DE’FACTO SULTA
Mustafa Nevruz SINACI
Neredeyse yarım asırdır devletin düzeni bozuk.
Milletin üstüne kâbus gibi çöken darbeler; eşitlik, hak, adalet ve hukuk düşmanlığı de’facto (resmen olmasa da fiilen) hükmünü sürdürüyor.
Rejim, haklı, doğru-dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu yurttaştan yana değil; Zengin, güçlü, paralı, onursuz, hırsız-yolsuz, milli servet ve kaynakları sorumsuzca israf eden, peşkeş çeken saltanat ve sulta unsurlarından yana.
Milli tarih-Milli hafıza, manevi değerler ve doğal stabilizatölere (temel toplumsal ilke ve denge unsurlarına) inadına bir direniş, başkaldırı, güzel adet, örf, ahlâk ve geleneklere karşı red bilinci oluşturulmaya; bunun yanı sıra “sorumluluk bilincinden arınmış, ilkesiz-onursuz ve sorumsuz birey” yani, prototip insan yaratılmaya çalışılıyor.
Bu uğurda yıllardır uygulanan psikolojik savaşla; Vatandaşın beynine, bilinçaltına, onu ümitsizlik, başarısızlık, hayal kırıklığı, kâbus, karamsarlık ve hüsrana sürükleyecek, hak yolunda-millet hizmetinde mücadele gücü ve direncini yıkacak-kıracak olumsuz mesajlar ve yönetimi denetleme iradesini ortadan kaldıracak sistematik telkinler empoze ediliyor.. .
Öyle ki; Halkın bilinçaltından toplumsal görgüler, örfler, adetler ve yasa kavramının ifade ettiği algılar, yozlaştırılmaya, çürütülmeye, anlamsızlaştırılmaya çalışılıyor. Bilincin bu özelliğinin keşfedilmesi ve teknolojinin de ilerlemesiyle, Subluminal Teknik yani bilinçaltına gizli mesaj gönderme yöntemiyle, samimi dindarlık ve özellikle saf (arı-duru) Müslümanlığa karşı; Dinler arası diyalog ve ılımlı İslâm gibi Watikan’ın menfur yöntemleri kullanılıyor.
Psikolojik savaş sürecinde bu mesajları bilinçaltına gönderme, aktive etme, çeşitli illegal yol ve yöntemlerle yapılmakta. Örneğin müzik, dizi, sıradan program, normal ve çizgi film, açık oturum, münferit hitap-sohbetlerle haber programlarının ses/görüntü altına insan kulağının duyamayacağı ama bilinçaltımızın algılayabileceği düzeyde ‘çok hassas’ dalga boyunda mesajlar yerleştirmek suretiyle insanlar üzerinde tahribat, akıl ve hafızalarda tahrifat yapıyorlar. Bazı siyasi partiler bile 25. kare denilen bu yöntemi zaman zaman kullanmaktan geri kalmıyor. Ekolojik denge, doğal doku ve bedensel tehdide yönelik DNA, RNA bozucu tohum kodlaması, sanayi kirliği, biyolojik savaş ve hormonal baskı da cabası…
Elli yılı mücavir bu süreçte Depresif ve şizofrenik, paralize bir yapı oluştu. İnsanların ruh beden imtizacı, vücut kimyası ve zihinlerini senkronize edecek, dengeleyebilecek sosyal ilâç ve unsurlar bir bir yok edildi. Buna paralel cinnet, cinayet, şiddet eğilimi ve gerilim arttı. İnsanlarımız artık geleceğinden umutsuz, yaşama sevincini yitirmiş, karamsar ve mutsuz…
İşte bu nedenle, Cumhuriyet’in temel (Atatürk) ilkeleri, insan hakları ve hukuka aykırı ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlar ısrarla korunuyor. 27 Mayıs’tan bu güne demokrasi, hak, adalet, eşitlik ve hukuk kavramları muâllakta.. Seçimden siyasete, siyasetten başıboş piyasa (!) ekonomisine kadar şaibe bulaşmadık yer kalmadı. Cumhuriyet’in vazgeçilmezi ve temel ilkesi olan halk’a hizmet, art arda yaşanan hezimetler (kaos, kriz, bunalım ve buhran), eza, cefa, haksızlık, yolsuzluk ve aralarında ‘başbakan, bakan, parlamenter, general, emniyet müdürü, rektörler ile şehir ve büyük şehir belediye başkanları’ da bulunan bit, pire, kene, sülük ve vampirlerce yapılan sömürü, suiistimal ve hortumlarla halk canından bezdirildi.
