28 Eylül 2009

[anadoluhaber:35445] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Link to ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

İRAN ABD İŞBİRLİĞİ VİDEO!

Posted: 27 Sep 2009 01:07 PM PDT

[videoiran.png]
İran ve Amerika arasında süren nükleer enerji krizi ve diğer sorunlar Dünya Gündeminde artarak önemini korurken geçtiğimiz dönemde BBC'nin yayınladığı bir video İRAN VE AMERİKA arasında ki ilişkilerin seyrini de gözler önüne seriyor.
Aslında bölgesel olarak jeostratejik bir bakış açısı ile İRAN 'ın dış'a yönelik politikalarını inceleyenler bölgede ki en iyi dostunun ABD olduğu sonucuna varabilir.Amerika Irak ve Afganistan işgalleri ile sadece ve sadece İRAN'a yarayacak şekilde bölgede ki İran mualifi güçleri tasfiye etmiş ve İran tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar bölgesinde güçlenmiştir.Bunu ona sağlayan merkez ABD'den başka bir yer değildir.

Afganistan'da Taleban'ın ve Irak'ta en büyük düşman Saddam Hüseyin'in yokedilmesi İran'a derin bir nefes aldırmıştır.Velhasıl iki Sünni güç İran'a yarayacak şekilde ABD tarafından bölgede şimdilik etkisizleştirilmiştir.
Ancak İRAN'ın bu süreçte ABD'ye karşı takındığı tavır hep bize yansıtılan şekli ile iki düşman kutup olarak enfermasyon edilmiş ama aşağıda ki videoda da izleyeceğiniz şeyler nedense es geçilerek Irak ve Afganistan'ın işgalinde İRAN devletinin ABD ye sağladığı yardımlar gösterilmemiştir.

İran kapalı kapılar ardında gizli bir şekilde taa ABD'nin Pentagonuna giderek Hem Afganistan hem de Irak ta kendi düşmanı gördüğü rejimlerin devrilmesinde bakın ABD'ye nasıl yardımcı olmuş!
İran'ın İngiliz ve Amerikalı yetkililerle kapalı kapılar ardındaki görüşmelerinin sadece bununla sınırlı kalmadığı anlaşılıyor. İranlı ve Amerikalı yetkililerle yapılan mülakatlarda, 11 Eylül saldırılarının ardından Tahran yönetiminin Afganistan'da Taliban yönetiminin devrilmesine yardımcı olmak ve El Kaide'yi bölgeden silmek için Amerikalılara bombalanacak yerleri harfiyen gösteren istihbarat bilgileri sağladığı anlaşılıyor.

VE İŞTE TÜM DÜNYA'YA İRAN -ABD SAVAŞI GİBİ YANSITILAN SAHTE GÜNDEMİ ALAŞAĞI EDEN VİDEO

[anadoluhaber:35431] Hani söz vermiştik

Posted: 27 Sep 2009 12:44 PM PDT



Ümmet harekete geçmelidir!

Posted: 27 Sep 2009 12:40 PM PDT


Arap basınında bugün tüm çağrılara kulak asmasından işgal ettiği Filistin topraklarındaki gaspçı ve zalim uygulamalarıyla İsrail oturuyor

Arap basını bugün, Yahudiler'in Kefaret Bayramı kutlamalarının gelmesi ve bu nedenle Aksa Mescidi'ni Müslümanların yüzüne kapatması vesilesiyle İsrail'e geniş yer veriyor. İsrail ve Filistin arasında gerçek barışın sağlanması için artık kınamaların ve ürkek girişimlerin bir fayda vermediği, açıkça uluslararası müdahale ile İsrail'in yerleşimine dur denmesi gerektiği belirtiliyor. Aynı zamanda Arap ve İslam ümmetinin Kudüs ve Aksa Mescidi'ne karşı birinci derecede sorumluluk taşıdığı, siyonist işgalci hükümetin yerleşim uygulamalarına dur demek için daha etkin adım atmalarının zorunlu olduğu açıklanıyor.

Mısır'dan yayımlanan El-Ehram gazetesi bugünkü ''Mısır'ın Barış Üzerine Görüşü ve Gerekli Uluslararası Destek'' başlıklı yorumunda şu ifadelere yer veriyor; ''Mısır dışişleri bakanı Ahmet Ebu El-Gayz'ın bölgedeki barış sürecinin harekete geçirilmesi ve halihazırdaki donukluk halinden kurtulunması için BM'nin genel kurul toplantısında sunduğu yol kavramları, birkaç aydır; özellikle de Bünyamin Netenyahu liderliğindeki sağcı hükümetin İsrail'de yönetime gelmesinden bu yana yarı durmuş barış tekerleğinin hareket ettirilmesi için son zamanlarda ortaya atılan en önemli kavramlardandır.

Bu kavram dört ana unsura dayanmaktadır. Bunların en önemlisi de İsrail'in; aralarında Doğu Kudüs de olmak üzere işgal altındaki tüm Filistin topraklarında sürdürdüğü yerleşim faaliyetlerini tamamen durdurmasıdır. Bu icraatler, Filistin tarafının İsrail'in niyeti hususunda güven hissetmesi için müzakere sürecine paralel olarak sürdürülmelidir. Ancak bunun gerçekleşmesinin tasavvur edilmesi, bu hedefin gerçekleşmesi için İbrani devletini uygun uluslararası baskı yapılmadan hiç mümkün gözükmemektedir. Mısır'ın görüşünün ilk bentleri buna işaret etmektedir. Zira bu bentlerde, daha fazla vakit kaybetmeden çatışmanın nihai bir şekilde çözülmesi için Uluslararası Toplum'un şekil sunmayı üstlenmesinin zorunluluğuna işaret edilmektedir.

Burada şunu da söylemek gerekir ki Batı ve Amerika'nın diplomatik çabaları, sözle kınamaları ve bazı ürkek hamleleri İsrail'in yerleşim faaliyetlerinin durdurulması için artık yeterli gelmemektedir. Bu durum, Amerika'nın Orta Doğu barış elçisi Senatör George Mitchell'in turlarının hasılatında açıkça görülmektedir. Zira bugüne kadar İsrail tarafından yerleşim faaliyetlerinin durdurulacağına dair hiçbir söz almakta başarılı olamadı.

ARAP ve İSLAM ÜMMETİ HAREKETE GEÇMELİDİR

Ürdün'den yayımlanan El-Düstur gazetesi bugünkü ''Aksa'nın Himayesi Arap ve Müslümanların Sorumluluğudur'' başlıklı yorumunda şu ifadelere yer veriyor; ''radikal Yahudilerin mübarek Aksa Mescidi'ni Pazar gününe denk gelen Kefaret Bayramı'nda (Yom Kippur) yıkacakları yönündeki tehditleri, terörist Şaron'un 28 Eylül 2000 tarihinde Aksa'ya düzenlediği provokatif ziyaretin yıldönümü ile aynı zamana denk gelmektedir. Bu da işgalci çetelerin, ilk etapta en büyük derecede sahayı istila etmeyi hedefleyen plan ve programlarının devam etmekte olduğunu göstermektedir.

Bu ırkçı saldırılar, Müslümanların mübarek Ramazan ayında namaz kılmalarının engellenmesi işgal hükümetinin iki devletli çözümü reddetmesi ve yerleşime; özellikle Kudüs'te devam etmekte ısrarı ve 4 Haziran 1967 sınırlarına çekilmeyi reddetmesi ile aynı zamana denk gelmektedir. (Netenyahu BM'deki son söyleminde bunu açıklamıştır).

Özetle: Kudüs ve Aksa'ya yönelik, açıkça Uluslararası Kanunun ve 4. Cenevre Antlaşması'nın ihlal edilmesini teşkil eden Siyonist ırkçı saldırılar, İsrail varlığının düşmanca hedeflerini uygulamakta devam ettiğini göstermektedir. Bu da Siyonist çeteler akla ve mantığa başvurmayı, uluslararası meşruiyet kanunlarını uygulamayı reddedip bölgeyi uçuruma sürüklemeyi tercih ettikten sonra Arap ve İslam ümmetinin kendilerini rezil eden şüpheli suskunluk halinden çıkıp, bölgeyi ve ümmeti tehdit eden tehlikeli olaylar düzeyinde ayaklanmasını gerekli kılmaktadır.Arap ve İslam ümmeti tüm dünyaya ve bu terör çetelerine Kudüs ve Aksa Arap egemenliğine geri dönmeden barış olmayacağını göstermelidir.
KINAMALAR KAFİ DEĞİL
Katar'dan yayımlanan El-Şark gazetesi bugünkü ''Zafer İçin Gerekli Olan Şey'' başlıklı yorumunda şu ifadelere yer veriyor; ''dünkü haberler arasında işgalci İsrail'in yönetiminin, Batı Yaka'daki Halil kentinde bulunan Harem-i İbrahimi'yi yarın (Pazartesi) Müslümanların yüzüne kapatıp haremin tüm koridorlarında ibadetlerini etmeleri için yerleşimcilere açacağı yer aldı. Bu tabiki Kefaret Bayramı bahanesiyle gerçekleştirilecek. İşgalci yönetim haremin kapısını Müslümanların yüzüne ilk defa kapatmıyor. Bundan önce de defalarca kapattı. Hatta en son, geçtiğimiz Cumartesi-Pazar günleri Yahudilerin İbrani takvimine göre yılbaşı olması nedeniyle kapatıldı.

İşgalci İsrail yönetiminin Filistin topraklarında her gün sürdürdüğü icraatlarından, savaşlardan, katletmesinden, tutuklamalarından, suikastlarından, ambargodan, toprakları kazmasından, arazilere el koymasından, ırkçı duvarı dikmesinden ve diğer uygulamalarından mümkün olan en uç seviyede genişletmeyi hedeflediği yerleşim programını sürdürdüğünü, Kudüs'ü Arap kimliğini kaybedecek derecede Yahudileştirdiğini açıkça göstermektedir.

Bundan daha kötüsü İslam dünyası da aralarında olmak üzere tüm dünya –Allah'ın rahmet ettikleri hariç- oturmuş olanları seyrediyor. İsrail ise kendisinden bu eylemlerinden utanıp durdurmasını talep eden seslere kulaklarını tıkayarak yerleşim projelerini sürdürüyor. Filistin meselesini ana dava kabul eden Arap ve İslam ülkelerinin durumu gözden geçirmesi gerekmektedir. Özellikle ümmetin işgalci İsraille bugüne kadar sürdürdüğü method dava adına hiçbir başarı getirmedi. Davanın durumu özellikle Aksa'nın hürmetinin çiğnenmesi ve Kudüs'te yürütülen Yahudileştirme siyaseti gölgesinde oldukça endişe verici.
Hamza Muhammed / Timetürk

YAHUDİLER BUGÜN MESCİD_İ AKSAYA GİRMEK İSTEDİ!

J
Yahudilerin en kutsal günü sayılan Yom Kippur`un (Kefaret Günü) arifesinde, dua etmek amacıyla Ağlama Duvarı`na gelen Yahudilerin bazılarının Haremüşşerif`e girdi. Müslümanların ibadet saatlerine denk gelen bu davranış tartışmalara yol açtı. Sabah namazını kılarken karşılarında Yahudileri gören Müslüman cemaat neye uğradığını şaşırdı. İsrail polisinin de Yahudilerle birlikte içeri girmesi gerginliği tırmandırdı. Çıkan olaylarda Müslümanlar darp edidi.

Görgü tanıklarından edinilen bilgiye göre olay sabah saatlerinde meydana geldi. Ağlama Duvarı`na Yom Kippur nedeniyle akın eden binlerce Yahudi`den bazıları, Mugrabi kapısından (Faslılar Kapısı) cami alanına geçti. Bu sırada Müslümanlar sabah namazını kılıyordu. Cami alanına girenler Mescid-i Aksa Camisi`ne de girmeye çalıştı. Bunun üzerine camide sabah namazı için bulunan Filistinliler tepki gösterdi.

İsrail polisi, Haremüşşerif içindekileri dağıtmak için gaz bombaları da kullandı. Kısa süreli gelişen şiddet olaylarında 9 Filistinlinin yanı sıra 2 polisin yaralandığı bildirilirken, Yahudiler de dışarı çıkarıldı.

Eski Kudüs Müftüsü, İslam Meclisi Başkanı İkrima Sabri ile Filistinli milletvekillerinden Hatim Abdülkadir`in camiye girmesine de engel olduğu bildirildi.

Camiye giden Müslümanların çoğu, içeri girebilmek için hemen her kapı arasında mekik dokudu, ancak seccadeleri omuzlarında geri döndüler.

DÜNYA BÜLTENİ

Taliban eylemi Ömer Muhtar'a ithaf etti

Posted: 27 Sep 2009 11:11 AM PDT


Afganistan'da ABD öncülüğündeki NATO kuvvetlerine karşı savaşan Taliban Hareketi 10 İtalyan askerinin öldüğü çok sayıda askein yaralandığı canlı bomba eylemini Ömer Muhtar'a ithaf etti.


Taliban tarafından yapılan açıklamada; "savaşçılarımız Ramazan ayının bereketiyle Amerikan askerlerine ve onların kuyruklarına takılıp topraklarımızı işgal için Afganistan'a gelen Batılı küfür güçlerine karşı büyük bir kahramanlık örneği göstererek mücadele etmekteler. Bu eylem İtalya'ya açık bir mesajdır. Canlarını Allah yolunda feda eden mücahidlerimiz adına bu eylemi İtalyanın emperyalist yayılmacılığına karşı büyük bir savaş veren şehid Ömer Muhtar'a ithaf ediyoruz" denildi.
İtalyan Hava Kuvvetlerine bağlı 6 paraşütçü geçtiğimiz gün Kabil'de düzenlenen saldırıda yaşamlarını yitirmişlerdi. Askerlerin cenazeleri C-130 tipi bir uçakla Roma'ya getirildi.

