"Erbakan'ı siyaseten öldürdük ve diri diri mezara gömdük; ama bu
yeterli değildir. O'nun üzerine beton dökmemiz gerekir"!?...
Bu sözleri şimdi AKP Genel Başkan Yardımcısı olan Mir Mehmet Dengir
Fırat Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu'na nakletmiştir.[1]
Zaten, Refah-Yol Hükümetinin Başbakanı olarak bir yıl gibi çok kısa
bir zamanda;
· Havuz sistemiyle rantiye hortumlarını kesen ve toplumun her
kesimine refah ve huzur veren
· Denk bütçe yaparak, IMF'nin sömürü düzenini işlemez hale
getiren
· D-8'leri kurarak, Türkiye merkezli yeni ve adil bir dünyanın
şekillenmesine öncülük eden Erbakan Hoca'nın
1- Hükümetinin yıkılmasına
2- Partilerinin kapatılmasına
3- Siyaseten yasaklanmasına
Amerika'daki Siyonist merkezlerin özel ve gizli toplantılarında karar
verildiğini ispatlayan kripto belgelerin ellerine geçtiğini, Hoca
defalarca dile getirmiştir.
Mir Dengir Fırat'ın ifadeleri:
a) Sonradan AKP'yi kuracak olan Fazilet Partisinin sözde yenilikçi
takımının daha o dönemden Siyonist mahfillerle buluşup konuştuklarını
b) 28 Şubat sürecinin dış güçler tarafından tasarlanıp
uygulandığını
c) Erbakan Hoca'yı siyasette yasaklamak ve töhmet altında
bırakmak üzere "Kayıp Trilyon" iddialarının, dış güçler ve masonik
merkezlerce ortaya atılıp kullanılacağının Mir Dengir Fırat'ın
kulağına çıtlatıldığını göstermektedir.
Yahudi şebekesinin ve sabataist işbirlikçilerin "Erbakan'ın mezarına
beton dökmeliyiz" sözleri, onların Milli Görüşün bütün tabanını ve
çekirdek kadrolarını Hoca'nın kontrolünden çıkarıp kendi güdümümüze
almalıyız. Sadece resmen ve siyaseten değil, fikren ve fiilen de Hoca
ile camiasının irtibatını koparmalıyız" anlamına gelmektedir.
Ve zaten, bu gün AKP'de bulunan gömlek değiştiren dönekler, "Fazilet
Partisinin kendilerine devredilmesi ve Hoca'nın tamamen çekilmesi"
halinde ayrılmayı düşünmediklerini ve aynı program ve sloganlarla
devam edeceklerini söylemişlerdir.
Hatta Bülent Arınç, AKP kurulduktan sonra bile, bir müddet Fazilet
Partisinin başına geçmek ve Siyonistlerin "Erbakan'ın üzerine beton
dökme" niyetlerini gerçekleştirmek, yani Milli Görüş tabanını ve
teşkilatını Erbakan'dan kurtarıp, malum merkezlerin güdümüne vermek
niyetiyle beklemiştir.
Yoksa o günkü söylemleriyle, bu günkü AKP'nin eylemleri arasında
hiçbir farklılık görülmemektedir.
İşte Bülent Arınç'ın 15.10.1999 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan
sözleri şöyledir:
1- İmaj sıkıntımız var: FPnin çok daha başarılı olması gerektiğini
düşünüyorum. Bugünkü halimizle başarılı olamayız. FP şu anda
kadrolarından yeterli ölçüde istifade etmiyor. Yapılmayacak söylemler
içine giriliyor. Vatandaşın güveni ve inancı şu anda çok alt
düzeylerde. Bunu yukarılara çıkarmak için yeni bir yapılanmaya ihtiyaç
var. Bu yapılanma partinin bütünlüğü içerisinde genel merkezle
teşkilatları kucaklaştıran, genel merkezin yeni kadrolara da ihtiyacı
olan bir çalışma olacak. Partinin imajı açısından hala sıkıntılarımız
var.
