan bir vali gidiyor bir siyasi partiyle görüşme yapıyor ama bu sorgulanmıyor… Hala sorgulanmıyor… "Sen devlet memurusun, Başbakan hakkında, bir bakan hakkında ağır ithamlarda bulunan sözleri nasıl söylersin" diye İçişleri Bakanlığı hala soruşturma açmış değil. Eğer CHP iktidarı olsaydı, bir vali AK Parti genel merkezinde, genel başkan yardımcılarından biriyle konuşsaydı acaba o vali hakkında anında soruşturma açılmaz mıydı? Bugün AK Parti maalesef bu konuları fevkalede ağırdan alıyor ve yapılması gerekeni yapmıyor. Bir memur görevi sırasında ve görev saatinde gidiyor bir siyasi parti yetkilisiyle görüşme yapıyor. Böyle bir şey kanunlarda yok. Ama buna göz yumuluyor.

İllegal kuruluşların cüretkarlığı birazdan buradan kaynaklanıyor. Yapılması gerekenler yapılmıyor. Örneğin Şemdinli olaylarında Savcı Ferhat Sarıkaya bir iddianame hazırladı. Bu iddianameyi hazırladı diye savcı linç edildi. Savcının vazifesi iddianameyi hazırlamak. Bu iddianame eksik olabilir, noksan olabilir. Hakim gelir, bunlardan doğru olanları alır yanlış olanları reddeder. Ama daha hakime gelmeden savcı iddianame hazırladı diye, savcının savcılığı ortadan kaldırılıyor. Avukatlık bile yapamıyor. Böyle bir anlayışı kabul etmek mümkün değil. Hükümetin bu konuda maalesef yeterli refleksi ortaya koyamadığını düşünüyorum.

Hükümetin son Ergenekon operasyonunda izlediği tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ergenekon operasyonu daha çok savcıların bu konuda ısrarlı çabalarının bir sonucu olarak görülüyor. Siz neler söyleyeceksiniz?

Benim hükümetin samimiyetinden herhangi bir endişem yok ama samimi olmak yetmiyor. Biraz da cesur olmak gerekiyor. Biraz önce söyledim geldiler tehdit ettiler, kalaşnikofla taradılar, davalar açtılar ama biz çekinip geri adım atsaydık bu çalışmaları yapamazdık. Bazı şeylerde risk almak lazım. Bu bakımdan samimi olmaya samimiler ama yeterince risk alamıyorlar diye düşünüyorum.

İLHAN SELÇUK SERBET BIRAKILMAMALIYDI

Ergenekon operasyonundan sonuç alınacağını düşünüyor musunuz? Sizce bu operasyonun sonunda darbeler çağının bittiğini söyleyebilir miyiz?

Şu anda tamamen bitirilmiş değil. Yargı safhasını görmemiz lazım. Şu anki durumu itibariyle Kemal Alemdaroğlu olsun, İlhan Selçuk olsun darbeye teşebbüs eden bir grupla teşrik-i mesaide olmakla suçlanıyorlar. Ama bu insanlar yaşları ileri olduğu gerekçesiyle serbest bırakılıyorlar. Böyle bir şey olamaz. Yani burada siz ağır cezalık bir suçla yargılanırken yaşlı olmanın buna mani olmaması lazım. Ama görüyoruz ki hala medyanın baskısı altında, medyanın estirdiği rüzgarla maalesef bu tip kararlar alınıyor. Asıl bundan sonra mahkeme safhasını göreceğiz.

Burada da medyanın baskısıyla yargı safhası yanlış bir şekilde yönlendirilirse istenilen sonuç alınamaz. Ama hükümet savcılara ve hakimlere gerekli desteği verirse ve sonucunda bir tutuklu sanıklara ceza verilirse – ki bugüne kadar darbelerin hiçbirisi cezalandırılmadı- bundan sonrası için daha rahat ve güvende olabiliriz. Ama Ergenekon soruşturmasında bir ceza çıkmazsa, yapılan yanlışlar cezasız kalırsa Allah muhafaza bundan sonra yeni cüretkarlar bu tip olaylara cüret edebilirler.

ERGENEKON'DA MUVAZZAF SUBAYLAR DA VAR

Sizce Ergenekon içinde muvazzaf subaylar bulunuyor mu?

