Ergenekonu hâlâ savunanlara… (Ferhat KENTEL)
2005′te öldürülen Susurluk hükümlüsü Özel Harekat Polisi Oğuz Yorulmaz'ın annesi, "Devlet tüm faili meçhul cinayetleri oğlum ve arkadaşlarına işletti. Ergenekon'da sadece paşalar değil siyasetçiler de var. Ben evladımı devlete memur verdim, çeteci vermedim. Ortalama 93-94 kişiyi öldürmüşler." demiş… Eski Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın, "Terörle mücadele sırasında 1000 kişi öldürmüş olabilirim." demiş… 90, 100,1000, 10 bin, 40 bin…
Gencecik insanların ölümleri ve öldürmeleri üzerinden "terör" sorununun çözülebileceği fikrini insanlara silahlarınızın tehdidi altında, dayatabilirsiniz. Paralel örgütler kurup, vatan için kurşun attırıp, yedirtebilirsiniz; Mersin'de bayrak çiğnettirip, sonra da bayrak mitingleri düzenleyip, Türklerle Kürtleri birbirlerine düşman edebilirsiniz. Altınova'da, Akyazı'da, Adana'da Türklerle Kürtlerin karşı karşıya gelmesini, valilerin Kürt fındık işçilerini şehirlerine sokmamalarını "normal" karşılayabilirsiniz. Dağlıca'da, Aktütün'de gencecik insanların ölümlerinin hesabını vermek yerine, bunu dert edinenleri suçlayabilirsiniz. DTP'nin kapatılması karşısında bırakın sessiz kalmayı, kapatılması için bizzat çaba gösterebilirsiniz. "Her şehit için DTP'li öldürülmeli" denilen köşe yazılarını "fikir özgürlüğü" olarak değerlendirebilirsiniz. Kürt meselesi hakkında "barış" isteyenleri, bu konularda sizin işinize gelen sabit fikirlerinizden farklı bir şeyler yazıp çizenleri tehdit edebilirsiniz. PKK'yı, herkesi suçlamak, hatta birbirinizi suçlamak için bile kullanabilirsiniz. En milliyetçinizle, "AKP'nin çizgisinin PKK'yla aynı" olduğunu; en dindarınızla, (Hasankeyf'in taşınmasını) "Terör örgütü ve uzantılarının istemediğini", "Diyarbakır'da esnafın PKK baskısıyla kepenk kapattığını"; en silahlınızla, "bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri başarılı gibi gösterenlerin, akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olacaklarını" buyurabilirsiniz. Düşmanlığı bu kadar kolay üretebilir ve sıradanlalaştırabilirsiniz.
İnsanların da bir kısmını, bir zaman için etkileyebilirsiniz. Ruhlarında komutan olmak yatan ama liberal ihtirasları ve asker korkuları arasında sıkışıp korkunç bir denge politikası yürüten siyasetçileri, emir-komuta dışında varlık gösteremeyen, sahibinin sesi gazetecileri, stratejistleri, rektörleri, "bilimadamlarını/kadınlarını" kafalayabilirsiniz. Mafyacıları, soyguncuları, rüşvetçileri "vatansever" etiketi altında destek kuvvet olarak kullanabilirsiniz…
Ama hafızayla ne yapacaksınız? Hafızayı silmek mümkün olabilir mi hiç? Hafızasını dile getirmeye çalışanları susturursunuz belki ama, hafıza için için konuşmaya devam eder… 16 Mart katliamı zaman aşımına uğradı diye unutulacak mı sandınız? Doğu illerimizde dedeler çocuklarına ve torunlarına Ermenilerin -1917′de- nasıl Türkleri kestiğini anlatıyor; Orta Anadolu'da ve Doğu illerinde başka dedeler torunlarına, masal anlatır gibi, "7 Ermeni öldürmeden cennete gidilemeyeceği" bilgisiyle -1915′te- Ermenileri nasıl kestiklerini anlatıyorlar… Siz o tarihlerde "ne olduğuna" karar verdiniz diye, bunların konuşulmadığını mı zannediyorsunuz? Neredeyse 100 yıllık bir tarihten bugüne fısıldayan Ermenilikle ilgili hafıza unutulmamışken, şunun şurasında 30 yıllık bir dönemde yaşanan Kürtlük hikayelerinin, savaş-korku-acı çocuklarının hafızalarında biriktirdiklerinin unutulacağını mı zannediyorsunuz? Ordunun, polis teşkilatının içinde dönen hikayelerin, bu silahlı kuvvetlerin vatandaşa uyguladıkları (ve hani sizin "istisna" dediğiniz!) haksızlık ve şiddetin anlatılmadığını mı zannediyorsunuz? Yok, zannetmeyin… Herkes her şeyi biliyor ve herkes her şeyi anlatıyor… Uluorta değil; çünkü sizin otoriteniz sadece yarattığınız korkudan kaynaklandığı için, siz arkanızı döndüğünüz zaman çağıl çağıl anlatıyor insanlar. Sizin dayattığınız, mecburi dile yansımıyor bu anlatılanlar ama ev ev, mahalle mahalle, cemaat cemaat taşınıyor bütün bu hikayeler… Yani sizin anlayacağınız "Midas'ın eşek kulakları" gibi bir hikaye bu… Yasakladıkça fısıldanan hikayeler bunlar…
