(anadoluhaber) Re: {liberal-izmirliler.63280} Üç Kıtanın Mücahidi Süleyman Askerî...

Üç Kıtanın Mücahidi Süleyman Askerî -II-


http://img4.imageshack.us/img4/8742/cats1o.jpg


İbrahim Şarklı 

“Üç yüz bin Müslüman, vaftiz edilip adları değiştirilerek Hıristiyan edilmişti. Bulgarlar bu alçakça hareketlerinde o kadar ileri gitmişlerdi ki, zorla Hıristiyan ettikleri bu Türklerin köylerinin meydanlarına bulup buluşturup çanlar bile koydurmuşlardı . O havalide artık ne Süleyman, ne Ahmet, ne Mehmet kalmış, bu sütbesüt Müslümanlar, Yuvan, İstepan filan diye anılır olmuşlardı. Oraları işgal eden komite bu halleri görüp, orduya duyurunca Fahri Paşa kolordusu erkan-ı harpleri Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beyler bu mağdur arkadaşların kurtarılması için yapılan sevk ve idarenin başına Trabzon fırkası erkan-ı harp reisi SÜLEYMAN ASKERİ BEY’İ getirdiler. O da ordudan ayrılan gönüllüleri peşine takarak bir hamlede Garbi Trakya’ya akın etti. Ben de Süleyman Askeri Bey emrinde bir mülazım olarak bu harekata iştirak ettim . “

Fuat Balkan, “Hatıralar”ında böyle anlatıyor Balkanları...

Osmanlı aynı müşahadelere sahip olarak bu minvalde bir “nota” verir. 19 Temmuz 1913’te verilen notada İstanbul ve Boğazların güvenliği, Meriç’e kadar olan bölgenin ellerinde olması gerektiği, ayrıca Bulgarların esaretleri altındaki Türklere yapılan eziyetler öne sürülerek askerî harekâta geçileceği bildirilir. 

Yalnız bu öyle ürkek bir notadır ki, aslında bir bozgunun moral çöküntüsünü üzerinden atmak isteyen Babıâli’nin hâli pür melâlini vermektedir. “Meriç’in öte kıyısına geçmeyeceğiz” mealinde notada geçen bu cümle, şartların vahametini olanca çıplaklığıyla ele vermektedir. 

Batılıların kaybedilen toprakları kurtarmak için verilen mücadeleyi tabir edişiyle irredentizm, sözkonusu notadaki ruhiyattan da anlaşılacağı gibi Babıâli tarafından lafı bile edilmemektedir. Balkanlarda manzara aşağı yukarı şudur:

İlk haber: Kırcaali düştü!

Bir hafta sonra Ferecik işgal altında!.. İki gün sonra Karaağaç, Karaağaç’ın işgalinden tam bir hafta sonra Drama ve Kavala... Ertesi gün Serez... İki hafta sonra Dedeağaç, Dedeağaç’ın düşmesinden bir gün sonra İskeçe, İskeçe’nin işgal haberi sıcaklığını korurken Gümülcine düşer!.. Ve Londra antlaşması yapılır. Anlaşma dedikleri de şu: Edirne ve Kırklareli Bulgaristan’a bırakılıyor! 

Ulu Hakan Abdulhamit Han’ın, Yunan’ın megalo ideası olan “büyük Yunanistan” hayaline son verişi hafızalarda tazeliğini korurken bu ne hezimettir. Ve nasıl unutulur?

Yağma, talan, tecavüz ve işgale devam!.. Balkanlardan sökün eden bir göç dalgası...

Rusya’nın da tarihî emelleri gereği kiliselerin öncülüğünde Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan Osmanlı’yla haçlı hesaplaşmasındadır.

Saldırılar, çete çapında ve vur-kaç taktikleriyle peydah etmiş olmakla birlikte Batı emperyalizminin baskısı, Babıâlinin basiretsizliği ve gücünü dağıtmak zorunda kalmış bir ordunun yetersiz müdahaleleri yüzünden son derece tesirli sonuçlar vermekteydi. 

Bu durum her ne kadar İngiliz emperyalizminin işini kolaylaştırsa da, Edirne’den sonra İstanbul’a kadar hiçbir engel mevcut olmadığı için iş, başşehrin savunmasız, adeta kuzu gibi bu sırtlan çetelerin yağmasına, bu ise İngiliz’in işini zorlaştıracağından emperyalizmin denge politikaları gereği sürüncemede kalmıştı. 

