8 Eylül 2009

[anadoluhaber:35208] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Link to ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Yeni düzenin öncüsü Türkiye olacak

Posted: 08 Sep 2009 02:34 AM PDT


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye'nin yeni düzen kurma misyonunun ayrıntılarını Gürcistan yolunda Akşam'a anlattı: "Yeni düzenin öncülüğünü biz yapacağız.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Tiflis yolunda Türkiye'nin kendisini ve bölgesini ilgilendiren dünya meselelerinde 'düzen kurucu, öncü rol oynaması gerektiğini' ve dış aktörlerin de Türkiye'nin bu rolünü benimsediğini açıkladı. Davutoğlu, 'Yeni düzenin öncülüğünü biz yapacağız' dedi

Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu, Gürcistan yolunda uçakta AKŞAM'ın sorularını yanıtladı. Geçen hafta Ermenistan ile normalleşme süreci çerçevesinde dile getirdiği ve 'neo-Osmanlıcı' tepkilerine yol açan 'Türkiye'nin yeni düzen kurma misyonu' projesinin ayrıntılarını anlattı. İşte Davutoğlu ile Utku Çakırözer'in sohbetinden satır başları:

BİLİNÇLİ KULLANIYORUM: Evet 'düzen' kavramını bilinçli olarak kullanıyorum. Soğuk savaş düzeni kalktı ama yeni düzen kurulmadı. Bunu kuracak aktörler soğuk savaşta olduğu gibi sadece iki aktör değil. Mesela Kafkasya'da düzeni Sovyetler ile ABD oturur tartışır ve kurarlardı. Ama şimdi Irak örneğinde görüldüğü gibi ABD tek başına kuramıyor. Gürcistan örneğinde görüldüğü gibi Rusya da kuramıyor. Başarı kazandı ama bir düzen kuramadı. Sadece kendi çıkarını koruyan bir statü tahkim etti.

TÜRKİYE DÜZEN KURUCU OLMALI: Bizim dediğimiz Türkiye'nin düzen kurucu rolü. Gerek Ortadoğu gerek Kafkaslar'da yeni düzen kurulması gerekir. Bunu kurarken biz aktif rol almak istiyoruz. Bu bir emperyal dürtü (kendine yöneltilen neo-Osmanlıcı iddialarını kastederek) değil. Bir gereklilik. 'Yeni bir düzen kurulması lazım, başkaları kursun, biz sonra intibak ederiz' deyip geri çekilebilirsiniz. Ama bu Türkiye'nin büyüklüğüne, ulusal çıkar anlayışına yakışmaz. Ya bir kaos yaşayacağız ve bu bizim işimize geliyor diyeceğiz ya da biz bir düzen fikrinin öncülüğünü yapacağız

DIŞ AKTÖRLER DE BENİMSİYOR: Türkiye'siz bir düzen kurulamaz. Dış aktörler bile Türkiye'nin düzen kurucu rolünü benimsiyor. İsveç'teki AB toplantısında 27 bakana konuştum. İki saatlik oturumun bir saat onbeş dakikasında ben konuştum. Ben emperyal dürtüyle, 'Osmanlı'nın çocuğuyum, dinleyeceksiniz beni ha yoksa falan' demedim.'

SIRBİSTAN'DA DÜZENİ BİZ KURDUK: Kim düşünebilirdi ki ben Sırbistan Dışişleri Bakanı'nı alıp Sancak'a gidiyorum ve biz orada iki partinin uzlaşmasını sağlıyoruz. Ama ne yaptık. Sırbistan hükümetini kuran hamleyi Türkiye yaptı. Tadiç hükümeti için iki oyu sağlayan ve iktidara gelmesini sağlayan biziz. Niye yaptık? Orada ılımlı bir hükümet olsun ki Kosova ile çatışmasın, Bosna - Hersek'te sorun yaratmasın.

İŞTE HAMLELERİMİZ: Kimseyi dışlamayan, empoze etmeyen katılımcı bir düzen bizim dediğimiz. İşte Ermenistan örneği. En katı düşman ülkelerle ilişkileri normalleştiriyoruz. Mısır gibi sizi rakip gibi gören ülkeyle oturup Ortadoğu'da neler yapabileceğimizi tartışıyoruz. Irak'a komşu ülkeler toplantısı, Suriye-İsrail görüşmeleri, Lübnan'da hükümetin kurulması için gösterilen çaba, Irak'ta Sünnilerin demokratik sürece dahil edilmesi düzen hamleleridir. Bugün geliş amacımız Gürcü-Abhaz meselesi de hallolursa o da düzen hamlesidir.

BU EMPERYAL DÜRTÜ DEĞİL: Bu hamleleri yapmadan Türk'ün Türk'e propagandası gibi Ankara'da oturup 'Biz şanlı milletiz, güçlü tarihimiz var' desek o zaman dedikleri gibi 'emperyal' bir şey olur. Öyle değil. Ama sen yapmazsan başkası kendi düzenini sana empoze edecek.

Türk kaptanı Saakaşvili'den isteyecek

Son dönemde Gürcistan 5 Türk gemisine Karadeniz'de durdurarak el koydu. Bunların üçü açık denizlerde yaşandı. Son yaşanan Buket gemisinin durdurularak kaptan ve mürettebatının tutuklanmasında gerilimin düşürülmesinde bizzat Davutoğlu devreye girdi. Personel serbest bırakıldı. Ancak geminin kaptanı Coşkun Mehmet Öztürk'ün serbest bırakılması konusunda nihai kararı Davutoğlu'nu bugün kabul edecek Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili verecek.

TİFLİS'E İKİ MESAJ

Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu'nun, Gürcistan'daki dünkü temaslarından edindiğimiz izlenime göre, Davutoğlu Tiflis'e şu iki önemli mesajla geldi.

1- Türkiye'nin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Ankara'da imzaladığı kapsamlı anlaşmalar ile geçen hafta Ermenistan ile başlatılan normalleşme süreci Gürcistan yönetimini kaygılandırmış. Davutoğlu bu gelişmelerin Gürcistan'ın çıkarlarına zarar vermeyeceğini tam tersine bölgesel istikrar ve kalkınma için büyük imkan yaratacağının altını çizdi.

2- Gürcistan'ın Türk gemilerine yönelik kötü muamelelerinin ardında yatan asıl sorun Gürcistan ile Abhazya arasındaki kötü ilişkiler. Gürcistan sadece Rusya tarafından tanınan Abhazya'ya yönelik katı bir izolazyon politikası uyguluyor. Davutoğlu, Tiflis'e 'Bizim Abhazya'yı tanıma niyetimiz yok. Ama sizin de Abhazya'yı izole etme politikanızdan vazgeçmeniz gerekir. Siz böyle yaptıkça onları Rusya'nın daha fazla kucağına iteceksiniz' mesajını iletti. Bu konu sadece Gürcistan için değil Türkiye için de önemli. Çünkü Türkiye'de Abhaz kökenli 400 bin kişi var.

ERİVAN İLE NORMALLEŞME

Davutoğlu bu çerçevede Gürcü meslektaşı Vaşadze'den Türkiye'nin Abhazya'ya bir yetkili göndermesi için istediği izni de kopardı. Davutoğlu ile aynı uçakta gelen Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ünal Çeviköz bugün Abhazya'ya geçerek Türkiye'nin mesajlarını bizzat götürecek. Gürcü makamları tanımadıkları Abhazya'ya bir Türk diplomatının gidişine ilk kez izin vermiş olacak.
Çeviköz de Abhaz makamlarına 'Bağımsızlık vizyonunuzu gözden geçirin' mesajını iletecek.

[anadoluhaber:35203] Re: Genelkurmay Başkanlığı'na Ait Olduğu İddia Edilen Belge!

Posted: 07 Sep 2009 08:55 AM PDT

Genel Kurmay Savcılığı varlığı ya da yokluğu hakkında hüküm verebilecek bir makam olmadığına ve konuyu askeri mahkemeye dahi götürmeye niyet etmediğine göre  sadece kişisel (tabi ne kadar kişisel ise o kadar kişisel) Kanaatini belirterek takibata gerek yok kanaatine varmıştır. Bunu GKB sanki dava görülüp delillerin incelenmesi mahkeme sonucu böyle bir karar çıkmış hüküm ihdas edilmiş gibi soruşturmanın önünü tıkamak da kullanıp ben belgenin gerçekliğini değil kimin sızdırdığını soruyorum diyor. Yani belgenin doğruluğunu soruşturtturmam diyor. Buna da ilgili mahkeme Tutuklama kararı ile alında gaçanmı diyor. Aynı gece Türkiyede alışık olmadığımız bir süratle başak mahkemeye itiraz ediliyor ve o mahkeme tutuksuz yargılanma kararı veriyor. Yani beraat değil dava devam ediyor. GKB tam bir suçluluk telaşındaki silahlı kişi olarak davranıyor.Yargılatmayız demenin farklı şekillerini söyleyerek hukuka ve milletimize meydan okuyor. Tıpkı Danıştay cinayetinin daha ertesi gün sanki suçlu yargılanıp dava birmiş gibi açıklamalar yapıp irtica yaptı diye bağırmak sureti ile aslında olayın bilgileri dahilinde yapılmış bir komplo olduğunu resmen tadat etmiş oluyorlar.
GKB ilk defa yalanlanmıyor. Aktütün Dağlıca başta olmak üzere pek çok konuda ve Hudson toplantısında yalanlanıp duruyor.
Buna rağmen böyle diyorsa bu söze destek verenler hata ediyorlar. Çünkü GKB lığı aslında silah benim elimde dilediğimi yaparım beni sorgulayamazsınız demiş oluyor. Ne meclis ne hukuk beni bağlamaz bu milleti sadece ben kimseye hesap vermeden(Tabi NATO hariç olsa gerek) hayvan gibi güderim demek istiyor ve bıktırıyor.
Hayır efendim bizleri öldürebilirsin ama hesabıda eninde sonunda verirsin. Çünkü bizler sizin marabalarınız değiliz. İşgal ettiğiniz bir ülkenin esir vatandaşlarıda değiliz. Biz bu ordunun sahibi olan Türk milletiyiz.. Hukuka uymaya mecbursunuz. Herkesin hukuk önünde eşit olması gereken ülkede böyle şeyler yapmakdan vazgeçip akla mantığa ve hukuka uymak zorundasınız diyoruz.
Bu işler yanlış geldi diye alikıran başkesen olarak vatanı dahi satsalar sessiz kalmamız isteniyorsa yanılıyorlar. Yalancılara da güven olmaz. Ordumuzun itibarınıda zedelemekte beis görmüyorlar. Böyle şey olmaz ve olmamalı.
A.D.Şimşek

06 Eylül 2009 18:44 tarihinde Yakup MUSA <yakupmusa@gmail.com> yazdı:

 

 

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI’NA AİT OLDUĞU İDDİA EDİLEN BELGE!

 

 

            Şu günlerde Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belge tartışılmakta ülke gündeminde yer almaktadır. Bu belgenin Genelkurmay tarafından hazırlandığı hükümet kanadınca üstüne basa basa kamuoyuna duyurulmaktadır. Böyle bir belge ne yazık ki mevcuttur. Ama Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK.) tarafından düzenlenmediği Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın yapmış olduğu soruşturma neticesi açıklanmıştır. Hükümet ısrarla bu açıklamayı yeterli bulmadığını söylemektedir. Eğer Genelkurmay tarafından hazırlandığından eminlerse bunu kesin delillerle ispatlamaları gerekir. Böyle bir delilleri olsaydı muhakkak bunu çekinmeden açıklarlardı.

