T a r a f s ı z D e ğ i l i z

(anadoluhaber) Prof.Dr. Haydar BAŞ'ın Fethullah GÜLEN'e "Dinler Arası Diyalog" un Gerçekleşemeyeceği Hakkında Yazmış Olduğu Mektup

 
Sayın Prof.Dr. Haydar BAŞ’ın Fethullah GÜLEN’e yazmış olduğu mektubu "Dinler Arası Diyalog" un gerçekleşemeyeceğine dair kesin deliller içermesi maksadıyla siz sayın kardeşlerimin de bilgi edinmesi maksadıyla tekrar yayımlıyorum.

 

Selam, saygı ve dualarımla.

 

Yakup MUSA

 

19.07.2009

 

 

 

 

PROF. DR. HAYDAR BAŞ BEY'IN SN. FETHULLAH GÜLEN'E YAZDIĞI TARİHÎ MEKTUP






"Muhterem Kardeşim Fethullah Efendi,

Allah'a hamd, Resulüne salât ü selamdan sonra mektubuma başlarken zat-i âlinize ve camianıza selam ve muhabbetlerimi sunarım.

Malumunuzdur ki, Mü'minlerin birbirlerini sevmeleri, sırat-ı müstakim üzere bulunmaları, varsa noksanlarını telafi edip birbirlerine yardıma olmaları, hakkı tavsiye etmeleri ve gerektiğinde emri bi'l ma'rûf - nehyi ani'l münker yapmaları Hakk'ın emri gereğidir ve bir vecibedir. "Müminler ancak kardeştir" ve kardeşler, birbirine yıkayan iki el gibidirler. Kardeşin kardeş üzerinde hem hakkı hem de sorumluluğu vardır. Eğer bir Mü'min kaderin şevkiyle bir camianın sorumluluğunu taşıyorsa bu sorumluluk, bu vebal daha da artmakta ve önem kazanmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden mes'ûlsünüz" buyurmaktadır. Bu sebepledir ki, birbirimizi lüzum görülen hususlarda aydınlatmak, istişare etmek, varsa bir yanlıştan sakındırmak, üzerimize bir borç olduğu gibi, kardeşlik hukukunun da bir gereğidir.

Öte yandan zat-i âliniz ve arkadaşlarınızın ülkemizde ve dünyada yaptığı hayırlı hizmetleri takdirle karşılıyor ve hayırla anıyoruz. Bu cümleden olarak bu mektubu, hem bir istişare maksadıyla hem de bir mükellefiyetin gereğini yerine getirmek üzere yazıyorum.

Zat-i âliniz ve hizmet camianızla ilgili olarak kamuoyunda tartışılan, medya yoluyla aleniyet kazanan ve aşağıda bir kısmına temas edeceğim hususlarda, i-nancımız, yolumuz İslam adına ciddi endişelerim hasıl olmuştur. Belki de meseleler, intikal ettiği gibi değildir, ki öyle olmasını çok temenni ederim fakat değil mi ki hadiseler bir noktaya gelmiştir ve tartışılmaktadır; o halde ciddiyet kazanmıştır. Eğer meseleler saptırılıp, kamuoyuna yanlış izlenim veriliyorsa, basın yoluyla tekzibinin çok isabetli olacağı kanaatindeyim.

Yaşadığımız devrin şartlarının zorluğunu ve vahametini kabul etmekle beraber, Mü'minlerin (hele de hizmette Öncü olup bir camiayı temsil ediyorlarsa) u-sûl ve metod açısından basiret vefirasetle yürümeleri, ancak Hakk'ın hududunu da korumaları bir zorunluluktur. Mevzuat ve hukuka ters düşmeden, Devlet ve Millet bütünlüğünü koruyarak zira bu Devlet, bu Millet bizimdir müsamaha hudutlarını sonuna kadar zorlamalı, fakat asla tavize yaklaşılmamalıdır. Buna hakkımız olmadığı gibi, Hakk'a ancak hak ölçülerin korunması suretiyle hizmet edilebileceği, diğer gayretlerin ise hizmet değil, bir vebal olacağı bilinmelidir. Bu ölçüler içerisinde, zat-i âlinizi incitmeden maksadımı anlatabilmek ümidiyle, bizi endişeye sevk eden hususlara ana hatlarıyla temas edeceğim.