Olmaması mümkün değil. Çünkü şu anda ortaya çıkan hadiselerin bir kısmının resmi görev sırasında gerçekleştirildiği ortaya çıkıyor. Bu faaliyetlerin içinde görevdeyken bulunduklarına göre, emekli olmayan, o dönemde birlikte hareket eden hala hazırda muvazzaf olan subaylar da olabilir. Bunu tabi yargı sürecinde göreceğiz. Şu anda çok net bir şey söylemek zor. Ama mantıken muvazzafların bu işin içinde hiç olmaması mümkün değil. Yargı safhası başladığında bunları daha net ortaya çıkacak.

ANAYASA MAHKEMESİ'NİN YAPISI DEĞİŞMELİ

Cumhurbaşkanlığı ve 367 kararıyla başlayan kriziyle ve en son AK Parti'nin kapatılması davasıyla siyasete müdahale edilmesi gündeme geldi. Türkiye'de yargının siyasete bu derece müdahil olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anayasa Mahkemesi'nin şu anki yapısı tamamen siyasallaşmış durumda. Mahkemenin bundan önce verdiği kararlara bakarsanız verilen kararların hukuka uygun olmadığını çok açık ve net görürsünüz. Anayasa Mahkemesi Meclis'in kararlarını sadece şekil yönünden inceleyebilir. Nedir o? Meclis'te yeterli çoğunluk var mıydı? Meclis Başkanı görüşmeyi usulüne uygun yürüttü mü? Bunlar gibi usul yönünden kanunları denetleyebileceği ve usul yönünden hata bulursa iptal edebileceği açıkça belirtiliyor. Yoksa herhangi bir kanunun özü itibariyle 'bu olur, bu olmaz' şeklinde bir karar yetkisine sahip değil. Bunu Meclis ancak komisyonlarda müzakere ederek karar altına alabilir. Kanun yapma yetkisi TBMM'nindir. Anayasa Mahkemesinin değil. Bu kadar açık, bu kadar net bir durum olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi mevcut yasaları çiğneyerek böyle bir karar vermiştir. Başörtüsü yasağını kaldıran düzenlemenin iptal edilmesi de bu çerçevede düşünülebilir.

Anayasa Mahkemesi'nin bu kararlarıyla yargı siyasallaşmış bulunuyor. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün ve eşinin bir siyasi partiden ihraç edilmiş eski bir milletvekiliyle (Turhan Çömez'i kastediyor) telefon görüşmeleri tamamen değilse bile kısmen siyaset içine girildiğini gösterir.

Refah Partisi'nin (RP) kapatılması davasında da Anayasa Mahkemesi önce bir maddeyi kendi kendine iptal etti. Sonra da o iptal ettiği tarihten önceki eylemlerinden dolayı RP'yi kapattı. Dünya hukuk tarihinde geçmişe dönük bir karar bulunmaz. Anayasa Mahkemesi bunu bile yaptı.

Şimdi bu kadar siyasallaşmış bir kurumun yapısını, bu yanlış yapıyı düzeltmeniz lazım. Yani Anayasa Mahkemesi'ni oluşturan bu heyet yapısını düzeltmek lazım. Anayasa Mahkemesi'ni oluşturan 11 üyeyi, 19 veya 21 üyeye çıkararak, bunların önemli bir kesiminin Meclis tarafından seçilmesi sağlanmalıdır. Tabi bu seçim siyasi partilerin temsil oranları nispetinde tıpkı RTÜK'te olduğu gibi yapılabilir. Yeni tayin edilecek 10 üye mecliste temsil edilen partilere göre bölüştürülerek, bunların öngördükleri hukukçular tarafından seçilebilir. Böyle bir yapı değişikliği daha bağımsız, şimdiki kadar siyasallaşmamış bir Anayasa Mahkemesi teşekkül ettirmek demektir. O zaman daha sağlıklı kararlar çıkar.

Siz bunu yapmadan çok taraflı olduğu belli olan bir heyetin önüne bir kanun götürüyorsunuz. O bakımdan hükümetin Anayasa Mahkemesi'nin yapısını değiştirmesi gerekiyor.

Burada herhangi bir üyenin 65 yaşına kadar sürekli olarak Anayasa Mahkemesi üyesi olması da dünyanın hiçbir yerinde yok. 5-6 yıllık makul süreler var. Bu da dikkate alınarak Anayasa Mahkemesi'nin teşekkülü ile alakalı yeni bir yasa çıkartılması gerekiyor.