 

            Gizlilik derecesi taşıyan bir evrak/doküman Genelkurmay veya herhangi bir askeri birlikte hazırlandığı zaman “bilmesi gerekenler prensibine” göre sadece konu ile alakalı personel/birimler tarafından bilinir. Diğer personel/birimlerin böyle bir çalışmadan haberleri bile olmaz. Gizlilik derecesi taşıyan bir evrak/doküman şayet dışarıya basın ya da ilgisiz sivil şahısların eline geçiyorsa o zaman İstihbarat/İstihbarata Karşı Koyma (İKK.)  yönünden ciddi bir zafiyet var demektir. Böyle bir evrak/dokümanı ele geçirip dışarı sızdırmak için içeride pusuda bekleyen art niyetli şahısların bulunduğu gerçeği daha çok tehlikelidir. Ama gözbebeğimiz olan TSK.  böyle bir zafiyete kesinlikle fırsat vermez varsa bile hemen gerekli önlemleri alır.

 

            Şimdi gelelim şu anılan belgeye. Böyle bir belgenin varlığı mevcuttur. TSK.’nın şimdiye kadar duruşu göz önüne alınırsa bu belgenin Genelkurmay tarafından hazırlanmadığı; şer mihraklarca hazırlanıp TSK. tarafından hazırlanmış gibi ortaya sunulduğu düşüncesini daha çok çağrıştırmaktadır. Ülkemiz için en büyük tehlikeyi teşkil eden halen Sayın Başbakanımızın da ‘Eş Başkanlığını’ yürüttüğü ‘BOP Projesi’ dir. Bu projenin malum amacı sözde muharref Tevrat’da vaad edilen topraklarda büyük İsrail’in kurulabilmesi için gerçekleştirilecek planın adım adım uygulanabilmesidir. TSK. bu projenin gerçekleştirilmesinde en büyük engeli teşkil etmektedir.

 

            Yukarıda da belirttiğim gibi TÜRKİYE’yi bu projeye kurban etmek isteyen, anılan projenin uygulanabilirliğini tehlikeye sokmak istemeyen şer mihraklarca hazırlanabileceği en çok ihtimal verilen varsayımı doğurmaktadır. Esasında bu yürütülen oyun yeni değildir. Eskiden beri süregelmekte, oynanmaktadır. Yerli işbirlikçilerin de yardımıyla bu yabancı oyunları ülkemiz için çok büyük tehlike arz etmektedir. Yabancı ajanların ülkemizde cirit attığı bu dönemde daha pek çok belgelerin ortaya çıkması/çıkartılması muhtemeldir.

 

            Şurası  şüphe götürmemektedir ki; yukarıda belirtilen unsurlardan  bu evrak kesinlikle TSK. kaynaklı gözükmemektedir. Ülkemizi bölmek, TSK.’ni gözden düşürmek isteyen içlerinde yabancılarında parmağı olan malum mihraklarca hazırlanabileceği en çok üzerinde durulması/araştırılması gereken bir gerçektir.

 

            Türk Milleti olarak oynanan bu oyunlara karşı çok dikkatli olmalı, birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyacımızın bulunduğunu unutmamalıyız.

 

Selam saygı ve dualarımla.

 

Yakup MUSA

 

05.09.2009

 





[anadoluhaber:35204] Re: Saidi Nursi Hazretlerinin Görüşü

Posted: 07 Sep 2009 08:32 AM PDT

Sanırım Ahmet Şahinin tercümesi tam olarak bediüzzamanın sözlerinin karşılığı olamıyor. Biraz faklılaşmış bir içerik taşıyor.
Bediüzzamanın sözlerindeki çağrı uyglamaya girdiğinde zaten diğer semavi kitapların sağlamasına yolaçıyor.
Atığı sorgulama kapısının sonunda bazı gayrisemavi katlışlar kendiliğinden sırıtmaya başlıyor. Bu yüzden iyi niyetli ve maksadı farklı sözler bazılarınca yanlış yorumlanabiliyor.
Ben Nur camaatinden bir kişi değilim. Elbette Bediüzzamanda peygamber değil. Lakdıki kul hatasız olmaz. Elbette salıkleri kabul etmekde aşırı hüsnü zanları ile Merhum değerli bir ilhami müeelifin ilahi olduğu anlaşılan ilhamlarını haddini biraz daha aşarak kutsuyabilirler. Bunuda doğal karşılamak gerekiyor. Belki yazılarını ciddi bir incelemeye alırsak bazı kusurlar yada bizim açımızdan yanlış onlar açısından doğru görünen sonuçlara varabiliriz.  Bu durum mutasavvıflar ile fıkıh uleması arasında yada hal ehli ile kal ehli arasında sıkça rastlanan bakış farklılıklarından başka bir anlam taşımıyor. Zaten muhatap alınan Ehili kitap ulemasıda bu durumun genellikle farkındalar ancak kendi cemaatlerine açıklamakda zorlanıyorlar. Ama aşağıdaki örneğin iyi niyetli öneriyi kötüye yormak gibi bir kusuru görünüyor gibi geldi bana
Bu konuda benimde bir Bende kendi çapımda diyalogculuk yaptım diye yazım vardı. İlgilenenler kısa yolu tıklayabilir.
 
 
Selamlar
A.D.Şimşek

06 Eylül 2009 18:43 tarihinde Yakup MUSA <yakupmusa@gmail.com> yazdı:
 
SAİDİ NURSİ HAZRETLERİNİN GÖRÜŞÜ

 

Günümüzde Kur’anı Kerim Ayetlerinden bazılarının hükmleri artık geçersiz, Hadisi şeriflerin bazılarının uydurma sayılabildiği halde Said–i Nursî Hazretlerinin  risaleleri hakkında İslamî ölçüler içerisinde bir eleştiriye kalkışsanız bu eleştiri asla kabul edilmez. İmanın gitmesinden korkulur. Bu manevî tehdidi alan kişilerle karşılaştım. Bu risaleler hakkında eleştirilerimi aşağıda bulacaksınız.

Önce Said–i Nursî’ Hazretlerinin  doğruluğu kesin olarak kabul edilen risalelerinden biri olan İşarat’ül İcaz’da geçen bir cümlede şöyle yazıyor:


Kur’an–ı Kerim, o cümlede Ehl–i Kitab’ı imana teşvik etmekle onlara bir

ünsiyet, bir suhulet gösteriyor. Şöyle ki: Ey Ehl–i Kitab! İslâmiyet’i kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira, size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat–ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor
(İşarat–ül İ’caz, s. 49–50)
ayrıca bkz:
http://www.bediuzzaman.net/kulliyat/1175.html
veya: http://www.saidnursi.com/turkce/semp/s2_4.html (ayrıca aşağıda Yazar Sayın Ahmet ŞAHİN’in yazısı yayınlanmıştır.)

YAZAR AHMET ŞAHİN’İN YAZISI :


Zaman Gazetesi yazarı Sayın Ahmet ŞAHİN’in 05 MAYIS 2004 tarihli yazısı şöyle

yazılmış: 

 

“(Ehl–i kitap) Kendi kitaplarını, kendi peygamberlerini inkar etmeden,

eksiklerini tamamlamaları, yani Hazreti Muhammed’le Kur’an’ı da tanımaları...


Nitekim biz onların peygamberlerini ve kitaplarını tanıyoruz. Onlardan da aynı

centilmenlikte bulunmalarını makul ve mantıklı buluyoruz...


Bu, onlar için zor bir kabul de değildir. Çünkü kendi inançlarını inkar etmeleri

gerekmiyor, kendi inançlarını korumakla birlikte sadece eksiklerini ikmal etmelerinin gereği oluyor bu kabul.” 

 

Görüldüğü gibi, Ahmet ŞAHİN Said-i Nursi Hazretlerinin yazısını Türkçeye tercüme etmiştir.

 

Halen nurcu cemaatinin yahudi ve hıristiyanlara duymuş olduğu bu yakınlık Said-i Nursi Hazretlerinin bu yazı/risalelerinden kaynaklanmaktadır.

 

 

 

Peki nedir ehl–i kitabın/Hıristiyanların doğru kabul edilen “esasat–ı diniyeler?” ya da

inkar etmeleri gerekmeyen kendi inançları?

 

Bir dinin “esasat–ı diniyesi/inkar etmeleri gerekmeyen kendi inançlar” o dinin amentüsü anlamına gelmektedir.

 

Çok yaygın görüş ehli kitap arasında hıristiyanlar yani katolikler İslam’a çok yakın ve saygılıdırlar.

 

KATOLİK AMENTÜSÜ :

 

Katoliklerin amentüsünü şöyle özetleyebiliriz;

1–Ben, yeri ve göğü yaratan, her şeye Kadir Baba Tanrı’ya.
2–Ve efendimiz olan, onun biricik oğlu İsa’ya,
3–Ruh’ül Kudüs’ten gebe kalana.
4–Ve bakire Meryem’den doğana.
5–O’nun Pontus Pilatus’tan zulüm gördüğüne.
6–Çarmıha gerildiğine, öldüğüne, gömüldüğüne.
7–Cehennemlere indiğine.
8–Üçüncü gün tekrar canlandığına.
9–Göklere çıkıp Kadir olan Baba Tanrı’nın sağına oturduğuna.
10–Oradan gelip ölüleri dirileri hesaba çekeceğine.

İşte size İslam’a en yakın ve sözde dost katoliklerin dini esasları!

Bütün bu inançlarına rağmen şirk/küfür inanışını terk etmeden, bu inançlarını

koruyarak eksikliklerini ikmal edecekler.

 
Yazar Ahmet ŞAHİN’in bir başka makalesini de “Ehl–i Kitab’la amentüde ittifakımız

var” başlığıyla yayımladığını (Zaman Gazetesi, 17 NİSAN 2000) 

 

Peki İslam ölçüsüne göre Ehl–i Kitap’ın Müslüman olabilmesi hangi şartlara bağlıdır? Ki doğrusu da budur.

 

Hanefi Mezhebi’nin kurucusu İmam Azam Hazretlerinden sonra gelen ikinci imamı ve aynı zamanda İmam Şafii hazretlerinin de hocası İmam Muhammed b. Hasan Hazretlerinin bu konudaki görüşleri şöyledir ;

 

Ehl–i Kitab’ın İslam Olabilmesi Hangi Şartlarda Mümkündür?

 

Büyük İslam alimi İmam Muhammed Hazretlerinin “Siyer–i Kebir” isimli eserindeki açıklamalarına geçmeden kendisini inceleyelim.

 

İmam Muhammed b. Hasan Hazretleri, mezhep imamımız İmam–ı Azam Hazretlerinin iki imam diye anılan iki büyük öğrencisinden biridir. Diğeri ise İmam Ebu Yusuf Hazretleridir.