Kamu vicdanını derinden sarsıldı, rencide edildi, yaralandı.
Türkiye’de yaşamak adeta bir zulüm ve işkence halini aldı.
TBMM’nin Genel Kurul duvarında “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılı.
549 kişi her gün bu temel emir ve ilkeye bakarak el kaldırıyor. Hani ‘Milli İrade’??
Amma bu “EL’LER” ne hikmetse bir türlü, haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soyguna, saltanat ve sultaya “DUR” demiyor. Ortalıkta dosyalar uçuşuyor, kimse Hâkime, Savcıya gidemiyor. Cumhuriyet’in savcıları ‘hak-adalet adına” durumdan vazife çıkartmıyor.
NEDEN? Çünkü, ülkemizde DE’FACTO saltanat ve SULTA hakim de ondan!...
******
29 MART SENDROMU
Mustafa Nevruz SINACI
Toplumsal veya bireysel boyutta araz-hastalığı belirleyen, bir arada görülen ve tanıyı kolaylaştıran bulguların tümüne sendrom; birim belirti ise semptom olarak tanımlanır. Şu kadar ki, terminolojide kullanıldığı alan bireysel hastalık veya toplumsal bozulumu kapsar.
Meselâ şimdi bir mahalli seçime (?!) hazırlanıyoruz.
Parti sahipleri bazında semptom (demagoji, popülizm, fikri mutasyon, inatlaşma, zıtlaşma, ilmi yetersizlik); Bütünleşik yapıda (genel kombinasyonda ise) tam bir sendrom (bitmişlik, tükenmişlik, ilkesizlik, onursuzluk, projesizlik, çözümsüzlük) gözlenmektedir.
Bir yanda başarısızlık, yetersizlik ve yeteneksizlikten kaynaklanan hayıf ve hırçınlık; diğer tarafta “dedikodu, çamur atma, karalama, iddia, iftira” gibi boş lâflardan ibaret, hırs ve ihtiras furyası.. Lokal ve küresel bağlamda yoğunlaşan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal krize karşı kimsenin bir projesi, alternatifi yok!.. Partiler ve adaylar birbirlerini hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soygunla itham edip suçlamakta, dosyalar havada, karanlık kapılar ardında pazarlıklar, tehdit, şantaj ve ahlâksız tekliflerde cabası..
Politik-ACI gündeminde hak-adalet, ilke-onur, üretim, sorumluluk ve halk yok.
Elli yıldır bir ‘kısır döngü’ sürüp gidiyor. Adaylar millet iradesiyle belirlenmedi. Seçimlerle yaklaşık 105.000 kişi belediye organlarına seçilecek. Aday sayısı 550 -600 bin. Tamamı sultalarca belirlenerek atandı. Doğrusu ‘partiye kayıtlı üye veya delegelerce’ hiçbir telkin, ahlâk ve hukuk dışı baskı altında kalmadan, oyun-düzen, pazarlık olmadan seçilmesi; buna da merkezlerin saygı göstermesiydi. Hak-hukuk, adalet ve demokrasi buydu. Açıkçası “demokrasinin vazgeçilmez unsuru (!) siyasi partiler yine sınıfta kaldı!..
İşte, bütün ülkeyi sarsan kirlilik ve krizin esas nedeni.. Yozlaşma ve çürüme sisteme nüfuz etmiş, statüko kirlenmiş durumda. “Tencere dibin kara, benimki senden kara”. Basında yer alan iddialar insanı dehşete düşürmeye yeter. Peki “Temiz Eller” operasyonu ne oldu?.
Sonuçta, bu seçimde milletin adayı yok!.. Halka biçilen vazife yine Noterlik!...
Bir de seçmen boyutu var. 2002'den bu yana kütüklerde tam bir komedi yaşanıyor. 2002'de seçmen sayısı 41 milyon 300 bin. İki yıl sonra, 2004'te 43 milyon 500 bine çıkıyor. İki yılda 2 milyon artış…2007'de, (22 Tem.) sayı 42 milyon 500 bine düşüyor. Bu defa 2 yılda 2 milyon artan seçmen sayısı, üç yılda bir milyon geriliyor. 2008'e gelindiğine sayı 48 milyon 300 bin. Bu kez bir yıl içinde seçmen sayısı altı milyon birden artıyor!...
Konu, kamu vicdanını tatmin edecek biçimde çözümlendi mi? Maalesef hayır.