Tam bu noktada Enver Paşa’nın girişimiyle Ulu Hakan döneminden kalma bir hamle cesaretine şahit oluyoruz ve bir oldu bitti halinde Edirne geri alınıyor. Teşkilat-ı Mahsusa’nın çekirdek kadrosunu oluşturan Fedai Zabitan, yani feda subaylarıysa Trablusgarp’ta gösterdikleri destanî mücadeleye devamla Balkanlardaki hamleci ruhu devam ettirmektedir. 

Enver Paşa ve Eşref Kuşçubaşı arasında yapılan gizli görüşme neticesinde, Eşref Kuşçubaşı’nın Umum Çeteler Kumandanlığı adı altında kurulan gayri resmi bir birlik ile B.Trakya’ya geçmesine karar verilir. Babıâli’in güya uyarı babında verdiği notada, Meriç’in sınır kabul edilişine itiraz halinde ve gerçek bir mukavemet ruhuyla, başlarında Askerî olmak üzere kadro şu isimlerden oluşmuştur: Fuat Balkan Bey, Beylerbeyli Hayrı (Piyade Yüzbaşı), Filibeli Halim Cahid, Yüzbaşı Lütfü, Şehreminli Sadık, Harputlu Avni (Süvari Yüzbaşı), Eğinli Hasan Rıza (Doktor), Nihat Sezai (Topçu Mirlivası), Küçük Arslan Bey (sıhhiye)... 

Süleyman Askeri, bu esnada 27 yaşındadır ve Manastır’da görevli olduğu sırada evlendiği Filibe eşrafından Fadime Hanım’dan üç yaşlarında bir kız evladı işgal tehdidi altındaki Selanik’tedir. 

Batı Trakya’ya giren fedailer, Ortaköy’de Bulgar Domuzciyef çetesi tarafından şehid edilmiş yüzlerce müslümanın henüz orta yerde olan naaşlarıyla karşılaşır.

Askerî ve kadrosu, katledilen Müslümanların ruhuna fatiha okuduktan sonra ilk işleri intikam yemini etmek olur ve bu katliamın hesabı iki gün içinde sorulur. Bulgar çetesi takip altında... Ortaköy ve Koşukavak kurtarılır. Bir kurtuluş müjdesi de iki gün sonra Mestanlı’dan gelecektir.. Mestanlı’nın kurtarılışının ertesi günü Kırcaali Bulgar işgalinden kurtarılır. 

O gün Enver Paşa bir telgraf çeker ve daha ileri gitmesinin sakıncalı olacağını belirtir. Belirtir belirtmesine fakat, Askerî’nin niyeti köklü çözümdür; ısrar eder ve kabul ettirir. Ahali toplanır ve Allah Allah nidalarıyla en büyük Bulgar çetelerinden Dimitrief çetesinin üzerine akın edilir... İmha ve zafer... 

Askerî’nin eşinin ve kızının da bulunduğu Selânik, gelişmeleri duyunca dualar edecek; fedai kuvvetler iki gün içinde Bulgar zulmü altındaki iki merkezi, Gümülcine ve İskeçe’yi kurtarınca tam coşacaktır. 

Geçici Hükümet

Batı Trakya’yı yeni bir zulüme terk etmek istemeyen büyük teşkilâtçı Askerî, Babıâli’nin çağrılarına kulak asmaz ve bölgede Balkan Türklerini emniyet altına almak maksadıyla fiilî durum oluşturur. 31 Ağustos 1913’te Babıâli ile tüm ilişkilerin koparıldığı ve “Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi’nin, yani Batı Trakya Geçici Hükümeti’nin kurulduğu ilân edilir. Bakın Süleyman Askeri, Batı Trakya Hükümetinin kuruluş gerekçelerini nasıl anlatıyor; 

