Necati Doğru
Cici baba kaçtı otobüs yokuşu çıkamadıkça suya zam gelecek!
Ülke ekonomisinde 20 yıl önce uç veren büyük değişim; sıçramalar, kırılmalar, atlamalar, fırlamalar yaratarak hayatı etkiledi. Hayat etkilenince gazeteler de uyuma geçti. Önce ekonomi sayfaları doğdu, sonra da analiz yapanlar, yorum yazanlar çoğaldı.
Gerçekten iyi oldu!
Müthiş yazılar var.
Kapsamlı analizler.
Öğreniyoruz.
Ekonomi yazarı arkadaşlar analiz-sentez-yorum döktürüyorlar, söz gelimi son zamların nedenlerini modelin mantığı açısından açıklıyorlar.
Her şeyi yazıyorlar.
Bir şeyi unutuyorlar.
Ben de söylenmeyeni söyleyeyim: İktidarın bize bulduğu "cici babamız" kaçtı, suya da zam gelecek, benzine de, sigaraya da, vergilere de; havaya, toprağa, selam vermeye, namaza durmaya, okula gitmeye, hastaneye uğramaya, kefene girmeye, evlenmeye, canımın içi demeye de zamlar yağacak. Durmayacak, hep yağacak; bu zamlar işsizliği daha da artıracak.
Çünkü cici babamız kaçtı.
Bizi terk etti.
İktidar partisi AKP, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da üstün hitabetiyle omuz vermesi ve liderlik karizmasıyla destek sunmasıyla, "halka bir cici baba" bulmuştu!
Asıl baba değil.
Asıl babamız ölmüştü.
Halkımızın dul kalmış anasına küresel finans sisteminden bir cici baba peydahlanmış, anamızla seviyeli küresel beraberliğe sokulmuştu.
Cici baba veriyor.
Bizler yiyorduk.
Belediyeler, yokuşu çıkamaz otobüsler alıyor, yandaşlardan "zift danışmanı" tutup trilyonlar ziftleniliyor, doğal gaz halka satılıyor BOTAŞ'ın parası verilmiyor, Çankaya Köşkü'ne trilyonlar harcanıyor, Başbakan üçüncü uçağını alıyor, seçimlerde valiler kömür getir götürcüsü yapılıyor, her anlamda hortumlama diriliyor ve yükselen harcamaların karşılığı olan parayı hep cici baba ödüyordu. Zamlara gerek yoktu.
Cici baba!
Yabancıya borçlanıyor.
Eldekini avuçtakini satıyor.
Anamızın, rahmetli babamızdan ve dedemizden kalan bileziklerini, gerdanlıklarını, tarlasını, dükkânını (milli serveti) ucuz ucuz elden çıkartıyordu.
Örneğin İstanbul şehri kadar nüfusu olan komşumuz Yunanistan telefon şirketini 20 milyar dolar değer üzerinden satarken, 73 milyonluk Türkiye'nin telefon şirketini bizim cici baba, 12 miyar dolar üzerinden elden çıkartıyor, TEKEL'in içki bölümünü 300 milyon dolara (onu alan 900 milyon dolara satıyor) ülkenin tek alüminyum tesisi Seydişehir fabrikasını, yanında Oymapınar Hidroelektrik Santralı'nı, 7 maden ocağını, 1300 adet lojmanı, 200 yataklı misafirhaneyi ve koca Antalya Limanı'nı hepsi birden sadece 300 milyon dolara veriyor, havameydanı, liman, şehir suyu, kanalizasyon, trafik araç muayenesi imtiyazlarını ucuz ucuz kaptırıyordu.
Cici baba ucuza satıyor.
Biz de hazırı yiyorduk.
Zamlara gerek yoktu.
Cici baba "cari açık" seviyor, bize de "cari açığa sıkı sıkı yapışmamızı" öğütlüyor; cari açık büyüdükçe ekonominin büyüdüğünü, Çin'den ucuz mallar geldiğini, enflasyonu ucuz Çin mallarıyla indirdiğimizi anlatıp duruyor, "cici babamızın" kudretli kalkınma kaldıracı ithalat sayesinde vergi gelirleri de arttığı için zamlara gerek kalmıyordu.
Cici babamız vardı.
O, anamıza gece sarıldı.
Biz ona gündüz tutunduk.
1 ürettik, 3 yedik.
Esasen cici baba kriz gelmeden önce kaçmaya niyetlenmişti; kriz geldi, cici baba tüydü. Dış borç gelmez ve dış para akmaz oldu, elde anamızdan kalma satacak milli servet de kalmadı. Şimdi yokuşu çıkamayan ithal otobüs bize suya zam olarak geri dönüyor. AKP iktidarının ve Tayyip Erdoğan'ın "cici baba bulma modeli" çöktü, modeli diriltmek için IMF ile anlaşmaya çalışıyor.
Haberiniz olsun.
Yılmaz ÖZDİL
20 Temmuz
Temmuz
gecesi...
19'u
20'sine
dönüyor
usul usul.
Akdeniz'in
göbeği...
Ay batmış.
Zifiri
karanlık.
Bir balıkçı teknesi...
Işıkları sönük.
Pata pata, yarıyor suları.
Karaya 3
kilometre mesafe.
"Vakit tamam"
diyorlar.
10 kişiler...
