Movladi Udugov: ''Bu savaş, bir hayat nizamı içindir''
Kafkasya Emirliği İstihbarat-Analitik Servisi Başkanı Movladi Udugov, Kafkasya'da emirlik ilanın arka planını ve düşünsel altyapısını anlattığı röportajında Kemalistleri, Somali'deki Şeriat Mahkemeleri Birliği'ni ve Batı'yla ilişkiler kuran İslamcı örgütleri eleştirdi. İslami devlet anlayışının temellerini anlatan Udugov'un röportajının tam metnini sunuyoruz.
MOVLADİ UDUGOV KİMDİR?
Movladi Udugov (09.02.1962) Germençuk köyünde doğdu. Şirdi soyundandır. 1986'dan beri siyasi faaliyetlerini sürdürmektedir. İlk Çeçen milli siyasi gruplarında ve kuruluşlarında organizatör olarak bulunmuş ve aktif olarak rol oynamıştır (1987-90). Sırasıyla yaptığı vazifeler:
Çeçen Halkı Milli Kongresi'nin (1990) organizasyon sekreterliğinin başkanı ve organizasyon komitesinin üyesi. Çeçen Halkı Milli Kongresi'nin (ÇHMK) tüm oturumlarının sekreterliğinin başkanı. ÇHMK Enformasyon Komitesinin başkanı. ÇHMK başkanının ve daha sonra ÇİC Devlet Başkanı Cevher Dudayev'in mütevellisi ve savaş arkadaşı. Aynı zamanda Cevher Dudayev, Zelimhan Yandarbiyev, Said Hüseyin Abumuslimov ile beraber Çeçen Devleti - ÇİC kurucu ve ideologlarındandır.
Cevher Dudayev'in hükümeti zamanında Enformasyon Bakanı olarak görev yaptı. Şubat 1994'te Cevher Dudayev'in emriyle tuğgeneral rütbesi verildi. Aslan Mashadov ve Zelimhan Yandarbiyev'in hükümetinde devletin politika ile ilgili sorunlarında birinci başbakan yardımcısı. Aslan Mashadov hükümetinde ÇİC Dış İşleri Bakanı. İçkerya ve Dağıstan halklarının kongre (1998-99 tarahinde İçkerya ve Dağıstan Müslümanlarının Meclisi olarak yeniden düzenlenen) kuruculardan birisi olarak görev yaptı. Rusya Federasyonu ile müzakerede ÇİC Devlet komisyon başkanı. 1998 tarihinde Moskova'da Aslan Mashadov ve Boris Yeltsin tarafından imzalanan "Barış anlaşması..." M.Udugov başkanlığı altında hazırlanmıştı. ÇİC Devlet Savunma Komitesi-Meclisu'l-Şûrâ'nın Enformasyon Komitesi'nin dış alt komite başkanı (2002-2005), ÇİC Enformasyon Bakanı (2005-2006), ÇİC Milli Enformasyon Servis Başkanı (2006-2007) görevlerinde bulundu. Şu anda Kafkasya Emirliği İstihbarat-Analitik Servisi Başkanı olarak görev yapıyor.
Movladi Udugov, bu röportajı Genel Komutan Dokka Umarov tarafından Kafkasya Emirliği'nin ilan edilmesinden hemen sonra verdi. Kavkaz Center muhabiri, Kafkasya Emirliği'nin İstihbarat-Analitik Servisi Başkanı'na bazı sorular sordu ve Kafkasya'da meydana gelen son olaylar hakkındaki yorumlarını istedi. Kavkaz Center, okuyucularına bu röportajın Türkçe versiyonunu sunar:
KC: Emir Dokka Umarov'un Kafkasya Emirliği'ni ilan edişi, şu an Avrupa'da yaşayan ve kendilerini "Çeçen Devleti'nin bağımsızlığını destekleyenler" olarak tanımlayan belirli çevrelerin tepkileriyle karşılaştı.
Mesela ÇİC'in eski Dışişleri Bakanı ve çevresindekiler, Umarov'a ve size yönelik bir dizi ciddi suçlamalarda bulundular. Bununla birlikte bu açıklamalarda, Kafkasya Emirliği ilanının arkasında sizin olduğunuz iddia ediliyor ve sizin Çeçen Devleti'ni yok etmek için Çeçen halkının düşmanlarıyla işbirliği yaptığınız belirtiliyordu.
MU: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla... Hamd; Bizleri Müslüman olarak yaratıp doğru yolu gösteren, alemlerin Rabbi olan, Allah'a olsun. Ben şehadet ederim ki Muhammed (s.a.s.), Allah'ın kulu ve güvenilir elçisidir.
Allah kimi doğru yola iletirse onu saptıracak yoktur, kimide saptırırsa onu doğru yola iletecek yoktur.
Bundan sonra:
Eski Dışişleri Bakanı ve çevresi tarafından söylenen ve söylenecek olan şeyler, her ne olursa olsun hiçbir önem taşımıyor. Bu adam özgür değil, kendisi yabancı bir ülkede bulunuyor ve de facto (fiilen) rehin durumunda. Bazı kişilere belirli koşullarda bağımlıdır. O aslında bunu gizli de yapmıyor. Dolayısıyla onun sözleri ve eylemleri her ne olursa olsun hiçbir önem taşımıyor.
Fakat olayın başka yönleri var. Ya birilerinde eski Çeçen Dışişleri Bakanı hakkında O'nu suçlayan kalın dosyalar var ve O'na şantaj yapıyorlar. Yahut da kendisinin de söylediği gibi O, inançlı bir demokrat oldu. Halen vatanhaini olmadığı gerçeğini ve yeminine olan ihanetini makul gösteremedi, ve hiç kimse bunun sorumluluğunu yok edemez.
Ve Kafkasya Emirliği muhaliflerinin yaptıkları "suçlamalar", bir yığın saçma ve utanmazca yalandan başka bir şey değildir. Bir delil olmadığı zaman bu adam kendi kendine saldırıyor. Bir gerçek olmadığı zaman çamur atılıyor.
Bazı üst düzey yetkililerimiz tükürükler saçarak hakaretler ediyor, Mücahid komutanlığına terbiyesiz saldırılarda bulunuyorlar.Artı, bu suçlamaları yapan kişilerin Çeçenya'ya ile ilgileri yok, bu saldırılara dahil olan Çeçenler ve Müslümanlar bu kadar adi oldular.
Bir diğer yandan eski ÇİC Dışişleri Bakanı tarafından başlatılan histeriler şüphesiz olumlu öğeler de taşıyor. Mücahidlere yabancı olan unsurlar sonunda ayıklandı. Bugüne kadar gerçek niyetlerini, İslam'a ve şeriata karşı tutumlarını, "cihadın destekçileri" kılığında mücahidlere ve komutanlarına karşı duydukları kinlerini gizleyenler en sonunda açığa çıktı.
Her şey yerine oturdu, herkes kendi pozisyonunu keşfetti. Eski Dışişleri Bakanı'nın eylemleri, bu insanların gerçek yüzlerini gösterdi ve kimin ne olduğunu ortaya çıkardı. "Her felakette bir hayır vardır" sözü böyle durumları çok güzel anlatır.