Bu ağır ihmal, yolsuzluk ve sorumsuzluktur. Neticede seçmen, parti farkı gözetmeden; Şaibesiz, dürüst bir aday’a veya “bağımsıza” oy vermelidir. Aksine verilecek her oy, suça iştirak ve potansiyel suçluyu teşvik anlamına gelir. Ki, sorunun temeli yolsuzlukların, hızla tespiti, suçluların adalete teslimi, alacakların tahsili ve faillerin cezalandırılması aciliyet kesbetmektedir. Zira biriken yolsuzluk dosyaları ürkütücü boyutlardadır. Üstelik ortada bir ‘medya-mafya-politik-ACI” üçgeni, yandaş-yoldaş dayanışması ve yetkisizlik sorunu vardır.
Oysa uluslararası yolsuzlukla mücadele hukuku, BM-AB kararları, ilgili sözleşme ve anlaşmalar; (çoğu imzalanmış ve TBMM’de kabul edilmiş olsalar bile) uygulama yasalarının çıkmaması nedeniyle hükümsüz kalmaktadır. Ayrıca, onaylanan sözleşmeler gereği siyaset ve siyasi iktidardan bağımsız "Yolsuzlukla Mücadele Birimi" derhal kurulmak, mutlak etki ve tam yetki ile faaliyete geçirilmek; milletvekili dokunulmazlıkları “kürsü masuniyeti” ile sınırlı kalmak koşuluyla kaldırılmak zorundadır. 17.04.2003’te TBMM’de 4852 sayılı kanunla kabul edilen GRECO yolsuzluğa karşı özel hukuk sözleşmesinin, 18.05.2006 (TBMM) kabul tarih ve 5506 sayılı “BM yolsuzlukla mücadele sözleşme” hükümlerinin tam uygulanabilmesi için, gerekli yasa ve hukuk kurallarının ivedilikle hazırlanarak TBMM’den çıkarılıp, uygulanması derinleşen sorunu çözecek ve sendrom sona erecektir. Aksi takdirde sorun; İlk Millet-vekili seçiminde “bütün statüko ve sendrom partilerinin” sandığa gömülmesiyle çözülebilir.
****
Sadece özel yazışma ve görüşmeler için e.MAİL: gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com
NOT: Makaleler telif yasasına tabi olmayıp; mümkün olduğunca yayınlanması için gönderilmektedir.
16 Mart 2009 Pazartesi
Mustafa Nevruz SINACI
Neredeyse yarım asırdır devletin düzeni bozuk.
Milletin üstüne kâbus gibi çöken darbeler; eşitlik, hak, adalet ve hukuk düşmanlığı de’facto (resmen olmasa da fiilen) hükmünü sürdürüyor.
Rejim, haklı, doğru-dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu yurttaştan yana değil; Zengin, güçlü, paralı, onursuz, hırsız-yolsuz, milli servet ve kaynakları sorumsuzca israf eden, peşkeş çeken saltanat ve sulta unsurlarından yana.
Milli tarih-Milli hafıza, manevi değerler ve doğal stabilizatölere (temel toplumsal ilke ve denge unsurlarına) inadına bir direniş, başkaldırı, güzel adet, örf, ahlâk ve geleneklere karşı red bilinci oluşturulmaya; bunun yanı sıra “sorumluluk bilincinden arınmış, ilkesiz-onursuz ve sorumsuz birey” yani, prototip insan yaratılmaya çalışılıyor.
Bu uğurda yıllardır uygulanan psikolojik savaşla; Vatandaşın beynine, bilinçaltına, onu ümitsizlik, başarısızlık, hayal kırıklığı, kâbus, karamsarlık ve hüsrana sürükleyecek, hak yolunda-millet hizmetinde mücadele gücü ve direncini yıkacak-kıracak olumsuz mesajlar ve yönetimi denetleme iradesini ortadan kaldıracak sistematik telkinler empoze ediliyor.. .
Öyle ki; Halkın bilinçaltından toplumsal görgüler, örfler, adetler ve yasa kavramının ifade ettiği algılar, yozlaştırılmaya, çürütülmeye, anlamsızlaştırılmaya çalışılıyor. Bilincin bu özelliğinin keşfedilmesi ve teknolojinin de ilerlemesiyle, Subluminal Teknik yani bilinçaltına gizli mesaj gönderme yöntemiyle, samimi dindarlık ve özellikle saf (arı-duru) Müslümanlığa karşı; Dinler arası diyalog ve ılımlı İslâm gibi Watikan’ın menfur yöntemleri kullanılıyor.