Taliban direnişçilerinin Kabil'in merkezinde NATO konvoyuna düzenlediği bombalı saldırıda 10 İtalyan askeri ile 10 sivilin öldüğü, 100'e yakın kişinin de yaralandığı bildirildi. Bu ülkedeki yabancı kaynaklar ise, ölü sayısının 60'ı geçebileceğini belirtti. Patlamanın, Kabil'de son beş hafta içinde düzenlenen 4. büyük saldırı Afganistan'ın birçok bölgesinde yönetimi eline geçiren Taliban direnişçileri, Amerikan elçiliği ve Amerikan askerî üssü yakınlarında, İtalyan askerleri taşıyan NATO araçlarını hedef aldı. Saldırıda 10 İtalyan askeri ile 10 sivil hayatını kaybederken, 100'e yakın kişi de yaralandı. Bu ülkedeki yabancı ajanslar ise ölü sayısının 60'ın üzerinde olduğunu öne sürdüler. İtalyan Savunma Bakanı Ignazio La Russa, Kabil'de bomba yüklü araç ile İtalyan askerleri taşıyan araçlara saldırı düzenlendiğini bildirdi.

Saldırı sonucu araçlardaki İtalyan askerlerden 10'u ölürken, 15'i de yaralandı.

Afganistan Savunma Bakanlığı sözcüsü Mohammad Zahir Azimi ise, olay sonucu en az 10 Afgan sivilin öldüğünü ve 100'e yakın kişinin de yaralandığını ifade etti. Kabil suç tahkikatı birimi başkanı Abdul Gaffar Sayidzade de bomba yüklü aracın Amerikan elçiliği ve Amerikan askerî üssü yakınlarında, İtalyan askerleri taşıyan iki aracı hedef aldığını, olayda yabancı güçlerden de hayatını kaybedenlerin olduğunu, ancak ölen yabancı asker sayısını bilmediklerini söyledi. Saldırının öğle saatlerinde meydana geldiği kaydedildi. Olay sonucu biri İtalya bayrağı taşıyan askerî araç olmak üzere, toplam 6 aracın da yandığı açıklandı.


Amerikan ordusu ve NATO gücü yetkilileri, saldırıdan haberdar olduklarını, ancak detaylı bilgi sahibi olmadıklarını kaydetti. Bu bombalı saldırı, başkentte son 5 haftada yaşanan 4. büyük saldırı oldu. Olay yerinde bulunan görgü tanığı Atikullah, "Patlama sesini duyunca buraya geldim. Her yerde ölü ve yaralılar yatıyordu, yabancı askerler etrafa ateş açıyordu. Çok sayıda yabancı uyruklu asker gördüm. Kadınlar, çocuklar vardı, her yer yaralı ve ölülerle doluydu. Patlama çok güçlüydü ve hedefleri İtalyan konvoyu gibi görünüyordu" şeklinde konuştu. Atikullah ayrıca, İtalyan konvoyuna ait araçlardan tamamen yanmış durumda olan 3 İtalyan askerin cesedinin çıkarıldığını söylerken, zırhlı araçların patlamanın etkisiyle alandan 20 metre uzağa sürüklendiği kaydedildi. Patlamanın meydana geldiği cadde trafiğe kapatılırken, yolun devamında bulunan Kabil Havaalanı'nın giriş ve çıkışları da güvenlik amacıyla kapatıldı. 8 Alman askeri yaralandı Öte yandan; Kunduz katliamından sonra Afganistan'ın kuzeyinde konuşlanmış olan Alman askerlerine yönelik saldırılar arttı.

Alman haber kanalı Ntv, çatışmalarda biri ağır olmak üzere 8 Alman askerin yaralandığını duyurdu. Savunma Bakanlığı bilgilerine göre Çarşamba sabahı Kunduz'da bulunan Alman karargahının 12 km güneyindeki bir mevkide devriye görevinde olan Alman birliği, Taliban'ın silahlı baskınıyla karşılaştı. Silahlı çatışma 40 dakika sürdü. Daha sonra tekrar başlayan çatışmanın bir saat devam ettiği bildirildi.

Çatışma sonunda 7'si hafif, biri ağır olmak üzere 8 Alman askeri yaralandı. Afganlı yerel yetkililerin verdiği bilgilere göre Taliban direnişçilerinden dördünün ölmüş olabileceği iddia edildi. Salı günü de yine Afganistan'ın kuzeyinde Alman birliklerine yönelik bombalı saldırı yapılmıştı. Saldırıda ölen ya da yaralanan olmamıştı. Cenaze töreni nedeniyle İtalya'da yas ilan edildi. Ülkede bayraklar yarıya indirildi, okullarda ve resmi dairelerde saygı duruşunda bulunuldu. Havalimanındaki karşılama töreninde Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano da hazır bulundu. Napolitano, ölen askerlerin aileleriyle de görüştü.

HALKIN ZİYARETİNE AÇILACAK MIŞ!

İtalyan ordusunda görev yapan Piskopos Vincenzo Pelvi tarafından kutsanan tabutlar, devlet töreni çerçevesinde ayin yapıldı. San Paolo Fuori Mura (Sur Dışı Aziz Pavlus) Bazilikasında düzenlenecek Katolik ayinine, Napolitano'nun yanı sıra Başbakan Silvio Berlusconi de katıldı. Piskopos Pelvi'nin yönettiği ayin sırasında Roma Katolik Kilisesinin lideri Papa 16. Benediktus'un taziye mesajı okundu.






Doğu’da - Batıda Diplomatik Hezimet!

Posted: 27 Sep 2009 10:40 AM PDT


Geçtiğimiz haftalarda gündeme damgasını vuran iki olay oldu. Bunlardan ilki Doğu'nun hâkimiyetini eline almaya çalışan ve kapitalist sisteme bütünleşmiş olmuş hem siyasi hem de sistem olarak yeni bir şekle bürünen Çin ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayanın ziyareti esnasında patlak veren havaalanı rezaleti, Diğeri de Fransa'ya çeşitli temaslarda bulunmak için giden TBMM heyetinin, Fransız makamları tarafından kaale alınmaması hadisesi.

Biri Doğu biride Batı olmak üzere iki devletin Türkiye'ye özel uyguladığı anlaşılan bu diplomatik prosedür ve Bakan Çağlayan'ın bu rezalet sonrasında yaptığı açıklamalar gerçekten tam bir komedi.

"Çinli Bakan ile görüşmesinde, Asya'nın doğusundaki Çin ile Asya'nın batısındaki Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde karşılıklı hassasiyetler dile getirildiğini kaydeden Çağlayan, görüşmede Yang'ın kendilerine 5 Temmuz Urumçi'deki olaylarla ilgili görüşlerini aktardığını belirtti. Yang'ı ayrıca Çin'in bu olayların bir daha yaşanmaması için aldığı önlemler hakkında bilgi verdiğini dile getirdi. Ve Görüşmede Uygurların iki ülke arasında dostluk köprüsü olduğu olacağını konusunda teyitleştik"

Urimçi Hakkında birçok kez dillendirdiğimiz ve 'Çin'in iç işi değil bizzat Türkiye'nin en önemli dış ve iç meselesidir' sözünü hatırlatarak yazımıza devam edelim.

Bakan Çağlayan'ın Urimçi Havaalanından ayrılırken tabi tutulduğu uygulama ilk başka Türkiye'nin diplomatik hezimetinden başka birey değildir. Çinli yetkililerin bu hadiseden haberdar olmaması imkânsızdır. Ve havaalanında bir devletin Çağlayan'ın ifadesi ile " Hiç kimsenin haddi değildir Türkiye Cumhuriyeti bakanının üstünü aramak, x-ray cihazından geçirmek. Buna hiç kimsenin gücü yetmez. Böyle bir şeye de Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti olarak asla taviz vermeyiz" diyerek aslında verilen tavizleri açık etmesi son derece manidardır.

Çin emperyalist devletinin Urimçi de ki soydaşlarımızı katlederken Türkiye'nin son derece yetersiz ve isteksiz hassasiyetlerinden oluşan bir hususu dillendirmenizin havaalanında Türkiye Cumhuriyetine karşı bir tepki olarak gösterilmesi mümkün mü dür?

Çin'e Taviz Verildi mi?

Çin'i ziyareti esnasında Çinli Bakan 3. Boğaz köprüsüne talip olduklarını açıklıyor ve bu hususta Çağlayanın cevabı ise şu oluyor; "Serbest piyasa pazarımız açık, piyasamız açık bu konuda bir engel yoktur. Ben de Sayın Bakana dedim ki 'buyurun kapımız açık nasıl istiyorsanız.' Bu konuda zaten ihale standartları ve şartları bellidir. Yani benim açımdan bir engel gözükmüyor."

-Urimçi Katliamını yapan Çin'e 3. Boğaz Köprüsü inşaatı konusunda tavizler verildi mi?

Bu soru ister istemez aklımıza gelmekte olup Bakan çağlayan açısından engel teşkil etmeyen bu husus 'Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti olarak asla taviz vermeyiz' açıklamasını da alaşağı etmiş olmuyor mu? Dikkat ederseniz siyasi veya diplomatik olarak yaşanılan havaalanı hezimetinin geldiği son nokta Doğu Türkistanlı Müslüman kardeşlerimize karşı samimiyetsizlik tütüyor.

Çin devletinin aynen ABD gibi Türkiye'yi kıskaç altına almak ve İslam Dünyasına açılırken Türkiye'nin stratejik üstünlüğünü kullanmak gibi stratejik adımlar attığına şahit oluyoruz. Yine Zafer Çağlayan'ın ziyareti esnasında sarf ettiği 'kuru söğütten düdük çıkarmak' değimi her ne kadar Tavuk bacağı ihracatı için kullanıldıysa da adeta Çin'in Doğu Türkistanlı Müslümanların kurumamış kanları üzerinden Türkiye'yi kullanarak sömürü çarkını işlettiğine şahit oluyoruz.

Fransa'da Neler Oldu!

Öte yandan Fransa'yı ziyaret eden TBMM heyetinin Batının ukala ve şımarık çocuğu olan Fransa'dan gördüğü muamele ise adeta Türk Dış politikası ve devletlerarası hukukun ayaklar altına alındığı bir hadisedir ki bu hukuk Fransa'ya özel bir ukalalık tütse de savaş esnasında dahi yapılmaması gerekli olan bir takım davranışların tezahürüdür. Devletlerarası hukuktan bahsederken Batı ile bizim içimizde ki Batıcıların arasında ki hukukun nasıl işletildiğine de en büyük örnek teşkil eder bu son hadise. Aslında bir hezimetten bahsedecek olursak bu iki hadisede de AB-D politikaları ile adım atmaya çalışan batıcı güruhun en büyük hezimeti aldığını belirtelim.

TÜRKİYE GİBİ BİR ÜLKE BİZİ NASIL DENETLER

Göç ve Milli Kimlik Bakanı Eric Besson, çok önceden kararlaştırılan bir saatlik görüşmeyi son anda beş dakikaya indirirken, randevu alınan Fransız bürokratlar da TBMM heyetini kale almadı. "Fransa'daki temaslarının ardından Türk gazetecilerle bir araya gelen TBMM heyetinin başkanı Zafer Üskül ise, ziyarete gelen grup İnsan Hakları Komisyonu değil de, Dışişleri veya Tarım gibi başka bir komisyondan olsaydı bu tablonun yaşanmayacağını belirterek, Fransız makamlarının, Türk vekillerin insan haklarıyla ilgili inceleme yapmaya gelmesinden rahatsız olduğunu dile getirdi. Üskül, "Türkiye gibi bir ülke bizi nasıl denetler?" havasının hâkim olduğunu gözlemlediklerini söyledi.

Zafer Üskül'ün sarf ettiği bu cümleleri aynen Çin'e de uyarlayarak devam edersek, Hem Çin hem de Fransa Türkiye'nin kendilerini denetlemesinden son derece rahatsız olduklarını bu şekilde dillendirmiş ve Türkiye gibi hem tarihi hem de coğrafi olarak bölgesin de lider ülke olabilecek bir devletin bu hususlarda dil'e gelmesini kendilerince engellemişlerdir. Bu arada hatırlatalım Urimçi ile ilgili Zafer Üskül TBMM heyeti ile birlikte Çin'i de ziyaret edecekmiş.

Özellikle uluslar arası emperyalizmin çarkına girmiş olan BM ve yine bu emperyalistlerin sözünden çıkamayan İKÖ (İslam konferansı Örgütü) gibi yapılanmalarda söz sahibi olan Türkiye neden bu hususları bu teşkilatlara taşımamış ya da taşıyamamıştır. Bu soru hem Zafer Üskül'e hem de Zafer Çağlayan'a sormamız gerekiyor. İsimlerinin mana itibarı kaybetmek değil kazanmak olduğunu kendilerine hatırlatarak adı geçen bu iki Bakan'a hem Çin hem de Fransa da diplomatik bir yenilgi yaşadıklarını hatırlatırız.

Aslında tarihi bir önderlik vasfı ve üstünlüğün Anadolu'da olduğunun farkında bile olmayan zümrenin Fransa'ya 100 yıl süren dans korkusunu hatırlatmasını da bekleyemeyiz. Fas'tan Hindistan'a, Avusturya'dan Yemen'e kadar, ayrı ırktan, ayrı kavimden, ayrı dilden, ayrı dinden milyonlarca insanı bir arada yaşatan bir ruhtur Osmanlı Devleti. Bu ruh'un elleri Avrupa'dan Asya'ya, Fransa'dan Doğu Türkistan'a kadar nasıl uzanmış ise bugünde aynı şekilde o ruhu kuşanmış olarak tarih sahnesine çıkmak gerekiyor. İşte o zaman ne Çin ne de Fransa size kafa tutabilir.

Bu makale Baran Dergisi'nde Yayınlanmıştır



IRAK DİRENİŞİ DÜŞMANI PERİŞAN EDİYOR!

Posted: 27 Sep 2009 09:28 AM PDT

Irak'ta bir milyondan fazla kişiyi katleden işgalci ABD ve müttefiklerine karşı Irak Halkı tüm gücü ile direnişlerini sürdürüyor.Felluce,Musul ve Bağdat'ta düşmana karşı sürdürdükleri saldırılarda savaşçılar bir dizi saldırılar ile vatanlarını savunacaklarını belirterek adeta emperyalistlere kaçacak delik bırakmıyorlar.



İşte Irakta direnişçilerin yaptığı saldırılar:



Bir Amerikan Zırhlı Felluce'de İmha Edildi

Irakta mücahidler Amerikan işgal ordusuna yönelik güdümlü füze ile gerçekleştirdikleri operasyon neticesinde bir zırhlı araç mürettebatıyla beraber tamamen imha oldu.

Irakta işgale karşı direnen mücahidler Amerikan işgal ordusuna yönelik güdümlü füze ile gerçekleştirdikleri operasyon neticesinde bir zırhlı araç mürettebatıyla beraber tamamen imha oldu.