2- Parti içi demokrasi olmalı: Parti içi demokrasinin en güzel
örneğini FP vermeli. Bunun sadece lafını etmek yetmez. Partideki
siyaseti bir rekabet ve yarış haline getirmeliyiz. Bunun için ön seçim
mekanizmasını koyabiliriz. Hatta milletvekili seçimlerini tercihli oy
sistemine göre belirleyebiliriz.
3- Değişime ayak uydurmalıyız: Değişime ayak uyduran bir parti olmamız
lazım. Adaylarımızı seçerken de kongremizi yaparken de baskıcı ve
dayatmacı olarak değil, gerçekten parti içi demokraside bir yarışı
öngören bir metotla yola çıkmamız gerekiyor. Eskiden bir aday olurdu.
İkinci bir listeye iyi bakılmaz ve kazansa bile feshedileceği ifade
edilirdi.
4- İdeolojik partinin şansı yok: FP Türkiyenin partisi olmalı.
Marjinal ve ideolojik bir parti olmamalı. Böyle bir partinin iktidar
şansı yoktur. 65 milyonun bütün kesimlerine ulaşabilecek, doğru
fikirleri olan, ayağı yere basan bir parti olmalıyız.
Yani eğer partinin başına geçebilseydi, Fazileti ve Saadet'i de AKP'ye
çevirecek, hatta onlarla birleşecekti.
22 Temmuz 2007 genel seçimleri öncesi, Saadet Partisi Genel Başkan
Yardımcısı olan ve sık sık genel başkanlık için ortaya çıkarılan Numan
Kurtulmuş, Başbakan Recep T. Erdoğan'la sürpriz bir görüşme
gerçekleştirdi. Üstelik kendisi Tayyip'in ayağına gitmişti ve neler
konuştuklarını Saadet teşkilatından ve tabanından gizlemişti. Öyle
anlaşılıyor ki, bu buluşma yine Siyonist mahfillerin "Saadet Partisini
Erbakan'dan kurtarma ve AKP'ye katma, yani Milli Görüşün kökünü
kurutma" girişimlerinin ve "Erbakan'ın üzerine beton dökme" gayretinin
bir yenisiydi...
Şimdi Gelelim Kayıp Trilyon Meselesine...
Bilindiği gibi Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi, 5 yıla yakın devam eden
davayı 6 Mart 2002 günü sonuçlandırdı. Mahkeme, Anayasa Mahkemesi
tarafından kapatılan Refah Partisinin Genel Başkan. Necmettin
Erbakan'a isnat edilen "özel evrakta sahtecilik" suçunu sabit görerek,
2 yıl 4 ay hapis cezası verdi. Bunun anlamı, eğer Yargıtay kararı
onaylarsa, hapis yatmanın dışında, ömür boyu siyasi yasaktı. Ertesi
günü gazeteler haberi, "Sahtekârlıkları Sabit, Sahtekârlıktan Mahkum
Oldu, Artık Erbakan Yok ..." başlıklar ile verdiler. Hiç kuşku yok ki
bu, bugüne kadar vurulan darbelerin en ağırıydı. Elbette hapis cezası
ve ömür boyu yasak, çok önemli siyasi sonuçlar doğuracaktı. Bu
manşetleri atanlar dahil, herkes biliyordu ki bu karar da diğerleri
gibi siyasiydi. Hak ve adaletten uzaktı.
"Partinin iç edilen paralarından çok, siyasi hesaplar bu kararın
temelini oluşturmaktaydı. Merkez medyanın attığı manşetler, sadece
kişisel olarak Erbakanın üzerine beton dökmeyi değil, bir siyaset
geleneğini de tarihe gömmeyi amaçlıyordu. Evet, parti kapatmalar,
siyasi yasaklar, devam eden baskılar bizi etkiliyordu, bunlar
haksızlıktı, oyunu kurallarının dışında oynamaktı, bizimle seçim
yoluyla baş edemeyenler, mahkemeler yoluyla bizi devre dışı bırakmaya
çalışıyorlardı. Her şeye rağmen bu yapılanlar bir şekilde
anlaşılabilirdi. Demokrasilerde böyle siyasi mücadele olmaz diyorduk
ama Türkiyede böyleydi işte. Ancak bu son yapılan anlaşılır gibi
değildi. Hakaretin, belden aşağı vurmanın, edepsizliğin ötesinde bir
şeydi bu. Varlıklarını bütünüyle sahtekârlıklara borçlu olanlar
karşımıza geçmiş bize "sahtekâr" diyorlardı. Üstelikte ellerinde bir
mahkeme kararı vardı. Bilindiği gibi daha sonra bu karar Yargıtay
tarafından da onanmıştı.