 

İki imamın görüşleri bir konuda ittifak ederse fetva bu görüşe göre verilir ve buna “ve bihî yüfta/yani fetva bu görüşe göredir” şeklinde ifade edilir. İmam Muhammed b. Hasan, Hazretleri büyük mezhep imamı İmam Şafii Hazretlerinin hocasıdır. İmamı Azam Hazretlerinin en etkili talebesi olan İmam–ı Muhammed b. Hasan Hazretleri Hanefî Mezhebi’nin dünya üzerinde yayılmasında önemli rol oynamıştır. İmam Muhammed Hazretlerine ait olan Siyer–i Kebir’in “İslam” başlıklı bölümünde Ehl–i Kitab’ın Müslüman olabilmesi şu şartlara bağlıdır:

 

            Hasan–ı Basri Hazretlerinden (r.a.), Resullullah Aleyhissalatu Vesselam’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Müşrikler, “La İlahe İllallah” deyinceye dek onlarla savaşmakla emrolundum. Bu sözü söyledikleri zaman can ve mallarını benden kurtarmış olurlar. Ancak hak ile (ölüm cezasını hak eden ile maldan verilen haraç ve zekat olarak) alınanı hariç (içlerinde gizlediklerinden dolayı) hesaba çekilmeleri ise Allah’a aittir.

 

Siyer-i Kebir’in yazarı İmam Muhammed Hazretleri der ki: Rasullullah Aleyhissalatu Vesselam Allah’ı birlemeyen putperestlerle savaşıyordu. Onlardan her kim “La İlahe İllallah” dediyse bu sözü İslam’ı kabul ettiğine delil sayılır.

 

Netice olarak bir kimse, malum olan şirk itikadının hilafı olan tevhidi söylediği zaman İslam’ı kabul etmiş sayılır. Çünkü gerçek itikadını tespit etme imkanımız yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak o inançta olduğuna hükmederiz. Onlardan her kim, “La İlahe İllallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” derse, daha önce üzerinde bulunduğu inancın muhalifini ikrar etmiştir. Onun için de bu, imanına delil sayılmıştır.

 

Ateist olanlarla, yerde ve gökte iki ilah olduğunu iddia edenler de bu durumdadır. Bunlardan biri “Lâ ilahe illallah” derse, bu, onun İslâm’ı kabul ettiğine delildir.

 

Ama Yahudilerle Hıristiyanların durumu böyle değildir. Onların “lâ İlahe İllallah” demeleri, İslâm’a girmiş olmalarına delil sayılamaz. Resulullah’ın peygamberliğine inanmıyorlardı. Onun için İslam’a girmiş olmaları için “Muhammed’ür–Rasûlullah” demeleri de gerekiyor.

 

Nitekim, rivayete göre, Resulullah Aleyhissalatu Vesselam, hasta olan yahudi

komşusunu ziyarete gitti ve o yahudi’ye telkin sadedinde:

 

“Şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben Allah’ın resûlüyüm” buyurdu. Hasta yahudi, babasına baktı (Şahadeti getirmek için müsaade istiyordu). Babası da ona: “Ebü’l Kasım’a cevap ver” dedi. Hasta, şahadeti getirdi ve sonra da ruhunu teslim etti. Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalatu Vesselam şöyle buyurdu:

 

Sayemde bir kişiyi cehennem ateşinden kurtaran Allah’a şükürler olsun.” Daha sonra ashabına da dönerek: “Din kardeşinizin cenaze işlemlerini” yapın diye emretti.

 

İmam Muhammed Hazretleri dedi ki: Bugün ise IRAK topraklarında yaşayan Ehl–i Kitab’dan bazıları var ki, “lâ ilahe illallah ve enne Muhammeden rasûlullah” derler, ama onun, Arapların peygamberi olduğunu, İsrail oğullarına gönderilmediğini ileri sürerler. Onlardan her kim, bu inançla Hazreti Muhammed Aleyhissalatu Vesselam’in peygamberliğini kabul ederse yine İslâm’ı kabul etmemiş sayılır. İslâm’a girebilmesi için kendi dininden tamamen uzaklaşması gerekiyor. Hatta Yahudi yahut Hıristiyan olan bir kimse: “Ben Müslüman’ım yahut Müslüman oldum” derse yine İslâm’ı kabul ettiğine hükmolunmaz. Çünkü batıl dinlerine İslâm ismini verip; “Müslüman, Hakk’a teslim olan kimsedir, biz de Hakk’a teslim olmuş kimseleriz” derler. Onun için sadece bu sözü söylemeleri, onları Müslüman kabul etmemizi gerektirmez. Mutlaka, tâbi oldukları dini de terk etmeleri gerekir.

 

            Yine onlardan biri: “Ben Yahudilikten beriyim” der, ama bununla birlikte “İslâm’a girdim” demezse, İslâm’ına hükmolunmaz. Olabilir ki, Yahudilikten çıkıp Hıristiyanlığa girmiştir. Ama “Yahudilikten çıktım” dedikten sonra “İslâm’a girdim” derse, o zaman Hıristiyanlığa girmiş olması ihtimali ortadan kalkar.

 

Şayet Mecûsi “Müslüman oldum, yahut ben Müslüman’ım” dese, onun İslâm’ına hükmolunur.

 
Rivayet olundu ki, biri, Abdullah İbni Abbas Hazretlerine gelerek: “Annem öldü. Ancak Hıristiyan idi. Şimdi cenazesinin peşinden gideyim mi?” diye sordu. İbn–u Abbas Hazretleri ona şu karşılığı verdi: “Cenazesini takip et. O’nu göm. Sadece üzerine namaz kılma.”
 
Biz de aynı düşüncedeyiz. Şayet cenazesinin defni ile ilgilenecek kâfir bir oğlu yoksa, Müslüman oğlunun bu görevi yerine getirmesi ve onu yırtıcı hayvanlara terk etmemesi gerekir.
 
Ama bu görevi yerine getirecek müşrik akrabaları varsa, evlâ olan Müslüman’ın bu işi onlara bırakmasıdır. Lâkin dilerse, cenazesinin peşinden gidebilir.
 
Rivayete göre, el–Haris b.Ebî Rabia Hazretlerinin hıristiyan olan annesi öldüğünde sahabeden birkaç kişiyle cenazesinin peşinden gitmiştir. Ancak cenazeyle birlikte, cenazenin dinine mensup olanlar da bulunuyorsa, Müslüman’ın onlarla karışarak değil, ayrı bir şekilde yürümesi yahut cenazenin önünde gitmesi gerekir ki, müşriklerin topluluğunu çoğaltmamış olsun.
(İmam Muhammed b. Hasan, Siyer–i Kebîr, EVS yay. İst. 1980. c.1, s.163–165).
 
Büyük İslam alimi İmam–ı Muhammed Hazretlerinin bugüne ışık tutan, müminlerin gönlünü rahatlatan açıklamaları bu şekilde bulunmaktadır. Dikkat edilirse Hıristiyan ve Yahudilerin imanlarına kanaat getirmek için La İlahe İllallah ile birlikte Muhammedün Resulullah diye de söylemeleri gerekmektedir. Yani sevgili peygamberimizi tasdik etmezlerse yine de İslam’a giremezler.
 
Şimdi tekrar Said–i Nursî Hazretlerinin ifadelerini inceleyelim;
 
“Kur’an–ı Kerim, o cümlede Ehl–i Kitab’ı imana teşvik etmekle onlara bir ünsiyet, bir suhulet gösteriyor. Şöyle ki: Ey Ehl–i Kitab! İslâmiyet’i kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira, size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat–ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor” (İşarat–ül İ’caz, s. 49–50).
 
İmam Muhammed Hazretleriyle ile Said–i Nursî Hazretlerinin Ehl–i Kitab’a bakışları dikkatle incelendiğinde birbirine zıt olduğu görülüyor.
 
Görüldüğü gibi inanç olarak şimdi burada ayrılıyoruz.
 
Ya İmam Muhammed Hazretlerinin ya da Said–i Nursî Hazretlerinin görüşlerini tercih etme durumundayız. Ben İmam Muhammed Hazretleri gibi bir büyük İslam Alimi’nin görüşleri benim tevhid inancıma ters düşmemektedir.
 
 Tabi bu görüş Dünya Barışı’nı, dinler arası diyaloğu tehlikeye düşürdüğü için nurcular/Fethullah GÜLEN cemaati beğenmeyeceklerdir.
 
 Yoksa Hz.Kur’an-ı Kerim’deki Ehl–i Kitap ile ilgili ayetler İmam Muhammed Hazretlerinden sonra yürürlükten mi kaldırıldı?
 
 Ben, hiçbir ilave yapmadan büyük imamın, ayet ve hadisten kaynaklanarak verdiği hükümleri burada belirttim.
 
Şöyle bir soru sorabiliriz;
 
Hz. Peygamber Aleyhissalatu Vesselam, gerek İslam’a davet mektuplarında, gerekse de dini ve beşeri münasebetlerinde ehl–i kitaba böylesi bir beyanda bulunmuş mudur?
 
Tabi ki hayır ve asla bulunmamıştır. Zaten öyle haşa yapmış olsaydı gönderiliş gayesinin dışına çıkmış olurdu. Çünkü İslam, muharref hıristiyanlığın savunduğu yanlış ve batıl inanışı aynı zamanda yahudilerin de çarpık inanışlarını değiştirmek, daha açık belirtirsek yeryüzünde yayılan şirki kaldırıp yerine tevhidi yerleştirmek için gelmiştir ve beşer olarak da Hz. Muhammed Aleyhissalatu Vesselam bununla görevlendirilmişti. Zaten haşa böyle bir beyanda bulunmuş olsaydı bunu diyalogcular hemen kaynak göstererek hıristiyanlığı, yahudiliği ve Müslümanlığın aynı olduğuna hangi dine inanırsak inanalım Cennete gireceğimize delil gösterirlerdi. Ellerinde böyle bir delil olmadığı halde şimdiden üç dini bir tutmaktadırlar.
 
Bu konuda en çarpıcı örnek, Hz. Peygamber’in Ehl–i kitap olan Yemen halkına İslam’ı tebliğ için gönderdiği Hz.Muaz b. Cebel’e (r.a.) emir ve tavsiyeleridir.
 
Bu yazıyı yazmaktaki amacım son günlerde doğruymuş gibi bu konularda fazla bilgisi olmayan halkımıza imanımızı zedeleyecek, zaten gayeleri de bu olan diyalogcuların yanlış itikatlarına karşı bir uyarı, savunma, halkımıza bilgi niyetiyledir.
 
Selam, saygı ve dualarımla.
 
Yakup MUSA
 
02.09.2009

            Yazar Sayın Ahmet ŞAHİN’in yazısı aşağıda olduğu gibidir.

DİNLER VE KÜLTÜRLERARASI DİYALOG TOPLANTILARI

Biz dinleri ikiye ayırıyoruz. Semavi dinler-beşeri dinler. Semavi dinler aslında Rabb’imizin gönderdiği İlahi kitaba ve Peygamber’e dayanan İlahi dinlerdir.

Hıristiyanlık ve Musevilik gibi. Bu iki semavi dinin mensuplarına ‘ehli kitap’ diyoruz. Bize göre ehli kitap, diğerlerinden ayrıdır. Hem o kadar ayrı ki, ehli kitapla akrabalık bile kurabiliyoruz. Nikahla kızlarını alabiliyor, çocuklarımızın anası yapmayı düşünebiliyoruz. Kestiklerini yemede de tereddüt göstermiyoruz...

