(anadoluhaber) BASKAN OBAMA'YA ACIK MEKTUP // Prof. Dr. Özer Ozankaya




ABD BAŞKANI SAYIN HÜSEYİN BARAK OBAMA'YA AÇIK MEKTUP:

 

BÜYÜK ORTA-DOĞU TASARISI  SOSYOLOJİ ÜZERİNE KURULMALIDIR!  

  

Prof. Dr. Özer Ozankaya

 

Yıldız Teknik Üniversitesi

ozankaya@yildiz.edu.tr

 

 

Sayın Başkan,

 

Bir önceki ABD Başkanı Sayın Clinton,

 

"Başka uluslara  ... bencil çıkarlar ardında koşmamayı başarabileceğimizi, onlarla birlikte ortak amaçlara dayalı bir dünya kurmak istediğimizi gösterirsek, onların gözündeki saygınlığımız artar...   Akıl, zekâ ve iyi-niyetin tarihsel yazgıdan daha güçlü olduğunun kanıtlanması gerekiyor; dünyanın buna gereksinimi var."

 

demişti.

 

Baba ve oğul Başkan Bush'ların bu anayışta olmadıklarını, tam tersi politikalar izlediklerini ve dünyada ölüm ve yıkımı arttırdıklarını  sizin de kabul ettiğinize inanıyorum.

 

Siz, bir büyük Müslüman ülke başkentinden İslam dünyasına seslenmek istediğinizi belirtmiş bulunuyorsunuz. Bu başkent Atatürk Cumhuriyeti'nin Ankara'sı olsa da, olmasa da, eğer Sayın Clinton'ın stratejisini içtenlikle benimsiyor iseniz, aşağıda belirteceğim üzere Büyük Orta-Doğu Projesi'ne yoksun olduğu  toplumbilimsel ve bunun  zorunlu eşi olan demokratik içeriği katmalısınız.

 

Aşağıdaki sayfalar, bu amaçla yüksek ilginize ve değerlendirmenize   sunulmak üzere yazılmıştır.

 

A) BATI, BOP'TAN ÖNCE DE, BOP'LA DA İSLAM DÜNYASINI "ÖLÜM VE YIKIM" DİYARI YAPMIŞTIR!

 

ABD ve   önde gelen Avrupa Birliği hükümetleri,   yüzyıldanberi doğrudan ya da dolaylı olarak sömürge durumunda tuttukları  müslüman ülkelerde, bu defa adına  "Büyük Orta-Doğu Tasarısı" dedikleri bir stratejiyi  uygulamak istiyorlar. Amaçlarının, Fas'tan İndonezya'ya dek uzanan, Kafkaslarla Orta Asya'yı da kapsayan bu        bölgenin "kendini yönetebilen demokrasilerden oluşmasını sağlamak" olduğunu söylüyorlar.   Ama bunu,  bu ülkelerde "Ilımlı İslami Yönetimler" kurulmasını sağlayarak yapmak istediklerini de saklamıyorlar! Tam bir "terimlerde çelişki"!

 

Oysa  bugün  dünyanın   en çok bu bölgesinde her gün "ölüm ve yıkım" yaşanıyor. Ve Mustafa Kemal'in 80 yıl önce yaptığı betimleme bugün de geçerli: "Yeryüzündeki yüzmilyonlarca müslüman kitleleri, şunun ya da bunun tutsaklık ve aşağılayıcılık zincirleri altında. Aldıkları manevi eğitim ve ahlak, onlara bu tutsaklık zincirlerini kıracak insanlık niteliğini vermemiştir, veremiyor!"

 

Çünkü insanlığın karşısındaki büyük sorun, yalnız Ortaçağa demirletilmiş olan İslam dünyasının yaygın   düşünüş biçimini değil, sömürgeciliği ayıp saymayan Siyaset Batısı'nın düşünüş biçimini de aşmayı gerektiriyor! Çünkü Siyaset Batısı da,  bilim ve teknolojiyi özellikle uluslararası düzlemde özgürlük, eşitlik, adalet ve barışın hizmetinde kullanmanın yolunu bulmak bir yana, bunun gereğini içtenlikle kabul etmekten hâlâ çok uzakta bulunuyor!  Soğuk savaş boyunca Ilımsız (yani baskıcı, radikal) İslamı  destekleyip kullanmıştı,  11 Eylül'denberi Ilımlı İslam istiyor. Doğrusu ise, bunların hiçbirinin gerçek İslam olmadığıdır!