Direnişçiler operasyonun başarıyla tamamlandığını, bir zırhlı aracın tamamen imha olduğunu, mürettebattan ölen ve yaralanların bulunduğunu belirttiler.

Öte yandan Kukla hükümet polis kaynaklarının bildirdiğine göre Amerikan işgal güçlerine ait bir uçak Musul'un güneyine düştü. Kaynak uçağın cumartesi sabahı İslam Parti'sinin merkezi olan Gazalani'de düştüğünü belirtti.

Haber kaynağı olayda yaralananların olmadığını söyledi.




Direniş El Bekr Hava Üssünü Vurdu


Amerikan işgal güçlerine ait el Bekr hava üssüne 120mm'lik havan topları ile bir operasyon düzenledi. Havan topları hedefe tam isabet etti.hava üssü kullanılamaz hale geldi.


Irak Direnişi özellikle Ramazan ayında Amerikan işgal güçlerini perişan etmeye devam ediyor.


Irak Direnişi özellikle Ramazan ayında Amerikan işgal güçlerini perişan ettiği bildiriliyor. Irakın cesur savaşçıları Bağdat'ın batısındaki Amerikan işgal üssüne füzelerle saldırıda bulundu. Direniş grubunun işgalcilere yönelik operasyonun video görüntüsüne aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

http://kawlfasl.org/up/ktb-20-9-7.rmvb

Bu arada mücahidler Amerikan işgal üssüne 2 füze ile operasyon düzenledi. Füzeler hedefe tam isabet etti.


CHP'ye küstah tehdit "Destek vermezseniz bitersiniz"

Posted: 27 Sep 2009 09:20 AM PDT

CHP'ye küstah tehdit

 

İktidarın Kürt açılımının arkasındaki isimlerden birisi olan sözde Türkiye uzmanı ABD’li Prof.Dr. Henri Barkey, ana muhalefet partisine gözdağı verdi: "Destek vermezseniz bitersiniz"

Prof.Dr. Henri BarkeyCIA’nın Ortadoğu İstasyon şeflerinden Graham Fuller ile 1997 yılında yazdığı Kürt raporu ile tanınan ve İktidarın açılımının arkasındaki isimlerden birisi olan Prof.Dr. Henri Barkey, yine sahneye çıktı. Carnegie Endowment adlı düşünce kuruluşunda Türkiye uzmanı olarak çalışan Henri Barkey, ABD Dışişleri Bakanlığı’nda görevler aldığını, çalışma hayatını Türkiye’ye adadığını ifade eden Barkey, planın Amerikan ürünü olduğu iddialarını reddetti: “İyi ki bir iki plan ortaya çıktı. Bunlardan biri de benim. Onlara göre o zaman bu bir Amerikan planı oluyor. Değil... Görünen köy kılavuz istemez. Benim yazdığım, başkasının söylediği o kadar düşünülmesi zor bir konu değil.” Kendisinin zaman zaman ABD Dışişleri Bakanlığı çalışanlarına tavsiyede bulunduğunu, bunu Türk yetkililere de yaptığını anlatan Barkey, en son geçen mayıs ayında Türkiye’ye gittiğini belirterek şunları söyledi: “Ben devamlı Türkiye’den gelen insanlarla görüşüyorum. Gerek milletvekili olsun, gerek aydın olsun, gerek gazeteci olsun, gerek Dışişleri Bakanlığı temsilcileri olsun. Bu benim işim. Ben bütün hayatımı Türkiye üzerine çalışmaya adadım. Dolayısıyla, insanlarla devamlı görüşüyorum. ”

CHP’ye saldırdı
Planın başarılı olmasıyla Türkiye’nin kazanacağını ifade eden Barkey, CHP’nin ise sona ereceğini iddia etti. Amerikalı uzman, “CHP şimdiye kadar hiçbir konuda olumlu bir fikir ileri sürmedi. Devamlı muhalefet etti. CHP, kendi eski söylemlerine karşı çıkıyor. Bu nasıl bir parti? Bu süreci aslında CHP’nin ortaya koyması gerekiyor, AK Parti’nin değil. CHP yakında bitecek ama bunun farkında değil” diye konuştu. Barkey, süreç içinde MHP’nin takınacağı tavra göre gençlik tabanının sokaklara çıkma ihtimaline ilişkin olarak da Devlet Bahçeli’nin göreve gelmesinin ardından bu kesimi kontrol altına almayı başardığına dikkat çekti. Amerikalı uzman, “Ancak, ’Eğer gerekirse dağa çıkarız’dediler. Bunu yaparlarsa, Türkiye çok zor bir duruma girecektir” dedi.

Barkey açıklamalarında Başbakan Erdoğan’ın gözünü de korkuttu. Erdoğan’a suikast uyarısı yapan Barkey, barışa gitmek isteyen liderler aşırılar tarafından öldürülmüştür” iddiasında bulundu.

Kaynak : Yeniçağ

 




__________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4455 (20090924) __________

The message was checked by ESET Smart Security.

http://www.eset.com

Türkistan'ın doğusundaki işaret taşları

Posted: 27 Sep 2009 08:56 AM PDT


Bugün Çin işgali altındaki Doğu Türkistan, son günlerde sömürgeci Çin yönetiminin "demografik asimilasyon" politikası ile bölgeye yerleştirdiği Han Çinlileri üzerinden organize edilen saldırılarla Türkiye halkının gündemine girdi. Tarafsız kaynaklara göre 1949 yılında komünist işgal başladığında bölgede ezici bir çoğunluğa sahip olan Müslüman Türkler bugün atayurtlarında azınlık konumuna düşürülmüşlerdir. Bu yazıda Çin sömürgeciliğinin demografik asimilasyon politikalarının nasıl uygulandığından çok bölgenin yıldız isimleri etrafında bölgenin genel Türk tarihi yönünden önemine işaret etmek istiyorum.

Kaşgar şehri merkezli olarak gelişen ve Oğuzhan'a kadar ulaşan bir soy kütüğüne sahip hanların yönetimindeki Karahanlı Türk Devleti'nin İslam ile şereflenmesi hem Türk hem de İslam ve dünya tarihi açısından büyük öneme sahiptir. Aynı dönemde Türkistan'ın orta ve batı bölgelerini yöneten, Batı Türk Devleti'ni temsil eden Selçuklu Hanedanının İslamı kabulü ile bütün Türk dünyasının ortak iman temeli üzerinde adeta yeniden inşası sürecine girilmişti. Bu yeniden inşa sürecinin Türkistan'ın doğusunda boy gösteren mimarları Türk tarihinin de zirve isimlerindendir.

Çin işgali altındaki Doğu Türkistan'a bakıldığında bölgede herbiri bir yalçın dağ zirvesi olan işaret taşlarının en muhteşemleri Abdulkerim Satuk Buğra Han, Kaşgar'lı Mahmud ve Yusuf Has Hacib olarak görünmektedir.

'Abdulkerim' Satuk Buğra Han

901 yılında doğan Satuk Buğra Han 23 yaşında Karahanlı tahtına geçer geçmez -924 yılında- bütün Türklerin dini olması için İslam'ın tebliğine başlamış ve İslami tebliğ çalışmalarına karşı koyanlarla mücadele etmiştir. Satuk Buğra Han'ın İslam'ı Türkistan'da tebliğe başlaması ve sonraki hanların da aynı faaliyetleri sürdürmesi neticesinde bütün Türk dünyası İslam dinine girmiştir.

Satuk Buğra Han'ın hidayetini dile getiren destan bütün Türk yurtlarında ortak olarak bilinen bir destanımız olup temiz gönüllü insanlar vasıtasıyla dilden dile aktarılarak yayılmıştır. Çok sonraları yazıya geçirilen bu destan Satuk Buğra Han'ın Allah'ın hidayeti ile müslüman oluşunu gerçekötesi vakalarla anlatmaktadır.

Hz. Muhammed (s.a.v.)'in vefatından 370 yıl kadar sonra Doğu Türkistan'da Kaşgar şehrinde bulunan hansarayında 901 yılı kışının son günlerinde bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Kaşgar merkezli Karahanlı devleti sultanının oğlu olan ve Satuk Buğra adı verilen çocuğun doğumundan sonra bazı kahinler, bu çocuğun ileride 'atalar dini'ni terk edeceğini ve öldürülmesi gerektiğini anasına telkin ederlerse de anası böyle bir şeyi kabul etmez.

Satuk Buğra, oniki yaşına geldiğinde kırk yoldaşıyla beraber ava çıktığı Ötüken ormanında ardına düştüğü bir tavşanın peşisıra giderek arkadaşlarından kopar. Ormanın derinliklerine geldiklerinde peşinden koştuğu tavşan 'aksakal"lı bir 'koca kişi' suretine geçer ve Satuk Buğra'ya diz çöktürüp İslam'ın esaslarını telkin ve tebliğ eder. Destana göre Hz. Hızır (a.s.)'dan başkası olmayan bu 'koca kişi' Satuk Buğra'ya tevhidin esası olan şehadet kelimesinin sırlarını öğretip O'na "Abdulkerim" adını da verir.

Kaşgar'a dönen Abdulkerim Satuk Buğra Han önce kırk arkadaşına ve daha sonra diğer Türk obalarına İslam'ı tebliğ eder. Bu sırada Abdulkerim Satuk Buğra'nın babasının ölümünden sonra Türk devletinin başına geçmiş olan amcası Kara Harun Buğra Han, yeğeninin atalarından öğrendikleri inançları terkedip İslam'ı yaymasına çok kızar ve Abdulkerim Satuk Buğra'nın inşaına başladığı ilk mescidin yanına gelerek yeğenini İslam'dan dönmeye çağırır.

Bu çağrısına red cevabı alan Kara Harun Buğra Han hızla mescidin yükselmekte olan duvarlarını tekmelemeye başlar. Bir anda yer yarılarak müşrik Han dizlerine kadar yere batar. Abdulkerim Satuk Buğra bunun üzerine amcasını da İslam'a davet eder. Ancak daveti reddeden Kara Harun Buğra Han gittikçe toprağa gömülür ve son tevbe davetine de küfürle cevap verince toprağın derinliklerinde kaybolur.

Amcasının bu şekilde ölümünden sonra Karahanlı Hanı olarak 924 yılında başa geçen Abdulkerim Satuk Buğra Han ertesi gün devletin dininin İslam olduğunu ilan eder ve bütün Türkistan'da İslam yayılır ve bundan sonra Türk hanedanları "İslam düşmanı kafirlerin en büyük korku kaynağı" olarak İslam'ın bayraktarlığını devam ettirirler.

955 yılında Kaşgar'da bu dünyadan göçen Abdulkerim Satuk Buğra Han'ın kabri üzerinde İslam'ı tebliğ ettiği kardeşleri tarafından yapılan türbe günümüze kadar gelmiştir. Halen Çin işgali altında bulunan ve şu günlerde olduğu gibi zaman zaman "yasak şehir" ilan edilerek turist olarak girilmesine bile Çinlilerce izin verilmeyen Doğu Türkistan'ın Kaşgar şehrinin en önemli manevi merkezlerindendir. Amcası Kara Harun Buğra Han mı? Türkistan'ın kuytu bir köşesinde bile O'nu anan bile kalmamıştır.

Kaşgarlı Mahmud

Doğu Türkistan'dan söz ederken, Anadolu fatihi Sultan Alp Arslan devrinde Doğu Türkistan'dan batıya gelen ve o devirde Selçuklu ilim hayatının merkezi olan Bağdat'ta çalışmalarını sürdüren Kaşgarlı Mahmud'un adını da anmadan geçemeyiz.

Son günlerde kanlı soykırım olayları ve baskılarla gündemde olan Çin işgalindeki Doğu Türkistan'ın başkenti Urumçi'de yapılan yayınlarda ataları Barsganlı olsa da Kaşgarlı Mahmud'un Kaşgar'ın güneybatısında yer alan yaklaşık kırkbeş kilometre mesafedeki Opal kasabasında dünyaya geldiği kaydedilmiştir. 1008 yılında Kaşgar'da doğduğu kabul edilen Kaşgarlı Mahmud'un onbirinci asırda yaşadığı ve aynı yüzyılın sonlarına doğru öldüğü tahmin edilir. Kaşgarlı Mahmud, Divanu Lûgati't-Türk'ün başında, soyca Türklerin en ileri gelenlerinden olduğunu söylemekte, Karahanlı hanedanının ünlü kişilerinden rivayetler aktarmakta, Karahanlı devlet teşkilâtı ve saray gelenekleri üzerine bilgi vermektedir. Son yılların araştırmalarına göre Kaşgarlı Mahmud'un soy kütüğü, İslam dinini seçen ilk Türk hanı Abdulkerim Satuk Buğra Han'a çıkmaktadır. Tarihi şecerelere göre Abdulkerim Satuk Buğra Han'ın oğlu Süleyman Han; onun oğlu Buhara fatihi Ebü'l-Hasan Harun Kılıç Buğra Han'dır, onun oğlu Hotan fatihi Yusuf Kadır Han, onun oğlu ise Taraz ve İsficab hâkimi Muhammed Buğra Han, onun oğlu olan Şemsüddevle Arslan İlig unvanlı Barsgan emiri Hüseyin bin Muhammed Çağrı Tigin'dir ki Kaşgarlı Mahmud'un babasıdır. Kaşgarlı Mahmud'un annesi ise Karahanlı ülkesinin tanınmış evliyasından Hoca Seyfeddin Büzürgvar'ın kızı Bibi Rabia Hatun'dur. Kaşgarlı Mahmud'un şeceresine baba tarafından maddi hükümdarlığın; anne tarafından ise manevi hükümranlığın mirası olarak da bakılabilir.

Kaşgarlı Mahmud, günümüze kadar ulaşan "Divanu Lûgat'it Türk" adlı muhteşem eseriyle Çin zulmüne karşı 60 yıldır amansız bir direniş sergileyen Doğu Türkistan Türkleri'nin olduğu kadar bugün yeryüzünde yaşayan bütün Türkler'in de övünç kaynağıdır. Türk dili yönünden olduğu kadar, tarih, coğrafya, mitoloji, folklor yönlerinden de eşsiz bir hazine olan ve Arablar'a Türkçe'yi öğretmek üzere yazdığı ve 1072-1074 yılları arasında tamamladığı Divanu Lûgati't Türk alfabetik sırayla yedibinbeşyüz kadar Türkçe kelimeyi ve bunların Arabca karşılıklarını vermektedir. Divanu Lûgati't-Türk'ün Bağdat'ta hükümran olan devrin Selçuklu Sultanı'na değil de Abbasi halifesine armağan edilmesi ise incelikli bir siyaset olarak değerlendirilmelidir.