Dokka Umarov'un Kafkasya Emirliği'ni ilan eden bildirilerinden sonra, içtenlikle bu çok önemli tarihi belgenin hazırlayıcılarından biri olamadığım için üzüntü duydum. Böyle bir demecin yazarlarından biri olmak benim için büyük bir onur olurdu.
Benim önerilerim bazı yönlerden farklı olsaydı bile sonuçta amaç tüm-Kafkasya Devleti'nin kurulmasıydı. Bu yüzden Emirimizin görüşüne tamamen katılıyorum.
Ben, şeriat hukukunun restorasyonunda ve atalarımızın tüm zamanlar boyunca uğrunda mücadele ettiği Çeçenya ve Kafkasya Müslümanları Brileşik İslam Devletinin yeniden doğuşunda ki katkılarımdan dolayı çok memnunum.
Çeçen Devleti, Şeriata karşı olanların yalandan söylediği gibi, asla tasfiye edilmedi, tam tersi geçmişte İmam Mansur, İmam Şamil ve Şeyh Uzun Hacı dönemindeki kaldığı yüce statüsünden devam ediyor.
KC: Açıkça görülüyor ki, Çeçen bağımsızlığının destekçilerinin kampında bir ayrılık, bölünme ortaya çıktı. Rus medyasının bildirdiğine göre eski ÇİC Dışişleri Bakanı Zakayev, kendisini "İçkerya Başbakanı" olarak deklare etti.
MU: İsterseniz kendinizi Papa olarak da ilan edebilirsiniz fakat bu meselenin özünü değiştirmez. Fakat ayrılık olduğundan bahsetmek doğru olmayabilir. Bu yanlış bir değerlendirmedir.
Tümüyle bir ayrılık yok. Çeçenya ve Kafkasya'nın savaşçı Müslümanlarının her türlü zararlı anti-İslami unsurdan temizlenmesi olayı gerçekleşti. Bu unsurlar ortaya çıkmakta olan İslam devletinin sağlıklı bünyesine kendi varlıklarını bulaştırmışlardı ve Mücahidlerin kanları üzerinden geçinmekteydiler.
Bu bir ayrılık değil, daha ziyade yabancı maddelerin ayıklanmasıdır. Bu, kesin olarak Müslümanların bilinçlerinin özgürleştirilmesi, kuruntulardan ve sahte korkulardan kurtarılmasıdır.
İlk başta, hiçbir zaman hiçbir ideolojik birliğin olmadığı yerde, ayrılık olmaz. Ve Mücahidler ile onlara karşı düşmanlarıyla aynı suçlayıcı argümanları kullanan anti-İslami (İslam karşıtı) Londra Grubu arasında asla hiçbir çeşit ideolojik birliktelik olamaz.
Avro-Çeçenler (Çeçen Milli Demokratları'nın Londra Grubu) ile Rus yanlısı Çeçen mürtedler, ideolojik akrabadırlar. Aralarında ideolojik bir anlaşmazlık yoktur. "Hayırseverleri"( liderlerinden gelen karşılıklı nefretin olduğu yerlerde) farklıdır, fakat ideoloji tamamen aynıdır: İslam'a karşı kin ve şeriatı kabul etmeme.
Londra'da, Moskova'da veya işgal edilmiş Cevherkale'de bu insanlar hep aynı şeyleri, aynı kelimelerle ve aynı üslupla konuşuyorlar (Uluslar arası Terör, Vahhabizm, el-Kaide vs...). Er ya da geç birleşeceklerdir. Ne vesileyle olacağı önemli değil fakat bir anlaşmaya varacaklardır. Çünkü, tıpkı efendilerinin olduğu gibi onların da yegane düşmanları, Mücahidler ve İslam Devleti'dir.
Bu yüzden, Rus işgalciler ve Çeçen halkı arasında Kadırov Mürtedleri hakkında en iyi bilinen mesajın "sömürgecilikten kurtaran" ve "kurtarıcı tampon" olması bir rastlantı olmaktan uzaktır. Londra'dan gelen bu işaret, işgal altındaki Çeçenya'da çok iyi okunmaktadır. Hem mesajı gönderenler hemde mesajın alıcıları birbirlerini tam olarak anlamaktadırlar.
KC: Muhtemelen Kafkasya Emirliği'nin Londra Muhalifleri, geride oturuyor olmayacaklar değil mi?
MU: Onların zaten bağımlı insanlar olduklarını söylemiştim. Onların sözleri her ne olursa olsun bir önem taşımaz. Bırakın ne yapabiliyorlarsa yapsınlar. Biz de elimizden geleni yapacağız, sonuç Allah'tan inşallah.
KC: Sizin görüşünüze göre, Kafkasya Emirliği ilan ederek, Çeçen liderliği adına bu derece cesur adım atılmasının sebepleri nelerdir? Gerçi işgal altında olsa da Çeçen İçkerya Cumhuriyeti zaten vardı. ÇİC'in politik kimliği, uluslar arası arenada tanınabilirdi ve planlar bununla uyumlu olarak ilerleyebilirdi. Hepsinden sonra ÇİC, batı dünyası tarafından anlaşılabilirdi.
MU: İsim aynı kaldı, içerik komple değişti. Çeçen Cumhuriyeti İçkerya adı altında görünürdeki yapı ile politik varlığın gerçek içeriği arasında devasa bir çöküş oldu.
İslam gençliğinin yeni jenerasyonu, idare tarafından bir iş yükü olarak farzedildi. Oysa, onlar için akide, şeriat, İslam gibi kavramlar politik oyunların araçları değil bilakis hayatın merkezidir. Onu gerçekleştirmek amacıyla her gün canlarını feda ediyorlar.
Kafkasya'da ki gerçek yaşam savaşı ve olaylara temas etmekten uzakta farklı çevrelerde yaşayanlar, bunu anlamıyor.
Avro-Çeçen demokratlar çok fena üzüldüler, çünkü Kafkasya'da Emirlik ilan ederek mücahidler onların sakin, huzurlu yaşamlarını huzursuz etti ve "meşruiyet"lerini tehdit altına soktu. İşte bu yüzden, kendi statükolarını yeniden kurmak için, saçma (tek bir telefonla İçkerya'nın başbakanını oylamaya ne denir) olsa bile her adımı atmaya hazırlar.
Sorunuzun ikinci kısmına gelince, bu konu birkaç kelimeyle cevaplandırılamayacak kadar geniştir. Bu konu hakkında daha geniş bir yorum getirmeye çalışacağım.
Devlet Üzerine
Hz. Muhammed(s.a.v), bir hadisi şerifte buyuruyor ki:
"Raşit hilafetten sonra ısırıcı melikler dönemi gelecek. Daha sonra onların yerine tiranlık ve fitne dönemi olacak. Nihayet tekrar Raşit halifeler geri gelecek." (İmam Ahmed)
Zikredilen hadis tüm modern devlet tiplerini işaret ediyor. Demokrasilerden, totaliter yönetimlere kadar hepsini de facto (fiilen) Tiran olarak tanımlıyor. Komünist, demokratik, monarşik, totaliter ve diğerleri...