- Neden bu kadar yakınlaşabiliyoruz?.. Onlar da Rabb’imizin gönderdiği bir İlahi kitaba inanıyor, Peygamber’e dayanıyor da ondan... Sadece bir eksikleri var, onu da onların takdirlerine havale ediyoruz.

- Nedir o eksikleri?

- Kendi kitaplarını, kendi peygamberlerini inkar etmeden, eksiklerini tamamlamaları, yani Hazreti Muhammed’le Kur’an’ı da tanımaları...

Nitekim biz onların peygamberlerini ve kitaplarını tanıyoruz. Onlardan da aynı centilmenlikte bulunmalarını makul ve mantıklı buluyoruz...

Bu, onlar için zor bir kabul de değildir. Çünkü kendi inançlarını inkar etmeleri gerekmiyor, kendi inançlarını korumakla birlikte sadece eksiklerini ikmal etmelerinin gereği oluyor bu kabul.

Her ne ise... Bu ayrı bir konu aslında. Burada yine de biz kendi nefsimizi sorguluyor, İslam dünyası olarak İslam’ın güzelliğini halimizle gösteremeyince onlar da şimdilik seyirci kalmakta kendilerini haklı buluyorlar, diye düşünüyoruz. İslam’ın imrenilecek güzelliklerini ekonomik, sosyal, kültürel yaşayışımızla tam gösterebilseydik durumu çok farklı olacaktı diye değerlendirme yapıyoruz...

Gelelim semavi olmadıkları halde din ismi verilen beşerin iyilik ekollerine...

Onların dinin emir ve tavsiyelerine aykırı düşmeyen faydalı söylemlerine de itibar ediyor, destek veriyoruz. Ama ehli kitap gibi bir akrabalık ve kestiklerini yeme gibi bir yakınlığımız söz konusu olmuyor...

Demek ki bizler, farklı dine mensup insanların ortak doğrular etrafında birlik meydana getirmelerinden yanayız. Nitekim onlar da böyle birlikten yanalar.

Hal böyle olunca farklı dinin dindarları, insanlığın hayrına olan konularda bir araya gelseler, dinsizliğin dini değerleri yok etme çabalarına karşı çareler bulmaya yönelseler, bu yakınlaşmadan ne ehli kitap zarar görür ne de bunun öncülüğünü yapan Müslümanlar...

Bu konuda Hucurat Sûresi ayet 13 çok net mesaj vermektedir:

- Ey insanlar! (Ey müminler! demiyor, tüm insanlığa hitap ediyor.) Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık. Kabile ve milletlere ayırarak yer yüzüne yaydık ki, tanışasınız, yardımlaşasınız, iyilikte birbirinize destek veresiniz!..

Bakın, birbirinizle vuruşasınız, savaşasınız, düşmanlık edip de güçlü olanınız zayıf olanlarınızı ezesiniz.. diye farklı yarattık demiyor... Tanışmayı, diyaloğu ve iyilikte yardımlaşmayı dikkatimize sunuyor...

İşte bunun için diyoruz ki, semavi din mensuplarının insanlığın hayrına olan doğrularda yakınlaşmaları, yardımlaşmaları İslam’ın verdiği mesajın da gereğidir. Böyle faydalı birliği sağlamakta öncülük, evrensel İslam’a yakışmakta, geçmişine de uygun düşmektedir. Her ne kadar bazılarının ufku henüz buralara kadar ulaşmasa da...

18.05.2004

E-posta adresi:a.sahin@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr

 

 

 

 

 





12 Eylül'ün korkunç gerçeği

Posted: 07 Sep 2009 06:12 AM PDT


Komutanlar darbeye karar verdiğinde ölü sayısı 898'di. 'Darbenin olgunlaşması' için beklenen bir yılda, şiddet patlaması yaşandı. 2 bin 812 cinayet daha işlendi.

Binlerce kişinin yaşamını yitirdiği 12 Eylül olaylarıyla ilgili çok ilginç bir rapor ortaya çıktı.
Kenan Evren'in, 12 Eylül darbesinin gerekçesi olarak sunduğu Genelkurmay'ın 1982'de hazırladığı "Türkiye'deki Anarşi ve Terörün Durumu" raporu, darbenin adım adım nasıl olgunlaştırıldığını ortaya çıkardı. 'Darbenin olgunlaşması' için beklenen bir yılda tam 2 bin 812 cinayet işlendi...

Binlerce kişinin yaşamını yitirdiği 12 Eylül olaylarıyla ilgili çok ilginç bir rapor ortaya çıktı. Aksiyon Dergisi, 12 Eylül'le ilgili önemli bir rapora ulaştı. Raporun önemli bölümlerine derginin bugün piyasaya çıkacak sayısında yer veriliyor.

Genelkurmay'ın 1982'de hazırladığı "Türkiye'deki Anarşi ve Terörün Durumu" adlı rapor, darbenin adım adım nasıl olgunlaştırıldığını ortaya çıkarıyor. 12 Eylül ihtilâlinin lideri Kenan Evren, darbeden sonra yaptığı basın toplantısında söz konusu raporu, 'müdahalenin gerekçesi' olarak sunmuştu. Rapordaki verilerle Evren'in yıllar sonra yaptığı, "Müdahaleye karar vermeden bir yıl boyunca düşündük" açıklaması birleştirildiğinde çarpıcı gerçek ortaya çıkarıyor.

Süreç 4 devreye ayrılmış

Evren'in sınıf arkadaşı ve 12 Eylül döneminin II. Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel'in, "Bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların olgunlaşmasını bekledik" sözü de raporun özeti niteliğinde. Rapor, Kahramanmaraş olaylarından sonra sıkıyönetim ilan edilen 26 Aralık 1978'den 11 Şubat 1982'ye kadarki dönemi dört evreye ayırarak, Türkiye'deki terör ve anarşi olaylarını Genelkurmay'ın gözünden analiz ediyor.

Dönem dönem rapor

Dört dönem şu şekilde tarihlendirilmiş: 26 Aralık 1978-11 Eylül 1979 arasındaki 8 aylık süreç birinci dönem; 12 Eylül 1979, yani ihtilalden tam bir sene öncesinden 11 Eylül 1980'e kadar ikinci dönem; 12 Eylül 1980'den 11 Eylül 1981'e kadar üçüncü dönem ve 12 Eylül 1981'den 11 Şubat 1982'ye kadarki 5 aylık dördüncü dönem. Rapora göre, bu dört dönemde Türkiye'de ideolojik amaçlı 39 bin 385 olay vuku bulmuş.

Raporu bugünlerde önemli kılan, tam da Kenan Evren ve Bedrettin Demirel'in "Bir yıl boyunca düşündük" dedikleri dönemi anlatan 12 Eylül 1979'dan darbeye kadarki son bir yılda olayların zirve yapması. Örneğin, birinci dönem, yani 26 Aralık 78 ile 11 Eylül 79 arasında 2 bin 80 silahlı saldırı ve çatışma meydana gelirken, sayı 12 Eylül 1979 ile darbe gününe kadarki bir yılda 7 bin 10'a fırlamış.

Darbeden sonra ise 610'a düşüyor olay sayısı. 11 Eylül 1979'a kadar 898 kişi hayatını kaybetmişken, bu tarihten darbe gününe kadar tam 2 bin 812 kişi can vermiş. İhtilal akabinde 282'ye inmiş zayiat. Toplamda 4 bin 40 insanın canı gitmiş terör sürecinde. Afiş ve pankart asma, gösteri ve yaralı sayıları da 'şartların olgunlaşması sürecine' paralel seyrediyor.

Demirel'den Evren'e soru

12 Eylül 1980'e doğru yol alırken iktidarda Süleyman Demirel'in azınlık hükûmeti bulunuyordu. Bu dönemde sıkıyönetim de yürürlükteydi; dolayısıyla o bölgelerde yetkiler askerin elindeydi. Hükûmet, askerin istediğini yapmaya hazırdı. Bu yüzden Başbakan Demirel sonraki süreçte Evren'e "Siz 11 Eylül 1980'de Antalya Tapu Müdürü müydünüz?" diye soracaktı.

Şu satırlar raporu hazırlayanları aslında ele veriyor: "12 Eylül 1980 tarihinde TSK'nın yönetime el koyması ile birlikte yurdumuzu giderek iç savaşa sürükleyen anarşi ve terörle kararlı, cesur ve amansız bir savaşım başlatılmıştır." Yani, Evren ile ekibi, anarşi ve terörle amansız bir mücadeleye girmek için darbe sonrasını beklemiş.

Darbecilerin öngörüsü!

"12 Eylül Harekâtı'ndan sonra Sıkıyönetim Güvenlik Kuvvetleri'nin başarılı çalışmaları ve sağlanan güvenli ortam sayesinde ülkemiz bir silah deposu olmaktan kurtarılmıştır."

Bu ifadeler de başka bir itirafla yüklü aslında. 12 Eylül'den önce de sıkıyönetim hâkim iken ülkede o zaman başarılı çalışmalar yapılmak istenmemiş miydi acaba? Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun'dan oluşan ihtilal ekibi, darbeyi haklı çıkarmak için yaptırdığı çalışmada bir varsayıma da yer vermişti. Buna göre 12 Eylül öncesi aylık 1986 olay ortalaması ve 1.75 tırmanış hızına göre darbeden önce 32 bin 893 olan olay sayısı, darbe yapılmasaydı 59 bin 105'e çıkacaktı.

[anadoluhaber:35199] Yönlendirici kitapların büyüsü ve komplolar

Posted: 07 Sep 2009 04:56 AM PDT

Bir yazımda artık pek fazla kitap okumadığımı, kitapları başı sonu ortasından karıştırıp ana konuyu anladıktan sonra detayları genellikle önemsemediğimi yazmıştım. Tabi burada kitaplar derken siyasi içerikli kitaplardan söz etmiştim.

Yazışma yaptığımız arkadaşımız da bana cevaben verdiği cevap da

 

Sevgili Ahmet bey, aslında bu tip yazılarla kafa yoracağınıza bilim kurgu türü roman yazarak çok iyi işler yaparsınız. Çünkü analist olmak herkesin harcı değildir. Örneğin kendim ekmek parası kazanmadığım saatlerde kitap okumayı ve araştırmayı çok severim. Kitapların bütün satır aralarını ve kaynaklarını dikkatli incelerim. Benim için yazının vermiş olduğu mesaj ve aldığı kaynakların doğruluğudur. Bunun yanında hafta bir veya iki hafta bir çeşitli meslek gruplarında bulunan kişilerle o haftaki gündemi eğrisiyle doğrusuyla beyin fırtınası yaparak  gündemdeki olayları çözümleme olayına gideriz.

Zaten kendimde bir düşünce merkezi ve strateji kuruluşu olan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsün de (www.21yyte.org) araştırmacı olarak görev yapmaktayım.


Diye devam ediyordu. Dolayısı ile bir açıklama daha yapmam gerekiyordu onu da bu yazı da becerebilirsem açıklamaya çalışacağım.