Çeşitli rivayetlere bakılırsa Kaşgarlı Mahmud'un seksen dokuz yaşında Kaşgar'a geldikten sonra sekiz yıl müderrislik yaptığı, 1105 yılında doksan yedi yaşında öldüğü ve Opal köyündeki medresesinin yakınındaki kabristana gömüldüğü; başka söylencelerde ise Kaşgarlı Mahmud'un 1126 yılında öldüğü anlatılır. 1791 yılında yazıldığı kaydedilen Tezkire-i Hazret-i Molla adındaki yazma eserden edinilen bilgiye göre Kaşgarlı Mahmud, Bağdat'tan ülkesine dönüşünden sonra sekiz yıl müderrislik yapmış, doksan yedi yaşındayken ölmüştür.

Geçtiğimiz yıllarda Kaşgarlı Mahmud'un kabri olduğu düşünülen türbe ilginç bir şekilde keşfedilmiştir. Yakın zamana kadar bir evliya makamı olarak Doğu Türkistanlı müslümanlarca hürmetle ziyaret edilen ve o güne kadar Hazret-i Mollam Şemseddin adlı bir velinin kabri olarak bilinen türbenin Kaşgarlı Mahmud'a ait olduğu anlaşılmıştır. Opal köyündeki bu türbeye vakfedilmiş olan yazma bir Mesnevî nüshasının son sayfalarında bulunan ve Kaşgar Şeriye Mahkemesi kadısı tarafından mühürlenen 14 Recep 1252 (21 Ekim 1836) tarihli vakıf senedinde, o bölgedeki halkın eskiden beri Hazret Molla Şemsuddin olarak ziyaret ettiği İslam aliminin aslında Kaşgarlı Mahmud olduğu belirtilmektedir.

Yakın zamanda Opal kasabasındaki bu kabir restore edilerek üzerinde bir türbe inşa edilip sanduka üzerine 'Mahmud Kaşkari Kabrisi' (Kaşgarlı Mahmud kabri) yazılarak doğum yılının 1008 ölüm yılının ise 1105 olduğu kaydedilmiştir.

Yusuf Has Hacib

Türk edebiyatının ve kültürümüzün en önemli kaynaklarından biri olan ve 6645 beyitten oluşan Kutadgu Bilig (Kut Veren=Kutlandıran Bilgi) adlı şaheserin yazarı Yusuf Has Hacib, tahminen 1020'lere doğru bugün Sovyetler Birliği içinde bulunan Kırgızistan isimli Türkistan topraklarında kalan Balasagun (Kuz-Orda) şehrinde doğmuştur.

Üzerinde 18 ay çalıştığını bildirdiği eseri Kutadgu Bilig'i Balasagun'da yazmağa başlamış ve Kaşgar'da tamamladıktan sonra ilk İslami Türk Devleti olan Karahanlı Devleti'nin o zamanki hakanı olan Tapgaç Kara Buğra Han'a sunmuştur. Eseri çok beğenen Han, Balasagunlu Yusuf'a saraydaki önde gelen makamlarından biri olan Has Hacib'liği vermiş büyük Türk şairi bundan böyle günümüze kadar 'Yusuf Has Hacib' adıyla tanınmıştır.

Yusuf Has Hacib, Karahanlı Devletinin taht şehri olan ve bugün Çin işgali altındaki Doğu Türkistan'ın önemli merkezlerinden biri olmaya devam eden Kaşgar'da ömrünü tamamlamış ve ölümünden sonra da kendisine saygılarını sürdüren Karahanlı devleti'nin yöneticileri tarafından Kaşgar'da görkemli bir türbede defnedilmiştir.

Samimi bir mümin ve 'muttaki bir müslüman' olduğu yazdığı eserden anlaşılan Yusuf Has Hacib'e göre Allah insanı seçerek yaratmış ve insana en büyük erdemleri fıtrat anında vermiştir. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserini de insanların her iki dünyada tam manâsı ile kutlu olması maksadı ile kaleme almıştır.

O bütün insanlığa hitab eden evrensel İslami mesajlarını öncelikle kendi soyundan insanlara iletebilmeyi hedeflediğinden bu büyük eseri devrin Türkçesiyle aruz vezninde yazmıştır. Aruz veznine son derece hakimiyeti ve İslami gerçekleri kavrayışındaki derinlik nedeniyle Arabca ve Farsça'yı iyi bildiği belli olan Yusuf Has Hacib, birbirleriyle yakından alakalı olan birey, toplum ve devlet hayatının Allah rızasına uygun düzenlenmesi için gerekli gördüğü esasları izah ederken girdiği felsefi ve sosyal izahların tamamını Türkçe ile ifade edebilme gücü ile kendisinin edebi yeteneğinin olduğu kadar, onbirinci yüzyıl Türkçesi'nin engin imkanlarını da tartışmasız bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Türk yurtlarının geçmişteki kültürel birliğinin güzel bir örneği de yine Kutadgu Bilig'dir. Onbirinci yüzyılda Kaşgar'da tamamlanarak Karahanlı Hanı'na sunulan Kutadgu Bilig'in bir nüshasının da, yazılması üzerinden dört asır geçtikten sonra Batı Türk Devleti'nin hanedanı olan Osmanlılar'dan Fatih Sultan Mehmed'e 1474 yılında sunulmak üzere İstanbul'a getirildiği bilinmektedir.

Kutadgu Bilig'i Anadolu'ya getiren Fenarizade Kadı Ali, Anadolu'dan ilim tahsili için gittiği Türkistan'ın Herat, Buhara ve Semerkand şehirlerinde ilmini tamamladıktan sonra İstanbul'a dönmüş ve Bursa medresesine müderrislikle görevlendirilmişti. Fenarizade Kadı Ali, Kutadgu Bilig'in İstanbul'a getirilmesini sağlamış ve eser Fatih'in önde gelen yöneticilerinden Şeyhzade Abdurrezzak Bahşı'ya teslim edilmiştir.

Kutadgu Bilig'in Türkiye'de cumhuriyet döneminde yayınlanmasında büyük emeği geçen ve yayına hazırlayan Reşid Rahmeti Arat'ın belirttiği gibi Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde Türkistan'daki devletler ile siyasi bakımdan yakından ilgilendirdiği gibi her iki taraftaki Türk yurtlarının ilim merkezleri ve bilginleri arasındaki ilişkiler de bugün zannedildiğinden ve –acı bir gerçek olarak kaydetmem gerek, belki de- halen mevcut olanlardan çok daha sıkı ve ileri düzeyde bulunuyordu.

İnsanların her iki dünya saadeti ve kutlu bir hayat sahibi olmaları için gerekli İslam kurallarını avâmıyla-hasıyla, hanıyla-gedâsıyla bütün Türkçe konuşanlara iletmek gibi kutlu bir misyonu omuzlayan Balasagun'lu Yusuf'un tebliğine bugün de hepimizin -ve özellikle başımızda cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, amir, reis, müdür, lider vs. sıfatları ile bulunanların- ne çok ihtiyacı var, biliyor musunuz?..

Sonuç

Çinlilerin 60 yıldır uyguladığı kanlı provokasyonlarla şiddetlendirdiği "demografik assimilasyon" uygulamaları olmasa neredeyse habersiz kaldığımız Doğu Türkistan'a niçin ilgi göstermemiz gerektiğinin tarihi nedenleri okur tarafından anlaşılmış olmalıdır. Türk tarihinden Abdulkerim Buğra Han'ın; Kaşgarlı Mahmud'un Yusuf Has Hacib'in mübarek isimlerinin silinmesini arzu etmeyenler için ise –hele de tarih önünde sorumlu makamları işgal etmekte iseler- bu ilgiden öteye yapılması gereken çok şey olduğu açıktır.

(*) Araştırmacı-Yazar

KAYNAKLAR:

1. Akalın, Şükrü Halûk (Prof. Dr.), Kaşgarlı Mahmud Kimdir?

http://www.tdkterim.gov.tr/dlt/?kategori=mahmut

2. Bice Hayati (Dr.), İşaret Taşları, İnsan Yayınları ; İstanbul-2006


DR.HAYATİ BİCE


[anadoluhaber:35428] AKP'nin Yapmış ve Yapmakda Oldukları Yanlış İcraatlar!

Posted: 27 Sep 2009 07:43 AM PDT

 
AKP’NİN YAPMIŞ VE YAPMAKDA OLDUKLARI YANLIŞ İCRAATLARI !  

 

 

AKP Hükümeti, Müslümanları biraz daha rahatlatmak,  başörtüsü sorununu çözmek, Müslümanların sıkıntı duyduğu konuları (Örneğin, YÖK) ve ekonomik yönden de halkın sorunlarını çözeceğim diye halkımızdan oy istedi ve oy verildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Raporu’nun bir yerinde diyor ki; “TÜRKİYE’deki başörtüsü yasağı kamusal alanın da dışına taşınarak 2006 yılında yaygınlaştı.” Herhalde bunda AKP’nin rolü yoktur! bundan o mesul değildir diyemeyiz. İktidara geldikten sonra bizler “Milli Görüş Gömleğini çıkarttık” dediler. Neden bunu seçim yapılmadan önce söylemediler? Biliyorlardı ki böyle söyleseler asla Saadet Partisi’nin oylarını alamayacaklardı. Üstelik oy aldığı kesim de hemen hemen Müslüman kesimdi. Milli Görüş mecrasından gelip, fakat Milli Görüş’ten vazgeçmekle övünen, hatta kendisini iktidara getiren gücün Milli Görüş olduğu gerçeğini reddeden bir zihniyetin iş başında bulunması TÜRKİYE’nin esas sorunudur. Millet hala AKP’yi takiyye yaptığını zannederek gerekli tedbirleri almakta fırsat kolladığını zannediyorlar. Artık halkımız hala onlardan TÜRKİYE’nin sorunlarını çözecek icraatlar bekliyor, onların hala Milli Görüş sahibi olduklarını(!) bir takım şer odaklarından çekindikleri için tedbirli gitmeleri zannına kapılıyorlar. Sayın Bülent ARINÇ seçim öncesi konuşmasında “Başörtüsü namusumuzdur mutlaka bu sorunu çözeceğiz” demedi mi? AKP, İnsan Hakları Beyannamesi’nde başörtüsünün yasak olmasını istediğini bizzat söylemiştir. Kimseyi kast etmeden genelde söylüyorum, yalan söyleyenlerden, vermiş oldukları sözleri tutmayanlardan, emanete hıyanet edenlerden, haram yiyen, ribacılardan, nerden edinildiği belli olmayan servet sahiplerinden ülkemize, dinimize ve bu Müslüman Türk halkına hayır gelmez.

 