Bir devlet, sadece belli bir topraktaki sosyo-politik varlık değil aynı zamanda herşeyden önce bir ideolojik yapıdır.
Her bir devletin temel unsuru dindir. Bu din veya ideoloji, devletin temelinin çimentosudur.
Şeriat ilkeleri şunları içerir: Dinlerde çokluk yoktur. Yalnızca iki inanç sistemi vardır: İslam ve putperestlik (küfür sistemi). Dolayısıyla devlet şekillerinde de çok değil iki çeşit vardır: Allah'ın hakimiyeti ilkesine dayanan devlet ve Tağut'un hakimiyeti ilkesine dayanan devlet (değişik formlarda, diktatörlük ile başlayarak demokrasiye kadar, manifesto edilenler).
Diğer tüm isimlendirmeler bu basit gerçeği gizlemek içindir.
Politikalar Hakkında
Bizim politikamızın nasıl olacağına dair varsayımları incelemeden evvel, bir tek konuyu belirlememiz gerekir. Politikanın temeli nedir?
İdeoloji, her devletin temeli olduğu gibi her bir politikanın temelinde yatan unsurdur. Peki bizim politikalarımız ne çeşit bir ideoloji üzerinde olmalı?
Eğer bu İslam ise yalnız bir duruş ve bir politika olacaktır. Ama bu başka herhangi bir şey ise duruş ve politika İslam'dan başka her şey olabilir.
Bu iki yaklaşımdaki fark, bizim kimin yardımını, desteğini ve onayını sayacağımızı ve kimin düşmanlığından, gazabından kaçınmamız gerektiğini gösterir.
Bu soruların cevapları, politik doktrinin esaslarını belirler.
Savaş bir hiledir. Bu, doğru bir sözdür. Ancak bu prensip ideoloji için geçerli değildir. İdeolojide hile, ya bir saçmalık ya da önceden planlanmış bir ihanettir.
İdeolojide hile yapmak, onun temelini baltalamaktır. İdeolojide hile, onun manasını değiştirmek demektir. Elmalar ile portakalları karşılaştıramazsınız.
"Savaş hiledir" sözünü ideoloji için uygulama iddiası tamamen mantıksız ve bundan öte son derece zararlıdır.
Bunu pekiştirici olay; Kureyş kabilesinin Hz. Muhammed'e (s.a.s) bir dizi teklif yaptıktan sonra -bugünkü aktivistlerin mantığına göre çok karlı bir iş- O'na(s.a.s.) Arapların kralı olmayı ve 364 gün Allah'a 1 gün diğer ilahlara tapınılmasını teklif etmeleridir.
Eminim ki bizim demokratlardan birisi Hz. Peygamber'in (s.a.s) yerinde olsaydı bu teklifleri kesinlikle kabul ederdi ve bu kararın faydalarını da belağatlı kelimeler ve argümanlarla açıklardı. Bir kez kral olunca ve böyle karlı bir anlaşma yaparak 1 gün putlara tapmayı ortadan kaldırabileceği gibi.
Fakat Peygamber(a.s.), demokrat değildi ve böyle karlı(!) bir anlaşmaya gitmedi. Uzlaşma ve oyun oynamak için ideolojide bir yer olmadığını ve İslam'la uyuşmayan yanlış bir yol olduğunu ve bunun kaçınılmaz olarak yenilgiye götüreceğini gösterdi.
Muhaliflerimizin "hile" konusunda örnek olarak gösterdikleri Hz. Peygamber (s.a.s) ve müşrikler arasında yapılan Hudeybiye Antlaşması'na gelince; burada Allah Resulü sadece anlaşmaya peygamberlik statüsünden söz etmeksizin "Abdullah oğlu Muhammed" olarak imza koydu.
Bu oldukça yanlış bir argümandır çünkü Peygamber(s.a.s.), Medine'de şeriatın feshedildiğini ve "hile" olarak "Uluslar arası Arap Hukuku"nu kabul ettiğini duyurmadı.
İdeoloji, her grubun, örgütün ve devletin çekirdeğidir. Politikalardan, insanlar arası ilişkilere kadar her şey bu çekirdeğin etrafında bina edilmiştir.
Şaşırtıcıdır ki; tam anlamıyla başarısızlık sağlayan 16 yıllık etkisiz politikamızın iptal edilmesinden sonra bugün hala bunun için karma karışık kelimeler ve ifadeler kullanarak yasal açıklamalar bulmaya çalışıyoruz. Aynı kürek üzerinde bininci kere yürüsekte, eğer başka bir yola yönelecek olursak daha fazla zarar verecek diye biz tekrar tekrar birbirimizi korkutuyoruz.
16 yıllık başarısız Çeçen "diplomasi"sinin yürürlükten kaldırılmasından sonra bize hala asla vazgeçilemeyecek diplomatik mevkiler olduğunu iddia ediyorlar. Yoksa Rusya derhal onları alacak ve bu bizim için daha kötü olacakmış.
Peki, bize iddia edilen bu mevkiler de nedir? Çeçen diplomasisinin uluslararası örgütlerde yer alması mı? ABD senatosu veya BM'de lobicilik mi? Veya herhangi bir kuruluş veya kurumda bir ses veya sadece bir cıvıltıya sahip olabiliriz mi?
Bu diplomasinin en büyük başarısı bir Çeçen Bakan'ın bir AKPM'nin sigara odasında konuk edilmesidir.
Elimizde olmayan şeyler bizden zorla (veya borç) olarak alınamaz. Fakat bu sabit taklitçi eylemlerle kendi kendimizi, bizi çıkmaza ve tamamen yenilgiye götürecek boş beklentilerin içine atıyoruz. (Yenilgi dediğimde, demokratlarımız değil, Müslüman Mücahidler hakkında konuşuyorum. Demokratlarımız için taklitçilik politikanın özüdür).
Ayrıca kendi "yasal korumalarını" kaybeden bazı aktivistler, zarar görmekten korkuyorlar. Belki de , "hile"ye başvurulmadığı takdirde kaybedileceği iddia edilen "Çeçen meşruiyeti" meselesinin köklerinin araştıran bir kimsenin bakması gerektiği yer bu olabilir mi?
Ve hakikaten, açıkça gösterildiği farz edilen bu "meşruiyet" (bir çeşit kutsal inek) nerede? Bu statüye karar verecek olarak farzedilen kişi kim?
9 yıldır Rusya'nın bizi legal ve bağımsız olarak tanımasını istiyoruz. Bu taleplerin bizim başarısızlığımızı ve bozukluklarımızı gösterdiğini hala anlayamadık. Eğer bizler, özgür olup olmadığımızı, yasal olup olmadığımız belirlemeleri konusunda diğer kişilere gönüllü olarak haklarımızı veren kişilersek, ne çeşit bir bağımsız devletten bahsedebiliriz?