Başlarında o.
Henüz üsteğmen.
*
Üzerinde kamuflaj, ayağında postal, sırtında su almasın diye naylonlara sarılmış hafif silahları, mühimmat... Bakıyor takımına, sözler yetersiz, sarılıyorlar, olur a, yakalanırlarsa, teslim olmaya niyetleri yok nasıl olsa... Helalleşiyorlar. Atlıyor suya.
Peşinden öbürleri.
*
Yüzüyorlar... 3 kilometre... Kamuflaj, postal, cephane, ıslanınca oluyor bin kilo sanki... Yüzüyorlar... Karaya ayak basar basmaz, ilk hedef, hellim peyniri kolilerinde getirilen ve balıkçı mücahitler tarafından Beşparmak'ın eteklerine gizlenen telsizler... Buluyorlar. İlk temas kuruluyor, "Vardık..."
*
Sonraki hedef, tepeci adı verilen, gözcüler... Geleceğimize pek ihtimal vermiyorlar ama, gene de tedbiri elden bırakmıyorlar, ki, gemi memi görünürse, aman haberleri olsun ha... Tepeliyorlar tepecileri birer birer, silah yok, gürültü yok, elleriyle; ruhları bile duymuyor.
*
Yokluyorlar araziyi... Görüyorlar ki, bizim istihbarat doğru, onların istihbarat yanlış, "Buralar sarp, çıkamazlar" dedikleri yerleri boş bırakmışlar, "Çıksa çıksa buraya çıkar" dedikleri, taaa uzak noktalara, uzak plajlara yığılmışlar.
*
Basıyor telsizin
mandalına...
*
Adana, Konya ve Antalya'dan kalkan jetlerimizin homurtusu Kıbrıs semalarını yırttığında, saatler 05.25'i gösteriyor... Balyoz inmek üzere... Rum'un kafasına dank ediyor ama, iş işten geçmiş... 35 dakika sonra, C-47 ve C-160'larımız görülüyor. Kapılar açılıyor...
*
Zirveye yakın o sırada.
Beşparmak'ta.
Kaldırıyor kafasını
üsteğmen.
Gülümsüyor.
EOKA'nın kara bulut gibi çöktüğü Kıbrıs'ın gökleri, beyaz baloncuklarla kaplanıyor. Türk paraşütçüsü yağıyor.
Sağanak.
*
Ufka bakıyor...
İşte oradalar.
Çıkarma gemileri
geliyor.
*
Ve, 35 sene sonra...
*
Gene bir 20
Temmuz sabahı...
*
Zaman ne çabuk da akıp gitmiş, orgeneral olmuş, ordu yönetmiş, çok kritik bölgelerde, sayısız görevlerde, tarifsiz fedakárlıklarda bulunmuş, o üsteğmen... Açıyor televizyonu ki, 35 sene önce henüz dünyaya bile gelmemiş olan genç muhabir, Silivri Cezaevi'nin önünden onu anlatıyor: "Vatana ihanet ettiği, çete kurduğu ve devleti yıkmaya çalıştığı için, 200 küsur sene hapsi isteniyor sayın seyirciler..."
Bekir COŞKUN
Tarihin kara sayfalarını yazıyorlar...
ÇOCUKLAR bugünleri tarih kitaplarından okuduklarında şaşıracaklar ve asla saygı duymayacaklar köklerine...
Türkiye kendi tarihinin kara sayfalarını yazıyor bugünlerde...
Nasıl olur?..
Yüz kızartıcı suçlardan sanık (şüpheli) olanların tümü dışarda:
Suistimal...
Sahtecilik...
Yalan beyan...
Zimmete para geçirme...
Nitelikli dolandırıcılık...
Resmi belgede tahrifat...
Sahtekârlık...
Dolandırıcılık...
Liste çok uzundur; aynı zamanda dini duyguları kullanarak "laiklik karşıtı eylemlerin merkezi olmak" gibi...
Ama cumhuriyet endişesi duyup bir çaba harcama gereğini duyanların tümü hapishanelerde yargılanıyorlar...
*
Kim anlatacak bunu topluma?..
Muhalefet yayını yapan üç televizyon:
Kanal-B...
ART...
Biz TV...
Üçünün de sahibi içerde, tesadüf müdür bu?..
Türbana karşı çıkarak laiklik endişesini dile getiren dekanların-rektörlerin hepsi sanık... İktidar karşıtı ağzını açan sivil toplum örgütü önderlerinin tamamı mahkeme kapılarında sürünüyor... Kafası-kıçı oynamayan ne kadar yazar-gazeteci-aydın varsa alıp götürdüler...
Ama zimmet, yalan beyan, suistimal, sahte belge düzenlemek, dolandırıcılık, sahtekârlık suçlarından sanık (şüpheli) olanlar yargılanamıyorlar.
Tersine Türkiye'yi yönetiyorlar...
*
Bu nasıl olur?..
Elbette tarih kitapları bunları yazacak...
"Yüz kızartıcı suçların" itibarlı ve iktidar olduğu... Ama "Atatürk ve devrimlerini ağzına alanların" suçlu sayıldıkları bugünler, iri harflerle yazılacak Türkiye'nin alnına...
Tarihin kara sayfalarının yazıldığı günlerdir bugünler...
İyi izlemelisiniz...
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.