Kendilerine İslami gazeteler olarak bildiğimiz (Vakit, Zaman, Yeni Şafak şimdilerde ne olduğu tam anlaşılamayan Taraf Gazetesi) gazeteler bir zamanlar ısrarla savundukları  başta başörtüsü, YÖK ve diğer Müslümanları rencide eden konularda hükümete yüklenecek onu eleştirmek yerine, konuyu çözmesi için elinde kanuni yetki bulunan ve tek başına iktidara gelmiş olup ve şimdiye kadar hiçbir hükümete verilmemiş imkanların bu hükümete üstelik kendisini muhafazakar olarak nitelendiren halk tarafından bizzat verilmesine rağmen bu hükümeti uyarmak yerine, bu sorunları çıkartan kurum veya kişiler aleyhinde yazıyor, hükümeti bu konuda sorumlu hissetmiyorlar. Kendilerinin de bildiği gibi hükümet istese hemen kanunlar ve anayasayı değiştirmek suretiyle bu konuları en kısa zamanda çözebilirdi. Oy veren seçmenlere de  seçim öncesi vermiş olduğu sözleri yerine getirerek verdiği sözleri tutan bir parti olduğunu ispatlardı. TBMM’nde üçte iki oranında gibi büyük bir sandalyeye sahip bir partinin başörtü meselesinden korkması, tabu gibi görmesi inanılacak bir şey değildir. AKP; “KIBRIS ve yurt güvenliği” ile ilgili konularda TSK.’ni dinlemiyor da başörtüsü konusunda toplumsal mutabakat diye ortaya çıkıyor. 22 TEMMUZ 2007 tarih ve 25883 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6 adet Yönetmelik farklı alanları kapsıyor.  Bu Yönetmeliklerin isimleri ise ; Özel Dershaneler Yönetmeliği, Özel Kurslar Yönetmeliği, Özel Okullar Çerçeve Yönetmeliği, Özel Öğrenci Etüt Eğitim Merkezi Yönetmeliği, Özel Eğitim Kursları Yönetmeliği ve Özel Eğitim Okulları Çerçeve Yönetmeliği. Bu yönetmeliklerdeki kılık kıyafet  şeklini belirleyen hükümlerde, bundan 24  yıl öncesinde konular yasak kararına atıfta bulunuluyor. Bakanlar Kurulu’nun 22 TEMMUZ 1981 tarihinde aldığı bir kararda, resmi ve özel okullarda  kılık kıyafetlerin nasıl olması gerektiği belirtilirken, okul için başı açık olunması zorunluluğu getiriliyor. Ancak bu karar, Bakanlık tarafından yeni bir Yönetmelik çıkarılmadığı için Özel Eğitim Kurumlarında yıllardır uygulanmıyordu.  AKP Hükümeti, 24 yıl önceki bu kararı çıkardığı Yönetmelik ile resmileştirmiş oldu.  Sayın ERDOĞAN bu sorun ancak bütün siyasi partilerin ve bütün sivil toplum kuruluşlarının katılımlarıyla çözülebilir diyor. Ama bir AKP’linin Cumhurbaşkanı seçilmesine gelince böyle bir konsensüse hacet olmadığını söyleyebiliyor. Demek ki başörtüsü sorununu çözmek, AKP indinde bir AKP’linin Cumhurbaşkanı seçiminden çok daha zor bir işmiş. Hatırlarsanız, MSP-CHP koalisyonunda 48 kişilik bir gruba sahip iken bu meseleyi MSP nasıl çözmüştü? Şöyle ki CHP’li M.E.B.’nın üniversite ve orta dereceli okullara bir tamim göndererek koyduğu baş örtüsü yasağı karşısında başta Sayın ERBAKAN olmak üzere tüm MSP grubu galeyana gelmiş, bu ciddi tavır karşısında kanuni maksadı olmayan yasaklamadan vazgeçilmiş, ta ki Turgut ÖZAL iktidara gelinceye kadar yani 10 seneden fazla bir süre içerisinde bu konudan söz bile edilememişti. Bu geçmiş tarihi olayın AKP’ye ve Sayın ERDOĞAN’a örnek olmasını dilerim. Bilindiği gibi başörtüsü yasağının hiçbir kanuni dayanağı yoktur. Anayasa’nın sarih ve amir hükümlerine göre, yasaklar ve güvenlik tedbirleri ancak kanun ile konulabilir. Bu yasağa neden olabilecek, bazı mahkemelerin, TBMM’nin yasama hakkına tecavüz ederek verdiği, kaynağını Anayasa’dan almayan biz yaptık oldu yorumları bulunmaktadır. Dünyadaki bütün hukuk sistemlerinde kabul edileni sarih ve amir kanun hükümleri dışında asla herhangi bir kurum ya da kurumların içtihadına sapılamaz. Böyle bir sapma olursa düzenlemeler kanuna dayanmadığı için geçersizdir/hükümsüzdür. AKP ise hiçbir kanuni mesnedi olmayan bu yasağı sürdürmeye bir yerlerden korkarak mesnetsiz ve defakto  karardan çekiniyoruz, bunun için baş örtüsü yasağına biz boyun eğiyoruz diye bir geçersiz mazerete sığınıyorlar. Halende bu mazeretlerini devam ettiriyorlar. AKP iktidarı çoğunluk olarak Anayasa’yı değiştirebilecek bir sandalye oy yapısına sahipken ve Anayasa’nın 38’nci ve 153’ncü maddelerine bir satırlık hüküm ilave edilerek “yargı erkinin, yasama erkinin hudutlarına tecavüz etmesini bile önleyebilirsiniz” Çok üzülerek ilave etmek isterim ki hiçbir siyasi partinin eline geçmeyecek olan bu tarihi fırsat değerlendirilememiş, sadece başörtüsü sorununda değil, 1982 Anayasası’nın demokratik kriterlere göre düzeltilemeyerek, Cumhurbaşkanı yetkilerinin olması gerekene kavuşturulması gibi büyük bir görev daha başarılmamış/başarılamamıştır.   Buna çifte standart derler.  Eğer bunu diğer bir başka hükümet yapmış olsaydı; mesela DSP, CHP, MHP veya diğer herhangi bir parti, malum iktidar yanlısı basın/medya demediğini yapmadığını bırakmaz, tüm güçleriyle bu hükümetler aleyhinde yazarlardı ki yazmışlardırlar da. Bu sorunları çözecek olan tek başına şimdiye kadar en büyük oy kitlesi ve milletvekili çoğunluğu ile iktidara gelen AKP’dir. Fakat bu konuda uyarıcı bir tutum iktidar yanlısı basın/medyadan ne yazık ki şimdiye kadar gelmemiştir. Onlarda aynen kartel gazeteleri gibi şu anda bir nevi partizanlık yapmaktadırlar. Malum medya AKP’nin İslam’a, halka, TÜRKİYE’ye hizmet yerine başta;  İMF, ABD, AB,  israil’e ve avrupa’nın işine yarayan politikalar izlediğini pek ala görüyor ve biliyorlar. Bakmayalım bugün ABD’nin yanı başımızda durduğuna, yarın bir döner bakarsınız yanınızda kimseler yok. ABD; bunu tarih incelendiğinde de görüleceği gibi hep yapmıştır. Yani kullan ve at politikası. Mesela Saddam HÜSEYİN’de olduğu gibi. Emperyalizmi destekleyen Müslümanlık/İslam olamaz. AKP İslam’la emperyalizmi birleştirmiştir. BOP projesini destekleyen kendini bu  projenin Eş Başkanı yapan AKP’yi İslamlıkla/Müslümanlıkla bağdaştırmak imkansızdır. ABD’nin istediği ılımlı İslamcılığı AKP bizzat oluşturmuştur. İşin üzücü tarafı BOP’un Eş Başkanlığını üstlenmesidir. Büyük israil’in kurulması demek olan bu şer projeyi AKP ve Sayın ERDOĞAN’ın tasvip ettiği anlaşılmaktadır. Bu proje gereği güzel ülkemizden büyük israil’in kurulabilmesi için siyonistlere toprak verileceğini acaba Sayın ERDOĞAN ve AKP biliyorlar mı? Eş Başkanlığını yürütmekte bu projenin Türklüğe/Müslümanlığa/İslamiyet’e faydasının ne olduğunu Sayın başbakanın açıklaması gerekir. “Küresel emperyalizmin büyüsüne kapılanlar Milli İstiklalimizi koruyamazlar.” AKP’nin iktidar olduğu sürece yaptığı iktisadi bağımlılık Milli İstiklalin kaybına yol açmıştır. Milli istiklaline sahip çıkamayan toplumlarda tarih sahnesinden silinirler.

AKP hükümeti misyonerliği iktidarları boyunca desteklemişlerdir. Zamanlarında açılan apartman kiliselerin, onarılan kiliselerin sayısı şimdiye kadar iktidar olan hiçbir hükümete nasip olmamıştır. Hiç hıristiyan nüfusu bulunmayan yerlere dahi apartman kilise açılmıştır. İSTANBUL’daki Fener Rum Patrikliği’ne ekümenlik sıfatının tanınması, ruhban okulunun açılması icraatlarının arasındadır. Buna mukabil gelen papaların tümünün İslam/Türk düşmanı olduklarıdır. Onların hıristiyan ülkelerinde aynını Müslümanların yürüteceği misyonerlik faaliyetlerine nasıl tavır verebileceklerini, müsaade edeceklerini hiç zannetmiyorum. Zalimlerden medet uman mazlumların iki yakası bir araya gelmez. Müslümanlara hiçbir fayda sağlamayan, yaklaşık 1000 yıldan fazla Müslüman, Türk düşmanlığı yapan hıristiyan ve yahudi’lerden AKP dostluk ummaktadır. Onları memnun etmek için Hakkın Ali hatırını kırmakta bir beis görmemektedirler. ÇANAKKALE Törenlerinde gözyaşı döken Sayın Başbakan, 1 MART Teskeresi keşke geçseydi demiş, amerikan askerleri sağ salim dönmesi için dua da etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda boğazımıza sarılanlar şimdi birden dost mu oldular? Bugün ufuklarımızda kara bulutlar dolaşmaktadır. Kanlı siyonist israil’in mimarı olduğu BOP’da bugünkü haliyle büyük ve bütün TÜRKİYE’ye yer yoktur. İsrail’in halen mevcut gücüyle BOP Projesi’ni gerçekleştirmeye gücü yetmediğinden kendisine her konuda müttefik ABD’yi bu projenin uygulamaya konulmasında maşa olarak kullanmaktadırlar. Dost ve kardeş IRAK’ı üçe ayırdılar. İRAN’ı da parçalamak projenin bir gereğidir. Gene aynı proje; MISIR’da bağımsız bir Kıpti devleti kurulmasını tasavvur etmekdedir. LÜBNAN küçük bir ülke olmasına rağmen onu da birkaç parçaya ayırmak istenmektedir. SURİYE’nin bir parçasında da Dürzi devleti kurulacaktır. TÜRKİYE’yi de üç parçaya ayırmak, ülkemizin bir kısmında sözde bağımsız kürdistan kurmak istiyorlar! SAMSUN ile RİZE arasında da pontus Rum devleti, batı’da kalan parçasını da sabataycıların idaresinde bir AB üyesi yapabilirler. Anılan uygulamalar; Sayın Başbakanın Eş Başkanlığını yürüttüğü sahiplendiği/desteklediği “Pob Projesi” ne aittir. Tarih tekerrürden ibarettir. Onda günümüzü ve geleceğimizi görebilirsiniz. Buradan anlaşılan, TÜRKİYE’yi parçalamak ve Sevr’i hortlatmak istiyorlar. Tehlike umduğumuzdan da büyüktür. Halen AKP bunları bilmesine rağmen bir hıristiyan kulübü olan  ve adına Avrupa Birliği denen hıristiyan birliğine girmeye çalışmakta, bunun için halkımızın ne dini nede milli duygu düşünce ve yaşantılarına hiç uygun olmayan kanunları dayatmakta böylece ne kadar yanlış yolda olduklarının belki farkına bile varmamaktadırlar. Malum mütareke ve destekçi sözde İslami medya/basın da olup bitenleri müşahede etmelerine rağmen görmemezlikten gelmekte “doğruları bilip de söylemeyen dilsiz şeytanı” oynamaktadırlar. ABD’nin istediği; sadece ibadetlerini yerine getiren fazla bir şeye karışmayan, ABD’nin, siyonistlerin  oyunlarını bozmayacak ALLAH (c.c.)’ın emri olan cihadı terk edecek Müslümanlar oluşturmayı dileyen ABD’nin ortaya attığı, asıl mimarının ise siyonistler olduğu “Ilımlı İslam Projesi” de AKP hükümeti zamanında ortaya çıkmış, kendini göstermiştir. Hiçbir şekilde dinimizce ehli kitap ile dini yönden bir araya gelemeyeceğimiz, (Dinler arası diyalogun baş şartı olan önce, benim peygamberim son peygamberdir inancından vazgeçilmesi haşa ki biz böyle düşünürsek/inanırsak ki dinden çıkarız, mürted oluruz) Kur’an-ı Kerim’de Kafirun Suresi’nde de belirtildiği gibi herkesin dini kendisine emrine rağmen; “Dinler Arası Diyalog” yanlışına destek veren AKP hükümeti ve Fethullah GÜLEN cemaatine malum işbirlikçi İslami basında yine her zaman olduğu gibi tek bir yazı çıkmamaktadır. Tavırlarıyla böylece dinler arası diyaloğa/aldatmacaya onay verdikleri, destekledikleri artık anlaşılmaktadır. Malum sözde İslami basının ise AKP iktidar olduktan sonra anlayışı değişmiş, yüce İslam, hıristiyanlık ve musevilik arasında bir fark olmadığı, hepsinin de ehli necat olduğu anlayışı hakim olmuş, din konusunda cahil olan halkımızına böyle olduğuna inanmasını istemişler, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca da bu diyaloğun yüce İslam’da yeri olmadığına dair kesin bir  yazı/fetva yazılmamış, verilmemiş bulunmamaktadır.

Ehli kitap kafirlerin durumu; Kur’anı Kerim’de anlatıldığı, onlardan uzak durmak gerektiği, İslam’ın azılı düşmanlarının olduğu belirtilen benim bulabildiğim Ayeti Kerimeleri size de sunuyorum.

 

Maide             :  3/5/13/14/15/16/17/18/41/42/43/51/55/56/57/58/62/63/

               64/65/66/68/70/72/73/75/78/79/80/81/82

Al-i  İmran      : 12/13/14/19/20/21/23/31/64/67/70/ 71/78/81/82/85/93/100/106/

                          108/119/199

Beyyine          : 4/6 

Tevbe             : 28/29/30/31/34

Nisa                : 39/44/47/139/154/156/160/161

Bakara           : 75/79/84/85/88/89/91/120/94/95/97/98/105/109/136/137/146/285

Enam              : 91

Araf                : 157

Nur                 : 63

İsra                 : 8

Fetih               : 28/48

Mümtehine    : 8/9

Mücadele       : 22

 

                   İsa, ALLAH, Ruh-ul Kudüs diye üçüzlü inanç; Papa’ya yanılmazlık, papaza günah affetmek gibi yetkiler veren bir Peygamber inancı, İslam’a terstir. Mevcut İncil ve Tevrat ise ne zaman ne de sıhhat bakımından Kur’anı Kerim’le asla kıyaslanamaz. Bu kadar ayrılığa, Tevhid inancına ters düşen hıristiyanlık ve museviliği “Dinler Arası Diyalog” ve “misyonerlik” faaliyetlerine verdikleri destekle herhalde AKP’de birleştirmiş, aralarında bağ kurabilmiştir. Üstelik Sayın Başbakan siyonist yahudi örgütü ADL’den cesaret madalyası almış, aynı zamanda bu yahudi örgütü Fethullah GÜLEN’in “Dinler Arası Diyalog” kitaplarını bedava bastırıp dağıtmasıyla da bilinmektedir.

  

Sayın ERDOĞAN AKP kurulmadan Saadet Partisi içindeyken ABD, israil, AB ve avrupa’ya muhalifken şimdi bu muhaliflikleri kalmamıştır. Malum İslami medyada her zaman olduğu gibi daha önce ABD, AB’ci partileri eleştirirken AKP iktidar olduktan sonra eleştirileri son bulmuştur. AKP’ce yürütülen bu aşırı dostluk akla şöyle bir soru getiriyor; Acaba TÜRKİYE Tel Aviv’den ve Washington’dan mı idare ediliyor(!) diye.

 

AKP ile Barzani’nin istediği aynıdır. Ben ABD’nin adamıyım, BOP’un Eş Başkanıyım demiştir Sayın Başbakan. Çeşitli toplantılarda ve geçmiş ABD başkanı Bush’a girip çıkarken açıkça BOP’un adamı olduğunu söylemişlerdir. Durum gösteriyor ki Barzani ile AKP arasında büyük bir ticari anlaşma olduğu şüphesini uyandırmaktadır.

