Yazıma başlarken size iki numara vereceğim. Bunlar148 ve 189 numaralarıdır. Bu numaralar birbirlerine paralel olarak her hafta birler basamağına (1) rakam daha alacak ve 149 ile 190’a yükselecekler. Bu baştan beri böyle devam edip gitmektedir.
Bu ifademden de anlaşılacağı gibi her hafta (1) rakam yükseldiklerine göre bu rakamlar 148 hafta ve 189 hafta öncesinde başlayan birer eylemdirler. 148 rakamını (haftayı) bir yıldaki 52 hafta bölerseniz 2,84 rakamı, 189 rakamını 52’ye bölerseniz 3,6 rakamı çıkar ki bu rakamlar “yılmadan, sabırla sürdürülen” bir çalışmayı anlatmaktadır.
Bir insan bir iş için 3 – 5 gün bilemediniz 3 – 5 hafta sabreder ve o işin neticesini alır. Ama siz 2,8 veya 3,6 sene hiçbir zorluğa yılmadan dayanacaksınız, sabredeceksiniz ve istediğiniz neticeyi elde etmeye çalışacaksınız.
Peki, bu sabrı gösterenler bir netice elde edilebilmiş mi? Ne gezer…
148 hafta veya 189 hafta bir konuyu elde etmek için sabırla mücadele verenlerin yanı sıra bu isteklere kulaklarını tıkayanların, sabırla isteyenlerin karşısında buna inatla direnenlerin de bulunduğunu böylece tespit etmiş oluyoruz.
189, Kocaeli’nde “İnanç Özgürlüğü platformu” adında birçok dernek ve vakfın bir araya gelerek yaptıkları eylemde kat ettikleri hafta sayısını, 148 ise Ankara’da yine sivil toplum örgütlerinin oluşturdukları “İnanç özgürlüğü platformunun” yaptıkları eylemlerde kat ettikleri hafta sayısını göstermektedir.
Hakları için direnenleri tebrik ederken, bu isteklere kulaklarını tıkayanlara da “bu ne vurdumduymazlık, bu ne geniş karınlılık yahu” demekten kendimizi alamıyoruz.
YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ
Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu 1970’li yılları. Ortalık sağcılık ve solculuk naraları ile inliyor. Bir bakıyorsunuz solcular yürüyüş yapıyorlar, sol kollar havada “Faşistler kahrolsun” naraları. Bir bakıyorsunuz sağcılar adına Ülkücü gençlik yürüyüş yapıyor “Komünistler Moskova’ya” diye bağırıyorlar. Bu arada üniversitelerde çatışmalar, kavgalar, gürültüler oluyor. Her gün birkaç gencimiz ölüyor ve birkaç kat gencimiz de yaralanıyor.
Yine Ankara’da Solcuların izinsiz yürüyüş yaptıkları bir gün. 2008/Kasım sonunda bazı sendikaların Ankara’da Sıhiye meydanında “pahalılık ve işsizliği protesto mitinglerinde” nasıl ortalık birbirine girmişse o gün de öyle bir ortam. Her yer çalkalanıyor.
Başbakan Demirel’e gazete muhabirlerinden birisi sorar. “Sayın Demirel. Öğrencilerin izinsiz yürüyüşlerine ne diyorsunuz?” Demirel o umursamaz haliyle cevap verir:
“- Yürüsünler… Yollar yürümekle aşınmaz (!)
Demek ki 189 hafta ve 148 hafta kamuoyunun gözü önünde sabır ve azimle bir şeyler
isteyenlere verilecek cevap; “kardeşim 189 değil 1890 hafta da istesen sana istediğin bu hakkını vermiyorum” diyenler var(!)
GASBEDİLEN HAKLARINI ARAYANLAR
İçlerinde Mazlum-der, AGD (Anadolu Gençlik Derneği – Türkiye’nin en büyük gençlik örgütüdür) ve yerel derneklerin iştirakleriyle oluşan platformların 2,5 ve 3,5 senedir her hafta periyodik olarak yaptıkları eylemde istedikleri şey “Haksız bir şey” midir ki de ülkenin idarecileri bunlara bu haklarını vermemektedir.