Bir başka acayip de; kendi meşruiyetimizin pekiştirilmesini düşmanlarımızdan bekliyoruz. Saçma! Düşmanlarımızdan bizi tanımalarını ısrarla talep ediyoruz. Böylece kendimizi başlangıçtan daha alt bir seviyeye düşürüyoruz ve kendi kendimizi bağımlı hale getiriyoruz.
Biz, kendi kendimize başarısız olduğumuzu ilan etmişiz ve aynı şekilde başkaları bizi başarısız olarak düşündükleri için alınıyoruz. Biz, yalnızca bağımsızlık ve özgürlük için olan yasal hakkımızı gönüllü olarak başkalarına teslim etmiyoruz, fakat aynı zamanda, tanınmamızı talep ederek, bu hakkımızı aynen bizden almalarını rica ediyoruz.
Bundan daha da saçma olanı ise bir kafiri başka bir kafire şikayet etmemiz ve onlardan kınama beklememizdir. Bir diğer hikaye de kafirlerin arasında politikamızda dikkate almamız gereken pek çok problemlerin ve düşmanlıkların var olduğudur.
Bununla birlikte yaklaşımlar tamamen farklı olmalıdır: Adalet ve yardım için, karşılıklı olarak "Papa'dan daha kutsal" (Bush ve Brown'dan daha demokrat) biri olacağını söz vererek, yakınmalar ve faydasız çağrılar yerine zamana uyumlu, durağan değil düzenli gelişen konum ve politik güç unsurlarına sahip olmalıyız.
Müslümanlar (grup, organizasyon veya devlet olarak) her ne kadar sayı ve ekonomik kapasite olarak küçük olsalar da güç sahibidirler. Bu güç, Allah'ın dini İslam'dır. Bu faktörün temiz bir şekilde kavranması ve uygulanması, politik ilkeleri belirler. Gücün ve esnekliğin prensiplerinin kullanımı, bizim durumumuzda en uygun çözüm olacaktır. Güç, İslam'dan destek almaktadır. Esneklik, başkalarının adil çıkarlarını da göz önünde bulunma istekliliğinden destek almaktadır.
Bizim Avrupa'da, Batı'da ya da Doğu'da herhangi bir müttefike ihtiyacımız yoktur. Kendi çıkarlarımızı aramalı ve keşfetmeliyiz.
Örtülü Cihad hakkında
Politikada bizim milli demokratlar (Batı yanlıları), İslami devlet idealini iptal ederek bağımsızlık için savaşma ve halk tarafından anlaşılabilir argümanlar kullanma iddiasında çok istekliler.
Biz bir taraftan Kafkasya ve Çeçen Müslümanlarını Cihada çağırıyoruz, bir taraftan da Batı'da müttefikler kazanmak için "temkinli uygulamalarda" bulunuyor ve "zeki politikalar" izliyoruz.
Bu "zeki politikalar" açıkça Batı'nın gerzek ve ideotlardan oluşan bir hiç olduğunu belirtmekdir. Ya da tam tersine, Mücahidler kendi makineli tüfeklerinin namlularından başka bir şey göremez demektir.
Bununla birlikte Emir Dokka Umarov'un açıklamaları gösterdi ki, mücahidler ateş etmekten başka şeyler de yapabiliyorlar.
Bizim Batı yanlısı milli demokratlar diyorlar ki, "önce bağımsızlık sonra İslam Devleti"... Yani esas olan bağımsızlıkmış gibi.
Fakat Özbekistan da bağımsız bir devlet. Sonra İslami vaazları yasaklayıp Ramazan ayında gece kulüplerini açan kendi kral ve "Kraliyet Şeriatı'yla" Ürdün ve bunlara benzer "İslam Devleti" diye anılan düzinelercesi...
Sıradan kendini öbür dünya işlerine adamış bir bilge şöyle der: yapacağın yatağa yatacaksın. Ne ekersen onu biçersin.
Cemal Abdünnasır, Mısır'ın bağımsızlık savaşında "savaşı kazanalım derhal şeriat devletini kuracağız" şeklinde sözler verirken İslam'a ve Müslüman Kardeşler tarafından temsil edilen İslamcılara güveniyordu. Ve şimdi, ondan bahsetmek zamanı değildir, müttefiklerimizi korkutup kaçıramayız ("Birliğe ihtiyacımız var!" Müslüman Kardeşler O'nun arkasından bu sloganı tekrarlıyorlar ve birbirlerini bununla ikna ediyorlardı).
Fakat zaferin kazanılmasının ve iktidar olmasının ardından O, şeriatı kurmak yerine sadece bir gecede 17 bin Müslüman'ı tutuklatıyordu. Neredeyse 50 yıl geçti ama bu durum değişmedi. Müslüman Kardeşler, aralarında parlamentoya girenler ve demokratik oyunlar oynayanları bile halen Mısır'da tutuklanıyor.
Fakat tuhaftır ki Müslüman Kardeşler hala "doğru" ve "akıllı" politika yaptıkları iddiasında ısrar ediyorlar. Bu sorunun bir yarısıdır. Asıl sorun ise kendi "bigeliklerini" Çeçenya ve Kafkasya'nın da dahil olduğu dünyanın her tarafındaki Müslümanlara empoze etmeye çalışmalarıdır.
Hilafetin yıkılmasıyla yüzbinlerce Türk hayal kırıklığına uğradığında ve silahlarını bırakarak evlerine döndüklerinde, Genç Türkler (Kemalistler) ellerinde Kur'an'ı tutarak "Müslümanlar! Eğer düşmanlarımız kazanırsa, Allah'ın bu kutsal kitabını elimizden alacaklar" diye çağrıda bulunuyorlardı.
Asıl amaç, sıradan Müslümanların İslami duygularını harekete geçirerek durumu korumaktı. Tüm Türkiye uyanmış gözüküyordu. Halkın şeriatı tesis etme ve İslam'ı koruma arzusu, yüz binlerce Türk'ü yarı çıplak, yalın ayak, balta ve kamalarla savaşa çıkarttı. Böyle yüz binlercesi Allah'ın adı için ve şeriat düşüyle Çanakkale'de şehit düştü.
Zafer kazanıldıktan sonra ne olduğu herkes biliyor.
İslam toplumlarının yakın tarihlerinde buna benzer düzinelerce örnek mevcuttur.
Bugün bizim demokratlar da Çeçenlere aynı şeyi söylüyorlar: "Kurnaz-zeki olmalısınız. Şu an İslam Devleti ve Şeriattan bahsetmenin zamanı değildir. Bu çok zararlıdır. Dostlarımızı korkutup kaçırır ve bizi izole edecektir. Bizler tabiî ki İslam ve Şeriat istiyoruz ancak önce dostlarımızın desteğiyle bağımsızlığımızı kazanıp topraklarımızı işgalcilerden kurtaralım, ondan sonra" ve bunun gibi şeyler... Bunların hepsi yalandır.
Bağımsızlık için savaşma nedeniyle müttefik aramak ve sonra bu müttefikleri yere serip İslam Devleti ilan etmek... Bu, aptallar için planlanmış bir saçmalıktır.