İşte siz ne kadar silmeye kalksanız da, ne kadar bastırmaya çalışsanız da, yaptığınız her silme ve bastırma operasyonu o hafızaya eklenir… Belki sizin korktuğunuz yerden fışkırmaz ama hiç olmadık yerden, hiç olmadık bir biçimde, hiç beklemediğiniz bir anda çıkıverir. Siz solcuları ezersiniz belki ama solculuğun yaşadığı acılı ruh hali ve biriken hafıza yarın öbür gün isyankar bir "siyasal İslam" olarak tezahür edebilir. Kürtleri susturursunuz, ama susturduğunuz Kürtlerin hafızası, gene çok korktuğunuz başka bir yerden, en radikal islamcı bir ses olarak karşınıza dikilir. Ya da bunu tersi de olur. Siz gerici diye nitelendirdiğiniz "islamcı"yı susturursunuz belki ama karşınıza hiç aklınıza hayalinize gelmedik şekilde milliyetçi Kürtler ya da Müslüman kapitalistler çıkıverir ve bütün ekonomik hegemonyanızı, "ilerici" raconunuzu darmadağın edebilir. Hatta sizin kelimelerinizi kopyalayıp, sanki tam sizin gibi konuşuyormuş gibi yaparak yapabilir bunu… Kimlik kurmak çok zor bir şey değildir çünkü… Hele siz o hafızanın üzerine, sansürünüzle, baskılarınızla yeni acı katmanları eklerseniz, bütün toplumsal mühendislik iddialarınıza rağmen, öngöremeyeceğiniz ve içinden çıkamayacağınız bir karmaşanın müsebbibi olabilirsiniz…
Kopya çektiğiniz, ama kötü bir taklidinden öte gidemediğiniz Fransız usülü kibirli jakobenizmin başına gelenler sizin de başınıza gelecek o zaman… Bakın Fransız banliyölerine… Sizden çok daha ince iktidar tekniklerine, sosyal entegrasyon mekanizmalarına sahip olan Fransız kreması bile isyancılarla başa çıkamıyor. Nasıl çıksınlar? İsyan edenler bile bilmiyorlar ki ne istediklerini… Onlar sadece isyan ediyorlar, herşeye isyan ediyorlar… Nefret ediyorlar, öfke duyuyorlar sadece… Fransız "sosyal" devletinin verdiği bütün rüşvetler boşluğa düşüyor. Sizin, iş işten geçtikten sonra alacağınız önlemler de işe yaramayacak. Üstelik sizin yarattığınız hayal kırıklığı ve öfke çok daha büyük olacak… Çünkü, Fransızların soğuk ve rasyonel "civilisation" vaadlerinden farklı olarak, siz insanların hayallerini, duygularını tüketmiş olacaksınız. Çünkü kiminiz sivil görünümlü komutan edasıyla insanların dindarlıklarını, kiminiz "son Türk devleti"nin kurtarıcısı pozlarında insanların travmatik Türklüğünü ve milliyetçiliğini, kiminiz de rütbeleriniz ve silahlarınızla kahramanlık-kan-kurban ritüelleri vasıtasıyla pagan bir ulus duygusunu sömürdünüz.
Ama daha da kötüsü de var… Dilinizin ve silahlarınızın şiddetiyle yarattığınız bu karmaşanın tek bir sahibi, tek bir kimliği olmayacağı için, saldıracak yer de bulamayacaksınız o zaman… Sıktığınız palavraların, çektiğiniz hamaset nutuklarının, salladığınız tehditlerin hiçbir hükmü kalmayacak… Salladığınız parmağın hedefinde kimse olmayacak… Sözde vatandaş kalmayacağı gibi, makbul vatandaşa benzer de bir şey kalmayacak ortada… Saldırılarınız sonunda ortalıkta ne Kürtlük, ne İslamcılık, ne solculuk yapan kimse kalmayacak olmasına rağmen, onların hepsinin iz bıraktığı, hatta dibine kadar doldurduğu hafıza deposu o kadar çok gürültüyle bağırmaya başlayacak ki, kulaklarınızı tıkayacak tıkaç bulamayacaksınız… Vatan sathında, sokak köşelerinde, mahalle aralarında, şehir meydanlarında, okulların sınıflarında, koridorlarda, kantinlerde, peygamber ocaklarında, koğuşlarda, maden ocaklarında, kahve köşelerinde herkesin fısıltısı bağrışa, çığlığa dönecek… Hafızayı taşıyan hayaletler kontrolsüz bir şekilde oradan oraya akacaklar…
Sizin elinizde ve dilinizde şiddetten başka bir şey kalmadı… Çünkü 'yeni olan' doğdu ve büyümeye başladı. Bu yüzden çaresizsiniz. Kelimeleriniz yetmiyor. Bu yüzden daha çok bağırıyorsunuz.