“Bulgarların, Türklerimize karşı göstermekte oldukları şeniani mezalim dolayısiyle sabırlarımız tükenerek bıçakta ve kucakta bulunan masum halkı kurtarmak azmiyle Garbi Trakya’yı işgale mecbur kaldık. Fakat ahval’i hazıra-i siyasiyyemiz icabı hükümet-i Osmaniye bizim bu harekatımızı muvafık bulmayarak bizi men’e kalkıştı. Naçar harekete geçtik ve Gümülcine livası Türklerini tahlise geldik. Maalesef bu kerre de hükümetimizce avdetimiz katiyetle emir olunmaktadır. Başta Rus olmak üzere bazı taraftarı hükümetler bizim bu hareketimizi mütareke ahkamına uygun bulmamaktadırlar. Halbuki burada bıçak altında can vermiş ve vermekte olan Türklerimizin hayat ve ismetleri hiçbir taraftan taht-ı emniyet ve kefalete bağlanmış değildir. Buna fikir yoran da bulunmamaktadır. Bu sebepten ve bundan böyle biz emirlerimizi vicdan ve ilhamlarımızı akıl ve mantık ve besalet-i şahsiyyelerimizden almak ve ona göre harekete geçmek mecburiyetinde kalmış olduk. İşte bu günden itibaren muvakkat olarak teşkil eylediğimiz hükümet-i muvakkatemizi Garbi Trakya hükümet-i müstakilesi namına tahvil ile ilanı istiklal eylediğimizi bilcümle hükümetlere ve alem-i insaniyete i’lan eylemekle fahr-u şeref duyduğumuz ilan olunur. Tevfik ulu Allah’ımızdandır.”

Garbi Trakya Müstakil Hükümeti

Milli Kuvvetler ve Umum Çeteler Umum Erkan-ı Kumandanı Umum Müfettiş Harbiye Reisi Süleyman Askerî 

Bu itibarla, Süleyman Askerî, hükümet reisi Müderris Salih Hoca’nın da talebiyle bir millî marş bile kaleme alır. Marşın son dörtlüğü şöyle: 

Ey şirin Batı Trakya!.. İşte nihayet esaretten kurtuldun, 

Ey düşmanlar!.. Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun. 

Cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak, 

Şu bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak! 

Süleyman Askeri... P.Kurmay Bnb. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Genelkurmay Başkanı...Dedeağaç, 3 Eylül 1913... 

Süleyman Askerî hükümetin kuruluşunu, “Bab-ı Ali’ye, Başkumandanlığa ve Onuncu Kolordu kumandan-ı sabıkımız Hurşid Paşa hazretleriyle erkanı harb kaymakamı Enver Beyefendiye” diye gönderdiği suretlerle bildirir. 

Amma ve lakin, Babıâli ve Bulgar yönetimi ile süren görüşmeler sonucu İstanbul Antlaşması yapılır ve Batı Trakya Bulgaristan’a bırakılır. Hükümetin ömrü iki ayı bile doldurmadan feshedilir.

BARAN Dergisi Sayı:  52



19 Haziran 2009 15:43 tarihinde Necati Çavdar <necaticavdar@gmail.com> yazdı:

Kaddafi'den haç-Ömer Muhtar benzetmesi

30 yıl boyunca ülkesini işgal eden İtalya'ya tarihi bir ziyaret gerçekleştiren Libya lideri, İtalya'ya gelişi sırasında göğsünde yer alan Ömer Muhtar fotoğrafına açıklık getirdi.

ntvmsnbc ve Ajanslar
Güncelleme: 02:25 TSİ 11 Haziran. 2009 Perşembe

ROMA - İtalya'ya tarihi bir ziyaret gerçekleştiren Libya lideri Muammer Kaddafi, Roma'ya, İtalyan işgaline karşı direnişin efsanevi ismi Ömer Muhtar'ın fotoğrafının yer aldığı üniformasıyla indi.

Ziyaretin ilk gününün sonunda İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile birlikte basının karşısına çıkan Kaddafi, üniformasına iliştirdiği fotoğrafa açıklık getirdi.

Ömer El Muhtar'ın İtalyan sömürgeciliğine karşı direndiği için idam edilmiş olduğunu anımsatan Kaddafi, "Bu fotoğraf, bir trajediyi simgelemektedir. Ömer El Muhtar'ın idamı Libya halkı için büyük bir trajediydi. Hristiyanlar için İsa'nın öldürülmesi gibi bir şeydi. Sizin bazılarınızın boynunda taşıdığı haç ne ise bu fotoğraf da Libyalılar olarak bizler için aynı şeydir" dedi.