Sevgili xxxxx Bey

Anlattıklarımı bu şekilde anlayıp kurgu romanlar yazmamı önermekte haklısınız. Çünkü insan dünyaya geldiğinden beri ne gördü ise öyle düşünür ve yaşar. Başka türlüde düşünüle bileceğini ve İnşirah suresinde geçen her güçlüğün yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten her güçlüğün yanında bir kolaylık vardır ayetlerini pek fark edemez. Zaten bende sizin bahis ettiğiniz kişiler de dâhil sizde dahil pek çok kişiyi okuyor ve yaptığınız beyin fırtınalarını ilgi ile izliyorum. Ancak bilgilerin doğruluğunu test etme yöntemim çok farklı.

Öncelikle şunu belirteyim ki altmış yaşımı da biraz aşana kadar durmadan elime geçen her şeyi okudum beni tanıyanların bazıları Ankara da Atatürk Bulvarı üzerinde kalabalıkta kendisine çarpanlara ve çarptıklarına aldırmadan elindeki kitabını okuyarak yürüyen şaşkın bir kişi sanırlardı. Bunların bazılarından bilgi bazılarından bağımsız düşünme yol ve teknikleri öğrendim. Bazı akıl erdiremediğim sırları içten dualar ile Rabbimden bana açmasını istedim. O da bazen hiç ummadığım birini yada kitabı, makaleyi, olayı karşıma çıkararak onu öğrenmemi sağlardı ve sağladı.

Anladığım şuydu her hangi bir yazar önemli ve kritik konularda kapalı alanlara girerek kitap yazmakla o kitabı bastıracak yayıncı bulamazdı. Bulup bastırsa dahi bir şekilde engellenir satamazdı. Akıl almaz engeller çıkar ve tüm bu engelleri aşacak olsa da ya kendi kafasına ya kiremit düşer ya köpek ısırır kuduz olur yada kafayı yedi diye ortadan kaldırılırdı. Bunları atlasa yayıncı durduk yerde yayınlamaktan vazgeçerdi. Hele bizdeki gibi Cumhuriyet tarihi Atatürk vs. konularında yazarsa kitap anında toplatılır yıllarca ya hapiste ya da dışarıdan mahkemelerde süründürülür anasından doğduğuna pişman edilirdi. Kitaplar sadece mevcut normlara ve sınırlamalara bir zarar vermediği ve sahibinin düşüncesinden korkulmadığı takdirde basılabiliyordu.

Bu sınırlar içinde bırakınız yapsınlar bırakınız yassınlar kuralı geçerli idi. İşte bu kural bir şeyler bulduğunu zannedenlerin bolca yazıp çizdiği ilginç konuların çoğu da zaten bilgi kirliliğinde kullanılıyordu.

Bazı kitaplar ise nasıl oluyorsa geleceğin tarihini bire bir yazıyordu ve basılmış olanları ya engellenmemiş ya da özel olarak desteklenmiş olanları idi.

Birkaç örnek vereyim:

1)Detaylarını şimdi artık tam hatırlamıyorum. Bilirisiniz eskiden 007 James Bond kitapları çıkardı. 1960’lı yılların ilk yarısında O seriden bir kitabı İstanbul da Almıştım. O sıralar Almanya da ikamet ediyordum ve orada okudum. ABD’liler İle Sovyetler arasında kıran kırana geçen bir nükleer casusluk romanı idi. Adı da yanılmıyorsam Yıldırım harekatı idi. Yeni geliştirilmiş çok önemli bir Nükleer aygıtı taşıyan uçak Portekiz açıklarında koordinatları verilen bir yerde gizemli bir şekilde düşüyor veya düşürülüyordu. Bölgeye hızla intikal eden Sovyet ve ABD gemileri savaş ve arama uçakları arasında gerilimli bir soğuk savaş ve batığa ilk ulaşma kavgası kıran kırana devam ederken her an bir nükleer savaşın patlaması gerilimi içinde roman sanırım ABD nin başarısı ile bitiyordu. Ben kitabı okuduğumda kitabın basılması beklide 2-4 yıl öncesine dayanıyordu. Ben okuduktan iki yıl sonra bu olay aynı koordinatlarda ve aynı şekilde gerçekleşti. Bu olay ABD başkanı Kenedy’nin Berlin’e gelip  Ich bin eine Berliner (Bende bir Berlinliyim) diye Sovyet saldırı tehdidine karşı rest çektiği günlerin bir süre öncesine denk geliyordu.

2) Gölcük depreminden bir yada birkaç yıl önce ABD de komplo teorileri diye bir kitap yayınlandı. ABD deki çok tehlikeli sonuçları olabilecek bazı deprem fay hatlarındaki basıncı ABD ye zarar vermeyecek şekilde dünyanın diğer bölgelerindeki fay ları kırarak depremi ihraç edip ABD yi az zararla kurtarmak gibi bir proje üzerinde çalışılıyordu. Ve bir iki yıl içinde hayata geçirilecekti. Kitabın yazarı olan Taksi şoförünü ilgilendiren bir şey yoktu. Ama bir dizi olayların başına gelmesi ve bazı gazete haberlerinden yola çıkan Şoför bilgi kırıntılarını birleştirip bir teori üretti.

Teori İstanbul civarında bir deprem denemesi yerden yönetilen uydu destekli uygulanacak deprem sırasında aynı zaman kesiti ile kesişir bir şekilde Başkanları Clinton’un da resmi bir ziyaret için Türkiye’ye gitmesi ve deprem sırasında çökecek otelin enkazı altında kalıp ölmesini sağlamak isteyen bir komplo kurulmuştu. Hem de oteli istenildiği şekilde çöküp başkanı öldürmez ise birde İkiz kulelerde uygulanan teknik gibi bir teknik ile tam çökmesi de tesadüfen bodrumunda bulunan patlayıcıların depremde patlaması ile iş tamam olacaktı. Bunu Başkana bildirmek için çabalıyor ama sıradan bir taksi şoförü olarak imkân bulamıyor ve üstelik kendiside fark edilmiş ve öldürülmek isteniyordu yani sonradan filmi de çevrilen kitap tam bir ABD klasik kurgu romanlarından birisi idi. Ve saçma sapan gibi görünüyordu. Sonunda Bu kitap yayınlandı. Deprem sırasında Gelmesi beklenen başkanları bazı işleri yüzünden ziyareti erteleyip depremden sonra geldi ve Erkan bebeği kucağına aldı. Bu nasıl bir komplo idi ve nasıl oluyor da bir şoför bunu çözebiliyordu. Hayır Gizli yazar şoför değil ABD nin eski Ankara Büyükelçilerinden 1963 yılında ODTÜ rektörünü ziyaret ederken arabası yakılan Meşhur Büyükelçi Commer idi.

Olay sadece başkanın ziyareti ertelemesi ile bu kısmı hariç aynen gerçekleşti.

3) İkiz kuleler olayı. Olaydan üç dört aya kadar önce ABD de bir müzik grubu çıktı. Adlarını hatırlamıyorum. Ama amblemleri yanmakta olan ikiz kulelerdi. Olaydan sonra birden kayıp oldular yada kaybedildiler. Belki de bu amblemi onlara öneren ve onları destekleyip tanıtan güç kayboluverdiği için resmi daireleri bunlardan bir şey bilmedikleri için bir şey öğrenemediler yada öğrendiler. Ama konumuz bu değil. Konu o amblemleri. Çünkü o amblemler olaydan sonra çekilen en yaygın resimlerden birisi ile aynı olan resimlerdi. Tesadüf denilmesi kesinlikle imkansız aynı resim.

Birde Windows da ne işe yaradığı pek bilinmeyen bazı yazı türleri vardı Bunlardan birisi de Wingdings seçeneğidir. Olay 9/11 tarihinde meydana gelmiştir. ABD de acil yardım telefonu 911 dir. O gün ikiz kulelerde çalışan Yahudiler işe gitmemiş ve zayiat vermeden kurtulmuşlardır. Uçağın uçuş numarası Q 33 NY dir. Eğer bu uçuş numarasını büyük harfle yazar ve bu yazıyı Wingdings türüne çevirirsek bakalım ne çıkıyor. Q 33 N Y (yazıyı word dosyasına yapıştırıp büyük boy mesela 72 de seyrediniz) İlginç değil mi insan bu yazılardan bazılarının geleceğin tarihinin yazılmasında kullanılmış olabileceğini düşünüyor ama seslendirirse deli diye kariyerini kaybetmekten korkuyor. Mesela 9/11/2003 olayın dan  ABD deki 911 acil yardım numarası dışında da bazı şeylerin oluşunu belki tesadüfe bağlayabiliriz. Madrid'teki 3/11/2004 te meydana gelen terörist saldırısı ikiz kulelere olan saldırılardan 911 gün sonra meydana geldi Ama 11 Eylülde Yahudilere kim haber verdide ikiz kulelerde çalışanlar işe gitmediler. Yahudiler başkalarının bu bilgilere ulaşmasını engellemek için kendileri çok realistmiş de bu gibi şeyleri araştıranlar uçuk kaçıkmış gibi bir baskı havası yaratıp terör estirerek siz sadece bizim yayınlanmasına izin verdiğimiz alanlardaki kum havuzlarınızda naylon kova, tırmık ve küreklerinizi de getirip kumda oynayın diyor olamazlardı.

Acaba Cumhuriyet döneminde okuduklarınızdan tarih dâhil ne kadarı ne kadar doğrudur. Doğru olmayan çok şey var ama tutun ki doğru diyelim. Asker ve sivil bu kum havuzunda yıllardır oynamakla ne kazandık ne kaybettik. Bir sürü düşünme yeteneğini kayıp etmiş mankurtlar kazanırken bunca yıllarımızı boşuna harcayıp boş bilgiler ile kayıp ettik. İşte geldiğimiz nokta başka şeye aklımız ermediği için Kürtleri kessek mi assak mı sürsek mi gibi saçma sapan konular ile ve ülkemizi kim daha ucuza satar paranoyaklığı içinde kayıp etmeye devam ediyoruz.

Bazen de çok aşırı bazı Türkçülerin bu gibi konuları konuştuğumuzda, Bu Yahudi kabalizmidir diyerek konuyu tu kaka yaparak susturmaya çalıştıklarında ve diğer kesimlerinde bunlar komplo teorileri bende uydurabilirim havalarına girdiklerinde Ya kendilerinden bazılarının yada genellikle yönlendirenlerin aslında bu alanalara kendileri dışında kimsenin girmesini istemedikleri için buna benzer bazı mantık yapılarının esiri olduklarını yada kariyer endişesine düşerek bırak yahu bu milleti sen mi kurtaracaksın gibi ört de uyusun yaptıklarını düşündürüyor. Benim bir huyum vardır TV de bir filmin en kritik yerinde programı zaplayıp kısa bir tur atıp dönerek çevremdekileri kızdırırım. Bunun iki nedeni vardır bir toplu hipnoz yapan, sanal reklam gibi bilinç altı kurgulamaları varsa Windows’taki gibi cereyanı kesip yüklemeyi yarıda bırakıp imha etmek. 2 bir yerde takıldığında başka çok önemli bir şeyi kaçırıyor olma ihtimalini de göz önünde bulundurmak.

