Ayasofya’ya İmam Olmak
Ayasofya’ya İmam Olmak
Siyasi deha Abdülhamit Han hakkında yüzlerce kitap yazılmış, binlerce yorum yapılmıştır. Ama bunların hiç birisi Hüseyin Nihal Atsız Bey’in 'Ruh Adam' adlı romanında yer alan değerlendirmeler kadar gerçekçi değildir sanırım.
Sultan Abdülhamit Han dönemine istibdat (bir nevi zorbalık) dönemi; Sultan Abdülhamit Han’a da zorba hükümdar, kızıl sultan diyenler, onun iktidarı döneminde bir tek bile siyasi idam gerçekleşmediğini görmezden gelirler. Onu darbe ile indiren İttihat ve Terakki döneminde ise siyasi suikastlar furyası alıp başını gitmiştir. On yılda koca Devlet-i Ali’nin darmadağın olması da cabası...
'Gök Sultan' Abdülhamit Han tahtında otursa idi, Bab-ı Ali’deki karışıklıkları fırsat bilerek Batı Trablus’a asker çıkaran İtalyanlar buna cüret edebilecekler miydi acaba? Ya siyasi manevralarla bir araya gelmelerini engellediği Balkan devletlerinin, Bilge Hükümdarın tahtından indirilmesini fırsat bilmesine; daha dün kapımızda uşak olan bu devletçikler karşısında, koskoca Osmanlı Devleti’nin küçük düşmesine ne demeli? Bu küçük düşmenin başlıca sebepleri ise bildiğiniz gibi Türk ordusuna bulaşan (sirayet) fırkacılık (partizanlık), rüşvet, adam kayırma (iltimas, torpil) gibi hastalıklardı haliyle... Türk ordusu cephede düşmanla savaşacağına, bünyesindeki bu hastalıklı hücrelerle boğuşuyordu. İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf gibi fırkaların (party) ne den olduğu hastalıklı hücrelerle...
Balkan savaşlarının, Balkanlar’daki dengeleri alt-üst ettiği malumdur. Bozulan dengelerin neticesinde, fitili ateşlemek bir Sırplıya kalmış ve Avusturya ile sömürgesi Macaristan’dan meydana gelen imparatorluğun veliahdı Saraybosna’da öldürülmüştür. Bu cinayetin ardından da 1. Dünya Savaşı başlamıştır. Şu da bir tarihi gerçektir ki, Sırplar tarih boyunca Hıristiyan Batı’nın pis işlerini yapa gelmiş bir halktır. Bosna ’da yaşanan insanlık ayıbını bir düşünün hele...
Bildiğiniz gibi 1. Dünya Savaşı, imparatorlukların dağılması ile sonuçlanmış; milyonlarca insan ölmüş, sakat kalmış, dul kalmış, yetim kalmıştır. En önemlisi Türk milleti devletsiz kalmıştır. Daha doğrusu Türk devleti güçsüz (mecal) kalmıştır. Zira gerçek manada tarihin kaydettiği “Son Hükümdar” olan Abdülhamit Han’ın bir karış toprak vermeden otuz üç yıl yaşattığı devleti yerine geçenler üç yılda çökertmişlerdir. Batı Trablus, Balkan ve 1. Dünya Savaşları ile Osmanlı’nın tasfiyesi tamamlanmıştır.
1.Dünya Savaşı’nın sonuçları saymakla bitmez. Misal, emperyalizm ile gerdeğe girmiş olan zalim kapitalizm, dünyanın yarısının kanını emmiştir. Dünyanın diğer yarısı da budala komünizmin insafına terk edilmiştir. Daha doğrusu insafsızlığına... Bu arada, Osmanlı’nın bir on başı ve on piyade eri ile yönettiği Filistin’e ne demeli? Osmanlı’dan sonra, Ortadoğu’da kan ve gözyaşı dinmedi. Hoş nerede dindi ki? Kaf kaslar, Balkanlar, Ortadoğu... Belki de insanlığın beklediği kurtuluş, Türkün 'Nizam-ı Âlem' davasıdır. Olamaz mı?
Abdülhamit Han’a İslamcı derler. Doğrudur, Tanzanya’ya bile ferman gönderecek kadar İslam ülkeleri ile ilgilenmiştir. Ama aynı Abdülhamit Han’ın, Gaspıralı İsmail Bey’in, Kırım’ın incisi Bahçesaray’da çıkardığı Tercüman gazetesinin sayılarını -parasını cebinden ödeyerek- aldırdığı ve el altından başta Anadolu olmak üzere, ülkenin birçok köşesine dağıttırdığı da unutulmamalıdır.
Bazı safsalaklar çıkıp “Meclis’i kapattı ama!” diyebilirler. Kapatılan mecliste, Türklerin üçte bir oranında kaldığını; Türk devletinin milli meclis çatısı altında, azınlık milletvekillerinin çıkıp Büyük Ermenistan’dan, Yunanistan’ın çıkarlarından bahsettiğini de görmezden gelebilirler. Ama bütün bunlar arşivlerde çürüyen meclis tutanaklarında (zabıt) bir bir yazmaktadır. 1931 yılında Bulgaristan’a hurda kâğıt niyetine satılan tonlarca arşiv belgesinde neler yazıyordu kim bilir?
Bugün acaba Beşiktaş’a gönül vermiş yüz binlerce gencimiz, kulüplerinin Abdülhamit Han’ın maddi-manevi yardımları ile kurulduğunu biliyor mu? Üstelik kulüpte ki gençlerin idmanlara (antrenman) rahat gidip-gelebilmeleri için, sarayın arabalarını tahsis ettirmiştir. Halk arasında, Beşiktaşlı oyunculara (sportmen) 'arabacılar' denmesi bu yüzdendir cancağızlar. Ve Abdülhamit Han’a 'Baba Hükümdar' denmesi de...
Abdülhamit Han, 'gen' sorunu olanların iddia ettiği gibi gerici değil; aksine ilerici, bilge bir hükümdardı. Onun hükümdarlığı döneminde, başta Anadolu olmak üzere ülkenin her köşesinde yeni yeni okullar açılmıştı. Ya İstanbul’dan, Mekke’ye kadar ülkenin bir uçtan diğer uca demiryolu ile bağlanmasına ne demeli? Sizler ne dersiniz bilmem ama ben 'mekânı cennet olsun' diyorum.
Hüseyin Nihal Atsız Bey de büyük adamdı cancağızlar. Yüreğinde Türklük sevgisi, Turan’a giden yolda çok eziyetler, acılar çekmişti. Turan ülküsü (ideal) uğruna hayatını, rahatını, ailesini, özgürlüğünü feda etmişti. Irkçılıkla (faşizm), ruh hastası olmakla suçlanmıştı. Hatta dinsiz diyenler bile çıkmıştı. Gelin şimdi Yüce Allah’ın, elçilerine (peygamber) bile vermediği inanç (iman) ölçme yeteneğine sahip olduğunu düşünen bu akılsızlara “Dam başında saksağan...” diyerek, sözü “Dünyaya bir daha gelse idiniz, ne olmak isterdiniz?” sorusuna Hüseyin Nihal Atsız Bey’in muhteşem cevabı ile bitirelim.
_ “Ayasofya’ya imam olmak isterdim.”
Aziz D. Atabey
azizdolu.blogcu.com
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.