Bu idareciler “Kürt sorunu” diyerek bir sorun olduğunu kabul ve deklere ettiler. Kürtçe eğitim ve Kürtçe televizyonlara izin verdiler. Alevi açılımı dediler, Alevi “Cem evlerini” ibadet hane hükmüne getirdiler, Alevilere maaş bağlaya kalktılar, Madımak otelini müze yapmaya hazırlanıyorlar.
Laik çevrelere yaranabilmek “Milli görüş gömleğini çıkarmak” dâhil milli ve manevi birçok değerlerini feda ettiler, AB (Avrupa birliğine) uyum yasaları altında hemen hemen bütün yasalarımızı değiştirdiler. “Zinayı serbest bıraktılar, domuz etini kasaplık et haline getirdiler, bir tek Hıristiyan’ın bile yaşamadığı yerlerde eski kiliseleri onardılar, Fener Rum patrikhanesine (Yeni Vakıflar kanunu ile) birçok haklar verdiler, ABD’ye bütün hava ve deniz limanlarımızı kullanma yetkilerini verdiler… Yabancılara bütün stratejik fabrikalarımızı, televizyonları, Telekom ve diğer tesislerimizi sattılar. Bir müddet sonra hükümranlık haklarımızı bile kaybedeceğimiz milyonlarca kilometre kare arsa sattılar…
İNSANIMIZA HAKLARI VERİLMELİDİR
Ama ne hikmetse bu inanç platformlarının senelerdir istedikleri hakları vermiyorlar, veremiyorlar… Nedir bu istenip de bir türlü verilemeyen haklar?
Ben Müslüman’ım diyen insanlar (ki ülkemizin % 99,9’u Müslüman’dır) Allah’ın emrettiği ve onların hanımlarının ve kızlarının da inançları gereği başlarını örttükleri “başörtüsü hakkını” rahatça kullanabilmektir.
Bir Müslüman hanımın başörtüsü kullanmasını kısıtlamak, inanç hürriyetinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu hakkı kısmaya kimsenin yetki ve salahiyeti yoktur ve kimse bu hakkın kullanılmasına izin verecek de değildir.
Bunun adına türban deseniz de, yaşmak deseniz de veya başka isimler taksanızda başörtüsü takmanın manası budur. Başörtüsü serbesttir de türban yasaktır demeniz ancak sizin kendinizi aldatmanızdır. Gerçekleri değiştiremezsiniz.
Bu ülkede başını açarak dolaştığı halde kimse niçin başını açıyorsun diyemezse, mini etek giyer, beli ve göğsü açık elbiselerle kalabalıklarda rahatça dolaşabiliyorsa, içkisini içebiliyor, kumarını rahatça oynaya biliyorsa, kerhanelerde bazı kadın ve kızlarına vesika verip fuhuş yaptırılıyorsa, bu ülkenin kahır ekseriyetini oluşturan inançlı hanımlarının da başörtülerini başlarına örterek o şekilde dolaşmaları en tabii haklarıdır ve buna kimsenin karışmaya hakkı yoktur.
İnanç platformları oluşturarak azimle, inançla ve sabırla 198 hafta ve 148 hafta “başörtüsü zulmünün” sona ermesi için eylemlerine devam eden “İnanç platformu üyelerini” ayrı ayrı tebrik ediyor, bu en tabi insan haklarını kısan ve vermeyen, “bedel ödeyemeyiz” diyerek bu ülke insanının en tabii hakkını onlara çok gören yöneticileri de kınıyorum.
Bütün Platform üyelerini, onlara gönül verenleri ve başörtüsünün bir hak olduğuna inanan herkesi, “verilmeyen hakkı elde etmek için…” bu işin gerçek sahibi Milli Görüş’ü ve onun partisi Saadet Partisini önce yerel seçimlerde sonra da hükümette iktidara taşıyalım.
Var mısınız?
Evet, verilmeyen hak alınır...
YanıtlaSilLakin hakkı talep eden hakkı almaya azimli, yürekli ise...