İşte sizin yarattığınız kabus senaryoları dışında, bu 'yeni olan' da bir başka seçenek olarak önümüzde duruyor… Yeni olan görünür oldu artık. Şimdiye kadar gündelik hayatta yaşadığımız dertler ve bir arada yaşayabilmek için, bu dertlere pansuman olması için ürettiğimiz yeni bir dil artık görünür olmaya başladı. Siz, sizin sınıfınızı, statünüzü sorgulayan bu yeni dilin "devrimci" kapasitesini hissediyorsunuz. Bu 'yeni olan' ve onun dili eski kurumları, kavramları, kelimeleri korkutmaya başladı. Siz bu yüzden panik halindesiniz. Şimdiye kadar sessiz sedasız, cesaretsiz, fısıltılar halinde konuşan o hayat o kadar çok yenilik üretti ki, siz, eski olan dünyanın sahipleri o yeniliği boğmak için hiçbir masraftan kaçınmıyorsunuz. Çünkü bunun sizin için hayat memat meselesi olduğunu biliyorsunuz…
Modernite, postmodernite tartışmaları altında anlayamayacağınız başka bir sosyal hareket nebulası var artık. Eskilerle alakası yok. Bu yeni nebula çok daha demokratik ve elle tutabilmeniz, tek bir kelimeyle anlatabilmeniz mümkün değil… Birbirinin içine geçiyor; bir başkasına değdikçe daha da genişliyor, uzuyor; daha önce değmediği alanları dönüştürüyor. Her yeni direniş biçimi, daha öncekilerin ve değdiklerinin demokratik olmayan yönlerini sorguluyor… Giderek daha demokratikleşen hareketler zinciri içinde, tek bir efendiye ya da merkeze bakan siyaset ve muhalefet yapma yerine, "çoğalan" bir muhalefet söz konusu artık… Bu örgütten, şu örgütten, senden, benden beslenen, hepimizin muhabbetinden ortaya çıkan, ama hepimizden bağımsız başka bir "orta alan"ın dili bu…
Geçmişten kalanların, anlatılanların yanısıra, bu orta alanın sesi bugün çoğalarak yükseliyor ve birikiyor. Hiç değişmez ya da değişse de çok zaman alır zannettiğimiz kültürümüz değişiyor.
Hrant Dink'in mirası, Yüzleşme Derneği, özgürlüklerini herkesin özgürlüğüne bağlayan başörtülü kadınların "Henüz Özgür Olmadık" hareketi, başörtülü ve başörtüsüz kadınların "Birbirimize Sahip Çıkıyoruz" hareketi, Mazlum-Der, İHD, Genç Siviller, "Darbeye Karşı 70 Milyon Adım" inisiyatifi, "Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De", "Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu", Agos gazetesi, Nor Zartonk, % 52 hareketi, Birikim, Haksöz, Ezilenlerin Sosyalist Platformu, EMEP, ÖDP, Abant Platformu, Amargi kadın hareketi, KAMER, "Kocaeli Başörtüsüne Özgürlük Platformu", Küyerel, Özgürlükçü Sol platformları, Türkiye Barış Meclisi, Barış Girişimi, İstanbul Barosu seçimlerine aday olan "Katılımcı Avukatlar" grubu, DSİP, Taraf gazetesi… Ve eylemler, jestler, sembolik sözler… Ergenekon iddianamesi, Sacit Kayasu, Ferhat Sarıkaya, Zekeriya Öz gibi inatla karanlığın üzerine giden savcılar, Meclis'te solun sesini dile getiren Ufuk Uras, inatla darbelerle hesaplaşan "78′liler Vakfı", Tuzla tersanelerinde "iş cinayetleri"ne kurban giden işçiler için yürüyen Boğaziçi'li öğrenciler, onların yaşadıklarını film yapanlar, Abdullah Gül'ün Ermenistan ziyareti, Rakel Dink'in katillerde bebeği gören bilgeliği, Delal Dink'in Ermenistan mektubu, Kürt sorununda "barış"ın mücadelesini veren aydınlar… Mehmet Ali Şahin'in Engin Ceber'in öldürülmesi üzerine özür dilemesi, gene Abdullah Gül'ün Kürtlerin geçmişte ayrımcılığa uğradıklarını dile getirmesi…