Ancak yeniden görüşülme ve karar düzeltme talebini kabul eden
Yargıtay, bu sefer önceki kararı bozmuş ve mahkemeye geri yollamıştı.
Şu anda da yine Yargıtay'dadır ve inşallah bu tarihi hata düzeltilmiş
olacaktır.
10.12.2003 Tarihli Milli Gazetede Prof Mehmet Bekaroğlu'nun konuyla
ilgili şu yazısı yayınlanmıştı:
Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Milli Görüş Lideri Sayın Necmettin
Erbakan ve arkadaşları hakkında vermiş olduğu mahkûmiyet kararı
Yargıtay tarafından onandı. Hukuk nosyonu ve vicdan sahibi hukukçular,
davanın açılışından kesinleşmesine kadar yanlışlıklarla dolu olan bu
karara "hukuk cinayeti" diyeceklerdir. Ben hukukçu değilim, ayrıca
Türkiye'de hukukun var olduğuna inanmıyorum. Menderes ve
arkadaşlarının idam edilmesinden hiçbir farkı olmayan bu karar, hukuk
cüppesi giydirilmiş bir siyasi infazdır; bu kararla, 28 Şubat
"postmodern darbesi" ile siyaset dışına itilen Sayın Erbakan yok
edilmeye, milletin hafızasından silinmeye çalışılmaktadır. Ama bu
kararı verenler bilsinler ki büyük bir yanlışlık yapmışlardır. Tarihe
şöyle bir göz atanlar göreceklerdir ki, Sokrates'ten Menderes'e
haksızlığa uğrayan hiçbir hak ve halk dostu unutulmamıştır, ama onları
mahkûm edenler bir süre lanetle anıldıktan sonra unutulup
gitmişlerdir.
Ömrünü millete hizmetle geçiren sayın Erbakan hakkında davaların
açılması, mahkûmiyet kararlarının verilmesi ilk değildir; bütün
bunlara şaşmıyoruz; zorlama ve yanlış davalara, eksik soruşturmalara,
delillerin eksik toplanmasına, kararın tahminler ve ihtimaller üzerine
kurulmasına alışığız. Hepsini sabırla ve sükûnetle karşıladık. Çünkü
Milli Görüş siyaseti buydu, Sayın Erbakan bizden böyle davranmamızı
istiyordu.
Bu son karar öncekilerden farklıdır. Görmezden gelmeler, alaylar,
tehditler, iftiralar, karalamalar, siyaseten linçler, parti
kapatmalar, mahkûmiyetler... Bunların hepsine gülüp geçebiliriz,
nitekim öyle yaptık. Her şeyi sabır ve sükûnetle karşılarız, tüm
baskılara, haksızlıklara göğüs gereriz. Bize düşmanlık yapabilirler,
bizim için her şeyi söyleyebilirler, ama ülkemize ve milletimize
bağlılığımıza, dürüstlüğümüze söz söyleyemezler, bize "hain",
"hırsız", "sahtekâr" diyemezler, dedirtmeyiz. O nedenle ben bu kararı
kabul etmiyorum, hayatları yüz kızartıcı suç işlemekle geçenlerin,
bizim için "sahtekâr" manşetleri atmalarına isyan ediyorum.
Kimler Kimin İçin "Sahtekâr" Manşeti Atıyor?
Şimdi soruyoruz ve insaflı bir yanıt bekliyoruz.
