Dinle Neyden, Nelerden Bahsetmede


Ceylanı bilirsiniz. Türk insanını en çok cezbeden canlılardan biri olması bir yana, Türk kızlarını anlatmak için kullanılan en latif (güzel) deyişlerin de başında gelir. ‘Ceylan sekişli’, ‘ceylan bakışlı’, ‘ürkek ceylan’, ‘kınalı ceylan’, ‘yavru ceylan’ … diye giden misaller malûmunuzdur. Kısacası ceylan, bizim kültürümüzde ulaşılmak istenen bir hedef; elde edilmesi gereken bir kıymet; dahası saflığın, temizliğin, güzelliğin... simgelerinden biridir. Umarım hep de öyle kalır.
Kalemle halvetimize ceylanla başlamaktan muradımız, Türkiye için bir tehlike olduğunu düşündüğümüz Avrupa Birliği düşüncesine atıf yapmaktır hâliyle.

Önce sizlere bir soru yönelteyim: Ceylan nasıl avlanır?

“Hadi Avrupa Birliğini anladık; ceylan avcılığı da nereden çıktı?” diyorsanız, arz edeyim. Şöyle ki, ceylan ney çalarak avlanırmış cancağızlar. Avcılar, ceylanın devamlı su içtiği kaynağın yakınında pusuya yatarlarmış. Uzaktan ceylan görününce, içlerinden biri başlarmış neyi üflemeye. Ney sesini duyan hayvan boynunu büker; şu başına gelip, çökermiş. Sonrası malum… Avcılara kolayca av oluverirmiş garibim. Gelelim Avrupa Birliği meselesine… Avrupalı dostlarımız da, yıllardan beri hoşumuza giden havayı çalmaktadır. Umdukları, boynumuzu büküp; uçurumun kenarına çömelmemizdir. Yani sırtımızdan vurulup, uçurumun dibini boylamamız an meselesi… Osmanlı’nın, Tanzimat ve sonrasında yaptığı hatayı tekrarlamamızı bekliyorlar. Şimdi, çokbilmiş liberaller; enteller, danteller… bu görüşüme tuzak kuramı (komplo teorisi) deyip, dudak bükebilirler. Oysa dünya, o eski bildik dünya değildir artık. Günümüzde gizli niyetler bile artık gizli kalmamaktadır. Vücut dilinin çözüldüğü bir zamanda, bizimkilerin buzlanan dimağlarının çözülemeyişine ise, esef etmekten (üzülmek, kahırlanmak) başka yapabileceğimiz birşey de yoktur. Haliyle biz de lafta değil; özde demokrat olduğumuzdan, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Bey’in nezaketiyle “Görüşünüze saygı duyuyorum, ama katılmıyorum.” deyip geçiyoruz.

Başkenti İstanbul olan Bizans’ı kendilerinden kabul eden Avrupalılar, başkenti İstanbul olan Osmanlı söz konusu olunca hiçbir zaman buna yanaşmamışlardır. Dahası bir Paris Anlaşması, Osmanlı tarihi ile ilgili olarak irdelenmesi gereken en önemli tarihi vakalardan (olay) biridir. Neden derseniz, bu anlaşma ile Devlet-i Âli Osmanî adıyla nam salmış olan Osmanlı Türk Devleti, Batılılar tarafından bir ‘Avrupa devleti’ olarak kabul edilmiştir. Niyetimizi sezinleyerek “Onlar Osmanlı; biz Cumhuriyet’iz!” gibi teraneleri satmaya başlayacak olanların sıkıntılarını giderelim. O, Osmanlı’nın dış borcunu ödeyen; Kore’ye asker gönderen; Kupa Galipleri Kupasını alan… bu millet zaten Avrupalı değil midir? Haliyle bugün Fransa’da ikamet eden ‘göçmen’ Nicholas Sarkozy -kendisinin de bir Yahudi olduğunu unutmuş olacak ki- Müslüman Türkiye’nin, Hıristiyan Avrupa’da işinin olamayacağını söyleyince, istihza ile karışık bir tebessüm (gülümseme) yüzümüzde donup kalmaktadır. Üstüne üstlük -nezaketen olsa gerek- devlet büyüklerimizin çıkıp, “İyi de efendi, ‘ağlama duvarı’ orada durup dururken; sen niye Eiffel (Eyfel) Kulesinin demir direkleriyle kafa tokuşturuyorsun?” diye bir soru yöneltmeyişi de bu tüy sıkletin daha bir havalara girmesine neden olmaktadır. Dahası, eşinin anadan üryan pozlarını bile -‘sanat kaygısı’ ağır basıyor olsa gerek- hazmeden bu muhterem, söz konusu Türkiye olunca kabız olmuşçasına ıkınıp sıkınmakta; bir türlü ağzındaki baklayı, yüreğindeki asıl niyeti ortaya dökememektedir.