I- Bir müddet evvel basına yansıyan bir beyanatınızda başörtüsüne "teferruat" demişsiniz. Bu söz, İslam'ı tahrif etmeyi meslek edinenler tarafından ele alınarak neredeyse tesettürün lüzumsuzluğuna hükmedildi. Belki maksadınız bu değildi, fakat olaylar sonuçlarıyla ölçüdür.

Çok iyi bilirsiniz ki tesettür, başörtüsü bir vecibedir, farzdır. Ayetlerle sabittir. Ayette başörtüsü, "Hamr" kelimesiyle anlatılır. Bir manası başı, diğer bir manası da göğsü örtmek hakkındadır. Ma'lumu-nuzdur ki, lafızların kelime manası esas alındığında mesele sapar ve saptırılır. Zira bu kelimenin elliye yakın manası vardır. Bir manası da içkidir. Sadece kelime manasından yola çıkarak kalkıp da ayette geçen 'Hamr' kelimesini içki anlamıyla kabul edersek "içkiyi örtmek" gibi bir şey ortaya çıkar ki, bu mantıksızlıktır.

O halde mefhumları, lafızların kelime manasıyla uğraşıp saptırmadan, İstılahı mana üzerinde durmak, ayetlerin nüzul sebeplerine inmek ve tarihî tatbikatı da dikkate almak esas olmalıdır. Nitekim tesettür ayeti indikten sonra, Müminlerin Annesi Hazreti Zeynep validemiz, hiç dışarı çıkmamıştır. Yine biliriz ki, bir farzı basite almak, helâli haram, haramı helâl kabul etmek, itikadı açıdan pek vahim sonuçlar doğurur. Neden Allah'ın emirlerini tartışma konusu yapmaya sebep oluyoruz? Bu bir mecburiyet midir? Mecburiyet ise nereden kaynaklanmaktadır?

II- Yine günümüzde Kur'an-ı Kerim'i tahrif planları yapan çevreler ve bunların avukatlığına soyunan İslam muhalifleri var. ''Yeniden yapılanma' adı altında İslam'ı, reformcu bir mantıkla tahrife kalkışmaktadırlar. Sanki Resûlüllah (s.a.v), Kuran-ı Kerim'i anlayamamış da, 14 asır sonra bu hilkat garibeleri anlamış... Bunlara göre "Hadis-i şerifler uydurmadır, îcma, kıyas, mezhep ve meşrep gibi kavramlar yoktur. Müctehid imamlar komisyoncu, Müslümanlar yobaz; İslam 1400 yıldan beri hiç anlaşılmamış.." Bunlara göre, 'Mezhepler haktır' demek küfür; ama lafzı da mu'cize olan Kur'an-ı Kerim'i Türkçeleştirmek uğruna, mezhep i-mamlannın fetvaları pek muteberdir ve asıldır.

Bu kadar vahim dalâlet, sapıklık ve tezat içinde yüzenlere binbir zahmetlerle kurduğunuz TV kanalınızda zehirli fikirlerini yayma fırsatı veriyorsunuz. Bundan daha da vahimi, sözünü ettiğimiz şahıs ve şahıslara plaket vermek suretiyle ödüllendiriyorsunuz; bunun adı tolerans, müsamaha oluyor. Böylece hem bu gibiler özendiriliyor, hem de büyük kitleler bu yapılanların meşru olduğu zannına kapılıyor. Buna razı olacağınıza asla inanmıyorum.

III- Basında ve kamuoyunda müşahade ettiğimiz daha büyük bir yanlış ise, Hıristiyan din öncüleriyle yakınlıklar kurulması, karşılıklı dostluk mesajları gönderilmesi ve bu yolda birlik-beraberlik, işbirliği, iyi niyet havasının verilmek istenmesidir.