İttifak, oldukça spesifik yükümlülükler ve oldukça spesifik eylemler anlamına gelir. Yani Batılı müttefiklerin bizim bağımsızlık savaşımıza dahil olup da İslami Devlet "kurmamızı" sadece seyredeceklerini düşünmek en azından saflıktır ve nihayetinde önceden planlanmış bir ihanettir.
Bugünkü mevcut durumumuzda "doğru koşum ve doğru hizalamak" ziyadesiyle önemli olurdu. Bugün, temeller yerleştirilmiş olmalı. Ve bu temel sadece Şeriat olabilir, bu da, Moskova, Strasbourg ya da Washington'u temsil eden dış yöneticiler olmaksızın inşa edilebilir. Çünkü bu yöneticiler asla bir Şeriat devleti kurmayacaklardır.
Bu "kurnaz politika"larımızla kendi kendimizden başka kimseyi kandırmadık. İdeolojide ikiyüzlülük ve kararsızlık göstererek kaçınılmaz iç karışıklar ve düzensizlikler vücüda getirdik. (savaşan Müslümanlar arasında).
Bu ideolojik tüneklerde uzun süre oturmamamız gerekirdi.
Biz, Çeçenya ve Kafkasya'nın Müslüman Gençliği'ni dikkate alıyoruz. Bu, siyasetin en önemli bir önceliğidir, çünkü bu, bugünkü direnişin biricik temeli ve gerçekten bizim dayanağımızdır.
Sadece İslam ve Cihad bizi ayaklarımızın üstünde tutuyor. Eğer "kurnaz politika" oynamaya başlasaydık yalnızca üzerinde oturduğumuz dalı kesip atmış olurduk.
Bizim bugün Avrupa'da gevezelik edip "Diplomasi Lisanı" ve içinde yaşadığımız umursamaz dünyanın gereklilikleri hakkında çapraşık tartışmalarda bulunan tipler yerine savaşmaya hazır kişilere ihtiyacımız var.
Bırakın dünya umursamaz olsun. Bu, dünyanın kendi sorunudur. Biz umursamaz olamayız ve özellikle kafamızı bulutların üstünde gezdiremeyiz.
Şimdi daha açık şekilde ortaya çıktı ki, Çeçen Devleti'nin siyasi yapısı zaten Kafkasya'daki değişen duruma yanıt verememekteydi. Ne yapısal olarak ne de ideolojik olarak...Bundan başka bu yapı İslam'la çelişki içindeydi ve gerçek Şer'i meşruluğa uymuyordu. Böyle bir durum sadece Kafkasya Mücahidlerinin bir bütün olarak birliğini değil aynı zamanda Çeçen Devleti'nin kendisi içinde gerçek bir tehditti.
İşte bu, devletimizi ve politikalarımızı belirlememizi aciliyetle gerektiren unsur olmuştur.
Eninde sonunda hangi yöne ibadet edeceğimizi seçmek zorundaydık: Strasbourg ya da Mekke...
Şeriat (Kafkasya Emirliği'nin) karşıtları, sanal siyasi gerçeklik oyununu yürütenler ve doğal yapının dış görünümünde memnun olanlar, bunu anlamayı başaramadılar. Çeçenya ve Kafkasya'nın Müslümanlarının "İçkerya'nın demokratik geleceği" ve "Milli Bağımsızlık Savaşı" için ölmek zorunda olduklarına inanmaya başladılar. Mücahidlerin Allah yolunda ölme arzularını bir provokasyon ve FSB (Rus istihbarat) komplosu gözüyle baktılar.
İddia ve argüman
Bizim aydın ve politik aktivist takımının birçoğu sık sık Yahudilerden alıntı yapıyorlar ("küçücük İsrail nasıl da dünya gücü haline geldi" gibi) ve bize bu örneği takip etmemizi tavsiye ediyorlar. Ya da batılı devlet ve milletlerin nasıl güç kazandığını... Bunu söyleyen, Müslüman olduğunu iddia eden ve her gün namazda en az 17 defa şu ayetleri okuyan birisi:
"Ancak sana ibadet eder ve sana itaat ederiz
Ancak senden yardım diler ve sana dua ederiz
Bizi dosdoğru yola ilet
Bağışlanmışların ve huzura erenlerin yoluna
Gazaba uğramışların (Yahudiler) ve yoldan sapıtmışların (Hıristiyanlar) yoluna değil...
AMİN!"
Onlar, bize Allah'ın adı altında, yoldan sapıtmış ve gazaba uğramışların deneyimlerini takip etmemizi öneriyorlar, onlar tarafından güdülmemizi ve Moskova'ya karşı savaşımızda onların yardım ve desteklerini kazanabilmemiz için politikalarımızı onları memnun edecek şekilde kurmamızı bize öneriyorlar.
Sorun, yapay olarak oluşturulan bazı tür beklenti hisleriyle ("şimdi bizi dikkate alacaklar ve sonunda bizim için üzüntü duyacaklar ve bizi koruyacaklar gibi) insanların devamlı olarak aldatılması konusunda ki bozuk ve ahlaksız uygulamalarda radikal değişiklikler yapmaktır.
Bu, sadece aşağılayıcı değil aynı zamanda direnişin ruhunu ve kendi gücüne inancını öldüren, insanları sadece insani yardımı hesaplayan müzmin mülteci haline getiren kötü ve son derece zararlı bir politikadır.
Biz herkese savaş açmaya davet etmiyoruz (bize karşı savaş zaaten tam faaliyette ve uzun zamandır devam etmektedir). Biz şeriatın gerektirdiği şekilde dünyadaki yerimizi belirlemeye ve dünyaya karşı İslami kökten kopan bazı aktivistlerin fantezileri yerine şeriata göre hareket etmeye çağırıyoruz.
İslama karşı savaş açan ülkelerin ideolojik işlerinde yer edinmeye çalışırken ister istemez oldukça net bir pozisyon alıyoruz. Daha doğrusu kendimize özgün pozisyonumuz olmayınca bir başkasının pozisyonunu üstleniyoruz ve başkasının (anti-İslami) pozisyonunu Çeçenya (Çeçenya ve Kafkasya Müslümanları)için karlı ve zorunluymuş gibi sunmaya çalışıyoruz.
Herhangi bir eleştiri ve fikir olmadan gayri-İslami ideolojik argümanları alıyor ve kendimizinmiş gibi benimsiyoruz. Aynı zamanda herkesi de buna "akıllı siyaset" olarak inandırmaya çalışıyoruz.
Anti-İslami propaganda bizim yaptıklarımızı "terörizm" olarak tanımlıyor biz ise onların argümanlarını hemen kabul ediyor ve papağan gibi tekrar ederek, kendimizi haklı çıkarmaya çalışarak "İslam barış dinidir" diyerek onları aramızda empoze ediyoruz.
Bununla birlikte İslam, kendini doğrular ve kendi doğruluğunu kanıtlar. O hem iddia hem de argümandır.
İslam gerçekten barış dinidir ancak kendisi iktidarda olduğu zaman.
İslami liderlerin sorunları
Hükümetler, liderler ve siyasetçiler, değerlendirme ve yorumların bir çeşit işaretler olarak halkın çoğunluğuna klavuzluk ettikleri farzedildiğinden beri hemen her olay hakkında yorum yaparlar.