Niçin Refah Partisi, niçin Sayın Necmettin Erbakan? Türkiye'de kaç
siyasi parti var, kaç vakıf, kaç dernek, kaç sendika, oda, birlik vs.
var? Bunların kaçı değişik vesilelerle kapatıldı, kaçının hesapları
incelendi? Kaçının başkanı, yöneticileri mahkemeye verildi?
O halde niçin Refah Partisi, niçin Milli Görüş Lideri Necmettin
Erbakan? Sayın Erbakan ve arkadaşları devlette defalarca ve yıllarca
görev yaptı, bir çoğu bürokraside sorumluluk gerektiren önemli
mevkiler işgal etti, bakanlıklar yaptı. Sayın Erbakan bu ülkede üç kez
Başbakan Yardımcılığı yaptı, 54. Hükümet'in Başbakanıydı.
Bırakınız mahkemelere gitmeyi, bir kere olsun bir teki için yolsuzluk
iddiası söz konusu olmamıştır. 28 Şubat'ın fırtınalı günlerinde
bakanlar ve hükümet hakkında defalarca gensoru ve soruşturma
önergeleri verilmiştir ama bunların bir tanesinin bile konusu
yolsuzluk olmamıştır, olamamıştır. Hiç kimse Sayın Erbakan hakkında
yolsuzluk isnadında bulunamamıştır. Türlü iftiralar ve çamur atmaların
yapıldığı o günlerde kimse böyle bir şeye cesaret edememiştir.
Diğer hükümetlere bakın; kaç yolsuzluk önergesi verildi, kaç yolsuzluk
soruşturması açıldı? Yolsuzluk gensoruları ile düşürülen bakanları ve
hükümetleri kimse unutmadı. Şu anda Meclis gündeminde başbakanlar ve
bakanlar hakkında yolsuzluk gerekçeleri ile verilen soruşturma
önergeleri, dokunulmazlık dosyaları var.
Niçin bütün bunlar için değil de Sayın Erbakan için manşetler
atılıyor?
Defalarca Hükümet sorumluluğu alan, devlet bütçesini yönlendiren,
ihaleler yapan, milyarlarca dolarlık, katrilyonlarca liralık
işlemlerin altına imza koyan, trilyonlarca liralık örtülü ödeneği
yöneten insanlar, hiçbir usulsüzlük, yolsuzluk yapmadılar da kendi
partilerinin paralarını çaldılar, sahtecilik yaptılar, öyle mi?
Yani şimdi hayatları yüz kızartıcı suç işlemekle geçenler ve bunların
suç ortakları insafsızca ve utanmadan "sahtekâr" manşetleri attılar
diye Milli Görüş kadroları sahtekâr mı oldu?
Erbakan'ın ne yaptığını biz biliyoruz, millet de biliyor. Ama ben bir
kere daha tekrarlayayım.
- Erbakan, kısa süren Hükümet döneminde havuz sistemi kurarak,
milletin kanını emen rantiyenin hortumlarını kesti, yıllarca dönen
haram tekerleklerine çomak soktu; onun için Erbakan'a kin kusuyorlar.
- Erbakan rantiyeden kestiğini memura, işçiye, çiftçiye, emekliye,
dula, yetime verdi. Erbakan, "bu ülkede aç ve açıkta insan kalmayacak"
dedi. Onun için Erbakan'dan nefret ediyorlar, kin kusuyorlar.
- Erbakan, bu millete, tüm çıkar çevrelerinin baskıları ve
engellemelerine rağmen bu ülke insanının bu ülkeyi yönetebileceğini
gösterdi. Onun için Erbakan'a kızıyorlar.
- Erbakan, bu millete alternatifleri gösterdi, denk bütçeyi,
enflasyonu düşürmeyi, borçlanmamayı, faizleri düşürmeyi gösterdi. Onun
için Erbakan'a tahammül edemiyorlar.
- Erbakan, borçlanmanın, faizin, rant ekonomisinin sonunun olmadığını
söyledi, tüm engellemelere rağmen üretim ekonomisini ayağa kaldırdı,
döneminde namuslu sanayiciler, tüccarlar, esnaflar, çiftçiler altın
yıllarını yaşadılar. Onun için Erbakan'ı yok etmek istiyorlar.