 

Toplumların yaşamını belirleyen etkenlerin bir bölümü maddi (ekonomik ve teknolojik) güçler ise, bir bölümü de düşünsel güçlerden oluşur ve bunlar olağan durumlarda –yani toplumun dokusu   dış ve iç baskıcı etkenlerce çarpıklaştırılmamış ise- biribirleriyle uyumlu bir bütünlük oluştururlar. 

 

Öyleyse, dünyamızın "Büyük Orta-Doğu" denilen bu  geniş alanında demokrasi, yani bağımsızlık, özgürlük, adalet ve gönenç üzerine bir düzen kurulmak isteniyorsa, düşünce güçlerinin bu     ülküleri gerçekleştirici nitelikte olması gerekir, önleyici değil.

 

Bunun için en temel gereklilik, sosyoloji biliminin   toplum düzeninin oluşumuna yapabileceği katkılarının engellenmemesidir! Toplumbiliminin kurucularından Emile Durkheim'ın klasik değerdeki Toplumsal İşbölümü  adlı yapıtında· vurguladığı gibi,

 

"Bütün  uygarlık ögeleri içinde ahlaki bir nitelik gösteren, -belli koşullar altında- yalnız bilimdir. Gerçekten de toplumlar her bireyin, yerleşmiş bilimsel gerçekleri özümseyerek  zekâsını geliştirmesini git gide daha çok bir ödev olarak görmek eğilimindedirler.  Bilim, vicdanın en yüksek olgunluk aşamasına ulaşmış biçiminden başka bir şey değildir. Oysa toplumların bugün içinde bulundukları koşullarda yaşayabilmeleri, hem bireysel   hem de  toplumsal    vicdan alanının genişleyip aydınlanmasına bağlıdır.   Bir vicdan ne kadar bilgisizlik karanlığında ise değişime de o denli karşı çıkar...     İşte  bundan dolayı bilimin kılavuzluğundaki zekânın toplumsal yaşamın akışında gittikçe daha büyük bir yer tutması zorunluluk olmaktadır."

 

 A) 400 Yıl Basımevinden Yoksun Tutulan İslam Dünyası!

 

 Basım makinesinin Türk ve İslam dünyasında kullanılması  15. yüzyıldan başlayarak           400 yıla yakın süreyle engellenmekle, gerçekte kitlelerin "aydınlanma"sı     önlenmişti. İslam dünyasında      ilk basım makinesini 1726'da Osmanlı başkenti İstanbul'da kuran İbrahim Mürteferrika, birkaç yıl sonra gerici güçlerce yakılıp yıkılacak olan   makinesinde, İslam dünyasının   güçsüz ve geri durumunu düşünce yaşamının akla dayalı olmayışıyla açıklayan bir de kitap yayınlamıştı.   "Ulusların  Yönetiminde Bilimsel Yöntemler" adlı  bu kitabında Müteferrika şöyle diyordu:

 

'Hıristiyan milletlerin  ..   düzenleri için gerekli kuralları dinsel kitaplarında bulunmayıp, ... hemen bir alay akıl yapısı kurallara dayandırılıp,   öte dünyada ödül ve karşılık beklemek gibi bir düşünceleri yoktur..  Akıl ürünü yasa ve kuralları ile ordularını büyük bir disiplin altına almışlardır. .. İslam halkları ise, adı geçen halkların durumu karşısında tümden aymazlık, aldırışsızlık ve dikkatsizlik içinde, onların ülkemize yaklaşımını ve   durumlarının özünü anlama   işinden tümden yüz çevrilmiş, katıksız yobazlık yeğlenmiş ve cahil kal­makta diretilmiştir.'