İşte bu yüzden devlet başkanlarının, iktidar temsilcilerinin ve politikacıların sözleri asla sonuçsuz kalmaz. (fiiliyattan bahsetmeden) ve bunlar bu sözleri söyleyenler bu kamu aktivitelerinin halkın fikirlerini, politik görüşlerini ve aslında siyasetini billurlaştırma biçiminin ana noktalarından biri olduğunu çok iyi bilirler.
Bu bağlamda bir şey söyleyebileceğimiz fakat gerçekte başka bir şey demeye getireceğimiz iddiası gerçekte çürük, zararlı, yanlış ve tehlikelidir.
Politik ifadeler hiçbir zaman sonuçsuz kalmaz.
Pratikte İslami hareketlerin, ülkelerin, liderlerin ve siyasilerin çoğunluğu, kafirler tarafından empoze edilen görüşlerin çerçevesi içinde düşünüyorlar. Bu çerçeve içinde , kafirler en akıllı "teröristleri" bile tam kontrol etmektedirler. Bu çerçeve içinde Müslümanlar hiç bir gücü temsil etmez. Ancak bu çerçeveden çıktığında birisi, Müslümanların özgürlüğünü engelleyen zincirleri parçalayabilir. Sadece bu çerçevenin dışında kendi sisteminizi, şeriat sistemini takdim edebilirsiniz, kamuoyuna ve kafirlerin niyetlerine dayanarak değil de yalnız Allah'a güvenerek Şer'i kurallara göre hareket edebilirsiniz.
Mesela "radikal" organizasyon HAMAS, Filistin direnişinin "İsrail Savunma Bakanı"nı istifaya zorlamasını önemli bir başarı olarak görüyor.
Müslümanlar böyle saçma bir açıklamayı nasıl algılayacaklar? Kavrayışsızlık ve kendini kandırma? Her ikisi de...
Müslümanlar (daha doğrusu çoğu Müslüman liderleri), şeriata güvenip politikada gerçek İslami içeriğe dönmek yerine İslam akidesi ve dünya görüşüne zıt olan politik oyunlara kaçtılar.
Mevcut olan Siyonist lider, daha kurnaz ve daha gaddar bir başkasıyla yer değişiyor. O zaman bir Siyonist'in olağan bir görev değişimi neden Müslümanlar tarafından büyük bir başarı olarak algılanıyor? Hem de işgal altındaki Filistin'de reel durum, hiçbir değişme göstermeden aynı kalıyorsa...
Son örnek Somali... halkın İslami devrimini sağlamlaştırmak ve bozguna uğramış, moralmen de bozulmuş ABD güdümlü "Geçici Yasal Hükümet"e dönüşen kriminal çeteleri tamamen çökertmek yerine, "İslam Mahkemeleri Birliği" liderleri de politik sürece katılmaya karar verdiler. Bu çetelerle ("Geçici Hükümet" olarak anılmalarına itiraz etmeden) görüşmelere başladılar. Sonra bir "Milli Birlik Hükümeti"nden söz etmeye ve böylece Batı ve Etiyopya'yı memnun ederek savaştan kaçınacaklarını düşünmeye başladılar.
İslam Mahkemeleri Birliği ürktü ve ABD'nin alışılagelmiş "el-Kaide" suçlamaları için utangaçca özür dilemeye başladı. Bu "suçlamalar"ı susturup Somali'nin İslami otoritelerinin dünyanın her yerinde Şeriat isteyen tüm Müslümanlarla çalışabileceğini söyleyen basit bir açıklama yapmak yerine bunu yaptı.
Ne yazık ki; Müslümanların ne kadar büyük bir enerjiye sahip olduklarını ve kendi hayatlarını Allah yolunda feda eden alelade insanların başarılarının basma kalıp örnekler ve gereksiz korkuların etkisi altındaki İslami liderler (veya kendisini öyle tanımlayanlar) tarafından nasıl israf edildiğine şahitlik ediyoruz.
Müslüman liderlerin (ve çoğu cemaatin) sorunu politika oynamaları ve düşmanlarını taklit etmeye çalışmalarıdır. Sünneti ve şeriatın icaplarını yerine getirmek yerine İslam'a düşman olan devletlerle ve güçlerle ittifak yapabilmek için her tür özrü dilemektedirler.
Böylece Moskova, Çeçenya'daki Müslümanların kökünü kazırken Filistin'in İslamcı yönetimi gidip Rusya ile dostça ilişkiler kuruyor ve Çeçenya'dan hiç bahsetmiyor. Bunu da ABD'ye karşı gereken güç dengelemesi olarak açıklıyor.
Birçok Müslüman aktivist, ABD'nin Irak'taki işgaline şiddetle karşıdır. Amerikan işgalini şiddetle kınıyor ve Iraklıların, Filistinlilerin direniş gösterme haklarını savunuyorlar. Fakat Çeçenya konusunda sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Burada yine aynı gerekçe karşımıza çıkıyor: Rusya ABD'ye karşı güç dengesi...
Bizim bazı "reel-politikacılar" da benzer düşünceleri kullanıyorlar: "Iraklı Mücahidleri destekleyemezsiniz, Taliban'a bağlılık gösteremezsiniz. Çünkü Batı, Rusya'ya karşı çıkıyor, bu yüzden Batı'ya bağlı olmalıyız" vb.
Bize sürekli "müşterek kurallar"a uymamız tavsiye edildi ve başka türlü zarara uğrayacağımız iddiasıyla korkutulduk. Bu yanlış bir tehdittir.
"Kim Allah'a güvenip dayanırsa, O(c.c.), ona yeter."
(Talak, 3)
Kuran'daki bu ayet, bu konuyu açıkça pekiştiriyor. Korku duymamız gereken insanlar değil, Allah'tır (C.C). Güç ve otoriteden korkan insanların düşüncelerini değil bize şeriata uymayı ve gösterdiği emirlere itaat etmemizi isteyen Allah'ın (CC) emirlerini izlemeliyiz.
Bu düşünce Kuran, sünnet ve şeriat gibi İslami kalıplarla inanan ve düşünen Müslümanlar için bir gerçektir. Fakat dünya görüşleri "reel-politikanın" somut ölçülerine göre şekillenmiş ve Allah'ı bu hayatta hesaba katmayanlar için değildir. Onların anlayışlarına göre böyle bir pozisyon "aptallık", "cahillik" veya Çeçen halkının genetik faktörleri parçalayan Putin'e yardım eden bir "provokasyon"dur.
Böyle insanlara göre Allah (CC) değil, Putindir bu "genetik faktörleri" yöneten.
Peygamber (s.a.s.), her zaman düşmanlarının gücüyle korkutuluyor ve hep şu şekilde cevaplıyordu:
"Allah bize yeter. O en güzel vekildir."
Bir diğer hadiste O(s.a.s.), şöyle buyuruyor:
"Tüm insanlar ve cinler (ilkinden sonuna kadar) sana bir zarar vermek için bir araya gelseler, Allah'ın yazdığından başkası sana dokunmaz. Yine tüm insanlar ve cinler sana bir iyilik dokundurmak için bir araya gelseler, Allah'ın yazdığı dışında bir şey sana dokunmaz."