Hatta son günlerde çıkan bir haberden takip ettiğimize göre bir iftar sofrasında bir Hıristiyan temsilciye dua ettiriliyor. Temsilci duasında teknik bir şekilde Allah Resûlü'nü tanımadığını ifade ediyor. "Ortak yanımız Allah-u Ekber dir. Allah-u Ekber diyelim" diyor. Şimdi soruyorum; "Muhammed'ür rasûlullah" demeden, gerçek manada Allah-u Ekber demek nasıl mümkün olur? Belli ki bu demagojidir. Bu şahıs, muharref İncil'e dayalı teslis inancını taşıyan ve Kur'an-ı Kerim'de şirk olduğu ifade edilen Hıristiyanlığı cazip ve meşru göstermek maksadındadır. Güya iki din arasında ortak bir taraf bulunuyor ve bu basın yoluyla kamuoyuna arzediliyor. Halbuki küfür olan Hıristiyanlık ile yegâne hakkın kendisi olan İslam'ın hiçbir ortak yanı yoktur. Küfür ile hak, karanlık ile aydınlık nasıl ortak cihet taşıyabilir?

Kaldı ki küfürde olanların duası makbul olmadığı gibi, böyle bir duayı meşru ve faziletli saymak da itikadı açıdan tehlikelidir. Bilindiği gibi itikadı konular son derece büyük bir önemi haizdir. Küçük bir açı farkı, vahim neticeler doğurabilir.

Sizden sâdır olan küçük bir açı farkı, topluma genişleyerek yansır. Hıristiyanlarla tesis edilmiş gibi görünen samimiyet bağı, muhabbet havası ola ki, gençliğe "Hıristiyan da olunabilir" kanaatini verirse, bu hatanın tamiri mümkün olamaz. Kimse de bu vebali kaldıramaz. Bütün bunlar sizin malumunuzdur.

Çok iyi biliniz ki, 'kelime-i tevhid' ancak nübüvvetle tamamlanır. Allah Resulünü inkar edenler, "Allah-u Ekber" kelimesinde nasıl samimi olabilirler?

Biz Hıristiyan veya diğer din mensuplarıyla görüşülmesin, irtibat kurulmasın demiyoruz. Ancak onlarla olan ilgi ve irtibat, Hakk'ı ketmetme-mek ve açıkça söylemek şartıyla meşrudur. Yani tebliğ esastır.

Nitekim Allah Resulünün o devrin Hıristiyanlanyla olan görüşme ve münasebetleri, tam bir tebliğ örneği ve hakkın beyanı şeklinde cereyan etmiştir.

Kur'an-ı Kerim'de Al-i Imran suresinin ilk seksen ayetini ve Meryem suresini ibretle inceleyiniz! İstirham ederim.

Bakınız ilgili ayetler;
Al-i İmran (1-8,18-32, 35-37, 42-51, 53-62, 62-64, 79-80, 85-86) ve Meryem (21-25).

Bakınız, şu ayet Hıristiyanlar hakkında inmiştir;

''De ki: Allah'a ve Rasûlüne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki, Allah kafirleri sevmez."
(Al-i İmran -32).
"Andolsun 'Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler kafir olmuşlardır."
(Maide-73)
"Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler."
(Al-i İmran -28).

Kaldı ki haham ve papazlarla işbirliği ihtiyacı nereden çıkmaktadır? Kimin için, neye ve kime karşı bir ve beraber olunacaktır.? Ancak ilhad fikri ve ateizm öldüğüne göre bu taviz, bu tahribat, bu zillet nedendir?

Bu tutum insanlara Hıristiyanlığı normal ve meşru kabul etme hissiyatını verir ki, gençliğimiz, teknolojik üstünlüğü elinde tutan Hıristiyan dünyasına, Hıristiyanlık dinine meylederlerse bu vebali kim taşıyabilir?

Nitekim bütün şehirlerimizde ve özellikle İstanbul, izmir, Ankara, Eskişehir ve Adana gibi vilayetlerde gençlere İncil okutma faaliyetine başlanmıştır. Ve bilmekteyiz ki, asırlardır süren Hıristiyanlaştırma ve misyonerlik faaliyetleri, özellikle günümüzde daha da organizeli ve sinsi bir şekilde hız kazanmıştır. Hâlâ tarihi haçlı taassubunda İstanbul, İzmir ve hatta Anadolu kurtarılmayı bekleyen işgal edilmiş topraklar olarak algılanıyor ve öğretiliyor.