 

Milli dava olan KIBRIS’a gelince; AKP’nin ne gibi yanlış/tutarsız politikalar izlediğini biliyor musunuz? Yıllardır MARAŞ boş tutuluyor. AKP’nin söylediği tavize hazırız diyorlar. Bunu da izolasyonları kaldırmak için yaptıklarını söylüyorlar. Demek ki  parça parça KIBRIS’dan toprakları çıkarmayı göze aldıkları belli olmuştur. AKP hükümetinin KIBRIS sorunun çözümü hakkında en fazla tekrarladığı laf, “KIBRIS’da tek yanlı adımlar atmamızı bizden kimse beklemesin” idi. Ama hatırlanırsa o zamanlarda hepimizin radyo ve televizyonlarından öğrendiği haberler hiç de öyle demiyordu. Gün içinde ve hatta o günden bugüne kadar ne Dışişleri Bakanı ne Sayın Başbakan nede başka bir üst düzey yönetici tarafından sahiplenilmeyen, ayrıntıları halka dahi anlatılmayan, ama FİNLANDİYA ve yabancı basın tarafından elde edilen bilgiler, önerilerin nelerden oluştuğunu ortaya koymaktadır. Hükümet yaptığı teklifte TÜRKİYE’nin bir liman ve bir havaalanını Rumlara yani AB’nin tanıdığı şekliyle “KIBRIS Cumhuriyeti” ne şartsız olarak açmayı teklif edilmiş, birde “biz bu Kuzey KIBRIS’a uygulanan ambargolar tamamen kalkmadan tek taraflı adım atmayız” diye daha önceki söylenen politikalara tamamen taban tabana zıt uygulamalar gerçekleştirilmiştir. İşin komik tarafı AKP hükümeti bu planı FİNLANDİYA’nın önüne koymadan neredeyse 24 saat öncesinde de tekrarlamıştı. KIBRIS’ta referanduma sunulan Annan Planı’nı Türk tarafı büyük bir çoğunlukla kabul, Rum tarafının ise büyük bir çoğunluğuyla da ret edilmişdi. İki gün sonrada Avrupa Komisyonu durumdan herhalde utanıp KIBRIS Türkleri’ne uygulanan izolasyonları kaldırılmasını sağlayacaklarını açıklamışlardı. AB her zamanki kalleşliği gibi sonra bu sözünü de unutmuştur. Rumların kendilerine mani oldukları engeline sarılmışlardır. AB’nin isterse bir üyesini yerin dibine sokabileceğini de görmüştük. AVUSTURYA’daki seçimlerde ırkçı bir partinin iktidara gelmesi üzerine hemen yaptırımlara girişmiş ve ardından Wolgang SCHÜSSEL’in başbakanlığında bir hükümet kurulmasını sağlamıştı. Yani dediği gibi bir şey yapamıyor değilmiş. Tabi ki hükümette her zaman olduğu gibi bunu da AB’ye örnek gösteremedi. Çünkü uygulanan tamamen bir teslim oluş politikası izliyor olmalarıydı. Üç buçuk milyon Rum’un AB’ye engel olduğu masalına AKP inandı ama millet inanmadı. Ardından AB bir Ek Protokolü başımıza sardı. AKP, Ek Protokol’ü imzalayarak yürürlüğe koyacaklarının taahhüdünde bulundular. Ama uygulamaya konulmasını TBMM’ne bıraktılar. AB kendi vermiş olduğu izolasyonların kaldırılması taahhütlerini unuttu ama sizin imzaladığınız Ek Protokol taahhütlerinizi yerine getiriniz demeye başladı. AKP’nin her zamanki muhteşem politikaları gibi bu da başımıza bu sonucu doğurdu. Zaten bu Ek Protokolü imzalamakla Rumları bir devlet olarak tanımayı taahhüt etmiş olunmakta, üstelik bu durum adadaki askerlerimizi bir işgalci durumuna da düşürmüştür. AB, AKP’ye  güvenmediği için yapmış olduğu hava alanı ve liman açma teklifinizi yazılı olarak vermemizi istemiştir. AKP, eğer yazılı olarak verirsek o zaman KIBRIS Cumhuriyetini yani Rumları resmen tanımış oluruz açıklamasını getirmiştir. O Ek Protokol’e imza atmakla zaten tanımış oluyorlardı ki. AKP’nin bu tutumundan KIBRIS’ı gözden çıkarttığı manası çıkmaktadır. Sadece halka  KIBRIS’ı teslim etmeyi nasıl anlatacağını düşünmesi kalmaktadır. O kadar acziyetler var ki anlat anlat bitmiyor.

 

KKTC’de toprağı olan bir Rum kadın dava açıp 1 milyon dolarlık davayı AİHM’de kazandı. Yaklaşık 4000 Rum da AİHM’de dava açmaya hazırlanıyor. Üstelik mahkeme masraflarının da Güney KIBRIS Rum devletince karşılanacağı bildirildi. KKTC’de sokak ve cadde adlarının Rumca isimler verildiğini biliyor musunuz?. Şimdiye kadar hiçbir hükümet AKP kadar bu kadar teslimiyet içerisine girmemiştir. KIBRIS ilk fethedildiğinden bu yana pek çok şehit verilerek alındı. Eğer KIBRIS bu kadar şehitlere rağmen bize hiçbir fayda sağlamayacak ancak Müslüman Türk kimliğimizi kaybetmemize neden olacak AB yüzünden rum’a peşkeş çekilecekse o kadar şehidin ahı tutar ki  Sayın ERDOĞAN ve ekibine hayır etmez. AKP ne olacağı belli olmayan AB için KIBRIS Türk Cumhuriyeti’ni yok etmeyi göze aldığı bu olan bitenden sonra daha da anlaşılmaktadır. Acaba AKP HÜKÜMETİ bunun vebalini kaldırabilecek mi? AKP dış politikanın her alanında örneği görülemeyecek şekilde teslimiyetçi  politikalar uyguladı. TÜRKİYE’nin gelmiş geçmiş ne kadar hükümetleri varsa izlenilen dış politika çıkarlarımıza uygun değildi. IRAK politikası ise; ABD’ye tam teslimiyet şeklinde oluştu. Ne Türkmenler ne de  TÜRKİYE’nin IRAK üzerindeki hak ve menfaatleri konularının hiçbirisi AKP Hükümetinin politikasında yer almadı.

 

 

AKP Hükümeti döneminde; yabancılar TÜRKİYE’ye aşırı ilgi göstermeye başladılar. Bu ilgi, önce özelleştirilecek kuruluşlarla başladı daha sonra da borsada hızlı bir şekilde kontrolü ele geçirmelerine kadar sürdü. Arkasından bankacılık, inşaat ve emlak sektörü, arsa ve tatil köyleri satışları birbirini hızla izledi. En tehlikeli özelleştirmeye örnek de  TELEKOM gösterilebilir. Her türlü hatta gizli konuşmaların bile yapılabildiği telefon işletmesinin yabancıların elinde olması bile korkunç bir istihbarat zafiyetini doğurur.

 

TÜRKİYE’de tarım sektöründe de çok ciddi gerileme yaşanmaktadır. Yüzde 30 erime var. Tarım yasaklanıyor. Çıkartılan Şeker Kanunu, Tohum Kanunu vb. kanunlar çiftçimize darbe vurmuş, adeta tarım yapmaları yasaklanmıştır.

 

Diğer yanlış/tehlikeli uygulamalara örnek; GAP’ın uluslar arası bir komisyona devredilip, israil lehine karar alınması, KIBRIS’ın YUNANİSTAN lehine  çözülmesi sırf AB  istiyor diye AKP kabul ediyor gözükmüştür. IRAK’ın işgalinde 4200 uçak İncirlik’ten kalkmış, 4200 sorti yapılmış, milyonlarca Müslüman IRAK’lı bombalanmıştır. Milyonlarca  Müslüman IRAK’lı şehid oldu. O zamanlar TÜRKİYE bu harekata taraf olmasaydı ABD bu saldırıyı gerçekleştiremez, bunca insanın kanı dökülmezdi.

 

Yine avrupa Sevgili Peygamberimize hakaret edince AKP ne yazık ki sesini çıkartamamıştır. Yine benzer durum büyük Hakan Sultan Abdülhamit Han zamanında da yaşanmış, yazar Mustafa ARMAĞAN’ın “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” adlı eserinin 188’nci sayfasını okuduğumuzda  bir Müslüman Hakan’ın nasıl bir duruş sergilediği şimdiki yöneticilere bir örnek oluşturmalıdır. AB’nin, Müslüman Türk kimliğini Osmanlı kültürünü bırakın, ÇANAKKALE İstiklal Savaşı ruhunu kaybedin, bizim gibi yaşayın diyor. AKP’de bunun aynen kabul etmektedir. Acaba AKP, AB’de İslam’a, Müslüman Türk Milletinin faydasına ne buldu ki yaklaşık 1000 yıldır  Müslüman/Türk düşmanlığı yapan  hıristiyan devletlerinin oluşturduğu bu kulübünün peşinden koşturuyor?

 

Kartelin, rantiyenin güvenini almış,  İMF politikalarının dışına çıkamayan bir politikayı sürdürmeyi uygun görmüş ve görmektedirler. Kendileri Milli Görüş kimliğini değiştirdiler, globalleşmeden kurtulmayı kesinlikle düşünmemektedirler. Dikkatimden kaçmayan bir husus Fatiha’nın son ayetini zikretmiyorlar. Çocuklarımıza kin nefret öğretmeyelim diye bir inanışı savunuyorlar. AKP inanışına göre, inanca dayalı ekonomik, siyasi birliktelik olmaz diyorlar! Saadet  Partisi’ndeyken özelleştirmeye partinin politikası gereği karşı çıkıyorlardı. Şimdi ise kendi iktidarlarında devletin çok önemli ve güvenlik arz eden kurumlarını/fabrikalarını mesela TELEKOM” gibi haraç mezat  satmışlardır. Bu milletin gücü ile kurulan KİT’ler özelleştirme adı altında stratejik, ekonomik, kar eden, etmeyen demeden (daha doğrusu kar edenler satılıyor, kar etmeyenler satılmıyor)  yabancı sermayeye ya da onların TÜRKİYE’deki misyondaşlarına devredildi. Saadet Partisi tarafından uygulanan “Havuz Sistemi” ni uygulamaktan kaçınmışlardır. Her gün yaklaşık 90 milyon dolar faiz ödüyoruz. Dikkat ettiyseniz alt yapı yatırımları askıya alındı, halka hizmet seçim arifesine hatırlanır oldu. İşsizlik arttı. Hükümete göre % 10’larda, gerçekte ise % 20’leri aşmış, eğitimli  işsizlerin oranı ise % 30’ların üzerinde.Yanlış değerler vererek halkı yanıltmaktadırlar. Esnaf ise uluslar arası büyük marketlerin insafına bırakılmıştır.  Sanayicimiz yatırım yapabilmek, ayakta kalabilmek için yurtdışına kaçırılırken, yabancıya, yerliye tanınmayan yatırım imkanları sağlanmış, ithalat akıl almaz boyutlara ulaşmıştır. Bunun yanında yarısı düzeyde artan ihracatla övünülür olmuş, dış ticaret açığımız AKP iktidarında rekor üstüne rekor kırmıştır.

 

Sigortacılık sektöründeki gelişmelerde incelenirse, biz çalışacağız, üreteceğiz, hasılatı ise avrupalılar,  ABD toplayarak kendi ülkelerine götürecekler, kendi ülkelerinin açıklarını kapatmakta kullanacaklar. İşte yabancıların TÜRKİYE’ye ilgisinin arka yüzü diyebiliriz.

 

Bundan 10 yıldan fazla bir süre önce önce ANTALYA’da AB temsilcileriyle bir toplantı yapılmıştı. “TÜRKİYE çok büyük, idaresinde zorlanıyorsunuz, şunu güzelce bir küçültün, bir ucundan öbür ucuna gitmek kolay olsun, idaresi de fazla ağır ve zahmetli olmasın” Bu toplantıyı hatırlayan halkın içinden kaç kişi çıkar acaba? AKP hükümetinin bu konuda bir girişimi var mı? Umarım Sayın Başbakanın bu toplantıda alınan kararları  engelleyeceği kanaatindeyim. 

 

Cari açık ile ilgili endişeler dile getirilmesine rağmen, “endişe edilecek düzeyde değil” denilerek krizlere kapı açıldı. Para piyasalarında her çalkantının ardından ülkemiz milyarlarca dolar değerinde zarara uğramaktadır. Hükümet yetkilileri “Bakın para piyasası yeniden raya oturdu” türünden açıklamalarla kamuoyunu yanlış bilgi vermektedir. Vatandaşın uğradığı zarar ne olacak? Onların zararını kim karşılayacak? Hükümet; “İstesek İMF’ye borcumuzu bir çek yazar öderiz” diyor. Güya hazinede dövizimiz fazlasıyla varmış. Peki o zaman neden ödenmiyor? Bu milleti niye İMF’ye mahkum edip süründürüyorlar? Ama yapamazlar çünkü İMF‘ye göbekten bağlılar. Bütün ekonomik politikaları İMF’nin emir ve direktifleri üzerine kuruludur.

 

ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan “Ermeni Tasarısını” kabul edilmesini engellemek amacıyla  musevi lobisi ve düşünce kuruluşlarının temsilcileriyle görüşmek üzere AKP ve CHP milletvekillerinden oluşan TBMM Heyeti WASHINGTON’a gitmiş ve görüşmüştür. TBMM heyetinin ABD’ye gitmesi TÜRKİYE’yi küçük düşürücü bir hareket olduğu kanısındayım. Bunun yorumunu sizlere bırakıyorum. O zamanın İSTANBUL Milletvekili Emin ŞİRİN TÜRKİYE’nin dünyanın birçok yerinde gündeme gelen Ermeni tasarılarına karşı ne yapılması gerektiği konusunda bir kanun teklifinde bulundu. Kanun teklifinin içeriği “Çeçen kırımı, Bosna Hersek Kırımı, ermenilerin Azerbeycan’da yaptıkları kırım, Fransızların Cezayir kırımı, amerikalıların zencilere uyguladıkları ayrımcılık ve zulüm” gibi olayların kınanması ve hatırlanması için anma günlerinin tesis edilmesini talep eden bir kanun teklifiydi. Ancak AKP’nin oylarıyla bu kanun teklifinin gündeme alınması ret edildi.

 

İslami öğrenim (Kur’anı Kerim) 15 yaşına kadar yasaklandı. Bunu neden düzeltilmesi için hükümeti uyarıcı bir yazı malum destekçi sözde İslami medya/basın yazmıyor, gündeme getirmiyor? Yoksa inançlı halkın sesini duyurduğunu söyleyen işbirlikçi/İslami medya ile oy veren kesim bu kanunun taraftarı mıdır? Hükümet ne yazık ki çıkardığı kanunlarla din eğitimine de ciddi darbeler vurmuştur. Ceza Kanununa göre 12 yaşından küçük çocuğa Kur’an-ı Kerim dersi verilirse anne ve babaya ceza verilmesi bu kanun dahilindedir. Domuz kredisi çıkartılıyor ama 12 yaşından daha doğrusu ilkokulu bitirmeden çocuklara Kur’an-ı Kerim öğrenmesini mümkün kılan kanun nedense çıkmıyor. İSTANBUL Kasımpaşa’da Kur’an Kursu yıkılıyor, buna karşın kiliseler onarılıyor. Bu sizce AB’ye, avrupa’ya verilmiş bir taviz midir? Bu yapılanın İslam’a ne gibi faydası olabilir? Yoksa olmaz mı?