Psikolojik savaş sürecinde bu mesajları bilinçaltına gönderme, aktive etme, çeşitli illegal yol ve yöntemlerle yapılmakta. Örneğin müzik, dizi, sıradan program, normal ve çizgi film, açık oturum, münferit hitap-sohbetlerle haber programlarının ses/görüntü altına insan kulağının duyamayacağı ama bilinçaltımızın algılayabileceği düzeyde ‘çok hassas’ dalga boyunda mesajlar yerleştirmek suretiyle insanlar üzerinde tahribat, akıl ve hafızalarda tahrifat yapıyorlar. Bazı siyasi partiler bile 25. kare denilen bu yöntemi zaman zaman kullanmaktan geri kalmıyor. Ekolojik denge, doğal doku ve bedensel tehdide yönelik DNA, RNA bozucu tohum kodlaması, sanayi kirliği, biyolojik savaş ve hormonal baskı da cabası…
Elli yılı mücavir bu süreçte Depresif ve şizofrenik, paralize bir yapı oluştu. İnsanların ruh beden imtizacı, vücut kimyası ve zihinlerini senkronize edecek, dengeleyebilecek sosyal ilâç ve unsurlar bir bir yok edildi. Buna paralel cinnet, cinayet, şiddet eğilimi ve gerilim arttı. İnsanlarımız artık geleceğinden umutsuz, yaşama sevincini yitirmiş, karamsar ve mutsuz…
İşte bu nedenle, Cumhuriyet’in temel (Atatürk) ilkeleri, insan hakları ve hukuka aykırı ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlar ısrarla korunuyor. 27 Mayıs’tan bu güne demokrasi, hak, adalet, eşitlik ve hukuk kavramları muâllakta.. Seçimden siyasete, siyasetten başıboş piyasa (!) ekonomisine kadar şaibe bulaşmadık yer kalmadı. Cumhuriyet’in vazgeçilmezi ve temel ilkesi olan halk’a hizmet, art arda yaşanan hezimetler (kaos, kriz, bunalım ve buhran), eza, cefa, haksızlık, yolsuzluk ve aralarında ‘başbakan, bakan, parlamenter, general, emniyet müdürü, rektörler ile şehir ve büyük şehir belediye başkanları’ da bulunan bit, pire, kene, sülük ve vampirlerce yapılan sömürü, suiistimal ve hortumlarla halk canından bezdirildi.
Kamu vicdanını derinden sarsıldı, rencide edildi, yaralandı.
Türkiye’de yaşamak adeta bir zulüm ve işkence halini aldı.
TBMM’nin Genel Kurul duvarında “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılı.
549 kişi her gün bu temel emir ve ilkeye bakarak el kaldırıyor. Hani ‘Milli İrade’??
Amma bu “EL’LER” ne hikmetse bir türlü, haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soyguna, saltanat ve sultaya “DUR” demiyor. Ortalıkta dosyalar uçuşuyor, kimse Hâkime, Savcıya gidemiyor. Cumhuriyet’in savcıları ‘hak-adalet adına” durumdan vazife çıkartmıyor.
NEDEN? Çünkü, ülkemizde DE’FACTO saltanat ve SULTA hakim de ondan!...
******
29 MART SENDROMU
Mustafa Nevruz SINACI
Toplumsal veya bireysel boyutta araz-hastalığı belirleyen, bir arada görülen ve tanıyı kolaylaştıran bulguların tümüne sendrom; birim belirti ise semptom olarak tanımlanır. Şu kadar ki, terminolojide kullanıldığı alan bireysel hastalık veya toplumsal bozulumu kapsar.
Meselâ şimdi bir mahalli seçime (?!) hazırlanıyoruz.
Parti sahipleri bazında semptom (demagoji, popülizm, fikri mutasyon, inatlaşma, zıtlaşma, ilmi yetersizlik); Bütünleşik yapıda (genel kombinasyonda ise) tam bir sendrom (bitmişlik, tükenmişlik, ilkesizlik, onursuzluk, projesizlik, çözümsüzlük) gözlenmektedir.
Bir yanda başarısızlık, yetersizlik ve yeteneksizlikten kaynaklanan hayıf ve hırçınlık; diğer tarafta “dedikodu, çamur atma, karalama, iddia, iftira” gibi boş lâflardan ibaret, hırs ve ihtiras furyası.. Lokal ve küresel bağlamda yoğunlaşan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal krize karşı kimsenin bir projesi, alternatifi yok!.. Partiler ve adaylar birbirlerini hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, vurgun ve soygunla itham edip suçlamakta, dosyalar havada, karanlık kapılar ardında pazarlıklar, tehdit, şantaj ve ahlâksız tekliflerde cabası..