1980 yılında o sıralarda küçük olan üç kızımı da yanıma alıp kendi arabamla bir Avrupa turuna çıkmıştım. İngiltere de oturan eşimin yeğenini de ziyaret edelim diye Londra’ya kadar uzandık. O sıralarda Belçika da Walibi yada Valibi diye bir yerde çok büyük çaplı bir lunapark kurulmuştu. 360 derece ile baş aşağı gelerek dönülen çok büyük raylı arabalara kızımın zorlaması ile binmiştim. Ama asıl anlatacağım şey bir çadır sineması idi. Bildiğimiz çok eskiden bizdeki açık hava gece sinemaları gibi sandalyelerin dizilmiş olduğu bir çadır ve önümüzde oldukça gediş ve iç yada dışbükey bir sinema perdesi vardı ve film başladı galiba biz bir gemideyiz de önümüzdeki perde geminin kocaman ön camı ve denizi seyir ediyorduk ama çok hızlı gidiyorduk. Sonra galiba o karada giden bir deniz otobüsü gibi bir şeymiş ki karaya çıktık ve hızla gitmeye devam ederken dağlardan tepelerden süratle geçiyorduk ama bir anda büyük bir dağın tepesinden boşluğa fırladık ve olduğumuz yerlere sımsıkı tutunup dehşet içinde kaldık bazılar çığlık da atıyordu. Ama meğer bizim araç aynı zamanda uçakmış ki uçmaya devan ettik. Sonra bir şehrin caddelerine daldık o kadar hızlı idik ki bazı kavşaklardan sadece şans eseri kıl payı çarpışmadan geçebiliyorduk. Sonra uzun ve düz bir caddede sanırım 300- 500 km. arası bir süratle ilerlemeye başladık. Çevremizdeki bizimle aynı istikamete giden bazı arabaları görmemizle bir anda hızla arkamıza doğru uçup kaybolduklarını görüyorduk. Kasılmıştık ve hepimiz oturduğumuz sandalyelere sımsıkı tutunuyorduk. Artık bir sinemada olduğumuzu tamamen unutmuş sadece dehşet içinde kasılıp kalmıştık çok uzak da bir lamba vardı ve hızla o kavşağa yaklaşıyorduk ki birden ışık değişti ve uzun bir tramvay yolumuzu kesti. Acı bir fren ve hepimiz sinema perdesine doğru savrulduk ve yere yuvarlandık. Ölmüş olmalıydık. 7 yaşındaki ortanca kızımın  ne vuruyorsun be baba deyişi ile kendime geldim. O kızım asla bir yere uzun süreli odaklanmaz ve daima çevreyi de gözetler gözleri etrafta dolaşırdı. Bu yüzden sadece o ortak hipnoza katılmamış ve normal yaşamını sürdürürken ben can havli ile bir yere tutunmak isterken istemeden ona sertçe vurmuştum. Bu bada konulara odaklandığımda mutlaka çevreden kopmamayı öğretti.

Uzun oldu ama bir şey daha anlatmak istiyorum.İngiltere dönüşü araba vapurunda çok şiddetli bir fırtınaya yakalandık. Orada böyle fırtına çok olurmuş ama bu gemi personeli dahil içi dışına çıkmayan kimseyi bırakmadı ve gemide her yer duvarlar dahil kusanlar yüzünden iğrenç bir hal aldı.Eşyalar ortalıkta oradan oraya savrulup yuvarlanıp duruyordu. Yanaşacağımız liman gelmiş ama rıhtıma yanaşamıyorduk. Rıhtımın hemen yanında yüksek bir bina vardı. Pencereden o binanın bir çatısını birde temel kısmını bazen de denizi görüyorduk. Zaten biz geldikten bir yıl sonra tam orada aynı gemilerden birisi battı ve pek az kurtulan oldu.

Ne ise işte bu yolculuk da gemi personelinden bile istifra etmemiş ve öğürmeyen kimse kalmadığı bu seyahatte gemide bir Hintli kocaman sarığı ile banklardan birine oturmuş ve fırtınayı umursaman gelmişti.

Sanki cesedini bırakıp gitmiş gibi hiç kıpırdamadan yoga gibi bir şey yaparak sağlıkla genlerden biri o idi. Dört kişilik serseri kılıklı iki kız iki oğlan Almanlar vardı. Dover den çıkışta içmeye başladılar ve sarhoş olarak selametle indiler. Bizim aileden de Belçika da ikamet eden 13 yaşındaki yeğenim 9 yaşındaki yanımız daki çocuklarımız dan  büyük kızım ve ben etkilenmemiştik. Çünkü Valibi deki sinemada aldığımız dersi uygulamış ve geminin arka tarafından o kocaman dalgaların sohbetini Mobi dick (beyaz Balina romanı)  hikâyeleri anlatarak başka yerlere çekebilmiş ve yolculuğu sohbet ederek tamamlamıştık.

Bu yüzden ben hala bu dünyayı bir gemi ve herkesi geminin tayfaları, yolcular olarak görür tayfalar dahil başkalarını çok etkileyen fırtınalara göz atarken büyüsüne kapılmadan başka konulara da yoğunlaşarak herkesin kendi derdine düşerek farkında olmadığı fırtınanın o muhteşem görüntüsünü o görüntüde boğulmadan seyir ederim. Bu yüzden güncel hayatı da onlardan biri olmadan dışarıdan biriymiş gibi görmek ve yorumlamak imkanına sahip olabiliyorum.

A.D.Şimşek

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35198] EHLİ KİTAP İSLAMA GİRERKEN

Posted: 07 Sep 2009 04:39 AM PDT

EHLİ KİTAP İLE İLGİLİ KONUDA SIKINTILI KARDEŞ
YAKUP MUSA BEY DİKKATİNE

Bediüzzaman Hazretlerinin ne demek istediğini sanırım
anlayamamışsınız.
Bediüzzaman Hazretleri onlara İslam'a girmenin kolaylığından
bahsediyor.
Bir Müslüman Hz. İsa ve Hz Musa'yı reddedebilirmi ki Müslüman olan bir
hritiyandan onları reddetmesini istiyorsunuz.
Bir Hristiyan Hz. İsa'yı reddetmeden imanını düzeltip,
Teslis inancını bırakacak.
Lailaheillallah- Muhammeden Resulallah diyecek ve İslam'a girmiş
olacaktır.
Bu ifadelerde bir yanlış yoktur.
Anlayışta küçük bir hata vardır.
Lütfen yazılan metinleri tekrar okuyunuz.
İmam Muhammed ve İmam Yusuf'un ifadelerin de de bir hata yoktur.
Konuları tekrar okumanız ve ne denmek istendiğini anlamanız
gerekmektedir.
Yani bir hristiyan İslama girerken Hz. İsa'yı ret ederse yine iman
problemi olur.
Peygamberlere iman rüknü eksik kalır.
Lütfen anlatılmak istenen konuları önyargılar ile değil maksadı
anlamak için okuyalım.
Bediüzzaman Hazretlerinin talebesi olmayabilirsiniz. Bu cemaat
psikolojisi ile karşı çıkacağınız anlamına gelmemelidir.

Ahmet TÜRKAN

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35202] ÖN YARGILARDAN KURTULMAK LAZIM

Posted: 07 Sep 2009 04:16 AM PDT

Ön yargılarımız bizi yanıltmasın... Ön yargılarımızdan kurtulalım.

http://www.habername.com/yazi/ahmet-turkan-on-yargilardan-kurtulmak-lazim-2821.htm

Ahmet TÜRKAN

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35201] Depreme gerçekten hazır mısınız?

Posted: 07 Sep 2009 03:47 AM PDT

DEPREM ANINDA...

Adim Doug Copp. Dunyanin en tecrubeli kurtarma birimi Amerikan Uluslararasi Kurtarma Ekibinin Kurtarma sefi ve afet olaylari muduruyum. Bu makaledeki bilgiler bir deprem aninda hayat kurtaracaktir.


Icinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yiktik. On maket "comel ve korun" metodunu uygularken, 10 maket "hayat ucgeni" metodumu uyguladi. Tasarlanmis yikimdan sonra goruntuleri filme almak ve sonuclari belgelemek icin enkazi gecip binaya girdik. Bina yikimlarinda olusabilecek sartlar dâhilinde direkt olarak gozlemlenebilen ve bilimsel sartlar altinda hayatta kalma tekniklerimi uyguladigim film "comelip korunan/saklanan" kisiler icin hayatta kalma sansinin sifir oldugunu ortaya koydu. Hayat ucgeni metodumu kullananlar icin hayatta kalabilme sansi yaklasIk olarak % 100 oldu. Bu film Turkiye'de ve Avrupa'nin geri kalan kisminda milyonlarca izleyici tarafindan izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Guney Amerika'da Real TV programinda izlendi.


Enkazina girdigim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Butun cocuklar siralarinin altindaydi. Her bir cocuk kemiklerinin kalinligina kadar ezilmislerdi. Siralarinin yanindaki koridorlara uzanmis olsalardi hayatta kalmis olabilirlerdi. Bu "ayipti, gereksizdi" ve cocuklarin neden koridorlarda (siralarin arasinda) olmadigini merak ettim. O an, cocuklara bir seyin/esyanin altina saklanmalarinin soylendigini bilmiyordum.


Basitce ifade edilirse, binalar yikilirken, objelerin uzerine dusen tavan agirligi veya icerideki mobilyalar bu nesnelere carparken yanlarinda bir yer, bosluk birakirlar. Bu bosluk benim "hayat ucgeni" dedigim alandir. Nesne ne kadar buyuk ve ne kadar dayanikli olursa daha az ezilecektir. Nesneler ne kadar az ezilirse bosluk ve bu boslugu kullanan kisinin yaralanmama olasiligi o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yikilan bina izlerken gordugun ucgenleri say. Her yerdeler. Yikilan bir binada goreceginiz en yaygin bicimdir.

1) Binalar cokerken basitce "comelen ve korunan" kisiler istisnasiz her defasinda ezilerek oluyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altina giren kisiler her zaman ezilirler.

2) Kediler, kopekler ve bebeklerin hepsi dogal bir sekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karinlarina dogru cekerek kivrilirlar. Deprem aninda sizde bu sekilde kivrilmalisiniz. Bu dogal bir guvenlik ve hayatta kalma icgudusudur. Daha kucuk bir boslukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifce ezilecek ama yaninda bosluk yaratacak bir kanepenin, genis buyuk bir esyanin yaninda dur.

3) Ahsap evler deprem anindaki en guvenli yapilardir. Sebebi basittir; ahsap esnektir ve depremin zorlamasiyla hareket eder. Eger ahsap bina cokerse genis yasam bosluklari olusur. Ayrica, ahsap binalar daha az yogunlukta yikilis agirligina sahiptir. Tugla binalar ayri tugla parcalarina ayrilacaklardir. Tuglalar bircok yaralanmalara sebep olacaktir, ama (beton)bloklardan daha az ezilmis vucutlar yaratirlar.

4) Eger gece yataktayken deprem olursa, basitce yuvarlanarak yataktan dusun. Yatagin cevresinde guvenli bir bosluk olusacaktir. Oteller musterilerine deprem aninda yataklarin yaninda yere uzanmalarini salik veren bir uyari notunu odalarda her kapinin arkasina asarlarsa depremlerde cok buyuk hayatta kalma oranlarini saglayabilirler.

5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapidan veya pencereden disari kacmak mumkun degilse, kanepe veya buyuk bir koltugun/sandalyenin yaninda cenin pozisyonunda kivrilarak yere uzanin.