Müteferrika'nın   bu son derece önemli uyarısı, bir düşünce akımına dönüşemedi.    Bu çağdışı  yapı, İslam dünyasının yalnız basım maki­nesinin değil, Batı'daki rönesans ve dinde-düzenleme (reformasyon) devinimleri ile coğrafi keşifler, bilimsel buluşlar ve aydınlanma çağının tümüyle dışında kalmasına da yol açtı.   Yüzyıl sonra, Tanzimat döneminde yenileşme çabaları    görülmeğe başladı  ise de   Osmanlı devleti ve islam ülkeleri artık tam anlamıyla Batı Avrupa'nın bir sömürgesi durumuna düşmüştü.   Fe­odal yapıda direten bu ülkelerin yöneticileri,  bütün benzerleri   gibi, sö­mürgeciyle işbirliği yapmaya koyuldu.

 

Acıdır ki İslam dünyası, -bir tek "Atatürk Türkiyesi" dışında-,  bugüne değin   uğrayageldiği yıkımları gerçek nedenleriyle anlayamamış, bundan   alıkonulmuştur.

 

 

B) Kapitalizmin Çarpıklıklarını Aşamayan Batı      

 

Bugün insanlığın başlıca bir sorunu  İslam dünyasının saplandığı bu ortaçağcıllıktan kurtulması gereği ise, bir başka temel sorunu da, Batı Dünyası'nın  etkinliği olağanüstü artmış olan bilim ve teknolojiyi sömürgeci amaçlarla değil,    insanlığın özgürlük, eşitlik, adalet ve gönenci için kullanılmasını sağlayacak, sosyoloji bilimine dayalı  bir toplumsal düzen kurmayı engeleyen kapitalist güçlerinin  güdümünden kurtulması gereğidir.  Bunu da Emile Durkheim adı geçen yapıtında, "ekonomik yaşamın   içinde bulunduğu hukuksal ve ahlaki kuralsızlık durumu" olarak nitelemekte, bugün artık    küresel  boyuta ulaşmış olan     bu "kuralsızlığı" şöyle açıklamaktaydı:

 

  "Uygun görülenle yasaklananı, adil olanla   olmayanı ayırdetmede belirli bir ölçü bulunmaması ve      hemen de gönlünce (keyfi) denecek   yorumlara bağlı kalınması  nedeniyle, en kınanacak davranışlar çoğu kez kınanmıyor. Böylesine belirsiz ve tutarsız bir ahlak ile düzen kurulamaz. Sonuç olarak da ortaklaşa  yaşamın (=bugün artık küresel köyümüzün dememiz gerekir, Ö.O.) bütün bu alanı, kuralların sağlayacağı düzenden  büyük ölçüde yoksun kalmaktadır.

 

Oysa özellikle   ekonomi dünyasındaki üzüntü verici sürekli anlaşmazlıklarla her türden düzensizliklerin nedenini bu kuralsızlıkta aramak gerekir. Çünkü karşıt     güçleri tutan ve uymak zorunda oldukları sınırları koyan hiçbir şey  bulunmadığı için, bu güçler ölçüsüz biçimde gelişmektedir...     İnsan tutkuları, ancak saygı duyulup uyulan bir ahlaki güç önünde durur. Eğer böyle herhangi bir güç yoksa, güçlü olanın yasası egemen olur ve açık ya da örtülü bir savaş durumu sürüp gider.

 

Böyle bir kargaşa durumunun hastalıklı bir olay olduğu açıktır.   Bu düzensizliği, bireysel özgürlüğün gelişimine elverdiği  savıyla haklı göstermek isteyenlerin çabası boşunadır. Toplumsal kuralların    otoritesi ile bireyin özgürlüğü arasında karşıtlık bulunduğu yolunda sık sık öne sürülen sav (postmodernizm bu sava dayalıdır, Ö.O.)  kadar yanlış bir şey olamaz.  Tam tersine, özgürlüğün kendisi de (bununla toplumun saygı gösterilmesini sağlamakla yükümlü olduğu özgürlüğü anlatmak istiyoruz), bir düzenlemenin ürünüdür." 

 

"Devletin, ekonomi gibi toplumun tümünü   her zaman etkileyebilecek nitelikteki bir alanla ilgilenmemesi   olanaksızdır.       Onu düzenlemesi,  tümüyle kendine bağımlı kılmamak koşulu ile,  zorunludur."

 

C) DİN ARTIK DÜNYAYI DÜZENLEYEMEZ!