Kaddafi, "Fotoğraf Ömer El Muhtar'ın idam öncesindeki anını gösteriyor. Faşist subayların gülmekte oldukları görülüyor. Ömer El Muhtar, Bingazi'nin güneyinde göstermelik bir mahkemede yargılanarak, sıradan bir asi gibi idama mahkum edilmişti. O dönemdeki İtalyan sömürgeciler, kimi İtalyanları da idam etmekten çekinmemişti" diye konuştu.

 
............................
 
18 06 2009 tarihinde Durali Durmaz <duralidurmaz@gmail.com> yazmış:

Üç Kıtanın Mücahidi Süleyman Askerî

İbrahim Şarklı

“Süleyman Askerî, yarası sebebiyle çektiği büyük acıya rağmen, özel olarak hazırlanmış bir sedye ile birliğe eşlik ediyordu. Doğrusu, bu olağanüstü Türk kumandanın gayreti karşısında hayretler içerisinde idik. O, 160 km’lik bir mesafeyi, kanlar içerisinde sedye üzerinde, yer yer düşmana çok yakın mesafeden yol alarak bu şekilde kat etti. Daha sonra da, yine sedye üzerinde üç gün boyunca bir an olsun yorulmadan mücadeleyi yönetti. Aldığımız haberlere göre Süleyman Askerî, bulunduğu yerden olağanüstü bir gayretle muharebe alanını ve Şatt-ül Arap’a yönelen akınları kontrol ediyordu. Düşman Basra civarında sol kanatta mevzilenmiş halde idi. Türkler; bir askeri harekat içinde düşünülebilecek en üst düzeyde bir cesaret ile donanmışlardı ve Süleyman Askerî Bey’in sedye üzerinde ettiği seyahat boyunca açlık ve susuzluğa rağmen, içlerinde en ufak bir şikayeti olan yoktu. Çöl yolu üzerinde gerçekleştirebilecek ikmal için yeterli düzeyde yük hayvanına sahip de değillerdi. İhtiyaç duyulan her şey; cephane, malzeme ve gıda stoku, askerler yada yük hayvanları için gereken su...Tüm bunların taşınması gerekiyordu. Ve hücum eğer üç gün içerisinde başarıya ulaşmaz da Basra Türkler tarafından en azından harici olarak kuşatılmazsa, bu durum büyük bir mağlubiyetin ardından gelecek trajedinin başlangıcı olacaktı. Ancak Süleyman Askerî, büyük bir harekata cesaret etmişti ve bu Türk subay adeta herkese meydan okuyordu.” (Alman pilot teğmen Hans Lührs)

“Bazen tek bir adam koca bir orduya ruh olmak itibariyle başlı başına bir ordu olabilir. Bu nadir fakat vakidir. İşte Süleyman Askerî Bey o nadir olan vakalardan birini gerçekleştirdi. İngilizleri Korina kasabası önünde aylarca tutan kuvvet, Süleyman Askerî Bey’in şahsı pervasızlığı ve yine kendisinin seçmiş olduğu bir avuç kahramandı. Süleyman Askerî, Korina önünde ve gayet vahim surette iki bacağından yaralandı. Fakat kahraman komutanlara yakışacak bir metanetle ta Basra’ya kadar gitti ve şehrin 15 kilometre yakınındaki Şuayyibe mevkii müstahkemine taarruz etti. Süleyman Askerî beyce maksat hasıl olmuş, durdurulamayacağı ve yenilemeyeceği zan olunan düşmanın tevkifi, tehdit ve hatta mağlup olabileceği imkanı fiilen gösterilmiş idi. Süleyman Askerî vatanı için vatanından başka her şeyini isteyerek ve gülerek feda etmiş bir Osmanlı idi” (Süleyman Nazif)

“Osmanlı Türkleri içinde devletlerinin hayat ve varlığının kritik bir safhaya girdiğini hissedenler yok değildi. Ben çölde görev yaptığım sırada ve hiç ümit edilmeyen yer ve şartlarda bunlara rastladım. Onlar, devletlerinin mevcudiyetini devam ettirebilmek için fevkalade fedakarlıklara ihtiyaç olduğunu hissetmenin bilinciyle her şeyi yapmışlardır. İmparatorluğu oluşturan unsurlar ise her ne pahasına olursa olsun ayrılık davasındaydılar... İntihar ettiği haberi bize geldiği zaman Mekke’de Şerif Hüseyin’in sarayındaydım. Hüseyin Paşa, bana “Bunlar böyle ölmesini de bilirler” dedi.” (İngiliz Ajan Lawrence)

***

Şehid Süleyman Askeri’nin dipdiri, şiir gibi mücadelesini, tesiri altına aldığı üç kişiden naklettik. 1919 şartlarının devam ettiği şu gün, en ince teferruatına kadar ihtiyaç duyduğumuz bu tarihî kahramanlarımız, kurtuluş savaşımızda, mücadelemize ışık tutan yıldızlardır. Balkan Türklerinden bu büyük kahramanın dünyadaki hayatı 31 sene diye kayıtlara geçse de, “Ben ölmedim aranızda yaşıyorum!” diye meydan okur.