Anayasa Mahkemesi'nde böyle bir uygulamaya gidilebilir. Daha sağlıklı, daha demokratik bir yapıya bürünür. Yoksa RP'nin kapatılması sürecinden bu yana Anayasa Mahkemesi çok büyük yaralar almıştır. Bu yaralarla malul bir mahkeme heyetinin hala işbaşında olması bu kötü sonuçların bundan sonra da devam edebileceği izlenimini veriyor. Süratli bir şekilde bu yapının düzeltilmesi lazım.

UZLAŞMA MİLLETLE UZLAŞMADIR

Son günlerde özellikle köşe yazarları AK Parti'nin sistemle uzlaşması yönünde yazılar kaleme alıyor. Bu uzlaşmadan kasıt ne olabilir?

Uzlaşma, milletle uzlaşmadır. Siyasi partiler arasındaki uzlaşma çok tali konularda olabilir. Temel konularda olmaz. O zaman diğer partilere gerek yok. Eğer siyasi partiler her noktada birleşeceklerse niçin ayrı ayrı hükümet programları yapıyorlar? Millet bu parti programını inceliyor ve o parti programının ülkesi için daha iyi olduğuna inandığı için rey veriyor. Yüzde 5 veya 10 rey almış azınlıktaki bir partinin programının uygulanmasını adeta dayatmak millete hakarettir. Millet kendi istediği programı tercih ediyor, 'Ben böyle bir programın ülkem için yararlı olacağına inanıyorum' diyor ve reyini oraya veriyor. Madem ki demokrasiler çoğunluğun hakimiyetidir, siz uzlaşarak çoğunluğun hakimiyetini ortadan kaldıralım. Azınlığın dediklerine razı olun diyorsunuz.

Mesela Cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında önceleri Tayyip Erdoğan'ın ismi geçti. Tayyip Erdoğan'ın ismi geçer geçmez kartel medyasıyla beraber CHP taarruza geçti ve olmaz dediler. Ondan biraz daha yumuşak gördükleri Bülent Arınç konuşuldu. Ona da büyük bir feveran geldi. Tayyip Erdoğan'dan da Bülent Arınç'tan da daha mutedil görünen Abdullah Gül aday oldu. Abdullah Gül'e de razı olmadılar. Yani onların razı olacakları kimdir? Ancak CHP'li biri olabilirdi.

Abdullatif Şener'in ismi geçiyordu…

Tabi Abdullatif Şener de kesin olarak söylenmedi. Düşünebiliriz dediler… Abdullatif Şener de olsa ona da kulp takacaklardı. Bu neye benziyor; iki kişi karşılıklı ipi germiş. Karşıdaki muhatabınız diyor ki 'İpi gerdin'. Siz de 'İyi tamam, ben geri adım atayım' diyorsunuz. Karşıdakine düşen nedir? Onun da bir adım size yaklaşmasıdır. Halbuki öyle yapmıyor. O bir adım geriye çekilerek bana diyor ki, 'İpi germe'. Ben bir adım daha yaklaşıyorum. Yine ip gevşiyor… O yine geri gidiyor ve ip geriliyor… Nihayetinde 5 adım sonra ben onun olduğu noktaya gelmiş olacağım. Onun ipi germe demesinden maksat, beni kendi noktasına çekebilmek. Uzlaşmadan anladıkları o. Benim noktama gel diyorlar. Bu demokrasiye de aykırı, hukuka da aykırı… Böyle bir şey düşünülmesi bile mantıksız.

ÖZDEMİR İNCE "EMİNE ERDOĞAN BENLE DANS ETSİN" DEMİŞTİ

Hürriyet'in Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Başbakan Erdoğan'a 'içki bardağını ağzınıza götürün ama içmeyin' şeklinde bir öneride bulunmuştu…

Ama orada durmuyor ki dursa… Bunlar zamanında dedi ki, Başbakan Erdoğan içkili bir lokantaya gitsin. Başbakan içkili lokantaya gitti. Onunla da yetinmedi şimdi diyor ki, kadeh doldursun da onlarla beraber kadeh tokuştursun. Başbakan bu adımı da atsa bu sefer diyecekler ki, 'Bir yudum içse ne olur?' Nitekim vakti zamanında Özdemir İnce bu mealde bir yazı yazdı. Gerçek çehrelerini ortaya koyan enteresan bir yazıdır o… Dedi ki, "Ben Başbakan'ın değiştiğine inanmam. Ne zaman ki Emine Hanım'ı benimle dansa kaldırır. O zaman ancak değiştiğine inanırım." Yani bunlar ahlaki ölçülerin de ötesine gidecek tarzda küstahça tekliflerde bulunabilecek kadar cüretkardırlar.