Bu rastgele sıralanmış hareketlerin, grupların, insanların, sözlerin birçoğunun arasında belki dünya kadar farklılık hatta uzlaşmazlık var. Üstelik belki bunların hiçbiri kalıcı bile değil… Ama isimlerini duymadığımız, seslerini duyurmak için mikrofonları, köşeleri, kürsüleri olmayan sıradan insanlar her yerde konuşuyorlar, soru soruyorlar… Ve onlarla birlikte yeni bir dil oluşuyor… Bu dil, onu yazıp konuşanlarla gelişiyor ama onların yaptığından çok daha büyük bir anlam taşıyor, onları aşıyor… Kendi hikayesini yazmaya başlıyor o dil…
Bu dil çokluğun dili… Farklılıkların konuştuğu ama faklılıkların ne kadar ayrı olsalar da ortak bir havuza aktığı, bütünleştiği çokluğun dili…
Bu yeni devrimci kapasite, devletçi ve tahakkümcü bir zihniyeti yeniden üreten bir 'devrimcilik' değil. Bu 'eski'yi aşan, eskinin otoritarizmine, asık suratlılığına, kibrine karşı çıkarken, eskinin boşverdiği konulara dalıp, yepyeni alanları keşfeden bir dil… Ölümü yücelten, ölümden beslenen, tehdit karşısında geçmişe sarılan cemaatçi bir solculuk ya da milliyetçilikle ya da örneğin başörtü karşısında ırkçılaşan çağdaşlıkla mesafesini koyan bir dil… Bu devrimci kapasitenin dilinin eskiden olduğu gibi artık tek bir 'örgütü' ya da 'tek örgüt' olma iddiası da yok… Artık gürbüz bir beden olarak 'örgüt' de yok… Hedef olarak görülebilecek bir 'örgüt-beden' yerine, birbirinin içine giren, birbirine uzanan, kimsenin denetleyemeyeceği, akıl ve ruhla meczolunan bir bedenler karmaşası var… Paylaşmaktan ziyade, rekabet eden, bu yüzden hiyerarşik liberalizmin yeniden ürettiği ve yeniden ürediği klasik devrimci örgütlerden farklı çoğul bedenler ve onlarla içiçe geçmiş çoğul akıllar var artık.
Bu yüzden toplumun bu çoğul sesini bastırmak için sizin klasik stratejiniz ve yöntemleriniz yetmeyecek… Sizin aranızda, sesi en çok çıkanlar yüzünden sesi duyulmayan nispeten sağduyulu insanlar olmadığını düşünmek de mümkün olmadığına göre, hiç olmazsa onların sesini dinlemenizde büyük yararlar bulunuyor. Hem sizin için hem de bütün karmaşamız içinde biz "sıradan direnenler" için… Bizim için yararı çok açık: insanlığımızı yaşayabileceğiz. Ama sizin için de çok açık: çünkü yazarı olduğunuz kabus senaryosu gerçekleşip, hayaletlerin lanetine uğramak istemiyorsanız ve tarihin karanlık figürleri olarak hatırlanmak istemiyorsanız, bu yeni olanı görme cesaretini göstermeniz gerekiyor… Bugünden kibrinizi bir kenara bırakıp, tevazuyla buluşmanız ve mesela "78′liler Vakfı" sözcüsü Celalettin Can'ın dediğine kulak vermeniz gerekiyor: "Çok kan döktük. Her tarafımız yara bere içinde. Artık yaralarımızı hep beraber adalet duygusuyla sarmanın, barışın, kardeşliğin zamanıdır."
Ve yerin yedi kat altından da değil, hemen şimdi ve buradan gelen uğultuları duyup, kendinizle yüzleşmenin zamanıdır…
--
Blog Adresim
http://sivilinisiyatif.blogspot.com
(www.vtunnel.com adresinden girebilirsiniz. Yasak yok.)
Bu Sitede Yer Almayan İletiler Bana Ait Değildir.
-------------------------------------------------------------------------
Şimşekleri üstüne en çok "oyunları bozanlar" çeker!
Zulüm, kısmak istediği sesi nârâ yapar!
Ve bazı ölüler, yaşayanlardan çok daha yüksek sesle konuşur...
Malcolm X onlardandı.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...
Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
*Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------....
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" Haber Bilgi Paylaşım grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.