 

 

AKP İnsan Hakları Beyannamesi’nde başörtüsünün yasak olmasını istediğini bizzat söylemiştir.

 

Sayın Başbakan; sıradan bir yurttaşın bile ağzına yakışmayacak sözlerinden! Birkaç ibretlik örnek, tedbirli olunması, ders alınabilmesi açısından faydalı olması maksadıyla yazmak ihtiyacını duyuyorum:  “Al ananı git…” “gözünüzü toprak doyursun” “ İş aslanın ağzında, taşı sık suyunu çıkar.” “Ne borç affı? Yok öyle yirmi beş kuruşa simit …” Mağdur Meslek Liselilere; “Bedel ödemeye hazır değilseniz, biz de  hazır değiliz.” “Askerlik yan gelip yatılacak yer değildir.” “Dur beni dinle! 9 ay 10 gün be…” “Akılları basmaz. Bana frikik attırıyorlar, iyi frikik atarım.” “Ne konuşuyorsun, seninle geldik biz bu hale hemşerim! Yav sen…” “Adam gibi adam lazım bunlar tükürdüğünü yalıyor.” “Gel buraya artistlik yapma” “Böyle bağırılmaz… Lan bana anayasayı öğretme. Terbiyesizlik yapma lan.”

 

            Peki yukarıda saymış olduğum cümleler pekala Sayın Başbakan tarafından halka söylenmiş ahlak ölçülerinin dışında, kendisinin de İHL’li olmasına rağmen her bakımdan yakışmayan yakışıksız söyler. Peki Sayın AKP taraftarları yukarıda söylenenlerin doğru olduğunu ve bir Başbakana yakışacağını söyleyebilir mi? Şimdi bu olumsuzlar hiç yaşanmamış, yeminlerle verilen sözler yerine getirilmiş, 2/3 meclis çoğunluğuyla “Milli İradeye” sahip çıkılabilmiş gibi meydanlarda yeniden boy gösterecekler, hem de olumsuz hiçbir şey yokmuş gibi yeni vaatlerle gelecekler. Önceki seçimler kendilerine örnek olmalıdır. Halkın, kendi istekleri yönünde icraatları olmayan ABD, AB’ci partileri nasıl sandığa gömdüğü hükümetçe de unutulmamalıdır.

 

İMF konusunda ise; AKP üst düzey yöneticileri sürekli İMF’ye olan borcumuzun azaldığını söyleyip durmaktadırlar. Ancak bunu öyle ifade ediyorlar ki, halk sanki toplam borcumuz ya da dış borcumuz azalıyormuş gibi anlayacak, İMF’ye olan borcumuz şu kadar dolar, onu da ödüyoruz bir müddet sonra da İMF’ye olan borcumuz tamamen ödenmiş olacak diye halka anlatacaklar. AKP iktidara geldiği zaman; iç ve dış toplam borcumuz 240 milyar dolar idi. 2006 sonu itibarıyla da toplam borcumuz 380 milyar doları aşmış durumda. Yani AKP borçlarımızı en az 140 milyar dolar artırarak 380 milyar doları aşmıştır. Azalan bir şey yok. İMF‘ye olan borcu ise başkasına daha çok borçlanarak kapatmaktadırlar Netice 2006 yılı itibariyle 380 milyar dolarlık borca sıcak para ve yabancı mevduatları da kattığımızda borçlar 500 milyar dolara dayanır. Ülkemizi borca esir edilmiştir. Her zamanki gibi malum işbirlikçi medya/basın bu haberleri de görmemezlikten gelmiş, yazmamıştır.  Faiz muntazaman ödenirken gerekli parayı bulunuyor, (rantiye, İMF) fakat memur, işçi, köylü ve emekliye geldi mi enflasyon artar diye hak etmiş oldukları ücretleri minimum düzeyde tutmaya gene İMF direktifleri gereği devam edilmektedir.

 

Sayın Başbakan BRÜKSEL’e gittiğinde zinayı serbest bırakmasını istediler. Teslimiyetçi AKP’de hemen Meclis Başkanı Sayın ARINÇ’ı aradı ve hemen bu yasanın çıkarılmasını istedi. Savaş varmış gibi hemen meclis toplandı ve zina AKP sayesinde meşru hale getirildi. Zina suç kapsamından çıkarılırken yeni TCK’da dini nikah kıymak ve kıydırmak suç kapsamına alındı. Acaba AB kriterleri denen zırvalar; Yüce ALLAH’ın Kitabından, asil Türk Milletinin ahlak anlayışından daha mı üstün? Anadoluda Vakit gazetesinin yazarı Hüseyin ÜZMEZ; doğruluğu ve kötülüğü babasının da yapmış olsa söyleyeceğini taahhüt ederken,  AKP’nin bu kanunu “kerhen” yaptı diye bir kılıf uyduruyor. Bu kanunu diğer partiler çıkarmış olsaydı acaba aynı hoşgörüyü kendisi ve mensup olduğu gazete gösterir miydi? Muhakkak ki hayır. Manşetten en ağız bir dille eleştirip yazarlardı. Ama AKP yapınca nedense her şey meşrulaşıyor, bir sebep bulunuyor. Demek ki AKP gibi İslami gazetelerde! değişebiliyormuş. Eleştirdikleri Kartel Gazetelerinin yazarlarının yapmış olduğu yanlışlıkları/görmemezlikleri şimdi kendileri yapıyorlar. Şu anda erkek erkeğe evlenme hakkında bir kanunun AB mutabakat kanunu gereği için çıkartılması çalışmalarının yürütüldüğüne dair duyumlar da mevcuttur.

 

 

O zamanlar Dışişleri Bakanı olan Sayın GÜL  Cumhurbaşkanı adayı olduğu günlerde ortaya atılan “Dindar cumhurbaşkanı” söylemine karşı çıkarak bunu doğru bulmadığını(!)  söyleyerek “kendime dindar diyemem” diyor. Bu durumda sayın GÜL dindar olmadığını bizzat açıklıyor. Ama ne yazık ki AKP’li fanatik taraftarlar bunu asla kabul etmezler, yine takiyye yapıyor/yapıyorlar diye kabul edip, görmemezlikten gelirler. Tıpkı Milli Görüş gömleğini çıkarttık demelerini takip kabul ettikleri gibi. ABD’ci AB’ci oldukları, halkı azarladıkları gibi, BOP’un Eş Başkanlığı gibi, çıkartılan Şeker, Petrol, Vakıflar, Sosyal Güvenlik Kanunu ve Tohum Kanunu gibi. “sadece İsrail’den alınacak tohumlarla tarım yapılabileceği, eğer çiftçi kendi yetiştirdiği tohumlarla tarım yaparsa cezaya çarptırılacağı/cezalandırılacağı” gibi hep bunlar takiyye oluyor. Bu gaflet uykusundan ALLAH halkımızı ve malum işbirlikçi medya/basını uyandırsın. Bizden dua etmek. Tabi ki biz yapılan uygulamalara bakarak Sayın GÜL’ün dediğini doğru kabul ediyoruz. Sayın GÜL’ün dediğini doğru kabul etmemiz için pek çok önemli neden/sebep var önümüzde. Bunları saymak istersek; mesela kendi medeniyetini yenik ilan ederek, galip medeniyetlerin(!) himayesine sığınma çabaları, BOP gibi ülkemizin ve diğer Müslüman ülkelerin çok yararına olan projenin(!) hayata geçirilmesi için nasıl canla başla çalıştığı,  Müslüman kardeş IRAK’ın işgali için ABD’ ile birlikte nasıl hareket ettiği,  ama bu yapılanlar AKP’cilere ve destekçilerine göre bunlar reel politikalardır. Ama bize göre Sayın GÜL’ün dindar olmadığı ve değiştiğinin delilleridir. Ne yazık ki bir zamanlar eski Milli Görüşçüler; Milli Görüşçülükleriyle övünürken şimdi günahlarıyla, dindar olmadıklarıyla anılmayı istemek onlara daha cazip görünüyor. İslam dininin temel ve esas hükümleri (muhakemat) Yüce ALLAH tarafından konulmuştur. Onlar kesinlikle değiştirilemez, tatil edilemez. Ama ne yazık ki ABD, AB’nin buyrukları Yüce ALLAH’ın emirlerinin ve onun çok sevgili Resulunun sünnetinin yerine geçmiş bulunmaktadır.

 

Sayın Umur TALU’nun söylediği gibi, derhal NATO’dan çıkarak yeni ittifaklar kurmalıyız. Avrupa ve özellikle ABD yanında, israil’le de tüm ilişkilerimizi kesmeliyiz. Tüm askeri ihalelerimizi iptal etmeliyiz. Başka İncirlik olmak üzere tüm üsleri kapatmalıyız. IRAK’ın işgalinde “ABD’nin ortağı” görüntüsüne son vermeliyiz. IRAK’ın benzeri, iç savaş halindeki AFGANİSTAN ve LÜBNAN’dan, ABD, NATO, BM istedi diye yolladığımız tüm askeri ve sivil personeli geri çağırmalıyız.

 

Şu son olaylardan biride RİYAD’da yapılan  Arap Birliği zirvesinde, Başbakan Sayın ERDOĞAN, FİLİSTİN Başbakanı Haniye’yi TÜRKİYE’ye davet etti. Bu davetten rahatsız olan israil, hemen girişimde bulunarak, Başbakan ERDOĞAN’na geri adım attırdı. Ama yaptıkları peş peşe açıklamalara bakılırsa böyle bir davet hiçbir zaman yapılmamıştı! Yapılsaydı ki mutlaka hatırlanırdı! Sayın Necdet KUTSAL’ın 01 NİSAN’da yayınlanan “TÜRKİYE’yi İsrail mi yönetiyor başlıklı yazısı bu mesele hakkında oldukça ayrıntılı bilgilere sahip, bizi bilgilendiriyor. AKP sürekli ABD, israil, İNGİLTERE gibi güçlerden tavır almakta olduğunu he zaman yinelemektedir.

 

 

Malum işbirlikçi medya/basının  yazarları sus pus olmuşlar, makalelerinde bu gidişe dur diyecek tek bir eleştiri içeren yazı, makale, eleştiri yazmıyorlar. Ne oldu bu bilgili/Müslüman yazarlara? Bizler Müslüman Türk Milletiyiz. Bunca yıllık tarihimiz hiçbir zaman köleliği, bir başkasına hele yıllarca düşmanlık yapmış olan birilerine el açmayı ve onlarla dostluk yapmayı tarihimiz yazmamıştır. Şimdi bu hükümetin yapmış olduğu gaflete malum işbirlikçi medya/basın da aynen sahip çıkmakta, desteklemektedir.

 

Hükümet programları da İMF heyetinin gidiş gelişlerine göre ayarlandı. İMF emrediyor, AKP yerine getiriyor. Seçime gelmeden önceki seçim çalışmalarında TÜRKİYE’yi İMF’ye bağımlı kılmaktan kurtaracaklarını söylüyorlardı. İktidarları döneminde İMF ile bağımız gayet sıkı bir şekilde devam etmektedir. İktisadi bağımlılık  milli istikbalin kaybına yol açar. İMF’nin gönderdiği asistanlara, TÜRKİYE’nin en mahrem bilgileri  teslim edildi. Böylece AKP’lilerin bile bilmediği, “sonucunda halk zarar görür mü?” diye düşünülmediği uygulamalar yürürlüğe konuldu. IMF’nin en büyük yağlı müşterisi AKP sayesinde bir tek biz kaldık. Herkes borcunu ödeyip kurtuldu. TÜRKİYE olmasa IMF iflas edecek duruma geldi. IMF politikalarını uygulamaya koyan AKP sayesinde bu hale geldik.

 

Geçmiş zamanda İslami bir söylemin en keskin ifadecileri, Amerikancı, AB’ci bir yerde olmakta sakınca görmüyorlar. Bu ise onları giderek çizgisinden çıkardı, kişiliksizleştirdi. Milli Görüş ne kadar milli ekonomi yanlısı idiyse, AKP’de o kadar küresel sermayeye, TÜRKİYE’yi teslim etme yanlısıdır. AKP anlayışına göre stratejik hiçbir ürün, sektör, işletme yoktur. Hepsini ona göre yabancılar alabilir. En son PETKİM örneğinde görüldüğü gibi bu yabancılar ermeni ortaklar bile olabilir. Her şeylerini avrupa’ya göre düzenliyorlar. Acaba herhangi bir AB üyesi bir ülke elindeki stratejik öneme sahip bir işletme/sektörünü yabancı bir ülkeye satabilir mi? Elbette ki hayır.

 

            Şuurlu Mümin aynı delikten ikinci defa sokulmaz. Umarım, 44 milyon seçmen olarak cümlemizin aklı başında ve şuuru yerindedir de, aynı delikten ikinci defa sokulmayız. AKP’nin hiçbir konuyu/sorunu çözemeyeceğini bu gelmiş olduğu ikinci iktidar döneminde birincide olduğu gibi gördük. Saadet Partisi’nin deyişiyle; Hiçbir milli müessese bırakmadılar! Bu hükümet; kimliksizliği ve benliksizliği, en büyük değer yaptı. Batı taklitçiliği ve hayranlığı AKP ile görülmemiş boyutlara ulaştı. Sonuç; milli değerlerinden uzaklaşan bir TÜRKİYE. Bu icraat ve uygulamalar malum medya/basınca  desteklendiği müddetçe AKP’nin yapmış oldukları günahlara, dinimize ve milliyetimize tamamen aykırı olan AB’ye uyum kanunları çerçevesinde çıkartılan kanun ve uygulamaların günahlarına aynen ortak olurlar. Özellikle dış politika ve ekonomi açısından yaptığım karşılaştırmalar AKP ile Saadet Partisi arasında farklılığın taban tabana zıt olduğunu göstermektedir.  Milli Görüş daima TÜRKİYE’nin milli çıkarlarını merkezde tutan bir dış siyaset anlayışına sahip oldu. Bu tavrını iktidar ve muhalefette de devam ettirdi. 