- Erbakan, yabancılara "hayır" denilebileceğini, onurlu
durulabileceğini gösterdi. Onun için Erbakan'ı siyasetin dışına
itiyorlar.
- Erbakan, millete hafızasını hatırlattı, gücünü, imkanlarını,
coğrafyasının önemini, tarihi mirasını gösterdi. En çok da bundan
ürktüler, onun için Erbakan'dan çok korktular.
- Erbakan, "faiz bizi ve bizim gibi sömürülen ülkeleri batırıyor"
dedi. Erbakan, sömürgeciliğin yeni adı olan neo-liberalizm ve
küreselleşmenin ipliğini pazara çıkardı, emperyalizme ve dünya
Siyonizm'ine savaş açtı. Erbakan, D8'i kurdu, tüm geri kalmış
ülkelere, İslam coğrafyasına, diktatörlüklere karşı millet seçeneğini
gösterdi. Erbakan, bu ülkelerin baskı altında inleyen, sömürülen, aç
bırakılmış insanlarına umut oldu, örnek oldu. Onun için Erbakan, dünya
patronlarını, Siyonistleri, sömürgecileri, diktatörleri ürkütüyor,
korkutuyor!
Kimler milletin milyarlarca dolarını çaldı, kimler bankaları
hortumladı, kimler devletin kasasını, milletin cebini boşalttı? Hangi
sözde iş adamı, hangi medya patronları sahte evrak düzenleyerek devlet
ihalelerine girdi, bunların suç ortakları hangi siyasetçilerdir,
kimler gece yarısı konutlarda kimlerle banka pazarlıkları yaptı?
Kimler yüz kızartıcı suçlar işledi, kimler yüz kızartıcı suç
işleyenlerin suç ortakları oldu, hangi köşe yazarı patronunun iş
takipçisi, ricacısı, tehditçisi, şantajcısı oldu? Kimler hortumcuların
devlete olan milyonlarca dolarlık borçlarını erteledi? Bu soruların
tamamının cevabı vardır, bu yüz kızartıcı suçların faillerini bu
millet tanıyor. Belki mahkeme kararları olmayacak ama tarih bunların
tamamını not edecektir.
Şimdi, bütün bunları yapanlar, hayatları yüz kızartıcı suç işlemekle
geçenler, milletten çaldıkları ile kurdukları kulelerinde oturacaklar
ve milletin davacısı olmuş, bir ömür milletin refahı, özgürlüğü ve
onuru için çalışmış Sayın Erbakan ve arkadaşları için "sahtekâr"
manşetleri atacaklar, öyle mi?
Hayır, millet bu haksızlığı, bu insafsızlığı, bu çirkin infazı asla
kabul etmeyecektir. Milli Görüş kadroları, milletin davası için bir
ömür harcamış liderlerine yapılan bu insafsız, bu çirkin ve seviyesiz
saldırıyı sahiplerine iade edecektir."
Milli Görüş davasının hakikatini, amaçlarını ve hedefine nedenli
yaklaştığını ve Hoca'nın dehasını ve stratejik manevra ve
manipülasyonlarını tam ve doğru olarak kavrayamamaktan kaynaklanan ama
samimiyetine bağışlanan bir gaflet ve cesaretle...
Ve yine Kur'an'daki nebevi siyaset hikmetleriyle ilgili bilgi
eksikliğinden ve feraset fakirliğinden doğan ve Hoca'nın yakın
çevresine mecburen aldığı ve katlandığı ve çok kirli niyetlerine
rağmen, İslam ve insanlık hatırına onlardan yararlandığı kişileri
"Erbakan'ın aynası" sanan yanlış bir bakış açısından ortaya çıkan
anlama ve algılama sorunu yüzünden ve biraz da bazı kişi ve
mahfillerin doğrudan veya dolaylı şişirme ve yönlendirme
girişimlerinin etkisiyle; ve maalesef ümidin, yani iman pilinin
zayıflaması nedeniyle:
"Erbakan Hoca'ya, artık aktif siyaseti bırakıp çekilmesi gerektiğini,
manevi lider olarak devam etmesini" söyleyen...