6) Bina cokerken Kapi kirislerinin altina gecen herkes olur... Nasil mi? Eger kapi kirislerinin altina gecerseniz ve kapi kirisi one veya arkaya dogru dusurse inen tavanin altinda ezilirsiniz. Eger kapi kirisi yana dogru yikilirsa ikiye bolunursunuz. Her iki durumda da olursunuz!

7) Hicbir zaman merdivenlere gitmeyin/yonelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farkli bir "frekans araligina" sahiptir; ana binadan bagimsiz/ayri olarak sarsilirlar. Merdivenler ve binanin geri kalani devamli olarak birbirlerine carparlar, ta ki merdivenlerin yikilisi gerceklesene kadar. Merdivenlere ulasan insanlar basamaklar yuzunden yaralanirlar. Korkunc sekilde sakatlanirlar. Bina yikilmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanin hasar gormesi en muhtemel kismidir. Depremde yikilmamis olsa dahi, merdivenler bagirarak kacmaya calisan insanlarin asiri yuklenmesi ile cokebilir. Merdivenler binanin geri kalan kismi zarar gormemis olsa dahi her zaman guvenlik acisindan kontrolden gecirilmelidir.

8) Binanin dis duvarlarina yakin yerlerde durun, mumkunse disina cikin. Binanin ic kisimlarindansa dis kisimlarina yakin yerlerde olmak cok daha iyidir. Binanin dis cevresinden ne kadar iceride olursaniz, cikis yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktir.

9) Aynen Nimiz yolundaki katlar arasindaki (yikilan) bloklarin meydana getirdigi gibi, deprem aninda ust yolun yikilmasiyla ezilen araclarin icinde bulunan insanlar ezilirler. SanFransisco depreminin kurbanlarinin hepsi araclarinin icindeydiler. Hepsi oldu. Araclarinin disina cikip, aracin yanina uzanip veya oturarak kolaylikla hayatta kalabilirlerdi. Olen herkes eger araclarindan cikip, araclarinin yanina oturabilseler veya uzanabilselerdi yasiyor olabilirdi. Ezilen butun araclarin yaninda-kolonlarin direkt olarak uzerine dustugu araclar haric- 3 feet yukseklikte bosluklar olusmustu.

10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve cok miktarda kagidin oldugu ofisleri dolasirken kagidin sIkismadigini/ezilmedigini kesfettim. Kâgit yiginlarinin/kumelerinin etrafinda genis bosluklar bulunur/olusur.

Konutlarda deprem aninda nasil hareket edilmeli?

Deprem aninda hizli ve kararli hareket etmeniz gerekmektedir.
Onceden planlanmamis bir sekilde hareket etmemeniz panige sebep olur.
Onceden bir eylem plani olusturmak bu nedenle onemlidir.

SUREKLI HATIRLAMANIZ GEREKEN SEY

Deprem aninda tehlikenin asagidan degil yukaridan gelecegi.

Dolayisiyla nerede olursaniz olun, gozunuz yukarida, olasi tehlikeleri gozler durumda olsun!

Zemin (giris) katinda iseniz,


Deprem aninda binadan kacmak icin sadece 10 saniyeniz var. Bu durumda giris kat disinda kacis icin yeterli zamaniniz yok. Zemin katinda iseniz, derhal disari cikin. Ancak disari cikmaniz binanin olusturdugu tehlikeden uzaklastiginiz anlamina gelmez. Binanin yikim golgesinden bir an once uzaklasmaniz gerekmekte. Boyle bir zamaniniz ve olanaginiz yok ise disarida bir aracin yanina (asla icine ya da altina degil) cenin pozisyonunda (yine yukariyi gozler durumda) uzanin. Acik havada yukaridan gelecek tehlikelere karsi (dusen nesneler, elektrik kablolari vs.gibi) en emin yer bir agac altidir.

Ust katlarda iseniz,

Asla binadan cikarak kacmaya calismayin. Unutmayin, yeterli zamaniniz olmayacak. Asla merdivene cikmayin, hatta daire kapiniza bile gitmeyin. Cunku, binalarin en zayif yerleri merdivenleri. Binaniz saglam kalmasina ragmen,merdivenlerinizin yikilma olasiligi var. Asla balkona cikmayin. Balkonlar binalarin zayif ve desteksiz bolumleri. Asansore asla ama asla binmeyin. Sarsinti aninda asansorler binadan bagimsiz hareket eder. Her deprem sonrasinda asansorlere bakim yaptirilmasinda buyuk fayda var. Pencerelere yaklasmayin. Deprem aninda camlarin patlayarak 6 metreye kadar cam firlattigi bilinmekte.

Siginabileceginiz mekanlar


Salon ve yatak odalari icindeki esyalarin niteligi dolayisiyla siginmak icin en kotu mekanlar. Cok caresiz kalmissaniz dahi, yatakta yatarak beklemeyin, en kotu ihtimalle yataktan dusun. Gardrobun ustunuze dusmesinden korunabilirsiniz. Beyaz esya onleri (devrilme riski olan buzdolabi haric) en iyi siginma mekanlaridir. Mutfakta firin, bulasik makinesi ve derin dondurucu onu, banyoda camasir makinesi veya dokum kuvet onu gibi. Bu tip esyalar ezilme durumunda yere yapisacak kadar ezilmezler ve size bir yasam alani saglarlar. Kurtarma ekiplerinin oncelikle bakacagi mekanlar, mutfak ve banyo olacaktir.

Nasil Siginilmali?


Unutmayin, onceden bir eylem planiniz olmasi size zaman kazandirir. Aile olarak, mutlaka onceden nerelere kimlerin siginacaginin planini yapin. Deprem aninda siginma noktalarina giderken birbirinizle konusarak haberlesin. Siginma noktanizda cenin pozisyonunu alin. Insanin en yasamsal bolgeleri bas, karin ve gogus boslugudur. Bu pozisyon sizin bu bolgelerinizi koruma altina almanizi saglar. Unutmayin, gozunuz surekli yukarida olmali. Kendinizi uzerinize dusebilecek bir cisimden korumaniz gerekebilir!

Cati katinda iseniz,


Terasa (balkon ustu degil, binanin ana govdesi uzerinde yer alan kisim) cikarak yine yukaridan gelecek (cati, kiremit, v.s.) tehlikelere karsi uyanik olun.


TOPLU MEKANLARDA DEPREM ANINDA NASIL HAREKET EDILMELI?



Sinemalarda asla disari kacmaya calismayin. Sira aralarina uzanin. Etrafinizdakileri bu konuda uyarin.


Cocugunuzun okulunda mantikli bir eylem plani yapilip yapilmadigini okul yetkililerinden ogrenin, yapilmamissa yapilmasini talep edin, hatta aktif olarak hazirliklara katilin.Alisveris merkezlerinde deprem sonrasi yangin riski yuksektir. Bir alisveris merkezine gittiginizde, mutlaka yangin merdiveninin yerini ogren ve deprem aninda hizli ve kararli bir sekilde oraya yonelin. Isyerinizde deprem aninda yukaridan gelecek tehlikelere karsi (asma tavan, armatur, v.s.) masa altina siginabilirsiniz. Yakin iseniz garaja kacarak araba yanina cenin pozisyonunda uzanabilirsiniz. Yangin merdivenine giderek merdivenden yukari cikabilirsiniz. Bu sizden sonra geleceklere yer acar.

ETRAFINIZDA EGER BINALAR BULUNUYORSA, DEPREM SIRASINDA ARABANIZDA BULUNUYORSANIZ HEMEN ARABANIZDAN INIP, ARABANIZIN KENARINDA COMELINIZ ! SAKIN ARABANIZIN ICINDE DURMAYIN! BINA ARABANIN UZERINE YIKILIRSA ARABANIZDA SIKISIP KALIRSINIZ CUNKU ARABANIN UST TARAFINDA COK INCE BIR SAC BULUNDUGUNDAN DOLAYI BIR MUKAVEMET GOSTEREMEZ!

DEPREM OLDUKTAN SONRA EGER ACIL BIR DURUMUNUZ YOKSA; LUTFEN HEMEN TELEFONLARA SARILIP DA HATLARI MESGUL ETMEYELIM! DAHA ZOR DURUMDA OLANLARI, GOCUK ALTINDA KALANLARI DUSUNEREK ANLAYISLI OLALIM!

LUTFEN!

DAHA KAPSAMLI BILGI ICIN ASAGIDAKI DOKUMANI INCELEYINIZ!


ALLAH DEPREM SEHITLERIMIZE RAHMET, KALANLARA SABIR ve SELAMET VERSIN...

UMARIZ KI, GEREKLI DERSLER ALINIR VE BOYLE FELAKETLERI DAHA KOLAY ATLATIRIZ...

UNUTMAYIN, DEPREM KACINILMAZ BIR FIZIK KANUNUDUR!

ONEMLI OLAN DEPREME LANET YAGDIRMAK DEGIL,

DEPREM ONCESI VE SONRASI ICIN TEDBIRLI OLMAKTIR!

COK GEC OLMADAN, IS ISTEN GECMEDEN...


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

.:: Komplo Teorileri ::. eleþtiri ve damgalanma

Posted: 07 Sep 2009 12:48 AM PDT

.:: Komplo Teorileri ::. haba bile haram, hava bile!

Posted: 07 Sep 2009 12:36 AM PDT

.:: Komplo Teorileri ::. RE: : Komplo Teorileri ::. KÜRT AÇILIMI BÖYLE AÇILIR..... Söz konusu mailin benimle ilgisi yoktur OKU OKU ....

Posted: 06 Sep 2009 10:51 PM PDT

 

"Söz konusu mailin benimle ilgisi yoktur"

Gazeteci Hakan Çelik, kendi adıyla internette dolaşan sahte maille ilgili açıklama yaptı

http://www.haberturk.com/2008/10/11/kuturesim/hakancelikkutu.jpgPosta Gazetesi Ankara Temsilcisi Hakan Çelik, kendi adıyla internette dolaşan ve “Bir Türk olarak Kürtlere soruyorum” başlığını taşıyan yazının kesinlikle kendisine ait olmadığını açıkladı. Hakan Çelik, e- mail yoluyla yayılan yazının Türkler ve Kürtleri birbirine düşürme niyeti taşıdığını vurguladı.

Hakan Çelik’in açıklaması şöyle:

Bir süredir internet sitelerinde dolaşan ve “Bir Türk olarak Kürtlere soruyorum” başlığını taşıyan yazı, haber ve forum grupları arasında hızla yayılmaktadır.
Söz konusu yazının benimle ve Ankara temsilcisi olarak görev yaptığım Posta Gazetesi ile kesinlikle ilgisi yoktur. Böyle bir yazı kaleme almadığım gibi yazıda geçen düşünceleri savunmam da mümkün değildir.
Yaşanan terör eylemlerinden Kürtlerin tamamını sorumlu tutan, ırkçı ve aşırı milliyetçi unsurlar taşıyan yazı olsa olsa iki halkı birbirine düşürmek isteyen kötü niyetli çevreler tarafından kaleme alınmıştır.