Şimdi en başa dönüp, atalarımızın İslâm sancağını diktiği üç kıtada, Süleyman Askerî’yi takip edelim… Evet; Süleyman Askerî yüreğiyle aynı anda üç kıtada, atıyla peşpeşe koşturmaktadır. Önce Trablusgarp’ta, sonra Türkiye Avrupa’sında, en son Irak topraklarındadır. Bu yüzden Askeri’nin mücadelesini iki kısım olarak vermeyi düşündük. 

Vehbi Paşa’nın oğlu Süleyman Askerî, Balkanlar işgal altındayken, bozgunlar unutulmamışken, Türk’ün cihad şuuru kaybolmamışken, Kırım’da, 1884’de, şimdi Kosova sınırları içindeki Prizren’de doğdu. 

Sadece 30 sene evvel Osmanlı Kırım’da mağlup olmuştur. Balta Limanı Anlaşması’nın getirdiği şartlar sonrasında tarihimizde ilk kez dış borç yükü altına girmiştik. İngilizlerden % 6 gibi yüksek bir faizle alınan 3 milyon 300 Osmanlı altını da fayda etmez.1876’da tüm ödemeler durdurulur, ardından durum iyice kötüleşir ve önce 1879 senesinde İngilizlerden alınmış olan borcun faizine karşılık olarak damga /içki / balık avı / tuz ve tütün gelirlerine el konulan Osmanlı, 1881 senesine gelindiğinde devlet hazinesini tümüyle Alman, Avusturyalı, Fransız ve İtalyan alacaklılar ve Galata bankerlerinden oluşan Düyun-u Umumiye Osmanlı İdaresi meclisine bırakır. 

Askerî vatanını bu şartlar içinde bulur. Manastır’da bulunduğu üç sene boyunca Meşrutiyet faaliyetlerinde yer alır. 

II. Meşrutiyet ilan edildiğinde henüz 24 yaşındadır. Bu arada, Filibe eşrafından Fadime Hanım ile evlenir. Askerî bey 1902’de Harp Okulu’nu bitirip Akademi’den Mümtaz Yüzbaşı olarak mezun olur. 1909 senesinde, Bağdat jandarma birliklerinin tahkimi vazifesiyle (24 yaşında) kolağası (yüzbaşı) olarak Bağdat’a gidene kadar Manastır’da kalır.

Arap coğrafyasında İngilizler işbirlikçilerini bulmuş; ajan Lawrence, bazı Arap aşiretlerini yanına almış, Bağdat demiryolu hattını sürekli sabote etmektedir. Dikkat edilirse şimdiye kadar sayfalarımıza taşıdığımız bütün kahramanların hayatına bu demiryolu girmiştir.

Bağdat demiryolu, İslâm milletlerinin birliğini sembolize eden demir bir kazık gibi, hâlâ Batı emperyalizmine ve işbirlikçilerine meydan okur. 

Bu da Ulu Hakan’ın dehasından doğmuş bir projedir. 

Zenci Musa, Uceymi Paşa, Karayılan, Fahrettin paşa gibi kahramanlar hep aynı hat üstünde, millî davamızda birlik içinde, doğumuzu koruyup kollamanın cansiperane mücadelesini vermiştir. 

İşbirlikçi aşiret isyanları bir noktada bastırılırken diğer tarafta patlak veriyordu.

Fedai Zabitan

Fedai Zabitan, “fedai subaylar” demek… Fedailik… Askerî ve arkadaşları hep bu ruhiyat içinde mücadele vermiş, Babıali ve Ankara’nın onca baskılarına rağmen asla reel politik’in ruhlarına tesir etmesine izin vermemiştir.