Uluslararası destek üzerine
Batı propagandası ve Batı yanlısı Çeçenler arasında, şehitlerin eylemleri nedeniyle Batı'nın ve uluslar arası kamuoyunun desteğini kaybettiğimiz kanısı hakim. Şeyh Abdülhalim döneminde Şamil Basayev'in (her ikisi de Şehit inşaAllah) Birinci Başkan Yardımcısı olarak atanmasıyla bu iddia, apaçık gün yüzüne çıktı. Beslan ve Nord Ost (tiyatro baskını) konusu, zamanın çoğunu meşgul ediyor.
Bizim demokratlar, yıllardır aslında Mücahidleri dışarıda temsil edenler adına, "aşırı-ekstremist eylemler" den bahsediyorlardı ve hala da bahsediyorlar.
Ve bütün bunların üstünde bir İslam Devleti'nin ilanından sonra biz gene "Uluslar arası terörün gidişatı"na ayak uyduracağız!
Bu tamamen ikiyüzlülüktür. Batı ve "uluslar arası toplum", 1991'de Çeçenya'nın devletini kurduğu andan beri aynı şarkıyı söylemektedir.
1994 öncesi Çeçenya'nın bağımsızlığını Batı ve "uluslar arası toplumun" tanımasına kim engel oldu?
Bu topluluğun 1994-1996 arasındaki savaşı finanse etmesine kim engel oldu?
ÇİC (Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti) da bu topluluğun ki onların kontrolü altında yapılan başkanlık ve parlamento seçimlerin de Çeçen halkının egemenlik hakkını tanımasına kim engel oldu?
Resmi olarak boş bir bahane ortaya çıkana kadar 2001 öncesi Çeçenya'da ki soykırımı durdurması için bu topluluğa kim engel oldu?, ki şimdi ABD'nin "uluslararası terörizme karşı savaşında" Kremlin'in desteğine ihtiyacı var.
Nord-Ost öncesi ve Beslan öncesinde soykırımı durdurmalarına kim engel oldu?
Batının derhal katılımıyla şekillenen demokratik olarak seçilmiş Çeçenya hükümetine maddi, siyasi ve askeri yardım verilmesine kim engel oldu?
Bugün Batı ve "uluslar arası toplum" tarafından ihanete uğramış ve aldatılmış olan bu halkın ne bir koruma ne de umut sağlamayan idealler için, Rus füzeleri tehditi altında ölmeye devam etmelerini talep etmek en azından insafsızlıktır.
Bu yüzden, Nord-Ost ve Beslan olayları, Çeçen savaşçı nesillerini bağımsızlık idealinden caydırarak, Moskova'ya görüşmelere davet etme, ve Batı'ya da sürece dahil olma fırsatı sunan en son umutsuz denemelerdir.
Batı, Rusya'yı memnun etmek için Mücahidleri kınadı ve Moskova da görüşme yerine yüzlerce çocuğun da aralarında bulunduğu kendi vatandaşlarını gözünü kırpmadan öldürmeyi tercih etti. Kremlin için daha kötü olan budur.
Sözde "Uluslar arası Toplum" Rusya'nın yanında yer aldı ve adı çıkmış "Uluslar arası hukuk", Moskova'ya Çeçen halkını öldürme hakkı verdi. Bu gözden kaçmayacak kadar açıktır.
Ve bundan sonra bizim demokratlar, hala bu "uluslar arası hukuk"a yapışmamız gerektiğinde ısrar ediyorlar.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve benzeri örgütler fiilen veya resmen Çeçenya'daki işgalci yönetimini yasallaştırmak ile ilgililer. (Kukla hükümeti yasal temellerle şekillendirme konusunda yardım ediyorlar)
Bu organizasyonlar ayrıca, sürekli şekilde Çeçen Silahlı Kuvvetleri ve Kafkas Cephesi'nin eylemlerini kınamaktadırlar.
Onlar, Batı'nın gözetimi ve garantisi altında Çeçen halkı tarafından seçilen Devlet Başkanı Aslan Mashadov'un katledilmesinden sonra diplomatik olarak sessiz kalmışlardır (sadece birkaç ortak açıklama yaptılar).
Onlar (aralarında çok sevilen bazı insan hakları savunucuları da var), ÇİÇ Ordu Komutanı ve Cumhurbaşkanı yardımcısı Şamil Basayev'in ölümünden sonra alenen memnuniyetlerini ve sevinçlerini dile getirdiler.
Eski cumhurbaşkanı Zelimhan Yandarbiyev ve 13 yaşındaki oğluna karşı girişilen terörist eylemden sonra Putin'in omzuna şakadan bir tokat attılar.
Yine onlar, Çeçenya'da yaptığı her tür soykırımdan dolayı Rusya'yı kınamayı tamamen reddettiler.
Rusya'ya, Çeçen İçkerya Cumhuriyeti'ne saldırısında ve işgalinde finansal ve politik yardım yaptılar.
Bu kurumlar toplantılarında,16 yıllık süreçte Çeçen halkına yapılan soykırımı değil de Çeçenya'daki "terörizm" meselesini görüşmekteler.
Eli kanlı Putin rejimi döneminde, öldürülen milyonlarca Kafkas Müslümanlarının kemiklerinin üstünde Soçi'de Olimpiyat Oyunları düzenliyorlar.
Peki daha ne diye bizim sonunda realist olmak zorunda olduğumuzu farz ediyorlar?
Çeçen halkı, sırf Batılı politikacılarla rahat otellerde ve sigara odalarında görüşme yapan birileri rahatsız olabilir diye İslam'dan ve şeriattan vazgeçemez.
Kendi trajik tecrübesinde tanık olduğu Batı'nın ikiyüzlü ve sahtekarlığından sıyrıldıktan sonra direnişe ve hayatta kalma mücadelesine güç katan yegane değerden-İslam- vazgeçmek, aptallığın en üst derecesi olacaktır.
Güçlü olan istediğini dikte eder, zayıf olan adalet arar
Bu da kurtulmak zorunda olduğumuz bir başka kandırmacadır. Bir çoğu inanıyor ki; sorun Putin'dedir, O'nun politikalarındadır, O'nun bağlı olduğu grubun izlediği amaçlardadır.
İslami dünya görüşü ve metodolojiye dayanarak, kendi kendimize sorunun Kremlin'e kimin gelip geçtiği(Putin veya Pupkin) olmadığını açıklayabiliriz.
Sorun Rusya veya Putin değildir. Soru bizim kendi içimizde, durumu Şeriat açısından doğru şekilde tespit edişimizde ve eylemlerimizdedir. Sorun akidemizdedir. (dini inanç).
Kremlin 10 tane Putin, 20 tane Stalin tarafından yönetilebilir, Rusya dünyanın en güçlü devleti de olabilir fakat Moskova bize hiçbir zarar veremez (Yüce Allah'ın belirlediği dışında). Tabi biz mücadelede ve siyasetimizde Şeriat'a sıkı sıkıya sarılırsak...