İspanya'yı düşünün ki, 800 yıl yaşayan bir İslam medeniyetinden bugün bir iz bile bulamazsınız. Ehli küfrün hesabının ileriye dönük ve intikam dolu olduğunu asla unutmamalıyız. Sekiz asır Endülüs Müslümanlarının yaşadığı İspanya'da bir tek Müslüman bırakılmamış, hepsi katledilmiştir. Halbuki İstanbul'un fethinin üstünden 545 yıl geçmiştir. Sırplar, Bosna'da katliam yaparken 'Hedefimiz İstanbul-Anadolu, hatta Horasan' diyorlardı; unutmayalım. Haçlı taassubunun doğurduğu kin, tarih boyunca hızından hiçbir şey kaybetmeden yaşatılmaktadır.

Son günlerde manevi ve dini değerler üzerinde çıkarılan tartışmalar sebepsiz değildir. Bu, uluslararası organizeli bir güç tarafından planlanmakta, bu hususta yerli uşaklar kullanılmaktadır. İyi bilelim ki hedef, sadece dinimiz değil, devletimiz ve hatta vatanımızdır.

Bir baskı ve yılgınlık hali sergilenmesi de anlamlı değildir. Zira zat-i âliniz hukuk dışı bir iş yapmıyorsunuz ki, korkup endişe edeceksiniz.
Yaptığınız millete ve vatana hizmettir.

Kaldı ki siz, ne bir siyasi lidersiniz, ne de İslam namına seçilmiş bir temsilcisiniz. Her iki halde de böyle badirelere düşmenin anlamı yoktur. Nitekim biz, devlet ve millet kucaklaşmasıyla milli bütünlüğü temine çalışıyor, mevzuat ve hukukun üstünlüğünü hayata geçirmeye gayret ediyoruz.

Biz, bu tartışma, istişare veya uyarıyı nefsanî bir hesapla ve de kötü örnek teşkil edecek şekilde kamuoyu önünde yapmıyoruz. 'Kol kırılır yen içinde...' denildiği gibi, bu bizim kardeşlik ve inanç beraberliğinden kaynaklanan görevimizdir.

Samimiyet, ihlas ve vefanıza inandığım kardeşim o-larak, bu açık ve samimi düşünce ve uyanlarımı, edil-le-i şer'iyye ölçüleri ve hassas inancınız ve vicdanınızla kâmil anlamıyla değerlendirip, bir nefs muhasebesi yapacağınıza inanıyor, bu vesileyle tekrar kalbi muhabbetlerimi arz ediyorum. Allah'dan Sırat-ı Müstakim üzere daim bulunmanızı niyaz ediyorum".

Prof. Dr. Haydar Baş

(Bu Mektup Fethullah Gülen'e Papayı ziyaretinden bir hafta önce yazılmış ve bir heyet tarafından götürülmüştür. Mektup'ta ifade edilen tereddütlere gerek bizatihi veya gerek yayın organlarında

 

 

 

 

malesef bir cevap alınamamıştır. Hemen akabinde Papa ziyaret edilerek o meşhur mektup Papa cenaplarına! takdim edildi ve "Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz." ifade edilmiştir. Bu sebeple bu 11-12 Şubat 1998 tarihinde YENİ MESAJ GAZETESİ'nde yayınlanmıştır )

 

FETHULLAH GULEN'IN PAPA'YA MEKTUBU


Muhterem Prof. Dr. Haydar Baş hocamın, Fethullah Gülen beye, Papa'ya yaptığı ziyaretten kısa bir süre önce, bir grup arkadaşla gönderdiği, fakat aradan uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen; "Hoşgörü ve nezaketlerinin gereği cevaplarını, bir Müslüman'a yakışır usulle ulaşmasını beklerken" cevap verilmeyen mektubu yukarıda sundum sizlere.