 

Büyük Orta-Doğu Tasarımının baş savunucusu ABD Başkanı Sayın Bush ise, bilimin değil İsa'nın yolunda olduğunu söylüyordu. Bu gerekçeyle İslam dünyasına "Ilımlı İslami Yönetim"i uygun buluyordu.

 

Oysa, yine Emile Durkheim'ın dediği gibi,  sosyolojinin     tarihsel boyutta "kuşku götürmez biçimde saptadığı bir gerçek varsa,  o da dinin toplumsal yaşamın gittikçe daha küçük bir alanını kapsamakta olduğudur. Başlangıçta her yere uzanırken,   sonra, azar azar siyasal, ekonomik, bilimsel işlevler dinsel işlevden özgürleşip  kendi başlarına oluşmaya koyulmuş ve     dünyasal özellik kazanmışlardır." 

 

   "Dinsel inançları gerileten şeyin özgür inceleme olduğunu söyleyenler var. Oysa özgür incelemenin, yani bilimin  kendisi dinsel inançların   zayıflaması üzerine   gelişebilmiştir. Özgür inceleme, ancak genel inanç ona izin verecek özellikte ise ortaya çıkabilir..."   

 

D) İSLAMIN DEMOKRASİYE AÇIK ÖZÜ, ANCAK SÖMÜRGECİLİĞİN SON BULMASIYLA YAŞAMA GEÇEBİLİR!

 

Demek ki  adına  "Ilımlı İslam" da dense, dinsel  bir düşünüş üzerine dayandırılacak    Büyük Orta-Doğu Tasarımı,   İslam coğrafyasına ne özgürlük, ne eşitlik, ne adalet, ne de gönenç getirebilir. Bugün Siyaset Batısı,       dünyada müslüman kitlelerinin      çağdaş insanlık ailesiyle      bütünleşmesindeki   sıkıntılardan kurtulmak istiyorsa, onları güdüm altında tutan şeyhlik, tarikatçılık, düşünce özgürlüğü tanımayan dinsel eğitim ve kadını tutsak kılan aile düzeni, dinsel kurallara dayalı ekonomik kurumlar, türbecilik, üfürükçülük .. gibi  ortaçağcıl kurum  ve uygulamaları desteklemekten, yani sömürgecilikten  vazgeçmelidir.

 

Tersine, asıl gerekli olan Büyük Orta-Doğu Tasarımı, İslam dininin ne bilim ile, ne özgürlükle, ne demokratik ve laik toplum ve devlet düzeniyle bağdaşmaz nitelikte bir din olmadığı gerçeğinin ön plana çıkarılmasına destek veren bir tasarım olmalıdır·.  İslam dininin de,    kuruluş  döneminde özgürlüğü büyük ölçüde gerçekleştiren özü sayesinde parlak bir   uygarlık  doğurduğunu,   bu uygarlığın  Antik Yunan düşüncelerinden önyargısız yararlandığı gibi, onu  Orta  Çağ bağnazlığındaki   Batı'ya dek taşıyarak orada Rönesans ve Reform devrimleri için   ortamın oluşumuna katkıda bulunabildiğini   bilinçlerde hep canlı tutmaya çalışmalıdır.

 

Bu bağlamda olmak üzere, İslam dininin:

 

A)    Tanrının muradını bilme ayrıcalığına sahip bir din adamı sınıfına yer vermemekle,

her bireyi iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ... ayırdedecek bir akıl olgunluğuna ve vicdan yüksekliğine sahip saydığı ve bununla yükümlü kıldığı;    

B)     Gidilmesi zorunlu kilise benzeri  bir  tapınağa yer vermemekle,     tapınmanın  gösterişsiz     yapılmasını sağlayarak,          vicdanlar üzerinde  her türlü  baskının  önüne geçtiği

 

olgusunun, müslüman kitlelerin bilincinde dirilmesine çalışmalıdır.  