Buna karşın Kremlin, en zayıf ve akılsız kişi tarafından yönetilse ve Rusya da dünyanın en güçsüz devleti olsa biz Müslümanlar Şeriat'tan sapacak olursak hiç kuşkusuz savaşı kazanıp Kremlin'i almış dahi olsak kaybetmiş oluruz.
Putinler, Budanovlar, Kadırovlar ve bunun gibileri daima var olacaktır. Onlar ancak her şeyi istediği gibi belirleyen, böylelikle insanları başkalarıyla sınayan Yüce Allah'ın kuduz köpekleridir. Fakat bu köpeklerin hareket ettikleri yol bizim hareketlerimize bağlıdır.
Peygamber(s.a.s)'in ashabı başarısızlık ve yenilgilerine sebep aramak için hiçbir zaman düşmanlarına bakmadı. Onlar her zaman nedenleri kendilerinde ve kendi eylemlerinde ararlardı. Sahabe zamanından, onlardan birinin diğerlerine Peygamber(s.a.s.)'in tüm sünnetlerine uyup uymadıklarını incelemek konusunda yaptığı teklifle ilgili meşhur bir rivayeti anımsamak yeterli olacaktır:
Bir savaşta, mücadelenin kızıştığı bir zaman sahabeler, sabahleyin dişlerini fırçalamayı unutmuşlardı(Bu Peygamber(a.s.m)'in en önemli sünnetlerinden biriydi). Bir başka muharebe öncesi, sabah erkenden dişlerini misvak kullanarak temizlemeye başladılar. Düşmanlar surların pencerelerinden bakınca garip bir şeyler olduğunu gördü ve Allah onların kalplerine korku düşürdü. Kale koruyucuları düşündüler ki; Müslümanlar o kadar öfkeliler ki kendilerini canlı canlı yemek için dişlerini keskinleştiriyorlar. Çatışma başlamadan düşman, kale duvarlarını açtı ve fatihlerin merhametine teslim oldu.
Bu tarihi olay (buna benzer bir çok olay gibi) kaydedilmiş ve belgelenmiştir. Misvak gibi küçük bir şey düşmanın kaybetmesine sebep olduysa politikamızda anti-İslami, yanlış argümanlara bel bağlayarak ne gibi bir başarı kazanabiliriz.
Bizim milyonlarca topumuz yok, nükleer silahlarımız yok. Eğer bu durumu "reel politik"lerin pozisyonundan değerlendirirsek Rusya ile savaşmamız tamamen saçmalıktır. Fakat silahlarını kuşanıp 8 yıldır Rusya'ya karşı savaşanlar "reel politiklere" veya "Çeçen Süpermen" hikayelerine bel bağlamıyorlar. Mücahidler Allah'a güveniyorlar ve her geçen gün realistlerin anlayışlarındaki saçmalığın, bu zayıf dünyada kendi varlıklarından daha gerçek olduğunu gösteriyorlar.
Eğer biz savaşta Allah'a güveniyorsak politikada neden O(c.c.)'ndan başkasına güveneceğiz?
Eğer Rus kafiriyle savaşımızda yegane gücümüz Allah'ın yardımıysa neden bu yardımı siyasetimizde reddediyoruz?
Ve bu durumda başarı için hesaba kattığımız temel nedir?
Demokrasi üzerine kısaca
Demokrasi, gücün yasal kullanımını tekeline almıştır. Başka herkes bu haktan esirgenmektedir.
Lyndon Johnson, ABD Başkanlığı döneminde demişti ki; "Önce onları zapt etmelisiniz, sonra da onların beyinlerini ve kalplerini..."
Müslümanların kalplerini ve zihinlerini ele geçirmek, İslami hayat tarzını ve değerleri yok etmek, sonunda da kendi kanunlarını ve ahlaklarını empoze etmek onların asıl amaçlarıdır.
Kim demokrasinin Lyndon Johnson'un dediğinden birazcık daha farklı olduğunu düşünmek isterse demokrasinin kuramcılarının kitaplarını okuyabilir. Mesela Batı Demokrasisinin ideologlarından, Washington'daki Amerikan Girişim Enstitüsü hocalarından Joshua Moravchik'in "Demokrasinin İhracı, Amerika'nın Kaderini Gerçekleştirmek" isimli kitabı veya İslam'a karşı askeri ve ideolojik savaşı belirleyen ve destekleyen diğer yazarların kitaplarını okuyabilir.
Bunlar, Amerika'nın dışarıya "Demokrasi İhracı"nı haklı çıkarmaktadırlar. Bugünün Amerika'ya iman eden Uluslar arası Anti-İslami Birlik'e mensup liderleri, "ideallerini ve fikirlerini inanca çevirmenin ahlaki ve insani bir zorunluluğu" imiş gibi O'nun değerlerini başkalarıyla paylaşıyorlar. Bir başka deyişle, demokrasiyi din haline getiriyorlar.
Demokrasi dininin ideologlarının bu ideolojik çerçeveleri, bizi bu yorumun başlangıcında ortaya atılan iddiaya ve onu onaylamaya götürür.
Şimdi bu iddiayı tekrarlayalım:
Her devletin temel kökeni dindir. Bu din(veya ideoloji) devletin temel yapı taşıdır.
Şeriat ilkeleri şunu iddia eder: Dinlerde çokluk yoktur. Ancak iki din vardır, o da İslam ve küfürdür. Devlet sistemlerinde de sadece iki çeşit vardır: Allah'ın hakimiyeti temeli üstüne kurulan devlet veya Tağut'un hakimiyeti temeli üzerine kurulan devlet... (diktatörlükten demokrasiye, farklı formlar üzerine kurulan).
Diğer bütün isimlendirmeler, bu basit gerçeği gizlemek için kullanılıyor.
Press Medya
Muhtesem!!!Allah yar ve yardimciniz olsun!!Bizede Dua etmenizi bekliyoruz!!!Gazaniz Mübarek olsun!!.Sabir Savas
YanıtlaSilZafer!!!.Yarab!Senin Rizan icin Cihad eden-Savasan Tüm Cebhelerdeki Mücahit ve Mücahide Kardeslerimize SABIR ve ZAFER
Nasip Eyle!!!Sehitlerimizi Sehitler Ordusuna Dahil Eyle!!Gazilerimize ve Hastalarimiza Acil Sifa Nasip Eyle!!!Yer
Ordunu,Gök Ordunu,Sehitler Ordunu ve Melekler Ordunu Bizlere Yardimci Kil-Onlari Etrafimizdan Ayirma!!!Yarab Kafirler
elinde Esir Olan Basta KUMANDANIMIZA(SM) ve Tüm ESIRLERIMIZE Saglik-Sihat ve Afiyetler Nasip Eyle En Kisa Zamanda
Ellerimizin Kavusmasini Nasip Eyle!!!Kafirlerin ve Münafiklarin CATILARINI Baslarina YIK-Onlari Birbirlerine KIRDIR
YARABBI!!!.YA ZAFER(SERIAT)YA OLUM!!!!!.....