Kürt sorununun, Türkiye’nin toprak bütünlüğü içinde demokrasi ve hukuk kurallarına uyularak çözülmesini savunan ve bu konuda yüzlerce yazı yazmış bir gazeteci ve televizyoncu olarak benim ve gazetemin adının kullanılarak böyle bir yazının internette dolaşıyor olmasını üzüntüyle karşılıyorum.
Benim ve kurumumla hiçbir ilgisi olmayan söz konusu yazının kontrolsüz bir şekilde internet ortamında yayılıyor olması, internetin, bilgilerin çarpıtılması
ya da fabrikasyon söylentilerin yayılması açısından nasıl korumasız bir yer haline geldiğinin bir örneğini oluşturmaktadır.

Kişilerin hak ve özgürlüklerini ihlal eden, güvenliklerini tehlikeye sokan haber ve bilgilerin kontrol edilmeden internete servis edilmesi, hepimizin yararlandığı bu mecranın güvenilirliğini tehlikeye sokmaktadır. İnternetin özgürlüğünü sonuna kadar savunan bir gazeteci olarak, interneti kullananları ve bu ortama bilgi ve görüntülerle katkı sağlayanları, internetin güvenilirliğine zarar verecek girişimlerden kaçınmaya davet ediyorum.
İnternet sitelerini, benimle hiçbir ilgisi olmayan bu yazıyı çekmeleri, forum ve iletişim gruplarını ise bu yazıyı e- mail yoluyla birbirlerine göndermemeleri konusunda uyarıyorum

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 Böyle yürekli eleştiri gördünüz mü?

 

'Posta' Gazetesinin Ankara temsilcisi Hakan Çelik'in yazısı:
BİR TÜRK OLARAK KÜRTLERE SORUYORUM
 : 


Bir TÜRK olarak Kürtlere soruyorum; ''Kürtler bu ülkeye ne vermiştir ?'' Kürtlerin, Türkiye'ye bugüne kadar ne katkıları olmuştur ? Sosyal, bilimsel ve sanatsal anlamda yaşamımıza neler katmışlardır ?


Kendilerini etnik kökenlerini ön plana çıkararak tanımlayan ve kendilerine verilmiş en büyük hak olan  

''BU GÜZEL ÜLKENİN, TÜRKİYE'NİN VATANDAŞI OLMAK HAKKINI'' bir kenara iterek, etnik köken üzerinden ırkçılık yapmayı tercih eden bu kitle, bu ülkeye ne vermiştir ve bu sapkın anlayışla ne verebilir ?

Kürtlere soruyorum; neden terör sizde, beşik kertmesi sizde, kız çocuklarını başlık parası adetiyle adeta bir eşya gibi alıp-satmak adeti sizde, her türlü yasadışı işin altından çoğunlukla Kürtler çıkmakta, kapkaç sizde, gasp sizde, ''NAMUS CİNAYETLERİ'' sizde, kaçakçılık sizde, uyuşturucu ticareti sizde, bu ülkenin vatandaşı olmayı sindirememek hastalığı sizde, vur-kır-gasp et anlayışı sizde, ÖZELEŞTİRİ yapmamak sizde, nedensiz aşağılık kompleksi sizde,
başına kuş pislese devleti ve diğer insanları suçlamak sizde, herşeyi devletten beklemek sizde, asimile edildiği yalanını söyleyip, 21. yüzyıl Türkiyesi'nde tek kelime Türkçe bilmeyen milyonlarca insan sizde, emperyalist devletlerin size sahte bir mazi yapıştırması neticesinde Anadolu'da hiçbir zaman varolmayan, sözde gasp edilmiş hayali bir anavatanınız olduğu yalanını yaymak yine sizde.

Bu ülkeye hiçbir şey vermeden, kaba kuvvet ve vandalizmle, terör ile toprak gasp etmeye çalışma ahlaksızlığı sizde, diyaloğu ve insani ilişkileri es geçip, yakıp yıkarak bu ülkeyi bölmeye çalışmak sizde, Avrupa'ya gidip Türkiye Cumhuriyeti ve onun şanlı ordusu Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında her türlü asılsız yalanları söylemek, bana işkence yaptılar, baskı yaptılar, dilimizi konuşamıyoruz, fırsat eşitliği yok gibi mesnetsiz yalanları söyleyerek siyasi mülteci statüsüyle o Avrupa ülkelerine kapağı atmak, bir parazit gibi yaşayıp oralarda da suç işlemek sizde, sizlerde....

Avrupa'da Türkiye'yi şikayet etmek sözkonusu olunca ''ben Kürdüm'' demek, ama cebinde Türkiye Cumhuriyeti kimliği ile Avrupa ülkelerinden herhangi birinde suçüstü yakalandığınızda ''ben Türküm'' demek üçkağıtçılığı sizde, çapulcu terör örgütüne her türlü desteği verip, demokrasi ve insan haklarından bahsetmek, ''şiddeti kınıyorum'' demek sizde, bu yalanları söyleyip bizleri de enayi zannedip, aptal yerine koymaya çalışmak terbiyesizliği ve alçaklığı sizde, bu ülkede yaşayan onlarca farklı etnik kökenden milyonlarca insan, etnik kökenleriyle ilgili en ufak bir sıkıntı çekmezken, özgürce siyaset yapabilirken, milletvekili ve hatta Başbakan bile olabilirken, verdiğimiz Kurtuluş Savaşı mücadelesi sonucu elde edilmiş Cumhuriyetimizin kazanımlarını içlerine sindiremeyen sömürgeci, etnik soykırımcı, emperyalist devletlerin maşası ve tetikçisi olmak düzenbazlığı NEDEN hep sizde ?

Lütfen bu sorulara yanıt verin, tabii verebilirseniz. ..

Bu memlekete bugüne kadar ne verdiniz de, ne istiyorsunuz ?

Eğitim diyorsunuz; öğretmen öldüren terör örgütünün katillerini ve elebaşını lider, siyasi irade kabul ediyorsunuz.

Dilimizi konuşamıyoruz diyorsunuz; o halde bugüne kadar Türkiye'nin çeşitli kentlerinde açılmış 
 

''Kürtçe Kursları'' sözde dil öğrenmeye susamış sizlerin ilgisizliği sonucunda neden kapandı ?

Siyasi platformda temsil hakkı diyorsunuz; siyasetinizi etnik ırkçılığa ve bölücülüğe dayalı söylemler, eylemler ve politikalar üzerine kuruyorsunuz.

Yarattığınız terörden 30 bin insan can veriyor... 
 

En ufak bir özeleştiri, en ufak bir günah çıkarma yapmıyorsunuz.

Sizlerin canı can da, bu ülkeyi ve içinde yaşayan masum insanları terörden korumak için hayatını hiçe sayıp şehit olan ana kuzularının, evlatlarımızın canı patlıcan mı?

İstanbul'da sokaktaki vatandaşlara saldırmak, molotof kokteyli atmak, otobüs yakmak, polise ve sade vatandaşlara, kadınlara, ufacık çocuklara ''kaldırım taşları'' atıp kafalarını yarmak neyin protestosu? 
 

Hangi köhne düşüncenin, hangi barbar anlayışın dışa vurumu?

Bugüne kadar hangi ''Kürt kökenli'' Türk vatandaşına; hop! sen Kürtsün şu şehre giremezsin, şu işi yapamazsın, şu mesleği icra edemezsin denmiş veya denmekte?

Bu ülkenin en çok para kazanan insanları çoğunlukla Kürt kökenli şarkıcılar, eğlence yeri sahipleri, işadamları, ticaret erbabı, turistik otel sahipleri, eğlence dünyasında; tv'de, gazinolarda iş yapan isimler (İbrahim Tatlıses, Özcan Deniz, Ceylan, Yılmaz Erdoğan vs.) değil mi?

Hani ne oldu ''fırsat eşitsizliği yalanınıza?'' İşin doğrusu, sizin sorununuz bu ülkeyi terör ile vurarak, kırarak bölmek! Bir oldu-bitti yaratarak bu güzelim memleketi parçalamaktır. Bu kadar basit. Şu çıplak gerçeği artık ilkokula giden küçücük çocuklar bile anlayabilmektedirler.

''KÜRT'' kökenli vatandaşlarımız, eğer bunca kan ve gözyaşı dökülmesine sebep olan bu BÖLÜCÜ IRKÇI TERÖRİSTLERİ hala destekliyorlarsa, KUSURU DEVLETTE DEĞİL, KENDİLERİNDE ARAMALIDIRLAR!

Meydanlarda eller hep zafer işareti, ellerde 30 bin insanımızın katili kanlı terör örgütü PKK'nın afişleri, terörist başı Apo'nun posterleri, yakarız-yıkarız tehditleri ve herkesin malumu ülkemizdeki büyük kentlerde meydana gelen şu terör olayları...

Çapulcu terör örgütünün hazırladığı ''Şemdinli fiyaskosundan'' sonra, ellerine para vererek sokaklara salıp polisimize, güvenlik güçlerimize, halkımıza taş ve molotof kokteyli attırdığı küçücük çocuklar...

Çocuğunu terör örgütünün militan olarak kullanmasına müsade ediyorsan, bu kaos ve terör yöntemlerinden medet umuyorsan ve bu yolla bu ülkeyi böleriz, sözde ülkemizi de kurarız diye düşünüyorsan, canın yandığında veya meydanlara saldığın, yak-yık-kır-dök evladım dediğin çocuğunu kendi ellerinle ateşe attığında da bunu devlete fatura edemezsin.

Demokrasiden bahsedip, teröre yol açmak ? İnsan öldürüp hak talep etmek? Bu ne yaman çelişki...

Hak isteyen, hukuk isteyen önce bu ülkenin bütünlüğüne, bu ülkenin insanlarına, toplum kurallarına SAYGI gösterecek. Ülkesine katkıda bulunacak. İNSAN gibi davranacak, yakmayacak, yıkmayacak.

Kısacası; TERÖRİST ile arasındaki farkı yine bizzat KENDİSİ ortaya koyacak. Bu ülkenin güzel insanlarını kendisine inandıracak.

Kürt toplumu yüzyıllardır kendisini sömüren, geri bıraktıran, kulun kula kulluk ettiği ''FEODAL DÜZEN'' denen ilkel sistemden ne zaman vazgeçecek? Ne zaman HANIM FERTLERİNE gereken ''ÖZGÜRLÜĞÜ'' teslim edecek? Ve neden ülkede en yüksek kadın intiharları Batman'da? Neden aile içi şiddet sorununda ve TÖRE CİNAYETİ denen illette ekseriyetle Kürt kökenli insanların yaşadığı iller başı çekmekte? Büyük şehirlerde kapkaç ve bu tür illegal suçları işleyip, elde edilen yasadışı geliri Terör örgütüne aktarma suçu neden hep Kürt kökenli çocuk ve gençlerde görülmekte? Neden, neden, neden?

 

Kürdüm diyen sizler, acaba bu KUSURLARINIZI hallettiniz mi ki, TÜRKLERİ pervasızca eleştiriyorsunuz? Size yer, yaşam hakkı, hak-hukuk vermekten başka ne yapmış bu ülkenin vatandaşları?
 

Güzel bir atasözü vardır. ''GÖZÜNDEKİ ÇÖPÜ GÖRMEZ, ELALEME ŞAŞI DER!''
 
 

Bu özlü söz ülkemizin içine düşürülmeye çalışıldığı ''Kürt fesadını'' ne de güzel anlatıyor değil mi?

HAKAN ÇELİK
 

 

LÜFTEN ÇOĞUNLUĞUN OKUMASINI SAĞLAYALIM!!!

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.

 


Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak


Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.