Avrupa Birliği içinde liderliğe soyunan iki ülkeden biri olan Almanya’ya baktığımızda da durum iç açıcı görünmemektedir. Birçok konuşmasında, birliğin temelini Hıristiyanlık kültürünün oluşturduğunu söyleyen Merkel’in de Türkiye’ye karşı olduğu bilinmektedir. Zamanın Doğu Almanya’sından olması hasebiyle ‘kara bıyıklı Türkler’ ile özel (!) bir meselesi olamayacağına göre, Alamanya Şansölyesinin çektiği sancının sebebini tahmin etmek de haliyle güçleşmektedir. Avrupa değerleri ile taban tabana zıt bir ideolojinin ikliminde yetişmiş, ‘Enternasyonal’ dinleye söyleye büyümüş bu hanımefendinin derdini de varın siz tahmin edin canlar.
Neredeyse bütün tarihi boyunca Avrupa’ya kafa tutmuş üstelik de Müslüman bir millet söz konusu olunca, Batılıların bilinçaltına işlemiş olan tarihi kaygılarının depreşmeyeceğini düşünmek aslında safdillik olacaktır. Üstelik Amerika’nın kucağında oturmaktan sıkılan ve kendi başlarına birşeyler yapmaya çabalayan Avrupalıların, Amerika ile sıkı fıkı olan Türkiye’yi casus gibi algılamadıkları ne malum? Öyle ya, kendisine karşı kurulan bir birlikte Türkiye’nin de olmasını çok isteyen hatta açıkça kulis faaliyetleri bile yapan Amerika’nın bu girişimlerini hayra alamet olarak yorumlayabilir misiniz? Akıl sağlığınız yerinde ise tabi… Hadi diyelim ki Türkiye ile Amerika gizli bir anlaşmaya imza attı. Çuval olayı da bir nevi kamuflaj (gizleme, perdeleme) olarak kurgulandı. Ya askerî ve ticarî engellemelere (ambargo), Muavenet’e, Çekiç Güç rezaletine (skandal) ne diyeceksiniz? Dememiz odur ki cancağızlar, insanın alacası içindedir. Hele de söz konusu olan Batılılar ise… Biz diyoruz ki, Avrupa Birliği masalını senaryolaştırsanız bile bu maya, bu aşı, bu plan tutmayacaktır. Üstelik de tutmayacağının işaretleri bir bir ortaya çıkmaktadır. Ee tabi görebilene…

Bizim gönlümüzde yatan aslan kimilerinin ‘öncü’, kimilerinin ‘lider’, olarak adlandırdığı ‘Büyük Türkiye’dir dostlar. “Dinle ney’den” diye başlayan Mevlana Celaleddin Hazretlerinin de işaret buyurduğu gibi “Türk, sağ oldukça mutlaka kendine bir otağ bulur.” Tabi, insanlık hali… Şüphesi neyim olanlar olabilir. Böyle düşünen muhteremlere tavsiyemiz, Türk tarihini hiç olmazsa bir kez okumaları olacaktır. Umulur ki, böylece kuruntularından (kompleks) da kurtulmuş olsunlar. Daha ne diyelim ki… Son olarak, okurken de lütfen Yaradan Rabbin adıyla okusunlar ki; okudukları satırlar, dimağlarında bir iz bırakabilsin. Hakkı, hukuku, adaleti… tesis etmek kolaylaşsın. İnsanımız ‘kömür’lükten, ‘elmas’lığa terfi etsin. İnanın bütün dünya bu mucizeyi bekliyor. Biz de en azından bir rüyasını görsek; bir hayalini kursak herhalde kıyamet kopmayacaktır. Değil mi dostlar? Koparsa da, herkesin elindeki fidanları dikmesini ümit etmekten başka bir dileğimiz, bir temennimiz yoktur. Sadece dilimizin altındaki baklayı çıkarıyoruz.

Ve diyoruz ki, Türkiye’nin nihaî hedefi Türk-İslâm Birliği olmalıdır. Çünkü bizler Türk ve Müslüman’ız. Yoksa yanılıyor muyum? Allah-û âlem…


Serik–06.04.2009
Aziz Dolu

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.