Prof. Dr. Haydar Baş Bey, bu mektubunu, sayın Gülen'in; "Papa'yı ziyaretleri sebebiyle bir TV programında 'Hoşgörüyü, bilmeyen bazı çevrelerden tepki aldığına" işaret etmesi üzerine Yeni Mesaj Gazetesinde yayımlamıştı.

Mektuplaşmanın selamlaşma ile eş anlamda olduğu kültürümüzde, sayın Gülen, tam metin olarak sizlere sunduğum Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in mektubuna cevap vermek yerine "Papa Cenapları"na mektup sunmayı tercih etmişti.

10 Nisan 1998 tarihli Zaman Gazetesi'nde ve Aksiyon Dergisi'nin 167. sayısında yayımlanan, büyük bir sitayişle bahsedilen ve İslam tarihinde ikinci bir benzeri olmayan bir usul ve içerikle yazılan o mektup Katolik Dünyası/nın hem ruhani hem de dünyevi lideri Papa'ya sunulmuştu.

"Pek muhterem Papa cenapları" ("Cenap" kavramı biz de daha çok Cenab-ı Allah, Cenab-ı Peygamber örneğinde olduğu gibi Allah ve Resulü hakkında kullanılır) üst başlığıyla başlayan mektubun içeriği çok daha ilginçti.

İçeriğini, hem akaidimiz açısından, hem de millî bütünlüğümüz açısından ele almamız gerek. Sayın Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in mektubundaki muhteva ile mukayese etmeniz için, sayın Gülen tarafından Papa'ya sunulan o mektubun tamamını da sizlere sunuyorum.

İşte o mektup:

Pek muhterem Papa cenapları,

Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıalilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.

Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.

İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslam'ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkanını bağrına basacaktır.

Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkar etmiştir. Bilginin tamamı Allah'a aittir ve din Allah'tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişebilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinlerarası diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.

Kendi memleketimizde şimdiye kadar çeşitli Hıristiyan mezheplerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını acizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, karşı durabiliriz.

Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetlerarası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrarlamak istiyoruz. Halihazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağları güçlendirmeye yönelik olarak dinler arası diyalog konusunda Vatikan'ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenleme sürecinde bulunuyoruz.

Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu'daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlikler önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel'in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkur kutsal mekanları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve şevkle selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs'ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir.

Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile, ilki Washington DC'de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz. İkinci serinin zamanı için Hz. İsa'nın doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir.

Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim'in doğum yeri olarak bilinen Urfa şehrindeki Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu, ya Harran Üniversitesi'ndeki programların genişletilmesi suretiyle ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin edecek şumullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir.

Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bunlar erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun.

M. Fethullah Gülen / Rabb'in aciz kulu / 9 Şubat 1998

Link : http://arsiv.aksiyon.com.tr/arsiv/167/

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Prof. Dr. Haydar Baş'tan sakınılan ama Papa'ya sunulan, bana göre son derece talihsiz, kimilerine göre sayısız "hikmet" içeren mektup Türkiye'de bir çok şeyin de adeta start düdüğü oldu. Mektup sonrası Türkiye'de "Dinlerarası Diyalog" çalışmaları daha da yoğunlaştı.

İçlerinde çok tuhaf Türkiye haritaları bulunan ve bu haritalarda vilayet ve bölgelerin isimlerinin Latince yazıldığı incil satışlarında patlamalar yaşandı.

Misyonerlik faaliyetleri gemi azıya aldı.

İslam hakkında herkes ahkam kesmeye başladı. Bol hahamlı, papazlı, kardinalli sempozyumlar organize edildi.

"Benim dinim son dindir iddiası en büyük dinsizliktir" gibi korkunç mantıklar yürütülmeye başlandı.

Urfa'da yapılan sempozyumda, ki, Urfa'nın Haçlı ordusu için özel bir anlamı var, "Müslüman" bir kadın Hıristiyan bir erkekle haham, papaz ve müftü üçlüsü önünde nikahlandırıldı. Halbuki bu sadece bir mizansendi. Çünkü söz konusu çift yıllardır zaten evliydi.