Millet nasıl bir Başbakan istediğinin tercihini yapmış ve oraya göndermiştir. Yoksa azınlıktaki bir kesimin istediği tarzda bir Başbakanı bu sefer çoğunluk kabul etmez. O bakımdan bu uzlaşma denilen şey, yozlaşmadır. Uzlaşma değil yozlaşma talebinde bulunuyorlar. Dolayısıyla AK Parti hükümetinin bu bağlamda yapacağı uzlaşma girişimlerinin, partiyi yozlaştıracağı ve gerçek hüviyetini kaybettireceği kanaatindeyim. Elbette ki çok tali konularda ortak noktalar bulunabilir ama temel konularda uzlaşma olamaz. Bugün bu hükümeti iktidara getiren kimdir? Bu hükümeti iktidara getiren anlayış Türkiye'de yasaklanan Kur'an kurslarının yeniden açılması, imam-hatip okullarına yapılan baskıların, katsayı engellemelerinin ortadan kalkması, özgürlük isteyen bugüne kadar parya muamelesi gören özgürlüklere kavuşmasını, başörtüsü yasaklarının kalkmasını, belli bir kesimin elindeki sermayenin tabana daha çok yayılmasını isteyen anlayıştır. Bu insanların reyleriyle iş başına gelen bir iktidardır. Karşı taraf ise bugüne kadar iktidarı elinde tutan mutlu azınlıktır. Bu tabandan insanların reyleriyle iş başına gelip, mutlu azınlığın taleplerini yerine getirirseniz bu iktidarda kalıcı olmazsınız. O bakımdan hükümetin bu uzlaşma taleplerini ciddi şekilde değerlendirmesi lazım.

CHP ÇAĞDIŞI, MHP GÜVEN VERMİYOR

Türkiye'de bir muhalefet boşluğu olduğu söyleniyor. Muhalefetin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP maalesef çağdışı kalmış bir parti. Telefon kullanmayı bilmeyen yöneticilerin olduğu bir parti haline geldi. Özgürlükleri yok sayan, bir taraftan kendi yaşam biçimini garanti altına almak isterken, başkalarının yaşam biçimlerine müdahale eden bir anlayış çağdaş bir anlayış olamaz. Çağdaş bir anlayış senin yaşama biçimin ne kadar özgürse, diğer insanların da yaşama biçimlerinin özgür olması şeklindedir. Ama CHP, çıplaklık serbest olsun, çıplaklığa herhangi bir müdahale olursa özgürlüğe müdahale olarak değerlendirilsin, ama örtünmek isteyen insanlara müdahale edilebilsin anlayışındadır. Böyle bir anlayış, böyle bir yapı bu çağda devam edemez. Bunun için de sürekli rey kaybına uğramaktadır. CHP ile uzlaşma olmaz. Siz de CHP'lileşmedikten sonra onların sizden razı olması mümkün değildir.

MHP ise zaman zaman tabanın sesine kulak vermek durumunda kaldığı için olumlu adımlar atıyor gibi görünse de güven verici bir politika maalesef uygulamıyor. Başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliği konusunda biliyoruz ki, MHP ilk teklifi veren partiydi. Anayasa Mahkemesi ise AK Parti'yi bu tekliften dolayı yargıladı. Şimdi MHP'ye yakışan şu olmaz mıydı; 'Bu teklifi ilk ortaya atan biziz. Yargılayacaksanız bizi de yargılayın!' demesi gerekmez miydi? Tam tersine 'Biz AK Parti'yi oyuna getirdik' gibi laflar bile etti. Dolayısıyla bu anlayışla muhalefet olmaz. Bu halleriyle güven de vermiyorlar zaten…

Teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim. Size yayın hayatınızda başarılar dilerim…

ANALİTİK BAKIŞ / ÖZEL
2008-09-04 07:38:30



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.