 

Bu temel üzerine kurulacak  bir Büyük Orta-Doğu Tasarımı, Atatürk'ün Türkiye'de Cumhuriyet  Devrimine temel yaptığı gibi, İslamın düşünce özgürlüğü  başta olmak üzere evrensel değerleri   kılavuz aldığını ön plana çıkarmalıdır. Bunun  için, örneğin:

 

·        İbn-i Rüşt'ün "Kâinat yaratılmadı, çünkü hep vardı!" diyebildiğini belirtmeli ve böylece "Hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan şey de yok olmaz" diyen  Lavoisier gibi ya da  "Benim medresemde Kur'an âyetleri kanıt yerine kullanılmamalıdır!" diyerek "Kanıt sormadan inanmanın ne değeri var!?" diyen Lessing  gibi  aydınlanma yolunu açabileceğini anlatmalıdır;

·        İslam bilginlerinin 8., 9., yüzyıllarda insan dahil tüm canlı türlerinin bir evrim sonunda ortaya çıktıkları görüşünü savunmuş olduklarını, Türkiye'de de örneğin Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi'nin 1756'da, yani Darwin doğmadan 50 yıl önce yazımını bitirdiği Marifetname'sinde bu görüşü açık açık  yazdığını, Anadolu halkının O'nu dışlamak şöyle dursun peyamberler için kullandığı "Hazret" sıfatıyla bağrına bastığını  duyurmalıdır;

·        Yine Türk halkının bağrına basıp yücilttiği  Yunus Emre'nin, 13. yüzyılda "Şeriat (din) bir gemidir , hakikat deryasıdır – Ne denli sağlam olsa   geminin tahtaları – Ona dalga  vurdukça   aşınıp gidesidir"diyen, böylece hiçbir kuramın, hiç bir inanç ya da hukuk düzeninin   sürgit geçerliliğini koruyamayacağını, değişimin kaçınılmazlığını, yenilenmenin zorunluluğunu anlatan  bilimsel düşünce sistemini İslamın dışlamadığını vurgulamalıdır;

·         "Kendine ne dilersen – Herkese onu dile - Dört kitabın mânâsı – Budur, eğer var ise!" diyen   Yunus Emre ve benzerlerinin humanizma demek olan ve göreli düşünmeğe, yani hoşgörüye dayalı dünya ve insan anlayışlarını öne çıkarmayı amaçlamalıdır.

·        Böyle bir dinin,   toplumsal düzenin    biçimlenmesinde      demokrasi   ve laiklik  düzenine karşıt olmak şöyle dursun, onu zorunlu olarak gerektirdiğini  dile getirmelidir.  

·        Ve kuşkusuz bir de, eğer  ABD ve AB hükümetlerinin gerçek niyetleri İslam dünyasının uygar insanlık ailesiyle  bütünleşmesi ise,       Atatürk  modeli bir güneş parlaklığıyla önlerinde  duruyorken,  İslam  ülkelerini günümüz koşullarında  uygar dünyayla bütünleştirebilecek   tek tasarımın,  başarısını kanıtlamış olan      Atatürk modeli olduğu gerçeğini kabul etmelidir!

 

Sayın Başkan,

 

Bundan on yıl önce, başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere  dünyanın 4 bucağından ülkelerde görüştüğüm 43 saygın bilim, sanat, siyaset ve askerlik şahsiyeti, Atatürk'ün böle bir Uygarlık Projesi sahibi olduğunda birleştiler·

      

Sayın Başkan, lütfen Sayın Clinton'ın ABD ve genellikle  Batı adına yaptığı özeleştiriyi de gözönünde bulundurarak, Büyük Orta-Doğu Projesini   Atatürk'ün Uygarlık Projesi üzerine kurunuz.

 

Saygılarımla.

 

Prof. Dr. Özer Ozankaya

Yıldız Teknik Üniversitesi

 ozankaya@yildiz.edu.tr

 


· Çevriren Ö. Ozankaya, CEM Yayınevi, baskıda.

· Bu konudaki görüşlerim üzerine daha geniş bilgi için  Cumhuriyet Çınarı (CEM Yayınevi, 4. bsm. 2003) ve Türkiye'de Laiklik (CEM Yayınevi, 7. bsm., 2000) adlı yapıtlarımıza bakılabilir.   

· Atatürk's Legacy: Views of World-Famous Intellectuals, Publ. Of Minisitry of Culture, Rep. of Turkey, 2001.



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.