(Not: 12 Eylül'den sonra "Hocam, arkadaşlarınız, sizin artık resmi ve
fiili değil, manevi bir lider olarak hizmetinizi sürdürmenizi istiyor"
diyen Oğuzhan Asiltürk'e:
"Onlar aslında Bizim manevi başkan değil, uhrevi başkan olmamızı (Yani
diri diri mezara konulmamızı ve bu davanın rayından çıkarılmasını)
istiyor!..." Cevabını vermiş ve elçiliğini yaptığı Siyonist ve
sabataist şebekenin şeytani niyetlerini deşifre etmişti.
"Erbakancılığı yaşatmak için Erbakansız siyaset yapmak zorundayız.."
gibi, dışı hoş içi boş laflar üreten...
Bazen:
"Hocayı ve düşüncelerini de daha yakından tanıma fırsatı buluyordum.
Hoca ikili ilişkilerde müthiş bir insandı. Mütevazı, saygılı,
sevgisini gösteren, tam bir beyefendi gerektiğinde nüktedan,
dinlemenin ve dinletmenin ustası, mütevekkil olduğu kadar sebeplerin
de üzerinde duran... Bu özellikleriyle tanıdığım ender insanlardan
biri. Ama aynı zamanda inatçı, kesin doğrularında asla taviz vermeyen,
ayrıntıcı bir insandı Hoca. İnançları ve genel siyasi çizgisine hiçbir
itirazım yoktu. Ama bunların ifade biçimi yıllar içinde katılaşmıştı.
İnançları ve genel siyasi çizgisinin yanı sıra bunları hayata geçirme
yöntemleri de kesindi. Ayrıca tarzı ve yöntemlerini inancının bir
parçası haline getirmişti. Bu kadar değil, ideolojisi, yöntemleri ve
kendisi bütünleşmişti. Bu bir benlik nefis meselesi değildi. Hoca ve
çevresindekiler inanıyorlardı ki, Hoca bir misyonla görevliydi, var
olduğu müddetçe bu misyonu sadece o taşıyabilirdi."
Diyerek; gerçekleri tespit ve teslim eden, ama ardından bu
kanatlarıyla çelişerek ve bir nevi kendi kendisini tekzip ederek:
"Muhterem Hocam, daha sonra bizleri şuurlandırmak ve eğitmek için
kimilerine göre bezdirici ama benim için her defasında öğretici ve
keyif verici olan, o uzun vaazlarınıza başladınız. Bunların gerçeği
bütünüyle yansıtmadığını aramızda konuşuyoruz ama o kadar İstekli ve
kararlı görünüyorsunuz ki, biz size o kadar saygılıyız ki, hiçbirimiz
bunu size açıkça söyleyemiyoruz. Zaman zaman örtülü de olsa itiraz
ettiğimizde anlamak istemiyor, bizleri susturuyorsunuz."
Şeklinde Hoca'ya mektup yazabilen Sn. Mehmet Bekaroğlu; Bingöl
konuşması bahanesiyle 312'den dolayı verilen ceza üzerine: "Hocam,
şimdi size gereken, "bana derhal yatacağım cezaevini gösterin. Ben
oraya gideceğim" açıklamasını yapmaktır" şeklinde bir teklif
götürünce, Erbakan Hoca'nın:
"İşte bakın, Mehmet Bey, Bekaroğlu soyadına yakışır bir çözüm buldu!"
esprisindeki ince mesajı çözemeyecek kadar da saf birisidir.
Ve zaten Erbakan'ın büyüklüğünün en kesin alameti, böylesi insanlarla
bu davayı bu günlere getirmesidir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] (Bak: Siyasetin Sonu Elips yy. 1. Baskı Sh: 410)
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları "Saadet!
Şimdi" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın :
saadet_simdi@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için,
http://groups.google.com.tr/group/saadet_simdi?hl=tr adresinde bu grubu
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.