Politik-ACI gündeminde hak-adalet, ilke-onur, üretim, sorumluluk ve halk yok.
Elli yıldır bir ‘kısır döngü’ sürüp gidiyor. Adaylar millet iradesiyle belirlenmedi. Seçimlerle yaklaşık 105.000 kişi belediye organlarına seçilecek. Aday sayısı 550 -600 bin. Tamamı sultalarca belirlenerek atandı. Doğrusu ‘partiye kayıtlı üye veya delegelerce’ hiçbir telkin, ahlâk ve hukuk dışı baskı altında kalmadan, oyun-düzen, pazarlık olmadan seçilmesi; buna da merkezlerin saygı göstermesiydi. Hak-hukuk, adalet ve demokrasi buydu. Açıkçası “demokrasinin vazgeçilmez unsuru (!) siyasi partiler yine sınıfta kaldı!..
İşte, bütün ülkeyi sarsan kirlilik ve krizin esas nedeni.. Yozlaşma ve çürüme sisteme nüfuz etmiş, statüko kirlenmiş durumda. “Tencere dibin kara, benimki senden kara”. Basında yer alan iddialar insanı dehşete düşürmeye yeter. Peki “Temiz Eller” operasyonu ne oldu?.
Sonuçta, bu seçimde milletin adayı yok!.. Halka biçilen vazife yine Noterlik!...
Bir de seçmen boyutu var. 2002'den bu yana kütüklerde tam bir komedi yaşanıyor. 2002'de seçmen sayısı 41 milyon 300 bin. İki yıl sonra, 2004'te 43 milyon 500 bine çıkıyor. İki yılda 2 milyon artış…2007'de, (22 Tem.) sayı 42 milyon 500 bine düşüyor. Bu defa 2 yılda 2 milyon artan seçmen sayısı, üç yılda bir milyon geriliyor. 2008'e gelindiğine sayı 48 milyon 300 bin. Bu kez bir yıl içinde seçmen sayısı altı milyon birden artıyor!...
Konu, kamu vicdanını tatmin edecek biçimde çözümlendi mi? Maalesef hayır.
Bu ağır ihmal, yolsuzluk ve sorumsuzluktur. Neticede seçmen, parti farkı gözetmeden; Şaibesiz, dürüst bir aday’a veya “bağımsıza” oy vermelidir. Aksine verilecek her oy, suça iştirak ve potansiyel suçluyu teşvik anlamına gelir. Ki, sorunun temeli yolsuzlukların, hızla tespiti, suçluların adalete teslimi, alacakların tahsili ve faillerin cezalandırılması aciliyet kesbetmektedir. Zira biriken yolsuzluk dosyaları ürkütücü boyutlardadır. Üstelik ortada bir ‘medya-mafya-politik-ACI” üçgeni, yandaş-yoldaş dayanışması ve yetkisizlik sorunu vardır.
Oysa uluslararası yolsuzlukla mücadele hukuku, BM-AB kararları, ilgili sözleşme ve anlaşmalar; (çoğu imzalanmış ve TBMM’de kabul edilmiş olsalar bile) uygulama yasalarının çıkmaması nedeniyle hükümsüz kalmaktadır. Ayrıca, onaylanan sözleşmeler gereği siyaset ve siyasi iktidardan bağımsız "Yolsuzlukla Mücadele Birimi" derhal kurulmak, mutlak etki ve tam yetki ile faaliyete geçirilmek; milletvekili dokunulmazlıkları “kürsü masuniyeti” ile sınırlı kalmak koşuluyla kaldırılmak zorundadır. 17.04.2003’te TBMM’de 4852 sayılı kanunla kabul edilen GRECO yolsuzluğa karşı özel hukuk sözleşmesinin, 18.05.2006 (TBMM) kabul tarih ve 5506 sayılı “BM yolsuzlukla mücadele sözleşme” hükümlerinin tam uygulanabilmesi için, gerekli yasa ve hukuk kurallarının ivedilikle hazırlanarak TBMM’den çıkarılıp, uygulanması derinleşen sorunu çözecek ve sendrom sona erecektir. Aksi takdirde sorun; İlk Millet-vekili seçiminde “bütün statüko ve sendrom partilerinin” sandığa gömülmesiyle çözülebilir.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.