Aynı günler damat Lester'in; "Şehadet getirerek hem Hıristiyan, hem de Müslüman olduğunu" Zaman Gazetesi'nde okuduk.
(Bkz., 14-17 Nisan 2000 tarihli Zaman Gazetesi)

Fethullah Gülen Beyin manevi himayeleriyle kurulan Zaman Gazetesi'nin büyük bir övünçle verdiği bu haberin vuku bulduğu organizeyi, yine sayın Gülen'in fahri başkanı olduğu "Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı" organize etmişti.

Biz bunları eleştirmiş ve hem dini bütünlüğümüz, hem de milli bütünlüğümüz için ne denli tehlike arz ettiğini yazmıştık.

Bugün meydanlarda ve medyada ben "değiştim" diyen sayın Recep Tayyip Erdoğan da Belediye Başkanı olduğu dönemlerde, belediye kasasından ve belediye tesislerinden bu diyalog çalışmalarına katkıda bulunuyordu.

Aynı sihirli kelime "Değişim" o yıllar Zaman Gazetesi'nde de kendisini gösteriyordu.

Bizim gibi, herkesi hayrete düşüren bu değişimi sorguladık biz. Yoksa sayın Gülen'e veya bir başkasına hakaret etmedik.

Girişte ancak birkaç misal verebildiğim büyük bir değişim süreci yaşandı bu kadroda. Değişim öncesi ne diyorlardı ve değişim sonrası ne demeye başladılar, her iki evreden de tarihleriyle beraber örnekler verdik. Bizim kadar, başkalarının da cevaplanmasını isteyeceği bu değişimin sebebi şu ana kadar açıklanmadı.

Açıklama yapmak şöyle dursun "niye böyle değiştiniz?" diye kendilerine soranlara da siz bizi kıskanıyorsunuz, bizi çekemiyorsunuz, yaptığımız çalışmalar sizi çatlatıyor... şeklinde karşılık verdiler. Bu ithamlara maruz kalanlarız bizler.

O günlerde sorduk yine soruyoruz:

a- Bu dillere destan değişim öncesi sizin aleyhinizde herhangi bir beyanımız oldu mu?

b- Sizi eleştiren, "hoca efendinizi" tenkit eden, suçlayan bir yazımızı, bir konuşmamızı belgeleyebilir misiniz?

c- Eğer böyle bir yazıyı belgelerseniz, şu ana kadar yaptığımız bütün haklı eleştirilerden vazgeçeceğiz ve taassup ettiğimizi, sizi kıskandığımızı peşinen kabul edecek ve sizlerden özür dileyeceğiz.

d- Tam aksine, muhterem Prof. Dr. Haydar Baş hocamın yaptığı "Haftanın Sohbeti" programında bu değişim öncesi, yaptığınız hizmetlerden övgü ile bahsettiğini benim gibi herkes hatırlamaktadır.

e- Bizler aynı değişim sürecini yaşayan herkese aynı şekilde gereken ikazlarımızı yapmışız. Değişim öncesi yayın organlarımızda makalelerini yayımladığımız "çıplak uyarıcı" buna başka bir misaldir.

f- Her iki dönemde de Sahibi ve Genel Yayın Müdürü aynı olan bir gazete bu denli nasıl değişir, dün kara dediğine daha sonra nasıl ak der? Farklı din mensupları önceleri toplantılarını takip etmeye müsaade etmedikleri yayın organına daha sonra nasıl özel açıklamalarda bulunabiliyor? Bunu şaşkınlıkla karşılamak niye suç oluyor ki?

g- Bir dönem ihanetle ve küfürle suçladığınız kişilerle daha sonra "Amentüde/imanda birliği" nasıl ilan edebiliyorsunuz? Önceden yerin dibine batırmaya çalıştığınız bu insanları daha sonra göğe çıkarma gayretleriniz neyin karşılığı? Öncesi niye öyle, sonrası niye böyle? Bunun sebep veya sebeplerini açıklamanız gerekirken size Müslüman olarak ikaz vazifesini yapanlara bir takım basit ithamlarda bulunmaya kalkışmanız niye?

 

 

 

 

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.