 

“TÜRKİYE’nin kurtuluşu Milli Görüşü yeniden iktidar yapmak; bu suretle Müslüman Türk halkının 1997 iktidarındaki gibi Milli ve ekonomik refaha yeniden kavuşturulması sağlanmalıdır.”

 

Bugünkü medya; AKP ve CHP’den başka parti yokmuş gibi bir sunuş yapmaktadırlar. Halbuki iki partide icraat/fikir olarak aynıdır. Daha doğrusu geriye kalan tüm partiler bir iki istisna dışında ABD, AB ve İMF politikalarının uygulayıcısıdırlar. Halka yapılan ikna ile diyorlar ki; laikler, Cumhuriyetçiler CHP’ ye, Müslümanlar da AKP’ye gitsinler diyorlar. Sayın ERBAKAN Hocanın da dediği gibi aslında hepsinin hamuru aynı. Tabi ki biz Müslümanlar bu oyuna düşmeyeceğiz.

 

Sayın Başbakanın ABD gezisine başlar başlamaz hemen otele bile gitmeden Yahudi toplantısına katıldılar. Bir zamanlar Davos’ta söylediği “One Minute” balonunu tamamen söndürdüler. Siyonistleri memnun etmek her zaman AKP’nin politikası olmuştur. Konuşmalarında “israil’liler kadar Filistinlilerin de yaşama hakkından” söz ettiler. Herhalde Sayın Başbakan işgalcilerin Filistinliler değil siyonistler olduğunu unutuyorlar. Davos’da Müslümanların sözcüsü oldukları konusunda halkımızın ve mazlum Müslüman milletlerin umudu suya düşmüştür. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun  (UAEK) 53’ncü Genel Kurul Toplantısı’nda, israil’in aleyhine alınan kararı oylama öncesinde TÜRKİYE salonu terk etmiştir.

 

Esasında yazılacak/eleştirilecek daha çok konu var. Ben yazmaktan yoruldum, fakat AKP hata yapmaktan yorulmadı. Kendilerini Milli Görüş gömleğini giyip mazlum Müslüman halkların savunucusu olduğunu görür müyüz bilmiyorum. Şahsen benim hiç umudum yok. Bu yazdıklarımı siz sayın okuyucularımızın da bilgilenmesi ve geçmişe dönük unutulan icraatların hatırlanması maksadıyla yazmış bulunmaktayım.  Tüm yazılanların yorumunu da sizlere bırakıyorum.

 

Selam, saygı ve dualarımla.

 

Yakup MUSA

 

27.09.2009

 

                                                                     

 

 

                                                                                                                                          

 

 

             

 

 

 

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35430] Re: BU iLETi 30.000 000 KiSiYE ULASMALI...(İSTER GÖNDERİNGÖNDERMEYİN...)

Posted: 27 Sep 2009 07:29 AM PDT


Kürdün istekleri hangi rejimde oluyor o halde


26 Eylül 2009 21:35 tarihinde mehordu6310 <mehordu6310@gmail.com> yazdı:
demekraside bu istekleriniz malesef olmaz.

11 Eylül 2009 06:35 tarihinde Ali YILMAZ <ali_yilmaz_78@hotmail.com> yazdı:





 
BU iLETi 30.000 000 KiSiYE ULASMALI...(İSTER GÖNDERİN İSTER GÖNDERMEYİN...)




 


Biz  de TÜRK açılımı istiyoruz arkadaş...
-
Güneydoğuda herif 30 çocuk sahibi olacak...Çalışmayıp yan gelip yatacak...Benim maaşımdan veya küçük esnaftan %30 vergi alacaksın...
  SSK primim bir emekli maaşı kadar olacak...Ben bu herifin kürt bebelerine bakacağım...TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!
-Ben bir çocuğa bakmak için deli gibi çalışacağım...Kürt yan gelip yatacak...30 tane palesi için devlet ona çocuk yardımı yapacak...TÜRK AÇILIMI     İSTİYORUZ...!!!
-Ben Bu kadar SSK primi ödeyeceğim...Hastanelerden zar zor faydalanacağım...Kürt bir yeşil kartla 30 tane palesine baktıracak...TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!
-Ben sesimi yükseltsem...Eylem yapsam...Düşüncemi ifade etsem...İşçi, memur yürüyüş yapıp hak arasa polisten cop ve gaz yiyeceğim...Kürt çıkıp bayrak yakacak...Bölünme isteyecek...Etrafı yakıp yıkacak...Daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyecek...Polis efendi bırak saldırmayı bu itler karşısında copunu saklayıp, kuyruğunu kıstıracak...TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!
-Elektrik, su ve d.gaz borcunu geciktirsen hemen kesilen ve bir dünya faiz faiz ödeyen...Devlet arazisine bir gecede çöküp oraya ev yapmayan... Zar zor borç harç ev alıp birde bunun takır takır vergisini ödeyen biz...Elektriğe, suya , gaza para vermeyip bedava arazide ev kurup oturan kürt...TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!


ULAN İTOĞLU İTLER ,AYRIMCILIK YAPILIYOR DİYORSUNUZ...EN KRAL AYRIMCILIK VE ASİMİLASYON BU ÜLKEDE BİZLERE YANİ TÜRKLERE YAPILIYOR...İTİLİP KAKILAN...DÜŞÜNCESİNİ İFADE EDEMEYEN...EDERSE HAİN İLAN EDİLEN...İŞSİZLİK VE KRİZLE BOĞUŞAN...HER BORCUNU DEVLETE TIKIR TIKIR ÖDEYEN...VATANININ TEHLİKEDE OLDUĞUNU HİSSEDİP EYLEME GEÇERSE TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ DAMGASI YİYEN... SİSTEMİ ELEŞTİRDİĞİNDE ŞEREFSİZLİK VE NAMUSSUZLUK PAYESİ YİYEN...TÜRKLÜĞÜ SAVUNDUĞUNDA FAŞİST DAMGASI YİYEN SİZ MİSİNİZ YOKSA BİZ TÜRKLER Mİ?...ANLAMADIM BU İŞİ...BİZ Mİ BASKI GÖRÜYORUZ... SİZ Mİ...?!!! SONRADA BAŞBAKAN ÇIKIYOR AÇILIM İSTİYOR...EVET İSTİYORUZ ...AMA TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!








Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.







--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Ergenekon operasyonu bir Rehine operasyonu mudur?

Posted: 27 Sep 2009 05:50 AM PDT

Sayın Vatandaşlar, Arkadaşlar,
Aşağıdaki yazının sahibi C.Yaren'i şahsen tanımıyorum.
Fakat, bir yazısından anladım ki o beni yarım, yamalak da olsa,
tanıyor veya öyle imiş gibi yapmıştı...
Bunlar bir yana, yazının bana ilginç gelen yerlerini iktibas ettim,
zira bunlar ilgi çekmeyecek gibi değil. Ancak, bütün bu olan biten
karşısındaki gerçek yaklaşımımı daha önce yazdığım için, biliniyor
kabul ediyor, dolayısı ile aynı çizgi veya teşhisimi korumak
güdüsünden olacak, burada yazılanlara belki gerektiği gibi konsantre
olup, havsalamda yer veremiyor, dolayısı ile de sizlere müracaat etmek
durumundayım. Onun için, sizlerden bu hususa dair olabilecek şahsi
telakki ve değerlendirmelerinizi rica ediyorum...
Selam ve saygı ile...

"ERGENEKON" OPERASYONU BİR REHİNE OPERASYONUDUR

Yol haritası, Armenian and Kurdish Party'i iktidara taşımadan önce
belirlenmiş. Daha sonra da bu Mendeburlar Alayı iktidara taşınmış. PKK
ve zürriyeti için "Genel Af"fa kimler direnebilir? Belirlenmiş. Ve
tamamı, kademe kademe içeri alınmaya başlanmış. İktidar bu operasyonu
kendisinin başlattığını ve yaptığını sanıyor, söylüyor.
Kapalı kapılar ardında PKK'nın "dağ kadrosu" ve "lojistik kadrosu" ile
sıkı temasta olan bazı milletvekilleri son yaşanan HSYK sürecinde,
"Arkadaşlarımız (Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı Müsteşarı'nı
kastederek) içeride meydan savaşı veriyorlar" diye böbürleniyorlar.
Aslında "Ergenekon" sürecinin senaryo yazarı dışarıda.
Yazılan, bu senaryonun birkaç başrol ve baş altı rol, esas oğlan ve
esas kıza ezberletilmesi. Geri kalan oyuncular, bu sevk ve idare
altında "tuluat" yapmak, kendilerini bu arada öne çıkarmak, en önde
oturanların cüzdanlarını araklamakla meşgul.
Kısaca "piyonlar"ın her biri kendini "şah" sanıyor. Çankaya Mantıcısı
işin gerçeğini biliyor, hem de ayrıntılarıyla. "Godoş" tipli, güdük
bir "başyazar" da aynı konumda.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın, Alparslan TÜRKEŞ'in, Adnan
KAHVECİ'nin, Necip HABLEMİTOĞLU'nun kaleminin kırıldığı toplantıda
görev yapan hilkat garibesi akademisyen de. Doğaldır ki ABD'nin
kucağından ahkam kesen Fettoş ta.Davos şarlatanı ile neredeyse geri
kalanların alayı "piyon"...

Bu operasyonun gerçeğini bilerek, sahnede rol alan başkaları da var.
Bunların başında kimsenin inanamayacağı bir isim yer alıyor.
Hazine ve gömü avcısı, defineci; A.D. ve K.Ç.nin ortağı çok üst düzey
bir bürokrat. Gömüsüne, hazinesine, kesesine el atan evladı da olsa
"istifaya zorluyor", "ipini çekiyor","kumpas kuruyor".
Peki, "Ergenekon" operasyonu aslında nedir?

"Ergenekon" operasyonu aslında "Genel Af" ile salıverilecek PKK'lı
katiller için devletin içinde hakim noktalara oturmuşlara
düzenlettirilen "Rehineler Operasyonu"dur. Bunu bilen yok mu? VAR.
Buna kendini hazırlayan yok mu? VAR.

PKK'nın 15 Ağustos'tan sonra kadınları, çocukları, yaşlıları "Sivil
İtaatsizlik" eylemine başlatması da kuvvetle muhtemel bir eylem.
Diğerleri, "düşük yoğunluklu" çatışmayı, "orta yoğunluklu" çatışmaya
taşımaya hazır. Ne tesadüf (!) bu yıl geçmiş yıllardaki gibi "dostlar
alışverişte görsün" kabilinden de olsa "Bahar Operasyonu" da
yapılmadı. Neden?
"Genel Af" sonrası dışarı çıkanların "ölüm listeleri"nde yer alanlar
da "Ergenekon" operasyonunda içeri alınıyor. "Genel Af" sonrası
onlarla birlikte PKK'lılar da çıkacak. Sonra... Sonra, elinde
kendisini
ve ailesini savunmak için bir kenara koyduğu 50-100 mermi, iki
tabanca, bir tüfek bulunanların bu "savunma" amaçlı "zula"ları
"Ergenekon" operasyonu ile patlatılacak ve PKK infazları karşısında bu
insanlar çaresiz bırakılacak. Ama bu aramalar sırasında, Fettoş'un
copları elinde bulunan kayıt dışı silah, mühimmat ta bu zulalara ilave
edilip, "Ergenekon" operasyonu "gerekli ve zorunlu" olarak
gösterilecek.
İşte size gerçekler...

Ben "HUKUKU-YARGIYI-ADALETİ" hedef alan IRZ DÜŞMANLARI karşısında,
susacak, saklanacak, kıvırtacaklardan, milletimin ırzına geçilirken
seyredecek midesizlerden değilim.
Bunca melanet karşısında tavır koymayan, üzerine düşeni yapmayan
herkesten de İNSANLIK ADINA, TÜRKLÜK ADINA, İSLAMİYET ADINA iğreniyor
ve utanıyorum.
Cem YAREN-Emirsultan Mezarlığı-Bursa

demirsoydan

Posted: 27 Sep 2009 02:16 AM PDT

 

Sevgili Kardeşim

Bugün (26 Eylül), bizi biz yapan dilimizin bayramıdır “Türk Dili Bayramı”.

        Bir ülkenin kimliğini dili belirler; ancak özellikle Türklerin ülkü birliğini hatta evrimsel kökenini yine dili belirler. Dünyada Türkleri bir çatı altında tutmak istiyorsanız, vücutlarının yapısal özelliklerini belirleyici ölçüt olarak alamazsınız; dil kültürü Türkü Türk yapar.

        Türk dilinin özendirilmesi, kimliğimizin evrensel olarak korunması olacaktır. Birliğin yıkımı ise dilimizin yerine başka dilleri ikame etme ve önemsizleştirme ile gerçekleşecektir. Osmanlı döneminde ilk defa Birinci Meşrutiyet ilanı (1876) ve ilk sivil anayasanın hazırlanması sırasında her ne kadar imparatorluğun birliğini koruyabilmek için Türk dili konusunda duyarlı adımlar atılmış olsa da; Osmanlı uzun yıllar Türk diline önem vermemesinin acı sonuçlarını yaşamıştır; hızla parçalanmasının önemli nedenlerinden biri olmuştur. Benzer şekilde bugün de, özellikle son yarım yüzyıldır artan bir ivme ile sokaktaki tabeladan, anaokullarına, çıkarılan bilimsel makalelerden, giydiğimiz tişörtlerin üzerindeki yazılara kadar artık hep yabancı diller egemendir. Osmanlı bu gafleti ağır ödedi; dilerim biz ödemeyiz.

        Bir ülkenin klavyesini terk edip başka bir dilin klavyesini yaygın olarak kullanması bile kimlik aşınmasıdır.

        Bu yazıda demokrasi dayatması adı altında Türk diline yapılan saldırıları ve sinsi bir şekilde dil birliğini bozarak ulusal kimliğimizi geçmişteki gibi sarsmayı hedefleyen girişimleri hem de en yetkili kuruluşlarımızın ve bilim adamlarımızın aymazlıklarını, bilinçli ya da bilinçsiz olarak dilimizin önemsiz bir konuma düşürülerek Anadolu insanına (hatta Türk dünyasına) yapılan darbeyi göreceksiniz.

        Siz okumasanız bile çocuklarınıza okutmanızı öneririm.

        Dil Bayramınız Kutlu Olsun

Sevgilerimle

 

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi

Biyoloji Bölümü, Beytepe/ANKARA

0312.297 80 40

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.