Fedai Zabitan’ın ilk koştuğu yer Trablusgarp- Bingazi oldu. Üç kıtanın biri Afrika! 1913’te Enver Paşa’nın denetiminde ve Süleyman Askeri’nin başkanlığında kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın Fedai Zabıtan ismi ile cephe iradesini ilk gösterdiği yerlerden Trablusgarp mücadelesinin mümtaz bir yeri vardır. Bu fedailerin çekirdek kadrosu o topraklarda pişmiştir!.. 

“Bize uzak olmasa hadlerini bildirmek, her zaman mümkün olur. Fakat uzaklık ve deniz üstünlüğü, müessir müdahale yapmamıza imkan vermez. Bu yüzden Trablusgarp’ı er veya geç kaybedeceğiz…” diyen Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın teşkilât dehasının çocuklarıdır onlar!.. 

Çölün ateş parçası kumlarını düşman çizmelerine ezdirmemek için yüreği ateş sarmış fedailer… Onları resmî tez palavraları unutturamayacak bize! Devrimin yeni nesli görecek, bilecek, anlayacak, yaşatacak!

Fahrettin Paşa Arabistan çöllerinde aslanlarını çekirgeyle besleyip İngilizlerin ve işbirlikçilerinin üstüne salarken, Askerî Bey’e aynı zamanda Osmanlı birliklerine en büyük desteği veren kişi Şeyh Ahmed Eş-Şerif Es Sunusî olur. İtalyanların, Eylül 1911’de Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki topraklarını işgal etmesi karşısında Teşkilât-ı Mahsusa, vatansever bir hamledir.

İtalya 27 Eylül 1911’de, Ulu Hakan Abdülhamid Han Selanik’te iken, bir ültimatom verir. Ültimatom, bir gün sonra Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa kabinesi tarafından reddedilir. Ancak, İtalya bildiğini okumaktan geri durmaz ve işgal bilfiil başlar. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa kabinesi bu durum karşısında istifasını verir ve yerine geçen yeni Sait Paşa kabinesi işgalin uluslararası platformda çözüleceğini umarak, atıl kalır. İşgale karşı bir protesto mesajıyla yetinir ancak bu arada İtalyanlar Derne’yi bombalamaya başlamış, Trablusgarp’ı abluka altına almışlardır bile… 

Trablusgarp kumandanlarından Ferhad Bey şöyle der: “Artık bizim mukavemet hareketimiz, herhangi bir Osmanlı kabinesi adına değil, milli gurur ve haysiyetimiz adına, Afrika’daki son Osmanlı toprağının müdafaası adına yapılıyordu…” 

Süleyman Askerî’nin vazifesi, Binbaşı Aziz Ali Bey’in kurmay başkanlığı ve Enver Paşa’nın Derne’deki karargâhı ile Bingazi’deki direniş arasındaki irtibatı idare etmektir. Bingazi’de ve Trablusgarp’ta bulunan 50.000 kişilik İtalyan kuvveti karşısında örgütlediği bedevilerle, hem işgalciye hem de hain, Türk düşmanı Arap bedevilere karşı gerilla savaşında unutulmaz başarılar gösterir. Bu saldırılarla İtalyan orduları uzun süre sahil şeridine sıkışıp kalır. Ancak, bu sırada Osmanlı’da önemli gelişmeler vuku bulmaktadır. Direnişi destekleyen kabinenin yerine Harbiye Nezareti’ne Mahmut Şevket Paşa’nın geçmesiyle Fedai Zabıtan grubuna yapılan maddi destek iyice zayıflar ve başlayan Balkan ayaklanmaları yüzünden Osmanlı, İtalyanlar ile masaya oturarak Uşi Barış Antlaşmasını imzalar. Anlaşma birliklerin geri gelmesini öngörür. Trablusgarp elden çıkmaya başlamıştır.

Daha sonraları Libyalı Müslümanlarla omuz omuza, topraklarımızın İtalyan çizmesiyle ezilmesini engelleyen başka bir Osmanlı olan Ömer Muhtar, İttihatçı subayların anlaşmadan sonra da küçük birlikler ile devam ettirdiği direniş meşalesiyle çölden inkişaf ederek izzetine sahip çıkacak bir millete liderlik etmiştir. 

Gelecek bölümümüzde Askerî’yle birlikte Balkanlarda ve Irak’tayız…

BARAN Dergisi Sayı:  51




--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.